Sure meali paylaşımları..

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Z1rT
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
müddessir suresi meali

Mekke’de risaletin başlangıcında inen sûrelerden olup 56 âyettir. Sûre adını ilk âyetinde geçen kelimeden almıştır. Müddessir: “örtüsüne bürünmüş” demek olup bununla birinci derecede Hz. Peygamber (a.s.) kasd edilmektedir. Bu sûre nübüvvet yolunun tebliğ ve irşad görevinden, hak dinin karşısına çıkan bazı kişilerin vasıflarından, bunların âhirette çekecekleri azaptan bahseder.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1-10 – Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!)
Ayağa kalk ve insanları uyar.
Rabbinin büyüklüğünü an.
Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın,
Pis ve murdar olan her şeyden kaçın
Verdiğini çok bularak minnet etme!
Rabbinin yolunda sabret!
Sûr’a üflendiği gün,
Doğrusu, o çok çetin bir gün!
Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!
Müddessir kelimesi (aslı mütedessir) ayrıca “yalnızlık ve inziva arzu eden” mânasına gelir. Allah Teâlâ, nebîsine “Artık inzivayı bırak, bütün dünyanın önüne öğretici ve uyarıcı olarak çık!” “Çevrende gaflet içinde bulunan insanları uyar. Kendilerini yaratıp bunca nimetlerle donatan o Yüce Rabbin onları görüp işittiğini ve sonunda hesaba çekeceğini hatırlat” demektedir.
“Allah’ın büyüklüğünü anmak “Allahu ekber!” demek İslâm’ın özetidir, başta gelen emridir ve bir zikirdir. Risaletin başlangıcında öğretilen bu zikir, ezanda, namazlarda, hacda, kurbanda, hayatın her tarafında devam eder.
4. âyette beden temizliği ile ruh temizliği arasındaki sıkı ilişki hatırlatılıyor. Bu âyet, “Cinsel zaaftan uzak dur!” mânasına kinaî anlam ile de tefsir edilmiştir. Böylece müminlerin kalplerini, ruhlarını, bedenlerini, elbiselerini, ırzlarını tertemiz yapmaları emredilmektedir. Mânaları çok özlü olan ilk 7 âyeti iyi düşünen bir insan, risaletin başında bu buyrukların, verilmesi gereken en hikmetli, tam yerli yerinde emirler olduğunu anlar, risaletin önemli bir delilini bulur.
11-14 – Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!
Bu âyetler, Hz. Peygamber (a.s.) aleyhinde “büyücü” diye propaganda yapan, Kureyş’in liderlerinden Velîd b. Muğîre ve benzerleri hakkında indirilmiştir. Onun on oğlu vardı ki Halid b. Velîd (r.a.) onlardan biridir.
15 – Hâlâ da açgözlülükle imkânlarını daha da artırmama hevesleniyor.
16 – Hiç heveslenmesin! Çünkü o Bizim âyetlerimize karşı inatçı kesildi.
17 – Ben de onu sarp mı sarp bir yokuşa sardıracağım.
18 – O düşündü, ölçtü, biçti...
19 – Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti!
20 – Hay kahrolası! Nasıl, nasıl da ölçtü biçti!
21 – Sonra baktı...
22 – Derken suratını astı, kaşlarını çattı...
23 – Sonra da sırtını döndü, kibirinden kabardı, arkasına bakmadan çekip gitti!
24 – “Bu, büyücülerden nakledilen büyüden ibarettir.” dedi.
25 – Bu, beşer sözünden başka bir şey değildir.”
Velîd, aslında Kur’ân’dan çok etkilenen, meşhur bir edip idi. Kur’ân’ın, beşer üstü bir taraftan geldiğini de vicdanında hissediyordu. Fakat toplumdaki itibarını kaybetmemek için, Kur’ân hakkında ne diyeceğini şaşırmış, sonunda onun olağanüstü etkisini “büyü” diye nitelendirmişti.
26 – (“Beşer” desin bakalım) “Ben de onu sekar’a atacağım.
27 – Sekar nedir bilir misin? Nereden bileceksin!
28 – O, içine atılanı yer, bitirir. Yine de bırakmaz, eski haline çevirip bu işi tekrar eder.
29 – Sürekli olarak derileri kavurur.
30 – Üzerinde on dokuz görevli vardır.
31 – Biz cehennem görevlilerini sadece melaikelerden kıldık. Onların sayısını da kâfirler için imtihan ve sıkıntı sebebi yaptık ki Ehl-i kitaptan olanlar Peygambere imanda yakîn sahibi olup, daha kesin inansınlar. Mü’minlerin imanlarındaki yakinleri artsın. Ehl-i kitap ve müminler tereddüde düşmesinler.
Kalplerinde hastalık olan münafıklar ile kâfirler de neticede: “Allah, bu misal ile ne anlatmak istemiş olabilir?” desinler. Böylece Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını Kendisinden başka kimse bilemez. Bu, (yani cehennem veya ondan bahseden âyetler) beşere bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir. [2,26]
Kâfirler, iyi zan içinde olmadıklarından, hemen itiraz edecek bir taraf arayıp ona takılır. Mesela sayı doğru olmakla birlikte işin özü değildir. Ama kâfir sayıya takılarak kendi kendisini tökezletir. Yürüyüşüne devam edemez. Kur’ân’da bildirilir ki bir imtihandan sonra mümin imanında sebat gösterir, din hususunda cayıp geri dönmezse, o zaman imanı kökleşir.
“Allah’ın orduları”: O’nun yarattığı mahlûklar, onlara verdiği kuvvetler, görevlerdir.
32 – Hayır! İş kâfirlerin dediği gibi değil. Ay’a,
33 – Ve dönüp giden geceye,
34 – Ağardığı dem sabaha kasem edip şahit tutarım ki:
35 – O sekar belâların en müthişidir.
36 – Beşer için en büyük uyarıdır.
37 – İleri veya geri gitmek durumunda olanlar için en büyük uyarıdır.
38-39 – Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes, yaptığı işlerin rehini ve esîri olacaktır.
40-42 – Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” diye sorulur.
43 – Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik.
44 – Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik.
45 – Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık.
46 – Bu hesap gününü yalan sayardık.
47 – Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”
48 – Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda etmez.
49-51 – Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?
52 – Bu beyler, bu öğütle yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel kitap, özel ferman isterler!
53 – Hayır! onlar aslında âhiret endişesi taşımazlar.
54 – Hayır! Gerçekten bu bir öğüttür, bir uyarıdır.
55 – Dileyen onu okur, düşünür ve ders alır.
56 – Ama Allah dilemedikçe onlar ders alamazlar. Saygı duyulup cezasından sakınmaya lâyık olan da, günahkârların günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız O’dur.
Hidâyete gelmek, kişinin kendi elinde değildir. İradesini hidâyet yönünde kullanması neti cesinde Cenab-ı Hakkın ona hidâyeti nasib etmesi, hidayeti kalbinde yaratması ile kul doğru yolu bulur. Bu, ince kader sırrıdır.
Eğer Allah Teâlâ, insanları kendi hallerine bıraksaydı, mukadderatlarını Kendisi tayin etmeseydi, dünyanın nizamı altüst olurdu. En büyük zararı insanlar çekerdi.
“Bir Kadir-i mutlak eylemişken tanzim,
Devran görünür her kula bin türlü sakîm,
Her kul verebilseydi meramınca nizam,
Her devrini eylerdi cahîm içre cahîm.”
(Yahya Kemal)
Bir insan ne kadar günahkâr olursa olsun bunlardan vazgeçerek Allah’ın rahmetine sığınırsa, Allah onu bağışlar. Suçluları mutlaka cezalandırma, günahkârları affetmeme, kin tutma gibi eksikliklerden Allah münezzehtir.
 
müzzemmil suresi meali

Kur’ân-ı Kerîm’in ilk inen sûrelerindendir. 20 âyettir. Adını birinci âyetteki hitaptan almıştır. Müzzemmil: “elbisesine bürünmüş” demek olup genellikle bununla Hz. Peygamber (a.s.)’a hitap edildiği şeklinde tefsir edilir. Bu sûrede Hz. Peygamberin ve ona tâbi olarak müminlerin gece ibadetleri ile feyizlenmeleri, tevhid, tevekkül, teslimiyet sırrı ve bu dini yalan sayanların fecî âkıbetleri bildirilir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Ey örtüsüne bürünen Resulüm!
Hitaptaki bu vasıf, Hz. Peygamberdeki yoğun şuura ve derin ruhî aydınlanmaya işaret etmektedir. Bundan şu anlaşılabilir: Hz. Peygamber (a.s.) uyumaya hazırlanırken üstüne örtü çekince Cenab-ı Allah ona tatlı bir üslup ile: “Artık rahat yatma zamanı geride kaldı. Ağır bir yük yüklendin, sorumluluğun büyüktür” demek istemiş olabilir. Hz. Peygamberin müzzemmil lakabı yoktu, anlaşılan o anda yaptığı iş göz önünde bulundurularak böyle nitelendirilmiştir.
2 – Geceleyin kalk da, az bir kısmı hariç geceyi ibadetle geçir. [32,16; 17,79; 76,26]
Bu âyet, gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirmeyi emretmektedir. Gelen 3. âyet, normal olarak gece müddetinin yarısını esas almak gerektiğini ifade etmektedir.
3-4 – Duruma göre gecenin yarısında, veya bundan biraz daha azında veya fazlasında ibadet etmen de yeterlidir. Kur’ân’ı tertîl ile, düşünerek oku.
Maksat şudur: “Kur’ân okurken hızlı değil, kelimelerin hakkını vererek, tane tane okuyun, ta ki Allah kelamının mânası iyice zihninize yerleşsin ve muhtevası size tesir etsin.” Efendimiz (a.s.m.)’ın bu şekilde okuduğuna dair sünnet-i seniyyede çok örnekler vardır. Üzerinde tefekkür etmeden, kelimelerini telaffuz etmek, matlub olan kıraat değildir.
5 – Biz sana pek ağır bir söz vahyedeceğiz.
6 – Muhakkak ki geceleyin kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve Kur’ân okuyuşu bakımından daha düzgün, daha sağlam bir tilavet sağlar.
Önceki âyetlerde emredilen uzun ibadetler, bu ağır yüke tahammül gücünü geliştirmek içindir. İlahî vahyi Hz. Peygamberin alması ağır olduğu gibi, o emaneti taşımak ve insanlığa tebliğ etmek, hele hele onun gereklerini yaşayarak temsil etmek, özümsemek, bu sebeple dünyevî sıkıntılara mâruz kalmak, ağır-ama sevap ve mükafâtta da ağır-bir yüktür.
Bu âyet, teheccüd vaktinde kalb ile dil arasındaki uyumu sağlamanın daha kolay olduğuna işaret ediyor.
7 – Çünkü gündüz seni meşgul edecek yığınla iş vardır.
8 – Rabbinin yüce adını zikret, fânilere bel bağlamaktan kurtul ve bütün gönlünle yalnız O’na yönel.
9 – O doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur. O halde sen de yalnız O’nun himayesine sığın, yalnız O’na güven.
10 – Onların söylediklerine karşı sabret, onlardan güzel bir tavırla uzak dur!
11 – Nimet ve devlet içinde yüzen, hak dini yalan sayanları, sen Bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
12-13 – Muhakkak ki Bizim nezdimizde bukağılar, alevli ateşler, dikenli, boğazı tırmalayan yiyecekler ve gâyet acı azap var.
14 – Gün gelir; yer, dağlar şiddetle sarsılır ve dağlar dağılan kum yığınları haline gelir.
15 – Bakın (ey Mekkeliler, ey bütün insanlar) Biz vaktiyle Firavun’a bir elçi gönderdiğimiz gibi size de hakkınızda şahitlik edecek bir elçi gönderdik.
16 – Firavun o Resule isyan etti. Biz de onu şiddetle cezaya çarptırdık.
17 – Kâfirliğinizde devam ederseniz, dehşetinden çocukları birden ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabilirsiniz?
18 – O günün dehşetinden gök bile çatlar. Allah’ın vâdi mutlaka gerçekleşir.
19 – Bu, bir öğüt ve uyarıdır. Artık isteyen, Rabbine varan yolu tutar. [76,29]
20 – Senin Rabbin, gecenin bazen üçte ikisine yakın bir kısmını, bazen yarısını, bazen üçte birini ibadetle geçirdiğini, senin yanında yer alan müminlerden bir cemaatin da böyle yaptığını elbette biliyor. Gece ve gündüzü yaratıp sürelerini belirleyen Allah’tır. O sizin bu gece ibadetini gözetemeyeceğinizi bildiği için, lütuf ve merhametiyle size yeniden bakıp muaf tuttu.
Artık Kur’ân’dan kolayınıza gelen miktarı okuyun. Allah bilmektedir ki aranızda hastalananlar olacaktır. Kimileri Allah’ın lütfundan nasiplerini aramak için yol tepecek, dünyanın çeşitli yerlerinde dolaşacaklardır. Bazıları Allah yolunda muharebe için sefere çıkacaklardır. Haydi artık Kur’ân’dan, kolayınıza gelen miktarı okuyun.
Namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin ve bir de Allah’a güzel ödünç takdim edin! Unutmayın ki kendi iyiliğiniz için âhirete hazırlık olarak her ne gönderirseniz mutlaka onu Allah’ın nezdinde bulursunuz. Hem daha üstün ve daha hayırlı, mükâfatı kat kat artmış olarak! Allah’tan af dileyin. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur). [2,245]
Bu âyet, sûrenin başındaki gece kıyamını tekrar ele alıp, daha önce farz olan gece namazını, hafifletip sünnet yani nafile ibadete dönüştürmektedir. Dolayısıyla bu âyetin, ilk hükmü neshettiği söylenir. Nesheden bu 20. âyetin Medine’de mi, Mekke’de mi nâzil olduğu konusunda farklı görüşler varsa da, kuvvetli ihtimale göre Medine’de inmiştir. Savaşma izni ve zekât emri, bu ihtimalin karinelerindendir. Bu âyetin hepsi değilse de en azından bir iki cümlesi Medine’de inmiş olmalıdır. Hicretten az önce Mekke’de beş vakit namaz farz kılındıktan sonra, akşam ve yatsı namazları, gece ibadetinin bir parçası olarak kalmış ve teheccüd namazının vaciplik hükmü nâfileye çevrilmiştir.
 
cin suresi meali

Mekke’de inmiş olup 28 âyettir. Adını, konusu olan cinlerden almıştır. Sûrenin baş tarafında cinlerden Kur’ân dinleyip iman edenlerin bazı açıklamaları, ikinci kısmında Kur’ân vahyinin kesinliği vurgulanır.
Hz. Peygamber (a.s.) Mekke’de kendisini himaye eden amcası Ebû Talib’in ve bütün varlığı ile kendisine destek olan eşi Hz. Haticenin (r.a) vefatı sebebiyle epeyce üzgün iken, Kureyş’in red tavrı ve verdiği eziyetleri artırması karşısında Taif’e tebliğe gitmiş, orada da taşlanmıştı. Çok üzgün bir durumda iken, Taif’den dönüşünde inen bu sûre, Hz. Peygambere büyük bir destek ve teselli olmuş, cinlerin bile Kur’ân’ı dinleyip tâbi olduklarını bildirmiş, Kur’ân dâvetinin muvaffak olacağını müjdelemiştir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1-7 – De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur’ân’ı dinledikten sonra şöyle dediler:
“Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur’ân dinledik.
Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız.
Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir.
Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!
Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler!
Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37,1;46,29-33]
Hz. Peygamber (a.s.)’ın Kur’ân dinleyen cinleri görüp görmediği hakkında farklı rivayetler vardır. Hadisçiler cinlerin Kur’ân dinlemek için farklı zamanlarda altı ayrı defa geldiklerini kabul ederler. Hadiseye şahid olan Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’ın Efendimizin onları gördüğü şeklindeki tesbiti, birçok müfessirce tercih edilmektedir.
Cinlerin insanların dillerini bildikleri anlaşılıyor. Bütün dilleri bilmeseler bile, yaşadıkları bölgenin dillerini öğrendikleri düşünülebilir.
6. âyetle ilgili olarak İbn Abbas (r.a) “Cahiliyede Araplardan biri ıssız bir vadide konakladığında bir tehlikeden korktuğu zaman, o vâdinin büyüğü diye düşünülen cinne sığınırdı.” Allah’ın dünyaya halife kıldığı insanoğlu, Allah’tan gaflet edip cinlere sığınınca, onlar da gururlanmış, azmış ve onlara daha fazla eziyet etmeye başlamışlardı. 6. âyetten, bu anlaşılıyor.
8 – “Biz göğe çıkmak istedik: Bir de ne görelim: orası sert ve kuvvetli bekçiler, şihablar, alevler, (roket gibi mermiler)le dolu!
9 – “Önceleri biz göğün bazı yerlerinde oturup dinleme merkezleri edinirdik.
Ama şimdi kim dinlemeye kalkışırsa, derhal kendini gözetleyip izleyen bir alevle karşılaşıyor. {KM, Tekvin 3,24}
10 – “Doğrusu, iyi anlayamadık: Yerde oturanlara fenalık mı irade edildi, yoksa Rab’leri onlar hakkında hayır ve hidâyet mi diledi, bilemiyoruz.”
11 – “Bizden iyi kimseler olduğu gibi, iyi olmayanlar da var. Biz türlü türlü yollar tutmuşuz.
12 – Şunu da anladık ki, biz yerde Allah’ın iradesine karşı koyamayacağımız gibi, kaçmaya teşebbüs etmekle de O’nun elinden yakamızı kurtaramayız.
13 – Biz hidâyet Rehberini dinleyince onu tasdik ettik. Kim Rabbine iman ederse, ne hakkının eksik verilmesinden, ne de gadre uğramaktan asla endişesi kalmaz.”
14 – “Bizden Allah’a itaat edenlerin yanında, hak yoldan sapan kâfirler de var. Allah’a itaat ve teslimiyet gösterenler, doğru yolu arayanlardır.”
15 – “Hak yoldan sapanlar ise, cehennem odunu olurlar.”
Cinler ateşten yaratıldığı için ateş onlara zarar vermez, diye bir düşünce hatıra gelmemelidir. Nitekim insan topraktan, kuru balçıktan yaratıldığı halde ona böyle kuru bir balçık atılsa elbette canı yanar. Aslımız topraktan olsa da et, kemik, sinir ihtiva eden organizma tamamen farklı bir varlık olmuştur. Cinlerde de benzeri bir durum olmalıdır.
16 – Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Eğer insanlar ve cinler, Allah’ın yolunda dosdoğru yürüselerdi, onlara bol yağmur verir, rızıklarını bollaştırırdık. [5,66; 7,96; 6,44; 23,55-56]
17 – Bu nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.
18 – Şüphesiz ki mescidler Allah’ındır (secdeler O’na mahsustur).
Öyleyse sakın Allah’tan başka hiçbir tanrıya dua ve ibadet etmeyin!”
19 – Ne tuhaftır ki, işi tam tersine çevirip, Allah’ın has kulu, bir olan Allah’a ibadete kalkınca, başına öyle bir üşüştüler ki nerdeyse birbirlerini çiğneyeceklerdi.
Bir önceki âyetin buyurduğunun tam aksine müşrikler, dünyanın ilk mescidi olan Kâbe-i Muazzamayı putlarla doldurmuş ve orada Allah’ı tek İlah tanıyarak ibadete yönelen Hz. Peygamber (a.s.)’ı engellemeye çalışmışlardı.
20 – Sen de ki: “Ben yalnız Rabbime yalvarır, O’na kulluk ederim. Hiçbir şeyi O’na ortak saymam.”
21 – De ki: “Benim size ne zarar vermeye ve ne de en büyük fayda olan hidâyete ulaştırmaya gücüm yeter.
22 – De ki: “Allah’ın cezasından beni hiçbir kimse kurtaramaz. Benim O’nun dışında sığınacak yerim de yoktur.
23 – Benim vazifem sadece Allah’ın mesajlarını tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve Elçisine isyan ederse, ona cehennem ateşi vardır, hem de ebedî kalmak üzere oraya girecektir. [5,67]
24 – Kendilerine vâd olunan azabı veya kıyamet saatini gördüklerinde, kimin yardımcılarının daha zayıf, kimin askerlerinin daha az olduğunu, işte o zaman anlayacaklardır.
25 – Ey Resulüm! De ki: “O sizin tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için bir süre mi belirler, kesin bilmiyorum.”
26-28 – O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda (mesajı korumak için) o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir. Böylece (Allah) elçilerinin, Rab’lerinin mesajlarını gereğince tebliğ ettiklerini bilmek (yani fiilen görmek) ister. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa her şeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir. [2,255]
Allah’ın gaybı Resulüne bildirmesi, gaybı O’ndan başkasının bildiğini göstermez. Aksine gaybın Allah’a has olduğunu teyid eder.
Gözetleyicilerden maksat meleklerdir. Allah Resulüne gönderdiği gaybı, meleklerince koruma altına alınmış olarak gönderir. Hz. Peygamberin risaletinden sonra, gök kapıları cinlere büsbütün kapanınca, onlar, melekler tarafından sıkı bir korumanın olduğunu anlamışlardı. Ayetin meali, muhtemel üç tefsir arasından, bizce en kuvvetlisine göre verilmiştir.
 
