Parapsİkolojİ sÖzlÜĞÜ

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
20
EXE RANK

Method

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
5 May 2010
Mesajlar
30,484
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Method
ALFA DALGASI

Alman psikiyatri doktoru Hans Berger, 1924 yılında, telepatik olaylarla ilgili araştırmalarında herhangi bir kaza sonucu kafatasında zedelenme meydana gelen bireylerin elektriği faaliyetini ölçtü. Çalışmasının sonucunda, beyin hücrelerindeki faaliyetin karmaşık bir yapıya sahip olmayıp, dalgalar ya da beyinsel ritimler halinde düzenlendiğini saptadı. Bulduğu ilk düzenli ritim, alfa ismini verdiği dalga seviyesi oldu. Bu dalga, saniyede ortalama 8 – 14 devirlik bir frekanstaydı. Amplitüdü ise 100 mikrovoltdu.
1934’de İngiliz Lord Edgar Adrian ve B.C.H. Matthews, yapmış olduğu çalışmalar sonucunda Berger’in haklı olduğunu gördüler. Bilinçli bir süjede tekdüze bir faaliyet meydana gelebiliyordu. Alfa ritmi “uyku ile uyanıklık arası” bir hale rastlıyordu. Genellikle tam bir duyumsal ve zihinsel dinlenme, sükunet halidir.
Sadece alfa dalgası değil, 14 Hertz’den büyük beta, 4–7 hertz’lik teta, 3 hertz’den küçük delta dalgaları da keşfedildi. Tıpta, parapsikolojide, eğitimde bu dalgalarla ilgili geniş araştırmalar yapılmaktadır. Metapsişik çalışmalarda iyi telepatlar, kendilerini “tamamen gevşek ama dikkatli” bir halde tutarlar. “Gevşek bir dikkat, mevcut olmayan bir nokta üzerine konsantre olmak” halinde bulunarak alfa ritmini düzenli olarak üretirler. DDA olaylarında alfa ritmi önemli bir yer tutar özellikle telepati ile alfa ritmi arasında esaslı bir ilişki vardır.
Zihin kontrolü yapmak, hiçbir şey düşünmeden sakin bir şekilde dalgalara bakmak, derin gevşeme haline girmek, gözleri alnın ortasındaki bir noktaya yönelterek bakmak, (yogi şaşılığı), aynı kelimeyi durmadan tekrarlamak, aynı ritim ve tonda bir sesi dinlemek alfa dalgalarının meydana gelmesine sebep olurlar. Bir gürültü ve duyusal uyaran karşısında EEG cihazında “durma reaksiyonu” gözükmez. Monoton sesler, davul sesi, mantralar bu alışkanlığa yardım eden öğelerdir. Zihninde alfa dalgalarını kolayca meydana getirebilen kişiler bulunmaktadır fakat derin gevşeme hali alfa dalgalarının ortaya çıkmasında önemli bir etki yaratır. Alfa seviyesinde zihinsel imgeler, hayaller ortaya çıkar. “Yaratıcı trans”, imajların birbirini art arda davet etmesini kolaylaştıran bir süreçtir.
 
Telepati veya durugörü fenomeninde tesirleri alıp algılayan kişi. Telepati fenomeninin başarı derecesi alıcının zihnini boş tutabilme derecesiyle ve vericiye olan sempatisiyle doğru orantılıdır.
 
Yunanca Allos (başkası, diğer) ve Skopein (görmek) kelimelerinden üretilmiş bu psişik yetenek, esas itibariyle süjenin diğer bir kimsenin bedeninde olup biten şeyleri görmesi ve anlamasını ifade eder. Süje, bu olay esnasında başka kimselerin fiziksel bedenlerindeki çeşitli yerlerinde meydana gelebilen yerel ve genel direnmeleri görebilir; bozuk bölgeleri, deforme olmuş alanları tespit ederek bunları açıklar. Hastalığın gelişme şeklini, süresini ve sonucunu bildirir. Bu türlü tanılar, 19. yüzyılda, manyetizm yoluyla elde edilen yapay uykulardan faydalanılmak suretiyle sağlanmıştır. Uyurgezer devresine gelen bazı süjelerde ve nadiren histerik kimselerde ortaya çıkmaktadır. Bu hal, manyetizör şifacıların özellikle aradıkları psişik bir yetenektir.
Süjeleri manyetize ettikten sonra, onu gizligörür (lüsit) hale getirmeye çalışmak ve bu suretle de ondaki ruhsal görüyü geliştirmek gerekir. Alteroskop, bazı anlarda, kendiliğinden bir bilgiyle hastalıklara uygun gelen tedavi ve şifa yollarını gösterebilir. Fakat bu da nadirdir. Birçok lüsit uyurgezerlerin organizmanın derinliklerini açıkça gördükleri bilinen olaylardandır. Medyomlarda bu yeteneği gösterirler; trans haline geçtikten sonra, karşısındaki insanın tanısını yapabilirler. Alteroskopi çeşitli şekillerde çalışır örneğin psikometr ve redyestezistlerde de rastlanır.

