Parapsİkolojİ sÖzlÜĞÜ

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Bilinen fiziksel–kimyasal yasalarla açıklanamayan ışıklı tezahürlere verilen ad. Bu fenomeni kimileri medyomnik yeteneklere, kimileri bedensiz varlıklara, kimileri uzaylılara, kimileri ise bilinmeyen enerjilerin algılanabilir duruma gelmesine bağlayarak açıklamaya çalışır.
 
Telepati, durugörü, telekinezi vb. fiziksel medyomluk fenomenlerini materyalist (beden dışı bir ruh etkenini kabul etmeksizin) bir bakış açısıyla inceleyen bilim dalı. Psikoloji sözcüğüne Grekçe’deki “para” sözcüğünün eklenmesiyle türetilmiş ve “psikolojinin ardında, ötesinde, kenarında” anlamına gelen terim, ilk kez 1989’da Alman araştırmacı Max Dessoir tarafından kullanılmıştır. Fakat terimi psişik araştırma alanını belirtmek üzere ilk kullananlar (1935) J. B. Rhine ve W. McDougall’dır. Terimin metapsişik teriminin yerine kullanılmak üzere ortaya atıldığını ileri süren araştırmacılar, parapsikologları “materyalist metapsişikçiler” olarak nitelendirirler. Çünkü telepati, durugörü, telekinezi, prekognisyon gibi fenomenler ne tümüyle beyne bağlı maddi fenomenlerdir, ne de zihni ilgilendiren psikolojik fenomenlerdir; bunlar psişik, yani bedene bağlı ruhu ilgilendiren fenomenlerdir. Bu yüzden parapsikoloji terimi yerine metapsişik terimini kullanmak gerekir. Bu fenomenleri inceleyen bilim dalını belirtmek üzere kullanılan bir başka terim de “parapsişik”tir. Fakat bu, parapsikolojinin bir başka adından ibarettir. Parapsişikçiler ile parapsikologların konuya yaklaşımları ve bu tür fenomenlere bakış açıları aynıdır, tek farkları adlarıdır.
Parapsikoloji 20. yüzyılın başlarında doğmuş ve ortalarında sistemli bir hale gelmişse de, kimilerine göre kökeni çok eski uygarlıklara dayanır. 20. yüzyıla dek delilik belirtileri, mucize, büyücülük, cadılık vb. kapsamında ele alınan pek çok olağandışı fenomen, artık parapsikoloji biliminin incelediği olağandışı yeteneklerle ilgili fenomenler olarak ele alınmaktadır.
Bir bakıma insan beş duyusunun ötesindeki yeteneklerini inceleyen bir araştırma alanı olarak ifade edilebilecek parapsikolojinin başlıca konuları şunlardır: Duyu dışı algılama, rüyada DDA, hayvansal psişizm, bitkisel psişizm, telepati, kehanet, durugörü, coğrafi durugörü, duruişiti, psikokinezi, levitasyon, beden dışı deneyimler, değişik bilinç halleri, tekinsiz yer, psişik arkeoloji, kirlian fotoğrafçılığı, düşünce fotoğrafçılığı.
Tarihçe: Parapsikoloji araştırmalarının tarihsel başlangıcı başlıca iki kuruluşa dayandırılır:
1- İlk psişik araştırma ve deneyleri başlatan SPR (İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği, 1882, Londra);
2- Parapsikolojik olayları, istatistiğin, matematik analizin ve mekanik denetimlerin uygulanması şeklinde katı bilimsel yöntemlerle incelemeyi yeğleyen Prof. J. B. Rhine’ın 1932’de ABD, Kuzey Carolina’daki Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde kurduğu parapsikoloji laboratuarı (1961’de kapatılarak, yerine bağımsız olarak çalışan Parapsikoloji Enstitüsü kuruldu).
Parapsikolojinin tarihçesi şöyle özetlenebilir: Kimi kaynaklara göre, Psişik Araştırma Derneği’nin ilk kurucuları arasında bulunan bilim adamlarının ve aydınların ortak görüşü, evrene ”nihai soru”yu, yani, “insan kişiliğinin herhangi bir parçası olan bedenin ölümünden sonra varlık yaş***** sürdürür mü?” sorusunu sormaktı. SPR kurucularının bu “bilimsel merakı”, aslında binlerce yıldır bilimsel gelenekler içerisinde insanoğluna vaat edilen “Ruhsal Kurtuluş”un kanıtlarını sorgulamaktı. Böylelikle ruhun bedensel ölümünden sonra varlığını sürdürdüğü olgusu bilimsel platformda incelenebilecekti. SPR kurucuları bu yüzden, ilk araştırmalarında ölümden sonraki yaşam olgusuna ağırlık veriyorlardı. Ancak, sonraki yıllarda, bilim adamlarının önünde yapılan seanslarda, bazı medyom geçinenlerin sahtekarlık yaptıklarının gözlenmesi, SPR’nin normal fenomenlere yönelik ilgisini azalttı. Bu, özellikle ABD’de ve İngiltere’de yeni bir dinsel hareketin izleyicisi görünümünde ortaya çıkan ve giderek etkinleşen spiritüalistler ile ölümden sonraki yaşamı araştıran psişik araştırmacıların yollarının ayrılma noktası olarak kabul edildi. Bununla birlikte medyomluk seansları izleyen bilim adamları, bir yandan medyomların sahtekarlıklarını ve hile girişimlerini ortaya çıkarırken bir yandan da kimi olayların normal ötesi olduğu konusunda ikna olarak, bir ikilem yaşıyorlardı.
Bu arada SPR’nin kuruluşundan üç yıl sonra, 1885’te, ABD’de, deneysel psikolojinin kurucusu psikolog William James’in (1842–1910) çabalarıyla, parapsişik araştırmalar yapmak üzere Amerikan Psişik Araştırma Cemiyeti kurulmuştu. (Dört yıl sonra SPR ile birleşen ASPR, 1907’de tekrar bağımsız oldu.)
