Telepati, durugörü, telekinezi vb. fiziksel medyomluk fenomenlerini materyalist (beden dışı bir ruh etkenini kabul etmeksizin) bir bakış açısıyla inceleyen bilim dalı. Psikoloji sözcüğüne Grekçe’deki “para” sözcüğünün eklenmesiyle türetilmiş ve “psikolojinin ardında, ötesinde, kenarında” anlamına gelen terim, ilk kez 1989’da Alman araştırmacı Max Dessoir tarafından kullanılmıştır. Fakat terimi psişik araştırma alanını belirtmek üzere ilk kullananlar (1935) J. B. Rhine ve W. McDougall’dır. Terimin metapsişik teriminin yerine kullanılmak üzere ortaya atıldığını ileri süren araştırmacılar, parapsikologları “materyalist metapsişikçiler” olarak nitelendirirler. Çünkü telepati, durugörü, telekinezi, prekognisyon gibi fenomenler ne tümüyle beyne bağlı maddi fenomenlerdir, ne de zihni ilgilendiren psikolojik fenomenlerdir; bunlar psişik, yani bedene bağlı ruhu ilgilendiren fenomenlerdir. Bu yüzden parapsikoloji terimi yerine metapsişik terimini kullanmak gerekir. Bu fenomenleri inceleyen bilim dalını belirtmek üzere kullanılan bir başka terim de “parapsişik”tir. Fakat bu, parapsikolojinin bir başka adından ibarettir. Parapsişikçiler ile parapsikologların konuya yaklaşımları ve bu tür fenomenlere bakış açıları aynıdır, tek farkları adlarıdır.
Parapsikoloji 20. yüzyılın başlarında doğmuş ve ortalarında sistemli bir hale gelmişse de, kimilerine göre kökeni çok eski uygarlıklara dayanır. 20. yüzyıla dek delilik belirtileri, mucize, büyücülük, cadılık vb. kapsamında ele alınan pek çok olağandışı fenomen, artık parapsikoloji biliminin incelediği olağandışı yeteneklerle ilgili fenomenler olarak ele alınmaktadır.
Bir bakıma insan beş duyusunun ötesindeki yeteneklerini inceleyen bir araştırma alanı olarak ifade edilebilecek parapsikolojinin başlıca konuları şunlardır: Duyu dışı algılama, rüyada DDA, hayvansal psişizm, bitkisel psişizm, telepati, kehanet, durugörü, coğrafi durugörü, duruişiti, psikokinezi, levitasyon, beden dışı deneyimler, değişik bilinç halleri, tekinsiz yer, psişik arkeoloji, kirlian fotoğrafçılığı, düşünce fotoğrafçılığı.
Tarihçe: Parapsikoloji araştırmalarının tarihsel başlangıcı başlıca iki kuruluşa dayandırılır:
1- İlk psişik araştırma ve deneyleri başlatan SPR (İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği, 1882, Londra);
2- Parapsikolojik olayları, istatistiğin, matematik analizin ve mekanik denetimlerin uygulanması şeklinde katı bilimsel yöntemlerle incelemeyi yeğleyen Prof. J. B. Rhine’ın 1932’de ABD, Kuzey Carolina’daki Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde kurduğu parapsikoloji laboratuarı (1961’de kapatılarak, yerine bağımsız olarak çalışan Parapsikoloji Enstitüsü kuruldu).
Parapsikolojinin tarihçesi şöyle özetlenebilir: Kimi kaynaklara göre, Psişik Araştırma Derneği’nin ilk kurucuları arasında bulunan bilim adamlarının ve aydınların ortak görüşü, evrene ”nihai soru”yu, yani, “insan kişiliğinin herhangi bir parçası olan bedenin ölümünden sonra varlık yaş***** sürdürür mü?” sorusunu sormaktı. SPR kurucularının bu “bilimsel merakı”, aslında binlerce yıldır bilimsel gelenekler içerisinde insanoğluna vaat edilen “Ruhsal Kurtuluş”un kanıtlarını sorgulamaktı. Böylelikle ruhun bedensel ölümünden sonra varlığını sürdürdüğü olgusu bilimsel platformda incelenebilecekti. SPR kurucuları bu yüzden, ilk araştırmalarında ölümden sonraki yaşam olgusuna ağırlık veriyorlardı. Ancak, sonraki yıllarda, bilim adamlarının önünde yapılan seanslarda, bazı medyom geçinenlerin sahtekarlık yaptıklarının gözlenmesi, SPR’nin normal fenomenlere yönelik ilgisini azalttı. Bu, özellikle ABD’de ve İngiltere’de yeni bir dinsel hareketin izleyicisi görünümünde ortaya çıkan ve giderek etkinleşen spiritüalistler ile ölümden sonraki yaşamı araştıran psişik araştırmacıların yollarının ayrılma noktası olarak kabul edildi. Bununla birlikte medyomluk seansları izleyen bilim adamları, bir yandan medyomların sahtekarlıklarını ve hile girişimlerini ortaya çıkarırken bir yandan da kimi olayların normal ötesi olduğu konusunda ikna olarak, bir ikilem yaşıyorlardı.