mearic suresi meali

Mekke’de inmiş olup 44 âyettir. Adını 3. âyetten almıştır. Zi’l-meâric: Yüceler yücesi, “dereceler ve makamlar sahibi” demektir. Sûre Mekke kâfirlerinin âhireti inkârları ve Hz. Peygamberi yalancı saymalarını reddetmeyi esas konu edinmiştir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Biri çıkıp gelecek azabı sordu. [22,47; 38,16]
Bir kısım müfessirler “azabı sordu” anlamı verirken diğer bir kısmı ise, Seele fiilinin öteki mânasını esas alarak “Azabın gelmesini istedi” demişlerdir. [8,32; 67,24-27; 10,46-48] âyetleri de bu ikinci mânayı destekler. Zira kâfirler tehdit edildikleri azaba, daha doğrusu Peygambere inanmadıkları için “azap gelsin de görelim!” demek, kendilerine kolay geliyordu.
2 – O azap ki onu, kâfirlerden uzaklaştıracak hiçbir kuvvet yoktur.
3 – Çünkü bu azap, yüceler yücesi Allah’tan gelecektir.
4 – Melekler ve Rûh, O’nun Arş’ına; miktarı ellibin sene olan bir günde yükselirler. [32,5; 22,47]
Ruh: Tefsirlerin çoğuna göre, Cebrail (a.s.)’dır.
5 – O halde sen, müşriklerin eziyetlerine güzelce sabret. Çünkü azabın inmesi yaklaşmaktadır.
6-7 – Onlar, o günü çok uzakta zannediyorlar, ama Biz yakın olduğunu biliyoruz.
8 – O gün gök erimiş maden gibi olur,
9 – Dağlar ise atılmış rengârenk yüne döner. [101,5]
10-14 – Birbirlerine gösterildikleri halde hiçbir candan dost, dostunun hâlini sormaz.
Her mücrim o günkü azaptan kurtulmak için fidye olarak oğullarını, eşini, kardeşini,
kendisine sahip çıkan sülalesini, hatta dünyada olanların tamamını verip de kurtulmak ister. [31,33; 40,18; 23,101; 80,34-37]
15 – Lâkin ne mümkün! O cehennem alev alev yanan bir ateştir.
16 – Eli, ayağı, bütün uzuvları söküp atar.
17-18 – İmana sırtını dönüp haktan yüz çevireni, bir de servet toplayıp yığan ve hayırda harcamayanı o ateş kendine çağırır.
19 – Gerçekten insan cimri olarak yaratılmıştır.
20 – Başı derde düştü mü sızlanır durur.
21 – Ama servet sahibi olunca da pinti kesilir.
22-23 – Ancak namazlarını devamlı kılanlar böyle değildir.
Çünkü bir insanın namaz kılması onun Allah’a, Resulüne, âhirete inanıp davranışlarını ona göre düzenlediğini gösterir.
24-25 – Onlar o kimselerdir ki mallarında isteyen ve yoksun olanların haklarını ayırırlar.
26 – Onlar hesap gününü tasdik ederler.
27 – Onlar Rab’lerinin cezasından korkarlar. [23,57; 51,19]
28 – Çünkü Rab’lerinin azabından kimse emin olamaz.
29-30 – Onlar edep yerlerini, eşleri ve cariyelerinden başkasından korurlar. Yalnız bunlarla münasebeti olanlar ayıplanamazlar.
31 – Ama bu sınırın ötesine geçenler haddi aşmış, zulüm işlemiş olurlar.
32 – Onlar üzerlerine aldıkları emanetlere ve verdikleri sözlere riayet ederler.
Emanet: Allah’ın kullarına veya insanların birbirlerine güvenerek verdikleri şeylerdir. Ahid ise: Allah’ın kulları ile veya insanların birbirleri ile sözleşmeleridir. Bunlara riayet, imanın ayrılmaz vasfıdır.
33 – Onlar şahitliklerini dürüstçe ifa ederler.
34 – Onlar namazlarına tam dikkat ederler.
Âyette geçen “namazı muhafaza” demek: Namazı tam vaktinde eda etmek, namazın şartları olan maddî ve manevî temizliğe riayet etmek; farzlara, vaciplere, sünnetlere riayet ederek tadil-i erkânla, huşû ile namaz kılmak, demektir.
35 – İşte bunlar cennetlerde ikrama nail olacaklar.
36-37 – O kâfirlere ne oluyor ki, seninle alay etmek maksadıyla sağdan soldan dağınık gruplar halinde, boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar.
38 – Onlardan her biri (iman etmeden) naîm cennetine yerleşmeye mi hevesleniyor?
Kâfirler mütevazi müminlerle alay ederlerdi. Onları bir şeye lâyık görmezlerdi. “Eğer bir cennet varsa, bu adamlar kim, bizden önce cennete girmek kim? Bu işte de biz onları mutlaka geçeriz.” derlerdi. Bundan sonra gelen âyet demek istiyor ki: “Ey müşrikler, söyleyin bakalım bu üstünlük iddianız neye dayanıyor? Biz, siz dahil, bütün insanları bildiğiniz o nutfeden yaratmadık mı?”
Yahut şöyle olabilir: “Biz bütün Âdemoğulları gibi bunları da yarattık. Yani bütün insanlar Bizim kullarımızdır. Bizim hükümlerimizden biri de “İman etmeyen hiç kimse cennete giremez.” dir. Öyleyse iman etmeden nasıl olur da, sizden biri cennete girmeye heveslenir.
39 – (Hiç heveslenmesin, hiç kimsenin öteki insanlar üzerinde böbürlenmeye hakkı olamaz). Çünkü Biz onları da, öbür insanlar gibi, o bildikleri nesneden, meniden yarattık. [77,20; 86,5-10]
40-41 – Hayır, Allah’ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki,
Biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz.
Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur. [40,57; 75,3-4; 56,60-61]
42 – Artık sen onları kendi hallerine bırak da, kendilerine vâd edilen gün gelinceye kadar bâtıla dalsın, oynasınlar.
43 – O gün onlar kabirlerinden çıkıp sür’atle sanki bir hedefe varmak istercesine koşarlar.
Âyette geçen nusub, başlıca iki türlü tefsir edilir: a- Put demek olup, müşrikler dünyada putlarına nasıl koşarak gidiyorlardı ise, o gün hesap meydanına da öyle sür’atle getirileceklerdir. b- Yarış yapan koşucular nasıl dikilmiş nişanları gözeterek koşarlarsa bunlar da hesap meydanına doğru hızla koşacaklardır.
44 – Gözleri yerde, kendilerini baştan aşağı bir zillet kaplamış durumdadır.
İşte kendilerine vaad edilen gün, bugündür.
 
nuh suresi meali

Mekke’de inmiştir, 28 âyettir. Adını konusu olan Hz. Nûh (a.s.)’ın tebliğinden almıştır. Hz. Nûh’un, halkını irşad etmesi, fakat onlardan çoğunun yüz çevirmesi neticesinde onların helâki, müminlerin felahı için yaptığı dua nakledilir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Biz Nûh’u kendi milletine peygamber olarak gönderip:
“Gayet acı bir azap başlarına gelip çatmadan önce halkını uyar!” dedik.
2-4 – O da: “Ey benim milletim! Ben size gönderilen kesin bir uyarıcıyım.
Şöyle ki: Yalnız Allah’a ibadet edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki:
Sizin günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir vakte, yani ölüm anına kadar azap çektirmeksizin hayatta bıraksın.
Çünkü Allah’ın takdir ettiği vâde gelince, asla ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz!
5-6 – “Ya Rabbî, dedi Nûh, ben milletimi gece gündüz dine dâvet ettim.
Ama benim dâvetim, onların sadece daha çok uzaklaşmalarına yol açtı.”
7 – Her ne zaman, onları bağışlaman için çağırdıysam,
onlar parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar. Esvaplarıyla örtündüler, direttiler ve çok kibirlendiler.
Esvaplarıyla örtündüler: Onlar, Hz. Nûh (a.s.)’ın dâvetine kulak vermek şöyle dursun, yüzüne bile bakmak istemiyorlardı. Yahut Hz. Nûh, kendilerinin yanlarından geçerken kendilerini tanıyıp dâvet etmesin diye böyle gizleniyorlardı.
8 – Ben onları bu sefer yüksek sesle dâvet etmeye başladım.
9 – Daha sonra onları gâh açıkça çağırdım, gâh iyice gizli bir dâvet yönelttim, her türlü yolu denedim.
10 – Dedim ki onlara: “Rabbinizden af dileyiniz. Zira o gafurdur.”
11 – Mağfiret dileyin ki üzerinize bol bol yağmur indirsin.
Hz. Ömer (r.a.) kıtlık sebebiyle yağmur duasına çıktığında istiğfar etmekle yetinince, etraftan: “Yağmur için dua etmediniz?” diye sorulunca: “Ben, semanın yağmur gelen kapılarına vurdum” buyurmuş, sonra da bu âyeti okumuştu.
Hasan el-Basrî’nin meclisinde bir şahıs kuraklıktan şikâyet etti. O da: “İstiğfar et” dedi. Başka biri malî sıkıntılardan, bir diğeri çocuğunun olmadığından, birisi arazisinin verimsizliğinden dertlenince, onlara da aynı şeyi söyledi. Etrafındakiler bunu garipseyince o, bu âyeti okudu.
12 – “Size mal ve evlad ihsan buyursun, size bahçeler, ırmaklar, su kanalları nasib etsin.”
13-14 – “Neden acaba siz, sizi tavırdan tavıra yaratan Allah’ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz?”
Annenin rahminde bir nutfe (sperm) ile döllenmiş bir hücreden (dişi yumurtadan) başlayıp, embriyonun tam bir insan hilkati kazanıncaya kadar geçirdiği tekâmül süreci, elbette onu Yaratanın sonsuz kudret, ilim ve iradesine şahitlik eder.
Mekke müşrikleri de, Nûh kavminin gösterdiği muhalefetin benzerini Hz. Muhammed (a.s.m.)’a karşı gösteriyorlardı. [11,5-6])
15 – Görmez misiniz ki Allah yedi kat göğü tam birbiri ile uyum içinde yarattı?
16 – Gökte Ay’ı bir nûr, Güneş’i ise lâmba yaptı. [10,5]
17 – Allah sizi yerden nebat bitirircesine bitirip yetiştirdi.
18 – Sonra sizi tekrar oraya gönderip, yine sizi oradan çıkaracaktır.
19-20 – Allah yeri size bir yaygı yaptı ki onun geniş yollarında yürüyesiniz.
21 – Nûh: “Ya Rabbî, dedi, Sen de biliyorsun ki onlar bana isyan ettiler; servet ve evlat çokluğunun kendi ziyanını artırdığı kimselere uydular.
Demek ki sırf maddî refah peşinde olup Peygamberlerin rehberliğine uymamak, git gide bütün manevî ahlâkî değerleri giderir ve toplumun temel dokusunu çürütür.
22 – Büyük hîle ve tuzaklar kurdular.
Hz. Nuh (a.s.) sabırsızlığından değil, uzun yıllar boyunca hakikati tebliğ ettikten sonra, o inatçı halkın artık inanmayacaklarını kesin olarak anladıktan sonra beddua etti. Nitekim Hz. Mûsâ ile Harun (a.s.) Firavun hakkında beddua etmiş ve bu dua makbul olmuştu. [10,88-89])
23 – “Sakın tanrılarınızdan vazgeçmeyin, Ved, Suva, Yegûs, Yeûk ve Nesr’i, bunlardan hiçbirini bırakmayın!” dediler.
Burada sayılan beş put, Nûh toplumundaki putlar olup müşriklerin içinde devam ede ede Cahiliye dönemi Araplarına da geçmişti.
24 – Böylece onlar birçok insanı şaşırttılar. Mademki öyle yaptılar,
Sen de bu zalimlerin şaşkınlığını artır ya Rabbî!”
25 – Hasılı, birçok suçları sebebiyle suda boğuldular ve cehenneme tıkıldılar!
Allah’a karşı, kendilerine yardım edecek bir tek yardımcı bile bulamadılar.
26 – Nûh: “Ya Rabbî, dedi, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma!”
27 – “Zira bırakırsan onlar Senin kullarını, Senin yolundan saptırırlar,
ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlâksız çocuklar dünyaya getirip yetiştirirler.”
28 – “Ya Rabbî, beni, anamı, babamı ve evime mümin olarak girenleri, erkek ve kadın bütün müminleri affeyle.
O zalimleri ise, daha da beter eyle, daha da perişan eyle!”
 
hakka suresi meali

Mekke’de inmiş olup 52 âyettir. Adını ilk âyetten almıştır. Hâkka: “Kesin gerçek, vuku bulması muhakkak olan kıyamet” anlamına gelir. Sûrenin birinci kısmında daha önce yaşamış ümmetlerden peygamberleri yalancı sayanların âkıbetleri, ikinci kısımda ise Kur’ân’ın Allah’ın sözü olup Hz. Peygamberin müşriklerin iddialarından berî olduğu ispatlanır.

Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Kesin gerçekleşecek olan,
2 – Evet nedir o gerçekleşecek olan?
3 – Gerçekleşecek kıyameti sen nereden bileceksin?
4 – İşte Semûd ve Âd milletleri de o kafalara çarpan kıyamet dehşetini yalan saymışlardı.
5-6 – Bunlardan Semûd o korkunç zelzele ile yok edildi. Âd ise azgın bir kasırga ile imha edildi.
7 – Allah o kasırgayı üzerlerine yedi gece, sekiz gün kesintisiz olarak salıverdi. Öyle ki sen, o halkı içi boş hurma kütükleri gibi yerlere serilmiş görürdün.
8 – Şimdi onlardan geri kalan bir şey görebilir misin?
9 – Firavun da, ondan öncekiler de,
altüst edilip yerin dibine geçirilen Lût milletine ait kasabaların ahalileri de
hep o günaha (yani şirke) girdiler.
10 – Rab’lerinin elçisine isyan ettiler, Allah da onları şiddetle cezaya çarptırdı. [50,14; 26,105-123-141]
11-12 – Unutmayın ki Nûh zamanında, sular taştığı vakit,
sizi (varlığınıza vesile olan atalarınızı) emniyetli gemide Biz taşımıştık!
Onu sizin için hem bir ibret vesilesi kılalım,
hem de can kulağı ile dinleyip ders alanlar iyice bellesinler diye böyle yapmıştık. [36,41-42; 43,12-14; 16,14; 35,12]
13-14 – Artık sûra kuvvetle üflendiğinde,
yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir tek darbe ile çarpılıp paramparça edildiğinde,
15 – İşte o gün olan olur, kıyamet o gün kopar!
16 – O gün gök yarılır, parçalanır, iyice kuvvetten düşer.
17 – Melekler de göğün etrafında bulunurlar. O gün Rabbinin Arş’ını, sekiz melek taşır.[40.7]
Bir hadis-i şerife göre kıyametten önce dört melek taşırken o gün sayıları, sekize çıkarılır. Arş Allah’ın hükümranlığının tecelli yeridir. Arş’ı sekiz meleğin taşımasının hikmetini anlamak hayli zordur. Bu âyet müteşabih âyetlerdendir.
18 – O gün bütün yaptıklarınızla Allah’a arz olunursunuz; öyle ki sizden en ufak bir şey bile gizli kalmaz.
19 – Hesap defteri sağ tarafından verilen neşelenir ve:
“İşte defterim! Buyurun okuyun, inceleyin!” [84,9]
20 – “Zaten ben hesabımla karşılaşacağımı biliyordum!” der.
21 – O artık mutluluk veren bir yaşam içindedir.
22 – Çok güzel ve pek kıymetli cennet bahçelerindedir.
23 – Meyveleri hemen el ile koparılacak durumdadır.
24 – Kendilerine şöyle denilir: “Geçmiş günlerinizde yaptığınız güzel işlerden dolayı afiyetle, yiyin, için!”
25 – Ama hesap defteri sol tarafından verilen kimse:
“Eyvah der, keşke verilmez olaydı bu defterim!
26 – Keşke hesabımı bilmez olaydım!
27 – N’olurdu, ölüm her şeyi bitirmiş olaydı!
28 – Servetim, malım bana fayda etmedi!
29 – Bütün gücüm, iktidarım yok oldu gitti!”
30 – Allah cehennem bekçilerine emir verir: “Tutun bağlayın onu, kelepçeleyin!”
31 – Sonra da cehenneme fırlatın.
32 – Sonra da onu, yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurun!”
33 – Çünkü o, büyükler büyüğü Allah’a inanmazdı.
34 – Çünkü o, fakiri doyurmayı teşvik etmezdi.
35 – Bugün artık burada O’nun bir dostu olmaz.
36 – Yiyecek olarak da cehennemliklerin irininden başka bir şey bulunmaz.
37 – Onu, büyük şirk suçunu işleyenlerden başkası yemez.
38-39 – Yok, yok! gördüğünüz ve göremediğiniz âlemlere yemin olsun ki!
40 – Bu Kur’ân, pek kerim bir Resulün sözüdür.
“Resul” den maksat, Cebrail (a.s.) olup, Kur’an’ı nakletmesi sebebiyle Söz kendisine izafe edilmiştir.
41 – O, bir şairin sözü değildir, inanmanız ne de az sizin!
42 – O bir kâhinin sözü de değil! Ne de az düşünüyorsunuz!
43 – O, Rabbülâlemin’den indirilen bir derstir.
44-46 – Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik.
Maksat, Hz. Peygamberin (a.s.m.) vahyi değiştirmesinin imkânsızlığını belirtmektir. Bazıları bu âyeti yanlış anlayarak: “Sahte peygamberlerin mutlaka, boğazlarının kesileceği, şayet kesilmezse onların peygamberliklerinin geçerli olacağı” mânasını çıkarmak istemişlerdir. Halbuki bu âyet gerçek Peygambere hitab etmektedir, yoksa yalancı peygamberler hakkında değildir.
47 – Sizden kimse de buna mani olamazdı.
48 – Şüphesiz o, müttakiler için bir irşaddır. [41,44; 2,2]
49 – Elbette sizden bazılarının Peygamberi “yalancı” saydığını biliriz.
50-51 – Şüphesiz o, kâfirler için büyük bir pişmanlık ve karşılaşacakları kesin bir gerçektir. [26,200-201; 34,54]
52 – O halde, (ey şanlı Elçi)! Haydi sen de Rabbinin yüce adını zikret!
 