SPR ile ASPR’nin çalışmalarının izlendiği Avrupa ülkelerinde de psişik araştırmalara duyulan ilgi ve eğilim giderek artıyordu. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında bu ilgi ve eğilim, meyvesini bu ülkelerde birbiri ardınca psişik araştırma kurumlarının kurulmasıyla verdi. Bu kurumalardan biri, Fransa’da psişik araştırma alanında ilk ciddi kurum olan, 1919’da kurulan, ilk başkanlığını Prof. Dr. Charles Richet’nin yaptığı Uluslararası Metapsişik Enstitüsü idi. Prof. Richet’nin öncülüğündeki Enstitü, psişik deneylerin yürütülmesiyle ilgili olarak iki önemli konuda ilk adımları attı. Bunlardan biri, Prof. Richet’nin psişik araştırma deneylerinde istatistiki yöntemi ilk kez uygulamasıydı. Richet, oyun kağıtlarını yarı saydam zarflara koyarak ipnoz altındaki süjelerin bu kartları durugörü ile görmelerini istiyor, sonra da deney sonuçlarını matematiksel olarak kaydediyordu. Diğeri ise; F. A. Mesmer’in zamanından beri süregelen ve 19. yüzyıldaki ilk bilimsel psişik deneylerde egemen olan, “telepati ile durugörünün ancak ipnoz altında ortaya çıktığı” inanışının boş olduğunun ortaya çıkarılmasıydı. Paranormal algılamaların, süje normal bilinç halinde iken bile söz konusu olabileceğini ilk kez öne süren Prof. Richet, ipnoz kullanmadan parapsişik deneyler yürüten ilk bilim adamı oldu.
İlk uluslararası psişik araştırma kongresi 1921’de, Kophenag’da (Danimarka), ikinci kongre ise 1923’te Varşova’da (Polonya) düzenlendi. Özellikle ikinci kongre sırasında psişik araştırma terminolojisi standart duruma getirilmeye çalışılmış, ancak bu durum başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Araştırmacı Hereward Carrington’ın yayımladığı bir rapora göre, 1930’a kadar –öncü ülkelerin dernekleri dışında– şu ülkelerde psişik araştırma dernekleri kurulmuş bulunuyordu: Rusya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsviçre, Yunanistan, Polonya, İzlanda, Japonya, Meksika, Kanada, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan, Çin ve Arjantin. (Bu listeye resmi olmayan kuruluşlar dahil edilmemişti.)
Yüzyılın ilk yirmi beş yılındaki gelişmelerle, parapsişiğin, psikolojinin bir branşı olarak modern bilimin bünyesine yerleşeceği sanılmıştı, ama sonuç böyle olmadı. Yirminci yüzyılın ilk yıllarındaki psikoloji, giderek mekanik ve davranışçı anlayışa yönelmeye başlayınca, psişik araştırmalarla arasındaki ilinti de hoş karşılanmamaya başladı. Akademik psikolojinin ünlü isimlerden kimilerinin (Willam James ya da William McDougeall gibi) bu küçümsenen araştırma alanı ile ilgilerini sürdürmelerine karşılık, genç psikologlar için bu konu, giderek kabullenir olmaktan çıkıyordu. Hatta Avusturyalı Psikiyatr Sigmund Freud (1856–1939) bile, akıntıya kürek çekmeyerek, 1922’de psikanalizci akımın içinden gelen baskılara boyun eğdi ve telepati ile ilgili olarak yazdığı “Psikanaliz ve Telepati” başlıklı raporunu açıklamadı (bu rapor ancak ölümünden sonra yayımlanacaktı).
Psişik Araştırmanın Deneyselleşmesi ve DDA: Psişik araştırmaların parapsikoloji adı altında bilimsel kimliğini kazanma sürecinde en önemli dönüm noktasını, J. B. Rhine’ın, paranormal fenomenleri laboratuar ortamına çekmesi ve deneysel olarak incelemeye başlaması oluşturmuştur. Rhine ve kendisi gibi biyolog olan eşi Dr. Louise E. Rhine’ın 1932’de, davranışçı öğretiyi izlemeyi reddeden psikolog Prof. Dr. William McDougall’ın dekan olarak bulunduğu Duke Üniversitesi’nin Psikoloji Fakültesi bünyesinde bir psişik araştırma laboratuarı kurması, o zamana dek tedirginlikle karşılanan telepati, durugörü gibi konuların akademik çevrelerce tanınmasını sağlamıştı. Rhine’ın ele aldığı ilk konu, bazı kişilerin bedensel duyularını kullanmadan dış dünyadan ya da diğer insanların zihinlerinden enformasyon edinebilmeleriydi. Bu fenomene “duyu dışı algılama” (Extrasensory perception, ESP) adını veren ve söz konusu bilimsel araştırma alanına da artık bir ad vermenin gerektiğini düşünen Rhine, Max Dessoir’den esinlenerek parapsikoloji terimini ortaya attı. Rhine, kendisiyle aynı görüşü paylaşan arkadaşlarıyla, duyu dışı algılamayı bilimsel ve istatistiki yöntemlerle inceleyerek DDA’nin üç ana biçimde gerçekleştiğini saptadı:
1- Durugörü (clairvoyance): Fiziki bir nesnenin ya da olayın duyu dışı algılanması;
2- Telepati: Bir başka insanın düşüncelerinin duyu dışı algılanması;
3- Önsezi (prekognisyon): Gelecekteki bir olayın kendiliğinden bilinmesi.
Rhine ve çalışma arkadaşları DDA alanındaki çalışmalarında, deney aracı olarak çeşitli oyun kağıtlarını kullanıyorlardı ki, deneyler, süjenin bu kağıtların üzerindeki biçimleri tahmin edebilmesine dayanıyordu. Fakat Rhine’a göre, oyun kağıtları, çok seçenekli ve üzerlerindeki şekiller açısından karmaşık bir sisteme sahipti. Bu yüzden, o yıllarda Rhine’ın yardımcılığını yapan ve aynı üniversite de algı psikolojisi eğitim gören Karl A. Zener, alıcı ile verici arasındaki iletişimi kolaylaştıran daha basit bir kart sistemi geliştirdi. Daire, artı işareti, yıldız, dalgalı hatlar ve kare gibi basit şekillerden oluşan 25 kartlık bu desteye ‘Zener Kartları’ adı verilmiştir.