Bu arada SPR’nin kuruluşundan üç yıl sonra, 1885’te, ABD’de, deneysel psikolojinin kurucusu psikolog William James’in (1842–1910) çabalarıyla, parapsişik araştırmalar yapmak üzere Amerikan Psişik Araştırma Cemiyeti kurulmuştu. (Dört yıl sonra SPR ile birleşen ASPR, 1907’de tekrar bağımsız oldu.)
SPR ile ASPR’nin çalışmalarının izlendiği Avrupa ülkelerinde de psişik araştırmalara duyulan ilgi ve eğilim giderek artıyordu. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında bu ilgi ve eğilim, meyvesini bu ülkelerde birbiri ardınca psişik araştırma kurumlarının kurulmasıyla verdi. Bu kurumalardan biri, Fransa’da psişik araştırma alanında ilk ciddi kurum olan, 1919’da kurulan, ilk başkanlığını Prof. Dr. Charles Richet’nin yaptığı Uluslararası Metapsişik Enstitüsü idi. Prof. Richet’nin öncülüğündeki Enstitü, psişik deneylerin yürütülmesiyle ilgili olarak iki önemli konuda ilk adımları attı. Bunlardan biri, Prof. Richet’nin psişik araştırma deneylerinde istatistiki yöntemi ilk kez uygulamasıydı. Richet, oyun kağıtlarını yarı saydam zarflara koyarak ipnoz altındaki süjelerin bu kartları durugörü ile görmelerini istiyor, sonra da deney sonuçlarını matematiksel olarak kaydediyordu. Diğeri ise; F. A. Mesmer’in zamanından beri süregelen ve 19. yüzyıldaki ilk bilimsel psişik deneylerde egemen olan, “telepati ile durugörünün ancak ipnoz altında ortaya çıktığı” inanışının boş olduğunun ortaya çıkarılmasıydı. Paranormal algılamaların, süje normal bilinç halinde iken bile söz konusu olabileceğini ilk kez öne süren Prof. Richet, ipnoz kullanmadan parapsişik deneyler yürüten ilk bilim adamı oldu.
İlk uluslararası psişik araştırma kongresi 1921’de, Kophenag’da (Danimarka), ikinci kongre ise 1923’te Varşova’da (Polonya) düzenlendi. Özellikle ikinci kongre sırasında psişik araştırma terminolojisi standart duruma getirilmeye çalışılmış, ancak bu durum başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Araştırmacı Hereward Carrington’ın yayımladığı bir rapora göre, 1930’a kadar –öncü ülkelerin dernekleri dışında– şu ülkelerde psişik araştırma dernekleri kurulmuş bulunuyordu: Rusya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsviçre, Yunanistan, Polonya, İzlanda, Japonya, Meksika, Kanada, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan, Çin ve Arjantin. (Bu listeye resmi olmayan kuruluşlar dahil edilmemişti.)
Yüzyılın ilk yirmi beş yılındaki gelişmelerle, parapsişiğin, psikolojinin bir branşı olarak modern bilimin bünyesine yerleşeceği sanılmıştı, ama sonuç böyle olmadı. Yirminci yüzyılın ilk yıllarındaki psikoloji, giderek mekanik ve davranışçı anlayışa yönelmeye başlayınca, psişik araştırmalarla arasındaki ilinti de hoş karşılanmamaya başladı. Akademik psikolojinin ünlü isimlerden kimilerinin (Willam James ya da William McDougeall gibi) bu küçümsenen araştırma alanı ile ilgilerini sürdürmelerine karşılık, genç psikologlar için bu konu, giderek kabullenir olmaktan çıkıyordu. Hatta Avusturyalı Psikiyatr Sigmund Freud (1856–1939) bile, akıntıya kürek çekmeyerek, 1922’de psikanalizci akımın içinden gelen baskılara boyun eğdi ve telepati ile ilgili olarak yazdığı “Psikanaliz ve Telepati” başlıklı raporunu açıklamadı (bu rapor ancak ölümünden sonra yayımlanacaktı).