kalem suresi meali

Mekke’de inmiş olup 52 âyettir. Adını 1. ayette geçen el-Kalem’den almıştır. Bu sûre Hz. Peygamber aleyhinde müşriklerin ileri sürdükleri bazı iddiaları çürütüp onun nübüvvetini ispatlar. Bunun başlıca delilinin, onun mükemmel ahlâkı olduğunu vurgular. Gerçekten hayat boyunca güzel ahlâkın bütün dallarında mükemmel olmak, pek büyük bir mûcizedir. Ayrıca inkâr ve nankörlüğün sonucu, bahçe sahiplerinin kıssası ile bildirildikten sonra, Allah Teâlânın âhirette müminler ile kâfirlere hazırladığı âkıbet anlatılır.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için:
Tabiin imamlarından Mücahid’e göre kalemden maksat “kendisiyle Kur’ân yazılan kalem”, onunla yazılan şey ise Kur’ân’dır. O böylece genel bir kavramı en mükemmel bir örneği ile tefsir etme yönteminin bir nümunesini göstermiştir. Yoksa gayesi, geniş anlamı sınırlandırmak değildir.
2 – Rabbinin lütfuyla, deli değilsin.
3 – Hem senin ecrin, mükâfatın hiç kesilmez! [11,108; 95,6; 41,8]
4 – Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin! [33,21]
Hz. Peygamber (a.s.)’ın ahlâkından bahsetmesi istendiğinde Hz. Aişe (r.a.) mümkün olan en ideal cevabı şöyle vermişti: “Onun ahlâkı Kur’ân’dan ibaret idi.” Maksadı şu idi: “Kur’ân hangi âdabı öğretiyorsa onları uygulardı.”
5 – Yakında göreceksin, onlar da görecekler.
6 – Hanginizde imiş o dertler, o delilikler.
7 – Senin Rabbin şüphesiz pek iyi bilir:
Allah yolundan sapanlar kimdir ve O’nun yolunu tutanlar kimdir.
8 – O halde, hakkı yalan sayanların, sözlerine sakın uyma.
9 – İsterler ki sen gevşeyesin de, böylece kendileri de yumuşasınlar.
10-16 – Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama!
O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa!
Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana!
Kendisine âyetlerimiz okunduğunda “Bu eski insanların masalları!” diyene,
yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. [74,11-26; 6,25; 8,31; 46,17]
Hz. Peygamber (a.s.)’ın karşısına böyle azgınca çıkanların burunlarının sürtüleceğini bildiren bu âyetlerle yüce Allah onların istikbaldeki perişan hallerini haber vermektedir. Zahirî şartlarda beklenmeyen bu zafer, ancak kaderlere hükmeden Allah’ın bildirmesi ile olabilir.
17-18 – Biz tıpkı o bahçe sahiplerini sınadığımız gibi, bunları da sınadık.
Onlar sabah erken mahsulü devşireceklerini yeminle pekiştirip kesin söylemiş, (inşaallah dememiş), Allah’ın iznine bağlamamışlardı. Ayrıca fakirlerin payını düşünmemişlerdi.
19-20 – Fakat onlar henüz uykuda iken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet bahçeyi kapladı. Bahçe sabahleyin siyah kül haline geliverdi. {KM, Tekvin 32,3; II Samuel 24,16; II Tarihler 32,21}
21-22 – Onlar ise olup bitenden habersiz, neşeli neşeli birbirlerine seslendiler: “Haydi, mâdem devşireceksiniz, çabuk ekininizin başına!”
23-24 – Hemen yola koyuldular. Bir taraftan da aralarında şöyle fiskos ediyorlardı: “Sakın, bugün yanımıza fakir fukara gelmesin, onların bahçeye girmelerine hiç imkân vermeyin!”
25 – Yoksulları engelleme azmi içinde ilerlediler.
26 – Bahçeyi görünce: apışıp kaldılar. “Galiba yolu şaşırdık, yanlış yere geldik!” dediler.
27 – Çok geçmeden işi anlayınca: “Hayır! dediler, Doğrusu felakete uğramışız!”
28 – En makul olanları ise: “Ben size Allah’ı zikretmenizi söylememiş miydim!” dedi.
29-30 – Bunun üzerine “Sübhansın ya Rabbenâ, her türlü noksandan uzaksın! Doğrusu biz kendimize zulmetmişiz!” deyip, birbirlerini kınamaya başladılar.
31 – “Yazıklar olsun bize, ne azgın kimselermişiz!”
32 – Olur ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimizin rahmetini arzu ediyor, O’na dönüyoruz.”
33 – Azap böyledir işte! Âhiretteki azap ise daha müthiştir. Keşke bunu bir bilselerdi!
34 – Allah’ı sayan, haramlardan sakınan müttakilere ise Rab’leri nezdinde naîm cennetleri vardır.
35 – Biz hiç, Allah’a itaat ve teslimiyet gösterenleri suçlu kâfirlerle bir tutar mıyız?
36 – Neyiniz var, nasıl olur da böyle bir şey iddia edebilirsiniz? Ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle?
37 – Yoksa size ait bir kitap var da bu kabîl bilgileri oradan mı okuyorsunuz?
38 – Onda “Siz neyi tercih ederseniz size verilir.” diye bir bilgi mi buluyorsunuz?
39 – Yoksa “Neye hükmederseniz o yerine getirilir.” diye, kıyamete kadar geçerli olacak size yeminle verilmiş sözümüz mü var?
40 – Sor bakalım onlara: “Böylesi bir iddiayı savunacak kimse var mı aralarında?
41 – Yoksa güvendikleri şerikleri mi var?” iddialarında tutarlı iseler getirsinler de görelim o ortakları!
42 – O gün işler son derece güçleşir, paçalar tutuşur.
Bütün insanlar secdeye dâvet edilir, fakat kâfirler secde edemezler.
43 – Gözleri yerde, kendilerini zillet kaplamıştır. Halbuki dünyada bedenleri sağlam, âzaları salim iken de secdeye dâvet edilirler, ama bunu yapmazlardı.
44-45 – O halde sen bu şerefli sözü, Kur’ân’ı yalan sayanı Bana bırak!
Biz onları, bilmedikleri, farkına varmadıkları bir yerden, yavaş yavaş azaba yaklaştırırız. Ben onlara mühlet veriyorum! Doğrusu Ben’im düzenim, pek sağlamdır. [23,55-56; 6,44; 3,196-197; 7,182-183]
Farkına vardırmadan azaba sürüklemenin bir şekli de şudur: Azgın, zalim birine dünyada sağlık, mal mülk, aile mutluluğu, çocuklar, başarı gibi nimetler verilir. Böylece kendisinde hiç bir eksiklik, hata ve yanılma olmaksızın zulüm ve isyanında devam eder. Bu nimetlerin kendisi için lütuf değil, imtihan ve felaket sebebi olduğunun farkına varmaz.
46 – Yoksa sen onlardan bu risalet hizmetinden ötürü bir ücret istiyorsun da onlar cereme ödemekten ezilmişler mi?
47 – Yoksa gayb kitabı yanlarında da, onlar oradan mı yazıp duruyorlar?
48 – Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle ve balığın yoldaşı olan zat gibi olma! Hani o dertli dertli Rabbine yalvarmıştı. [21,87-88; 37,143-144]
Hz. Yunus (a.s.) balığın içinde iken, bütün dünyevî kuvvetleri, bütün sebepleri terkedip, onların dizginlerini elinde tutan Allah’a yönelerek: “Senden başka İlah yok! Sen Yüceler Yücesisin, bütün eksiklerden münezzehsin. Ama ben gerçekten kendisine zulmedenlerden biri oldum.” zikrine devam etmişti.
49 – Şayet Rabbinden gelen bir lütuf onun imdadına yetişmeseydi, kınanmaya müstahak bir vaziyette, deniz tarafından karaya atılırdı!
50 – Ama Rabbi, kendisini seçti de onu en iyi, en has kullarından kıldı.
51 – O kâfirler Zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, hırslarından neredeyse seni bakışlarıyla kaydıracak, âdeta gözleriyle yiyecekler! Hâlâ da: “o, delinin teki!” derler.
52 – Delilik nerede, o nerede? Kur’ân’ın hiç delilikle ilgisi mi olur? Kur’ân olsa olsa, sadece bütün insanlara bir derstir.
 
mülk suresi meali

Mekke’de inmiştir. 30 âyettir. Adını başlangıç kısmında geçen ve Allah’ın kâinatı yaratıp yönetmesinde kendisini gösteren mülkünden, yani hakimiyetinden bahsetmesinden alır. Allah’ın dünyayı bütün imkânları ile insanlara âmade kıldığını, insanlara gözler, kulaklar, gönüller verdiğini, daha nice hikmetli eserlerinin O’nun tek Yaratıcı, tek Mâbud olduğunu ortaya koyduğunu bildirip âhirette O’na hesap verileceğine inanmayanların kendilerini mâruz bıraktıkları tehlike bildirilir. Allah ve buyruklarını tanıyanların felaha ereceği bildirildikten sonra, ikinci kısımda kâfir ve nankörlerin kötü âkıbetleri anlatılır.
Bu sûrenin fazileti hakkında Hz. Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: “Kur’ândan 30 âyet, bir sûre, bir adama şefaat etti, nihayet o affedildi. Bu sûre, Tebareke sûresidir.” (Tirmizi)
Müfessir Âlusî der ki: Bu sûrenin faziletleri hakkında varid olan birçok haberden dolayı, bu sûreyi her gece okumanın mendup olduğu söylenmiştir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hakimiyet elinde bulunan o yüce Allah mukaddestir, hayrı ve bereketi sınırsızdır ve O her şeye kadirdir.
2 – Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur). [2,28; 18,7]
3-4 – Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Herhangi bir kusur görebilir misin?
Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.
5 – Biz yere en yakın semayı lambalarla donattık. Onları şeytanlara atılan mermiler yaptık. Hem onlara alevli ateş hazırladık. [37,5-6]
En yakın gök: Yıldız ve gezegenleri vasıtasız olarak görebildiğimiz gökyüzüdür. Onun ötesi ancak araçlar vasıtasıyla görülebilir. Daha ötesi, cihazlar vasıtasıyla bile görülemez.
Cin şeytanları yüce gayb âlemini dinleyip, haber çalarak onları dünyadaki yoldaşları kâhin ve falcılara vermek isteyince onlar şihaplarla (alevlerle) kovalanırlar [37,8-10]. Şihaplar meteorlarla ilgili olabilir. Gayb âleminde cereyan eden hadiselere, görünen âlemde alâmet koymak Cenab-ı Allah’ın âdetinde bulunan bir şeydir.
6 – Rab’lerini inkâr edenlere de cehennem azabı var. Gidilecek ne kötü yerdir orası!
7 – Onlar oraya atılınca, cehennemin müthiş homurtusunu, kaynaya kaynaya çıkardığı uğultuyu işitirler.
8 – Cehennem, öfkesinden neredeyse çatlayacak haldedir. Ne zaman oraya yeni bir kafile atılsa, oranın bekçileri: “Sizi uyaran bir peygamber dâveti size ulaşmadı mı?” diye sorarlar. [17,15; 39,71]
9 – Onlar şöyle cevap verirler: “Evet, bizi uyaran oldu, ama biz onu yalancı saydık ve Rahman hiçbir vahiy indirmedi, siz besbelli bir sapıklık içindesiniz.” dedik.
10 – Ve ilave edecekler: “Şayet biz gerçeği işiten ve aklını çalıştıran kimseler olsaydık, elbette bu alevli ateşe girenlerden olmazdık!”
11 – Böylece günahlarını itiraf ederler. Rahmetten uzak olsun o cehennemlikler!
12 – Fakat Rab’lerini görmedikleri halde, O’na karşı saygılı davrananlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
13 – Sözünüzü ister içinizde gizleyin, ister açığa vurun, hepsi birdir. Zira Allah gönüllerin künhünü dahi bilir.
14 – O yarattığı mahlûkunu hiç bilmez olur mu?
(İlmi her şeye nüfuz eden, her şeyden haberi olan) latîf ve habîr O’dur.
15 – Yeryüzünü size hizmete hazır, uysal bir binek gibi kılan da O’dur.
Haydi öyleyse siz de onun omuzları üstünde rahatça dolaşın. O’nun takdir ettiği rızıklardan yiyin, istifade edin. Ama ölümden sonra dirilip O’nun huzuruna çıkacağınızı da bilin.
Yer uysal bir binek gibi insana hizmet ediyor. Omuzlar atın en hassas azasıdır. Binicisinin omuzuna basmasına pek razı olmaz. Arzın, omuzları üzerinde yürünürse, bunun mânası, onda itaat etmeyen hiçbir tarafın kalmadığıdır.
Cenab-ı Allah, barındırdığı milyonlarca tür mahlûkata göre küçücük olan bu dünyayı, onların sayılara sığmayan fertlerine hazırlanmış yüzbinlerce çeşit erzak ve ihtiyaç maddeleri ile doldurmuştur. Bu yerküreyi, bir gemi gibi uzay okyanusunda hızla hareket ettirip mevsimlere uğratarak, bahar ve yaz mevsimini, yüz binlerce yiyeceklerle doldurup, her kış erzakı tükenen canlıların, imdadına, erzak gemisi halinde göndermektedir.
16 – Yüceler yücesi olan Allah’ın sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman bir de bakarsınız yer çalkalanıp duruyor.
Bu ifadeden, Allah’ın yukarıda bir cihette ve bir yerde olduğu mânası çıkarılamaz. İnsan, mekânlara sığmayan Rabbini, farkında olmadan hep yücelerde düşündüğünden böyle buyurulmuştur. Nasıl ki duada eller yukarıya kaldırılır. Vahiyler, kitaplar, melekler, emirler yukarıdan indirilir. Hâşa, bunlar Allah’ın yukarıda olduğunu anlatmak gayesini taşımazlar. Bu müteşabih âyetler insana bir tasavvur verirler. Bu gibi âyetler Allah’ın mutlak yüceliğini ifade ederler. Bunlar. “O’nun hiç benzeri yoktur!” (42,11) “Yüzünüzü nereye döndürürseniz Allah oradadır!” (2,115) gibi muhkem âyetlerin ışığında gerçek mânalarını bulurlar.
17 – Yahut O’nun size taş yağdıran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz? Fakat bu tehdidimin ne demek olduğunu yakında öğrenirsiniz!
18 – Onlardan öncekiler de (dini, peygamberleri) yalan saydılar. Ama Ben’im red ve inkâr edişim, intikamım nasıl olurmuş, anladılar!
19 – Üstlerinde kuşların saf saf dizilip kanatlarını açıp yumarak dolaşmalarını hiç görmüyorlar mı? Onları havada Rahman’dan başka tutan yoktur. O elbette her şeyi görür.
20 – Rahman’ın dışında size güyâ yardım edecek kimmiş? Doğrusu kâfirler büyük bir aldanış içindedirler.
21 – Peki, Allah size ihsan ettiği nasibi alıkorsa, sizi başka rızıklandıracak kimmiş? Doğrusu, onlar azgınlık ve nefret içinde diretmektedirler.
22 – Düşünün bir: Yüzükoyun kapanıp yerde sürünen mi varılacak yere daha kolayca ulaşır, yoksa dümdüz yolda düzgün şekilde yürüyen mi?
Burada âhireti inkâr edenler, psikolojik bir delil ile ikna edilirler: İnsan yaratılışı gereği tehlikeden kaçar. Hatta onda bir, yirmide bir tehlike ihtimali olsa bile o yoldan gitmek istemez. Fayda ve menfaatini garantilemek ister. Cenab-ı Allah ona şunu hatırlatıyor: Âhirete inanırsan, dümdüz yolda güven içinde elini kolunu sallaya sallaya yolda ilerlersin. Ama âhireti inkâr edenin işi çok zordur; âdeta yüzüstü sürünerek yol almaya çalışan gibidir. Hiç insan böyle olmak ister mi? Her an yakalanma tehlikesi ve endişesi ile firarî duruma düşmek ister mi?
23 – De ki: Sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve gönüller veren O’dur. Sizin şükrünüz ne de az!
24 – Sizi yeryüzünde yaratıp zürriyet halinde yayan O’dur. Ölümden sonra da diriltilip yine O’nun huzurunda toplanacaksınız.
25 – Ama onlar yalnızca şunu soruyorlar: “Eğer iddianızda tutarlı iseniz, bu vaad yani inanmadığımız takdirde geleceğini bildirip tehdid ettiğin azap ne zaman?
26 – De ki: “Bunu yalnız Allah bilir. Ben ise sadece açık ve kesin bir tarzda uyarırım.”
27 – Onu yanıbaşlarında buldukları zaman inkâr edenlerin kederden yüzleri mosmor kesilir. Kendilerine: “İşte sizin isteyip durduğunuz şey!” denilir.
28 – De ki: “Söyler misiniz bana: Allah eğer beni ve beraberimdeki müminleri, ister helâk eder, ister merhamet eder,
ne ederse eder, peki kâfirleri o acı azaptan kim kurtarır?”
29 – De ki: “Sizi imana dâvet ettiğimiz İlah, Rahmandır. Biz O’na iman ettik. O’na dayandık.
Kimin kesin bir yanlışlık içinde olduğunu yakında öğrenirsiniz.
Bu âyet Allah’ın varlığına dair ilzamî bir delil ihtiva eder. Bu öyle bir delildir ki inkârcıyı susturur, diyecek bir söz bırakmaz. “Biz O’na inandık. Farz-ı muhal, dediğimiz olmasa da hiçbir zararımız olmaz. Ama siz, olan bir gerçeği inkâr ettiyseniz, ebediyyen ceza çekeceksiniz.”
30 – De ki: “Söyleyin bana: şayet suyunuz çekilir, yerin dibine giderse, o akan tatlı suyu, kim getirebilir size?”
 