Nihayet 1934’de Rhine’ın, “Duyular Dışı Algılama” adlı kitabı yayımlandı. Kitabın hiç beklenmedik bir şekilde bilim çevresinde ve halk arasında aşırı biçimde ilgi görmesi üzerine, DDA terimi ve Zener Kartları oldukça popülerleşti ve bu kartlar bir tür eğlence aracı olarak evlere girdi.
PK’nın Parapsikoloji Kapsamına Girişi: Parapsikolojik araştırmaların giderek dünya çapında önem kazanmasının ardından, parapsikolojinin inceleme alanı da yeni olaylarla genişliyordu. Dr. William McDougall’ın editörlüğünde yayımlanan “Jornal of Parapsychology”nin Mart 1943 sayısında yer alan bir makale, yeni ve etkileyici bir olayı duyurmuştu. Makalede insan düşüncesinin fiziki bir nesneyi doğrudan etkileyebileceğine ilişkin deneysel kanıtların elde edildiği öne sürülüyordu. Dr. Rhine “zihnin madde üzerindeki etkisi ile ilgili bu olayı açıklamak için ”psikokinezi” terimini önerdi. Psikokinezi (PK) deneylerinde başlangıçta zar kullanılıyordu ve süjenin görevi zarın hangi yüzeyinin üste gelerek düşeceğini “önceden bilmek” değil, düşerken istenilen yüzeyinin üste gelmesini “arzu etmek”ti. PK de DDA’yi bütünleyici bir olay olarak parapsikolojik araştırmaların kapsamına girmişti.
Psi’nin Parapsikolojik Kapsamına Girişi: 1947’de Cambridge Üniversitesi parapsikologlarından Dr. R. H. Thouless, DDA ile PK olgularının tümünün tek bir ad ile, Psi terimi ile karşılanmasını önerdi. Terimin tamamıyla benimsenip, yaygın olarak kullanılmasına karşın DDA ve PK terimleri de varlığını sürdürebilecekti.
1930’larda parapsikoloji çevrelerinde fiziksel medyomluğa karşı azalmış olan ilgi, özellikle PK’nın parapsikoloji kapsamına girmesiyle ve yeni deneylerin yapılmasıyla 1950’lerin sonunda yeniden canlandırılmıştı. Buna katkı sağlayan ve dünyada yankı uyandıran deney ve çalışmalar arasında bir psikanalist olan Jule Eisenbud’un düşünce fotoğrafçılığı konusunda uzmanlaşmış olan Ted Serios ile yaptığı deneyler, profesyonel bir sahne sanatçısı olan Uri Geller’in hem DDA hem de PK alanında (özellikle metal nesneleri el değdirmeden bükme alanında) gerçekleştirdiği deneyler ve ressam Ingo Swann’ın gezici durugörü yoluyla yaptığı çizim ve resim deneyleri son derece etkili olmuştu.
Olağanüstü yeteneklerle ilgili bu tür çalışmalar, PK etkisi üzerine hazırlanmış ciddi raporların önemli malzemelerini oluşturdular. Rhine’ın DDA’de kartları ve PK’da zarları kullanması, istatistiğe dayalı deneyler için başarılı sonuçların alınmasında yeterli oluyordu. Ancak bu tür teknikler ve mekanik aygıtların kullanılması, hem uzun zaman aldığından hem de gelişen teknolojinin sunduğu olanakların yanında çeşitli dezavantajlara sahip olduğundan araştırmacılar 1960’lardan itibaren çok daha karmaşık teknikler içeren elektronik aygıtlara yönelmişlerdi. (Rhine’ın ekibinde yer alan fizikçi Helmut Schmidt, kartların ve zarların büyük ölçüde yerini almış olan ve çok daha fazla güvenirlik yüzdesi olan aygıtlar geliştirmişti.)
Günümüzde çoğu araştırmacı, parapsikolojinin başlıca iki gereksiniminden birinin, psi deneylerinin sonuçlarına daha tutarlı karşı–yanıtlar (response) sağlanması, diğerinin sınanabilir teorik modeller ortaya konulması olduğu konusunda görüş birliğindedir.
Akademik anlayışın parapsikolojiyi bilimsel bir inceleme alanı olarak kabullenmesi konusunda şu üç gelişme dönüm noktaları olarak sayılabilir:
1- 1957’de J. B. Rhine tarafından kurulan Parapsikoloji Kurumu’nun, 1969 Aralık ayında Amerikan Bilim Geliştirme Kurulu’na (AAAS) kabul edilmesi. Böylelikle yaklaşık 90 yıllık bir çabanın sonucunda parapsikolojinin bilimsel saygınlığı resmi biçimde onaylanmıştır. Bu, aynı zamanda, özellikle ABD üniversitelerinde psi araştırmalarının artmalarına neden olmuştur.
2- 26–27 Ağustos 1974’te Cenevre’de toplanan “Kuantum Fiziği ve Parapsikoloji” konulu konferans. Konferansa katılan yüzden fazla fizikçinin ve parapsikoloğun öne sürdüğü tezlerde, kuntum fiziğinde kullanılan en ileri düzeyden deneysel ve teorik teknikler ile çeşitli parapsikolojik fenomenler ve yöntemler arasındaki ilişkiler ortaya konulmuştur.
3- 1977’de düzenlenen ve “İzlanda Tezleri” adlı metinleriyle adını duyuran uluslararası parapsikoloji kongresi. İzlanda Tezleri’nde, DDA ve PK fenomenlerine ilişkin ortaya konulan rapor ve veriler sayesinde bilim dünyasında yeni bir dünya görüşünün doğmasını hazırlayan ilk adımlar atılmıştır.
Parapsikoloji, günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde üniversitelerde kürsü edinmiş bir bilim dalıdır. Fakat kimi parapsikoloji kurumları, kendilerini adlandırırken, parapsikoloji terimi yerine parapsikolojinin ilk yıllardaki adı olan “psişik araştırma” adını tercih etmişlerdir. (Parapsikolojik araştırmalar Doğu Avrupa ülkelerinde “psikotronik” adı altında ele alınmıştır.
 