 
Teozofide ve okültizmde, kimilerinin esir beden, kimilerinin de astral beden adını verdikleri ‘seyyal’ maddelerden oluşan bedenin, fizik bedenden geçici olarak
ayrılıp başka mekanlarda dolaşması. Klasik spiritüalizmde bu seyyal bedene “duble” adı verilir. Astral seyahatte duble bilinçlidir; fakat fizik bedene dönüldükten sonra, yaşanılanlar çoğu zaman hatırlanmaz. Astral seyahat sırasında yaşanılanlar, bazen rüya şeklinde hatırlanır. Fakat rüyaların hepsi astral seyahatlerden ibaret değildir. Duble için, duvar gibi fiziki nesneler ve uzaklık birer engel oluşturmaz. Bir anda çok uzağa gidebilir ve vibrasyon hızı yüksek maddeler düşük maddelerin içinden değişime uğramada geçebildikleri için, kapı, duvar gibi her türlü fiziki nesnenin içinden geçebilirler.
Perisprinin teozofideki gibi (astral–mantal–kozal) bedenlere ayrılmayacağını düşünen spiritüalistler bu tür, fizik beden–dışı deneyimler için astral seyahat terimi yerine “bilinç projeksiyonu” terimini kullanmayı tercih ederler.
 
Canlı bir bedenden yayılan radyasyonla oluşan ve gitgide genişleyen tesir kuşaklan tarzında kendini gösteren alana verilen ad.
Metapsişikçilerin eflüv adını verdiği partiküllerin radyasyonuyla oluşan bu alan, kimi araştırmacılara göre yaşamsal enerji” denilen bir tür enerjinin, organizmalardan insan gözünün göremediği bir frekans düzeyinde titreşen ışınlar tarzında yayılmasıyla (deşarjıyla) oluşan elektromanyetik bir alandır.
Auranın (Fransızcada “ora” okunur) bedeni bir zarf gibi saran, ışıklı ışınlar ve renkli haleler tarzında kendini gösteren, bedene yakın kısımları kimi medyumlar, hassas veya somnambül’ haldeki kişiler tarafından görülebildiği gibi, kirlian fotoğrafçılığı aygıtlarıyla da saptanabilmektedir. Auranın fotoğrafının çekilebildiği bölümüne korona” (taç) adı verilir. İnsan aurasının kişinin zihin düzeyine, sağlık durumuna ve heyecan hallerine bağlı olarak değişik renklerde kendini gösterdiği saptanmıştır. “Beşeri atmosfer” de denilen insan aurasının oval bir biçim oluşturan, bedene yakın kısımları, erkeklerde baş ve omuz hizasında genişler. Aura, İslami tasvir ve minyatürlerde tüm bedeni kapsar biçimde, Hıristiyan mozaik ve fresklerinde ise genellikle, baş kısmındaki bir hale ile temsil edilmiştir.
İnsan aurasının bedene yakın kısımlan iki bölümden oluşur:
1- Yapışık aura: Yaklaşık 0,5 cm. kalınlığında koyu bir bölgedir. Kimilerine göre bu, seyyal ikiz, esiri (etherik) beden, duble gibi adlarla ifade edilen kısımdır. İnsan hastalanınca bu kısım genişler.
2- İç Aura: Yapışık aurayı çevreleyen bölgedir; genellikle 3–8 cm. arası bir genişliktedir.
Parapsikolojide “aura” denilince, auranın yalnızca bedene yakın bu kısımları anlaşılır. Ancak kimi araştırmacılara, okült ve ezoterik bilgilere göre aura, daha doğrusu bedenden yayılan radyasyonun tesir sahası bu kadar değildir; auranın bir de varlığın tekamül durumuna göre değişen dış bölgeleri vardır. Bunlardan birine “dış aura”, sınırsız olan diğerine ise “tam dış aura” adı verilir. Dış aura Rudolf Steiner’e göre insan bedeninden yaklaşık iki kez büyük (yükseklik bakımından), dört kez geniştir. Dolayısıyla, “aura” teriminin, kimi zaman (parapsikolojide) yalnızca yapışık ve iç aura bölgelerini, kimi zaman (ezoterizmde) ise dış aura bölgelerini de kapsayacak şekilde bedenden yayılan radyasyon alanının tümünü belirtmek üzere kullanıldığı görülmektedir.
Dış aura ve tam dış aura bölgelerinin varlığı da kabul edildiği takdirde aura denilen radyasyon alanının başlıca dört bölgeden oluştuğu söylenebilir. Kimilerine göre teozofların esiri–astral–mantal–kozal bedenler dedikleri, auranın bu farklı kısımlarının ifade edilmesinden başka bir şey değildir. (Fakat aura yalnızca bedenli varlıklara özgü bir olgudur.)
Aura, eflüv ve radyasyon terimlerinin sık sık karıştırıldığı görülmektedir; buna bir açıklık getirmek üzere, bu terimlerin arasındaki ilişki şöyle ortaya koyulabilir:
Bedenden yayılan ışınıma ve bu ışınımın yayılması olayına ‘radyasyon’, bu ışınlara ve bu ışınları oluşturan partiküllere ‘eflüv’, bu yayılma olayının meydana geldiği güç ve etki alanına ise aura adı verilmektedir.
Aura teriminin spiritüalist terminolojide kimi zaman “auranın kurulması”, “auranın bozulması” gibi deyimlerle de kullanıldığı görülmektedir. Terim burada ise, bir ‘seans’ nedeniyle birçok insanın bir araya gelmesi sırasında oluşabilen tesir, sempati, ahenk ve anlayış birliğini ifade eder, Ancak kimilerine göre böyle bir birlik halinin oluşumunda, gerçekten, auralar–arası bir sempatizasyon ve ahenk söz konusudur.
Kimi tebliğlere göre, ortak veya birbirine yakın unsurlar taşıyan auralar arasında sürekli bir irtibat, etkileşim ve karşılıklı tesir beslenmesi söz konusudur ki, bu şekilde oluşan kuşaklar için “tesir kuşakları” ifadesi kullanılmaktadır. Kimilerine göre, duygu, düşünce vb. bakımından birbirine yakın ya da aile, işyeri, semt ve kent gibi ortak unsurların söz konusu olduğu insanlar arasında da, kendiliğinden oluşan bu tür tesir kuşaklan ya da sahaları vardır.
“Sadıklar Planı” adlı ruhsal tebliğlerde ise aura, ‘bilinç sahası’ olarak ifade edilmiştir.
 