Psişik Araştırmanın Deneyselleşmesi ve DDA: Psişik araştırmaların parapsikoloji adı altında bilimsel kimliğini kazanma sürecinde en önemli dönüm noktasını, J. B. Rhine’ın, paranormal fenomenleri laboratuar ortamına çekmesi ve deneysel olarak incelemeye başlaması oluşturmuştur. Rhine ve kendisi gibi biyolog olan eşi Dr. Louise E. Rhine’ın 1932’de, davranışçı öğretiyi izlemeyi reddeden psikolog Prof. Dr. William McDougall’ın dekan olarak bulunduğu Duke Üniversitesi’nin Psikoloji Fakültesi bünyesinde bir psişik araştırma laboratuarı kurması, o zamana dek tedirginlikle karşılanan telepati, durugörü gibi konuların akademik çevrelerce tanınmasını sağlamıştı. Rhine’ın ele aldığı ilk konu, bazı kişilerin bedensel duyularını kullanmadan dış dünyadan ya da diğer insanların zihinlerinden enformasyon edinebilmeleriydi. Bu fenomene “duyu dışı algılama” (Extrasensory perception, ESP) adını veren ve söz konusu bilimsel araştırma alanına da artık bir ad vermenin gerektiğini düşünen Rhine, Max Dessoir’den esinlenerek parapsikoloji terimini ortaya attı. Rhine, kendisiyle aynı görüşü paylaşan arkadaşlarıyla, duyu dışı algılamayı bilimsel ve istatistiki yöntemlerle inceleyerek DDA’nin üç ana biçimde gerçekleştiğini saptadı:
1- Durugörü (clairvoyance): Fiziki bir nesnenin ya da olayın duyu dışı algılanması;
2- Telepati: Bir başka insanın düşüncelerinin duyu dışı algılanması;
3- Önsezi (prekognisyon): Gelecekteki bir olayın kendiliğinden bilinmesi.
Rhine ve çalışma arkadaşları DDA alanındaki çalışmalarında, deney aracı olarak çeşitli oyun kağıtlarını kullanıyorlardı ki, deneyler, süjenin bu kağıtların üzerindeki biçimleri tahmin edebilmesine dayanıyordu. Fakat Rhine’a göre, oyun kağıtları, çok seçenekli ve üzerlerindeki şekiller açısından karmaşık bir sisteme sahipti. Bu yüzden, o yıllarda Rhine’ın yardımcılığını yapan ve aynı üniversite de algı psikolojisi eğitim gören Karl A. Zener, alıcı ile verici arasındaki iletişimi kolaylaştıran daha basit bir kart sistemi geliştirdi. Daire, artı işareti, yıldız, dalgalı hatlar ve kare gibi basit şekillerden oluşan 25 kartlık bu desteye ‘Zener Kartları’ adı verilmiştir.
Nihayet 1934’de Rhine’ın, “Duyular Dışı Algılama” adlı kitabı yayımlandı. Kitabın hiç beklenmedik bir şekilde bilim çevresinde ve halk arasında aşırı biçimde ilgi görmesi üzerine, DDA terimi ve Zener Kartları oldukça popülerleşti ve bu kartlar bir tür eğlence aracı olarak evlere girdi.
PK’nın Parapsikoloji Kapsamına Girişi: Parapsikolojik araştırmaların giderek dünya çapında önem kazanmasının ardından, parapsikolojinin inceleme alanı da yeni olaylarla genişliyordu. Dr. William McDougall’ın editörlüğünde yayımlanan “Jornal of Parapsychology”nin Mart 1943 sayısında yer alan bir makale, yeni ve etkileyici bir olayı duyurmuştu. Makalede insan düşüncesinin fiziki bir nesneyi doğrudan etkileyebileceğine ilişkin deneysel kanıtların elde edildiği öne sürülüyordu. Dr. Rhine “zihnin madde üzerindeki etkisi ile ilgili bu olayı açıklamak için ”psikokinezi” terimini önerdi. Psikokinezi (PK) deneylerinde başlangıçta zar kullanılıyordu ve süjenin görevi zarın hangi yüzeyinin üste gelerek düşeceğini “önceden bilmek” değil, düşerken istenilen yüzeyinin üste gelmesini “arzu etmek”ti. PK de DDA’yi bütünleyici bir olay olarak parapsikolojik araştırmaların kapsamına girmişti.