Parapsikoloji Metapsişik teriminden sonra Oesterreich tarafından icat edilmiş bir kelimedir. Parapsişik ise aynı anlamda olup, E. Boirac tarafından teklif edilmiş bir terimdir. Konusu telepati, durugörü, psikokinezi (telekinezi) ve prekognisyon (geleceği bilme)’den ibarettir. Bütün bu olayları materyalist bir gözle incelerler. Bunların hepsini, ruhsal bir cevheri kabul etmeden, sadece beynin bir yeteneği, gelişmemiş yetenekleri olarak kabul ederler. Üniversitelerde bu isim altında kurulmuş ve yukarıdaki konuları inceleyen kürsüler vardır. Eski materyalist metapsişiğe verilen yeni isimdir. Psikolojik ile psişik arasındaki temel fark ele alınırsa parapsikoloji teriminin, kapsadığı olaylar bakımından, yetersiz kaldığı meydandadır. Telepati, durugörü, telekinezi, prekognisyon gibi olayların, bilinen anlamı içinde, psikolojik olmadıkları bilinen bir gerçektir. Onlar psişiktirler. Yani beden dışı bir ruhsal güce ve yeteneğe dayanmaktadırlar.
 
Teozofideki “Akaşik Kayıtlar” kavramanın modernize edilmiş bir biçimine oturtulan, kimi parapsikologlarca ortaya atılmış kainat hafızası teorisi. Bedensiz varlıklarla medyomnik irtibatların varlığını kabul etmeyen kimi parapsikologların ortaya attığı bu teoriye göre, maddi ve psişik tüm olayların izleri birtakım vibrasyonlar halinde bir ortamda toplanır ve sonsuza dek dağılıp bozulmadan kalırlar ki, medyomnik ruhsal irtibat seanslarında medyomlar gereken bilgileri bedensiz varlıklardan değil, bu vibrasyonlardan elde ederler. Teoriye göre vibrasyonlar ortamından geleceğe ait bilgileri de elde etmek olanaklıdır.
Spiritüalistlere göre bir vizyonun, varlığını sonsuza dek sürdürmesi, maddesel olarak olanaksızdır. Her vibrasyonu, zıt etkiler, doğa yasaları gereğince, zamanla nötr hale getirirler. Yani her vibrasyonun şiddeti ve gücü zamanla zayıflar ve zamanla yok olur ya da etkisizleşir. Varlığın yaşadığı olayların anılarının korunabileceği tek yer, perisprisindeki bireysel kayıtlardan oluşan serbest hafızadır.
 