tahrim suresi meali

Medine’de inmiş olup 12 âyettir. Adını sûrenin baş kısmındaki konudan almıştır. İslâm devletinin imkânlarının artmasıyla Müslümanların hayat şartları nisbeten iyileşip ezvac-ı tahirat da daha iyi şartlar isteyince Hz. Peygamber (a.s.) onlara ders vermek üzere îla yapıp bir ay onlara yaklaşmadı. Sûrenin ikinci kısmı, hak yolu tutanların muvaffak olacaklarını bildirir, iyi ve kötü ailelere tarihten misal getirilir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Ey Peygamber! Niçin eşlerini memnun etmek için sen kendini sıkıntıya sokup Allah’ın sana helâl kıldığı şeyleri nefsine âdeta haram kılıyor, kendini onlardan mahrum bırakıyorsun? Bilirsin ki Allah gafûrdur, rahîmdir (senin bu zelleni de bağışlar. Sana olan bu târizi, senin yüce makamını titizlikle korumasındandır).
Bu âyet-i kerimede geçen haram kılmadan ne kasdedildiği, sözlü bir yemin mi yoksa sadece fiilî bir geri durma mı sözkonusu olduğu hakkında geniş bilgi tefsirlerde yer alır. Ayrıca Peygamberimizin verdiği sır ne idi? 3. âyette “sır olarak bir söz (hadîsen)” buyurulmasından burada, yapılan bir işten ziyade, Hz. Peygamberin bir hanımına verdiği bir sırrın konu teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Fakat ne o hanımın isminin açıklanmasına, ne de bu sözün ne olduğunun bildirilmesine bir sebep olmadığı için, Allah Teâlâ bunu bildirmemiş, böylece bir nevi aile sırlarını bilenlerin de onları yaymalarının doğru olmadığını hatırlatmıştır (Buna rağmen tefsirlerde, ilgili hanımın Hz. Hafsa (r.a.) olduğu hakkında, ittifak edilmiş olup bu söz hakkında üç rivayet vardır).
1. Peygamberin bal şerbeti içmemeye yemin etmesi. 2. Zayıf senetli bir rivâyet olarak Mariye’ye yaklaşmayacağına dair yemini. 3. Hilafetin Hz. Ebû Bekir, sonra da Hz. Ömer’e geçeceğine dair verdiği sır. Fakat asıl nüzül sebebi, Peygamberimizin, hanımlarını manevî yönden daha yüksek bir makama çıkarmak için îla yaparak bir ay süre ile uzlete çekilmesidir.
2 – Allah gerektiğinde yeminlerinizi çözmek için keffaret yolunu göstermiştir. Allah sizin yardımcınızdır, sahibinizdir. O her şeyi mükemmelen bilen, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
3 – Hani bir ara Peygamber, eşlerinden birine sır olarak bir söz söylemişti. Fakat o, bunu kumalarından birine haber verince, Allah da bu durumu Peygamberine bildirdi. O da eşine söylediğinin bir kısmını bildirip, bir kısmından ise vazgeçmişti. Peygamber, o eşine bu durumu anlatınca o hayret ederek: “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber de: “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah, bana haber verdi.” diye cevap verdi.
4 – Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer kalplerinizin matlup olan durumdan kayması sebebiyle Allah’a tövbe ederseniz ne âla!
Yok eğer hislerinize mağlub olup Peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah da onun yardımcısıdır. Cebrail de, salih müminler ve melâikeler de ayrıca onun yardımcılarıdır.
5 – Eğer o sizi boşayacak olursa Rabbi ona, sizden daha hayırlı, Allah’a teslimiyet gösteren, mümin, gönülden itaat eden, tövbe eden, ibadete düşkün, oruca düşkün dul veya bâkireler olarak başka eşler nasib edebilir.
6 – Ey iman edenler! Kendilerinizi ve ailenizi, yakıtı insanlarla taşlar olan o müthiş ateşten koruyun.
Onun başında iri yapılı, sert ve şiddetli melekler olup onlar asla Allah’a isyan etmez ve kendilerine verilen bütün emirleri tam yerine getirirler.
7 – Ey kâfirler! Siz ise bugün boşuna mazeret ileri sürmeyin. Siz ne yaptıysanız onun cezasını çekeceksiniz.
8 – Ey iman edenler! Samimî ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz! Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nûru, önlerinden ve sağ taraflarından sür’atle ilerler.
Şöyle derler onlar: “Ey Kerim Rabbimiz! Nûrumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin.”
İnsan işlediği günahlardan ötürü ıstırab çekmiyorsa, alışkanlık icabı diliyle tevbe etse dahi, onun yaptığı tövbe değil sadece bir merasim veya faydasız bir kaç söz söylemekten ibaret kalır. Tövbe vicdanın duyduğu nedamettir. Kur’an’da ve hadislerde tövbeyi en iyi şekilde dile getirmek için pek güzel ifadeler bize öğretilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) tövbe edecek olanın iki rekat namazdan sonra söyleyeceği değişik dualar bildirmiştir.
Hz. Ali (r.a.) bedevînin birinin istiğfar kelimelerini çabuk çabuk tekrarladığını işitince “Bu sahte bir tövbe!” dedi. Bedevî “Peki gerçek tövbe nasıl olur?” deyince: “Tövbenin sahih olması için şu 6 şart vardır:
a- Yaptığına pişman olman.
b- Gaflet ettiğin farzları yerine getirmen.
c- Gasbettiğin hak varsa onu iade etmen.
d- Eziyet ettiğin kimselerden özür dilemen.
e- İşlediğin günahı tekrar işlememeye azmetmen.
f- Günahtan zevk aldığın gibi Allah’a itaat ederken de zevk alman.”
9 – Ey Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla mücahede et ve onlara sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. Gidilecek yer olarak ne fena yerdir orası!
10 – Allah, kâfirlere Nûh’un eşi ile Lût’un eşini misal getirir. Her ikisi de iki iyi kulumuzun mahremi idiler. Ama inkâr tarafına giderek eşleri olan peygamberlere hıyanet ettiler, kocaları da Allah’tan gelen cezadan eşlerini asla kurtaramadılar. Onlara (ölürken veya kıyamet günü): “Haydi, cehenneme girenlerle beraber siz de girin!” denilir.
Buradaki ihanet zina mânasına değildir. Bundan maksat onların eşleri olan Hz. Nuh ve Hz. Lût (a.s.)’a karşı onların düşmanlarıyla işbirliği yapmış olmalarıdır. İbn Abbas (r.a.), hiçbir peygamber eşinin zinâ yapmadığını bildirir.
11 – İman edenlere ise Allah, Firavun’un eşini misal getirir. O vakit bu Hatun şöyle niyaz etmişti: “Ya Rabbî! Sen kendi nezdinde, cennette benim için bir konak yaptır, beni Firavun’dan ve onun kötü işinden kurtar, beni bu zalimler gürûhundan halas eyle!”
12 – Bir de İmran’ın kızı Meryem’i misal getirir. Meryem, iffet ve namusunu korudu. Biz ona Ruhumuzdan üfledik. O da Rabbisinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu. [4,156]
Hz. Îsâ (a.s.)’ın babasız dünyaya gelme mûcizesini kabul etmeyip onun gayr-ı meşrû bir ilişki neticesinde doğduğu iftirasını atan Yahudilere reddiyedir. Bu sûrede ilâhî adaletin her insan hakkında lehte de aleyhte de verdiği hükmün şahsî olduğu vurgulanır. En faziletli bir zata yakınlığın kâfire faydası olmadığı gibi, en zalim birine yakınlığı da mümine zarar vermez. Hz. Nuh ile Hz. Lût’un eşleri iman etselerdi, ezvac-ı tahirat gibi müminlerin anneleri derecesine yükseleceklerdi, fakat iman etmediklerinden peygamber hanımı olmalarına rağmen cehennemlik oldular. Buna mukabil Allah’ın en şedit düşmanlarından Firavun’un hanımı, cennet hanımlarının yüksek mertebesine çıkanlardan olmuştur. Üçüncü örnek Hz. Meryem olup, dünyada hiçbir iffetli kızın geçirmediği bir imtihana tâbi tutulmuş, ama cennet hanımlarının en üstünü olmakla ödüllendirilmiştir.
 
talak suresi meali
Medine’de inmiş olup 12 âyettir. Adını, sûrenin ilk bölümüne konu teşkil eden talak (boşama) hükmünden almıştır. Esas itibariyle Bakara sûresinde bildirilen aile hukukunun bazı konularına burada tamamlayıcı hüküm getirilmektedir. Boşanma, iddet, nafaka, süknâ, çocuğa nezaret gibi konulara yer verilmektedir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Ey Peygamber! Eşlerinizi boşayacağınız vakit onların iddetlerini dikkate alarak boşayın ve iddeti dikkatle sayın. Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten, özellikle eşlerinizin hukukuna zarar vermekten sakının. Onlar zina gibi açık bir hayasızlık irtikâb etmedikçe siz onları evlerinizden çıkarmayın. Kendileri de çıkıp gitmesinler. İşte Allah’ın hudutları! Kim Allah’ın hudutlarını çiğnerse hakikaten kendine zulmetmiş olur. Nereden bileceksin, bakarsın Allah bundan sonra yeni bir durum meydana getirir. [2,228-233; 4,19]
Yüce Allah öbür peygamberlere (a.s.) hep özel isimleriyle “Ya İbrâhim!” “Ya Mûsâ!” diyerek hitap ederken Hz. Peygambere her seferinde, nübüvvet yani peygamberlik ulvî makamını anarak hitap buyurmuştur. Böylece Allah onun yüce mevkiine dikkat çekmektedir. İlk hitap Hz. Peygamber (a.s.)’a ise de âyetin devamının cemi sîgasıyla ümmete olduğu aşikârdır. Şartlar gerektirdiğinde boşama sorumluluğunu üstüne alacak koca, mübahlar içinde en çok istenmeyen bu işlemi yapacaksa âyet ona meşrû olan şekli bildiriyor. Şöyle ki: Evvela bunu yeterli bir düşünce sürecinden sonra kararlaştırmalı ve muayyen bir zamanı beklemelidir. O da karısının ay halini tamamladığı zaman, temizlik halinin başlangıcını kollamaktır. Temizlenme başlayıp hiç temas kurmadıkları bir dönemde bir talakla boşar. Böylece bir süreden beri hanımıyla yatmayan koca, bir de boşayınca kısa bir müddet sonra karısını özleyebilir. İddet bitmeden kocasının, rücu hakkı vardır. Evlilik böylece devam ettirilebilir. Eğer böyle olmazsa, boşanan kadının bir başka kocaya varabilmesi için üç âdet görmesi gerekir. Bu, yaklaşık üç ay kadar bir süredir. Bu süre dolmadan koca karısını, evden çıkaramaz, kadın kendisi de çıkamaz. Âyetin sonu, bu boşanmadan sonra, Allah Teâlânın yeni bir durum ortaya çıkarabileceğini bildiriyor: O da pişmanlığın belirmesi, akl-ı selimin hakim olması, yuva yıkmanın acı sonuçlarının hatırlanarak nefret yerine sevginin gelmesi neticesinde evliliğin daha sağlamlaşmış bir şekilde yeniden kurulmasıdır.
2-3 – Bekleme sürelerinin (üç âdet süresinin) sonuna yaklaştıkları zaman, onları ya güzelce evinizde alıkoyun, evliliği devam ettirin, yahut güzellikle ayrılın ve bu boşanmaya sizden iki âdil kimseyi şahit tutun ve şahitliği de Allah için dürüst yapın. İşte sizden Allah’a ve âhirete iman edenlere verilen talimat, yapılan tavsiye budur. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır. Allah’a dayanıp güvenene Allah kâfidir. Allah buyruğunu elbette yerine getirir. Gerçekten Allah her şey için bir ölçü, her iş için bir vâde belirlemiştir. [2,240; 33,49]
İbn Abbas (r.a.)’ya göre bu âyette hem boşarken, hem de bir talaktan sonra evliliği devam ettirmek üzere rücû ederken şahit tutmak emredilmektedir. Bir şahıs: “Eşimi boşarken de, ona dönerken de şahit tutmadım” deyince onu işiten sahabî İmran b. Husayn (r.a.): “Sen hanımını boşarken de, ona dönerken de sünnete aykırı davrandın!” demiştir. Dört mezhep imamları boşama ve rücû etmenin geçerliliği için şahit tutmanın şart olmadığında ittifak etmişlerdir. Ancak sünnete uyup şahit tutmanın ihtilafları önleyen hikmetli bir tavsiye olduğunu kabul ederler. Bu muhtevadan anlaşıldığı üzere: Allah’a hesap vereceğinden korkarak O’na karşı gelmekten sakınma, burada; sünnete uygun boşamak, iddet süresini düzgün hesaplamak, hanımını evden atmamak, ona zulmetmek için rücû etmeyi geciktirmemek, ayrılmaya karar verdiklerinde güzellikle ayrılmak, talâk, rücû ve ayrılma sırasında iki adil şahit tutmak hükümlerini içermektedir.
Allah böyle yapanlara kolaylık verir. Böyle yapmayanlara ise zorluklar yaratacağı anlaşılır. Öte yandan erkeğin boşadığı eşini iddet süresince evinde tutması, onun nafakasını vermesi, ayrılırken kalan mehrini vermesi, ayrıca gücü yetiyorsa ona başka bir şeyler (müt’a) vermesi elbette ona külfet getirecektir. Üstelik buna, hoşlanmadığı biri için katlanacaktır. Allah rızası için bu yükümlülüklerini yerine getirene Allah Teâlâ ihsanlarda bulunacağını vaasd ediyor.
4 – Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır.
Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir. Hamile olan kadınların iddetleri, çocuklarını doğurdukları vakit biter. Kim Allah’ı sayıp O’ na karşı gelmekten korunursa, Allah onun işinde bir kolaylık verir.
5 – İşte bu, Allah’ın size indirdiği bir emirdir. Kim Allah’a karşı gelmekten korunursa Allah onun günahlarını örter, onun mükâfatını artırır, ecrini bol bol verir.
6 – Boşadığınız eşlerinizi, imkânlarınız nisbetinde oturduğunuz meskenlerin bir bölümünde iddetlerini tamamlayıncaya kadar oturtun! Onlar üzerinde çıkıp gitmelerini sağlamak için bir baskı kurmak niyetiyle onlara zarar vermeye kalkışmayın.
Eğer onlar hamile iseler, çocuklarını doğuruncaya kadar nafakalarını verin. Sonra boşadığınız eşlerle ilginiz kesilince sizin hesabınıza çocuklarınızı emzirirlerse, ücretlerini verin.
Aranızda ücret işini meşrû çerçevede, örfe uygun olarak güzellikle görüşüp sonuçlandırın! Eğer annesinin çocuğu emzirmemesi sebebiyle sıkıntıya düşerseniz, bu takdirde baba, ücret vererek bir başka emziren kadın bulacaktır. [2,233]
7 – İmkânı geniş olan, imkânına göre nafakayı bol versin. Nasibi sınırlı olan ise Allah’ın kendisine verdiği imkân ölçüsünde nafaka versin.
Allah, herkesi sadece ona verdiği imkân nisbetinde yükümlü tutar. Allah, sıkıntının ardından kolaylık ihsan eder.
8 – Rab’lerinin emrinden ve O’nun resullerinin talimatlarından taşkınlık ederek azan nice ülkelerin halkları var ki, Biz onları şiddetli bir şekilde hesaba çektik ve eşi benzeri görülmemiş şekilde cezalandırdık.
9 – Böylece kötü işlerinin sorumluluğunu tattılar, işlerinin sonu tam bir hüsran oldu.
10-11 – Allah onlar için âhirette de pek çetin bir azap hazırladı. Artık siz ey akıl sahipleri, ey iman etmiş kullarım! Allah’a karşı gelmekten, ileride de hep sakının ki böyle bir azaptan korunasınız.
İşte Allah size gerçekleri hatırlatan bir kitap indirdi, bir Elçi gönderdi. Allahın nurlar saçan, yollar açan âyetlerini sizlere okuyor ki iman edip makbul ve güzel işler yapanları karanlıklardan aydınlığa çıkarsın.
Kim Allah’a iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa, Allah onları, hem de devamlı kalmak üzere, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. Allah böyle kuluna gerçekten pek güzel nasip ihsan eder. [15,9; 14,1; 2,257; 42,52]
12 – Allah O yüce Yaratıcıdır ki yedi kat göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır. Allah’ın emri ve hükmü bunlar arasında inip durur ki, Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle ihata ettiğini, O’nun ilmi dışında hiçbir şey olmayacağını siz de bilesiniz.
Bazı müfessirler yedi gök gibi, “yedi yer” olarak anlamışlardır. Bazıları ise: “yedi yer” tarzında değil, sadece nasıl birçok sema yaratılmışsa, birçok arz da yaratılmıştır.” şeklinde anlamışlardır. Bazı âyetlerde canlıların bizim dünyamıza münhasır olmayıp başka âlemlerde de canlıların bulunabileceğine (42,29) işaret edilmiştir.
 
tegabün suresi meali

Medine’de inmiş olup 18 âyettir. Adını 9. âyette geçen yevmu’t-tegâbûn’den almıştır. Teğabün günü, kusur işleyen insanın günahlarının farkına varıp dünyada iken aldandığını kabul ettiği gündür. Böylece teğabün, büyük duruşmanın olduğu kıyametin isimlerinden biridir. Sûre Medine’de gelmekle birlikte Mekkî sûrelerin galip vasfı olan Allah’a iman, ihlas, zühd, kanaat ve âhiret mutluluğu için çalışma konularını ele alır. Kâinatın sahipsiz olmadığını, her şey gibi insanın da yaratılışının gayesi olduğunu, dolayısıyla insanın iradesini iyi kullanması gerektiğini bildirir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ve tenzih eder. Hâkimiyet O’nundur.
Bütün hamdler ve övgüler O’na mahsustur. O her şeye kadirdir.
2 – Sizin hepinizi yaratan O’dur. Öyle iken artık kiminiz kâfirdir, kiminiz mü’min.
Allah yaptığınız her şeyi görür.
3 – Allah, gökleri ve yeri gerçek bir maksatla, hikmetle yarattı.
Sizi yarattı, hem de size güzel güzel sûretler verdi.
Dönüşünüz de O’na olacaktır. [82,6-8; 40,64]
4 – O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir.
Gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi de bilir.
O sinelerin özünü, gönüllerin ta künhünü de bilir.
5 – Daha önceki inkârcıların başlarına gelen olaylardan haberiniz olmadı mı?
Onlar yaptıkları işlerin cezasını dünyada çektiler, âhirette de onlara gayet acı bir azap vardır.
6 – Böyle oldu... Çünkü peygamberleri onlara açık açık delillerle geldiler.
Fakat bunlar: “Bizim gibi bir beşer mi bize yol gösterecekmiş!” dediler.
Onların nübüvvetlerini inkâr edip, sırt çevirdiler,
Allah da müstağnî olduğunu açıkladı. Gerçekten Allah ganîdir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere lâyık olan O’dur).
7 – Kâfirler öldükten sonra diriltilmeyeceklerini iddia ettiler.
De ki: “Hayır! Rabbim hakkı için, elbette diriltileceksiniz,
yaptıklarınız size tek tek bildirilecek (ve karşılığı verilecektir).
Bu, Allah’a göre pek kolaydır.”
8 – O halde Allah’a, Resulüne ve ona indirdiğimiz nûra, Kur’ân’a iman edin.
Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
9 – Gün gelir, Allah hepinizi en büyük toplantı günü olan mahşerde bir araya getirir.
İşte o gün aldanma günüdür.
Kim Allah’a iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa,
Allah onun fenalıklarını, günahlarını siler ve içinden ırmaklar akan cennetlere, hem de devamlı kalmak üzere yerleştirir.
İşte en büyük başarı, en büyük mutluluk budur.
Allah’a iman etmek, sadece O’nun varlığına inanmaktan ibaret olmayıp O’nun kitabı ve elçisi vasıtasıyla bildirdiği kemal sıfatlarına inanmakla kâmil olur. Keza güzel işlerin de ölçüsü, Allah’ın nezdinde güzel sayılmasıdır.
10 – Dini inkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlar ise, onlar da, devamlı olmak üzere cehennemliktirler. Gidilecek ne fena yerdir orası!
11 – Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musîbet başa gelmez.
Kim Allah’ı tasdik ederse, Allah onun kalbini hakka ve doğruya açar. Allah her şeyi hakkıyla bilir. [57,22]
12 – Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Elçimizin görevi sadece açık bir tebliğden ibarettir.
13 – Allah’tır gerçek ilah! O’ndan başka yoktur ilah!
Müminler yalnız Allah’a dayanıp güvenmelidirler.
14 – Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar da çıkabilir.
Böyle olanlara karşı dikkatli olun!
Bununla beraber müsamaha eder, kusurlarına bakmaz, onları affederseniz bu da sizin için bir fazilettir. Çünkü Allah da gafûrdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur. Siz kusurları bağışlarsanız O da size öyle muamele eder). [63,9; 8,28]
Erkek veya kadın bir müminin, ailesini, eş veya çocuklarını sevmesi, bazen dininin gereklerine aykırı davranmaya ***ürebilir. Ölçü, Allah Teâlânın ölçüsü ile ölçmektir. Allah’ın merhamet ve şefkatinden daha ileri bir şefkat genellikle tersine bir sonuç doğurur. Şu halde müminlere gereken, bizleri yaratan Rabb Teâlânın helâl ve haram ölçülerini gözetmektir.
15 – Mallarınız, evlatlarınız, sizin için sadece bir imtihandır. Asıl büyük mükâfat ve mutluluk ise Allah nezdindedir. [8,28; 3,14]
16 – Onun için gücünüz yettiğince Allah’a karşı gelmekten, haramlara girmekten sakının, hakkı dinleyip, itaat edin ve kendi iyiliğinize olarak hayır yolunda mal harcayın.
Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden kendini kurtarabilirse asıl felaha erenler işte onlardır. [59,9]
Allah’tan korkma konusunda Kur’ân’da üç grup âyet vardır:
1. Bir âyette: “Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öyle sakının [3,102] buyurulur.
2. Bir başka âyette de “Allah hiç kimseye takatini aşan yük yüklemez.” buyurulur [2,286]. Birinci âyetin mümin için ulaşmayı ideal edineceği bir ölçü verdiği anlaşılır. İkinci âyette, ilke olarak, herkesin gücü nisbetinde sorumlu olacağı bildirilir.
3. Üçüncü âyette yani bu âyette ise, her mümine uygulamada, elinden geldiği nisbette Allah’ın emirlerine uyup günahlardan sakınması emredilmektedir.
17 – Eğer Allah’a ödünç verirseniz O sizin için, onun kârını kat kat artırarak verir, hem de sizin günahlarınızı bağışlar. Çünkü Allah şekûr’dur, halîmdir (küçük iyiliklerden ötürü bile büyük mükâfat verir, müsamahakârdır, cezalandırmada acele etmez).
18 – Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir. O azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
 