Yalan makinesini icat eden Clave Backster (ABD), polislerin teknik eğitim ve öğretimiyle görevli bir elektronikçidir. 1966 yılında, verilen suyun bitki tarafından ne kadar sürede emildiğini araştırmak amacıyla ofisindeki devetabanına yalan makinesinin elektrotlarından birini bağladı. Kayıt bandın üzerindeki kağıtta, sorguya çekilen bir insanın heyecanlarını simgeleyen çizgiye çok benzeyen işaretler gördü. Backster, ancak tehdit edilen ya da tehlikede bulunan kişilerin zihinsel ve fiziksel güvenliği, yaşamı söz konusu olunca ortaya çıkan çok şiddetli tepkilerin kaydedilebildiğini biliyordu. Kendi kendine, bitkiyi yaralamayı, düşündü ve kayıt bandının ibresi gayet soğuk bir şekilde zikzaklar çizdi. Devetabanı, bu düşüncesine bir tepkiyle karşılık vermişti.
İşte bu olay Backster’i sonuçları son derece başarılı olan, konuyla ilgili bilimsel araştırmalara yöneltti. Bitkiler insanların duygu ve düşüncelerine karşı tepki gösteriyorlardı. Etraflarında bulunanlardan hoşlanıyorlar, sahipleriyle yüzlerce kilometre öteden bağlar oluşturuyorlar, tehdit anında “kendilerini kaybediyorlardı”.
Bu çalışmalar sonucunda, bitkilerden saptayıcı bir aygıt olarak yararlanmanın, örneğin onları en karmaşık sistemlerin içine koyup sadece bu makinelere ilişkin düşünceleri onlara ileterek, makinelerin işlemesinde kumanda etmesine imkan sağlamalarının mümkün olduğu görülmüştür. Bitkilerde “bitkisel haberleşme”nin ve enerjilerin karşılıklı etkileşiminin incelenmesi ile ilgili araştırmalar devam etmektedir.
Bitkilere ait bir algılama vardır. Bitkilere bir kontrol aygıtı bağlanarak, onların heyecanlarımıza, düşüncelerimize gösterdikleri tepkileri öğrenebiliriz. Bitkiler sevgi, ilgi, şefkat dalgalarını algıladıkları gibi nefret, kin, düşmanlık dalgalarını da alırlar. Gelişimleri üzerinde bu dalgaların etkisi büyüktür. Müzikten özellikle klasik müzikten hoşlanırlar ve gelişimlerine etki eder. Parapsikolojinin bitkilerle ilgili bu araştırmalarından yararlanmak geleceğin önemli bir uygulama alanı olacaktır.
Bu çalışmaların sonucunda bitkilerin çeşitli enerjiler yayınladığı ve onlarla iletişime geçilebileceği ispatlanmıştır. Algılamalarına cevap verebilmektedirler. “Bitkilerin duyarlı bir sinir sistemi olup, konuya göre değişen duyusal bir yaşamları vardır.”
 
Beynin elektroanselograf (EEG) aygıtıyla ölçülebilen, dalgalar tarzında kendini gösteren elektriksel etkinlik ritimlerine verilen ad. Kafatası zedelenen hastaların beynindeki elektriksel etkinliği ölçme girişiminde bulunan Alman psikiyatr Hans Berger’in (1873–1941), 1924’te, beyin hücrelerindeki elektriksel etkinliğin karışık olmayıp düzenli dalgalar halinde kendini gösterdiğini bulgulaması, beyin dalgalarının keşfine başlangıç oluşturmuştur. 1934’te İngiliz Lord Edgar D. Adrian (1889–1977) ve B. C. H. Matthews, Berger’in araştırma sonuçlarına paralel sonuçlar elde etmişlerse de bilim, beyin dalgaları konusuyla sistemli bir şekilde ancak 1950’lerde ilgilenmeye başlamıştır. Beyin dalgaları kafa derisi altına elektrotlar yerleştirilmek suretiyle EEG aygıtıyla ölçülür ve dalga frekansları saniyedeki periyodik değişim sayısını gösteren hertz (Hz) birimi ile ifade edilir. Günümüzde tıp ve parapsikolojide beyin dalgaları üzerine araştırmalar sürdürülmekte ve araştırma sonuçlarından uygulamada yararlanılmaktadır.
Başlıca dört dalga ya da dalga ritmi saptanmıştır. Bu dalga ritimleri şunlardır:
1- Beta dalga ritmi: 27–14 Hz arası frekans gösterirler. Özellikler: Bilinç uyanık, aktif, gözler açık.
2- Alfa dalga ritmi: 13–8 Hz arası frekans gösterirler. Genliği 100 mikro volttur.Özellikler: Gözler kapalı (dalgınken düş görmede gözler açık), beden gevşek, süjelerin çoğunluğu olup bitenin bilincinde. Hafif ipnoz, meditasyon, “bio–feedback” hali, dalgınken düş görme , ‘uyku uyanıklık arası’ ve ‘trans’ gibi kimi değişik bilinç hallerinde alfa ritmi oluşur. Ancak transta alfa dalgaları süreklilik göstermezler. Alfa ritminin DDA fenomenleriyle ve özellikle telepati fenomeniyle yakından ilgili olduğu sanılmaktadır. Monoton bir uyarana dayalı konsantrasyonla veya iç ve dış uyarılmanın minimum düzeye indirilmesine yönelik çeşitli yöntemlerle elde edilebilir. Alfa ritminde süjenin gözleri kapalı, fakat zihni uyanıktır. Zihinsel bir faaliyet veya gürültü gibi düzensiz bir dış uyaran karşısında, süje gözlerini açmasa da, alfa ritmi yerini beta ritmine bırakır.
3- Teta dalga ritmi: 8–4 Hz arası frekans gösterirler.Özellikler: Derin bir gevşeme, uyuşukluk, hafif uyku. Süjelerin çoğu olup bitenin bilincinde değildir. Kimilerinin teta ritmini meditasyon ve bio–feedback halinde de yakalayabildikleri görülmüştür.
4- Delta dalga ritmi: 4–0 Hz arası frekans gösterirler. Özellikleri: Derin uyku ve bilinçsizlik.
 