Kişinin geçmişte kendisinin bulunmadığı bir olayı paranormal algılaması, “Retrokognisyon”da denir.
Ruhçu anlayışa göre bu fenomen üç şekilde gerçekleşebilir:
1– Doğrudan bedensiz varlıklardan bilgi alma;
2– Medyomun kendisinin bir başka varlığın serbest hafıza kayıtlarından yararlanması;
3– Tekinsiz yer gibi fenomenlerde görüldüğü gibi, kimi koşullarda, medyomun bir insanın bıraktığı imaj yüklü vibrasyonları radyasyonları sayesinde yakalaması (fakat ruhçu görüşe göre bir vibrasyonun, varlığını, teozofinin akaşik teorisinde sanıldığı gibi ebediyen sürdürmesi maddesel olarak olanaksızdır.). Neo–spiritüalist görüşe göre, tekinsiz yer fenomeninde, süjenin geçmişteki olayların imaj yüklü vibrasyonlarını esiri ortamda dalgalar halinde yayılan radyasyonları ve birtakım akışkanları aracılığıyla yakalaması söz konusudur.
Psişik Kriminoloji’de Psişik Arkeoloji’de ve kayıp eşyaların yerinin bulunmasında postkognisyon medyomlarından yararlanılmaktadır. Kimi psikometri medyomları aynı zamanda postkognisyon medyomlarıdır. Kimileri postkognisyon medyomlarına “akaşik okuma medyomu” adını vermişlerdir.
 
Meydana gelecek olayların önceden algılanması paranormal fenomenine verilen ad. Parapsikolojik araştırmalara göre, prekognisyon fenomenlerinde yüzde 60 oranda rüyalar tarzında, yüzde 40’lık bölümü ise uyanık durumda görülen kendiliğinden vizyonlar, işitsel halüsinasyonlar, aniden zihinde çakan düşünceler ve bilme duygusu tarzında beliren veya trans sırasında oluşan bir medyomluk söz konusudur. Parapsikolojik istatistiklere göre, prekognisyonların büyük bir kısmı ilk 48 saat içinde olacakları kapsamaktadır, aylarca ve yıllarca sonrasını ilgilendiren prekognisyonlar azdır. Ciddi heyecansal şokların prekognisyonda önemli bir etken olduğu görülmektedir. Prekognisyon konularının büyük bir kısmı mutsuz olaylara (ölüm, hastalık, kaza, doğal afet v.b.) ilişkindir. Bu fenomenlerin yüzde 80’lik bir kısmında, prekognisyona konu olan kişilerin süjenin eşi, ailesinden bir birey, bir dostu veya duygusal bir bağı olan biri olduğu saptanmıştır. Süjenin tanışmadığı kişilerle ilgili, kalan yüzde 20’lik kısım ise, genellikle uçak düşmesi, deprem gibi kurban alan felaketlere ilişkin haberler içermektedir.
Prekognisyon terimi sık sık “premonisyon” terimi ile karıştırılmaktadır. Aradaki fark, prekognisyonun özel bir olay hakkında açık bir bilgi içermesine karşılık, premonisyonda, meydana gelecek olay hakkında yalnızca belli belirsiz bir hissetmenin söz konusu olmasıdır. Parapsikoloji geleceği bilme fenomeninin gerçek olduğunu kabul etmekle ve laboratuarda bu fenomeni bilimsel olarak inceleyip, sonuçlarını sınıflandırmakla birlikte, fenomenin açıklanmasına ve nedenine bir çözüm getirememektedir. Öte yandan geleceğin bilinmesi demek, bu geleceğin daha önce belirlenmiş olması anlamına gelir ki, bu durumda parapsikologlara göre, fatalizm (sabit–kadercilik) anlayışı içerisine düşülmüş olmaktadır.
Neo–spiritüalist görüş insanın kendisiyle veya diğer insanlarla ilgili geleceği bilme fenomenini fatalizm içine düşülmeksizin şöyle açıklar: Varlıklar kendi iradeleriyle yaptıklarının İlahi İrade Yasaları’nca ve nedensellik kurallarıyla belirlenen mukadderat dediğimiz sonuçlarıyla karşılaşırlar. Dolayısıyla her varlık için ezelden belirlenmiş bir kader olmamakla birlikte, her varlığın geçmişte yaptıklarının sonuçları olarak, geleceğinin (mukadder) kaçınılmaz duruma geçmiş bir kısmı –ki bu kısım, Yüksek İdare Mekanizması tarafından bir plan ve program dahilinde düzenlenir– söz konusudur. İşte gelecekten haber alma fenomenleri, geleceğin bu belirlenmiş kısmına ait enformasyonun insanlar tarafından çeşitli şekillerde (tebliğ, rüya, vizyon, sezgi vb.) bilinmesine Yüksek İdare Mekanizması’nın çeşitli amaçlarla izin vermesiyle gerçekleşir.
Önceden bilme, yalnız insanlarda görülmez. Birçok hayvanlar deprem olmadan önce bunu kuvvetle hissederler. Kuşlar göç ederlerken yollarını önceden bilirler. Karıncalar şiddetli geçecek kış için önceden besin biriktirirler. Önceden bilme her devirde insanları cezp etmiştir. İnsanlar, her zaman, gelecek karşısında daha tedbirli olmayı, kendilerini bir nevi garantiye almayı arzu etmişler, proje ve arzularının gerçekleşme derecesini öğrenmek istemişlerdir. Hatta kral ve hükümdarlar prekognisyon yeteneği olan kimselerle işbirliğinde bulunmuşlardır.
 