münafikun suresi meali

Medine’de inmiş olup 11 âyettir. Sûre adını esas konusundan almıştır. Münafıkların iki yüzlülüklerini, içlerinden müminlerin felâketlerini istedikleri halde onların yüzlerine gülmelerini bildirip müminleri uyarır. Dünyanın geçici zevklerine bağlanmamaları için öğüt verilerek, müminlere münafıklık tehlikesinden kurtuluş yolu gösterilir. Bu sûre Benî Mustalık gazvesinin hemen peşinden, hicrî 5. yılda indirilmiştir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Münafıklar sana geldiklerinde: “Biz, senin Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz.” derler.
Allah da senin Kendisinin elçisi olduğunu elbette bilir.
Bununla beraber, Allah, onların bunu söylerken yalan söylediklerine, samimî olmadıklarına şahitlik eder.
2 – Onlar yeminlerini kalkan olarak kullanıp insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar.
Yaptıkları bu iş ne kötü bir iştir!
3 – Çünkü onlar önce inandıklarını iddia ettiler, sonra inkâra gittiler.
Bu sebeple kalpleri mühürlendi.
Artık onlar hakkı anlamazlar.
4 – Onları gördüğünde kalıpları kıyafetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin.
Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin.
Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan, ruhsuz kütüklere benzerler.
İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi kendi aleyhlerinde sanırlar.
Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah belalarını versin onların! Nasıl da hakikatten vazgeçiriliyorlar. [9,30; 33,19]
Onlar hakkında “Allah belalarını versin!” ifadesi beddua olmayıp, onların cezaya müstahak olduklarının Allah tarafından bildirilmesidir.
5 – Onlara: “Gelin, Resulullahın huzuruna varın, sizin için dua etsin, Allah’tan size af dilesin!” denildiğinde,
(açıktan bir şey söyleyemediklerinden), kibirlerinden ötürü başlarını sağa sola büker, içten içe homurdanırlar
ve onların kibirli bir şekilde yan çizdiklerini görürsün.
6 – Ha mağfiret diledin, ha dilemedin, onlara göre birdir. Allah onları asla affetmeyecektir.
Çünkü Allah, fâsıklığı tabiat haline getirenleri hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz. [9,80]
Hidâyet istemeyen, doğru yola dâvet edildiğinde kibirlenerek reddeden kimseyi zorla hidâyete getirmek Allah’ın âdeti değildir.
7 – Onlar: “Resulullahın etrafındaki fakirlere infak etmeyin, destek olmayın ki dağılsınlar!” diyen bedbahtlardır.
Halbuki göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah’ındır, lâkin münafıklar bunu bilmezler, anlamazlar.
Münâfıkların önderi Abdullah İbn Übey idi. Peygamberimizin hicretinden önceki liderlik konumu sarsıldığı için, ömrünün sonuna kadar onu çekemedi. Her fırsatta Medineli hemşehrilerini, yabancı durumda olan muhacirler aleyhine kışkırtmaya çalıştı. Dünyevî şartlarda, her iki tarafı da tahrik edip çarpıştırmak pek kolaydı. Zaman zaman kritik, gergin anlar yaşandı, fakat Allah müminleri korudu. Peygamber Efendimizin rehberliği, Ensar ve Muhacirlerin basiretleri muhtemel olayları önledi.
Hicretin 5. yılında gerçekleşen Benî Mustalık seferinde, suyu daha önce alma meselesinden dolayı Mekkeli Cehcah ile, Medineli Sinan arasında kavga çıkınca her biri kendi hemşehrilerini yardıma çağırdı. İbn Übey olayı fırsat bilerek, “Besle kargayı oysun gözünü!” kabilinden sözler söyleyerek muhacirler aleyhinde kışkırtmaya başladı. Bunları işiten pek genç yaştaki Zeyd İbn Erkam (r.a.) derhal durumu Hz. Peygamber (a.s.)’a iletti. Huzura çağırılan İbn Übey yaptığı işi inkâr etti. Zeyd zor duruma düştü. Vahyin gelişi ile durum kesinleşti. İbn Übey, Efendimizin huzuruna varıp özür dilemeyi ve Allah’a istiğfar etmeyi gururuna yediremedi.
8 – Hem derler ki: “Medineye bir dönelim; göreceksiniz aziz olan, zelil olanı oradan dışarı atacaktır.” Heyhat! İzzet, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir. Ne var ki münafıklar bunu bilmezler.
Münafıklar akılları sıra Medinelilere dayandıklarından kendilerini güçlü, Mekkelileri sığıntı sandıklarından onları Medine’den çıkartıp İslâmı zayıflatma hülyaları kuruyorlardı.
9 – Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne evlatlarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın! Bilin ki böyle yapanlar, en büyük kayba uğrarlar.
10-11 – Sizden birinize ölüm gelip çatmadan önce, size nasib ettiğimiz imkânlardan Allah yolunda harcayın!
Ölüm gelip çatınca: “Ya Rabbî, az mühlet ver bana, bak nasıl hayırlar yapacağım, tam takvâ ehlinden olacağım!” diyecek olsa da, Allah vâdesi gelen hiçbir kimsenin ecelini ertelemez. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. [14,44; 23,99-100]
 
cuma suresi meali

Medine’de inmiş olup 11 âyettir. Adını cuma namazını farz kılan 9. âyetten almıştır. Son Peygamberin evrensel risaletinin insanları arındırması, Yahudilerin kendilerini üstün görüp dine de bu anlayışı hakim kılmalarının zararı bildirilir ve İslâmın hem dünyayı, hem âhireti, hem de bütün insanlığı kucaklayan ibadet telakkisine işaret edilir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi melik (kâinatın gerçek hükümdarı), kuddûs (çok yüce, her noksandan münezzeh) azîz ve hakîm olan Allah’ı tesbih ve tenzih eder.
2 – O, ümmîler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara Allah’ın âyetlerini okur, onları arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler.
Ümmî kelimesi burada Yahudi geleneğinde ifade ettiği anlamda olup Cenab-ı Hak Yahudileri üstü kapalı bir şekilde kınamaktadır: “Ey Yahudiler, siz Araplara aşağılamak kasdiyle ümmî diyorsunuz. Fakat, Allah risaletini, onların arasından seçtiği birine verdi.” Ümmî tabiri ayrıca şu anlamlara gelebilir: Ehl-i kitap olmayan (3,20); kendi kitaplarını bilmeyen (2,78); Yahudi olmayan (3,75). İbranîce aslında Goyim (Batı dillerinde gentiles) Yahudi olmayanlar hakkında kullanılıp bunlara hiç değer verilmez. Türkçe Tevrat çevirilerinde bu kelime “milletler” diye çevirilir. Ayrıca Yahudilerin şu gerçeği anlamaları ima ediliyor: “Siz Arapların Cahiliye dönemlerini iyi bilirsiniz. Peygamberin önderliğinde onların nasıl bir nitelik kazandıklarını da görüyorsunuz. Öyleyse bunun ancak ilâhî bir kaynaktan olduğunu anlamanız gerekmez mi?”
3 – Bu Peygamber, henüz kendilerine katılmamış bulunan diğer insanlara da gönderilmiştir. O gerçekten azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [17,44; 3,20; 43,44; 26,214; 7,158; 6,19]
4 – Bu, Allah’ın lütfu olup onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf ve ihsan sahibidir.
5 – Tevratın mesajını ulaştırma ve onu uygulama yükümlülüğünü kabul ettikleri halde, sonra bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler,
tıpkı ciltlerle kitap taşıyan merkebe benzer.
Allah’ın âyetlerini yalan sayan kimselerin düştükleri durum ne fecî!
Allah böylesi zalim gürûhu hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz. [7,179]
6 – De ki: “Ey kendilerine Yahudi diyenler! İnsanlar arasında yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ettiğinize göre,
bu iddianızda tutarlı iseniz, haydi hemen ölmeyi temenni edin de bir an önce O’na kavuşun. [2,94-96]
Yahudi, Hz. Yâkub (a.s.)’ın dördüncü oğlu Yehuda’ya nisbettir. Hz. Süleyman (a.s.)’dan sonra İsrailoğulları ikiye bölününce onlardan birine Yehuda, öbürüne İsrail adı verilmiştir. Hz. Yâkub’un soyundan gelen kabilelerden sadece Yehuda ve Bünyaminin nesli kalıp, çoğunluk da Yehuda’da olduğundan bu isim galip gelmiştir.
7 – Ama onlar bizzat yaptıkları zulümler sebebiyle asla ölümü temenni etmezler. Allah o zalimleri pek iyi bilir.
8 – De ki: “Sizin kaçtığınız o ölüm var ya, o mutlaka sizi karşılayacaktır. Sonra da görünmeyen ve görünen ne varsa hepsini bilen Allah’ın huzuruna ***ürüleceksiniz, O da sizin yaptıklarınızı tek tek bildirecek (ve ondan ötürü karşılığını verecektir). [4,78]
9 – Ey iman edenler! Cuma namazına ezan ile çağırıldığınız zaman derhal Allah’ı zikretmeye (hutbe ve namaza) gidin, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. [17,19]
Cuma namazı, cuma günü öğle vaktinde cemaatle kılınır. Hutbeden sonra iki rek’atlık farz namaz eda edilir. Hutbeden önce ve farzdan sonra sünnet olarak dörder rek’at daha namaz kılınır. Bunun dışında Müslümanlar cuma günü işleriyle meşgul olabilirler. Yahudilerin cumartesi, Hıristiyanların pazar günü yaptıkları gibi dünyevî işleri tatil etmeye mecbur değildirler.
10 – Namaz tamamlanınca yeryüzüne yayılın, işinize gücünüze gidin, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Felaha ermenizi ümid ederek Allah’ı çok zikrediniz.
11 – Onlar bir ticaret veya bir eğlence görünce oraya doğru sökün edip, seni hutbe verirken ayakta bırakıverdiler.
De ki: Allah’ın nezdinde âhirette olan nasip, buradaki eğlenceden ve ticaretten elbette daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. {KM, Matta 6,26}
 
saf suresi meali

Medine’de inmiş olup 14 âyettir. Adını 4. âyetten almıştır. Sûrenin asıl konusu gerçeğe iman edip o uğurda mücahedeyi teşviktir. İnsanlığın üç büyük Peygamberi olan Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed aleyhimüsselamın risalet ve tebliğlerine işaret edilmiştir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ve tenzih eder. O azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Allah’ın eksiklerden münezzeh, hiçbir şeye ve kimseye muhtaç olmadığı hatırlatılıyor. Böylece bu sûre boyunca emredilen cihad ve tebliğin faydasının insanlara raci olup Allah’a bir fayda vermesinin sözkonusu olmadığı vurgulanıyor.
2 – Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?
3 – Yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah’ın en çok nefret ettiği şeylerdendir.
4 – Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar halinde, Kendi yolunda savaşanları sever.
5 – Hani bir vakit Mûsa kendi milletine “Ey benim milletim!” demişti, “Benim Allah’ın Resulü olduğumu bildiğiniz halde niçin bana böyle eziyet ediyorsunuz?”
Onlar batıla meyledince, Allah da onların kalplerini hakkı kabul etmekten, hakka meyletmekten uzaklaştırdı. Öyle ya, Allah yoldan çıkmakta direten bir güruha hidâyet etmez, onları, emellerine ulaştırmaz.
6 – Vakti geldi, Meryem’in oğlu Îsâ da: “Ey İsrail oğulları! dedi, “Ben size Allah’ın Resûlüyüm. Benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir resulü müjdelemek üzere gönderildim.
Ne zaman ki o peygamber, açık açık delillerle kendilerine geldi:” Bu, kesin bir büyüden ibarettir!” dediler. {KM, Yuhanna 14,16; 16,13; Matta 4,15-16; İşaya 42,1-4}
Hz. Peygamber (a.s.) bir hadisinde: “Benim adım yerde Muhammed, göklerde ise Ahmed’dir!” buyurur. Bu iki isim de çok övülen mânasında olup mânaları birbirine yakındır. Yuhanna İncîli 14,16 cümlesi, Hz. Îsâ’nın: “Ben de Baba’dan dileyeceğim ve O size başka bir Parakletos verecek!” sözünü nakleder. Bu kelimeyi Hıristiyanlar “teselli edici” diye çevirirler. Bu kelime, Hz. Îsâ’nın yaşadığı çevrenin dili olan Aramîce’de Mawhamana’nın tam Yunanca karşılığı olan Periklitos (çok övülen) isminin bozulmuş şeklidir. (Hz. Îsâ zamanında Yahudiler İbranîce değil, Aramîce konuşurlardı.)
Periklitos ile Parakletos fonetik olarak birbirine yakın olduğundan bazı çevirmenlerin veya sonraki dönemlerdeki kâtiplerin bu iki kelimeyi birbirine karıştırdıkları anlaşılıyor. Müslümanlar burada, Hz. Muhammed (a.s.)’ın müjdelendiğini görürler. 8. asır tarihçilerinden İbn İshak mezkûr İncil cümlesini naklederken “Biriklitus” diye yazmış ve bunun Rumcada “Muhammed” mânasına geldiğini söylemiştir. Kim bilir, muhtemelen onun devrindeki İncillerde Parakletos yerine Periklitos yazılı idi.
7 – Allah’a itaate dâvet edildiğinde, bunu kabul etmediği gibi, üstelik uydurduğu yalanı Allah’a mal eden, Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim olabilir? Allah böyle zalimleri hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz.
8 – Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyerek söndürmek isterler. Fakat kâfirlerin hoşuna gitmese de, Allah nûrunu tamamlayacak (dünyanın her tarafına ulaştıracaktır).
Bu âyetin indirildiği sırada, Müslümanların Medine ile sınırlı olup sayılarının sadece birkaç bin kişi olduğu düşünülmelidir. Zahirî şartlar İslâmın dünya çapında yayılmasına müsait görünmediği halde, gaybleri bilen ve her şeye kadir olan Allah, kesin bir tarzda bunu müjdelemiştir.
9 – O Resulünü, diğer bütün dinlere üstün kılmak için, hidâyet ve hak dini ile göndermiştir. İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar. [48,28; 9,33]
10-11 – Ey iman edenler! Sizi gayet acı bir azaptan kurtaracak, üstelik size çok kârlı bir ticaret sağlayacak bir iş bildireyim mi? Allah’a ve Elçisine inanır, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla mücahede edersiniz. Eğer bilirseniz bunu yapmak sizin için çok hayırlıdır.
12 – Böyle yaparsanız sizin günahlarınızı affeder ve içinden ırmaklar akan cennetlere ve özellikle Adn cennetlerinde çok güzel saraylara yerleştirir. İşte en büyük başarı, en büyük mutluluk budur.
13 – Memnun olacağınız bir şey daha var: Allah’tan bir yardım ve yakında gerçekleşecek bir zafer! Müminlere bunları müjdele!
14 – Ey iman edenler! Siz Allah’ın tarafında olunuz (O’nun dinine yardım ediniz). Nasıl ki Meryem’in oğlu Îsâ vaktiyle, havarilere: “Allah’ın yolunda giderken kim bana yardımcı olmak ister?” diye sorunca, havariler: “Biz Allah’ın tarafında oluruz!” diye cevap vermişlerdi.
Neticede İsrailoğullarından bir kısmı Îsâ’nın peygamberliğine iman etti, bir kısmı da inkâr etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de onlar ötekilere üstün geldiler. {KM, Matta 4,19-20}
Fakat maalesef Hz. Îsâ’nın peygamberliğine iman, daha sonraki asırlarda gittikçe değişikliğe uğradı. İlk üç veya dört asır boyunca yapılmış teolojik tartışmalardan bu durum açıkça anlaşılmaktadır. Piskopos Arius (Ö. 326) müminlerin çoğu gibi Hz. Îsâ’yı Peygamber, Allah’ı da bütün yaratılmışlardan ayrı, Yüce ve Tek kabul ediyordu. Fakat bu inanç İznik (325) ve İstanbul (381) konsilleri tarafından redd edildi.
Mesih’e inanmayanlardan Yahudiler; inananlardan ise Hristiyan ve Müslümanlar kasdedilmektedir.
 
mümtehine suresi meali

Medine döneminde inmiş olup 13 âyettir. Adı “imtihan edilen kadın”, mânasına olarak “mümtahane” yahut “şiddetli bir şekilde imtihan eden ahkâmı açıklayan sûre” mânasına olarak “mümtehine” şeklindedir. Sûrenin esas konusu Müslümanlarla, Müslüman olmayanların ilişkileri, İslâm düşmanlarıyla dostluk kurmanın yasaklığı hakkındadır. Son kısımda, İslâm’ı kabul ettiğini bildirip müslümanların saflarına girmek isteyen gayr-i müslim kadınların, samimiyetlerini tesbit etmek gayesiyle denenmeleri emredilmektedir. Hudeybiye anlaşması ile Mekke’nin fethi h. 6-8 (m. 628-630) arasında indiği anlaşılıyor.