Terim, Latince’deki “bis” (iki kez) ve “localis” (yer, mekan) sözcüklerinden türetilmiştir. Parapsikologlar bilokasyonu, “Bir insanın iki farklı yerde aynı anda görülmesi” olarak tanımlarlar. Spiritüalistler ise, bilokasyon fenomenini birkaç grupta ele alırlar:
1- Tamlık duygusu: Kişinin el, kol, ayak, parmak gibi kesilmiş uzuvların varlıklarını hissetmeye devam etmesidir. Örneğin kolu kesilen bir kimse, uzun süre kolunun varlığını hisseder. Bu görünmeyen seyyal kol vasıtasıyla bazı duyumlar alması da mümkündür. Yarım felç olaylarında da bu duruma rastlanır.
2- Otoskopi: Kişinin kendi dublesini, fantomunu görmesidir. Fizik beden bilinçli, duble bilinçsizdir. Bazı derin uyku, ateşli hastalık, baygınlık ve zehirlenmeler sonucu meydana gelebildiği gibi nadirde olsa kendiliğinden bu vakayı deneyimleyenler olmaktadır.
3- Dedublüman: Bilinçli bir dublenin oluşumu ile meydana gelir. Burada fizik beden bilinçsiz, duble bilinçlidir. Yani kişi kendi fiziki bedenini dublesinden görebilir.
4- Teleportasyon: Bir kimsenin kendisinin veya dublesinin üçüncü şahıslara görünmesidir. Burada duble mekan içinde seyahat etmektedir. Teleportasyon olayında iki farklı durum vardır: a– Beden dublesi ile uzağa gitme. Fizik mekanda bir mekanda dublesiyle farklı bir mekanda görülebilir. b– Doğrudan bedenin çok kısa bir süre içinde başka yere taşınması ki, demataryalizasyon tarzında olur. Bu yetenek insan varlığının ileri tekamül evrelerinde kullanabileceği saklı bir yeteneğidir.
 
Vücuttaki beyin dalga ritimleri, kalp atışları, kan basıncı, deri ısısı ve kas gerilimi gibi fizyolojik süreçlerle ilgili enformasyonun elektrotlar yardımıyla elektronik olarak ölçülmesi ve gösterilmesine verilen ad. 1960’lardan beri bio–feedback, tıbbın yanı sıra parapsikoloji laboratuarlarındaki Psi test ve araştırmalarında ve çeşitli tedavi tekniklerinde kullanılmaktadır. Bio–feedback, aynı zamanda değişik bilinç halleri’nden birinin elde edilmesine de yardımcı olur ki, bu bilinç haline parapsikolojik terminolojide “Bio–Feedback” hali veya “elektronik yoga hali” denir. Alman psikiyatr Hans Berger’in 1924’te beyin hücrelerindeki elektriksel etkinliğin, karışık olmayıp düzenli dalgalar halinde kendini gösterdiğini elektrotlar yardımıyla bulgulaması beyin dalgalarının keşfine başlangıç oluşturmuştur. Bununla birlikte bilim, beyin dalgaları konusuyla sistemli bir şekilde ancak 1950’lerde ilgilenmeye başlamıştır. Beyin dalgalarının ölçümünde kafa derisinin altına elektrotlar yerleştirilmesi ve verilerin grafik halinde ekrana yansıtılması yöntemine dayalı EEG aygıtı kullanılır. 1958’de Zen meditasyoncuları üzerinde araştırmalarda bulunan Joe Kamiya’nın EEG aygıtına bir ses sinyali eklemesi bio–feedback alanında bir çığır açmıştır. Kamiya, böylece, gözleri kapalı olduğundan ekranı göremeyen süjelerin bio–feedback verilerinden yararlanabilmelerine ve bu yolla beyin dalgalarını alfa düzeyine iradeleriyle ayarlayabilmelerine olanak sağlamıştı. Bu, EEG aygıtının sadece bilgi almak amacıyla değil, birtakım değişik bilinç hallerini yaratmak amacıyla da kullanabileceği anlamına geliyordu.
Bu amaca yönelik çalışmalarda, ses sinyali belirli bir tona geldiği zaman kendisinin alfa dalgası yayınlamaya başlamış olduğunu anlayan süje, birtakım antrenmanlarla (yoga tekniklerindeki ve benzeri gevşeme egzersizleri vb.) bu hali nasıl elde edebileceğini gitgide daha iyi öğrenir. Gürültü gibi duyumsal bir dış uyaran karşısında veya süjenin kendini zihinsel bir faaliyete vermesiyle söz konusu sinyalin tonu değişir ve süje alfa ritminden çıkıp beta ritmine girdiğini, yani uyanıklık haline doğru gittiğini anlar. (Gürültü gibi düzensiz uyaranların alfa ritmini bozmasına karşın, belirli aralıklarla tekrarlanan monoton ses uyaranları alfa ritmini bozucu değil, aksine oluşmasını sağlayıcı bir etkendir. Bu yüzden değişik bilinç halleri kimi din ve kültürlerde davul sesi, mantra gibi monoton uyaranlarla elde edilir.)
Parapsikologlara göre, süjenin alfa ritmini yakalayabilmeyi öğrenmesi demek bir bakıma, düşünce ve ruh hallerini değiştirmek yoluyla vücudundaki fizyolojik süreçleri (kan basıncı vb.) nasıl denetleyebileceğini de öğrenmesi demektir.
 