Yakın veya uzak bir gelecekte meydana gelecek olan bir olayın imajlı ya da imajsız biçimde, kendiliğinden bilinmesi demektir. Uyanık halde, rüyada yahut uyurgezer durumda meydana gelebilir. Bir tür önsezidir denebilir.
Önsezi, meydana gelecek olayları, akla dayalı bir nedeni olmayan bir huzursuzluk, gerginlik veya kaygı gibi duygu halleriyle belli belirsiz bir şekilde paranormal olarak hissetmedir. Premonisyonlarla daha çok, felaket, tehlike, ölüm gibi mutsuz olayların habercisi olarak karşılaşılır.
 
Grek alfabesinin 23. harfi olan psi, Grekçede, kimi filozoflarca “ruh”, kimi filozoflarca “yaşamsal güç” anlamında kullanılan “psikhe” sözcüğünün ilk harfi olduğundan, harfin okunuşu olan “psi”, parapsikolojide “DDA” ve “psikokinezi” fenomenlerinin ifade edilmesinde kullanılan bir terim haline gelmiştir. Yalnızca parapsikologlar tarafından benimsenen bu terim, parapsikolojik literatüre ilk kez İngiliz psikolog ve parapsikolog R. Henry Thouless ve Dr. W. P. Wiesner tarafından 1946’da dahil edilmiş ve DDA ve psikokineziyi ilgilendiren fenomenlerin tümünü ifade etmek için kullanılmıştır. Thouless ve Wiesner bu fenomenleri “psi–gamma” ve “psi–kappa” (PK) fenomenleri halinde iki bölümde ele almışlardır. Zihnin, bedensel bir aracı olmadan, madde ile etkileşmesinin tezahür şekillerinin tümüne ise “Psi etkisi” denilmektedir. Ancak bedensiz varlıkların veya ruhun beden dışındaki mevcudiyeti üzerinde durmayan ve söz konusu paranormal olayların hiç birinde ruhsal bir etken olmadığını düşünen parapsikologlara göre, psi etkisi insanın kendisiyle veya canlılarla sınırlıdır. Psi etkisini bir çeşit dalga tipine, partiküllere, elektromanyetik alana ve nükleer güce bağlayan çeşitli teoriler ortaya atılmışsa da, parapsikologlar arasında bu konuda henüz ortak bir görüşe varılamamıştır.
 
Bilinçaltı içeriğinin bilinç düzeyinde belirmesine yönelik bir uyaran işlevi olan maddelere verilen ad. Terim, genellikle, halüsinojen uyuşturucular, LSD ve bu tür etkileri olan kimyasal maddeleri belirtmek üzere kullanılır.
 
Psikokinezi isminin İngilizcedeki sıfatı olup, “Psikokinezi ile ilgili” anlamına gelir.
 
Bedeni hiçbir araç araya girmeden, fiziksel bir enerji olmadan, bilinen hiçbir taşıyıcı kullanmadan fizik bir varlık üzerinde insan ruhu tarafından meydana getirilen direkt etkiler, fiziksel hareketlerdir. Parapsikolojide “bilinen maddi araçlar olmadan zihnin madde üzerindeki doğrudan aksiyonu” olarak tanımlanır. Levitasyon, apor, eşyaların yer değiştirmesi, tekinsiz evler, darbeler, bilokasyon, ektoplazmik olaylar, manyetik olaylar psikokinetik adı altında incelenmektedir.
Terim, Grekçe’deki “psikhe” (ruh) ve kinesis” (hareket) sözcüklerinden türetilmiş olup, parapsikolog J. B. Rhine tarafından ortaya atılmıştır. El değirmeden nesneleri hareket ettirebilme, metal bükme vb. paranormal fenomenleri kapsar. Beden dışı bir ruhun varlığı ile ilgilenmeyen parapsikologların telekineziye verdikleri addır. Kısaca “PK” olarak yazılır. Psikokinezi, parapsikolojinin iki temel araştırma alanından birini oluşturmaktadır. Parapsikologlar psikokinezi fenomenlerinde söz konusu olan etkiyi “psi etkisi” olarak adlandırırlar.
Neo–spiritüalist görüşe göre bu tür fiziksel medyomluk fenomenlerinde, genellikle medyomun kendi ruhunun, bedenden çıkan radyasyonun oluşturduğu elektro manyetik alandaki maddelerin partikülleri arasındaki ilişkilere perispiri akışkanlar aracılığıyla müdahaleleri söz konusudur. Medyom bu müdahaleleri genellikle otomatik iradeyle, farkında olmadan yapar.
 
Topluca yapılan PK (psikokinezi) deneylerinde bireysel PK deneylerinden daha verimli sonuçlar alınabileceğine inanan kimselerin bu tür bir deney yapmak, özellikle metal bir nesneyi bükmek amacıyla, zihin güçlerini birleştirmek üzere bir araya geldikleri toplantıya verilen ad. Kimi araştırmacılar en verimli sonuçların 15 ile 40 kişi arası gruplarda alındığını belirtmektedirler.
 