Psi’nin Parapsikolojik Kapsamına Girişi: 1947’de Cambridge Üniversitesi parapsikologlarından Dr. R. H. Thouless, DDA ile PK olgularının tümünün tek bir ad ile, Psi terimi ile karşılanmasını önerdi. Terimin tamamıyla benimsenip, yaygın olarak kullanılmasına karşın DDA ve PK terimleri de varlığını sürdürebilecekti.
1930’larda parapsikoloji çevrelerinde fiziksel medyomluğa karşı azalmış olan ilgi, özellikle PK’nın parapsikoloji kapsamına girmesiyle ve yeni deneylerin yapılmasıyla 1950’lerin sonunda yeniden canlandırılmıştı. Buna katkı sağlayan ve dünyada yankı uyandıran deney ve çalışmalar arasında bir psikanalist olan Jule Eisenbud’un düşünce fotoğrafçılığı konusunda uzmanlaşmış olan Ted Serios ile yaptığı deneyler, profesyonel bir sahne sanatçısı olan Uri Geller’in hem DDA hem de PK alanında (özellikle metal nesneleri el değdirmeden bükme alanında) gerçekleştirdiği deneyler ve ressam Ingo Swann’ın gezici durugörü yoluyla yaptığı çizim ve resim deneyleri son derece etkili olmuştu.
Olağanüstü yeteneklerle ilgili bu tür çalışmalar, PK etkisi üzerine hazırlanmış ciddi raporların önemli malzemelerini oluşturdular. Rhine’ın DDA’de kartları ve PK’da zarları kullanması, istatistiğe dayalı deneyler için başarılı sonuçların alınmasında yeterli oluyordu. Ancak bu tür teknikler ve mekanik aygıtların kullanılması, hem uzun zaman aldığından hem de gelişen teknolojinin sunduğu olanakların yanında çeşitli dezavantajlara sahip olduğundan araştırmacılar 1960’lardan itibaren çok daha karmaşık teknikler içeren elektronik aygıtlara yönelmişlerdi. (Rhine’ın ekibinde yer alan fizikçi Helmut Schmidt, kartların ve zarların büyük ölçüde yerini almış olan ve çok daha fazla güvenirlik yüzdesi olan aygıtlar geliştirmişti.)
Günümüzde çoğu araştırmacı, parapsikolojinin başlıca iki gereksiniminden birinin, psi deneylerinin sonuçlarına daha tutarlı karşı–yanıtlar (response) sağlanması, diğerinin sınanabilir teorik modeller ortaya konulması olduğu konusunda görüş birliğindedir.
Akademik anlayışın parapsikolojiyi bilimsel bir inceleme alanı olarak kabullenmesi konusunda şu üç gelişme dönüm noktaları olarak sayılabilir:
1- 1957’de J. B. Rhine tarafından kurulan Parapsikoloji Kurumu’nun, 1969 Aralık ayında Amerikan Bilim Geliştirme Kurulu’na (AAAS) kabul edilmesi. Böylelikle yaklaşık 90 yıllık bir çabanın sonucunda parapsikolojinin bilimsel saygınlığı resmi biçimde onaylanmıştır. Bu, aynı zamanda, özellikle ABD üniversitelerinde psi araştırmalarının artmalarına neden olmuştur.
2- 26–27 Ağustos 1974’te Cenevre’de toplanan “Kuantum Fiziği ve Parapsikoloji” konulu konferans. Konferansa katılan yüzden fazla fizikçinin ve parapsikoloğun öne sürdüğü tezlerde, kuntum fiziğinde kullanılan en ileri düzeyden deneysel ve teorik teknikler ile çeşitli parapsikolojik fenomenler ve yöntemler arasındaki ilişkiler ortaya konulmuştur.
3- 1977’de düzenlenen ve “İzlanda Tezleri” adlı metinleriyle adını duyuran uluslararası parapsikoloji kongresi. İzlanda Tezleri’nde, DDA ve PK fenomenlerine ilişkin ortaya konulan rapor ve veriler sayesinde bilim dünyasında yeni bir dünya görüşünün doğmasını hazırlayan ilk adımlar atılmıştır.
Parapsikoloji, günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde üniversitelerde kürsü edinmiş bir bilim dalıdır. Fakat kimi parapsikoloji kurumları, kendilerini adlandırırken, parapsikoloji terimi yerine parapsikolojinin ilk yıllardaki adı olan “psişik araştırma” adını tercih etmişlerdir. (Parapsikolojik araştırmalar Doğu Avrupa ülkelerinde “psikotronik” adı altında ele alınmıştır.