Bitkilerdeki psişik fenomenler bütününü ifade eden bir terimdir. Bitkiler üzerinde 1960’larda başlayan parapsikolojik araştırmalar, bitkilerin, çevredeki insanların heyecan ve düşüncelerine duyarlı olduklarını, kendilerinin de heyecan ve bir tür belleğe sahip olduklarını ve insanlarla iletişim kurabilmelerini sağlayacak birtakım güçleri bulunduğunu ortaya koymuştur. Bitkilerdeki psişik algılamanın saptanması konusundaki çalışmalara en büyük katkıyı, yalan makinesi buluşuyla tanınan ABD’li araştırmacı Clave Backster yapmıştır. Backster, yalan makinesinin elektrotlarını bağladığı bitkilerle yaptığı deneylerde, makinenin ibresinin insanların heyecan halleri sırasında çizdiği çizgilere benzer çizgiler çizdiğini saptamıştır. Örneğin bir tehdit veya yaşamsal tehlike karşısındaki insan ve bitkinin heyecan halleri için, ibre aynı zigzagları çizmektedir. “Uluslararası İş Makineleri Kurumu”nun araştırma kimyageri Marcel Vogel, şifacılardan Ambrose ve Olga Worrel ve kimi Rus bilim adamlarının bitkisel psişizmin keşfine önemli katkıları olmuştur. Bitkilerdeki normal yaşam etkinlikleri ve psişik fenomenler hakkında yapılan parapsikolojik incelemelerin sonuçları şöyle sıralanabilir:
1- Bitkilerde bitkilere özgü bir tür algılama vardır. İnsanların heyecan ve düşüncelerine duyarlıdır. Sahipleriyle aralarında yüzlerce kilometre uzaklık olsa da, psişik irtibatta olabilirler.
2- İnsanlarla iletişim kurabilir, onlara cevap verebilirler.
3- Bitkiler çeşitli enerjiler yayınlarlar. Bitkilerin de çevrelerinde, “kirlian fotoğrafçılığı” yöntemiyle fotoğrafları çekilebilen, birtakım vibrasyonlardan etkilenen bir enerji alanı vardır.
4- Dua, şefkat, ilgi ve sevgi tesirleri, klasik müzik ve şifacı medyomların tesirleri bitkilerin gelişiminin hızlı ve verimli olmasını sağlar. Buna karşılık, nefret, kin ve düşmanlık duygularını da algılarlar. Rock ve heavy–metal müziklerinden ıstırap duyarlar.
5- Bir tür bellekleri vardır. (Daha önce bir yaprağını kesmiş bir kişi, bulunduğu odaya girdiğinde grafiklerde, bitkinin korktuğunu gösteren çizgiler görülmekte, o kişi çıkıp, odaya başka biri girdiğinde bu olmamaktadır. Yani bitki kendisine daha önce zarar vermiş kişiyi unutmamıştır.)
6- Bitkilerin de heyecansal bir yaşamları vardır; çevrelerinde bulunanlardan hoşlanabilirler, felaket anlarında adeta kendilerini kaybederler.
 
Evrensel yaşam gücü kavramına Doğu Avrupa ülkelerindeki (Çekoslovakya ve Sovyetler Birliği) bilim adamlarının vermiş oldukları ad. Fakat terimi onlardan önce ilk kullanan kişi, Avusturyalı hekim ve psikanalist Wilhelm Reich’tır (1897–1957). Reich, terimi yalnızca, “bedendeki yaşam enerjisi” anlamında ortaya atmıştı. Doğu Avrupa bilim adamlarına göre, her şeye bağlanan, denetlenebilen ve yönlendirilebilen bu enerji canlıların ve özellikle insanın bedeninden çıkar ve psikokinezi gibi psişik fenomenlerle ilgilidir. Biyoenerji kavr*****n benimsendiği ve uygulama alanı bulduğu Doğu Avrupa ülkelerinde birçok tedavi tekniği biyoenerji uygulamalarına dayalıdır. Çek felsefeci ve psişik araştırmacı Dr. Zdenek Rejdak, bu tedavi tekniklerinin esasını, enerji dengesi bozulmuş bir hastaya bir şifacıdan yaşam enerjisinin (vital enerji) aktarılması şeklinde açıklar. Aktarım biyoenerji akımlarıyla olur ve dış aura yoluyla uzaktan da gerçekleştirilebilir.
 