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı dost edinmeyin.
Onlar size gelen gerçeği reddettikleri halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz.
Resulullahı ve sizi, sırf Rabbiniz olan Allah’a inandığınız için, vatanınızdan kovuyorlar.
Siz Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı kazanmak için yurdunuzdan çıkarılmayı göze aldıysanız, nasıl olur da onlara sevgi gösterip sır verirsiniz?
Halbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilmekteyim.
Doğrusu içinizden kim bunu yaparsa, artık doğru yoldan sapmış olur. [5,51-57; 3,28; 4,144]
Kureyşliler Hudeybiye antlaşmasını çiğneyince Hz. Peygamber (a.s.) Mekke’yi fethetme hazırlıklarına başladı. Yalnız bu hedefini ashabdan birkaç kişi dışında kimseye hissettirmemişti. Hatıb b. Ebî Beltea (r.a.) nasılsa bunu öğrenmiş ve Mekke’ye giden bir cariye ile çok gizli kaydı ile mektup göndermişti. Allah Teâlâ Hz. Peygamber (a.s.)’a bunu bildirdi. O da Abdullah İbn Zübeyr ile Mikdad (r.a.)’ı gönderip “Medineden 40 km. kadar mesafede bulacakları kadından.” mektubu almalarını istedi. Getirdikleri mektupta Mekkeye sefer hazırlığı bildiriliyordu. Peygamberimiz Hatıb’a sebebini sorunca o: “Ya Resulellah, ben küfre sempati duyduğumdan değil, ama ailem orada, Mekke’de onları koruyacak akrabalarım da yok. Bu davranışımı gözönünde bulundurarak Kureyşliler aileme sıkıntı vermezler ümidiyle bu işi yaptım” dedi. Onu öldürmek isteyen Hz. Ömer’e (r.a), Efendimiz şöyle dedi: “Hâtıb, Bedir’e katılanlardandır. Allah’ın Bedir savaşına katılanlara nazar buyurup “Ben sizleri affettim, demediğini kim biliyor?” Hz. Peygamber onu affetmekle beraber, sebep ne olursa olsun, küfre yardım yerine geçecek bir davranışın kesin haram olduğunu bildirmiştir
2 – Eğer size karşı ellerine bir fırsat geçerse, size düşman kesilirler.
Ellerini de, dillerini de size fenalık etmek için uzatırlar ve sizin de kâfir olmanızı cân-u gönülden isterler.
3 – Ne hısımlarınızın, ne de evlatlarınızın kıyamet günü size faydası olmaz. Allah kıyamet günü aranızda hükmeder, itaat edenleri cennete, kâfir ve âsileri cehenneme gönderir. Allah yaptığınız her şeyi görür.
4 – İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda size güzel bir örnek vardır: Hani onlar hemşehrilerine şöyle demişlerdi: Bizim, ne sizinle, ne de Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeriklerinizle hiç bir ilişiğimiz kalmamıştır. Siz Allah’ın tek İlah olduğuna inanmadıkça, biz sizi reddediyor, bizimle sizin aranızda ebedi olarak düşmanlık ve nefret meydana geldiğini ilan ediyoruz.
Ne var ki İbrâhim’in babasına: “Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Bununla beraber, Allah’ın senin hakkında dilediği hiç bir şeyi önlemem mümkün değildir.” demesi başka. Onun ve beraberinde olanların duası şudur: “Ey Yüce Rabbimiz! Yalnız sana güvenip dayandık, Sana yöneldik ve sonunda da Senin huzuruna varacağız. [19,47; 26,86-87; 9,113-114]
5 – “Ey Ulu Rabbimiz, bizi kâfirlere deneme konusu kılma, affet bizi. Çünkü Sen azîz ve hakîmsin (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibisin).
Müminlerin kâfirlere deneme konusu (fitne) kılınması şu şekillerde olabilir:
1. Kâfirlerin hâkim ve galip olup müminleri dinden uzaklaştırmak için baskı ve işkence uygulamaları. 2. Müminlere galebe sağlamaları sebebiyle kâfirler kendilerini üstün görüp “İslâm hak din olsaydı, gerçeklere dayansaydı Müslümanlar böyle perişan olmazlardı.” diye kendi inkârlarını doğru bulmaları. 3. Kâfirler baskı sonucunda müminleri tavizlere sevkedip, islamî ahlâk ve faziletlerinden uzaklaştırarak, başka insanlara alay konusu yapmaları.
6 – Onlarda sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Ama kim de aksine giderse bilsin ki Allah ganî ve hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her türlü hamd ve övgü O’na mahsustur).
7 – Umulur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında bir sevgi ve yakınlık kurar. Çünkü Allah herşeye kadirdir. Allah gafurdur, rahîmdir. [3,103; 8,63; 60,1; 5,57]
4. Âyet, kâfir akrabalarla ilişkilerin kesilmesini istemişti. Müminler bunu uygulamışlardı. Fakat bunun onlara zor geldiğini Allah Teâlâ elbette biliyordu. Bundan ötürü, dürüst ve ihlâslı müminlerin akrabaları ile olan düşmanlıklarının sevgiye dönüşeceğini Allah Teâlâ müjdeledi. Çok geçmeden Mekke’nin fethi ile bu müjde gerçekleşti.
8 – Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kâfirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.
Bu âyet Müslümanlarla Mekke müşriklerinin ilişkilerinin son derece gergin olduğu sırada inmiştir. Buna rağmen iyiliği, insaf ve adaleti emretmesi, oldukça dikkate değer.
9 – Allah sadece, dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmanıza destek veren kâfirleri dost edinmenizi meneder. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Kâfirlerle ilişkileri kesmek, her türlü alâkayı kesmek anlamına gelmez. Bu âyet açıklıyor ki ilişki kesmenin sebebi, kâfir olmaları değil, müminlere zulüm ve işkence uygulamalarıdır. Müslümanlara düşmanlık etmeyen gayr-i müslimlere iyi davranmak gerekir. Nitekim Hz. Ebû Bekir’in hanımı Kuteyle kâfir idi. Hudeybiye anlaşmasından sonra kızını görmek üzere Medine’ye geldiğinde kızı Esma: “Annemle görüşeyim mi?” diye sorunca Efendimiz: “Evet, hem de ona iyi davran” demiştir. Müslümanın gayr-i müslim muhtaçlara yardımda bulunmasına hiç mâni yoktur.
10 – Ey iman edenler! Mümin hanımlar size katılmak üzere hicret etmiş olarak geldiklerinde onları imtihan edin. Gerçi Allah onların imanlarını pek iyi bilir. Ama siz de onların mümin olduklarını anlarsanız, artık onları kâfirlere geri göndermeyin. Bundan böyle bu hanımlar kâfir kocalarına, kâfir kocaları da bu hanımlara helal olmazlar.
Bununla beraber kocalarına da vermiş oldukları mehirleri, siz iade ediniz. Kendilerine mehirlerini vererek bu kadınlarla evlenmenizde bir sakınca yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın. Onlara harcadığınız mehri, varacakları kâfir kocalarından isteyin. Kâfirler de İslama girip sizinle evlenen eşlerine sarfetmiş oldukları mehri sizden geri istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Zira Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Hudeybiye anlaşmasına göre İslâmı kabul edip Medine’ye gelecek olanların Mekke müşriklerine geri gönderilmeleri gerekiyordu. Fakat bir Müslüman hanım, kâfir kocasının nikâhı altında kalamayacağından âyet onları koruyor, ancak gelişlerinin kocadan kurtulmak değil, sırf dinlerini kurtarmak gayesiyle olduğunu teyid etmelerini şart koşuyordu. Hudeybiye anlaşmasına göre Mekke’den Medine’ye giden müminler Mekke’ye geri gönderileceklerdi. Fakat anlaşma metninde herhangi bir kişi değil, recul kelimesi kullanıldığından, bu sadece erkekleri kapsıyordu. Onun için Ukbe b. Ebî Muayt’ın kızı Ümmü Gülsüm hicret edip Medine’ye gelince kardeşleri onu geri istemişler, Peygamberimiz recul kaydını hatırlatarak geri vermemiş, onlar da hiçbir itirazda bulunamamışlardı.
11 – Eğer eşlerinizden biri dinden dönüp kâfirlere kaçar da, sonra yaptığınız savaşta siz galip gelirseniz, eşleri gitmiş olan kocalara ganimet malından, harcadıkları mehir kadar verin. İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
12 – Ey Peygamber! Mümin hanımlar:
Allah’a hiç bir sûrette ortak tanımamak hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, hiç yoktan yalan uydurup iftira atmamak,
bulduğu bir çocuğu, kocasına isnat etmemek veya gayr-ı meşrû bir çocuk dünyaya getirip onu kocasına mal etmemek,
senin kendilerine emredeceğin meşrû olan herhangi bir konuda sana karşı gelmemek
hususlarında sana biat etmeye geldiklerinde, sen de onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan af dile. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur).
Bu âyet Mekke’nin fethi günü inmiş, erkeklerden sonra kadınlardan da biat alınmıştır. Çocuk öldürmekten maksat: “kız çocuklarını öldürüp gömmek” tir.
Meşrû bir hususta: Senin onlardan istediğin meşrû bir şey, yahut nehyedeceğin bir münker hususunda demektir. Resulullahın meşrû olmayan bir şeyi istemeyeceği kesin olduğu halde böyle buyurulması, müminlere “Halık’a isyan olan hiç bir işte mahlûka itaat edilmez.” kuralını hatırlatmak içindir.
13 – Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazab ettiği bir güruhu dost edinmeyin.
Onlar ki ölüp kabre giren bir kâfir nasıl âhiret mutluluğundan ümidini kesmişse, kendileri de âhiretten öyle ümitlerini kesmişlerdir.
Verdiğimiz meale göre, burada bir kısım Yahudilere ima edilmektedir. Onların âhiretten ümitsizlikleri, ya âhireti kabul etmeyişleri, âhirete iman etmemeleri sebebiyledir yahut Tevratta geleceği bildirilen ve risaleti kesin olan Hz. Peygamber (a.s.)’ı inkâr etmeleri sebebiyle, bunun mutlaka böyle bir cezasının olacağını bildiklerinden olabilir.
Diğer muhtemel meal şöyle olabilir: “O kimseleri dost edinmeyin ki Allah onlara gazap etmiş, âhiretten ümidi kesmişler ve kâfirler, mezara girenlerden nasıl ümitlerini kesmişlerse, onlar da âhiretten öylece ümitlerini kesmişlerdir.”
 
haşir suresi meali

Medine’de inmiştir. 24 âyettir. Adını ikinci âyetinde geçen haşr kelimesinden almıştır. Bu da “sevkiyat için bir yere toplama” demektir. Hz. Peygamber (a.s.), Medine şehir devletini Müslümanlar, Yahudiler ve müşriklerin anlaşmalarını sağlayarak kurmuştu. Üç büyük Yahudi kabilesinden olan Beni Nadîr, Uhud savaşından sonra Kureyş ile gizlice birleşip hıyanet etti. Hz. Peygamber savaş veya Medine’yi terk etme seçeneklerini teklif etti. Terk etmeleri halinde her yıl dönüp hurma bahçelerinin ürünlerini toplayacaklardı. İkinci seçeneği kabul edip on gün süre istediler. Bu arada başka bir hıyanete giriştiler. Münafıkların başı İbn Übey onlara destek vaad edip savaşa teşvik etti. Beni Nadîr, Müslümanlara karşı silaha sarıldı. Hz. Peygamber 21 gün süre ile onları kuşattı. Fiilî bir savaş olmadı. Hicri 4. yılda geçen bu kuşatma sonucunda teslim oldular. Hz. Peygamber, hak ettikleri ölüm cezası yerine, taşınabilir mallarını alarak Medine’den ayrılmaları hükmünü verdi. Çoğu altı yüz develik kervanla Suriye’ye göçtüler. Çok azı Hayber ve Hire’ye gittiler.
Fey’, savaş olmaksızın ele geçen düşman malıdır. Bu mallar, ganimetin aksine olarak, bütün Müslümanlara, devlete aittir. Böylece o mallar, imkân sahiplerine mahsus olmaktan kurtulup bütün Müslümanlara ait olur, toplum tabakaları arasında denge sağlanır.
Evlerini kendi elleriyle yıkmaları: “Ya Müslümanlar yararlanmasın diye tahrip etmeleri veya göz göre göre kendilerinin hıyanetleri sonucunda bu cezaya müstahak olmaları mânasına” gelebilir.
Sûre bir kısım Yahudilerin Medine’den çıkarılmalarını, münafıkların Yahudilerle gizlice komplo kurmalarını, müminlere nasihatler ve Allah’ın bazı güzel vasıflarını bildirir.


Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ve tenzih eder. O, azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
2 – Nitekim Ehl-i kitaptan olan kâfirleri ilk defa O, yurtlarından bir çırpıda çıkardı. Halbuki siz onların çıkacaklarını asla düşünemezdiniz. Onlar da kalelerinin, kendilerine Allah tarafından takdir edilen azabı önleyeceğini sanırlardı.
Ama Allah hiç ummadıkları yerden onları bastırdı ve kalplerine korku saldı. Öyle ki evlerini bizzat kendi elleriyle yıkıyorlardı. Bir taraftan da müminlerin elleriyle yıktırıyorlardı. Düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri! [16,26]
Fiilin kendilerine isnad edilmesi, bu yıkıma kendilerinin sebeb olmalarındandır.
3 – Eğer Allah onlar hakkında toplu sürgün cezası takdir etmeseydi, mutlaka onları dünyada cezalandırırdı. Âhirette de onlara ateş azabı vardır.
4 – Bunun sebebi onların, Allah ve Resulüne karşı çıkmaları oldu.
Kim Allah’ı ve Resulünü karşısına alırsa bilmelidir ki Allah’ın cezası pek çetindir.
5 – O kâfirleri kızdırmak için herhangi bir hurma ağacı kesmiş iseniz veya kökleri üzerinde bırakmışsanız bu, hep Allah’ın izniyle
ve o, yoldan çıkmışları cezalandırmak için olmuştur.
Bazı ağaçların kesilmesi, Beni Nadîr’in kalesine karşı askerî operasyonların gereği idi. Bu gibi özel durumlar dışında, Hz. Peygamberin ağaçların ve ürünlerin tahrip edilmesini kesinlikle yasakladığı, bilinen bir hükümdür ki hemen bütün müfessirler buna işaret ederler.
6 – Allah’ın, daha önce onlara ait olup Peygamberine ganimet olarak nasib ettiği mallara gelince, siz onun için ne at, ne de deve koşturmadınız.
Fakat Allah, resullerini dilediği kimselere, savaş külfeti ve zahmeti olmaksızın galip getirir. Allah her şeye kadirdir.
Savaş olmayınca, ganimet mücahitlere dağıtılmaz, kamuya ait olur.
7 – Savaş olmaksızın fethedilen ülkelerin halklarına ait mallardan Allah’ın, Peygamberine nasib ettiği ganimetler;
Allah’a, Resulüne, akrabalara (Peygamber’in yakın akrabalarına), yetimlere, fakirlere ve yolda kalmış gariplere aittir.
Ta ki o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.
Peygamber size ne verirse onu alınız, o sizi neden men ederse onu terk ediniz.
Allah’a karşı gelmekten sakınınız.
Muhakkak ki Allah’ın cezası pek çetindir.
8 – Allah’ın nasib ettiği bu ganimet malları
o hicret eden fakirlere aittir ki,
onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını taleb etmek, Allah’ın dinine ve Resulüne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edildiler.
İşte imanlarında sadık ve samimi olanlar ancak onlardır.
9 – Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar.
Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler.
Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır. [76,8; 2,177]
10 – Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler):
“Ey kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle!
İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma!
Duamızı kabul buyur ya Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!” (şefkat ve ihsanın son derece fazladır). [9,100]
11 – Bakmaz mısın şu münafıklık yapanlara?
Onlar Ehl-i kitaptan kâfir kardeşlerine:
“Vallahi,” diyorlar, eğer siz buradan çıkarılacak olursanız,
mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız.
Sizin olduğunuz yerde asla kimseye itaat etmeyiz,
eğer size savaş açan çıkarsa mutlaka size yardım ederiz.”
Ama Allah şahittir ki onlar yalan söylemektedirler.
11-17. âyetler Beni Nadir Yahudilerinin Medine’den çıkarılmaları sırasında indirilmiştir. Onlara Peygamberimiz on günlük süre tanıyan ültimatom gönderdiğinde Abdullah b. Übey ve diğer bazı münafıklar haber gönderip, kesin teminat vererek, kendilerine arka çıkacaklarını bildirdiler. Bu kısım, nüzul bakımından, sûrenin başından 10. âyetine kadarki bölümünden öncedir.
12 – Çünkü, o Yahudiler yurtlarından çıkarılırsa, bu münafıklar onlarla beraber çıkmazlar
ve eğer kendilerine savaş açılırsa onlara yardım etmezler.
Eğer yardım etseler bile (müminlerin karşısında dayanamayarak) arkalarını dönüp kaçarlar.
Sonra Allah onları helâk eder de artık kurtarılmazlar.
13 – Onların kalplerinde sizden duydukları korku,
Allah’tan korkmalarından daha ileridir.
Bu böyledir, çünkü onlar, gerçeği bilip anlamayan kimselerdir.
14 – Onlar sizinle toplu durumda savaşmazlar, ancak sağlam kaleler içinden
veya duvarların arkasından sizinle savaşmak isterler.
Kendi aralarındaki çatışmaları pek şiddetlidir.
Sen dışardan onları birlik içinde sanırsın. Halbuki kalpleri darma dağınıktır.
Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan, düşünmeyen bir güruhtur.
15 – Bu Yahudilerin hali, kendilerinden az önce, yaptıkları işlerin vebalini tatmış olan,
âhirette de ayrıca gayet acı bir azap çekecek olan kimselerin durumuna benzer.
Bu âyet, sayıca az olan Müslümanlar karşısında Bedirde bozguna uğrayan Kureyş ile Benî Kaynuka Yahudilerine işaret etmektedir.
16 – Yahudileri savaşa teşvik eden münafıkların durumu ise tıpkı şeytan’ın durumuna benzer ki o, insana: “Dine inanma, reddet!” diye telkin eder.
O kendisine kulak verip kâfir olunca da şöyle der:
“Ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbinden korkarım!”
17 – Neticede ikisinin âkıbeti de, ebedî kalmak üzere cehenneme girmek oldu.
İşte zalimlerin cezası budur.
18 – Ey iman edenler! Allah’ın azabına mâruz kalmaktan korunun.
Herkes yarın âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin.
Allah’ın azabına dûçar olmaktan korunun.
Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
19 – Sakın şunlar gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttukları için,
Allah da kendi öz canlarını kendilerine unutturdu. (Fayda ve zararlarını dahi bilemiyorlar).
İşte yoldan çıkanlar bunlardır. [63,9]
Rabbini unutup terk eden kimse, aslında kendi öz varlığını terk etmiş, kendi kendisine yabancılaşmış demektir. Zira insanın asıl kimliği Rabbine mensub olması, O’nun kulu olmasıdır. O’nu bırakıp, başka lâyık olmayan şeylere kulluk eden, perişan olur, heder olur gider.
20 – Cehennemliklerle cennetlikler elbette bir olmaz.
Felah ve başarıya erenler, cennetliklerdir. [45,21; 40,58]
21 – Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik onun,
Allah’a tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün.
İşte bunlar birtakım misallerdir ki düşünüp istifade etmeleri için, Biz onları insanlara anlatıyoruz. [13,31; 2,73]
22 – Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir.
O rahmandır, rahîmdir. [1,3; 10,58; 7,156; 6,54] {KM, Matta 10,34-35}
23 – Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah!
O melik’tir, kuddûs’tür, selâm’dır,
Mü’min’dir, müheymin’dir, aziz’dir, cebbar’dır, mütekebbir’dir.
Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir. [62,1] {KM, İşaya 6,3; Çıkış 15,11; I Samuel 2,2}
O meliktir: kâinatın gerçek hükümdarıdır.
Kuddûs’tur: bütün eksiklerden uzak ve yücedir.
Selâm’dır: Kusurlardan salim olup yaratıklarına esenlik verendir.
Mü’min’dir: Güvenlik verendir.
Muheymin’dir: Her şeyin üzerinde gözetip kollayandır.
Aziz’dir: Üstün kudret sahibi, mutlak galiptir.
Cebbar’dır: Yaratıklarının hallerini ve işlerini düzelten ve iradesi ile onları istediği şekilde yönetendir.
Mütekebbir’dir: Büyükler büyüğüdür. [85,9; 10,46; 13,33]
24 – Allah o gerçek İlahtır ki halık’tır, bârî’dir, musavvir’dir.
Hasılı, en güzel isimler ve vasıflar O’nundur.
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder. O, azizdir, hakimdir. [17,44]
Bâri’dir: Yaratıklarını düzgün ve âhenkli kılandır.
Musavvir’dir: Bütün mahlûklarına özel sûretlerini verendir.
“Her kim sabahleyin üç kere Euzu billahi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytani’r-racîm dedikten sonra Haşr sûresinin sonundan üç ayeti okursa, Allah Teâlâ onun emrine yetmiş bin melek verir. Onlar akşama kadar o kimse için dua ederler. “Eğer o gün ölürse şehid olarak vefat etmiş olur. Onları akşamleyin okuyan da aynı durumda sevap alır” (Hadis-i Şerif, Tirmizi).
 
mücadile suresi meali

Medine’de inmiştir. 22 âyettir. “Halini anlatıp hakkını savunan kadın” anlamına gelen mücadile sıfatı, birinci âyetin konusundan alınmıştır. Sûre, hanımlara uygulanan ve “zıhar” denilen zulmü kaldırdıktan sonra, münafıkların kötülük planlamak için yaptıkları kulisleri kınar, Allah’ın gazab ettiği kimselerin dost edinilmesini yasaklar, Allah’ın dinine taraftar olunması gerektiğini bildirir.


Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Kocası hakkında sana başvurup tartışan ve halini Allah’a arzeden o kadının sözlerini elbette Allah işitti.
Allah sizin konuşmalarınızı dinliyordu. Şüphesiz Allah semî’dir, basîrdir (her şeyi işitir ve görür).
Cahiliye Araplarında kadınların mâruz kaldıkları zıhar denilen bir durum vardı. Bu geleneğe göre koca, eşine: “Sen artık bana annem gibisin” deyince karısına yaklaşması haram olurdu. Fakat boşanma da vâki olmaz, kadın evli iken kocasız duruma düşerdi. Evs b. Samit (r.a) hanımı Havle’yi (r.a.) yatağına çağırmıştı. O reddedince Evs zıhar yaptı. Havle Hz. Peygamber’e gelip özetle: “Evs benimle genç ve cazip olduğum sırada evlendi. Bunca zaman ona hizmet ettim. Çocuklar doğurup büyüttüm. Gençliğim gidince beni ortada bıraktı. Kocama dönme imkânı yok mu? O da buna razı?” Hz. Peygamber, cari duruma göre kocasına haram olduğunu söyledi. İki defa daha ısrarına rağmen yine aynı cevabı aldı. Havle sonra halini Allah’a arzederek: “Allah’ım yalnızlığımın şiddetini sana arzediyorum. Küçük yavrularım var, Evs’e bıraksam zayi olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar.” Havle henüz oradan ayrılmadan bu sûre nâzil oldu. Böylece erkeğin bir sözüyle karısının haram olmayacağı bildirildi. Yalnız yeminin ciddiyetini korumak için, böyle bir sözü söyleyene, bir köleyi hürriyetine kavuşturma veya iki ay oruç veya toplum yararına, fakirlere yardım fonunda kullanılan bir keffaret (altmış fakire yemek verme) hükmü verildi.
2 – İçinizden kadınlar hakkında zıhar yapanlar bilsinler ki onlar kendilerinin anneleri değildir, onların anneleri sadece kendilerini doğurmuş olanlardır. Onlar gerçekten çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Bununla beraber, Allah’ın affı ve merhameti çoktur (geçmiş durumlar hakkında tövbe edenleri affeder) [33,4; 2,229]
3 – Eşlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eşleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir.
İşte size emredilen budur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
4 – Buna imkân bulamayan kimse, temaslarından önce,
iki ay ara vermeksizin oruç tutmalıdır.
Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurmalıdır.
Bu hükümler Allah’ı ve Resulünü tasdik ve onlarla amel edip Cahiliye uygulamalarını reddetmeniz için konulmuştur.
İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır.
Kâfirler için gayet acı bir azap vardır.
5 – Allah’a ve Resulüne karşı çıkanlar, kendilerinden önce böyle yapanlar, nasıl helâk edilmişlerse öylece helâk edilirler. Halbuki Biz onlara apaçık âyetler de indirmiştik. Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap vardır.
6 – Gün gelecek, Allah onların hepsini diriltecek ve kendilerine, dünyada her ne işlemişlerse tek tek bildirecektir. Kendileri onları unuttukları halde Allah onları tesbit ettirmiştir. Çünkü Allah her şeye şahittir.
7 – Görmez misin ki Allah göklerde ne var, yerde ne varsa bilir?
Bir araya gelip gizlice fısıldaşan üç kişinin dördüncüleri mutlaka Allah’tır.
Beş kişi gizli konuşsa altıncıları mutlaka Allah’tır.
Bundan ister daha az, ister daha çok olsunlar,
nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka O, kendileriyle beraberdir.
O, ileride kıyamet gününde, yapmış oldukları işleri onlara tek tek bildirecek,
(dilerse karşılığını da verecektir). Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir. [9,78; 43,80; 3,5; 14,38]
8 – Böyle kulis yapmaları men edilmişken, kendilerine yasaklanan bir işi tekrar yapıp
günah, zulüm, Peygambere isyan hususunda kulis yapan, fısıldaşan kimseleri görmüyor musun?
Senin yanına vardıklarında, sana Allah’ın öğrettiği selâmdan başka bir şekilde selâm verirler.
Kendi içlerinden de: “Allah bizi bu söylediklerimizden dolayı cezalandırsa ya!” diye alay ederler.
Onların hakkından ancak cehennem gelir! Muhakkak onlar oraya girecekler. Orası gidilecek ne fena yerdir!
9 – Ey iman edenler! Şayet siz gizlice konuşacak olursanız sakın günah, zulüm ve Peygambere isyan hususlarında kulis yapmayın.
Bunu hayır ve takvâ hususunda yapın.
Dirilip huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
10 – Böyle meşrû olmayan kulisler, müminleri üzüntüye boğmak için şeytan tarafından telkin edilir.
Ama, Allah dilemedikçe bu onlara asla zarar veremez.
Onun için müminler de yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.
11 – Ey iman edenler! Siz toplantı halinde iken “Biraz yer açıverin!” denildiği zaman yer açın ki Allah da size genişlik versin.
“Kalkın!” denilince de kalkıverin ki Allah sizin gibi iman, hele hele bir de ilim nasib edilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Bu âyetteki emri, toplantı âdabıyla sınırlı sanmak isabetli olmaz. Razî’nin dediği gibi, âyet şunu göstermektedir: “Bir kimse, Allah’ın kullarının mutluluğu için gerekli imkânları artırırsa, Allah da ona dünya ve âhiretteki lütuflarını artırır. Demek ki Müslümanlardan beklenen, toplumun bütün fertlerine, özellikle muhtaçlara yeterli yaşama imkânları sağlamaktır.”
12 – Ey iman edenler! Şayet Resulullah ile baş başa görüşmek isterseniz, bu özel görüşmeden önce bir sadaka verin.
Böyle yapmak sizin için daha hayırlı, şaibeden daha uzak, günahlarınızı temizleme yönünden daha uygun bir davranış olur. Eğer buna imkân bulamazsanız Allah sizi muaf tutar, çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Hz. Peygambere birçok kişi özellikle zenginler, fısıldaşarak isteklerde bulunuyorlar, o da canı sıkılmasına rağmen nezaketi sebebiyle onları reddedemiyordu. Daha sonra bu âyet indirildi. Bu sadaka emrinde, ihtiyaç cihetlerini gözetme, böylesi görüşme taleplerinde aşırılığı önleme, halislerle halis olmayanları ayırd etme gibi hikmetler vardır. Emir sîğasının burada vücub veya mendubiyet ifade ettiği şeklinde farklı görüşler bulunmaktadır. “Eğer buna imkân bulamazsanız” cümlesi, ikinci ihtimali kuvvetlendirmektedir. Nitekim gelecek 13. âyet de bu ihtimali pekiştirmektedir. Hz. Peygamber ve yakın akrabalarına sadaka haram olduğundan, bu sadakanın muhtaçlara ulaştırılması söz konusu idi.
13 – Özel görüşmenizden önce sadaka vermeniz halinde fakir düşeceğinizden mi korktunuz? Size emredilen bu tasadduku yapmadığınıza göre, Allah da sizi bundan muaf tuttu. Artık namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin! Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Mademki yapabileceğiniz halde yapmadınız, Allah da size tövbe ile nazar buyurdu, kusurunuzu affedip yine sadaka vermeksizin Peygamberden dilekte bulunmanıza müsade etti. Buna şükür ifadesi olarak namazı hakkıyla ifa edin, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.
14 – Allah’ın gazab ettiği bir topluluğu dost edinenlere baksana! Bunlar ne sizden, ne de onlardandır. Bunlar bile bile yalan yere yemin ederler. [4,143]
15 – Allah onlara şiddetli bir ceza hazırladı. Çünkü bunlar çok fena işler yapıyorlar!
16 – Onlar yeminlerini siper edinip Allah’ın yolundan insanları uzaklaştırdılar. Onlara zelil ve perişan eden bir azap vardır.
17 – Allah’ın cezalandırma iradesine karşı onların ne malları, ne de evlatları asla fayda veremez. Onlar cehennemliktirler, hem de orada devamlı kalacaklardır.
18 – Allah’ın hepsini dirilteceği gün, onlar dünyada Müslüman olduklarına dair size yemin ettikleri gibi, Allah’a da yemin edecek ve bununla bir şey elde edeceklerini sanacaklar. İyi bilin ki onların işi gücü yalan söylemektir.
19 – Şeytan onların akıllarını çelmiş de onlara, Allah’ı hatırlamayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın takımıdır ve şunu unutmayın ki şeytanın takımı ziyan ve hüsrana mahkûmdur.
20 – Allah’ı ve Resulünü karşısına alanlar, onlara düşmanlık edenler en alçak olanların derekesindedirler.
21 – Çünkü Allah: “Ben ve Resullerim elbette galip geliriz.” diye hükmetmiştir. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir. [40,51-52; 10,103]
Bu galibiyet, İslâm’ın hüccet ve delille galibiyeti yahut buna ilaveten, kuvvet ile de olan galibiyetidir.
22 – Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir milletin, Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkan kimseleri, isterse o kimseler babaları, evlatları, kardeşleri ve sülaleleri olsun, sevip dost edindiklerini göremezsin.
İşte Allah onların kalplerine imanı nakşetmiş ve Kendi tarafından bir ruhla onları desteklemiştir.
Onları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, hem de ebedî kalmak üzere yerleştirecektir.
Allah onlardan, onlar da O’ndan razıdırlar. İşte onlar Allahın tarafında olanlardır. Ve iyi bilin ki, felaha erenler, Allah’ın tarafında yer alanlar olacaklardır. [3,28; 9,24]
 
hadid suresi meali

Medine’de inmiştir. 29 âyettir. 25. âyette geçen ve “demir” anlamına gelen kelime, sûrenin adı olmuştur. Sûre Allah’ın büyüklüğünü, hak ve hakikat uğrunda fedakârlığın lüzumunu, dünyanın geçici zevklerinin insanı aldatmaması gerektiğini, İslâm’a karşı kılıç çekenlerin yenileceklerini, Allah’ın Müslümanlara vaad buyurduğu lütufları ve nihayet, önceki peygamberlere inanmanın, onların dâvetini son ve mükemmel tarzda yenileyen Hz. Muhammed’e iman etmeyi de gerektirdiğini bildirir.


Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ı tenzih ve tesbih eder. O azîz ve hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [17,44]
2 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti O’nundur. Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren O’dur. O her şeye kadirdir.
3 – Evvel O’dur, Âhir O. Zahir O’dur, Batın O! O her şeyi hakkıyla bilir.
4 – O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra Arşına kuruldu.
Yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir.
Hasılı siz nerede olursanız olun O, (ilmi ve kudreti ile) sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür. [6,59; 11,5; 13,10. Arş için bkz: 7,54;20,5]
5 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti O’nundur.
Bütün işler O’na ***ürülür, (bütün kararlar O’nun kapısından çıkar).
6 – Geceyi gündüze katar, böylece gündüz uzar. Gündüzü geceye katar, böylece gece uzar. Kalplerin künhünü O bilir.
7 – Allah’a ve Resulüne iman edin ve O’nun (sizi emanetçi yaptığı) yönetimini size bıraktığı mallardan harcayın.
İçinizden iman edip harcayanlara büyük ecir vardır.
8 – Size ne oluyor ki, Resulullah da sizi Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde, Allah’a inanmıyorsunuz.
Oysa Allah sizden bu hususta kesin söz almıştı, eğer imana gelecekseniz bu yeter. [5,7]
9 – Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, o has kuluna açık açık âyetler indiren O’dur. Muhakkak ki Allah size karşı raûfdur, rahîmdir (son derece şefkatlidir, merhamet ve ihsanı boldur).
10 – Göklerin ve yerin yegâne vârisi Allah olup, bütün mallarınız zaten O’na ait olduğu halde niçin Allah yolunda harcamıyorsunuz?
Sizden, fetihden önce infak eden ve savaşan kimse ile bunları yapmayan elbette bir olmaz.
İşte onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler.
Bununla beraber Allah, her birine de cennet vâd eder. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. [34,39; 16,96; 4,95]
Mekke’nin fethinden önce, müminler her taraftan düşmanlarla çevrilmişti. İslâm’a girmek, onu müdafaa etmek büyük fedakârlık isterdi. Fetihden sonra cihad, eskisine göre oldukça kolaylaşmıştı.
11 – Kim Allah’a güzel bir ödünç verir (malını Allah yolunda harcarsa) Allah bunu kat kat artırır. Ona değerli bir mükâfat da vardır.
12 – Gün gelecek, mümin erkekleri ve mümin kadınları, önlerinde ve sağ taraflarındaki nurlarıyla, koşarcasına cennete doğru ilerlediklerini göreceksin.
Kendilerine: “Bugün size müjdeler olsun! Buyurun, içinden ırmaklar akan cennetlere, ebedî kalmak üzere girin!” denilecek. İşte en büyük başarı ve mutluluk budur.
Hz. Peygamber (a.s.) kıyamet günü, kendi ümmetinin mensuplarını abdest izinden ötürü alınları, elleri ve ayaklarındaki nurla tanıyıp ayırd edeceğini bildirmiştir.
İbn Ebî Hatim, Ebû Ümame’den şöyle bir hadis nakletmiştir: “Kıyamet günü bir karanlık salınır, öyle ki ne mümin ne de kâfir avucunu dahi göremez. Ta ki Allah Teâlâ müminlere amelleri kadar nur gönderinceye kadar.” Taberî ve Beyhakî İbn Abbas’ın şöyle dediğini naklederler: “İnsanlar karanlıklar içinde iken, Allah Teâlâ bir nur gönderir. Müminler o nuru görünce o tarafa doğru yönelirler. İşte bu nur, onların cennete girmeleri için Allah tarafından gönderilen bir kılavuz olur.”
13 – O gün münafık erkek ve kadınlar, müminlere: “N’olur,” derler, “yüzümüze bir bakın da nûrunuzdan biz de yararlanalım!”
Bunun üzerine onlara şöyle denilir: “Arkanıza dönün de bir nur arayın!”
Derken, aralarına bir duvar çekilir. Bu duvarın bir kapısı olup bu kapının iç tarafında rahmet, dış tarafında ise azap vardır. [7,46] {KM, Matta 25,1-13}
14 – Münafıklar şöyle seslenirler: “Biz de sizinle beraber değil miydik?” Müminler cevap verirler: “Evet, beraberdiniz, fakat siz kendi canınızı yaktınız, müminlere hep felaket gelmesini gözleyip durdunuz, şüphelere düştünüz, sizi birtakım kuruntular oyaladı.
Bir de baktınız ki emr-i Hak gelmiş. Böylece o dessas, çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affı ve keremi ile aldattı.”
15 – “Bugün artık ne sizden, ne de kâfirlerden kurtuluş fidyesi kabul edilmez. Varacağınız yer ateştir. Sizin lâyığınız odur. Orası varılacak ne kötü yerdir!”
16 – İman edenlerin kalplerinin Allah’ı ve Cenab-ı Hak tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet ve kanıksama meydana gelmiş, neticede kalpleri katılaşmıştı. Hatta onların çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır. [5,13]
Âyette bir azarlama vardır, fakat bu azarlama, âyetin inişine sebep olan sahabîler için dinî neş’ede bir tahkir azarlaması değil, imanda kemal izlerini göstermek sûretiyle, İslâm’ın faaliyete geçmesi için aşk ve heyecan yükselişini uyandırmak, istikbalde neş’enin sönmemesi için şart olan ruhî bir kanuna işaret etmekle, heyecan ifade eden bir teşvik azarlamasıdır. Burada siyakta bir tahkir olmayıp “Henüz vakti gelmedi mi?” diye hitap edilerek bir olgunlaşmanın meydana gelmesine sevk ve teşvik etme bulunmaktadır.
17 – İyi düşünün ki Allah, bütün yeryüzünü bile ölümünden sonra diriltiyor; (gevşeyen ve uyuklayan gönülleri de böylece diriltebilir). Zaten aklını çalıştıran, zihnini işleten kimseler için bu canlanmayı gerçekleştirecek âyetlerimizi iyice açıklamış bulunuyoruz.
Bir önceki âyette işaret edilen gevşemenin nasıl izale edileceğini gösteriyor. Kur’ân âyetleri, iyice dinleyenleri harekete geçirmeye, âdeta yeniden doğuş gerçekleştirmeye kefildir. Böyle yapılırsa Kur’ân’ın feyziyle, âleme yeni yeni hayatlar yayılabilir. Bunun başlıca yollarından biri Allah yolunda harcama olduğundan, müteakip âyet, bu işi yapanları teşvik edip sena ediyor ve mükâfatlarını müjdeliyor.
18 – Dini tasdiklerinin ifadesi olarak, hayır işlerinde mal harcayan erkekler, mal harcayan hanımlar ve Allah’a güzel bir ödünç verenlerin ödülleri kat kat artırılacak, ayrıca onlara değerli bir mükâfat da verilecektir.
19 – Allah’a ve resullerine iman edenler, evet işte onlardır Rabbinin nezdinde sıddikler ve Hakka şahitlik edenler!
Kendilerine mükemmel ecirler ve nurlar vardır.
Ama kâfir olup âyetlerimizi yalan sayanlar
İşte onlar da cehennemliktirler. [4,69]
20 – İyi bilin ki (âhirete yer vermeyen) dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür.
Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır.
Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider.
Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Âhirette ise kâfirler için şiddetli bir ceza,
müminler için ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza!
Evet, dünya hayatı bir aldanma metâından başka bir şey değildir. [3,14; 30,54]
21 – Rabbiniz tarafından verilecek mağfirete ve cennete girmek için yarışın!
Öyle bir cennet ki eni göklerle yerin eni gibi olup Allah’a ve resullerine iman edenler için hazırlanmıştır.
İşte bu, Allah’ın dilediği kimselere olan bir ihsanıdır. Allah büyük lütuf sahibidir.
22 – (Üzülmenize veya sevinmenize sebep olacak şekilde) gerek ülkenizde, gerek kendi nefislerinizde, size ulaşan hiçbir şey yoktur ki Bizim onu yaratmamızdan önce bir kitapta yazılı olmasın. Bu, Allah’a göre elbette pek kolaydır.
Bu sûrenin indirildiği dönemde müminler kâfirlerin tehditleri altında yaşıyorlardı. Onlar Medine şehrine sıkışmış olup, bütün Arap yarımadası aleyhte idi. Kâfirler Müslümanların azlığını, akılları sıra onların yanlış yolda olduklarına delil sayıyorlardı. Medine münafıkları ise bu durumu fırsat bilerek müminlerin morallerini bozuyor, kalplerinde şüphe uyandırmaya çalışıyor, böylece kendi şüphelerinin yerinde olduğunu ispatlamaya çalışıyorlardı. Müminlerin birçoğu ise, bu ağır şartlara tahammül ediyordu. Fakat bu musîbetlere devamlı sûrette sabretmek kendilerine ağır geliyordu. İşte Allah Teâlâ bu hallerine vâkıf olduğunu, fakat hikmeti icabı müminleri irşad etmek, eğitmek ve büyük görevi yüklenmeye hazırlamak istiyordu. Allah Teâlâ, müminlerin dikkatlerini bu ilahî kanuna çekerek onları teselli ediyor.
23 – Bu da, elinizden çıkan şeylerden dolayı gam yememeniz,
Allah’ın size nasib ettiği nimetlerle de şımarmamanız içindir.
Allah övünüp duran, kibirli, kendini beğenmiş kimseleri sevmez.
24 – Böyleleri hayır işlerinde hem kendileri cimri davranır, hem de başkalarına cimriliği öğütlerler.
Ama bunlar bilsinler ki kim malını Allah yolunda harcamaktan yüz çevirirse Allah ganîdir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan müstağnîdir, her türlü hamd ve övgüye lâyıktır).
25 – Şu kesindir ki Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik
ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için,
resullerle beraber kitap ve adalet terazisi indirdik.
Mahiyetinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok fayda bulunan demiri de, kullanmaları ve Allah’ı görmedikleri halde O’nun dinini ve peygamberlerini, kimlerin bu kuvvet ile destekleyeceğini bilip ortaya çıkarmak için, büyük bir nimet olarak indirdik.
Unutmayın ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir (kimsenin desteğine ihtiyacı yoktur). [11, 17; 30,30; 55,7; 6,115; 7,43]
Medeniyetin ve sanayinin en temel mâdeni demirdir. Bu mâden, barış ve savaş durumunda kuvvetin esası ve sembolüdür. Burada hem buna, hem de hakikati yayıp onu savunmanın maddî kuvveti gerektirdiğine dikkat çekilmektedir. Allah Teâlâ beyyinatı (hak dinin delillerini), kitap ve mizanı (hakla batıl arasındaki ölçüyü, adalet terazisini) göndererek insanları mutlu kılmak istemiştir. Allah’ın hak dini üstün kılmak için, elbette insanların kudretlerine ihtiyacı yoktur. Fakat müminler, dünya ve âhiret mutluluğunun vesilesi olan İslâm’ı anlatmak için çalışıp emek sarf etmezlerse, mükâfatı nasıl hak edeceklerdir? Onları münafıklardan ayırd etmek nasıl mümkün olacaktır? Oysa biraz rahatlayan, veya fırsat kollayıp tehlike zamanları ortada görünmez olan veya malını Allah rızasında harcamaktan geri duran münafıkların elenmeleri neticesinde, sahâbe orduları samimî ve birbirleriyle kenetlenmiş bir kuvvet teşkil ederek, İslâm’ı Hindistan’dan İspanya’ya kadar yaymışlardı.
26 – Biz Nuh’u, İbrâhim’i peygamber olarak gönderdiğimiz gibi, zürriyetlerine de kitap ve nübüvvet verdik. Onlardan kimisi doğru yolu bulsa da, çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.
27 – Sonra bunların ardından peş peşe peygamberlerimizi gönderdik. Özellikle Meryem’in oğlu Îsâ’yı arkalarından gönderdik, kendisine İncîl’i verdik ve ona uyanların kalplerine şefkat, ve merhamet yerleştirdik.
Uydurdukları ruhbanlığı ise Biz kendilerine farz kılmadık, lâkin Allah’ın rızasına nail olmak için kendileri icad ettiler. Kaldı ki ona gereği gibi de riâyet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik, onların çoğu ise büsbütün yoldan çıkmışlardır.
Hz. Peygamber (a.s.m.) “İslâm’da ruhbanlık yoktur.” der. “Ruhbanlık” meşrû dünya zevklerini de terkedip, aile kurmaksızın bütün ömrünü manastırda geçirmektir. Bu âyet, aslında Hz. Îsâ’nın dininde de bunun şart olmadığını bildirmektedir. Fakat bunu haram saymamakla birlikte İslâm’ın evrensel idealinin, Allah’ın insanın fıtratına yerleştirdiği maddî ve manevî bütün kabiliyetlerinin geliştirilmesi olduğunu vurgular.
Hıristiyanlık zuhur ettiğinde dünya hırsı, şehvet ve kötü ahlâk yaygın olduğundan Hıristiyanlık aşırı bir tepki göstererek, özellikle 3. asra girerken bekâr kalmayı, yoksulluğu ve zühdü ideal haline getirdi. Dini yayarken, bu dönem Hıristiyanları, bazı şirk motiflerinin sızmasına sebep oldular. Ölçüler kaybolunca, helaller haram hale getirilince, fıtrat onlardan intikam aldı, maddeye, şehvet ve ihtirasa en fazla gömülenler, onların soylarından gelenler oldular.
28 – Ey (önceki resullere) iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın bu Resulüne de iman edin ki rahmet hazinesinden size iki hisse versin ve size, sayesinde karanlığı dağıtıp yürümenizi sağlayan bir nûr versin ve sizi affetsin. Çünkü Allah gafûr ve rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur). [65,2; 8,29; 2,282; 28,54]
29 – Ehl-i kitap şunu bilsinler ki: Allah’ın lütfundan mâlik oldukları hiçbir şey, hiçbir kısım mevcut değildir. Bütün lütuf ve inayet Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
Müfessirlerin çoğuna göre, burada hitap Ehl-i kitaba olup: “Üç kısım insan için iki kat ecir verilecektir. Birincisi: Önce kendi peygamberlerine, daha sonra da Hz. Muhammed’e iman eden Ehl-i kitap’dan bazı insanlaradır...”
 
vakıa suresi meali

Mekke’de inmiştir. 96 âyettir. “Gerçeğin ta kendisi olan büyük hadise” anlamına gelen el-Vâkıa adı, ilk âyetten alınmıştır. Bu sûrede, kıyamet öncesinde meydana gelecek bazı haller, insanların teşkil ettikleri üç sınıf ve onların âhiretteki âkıbetleri ile Allah’ın varlığının ve birliğinin bazı delilleri, Kur’ân’ın bazı vasıfları bildirilir.
Abdullah İbn Mes’ud (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.m.)’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Kim Vâkı’a sûresini her gece okursa ona fakirlik isabet etmez.” (Ebu Ya’lâ, Beyhakî).


Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – O gerçek olan kıyamet gerçekleşince neler olacak neler!..
2 – Zaten onun olmasını yalanlayacak hiçbir delil olamaz. [70,1-2; 6,73]
3 – O kimini alçaltır, kimini yüceltir.
4 – Yer şiddetle sarsıldığı, [99,1; 22,1]
5 – Dağlar darmadağın edilip parçalandığı,
6 – Uçuşan toz zerreleri haline geldiği zaman...
7 – Sizler de üç sınıfa ayrılırsınız:
8 – Ashab-ı yemin ki ne ashab-ı yemin! Ne mutludur onlar!
9 – Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar!
10 – İmanda, fazilette öncüler ki ne öncüler! Onlar herkesi geçerler. [35,32; 3,133; 57,21]
11-12 – İşte onlardır Allah’a en yakın olanlar. Naîm cennetlerindedir onlar.
13-14 – Çoğu önceki ümmetlerden, biraz da sonrakilerden.
15-16 – Mücevheratla işlenmiş tahtlara yaslanarak karşılıklı otururlar.
17-18 – Etraflarında, cennet şarabından dolu testiler, sürahiler, kadehlerle, ebedîliğe ermiş çocuklar dolaşıp hizmet ederler.
Bu gençlerin yaşları değişmez. Bunlar, dünyada ne günahları, ne de sevapları olmayan çocuklardır. Müşriklerin büluğdan önce vefat eden çocukları, cennetliklere hizmet edecekler. Böylece onlar da büyük bir lütfa mazhar olacaklardır. Zira cennete girmelerine vesile olacak yükümlülükleri yerine getirmedikleri halde cennetlik olacaklardır.
19 – Bu içkiden ötürü baş ağrısı çekmezler, sarhoş da olmazlar.
20 – Bir de... tercih edecekleri meyveler...
21 – Canlarının istediği kuş etleri...
22-23 – Ve gün görmemiş saklı inciler gibi güzel eşler...
24 – Bütün bunlar dünyada yaptıkları güzel işlere mükâfat olarak verilecek.
25 – Onlar cennette ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir laf işitmezler.
26 – İşittikleri söz, hep: “Selâm! selâm!” sesleridir.
27 – Ashab-ı yemin ki ne ashab-ı yemin! Ne mutludur onlar!
28 – Dalbastı kirazlar,
29 – Dolgun salkımlı muzlar,
30 – Yayılmış gölgeler... [4,57; 13,35; 77,41]
31 – Şarıl şarıl akan sular... [47,15]
32-33 – Tükenmeyen, eksilmeyen, hiçbir surette esirgenmeyen birçok meyveler içindedirler.
34-35 – Onlara, pek değerli eşler de verdik. Biz o eşleri, yepyeni bir yaratılışla yaratıp, sûret ve sîretlerini son derece güzelleştirdik.
Yepyeni yaratılışa mazhar olanlar, bir hadis-i şerife göre, dünyada kocakarı olarak vefat etmiş olan eşlerdir.
Yaşlı bir kadın Peygamber Efendimize: “Ya Resulallah, beni cennete yerleştirmesi için Allah’a dua eder misin?” dedi. O: “İhtiyarlar cennete giremez!” buyurunca kadın ağlayarak huzurundan ayrıldı. Az sonra Efendimiz: “Ona söyleyin ki cennete, bu yaşlı haliyle giremez. Zira Allah Teâlâ: “Biz, o eşleri yepyeni bir yaratılışla yarattık (...) “buyurur.”
36-38 – Böylece onları, ashab-ı yemin için bakire kızlar, kocalarına âşık yaşıtlar kıldık.
39-40 – Birçoğu önceki ümmetlerden, birçoğu da sonrakilerden.
41 – Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar!
42 – Onlar kızgın ateşte ve kaynar sularda...
43-44 – Ne serin, ne de faydalı olmayan, kapkara duman tabakası altındadırlar. [77,29-34]
45 – Çünkü onlar dünyada iken refah içinde şımarırlardı.
46 – O en büyük günahta, şirkte ısrar ederlerdi.
47-48 – Ve derlerdi ki: “Ölüp toprak olduktan ve çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz diriltilecekmişiz? Gelip geçmiş atalarımız da mı?”
49-50 – De ki: “Öncekiler de, sonrakiler de belli bir günün, belli vaktinde mutlaka toplanacaksınız.” [11,103-105]
51 – Sonra siz ey yoldan sapanlar ve hak dini yalan sayanlar!
52 – Zakkum ağacının meyvesinden yiyecek,
53 – Karınlarınızı onunla dolduracak,
54 – Üstüne de kaynar su içeceksiniz!
55 – Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi saldırarak içeceksiniz.
56 – İşte hesap gününde onlara ikram edilecek ziyafet! [18,107]
57 – Sizi yaratan Biz’iz, hâlâ bu gerçeği ikrar ve tasdik etmeyecek misiniz?
58-59 – Şimdi düşünsenize o akıttığınız meniyi! Onu yaratıp insan haline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?
Bütün kâinat şöyle dursun, insan sadece kendisinin ana karnında yaratılışını düşünürse, Allah’ın yüce kudretiyle yaratıldığını ve onu hiçten böyle var edenin, öldükten sonra diriltmeye de haydi haydi kadir olduğunu anlar. Zira gözle görülemeyecek derecede küçük bir sperma ile yumurtanın birleşmesiyle meydana gelen bir hücreden başlayarak yaratılır. Milyonlarca ihtimalden bir ihtimal olarak, mükemmel bir canlı haline gelip dokuz ay sonra dünyaya gönderilecek hale gelir. Bu hayatı ne insan kendi kendisine vermiştir, ne de annesi ile babası! Ne de başka hiçbir varlık! Onu ve milyarlarca benzerini yaratan, sadece Allah’tır. Bunlardan bir tekine bile sahip çıkıp bunu “Ben yarattım” diyebilecek, O’nun dışında hiçbir kuvvet yoktur.
60-61 – Aranızda ölümü Biz takdir ettik. Sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmeyi ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde ve vasıfta yaratmayı dilersek, Bize mani olacak hiçbir güç yoktur.
Allah dilerse insanları öldürür, yerlerine yeni nesilleri getirir. Dilerse insan türünü de ortadan kaldırır. Dilerse diriltme sırasında, insan sûretinde değil de, herhangi bir hayvan sûretinde yaratır. Bunları yapmaya kadir olan, bildiğimiz mûtad sûrette haydi haydi yaratabilir. Yahut maksat: “Hiç kimse ölümden kaçıp elimizden kurtulamaz, ölümün vaktini değiştiremez.” demektir.
62 – Siz ilk yaratmayı pek iyi biliyorsunuz, artık düşünüp ibret almanız gerekmez mi? [30,27; 19,67; 36,77-79; 75,36-40]
63-64 – Ektiğiniz tohuma baksanıza! Siz mi onu yetiştiriyorsunuz Biz mi?
Yaratılışınızda babanızın spermayı annenizin rahmine bırakmaktan başka rolü olmadığı gibi, çiftçinin de tohumu toprağa koymaktan başka rolü yoktur. Çekirdek ve tohumlarda koca ağaçları programlayan, toprağa yetiştirme özelliğini veren, tohumların yetişmesi için belli oranda su, ısı ve havayı, belli mevsimleri meydana getiren... Allah’tır.
65 – Eğer isteseydik onu kuru çöp haline getirirdik, siz de şaşıp kalır, pişman olurdunuz:
66 – “Eyvah! Emeklerimiz boşa gitti.”
67 – Hatta doğrusu biz rızıktan mahrum kaldık, sefalete mahkûm olduk.” derdiniz.
68 – Peki içtiğiniz suya ne dersiniz?
69 – Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa Biz mi?
70 – Dileseydik onu tuzlu da yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?
71 – Peki, yakmakta olduğunuz ateşe ne dersiniz?
72 – Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan Biz miyiz?
Başlıca yakıtlar olan kömür, taşlaşmış odun, petrol ise milyonlarca yıl toprak altında gömülü kalan ve aslında bitki olan organizmanın sıvılaşmış artıklarıdır.
73 – Biz onu çölde, yolda bulunanlar ve muhtaçlar için hem bir ders, hem de istifade vesilesi kıldık.
74 – Öyleyse Ulu Rabbinin yüce adını tenzih et.
75 – Hayır! Yıldızların yerleri hakkı için!
76 – Eğer anlarsanız bu gerçekten büyük bir yemindir.
“Yıldızların yerleri” yıldızların doğduğu ve battığı yerler, dolaştıkları yörüngeler veya “vakit vakit inen Kur’an ayetleri” olarak tefsir edilir. Astrofizik uzmanlarının “kara delik” dedikleri “büyük kitleli yıldızların ömürlerini tüketmeleri sonucu meydana gelen farazi gök cisimlerine îma edilebileceğini düşünen bazı çağdaş ilim adamları bulunmaktadır (Kur’an Yolu 5,167).
77 – Bu kitap, pek değerli, şerefli bir Kur’ân’dır.
78 – O iyi korunmuş bir kitapta, Levh-i Mahfuzdadır.
Kur’ân vahyine şeytan müdahalesi şöyle dursun, ona tertemiz olan melaikeden başkası yanaşamaz. Dört mezhebe göre Kur’ân’ın yazılı şekli olan mushaf-ı şerife abdestsiz dokunmak caiz değildir. Yalnız İbn Hazm gibi zâhirîler caiz görmektedirler.
79 – Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz.
80 – Rabbülâlemin tarafından indirilmiştir.
81 – Şimdi bu kelamı mı siz küçümsüyorsunuz?
82 – Bu nimete teşekkürünüz, onu yalan saymanız mı olmalıydı!
83 – Haydi görelim sizi, can boğaza geldiğinde,
84 – O vakit can çekişenin yanında bulunan sizler bakar durursunuz.
85 – Biz ise, ona sizden daha yakınız, ama siz göremezsiniz.
86 – Haydi bakalım eğer âhirette vereceğiniz hesap yoksa,
87 – İddianızda tutarlı iseniz, çıkmakta olan o rûhu geri döndürsenize!
88-89 – Ama eğer ölen kimse Allah’a yakın olanlardan ise, onun için rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var.
90-91 – Eğer ashab-ı yeminden ise “Selâm sana ashab-ı yeminden!” denilecek. [41,30-32]
92-94 – Ama eğer dini yalan sayan sapıklardan ise onun ziyafeti kaynar su, peşinden de cehenneme atılış olacak.
95 – İşte, hakkında hiç şüphe olmayan gerçek budur!
96 – O halde Ulu Rabbinin ismini tenzih et!
 
rahman suresi meali

78 âyet olup Mekke’de inmiştir. İlk âyetinde rahman ismi geçtiğinden ve sûre boyunca Allah’ın rahmâniyeti anlatıldığından bu ad verilmiştir. Bir önceki Kamer sûresi daha ziyade terhib yani kendilerini bekleyen tehlikeyi bildirerek insanları dine dâvet ederken, bu sûre daha ziyade tergib, yani Allah’ın bu dünyada, özellikle ebedî cennette hazırladığı nimetlerini hatırlatarak dâvet eder.


Bismillâhirrahmânirrahİm
1-2 – Rahman Kur’ân’ı öğretti.
3-4 – İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.
Sûrenin başındaki bu bir satırlık kısım muazzam bir gerçeği bildirmektedir: Sonsuz rahmet sahibi Allah, şefkatle yaratıp kemale erdirdiği insana olan rahmetini tamamlamak için Kur’ân’ı göndermiş, onu cehalet ve dalâlet karanlıklarından kurtarmıştır. Hitabı olan Kur’ân’ı anlaması için, yarattığı bu insana düşünüp ifade etme kabiliyeti vermiştir.
Bu âyetler şöyle özetlenebilir:
Rahmân

Kur’ân

Beyan

İnsan
Rahmân insanla iletişim kurmaya tenezzül buyurmuştur. Mesajı olan Kur’ân’ı anlayabilmesi için insana beyan kabiliyeti vermiştir.
5 – Güneş ve Ay bir hesap ile hareket ederler. [36,38-40; 6,96]
6 – Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler. [22,18]
7-8 – Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız. [57,25; 26,182]
Muazzam kâinat içinde uzayda dolaşan ve hızları, kütleleri, yörüngeleri farklı milyonlarca gök cismi, pek ince bir nizama tâbi olmasalardı, bu kâinat bir saniye bile varlıkta kalamazdı. Oysa milyonlarca yıldan beri bu muazzam hareket ve faaliyete rağmen, hiçbir aksaklık olmamıştır.
9 – Öyleyse siz de tartıyı adaletle yapın, sakın teraziyi, dengeyi aksatmayın!
10 – Allah yeryüzünü de canlı yaratıklar için alçaltıp döşedi.
11-12 – Orada meyve çeşitleri, salkımlarla dolu hurma ağaçları, saplı ve yapraklı hububat ve hoş kokulu bitkiler vardır.
13 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
Bu âyetle birlikte sûre boyunca 31 defa tekrarlanan iki gruba yönelik hitap, birçok müfessirce insanlar ve cinler diye yorumlanmıştır. Fakat Râzî’nin bildirdiği gibi erkek ve kadın gruplarına yönelik olması da mümkündür.
Hz. Peygamber (a.s.) cinlerin bu âyeti işittiklerinde tekrar tekrar: “Rabbimizin hiçbir nimetini yalanlayıp inkâr etmeyiz. Her türlü hamd Sana’dır ey Rabbimiz!” dediklerini bildirmiş ve ashabını da buna teşvik etmiştir.
14 – İnsanı kiremit gibi pişmiş çamurdan yarattı.
15 – Cinni ise hâlis ateşten yarattı.
16 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
17 – O hem iki doğunun, hem iki batının Rabbidir. [70,40; 73,9]
İki doğu ile iki batı kış ve yaz günlerinin en kısa ve en uzun günleri olabilir. Yahut dünyanın yarıküresidir. Güneş bir yarı kürede doğarken, diğer yarıkürede batar. Âyet şunları düşündürür: a- Güneş, Allah’ın emriyle doğar ve batar; bu doğup batma, her gün farklı açılarla vâki olur. b- Dünyanın da güneşin de Rabbi O’dur. Bunların ayrı ayrı sahipleri olsaydı, bu uyum olmazdı. c- Doğu, batı ve ikisi arası herşeyi yaratan Allah’tır. Kâinatın hikmetli nizamının sahibi O’dur.
18 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
19 – O iki denizi salıverdi, birbirine kavuşurlar.
20 – Fakat aralarında bir engel bulunduğundan, birbirinin sınırını aşmazlar.
21 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
22 – Onların her ikisinden inci ve mercan çıkar. [35,12]
23 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
24 – Denizde koca dağlar gibi yüzen gemiler O’nundur.
Denizleri yaratan, suya kaldırma özelliğini veren ve gemileri yapan insanlara zekâ, güç ve kuvvet veren Allah’tır.
25 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
26 – Yerin üstünde olan herkes fanidir. [28,88; 18,28; 76,9]
27 – Ancak senin azamet ve kerem sahibi Rabbinin Zatı baki kalır.
28 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
29 – Göklerde olan, yerde olan herkes, ihtiyaçları için O’na yalvarır (bütün bunları gerçekleştirmek için) O, her an yeni tecellilerle iş başındadır.
30 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
31 – Hele az bekleyin, ey cin ve ins topluluğu! Yakında sizin de sıranız gelecek!
32 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
33 – Ey cin ve ins topluluğu! Yapabilirseniz haydi göklerin ve yerin hududundan geçin bakalım!
Ama geçemezsiniz, ancak üstün bir güç, kuvvetli bir delil ve ilimle geçebilirsiniz.
34 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
35 – Üzerinize ateşler, duman alevleri gönderilir de artık kendinizi savunamazsınız. {KM, Mezmurlar 136,10; Çıkış 15; Tesniye 32,2}
36 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
37 – Gök yarılıp kızıl sahtiyan gibi kıpkırmızı bir güle dönüştüğünde öyle müthiş işler olacak ki! {KM, Yoel 3,4; Resullerin işleri 2,20; Vahiy 6,12}
38 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
39 – Artık o gün insanlara ve cinlere günahları sorulmaz. Herkesin siması, soruya hacet bırakmaz.
40 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
41 – Suçlular simalarından tanınırlar, perçemlerinden ve ayaklarından tutulup yaka paça cehenneme atılırlar.
42 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
43 – Ve onlara: “İşte suçluların yalan saydıkları cehennem!” denilir.
44 – Onlar cehennem ile kaynar su arasında devamlı gidip gelirler.
45 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
46 – Rabbinin huzuruna çıkmaktan endişe duyan mümine iki cennet var.
Muhtemel mânalardan biri de, takvânın kazandırdığı dünya cenneti olabilir veya Râzî’nin muhtemel gördüğü üzere, maddî ve ruhanî zevkler için birer cennet düşünülebilir.
47 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
48 – Her iki cennet de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.
49 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
50 – İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.
Kaynaklardan birine “Tesnim”, öbürüne “Selsebil” denir. Bunlar, insanın ulaşabileceği iki bilgi kaynağına, zâhir ve bâtın ilme de işaret edebilir.
51 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
52 – İkisinde de her çeşit meyveler, çift çift vardır.
Her meyveden, yaşı da kurusu da; yahut dünyada bilineni de bilinmeyeni de vardır.
53 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
54 – O cennetlikler, astarları kalın atlasdan döşeklere yaslanırlar. Her iki cennetin devşirilecek meyveleri, hemen ellerinin altında olacaktır. [69,23; 76,14]
55 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
56 – O cennetlerde gözleri eşlerinden başkasını görmeyen, tatlı bakışlı öyle güzeller vardır ki, daha önce cin ve insanlardan hiç kimse kendilerine dokunmamıştır.
57 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
58 – O hanımlar parlaklıkta sanki yakut ve mercandırlar.
59 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
60 – Öyle ya, iyiliğin neticesi iyilikten başka mı olacaktı!
61 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
62 – Bu ikisinden başka, onların ikişer cenneti daha vardır.
63 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
64 – Bunlar da yemyeşildir.
65 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
66 – Bunlarda da kaynayan iki pınar var.
67 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
68 – Bunlarda da meyveler, hurmalar, narlar...
69 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
70 – Onların da içinde iyi huylu, güzel hanımlar.
71 –O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
72 – Otaklarda eşlerine hasredilmiş güzeller.
73 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
74 – Öyle güzeller ki daha önce insanlardan ve cinlerden kimse kendilerine dokunmamıştır.
75 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
76 – Yeşil yastıklara ve hârikulade güzel güzel döşemelere yaslanırlar.
77 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
78 – Azamet ve kerem sahibi olan Rabbinin adı çok yücedir, çok yüce!
 
Geri
Üst