Uzak veya yakın geçmişte bir eşya ile temas etmiş bulunan bir ya da birkaç kişinin geçirdikleri heyecani hallerin ve kaydettikleri imajların zihinde yeniden yapılanmasına denir. Durugörü medyomluğunun bir türüdür. Uzaktan, çevresel ve sezgisel psikometri olarak sınıflanır.
Terim, Grekçedeki “psikhe” (ruh) ile “metron” (ölçme) sözcüklerinden türetilmiş olup ilk kez 1840’da ABD’li fizyoloji profesörü Joseph R. Buchanan tarafından kullanılmıştır. Psikometri yeteneğine sahip medyomlar (psikometr ya da psikometrist) bir kişiye ait eşyaya dokunarak, o sırada orada olmasa da, o kişinin fiziksel, zihinsel ve ahlaki özelliklerini, şimdi veya geçmiş bir olay sırasındaki heyecan ve imajlarını saptayabilmekte ve kimi zaman da, karşılaşacağı olaylar hakkında bilgi verebilmektedirler. Bu bakımdan psikometri kimi zaman durugörü, postkognisyon ve prekognisyon medyomluğunun da söz konusu olduğu bir medyomluktur. Kimi psişikler psikometri medyomluğunu, medyomun söz konusu eşyayı önceden dokunan kimseden sinmiş vibrasyonları alıp bu vibrasyonların kaynağı olan kimseyle psişik irtibat kurması biçiminde açıklar.
Psikometri medyomlarının kimileri eşyayı ellerinin arasına alır, kimileri ise başın tepe kısmına, alına veya mide boşluğuna yerleştirirler. Psikometri deneylerinde metal eşyalar üzerinde daha verimli sonuçlar alındığı görülmüştür. Kapalı mektupları okuyabilen psikometri medyomlarına kriptoskop denir.
İnsandan çıkan yüksek frekanslı psikomanyetik tesirler eşyaların molekül boşluklarında iz bırakırlar. Psikometrik süje bu etkileri hisseden, onları vizyon ve fikirlere çeviren bir yeteneğe sahiptir. Ayrıca bir kimsenin geleceğine ilişkin psikometri de, eşyanın sahibi ile ruhsal irtibat yoluyla, iletişim kurulur. Etkiler eşya sahibi ile ilişki için dinamik bir araç olurlar.
 
Zihnin enerji ve madde ile etkileşimlerini elektronik aygıtlarla inceleyerek, paranormal fenomenlerin yasalarını saptamayı ve bundan uygulamalı olarak yararlanmayı amaçlayan psikotronik, kısaca, Batı’daki adıyla parapsikolojik araştırmalar alanını kapsayan bilim dalının Doğu Avrupa ülkelerindeki (Çekoslovakya ve Sovyetler Birliği) adıdır. Terim Grekçedeki “ruh” (psikhe) ve “elektron” sözcüklerinden türetilmiştir.
Psikotronik, bilimsel kimliğini 1960’larda, özellikle Çekoslovakya’da sürdürülen psişik araştırmalardan elde edilen sonuçlarla kazanmıştır. Canlıları, bilinmeyen bir kozmik etkiyi ve enerjiyi toplayan ve dönüştüren birer araç olarak ele alan psikotronikte, canlıların dönüştürdüğü bu güce biyoenerji, bu enerjinin birimlerine ise “psikotron” (psi ve elektron sözcüklerinden oluşur) adı verilir.
Psikotronik araştırmacılarına göre insanın çekip bir transformatör gibi dönüştürüp bedeninden yaydığı bu güç yine insan aracılığıyla bir aygıta aktarılabilir, aygıtta biriktirilebilir, aygıt aracılığıyla çeşitli amaçlarla kullanılabilir. Yani bilinmeyen bir kozmik etkiyi ya da enerjiyi çekip biyoenerjiye veya diğer adıyla psikotronik enerjiye dönüştürerek bunu bedeninden yayan bir canlı aracılığıyla söz konusu enerji bir aygıtta depolanarak kullanılabilir. Bu aygıta “psikotronik jeneratör” adı verilir.
İlk psikotornik jeneratörü, 1960’larda Çek Robert Pavlita icat etmiştir. Yapılan deneyler sonucunda görülmüştür ki, insan elinin temasıyla dönme, ışıma, kıvılcım çıkarma, salınma gibi belirtiler gösteren bu jeneratörlerle bitkilerin gelişimi hızlandırılabilmekte, böcekler öldürülebilmekte, kirli sular mikroplardan arındırılabilmekte, suyun moleküler yapısı değiştirilebilmekte, nesneler uzaktan hareket ettirilebilmekte ve birçok PK ve DDA yetenekleri uyarılarak açığa çıkarılabilmektedir.
ABD’de ilk psikotronik jeneratör, “psiyonik jeneratör” adıyla, Houstan’da Woodrow W. Ward tarafından 1970’te yapılmıştır. Gözlerden çıkan enerji dalgalarıyla harekete geçebildiği belirtilen bu jeneratörün, gezegenler ve Ay’ın belirli konumlara gelmesi ve çocukların bakması söz konusu olduğunda daha çabuk etkilendiği bildirilmektedir.
 