Doğu Avrupa ülkelerinde (Çekoslovakya ve SSCB’de) biyoenerji ve biyoplazma alanında incelemelerde bulunan kimi bilim adamlarınca ortaya atılan bir teoriye göre, canlı yapılara özgü olan ve fizikteki bilinen gravitasyon güç alanının özelliklerinden farklı özellikler gösteren güç alanına verilen ad. Canlısal çekim olarak Türkçeleştirilen biyogravitasyon, biyolojik makro moleküllerin oluşumundaki değişimler sırasında meydana gelen itme veya çekme tarzında kendini gösteren özel bir güç alanı tipidir. Biyogravitasyonun esasını düzensiz sıvı halden katı kristal haline geçmek isteyen protein molekülleri oluşturur denilebilir. Biyogravitasyon etkilerine yalnızca hücre düzeyinde değil, kas kısımlarında, sinir akımlarında, psişik fotoğrafçılıkta ve levitasyon gibi fenomenlerde de rastlanır.
Biyogravitasyon güçlerinin özellikleri şöyle sıralanır:
1- Yakın veya uzak mesafeden etki edebilirler;
2- Yöneltilip odaklaştırılabilirler;
3- Çekme veya itme tarzında bir kutupsallık gösterirler;
4- Bilgi aktarabilirler;
5- Dengeli bir madde alanındaki enerjiyi değiştirebilirler;
6- Kendileriyle birleşen alan, kendilerini doğuran kaynak yok olduktan sonrada kalıcılık gösterebilirler;
7- Olanaklı her alan ve enerji biçimine girebilirler;
8- Biyolojik yapıların molekül altı düzeyinde simetri gruplarının değişimlerine bağlıdırlar.
 
Canlıların, fiziksel bedenlerinin bir tür kopyası denebilecek, iyonize–uyarılmış elektron, proton ve diğer partiküllerden oluşan bir plazma halinde olduğu varsayılan enerji–bedenlerine verilen ad. Terim, Rus bilim adamı V. S. Grischenko’nun maddenin beşinci halini adlandırmak üzere ortaya attığı “plazma” teriminden türetilmiştir. Biyoplazma varsayımı 1960’ların sonlarında Sovyet bilim adamları tarafından ortaya atılmıştır. Buna göre tüm canlılar, bitki, hayvan ve insanlar, atom moleküllerinden oluşan fiziki bir bedenin yanı sıra, onun benzeri olan bir enerji–bedene sahiptirler. Fizik beden, biyoplazma ya da “biyolojik plazma beden” adı verilen bu enerji beden üzerine kuruludur. Fizik beden ile enerji beden arasında sıkı bir ilişki vardır. Biyoplazma her doku ve her biyomolekül için ayrı bir özellik göstererek, organizmanın biçimini belirler. Bir canlının enerjisi fiziki hücresinin yanı sıra, daha hareketli yapıdaki biyoplazmasından yapılmıştır. Enerji bedendeki enerji miktarını belirleyen etmenlerden biri solunan oksijendir.
 
İnsandaki fiziksel, hissi ve zihinsel etkinliklerin düzenli periyotlar halinde gösterdikleri değişimlere verilen ad. 23 günlük fiziksel periyot ile 28 günlük hissi periyot, birbirlerinden habersiz çalışan Dr. Hermann Swoboda (Viyana) ve Dr. Wilhelm Fliess (Berlin) tarafından, 33 günlük zihinsel periyot ise 1920’lerde Dr. Alfred Teltscher tarafından keşfedilmiştir. Bu periyotlar kağıt üzerinde gösterildiğinde bir sinüzoidal hareket çizen eğriler oluştururlar (yani yatay bir doğru çizgiyi eksen alarak, yarım dönem tepe, yarım dönem çukur yapan dalga hareketleri gibidirler). Doğum gününü (doğum saatinden itibaren) sıfır kabul eden ve bu periyotlarda yükselmenin söz konusu olduğu ilk yarım döneme “pozitif dönem” (Enerjetik deşarj veya etkenlik dönemi), alçalmanın söz konusu olduğu ilk yarım döneme ise “negatif dönem” (enerjetik şarj veya güçsüzlük dönemi) adı verilir.
Fiziksel periyot hastalıklar, rahatsızlıklar, dayanıklılık, güç, takat ve çeşitli bedensel fonksiyonlarla ilgilidir. Hissi periyot, ruh halleri, duyarlık ve duygusallık ile ilgilidir. Zihinsel periyot ise bellek, zeka, akıl yürütme ile ilgilidir.
Biyoritm, insanın gelecekteki performansı hakkında önceden kesin bir biçimde bilgi verdiği için uzun zamandan beri pek çok alanda kullanılmaktadır. (Spor yarışmaları, satranç karşılaşmaları, aynı iş ortamındaki kişiler arasında uyumun sağlanması, eşlerin ilişkileri, iş görüşmeleri gibi yapılacak bir iş için en uygun tarihin belirlenmesi vb.)
Biyoritm periyotlarında, güçsüzlüğün, yorgunluğun, zihinsel dalgınlığın aşırı bir biçimde arttığı, periyodik çizgilerin eksenle çakışma günlerine “kritik günler” denir.
Japonya’da özel bir şirket, “kritik günler”de sürücülerin daha çok kaza yaptıkları saptandığından, sürücülerine ücretsiz izin vermektedir. ABD’de ise aynı sistem bir havayolu şirketince pilotlara uygulanmaktadır.
 
Adı, bir özelliği veya coğrafi koordinatları verilen bir mekanın o anki durumunu ve koşullarını (o mekandaki canlı veya cansız nesneleri ve olayları) beş duyunun yardımı olmadan (paranormal) algılayabilme. Kimi parapsikologlar, “Kontrollü Uzaktan Görüş” (Controlled Remote Viewing–CRV) terimini de kullanır.
Bilinen en ünlü coğrafi durugörü medyomu ABD’li Ingo Swann’dır. Soğuk savaş döneminde Antarktika’nın bir bölgesinde bir Sovyet denizaltısının saklı bulunduğunu bu paranormal yeteneğiyle ortaya çıkarmış olan Swann’ın başarıları yalnızca dünya coğrafyasıyla sınırlı kalmamıştır; Amerikan Psişik Araştırma Derneği’nde ve Stanford Araştırma Enstitüsü’nde uzun süre yapılan bilimsel deneylerde, Jüpiter ve Satürn’deki kimi coğrafi özellikleri coğrafi durugörü yeteneğiyle bildirebilmiştir. (Swann’ın verdiği bilgiler astronomik verilerle doğrulanmıştır.)
 
Çift bedenlenme, ikileşme, çift görünüm olarak Türkçeleştirilen dedübluman Latince De edatı ile duplex’ten alınmıştır ve çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Bedene bağlı bir ruh, özel şartlar altında, kendi kendine etki eder ve ondan bazı parçaları demateryalize hale sokar; sonra onlara istediği şekli vererek başka yerlerde tekrar şekillendirir. Bu olaya dedübluman ismi verilmektedir. Dedübluman olayları ruh ve beden ilişkisinin gevşemesi ile meydana gelir. Bedenle ilgisini azaltan perispiri bedene ait bazı seyyal maddeleri de beraberinde beden dışına çıkarabilmektedir.
Dedublüman deneysel yani kontrollü ve kendiliğinden olarak meydana gelir. Deneysel olanlar: Bireysel dedublüman çalışmalarıyla ve manyetizör yardımıyla oluşur. Metapsişik araştırmalarda görülmüştür ki her ikisinin de meydana gelebilmesi için uzun ve yorucu çalışmalar gerekmektedir. Öncelikle süjenin bu konuda yetenekli olması gerekir. Bu türden olaylarda ortaya çıkan dedüblüman kolay kolay gözle görünmez. Ancak hassas süjeler, görücü medyomlar tarafından gözlenebilirler. Bazen nadirde olsa birçok kimse, aynı zamanda müşahede edebilmiştir. Dedublüman beş duyumuzun hepsine cevap veren niteliği olabildiği gibi, sadece görme, sadece duyma veya hissetme şeklinde kısmen cevap verenlerde mevcuttur.
Bu hal, bazı organik şartlar altında, bazı fizyolojik ve psikolojik oluşumlarla meydana gelen, bir doğa olayıdır; ruh ve beden ilişkisinin gevşemesiyle oluşan maddesel bir görünümdür, bilim alanında keşfedilmiş, laboratuarlarda deneylenmiştir.
 