DDA olayları ile beden dışı seyahat, uzaktan veya yakından şifacılık, kendi kendine derin gevşeme, güdümlü uyanık rüya, zihin kontrolü ve kendi kendine telkin–ipnoz gibi psişik deneyimlerin uygulanmasını kendine konu edinmiş; bütün bu çalışmaları bilimsel metot ve araştırmalarla yürüterek bunları psişik ve fizyolojik ilkelerini bularak evrenselleştirmeye çalışan bir bilim dalıdır.
Başka bir ifadeyle psişik araştırmalarla elde edilen sonuçların insanın huzurlu ve dengeli bir ruhsal yaşam sürdürmesini sağlamak amacıyla, insanın kendisinde gizli bulunan psişik güç ve yeteneklerini keşfetmesi, kullanması, geliştirmesi ve bunlardan günlük yaşamda yararlanabilmesinin yol ve yöntemlerini sistemli ve bilimsel olarak inceleyip açıklayan bilim dalı, araştırma alanıdır.
Metapsişik ve parapikoloji biliminin teorik araştırmalarının tamamen uygulamalı dalı olarak psiloji, kendi konusuyla ilgili her çalışma ve bilgiyi inceleyerek onların psikofizyolojik ilkelerini bulur ve her insanın uygulayabileceği metotlar geliştirir. Çeşitli psişik çalışma türlerini (telkin, yoga, DDA) sentezleyerek insandaki psişik yetenek ve güçlerin kullanılmasını, geliştirilmesini, bunlardan günlük hayatta yararlanılmasını, psişik gerilim ve huzursuzlukların ortadan kaldırılarak dengeli bir ruhsal yaşama geçirilmesini sağlar.
 
Terim iki anlamda kullanılır:
1- Ruh anlamındaki “psişe” (Grekçe “psikhe”) sözcüğünün sıfatı olup, “bedene bağlı ruh ile ilgili” ya da “alışılmamış ruhsal fenomenler ile ilgili” anlamında kullanılır. Metapsişik ya da parapsişik alanda çok sık kullanılan “psişik” terimi ile karıştırıldığı görülmektedir. Psişik ile psikolojik terimleri arasındaki temel fark, birinin (psişik) bedenli ruhu, diğerinin (psikolojik) zihni ilgilendiriyor olmasıdır.
2- DDA veya PK alanında herhangi bir yeteneği olan kişi.
Bedene bağlı ruhun (psişenin) görünümleriyle (tezahürat) ilgili olan. Mutad olmayan, normal dışı denilen ruhsal olaylara ait. Parapsişik ya da Metapsişik olaylar gibi, başka ruhsal kuvvetlerin birer görünümü olarak kendilerini gösteren ruhsal olaylara ait. Psişik terimi, niceliklerine ve hakiki sebeplerine dair önceden bir hükümde bulunmadan, gizli, olağandışı, ruhsal sıfatlarıyla pek kolay ifade olunan, hepsi de pek geniş, hayret verici, olağanüstü görünüşlü olan bütün olayları kucaklar. Psişik ile psikolojik’i karıştırmamak lazımdır. Psişik, bedenli ruha; psikolojik, düşünceye, zihne ait olandır.
Psişizm: Bir bütün oluşturan psişik olayların hepsidir. Ayrıca, ruhun özel bir seyyaleden oluştuğunu varsayan felsefi bir mezhebe de psişizm adı verilmiştir.
 
Parapsikolojiye ilk yıllarda verilen addır. Günümüzde pek çok parapsikoloji kurumu parapsikoloji terimi yerine psişik araştırma terimini kullanmayı sürdürmektedir.
 
Bedensiz varlıklarla irtibat veya durugörü, psikometri, postkognisyon medyomluk yetenekleri yoluyla geçmiş hakkında bilgi edinme ve bu verilerin tarih ve arkeolojiye uygulanmasıyla ortaya çıkmış bir psişik uygulama alanıdır. “Sezgisel arkeoloji” de denilir. Psişik arkeoloji sayesinde, Mısır, Mu, Lemurya, Atlantis ve diğer eski uygarlıklar hakkında arkeolojinin klasik yöntemleriyle elde edilmeyecek pek çok bilgi elde edilmiştir. Kimileri, eski yapılar ile ley hatları arasındaki ilişkileri inceleyen ley bilimini de psişik arkeoloji kapsamında ele alırlar.
 
Levitasyon ve telekinezi fenomenlerinde medyom ile eşya arasında irtibat sağlayan ektoplazmik uzantılara verilen ad. Medyomun eşyaları bu ektoplazmik destelerle hareket ettirdiğini ve havada tutabildiğini düşünen İngiliz makine mühendisi W. Jackson Crawford, fotoğraflarla görüntülenen bu kollara psişik kaldıraç (psychic lever) adını vermiştir.
 
Psişik yöntemlerin kriminolojide (suç bilimi) kullanılmasıyla oluşmuş bir psişik uygulama alanıdır. Psişik kriminoloji, bedensiz varlıklarla irtibat kurarak, ipnoz ve ekimenziye veya psikometri, durugörü ve postkognisyon medyomlarına başvurarak, kayıp olaylarını, cinayetleri ve diğer suç olaylarını aydınlatmayı amaçlar.
 
Geri
Üst