İnsanın normal olarak nitelenen uyanık bilinç halinden farklı olan tüm bilinç hali tiplerine verilen ad. Terim, ilk kez parapsikolog Charls Tart tarafından kullanılmıştır. Elektroansefalograf aygıtının keşfi ve beyin dalgalarının ölçülmesi değişik bilinç hallerinin sınıflandırılmasını sağlamıştır. Beyin dalgalarını 1924’te keşfeden Alman Psikiyatr Hans Berger (1873–1941) ile başlayan laboratuar testleri sonucunda, tüm değişik bilinç halleri sırasında beynin alfa, teta ve delta dalgaları yayınladığı saptanmıştır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, beta ritminde beyin dalgalarının frekansı 14 ile 27 Hz arasında yer alır, kişi tümüyle uyanıktır. Alfa ritminde beyin dalgalarının frekansı 8 ile 13 Hz arasında yer alır. Hafif ipnoz, meditasyon, dalgınken düş görme, uyku–uyanıklık arası hal sırasında beynin alfa dalgaları yayınlamakta olduğu saptanmıştır. DDA fenomenleri özellikle alfa, bazen de teta ritminde söz konusu olurlar. Teta ritminde beyin dalgalarının frekansı 4 ile 8 Hz arasında yer alır, hafif uyku hali söz konusudur. Delta ritminde ise beyin dalgalarının frekansı 0 – 4 Hz arasında yer alır; bu ritim, derin uyku halinde oluşur.
Kimi parapsikologlar, değişik bilinç hallerini şöyle sınıflandırır:
1- “Hızlı göz hareketleriyle” (REM) rüya görmeyle ve yavaş beyin dalgalarının yokluğuyla karakterize olan hal.
2- Hızlı göz hareketlerinin yokluğu ve yavaş beyin dalgalarıyla karakterize olan uyku hali.
3- Uykuya dalmadan önceki (ipnogojik) uyku–uyanıklık arası hal.
4- Tam uyanmadan önceki (İpnopompik) uyku–uyanıklık arası hal.
5- Aşırı uyarılma veya alınan ilaçlar ya da yoğun konsantrasyon sonucundaki aşırı uykusuzluk hali.
6- Depresyon, yorgunluk vb. sonucundaki uyuşukluk (laterji) hali.
7- Vecit (ekstaz) veya aşırı olumlu heyecanlanma, coşku hali.
8- Histeri veya aşırı olumsuz heyecanlanma hali.
9- Parçalanma (fragmantasyon) hali.
10- İpnotik yolla geçmişe dönme hali (ekminezik hal).
11- Alfa dalgalarının sürekliliği, görsel imajinsayon yokluğu ve zihinsel etkinliğin en az düzeye inmesiyle karakterize olan meditasyon hali.
12- Alfa dalgalarının sürekliliğinin yokluğuyla karakterize olan trans hali.
13- Gözleri kapalıyken “Hızlı göz hareketleri”nin (REM) olduğu trans hali (yani bir paranormal algılamanın söz konusu olduğu trans hali).
14- Baygınlık hali.
15- Koma hali.
16- Hafızayla ilgili haller.
17- Genellikle mistik deneyimlerde söz konusu olan bilinç genişlemesi hali.
18- Değişik bilinç hali olmakla birlikte, bilinçte bilinen anlamda bir kararmanın söz konusu olmadığı, şamanın psişik yolculuğu sırasında oluşan şamanik bilinç hali.
Bireysel mistik uygulamalarla (yoga, zen, Şamanizm, meditasyon, rölaksasyon) veya bir operatör eşliğindeki bilimsel yöntem tekniklerle (ipnotizma, manyetizma, psikolojik ayrışma) yapay olarak meydana getirilebilen değişik bilinç halleri kimi koşullarda, çeşitli etkenlerle doğal olarak, kendiliğinden meydana gelebilir. Parapsikologlara göre kendiliğinden meydana gelen değişik bilinç halleri genellikle şu tür durumlarda oluşurlar: Dua, vecd, sarhoşluk, aşırı ağrı, ateşli hastalıklar, duyumsuzlaşma, uykusuzluk, duyuların aşırı uyarılması, yorgunluk, yetersiz beslenme veya aç kalma, şişmanlık veya zayıflık, perhiz, fizyolojik veya psikolojik travma, doğurma, başrolde olma, seks ve orgazm, psişik vakalar, müzik ve dans, büyü ve okült uygulamalar, vücuda uyuşturucu veya vücudun nörofizyolojik ve kimyasal yapısını değiştirecek ilaçlar alınması.
Kanadalı parapsikologlar değişik bilinç hallerinin oluşma durumlarını şu beş madde de sınıflandırırlar:
1- Dış uyarılmanın ve hareket etkinliğinin azalması: Fiziksel duyumların tümüyle azalması sonucu oluşur. Tekrarlanan monoton uyaranlara sürekli maruz kalma söz konusudur. İpnotik trans mistiklerdeki ve çilecilerdeki bilinç halleri ve bazı inisiyasyonlardaki uyuşukluk (letarji) hali bu yolla elde edilir.
2- Dış uyarılmanın veya hareket ve heyecan etkinliğinin artması: Bitkin düşürücü, yoğun bir fiziksel etkinliğin eşlik ettiği veya etmediği, duyuların adeta duyumsal bir bombardımanla uyarılmasıyla doğan bilinç halleri. Şaman transı, davul ve danslı trans, kimi ayinlerdeki trans ve kalabalık topluluklardaki heyecan salgınına bağlı hiperkinetik trans bu gruba girer.
3- Dikkat halinin artması. Ortak ve hep aynı yöndeki, uzun süren, devamlı dikkatten doğar. Coşkulu bir dua sırasında veya dinamik bir hatibi dinlerken oluşabilir.
4- Dikkatin azalması ya da kritik yeteneklerin gevşemesi; düşünce etkinliğinin ve denetiminin minimum düzeyde olduğu zihinsel pasiflik hali.
5- Bireyin iradesi dahilinde veya iradesi dışında, vücudunun nörofizyolojik ve kimyasal yapısındaki değişiklikler. (Kişinin iradesiyle vücuduna birtakım ilaçlar alması veya iradesi dışında olan, kanda şeker oranının düşmesi, hormonal bozukluklar, uyuklama, su kaybetme, uykusuzluk hali gibi olaylar.)
Kanadalı parapsikologlara göre, değişik bilinç hallerinin belirtileri her bilinç hali tipinde aynı olmamakla birlikte, yani hepsi için ortak belirtiler olmamakla birlikte, bu belirtilerin toplamı şöyle sıralanabilir:

1- Düşünmenin değişmesi: Dikkat içe yönelir. Hafıza, konsantrasyon ve muhakeme bulanıklaşır.
2- Zaman kavramında karışıklık.
3- Bilinç kontrolünü kaybetme.
4- Heyecan ifadesinde değişme.
5- Beden imajının değişmesi: Kişiliğini yitirme, beden dışı deneyimle bedenini kendisinden ayrı görme, kendisi ile başkaları ya da evren arasındaki sınırların kaybolması, aşkınlık (müteallik), yücelik ya da mükemmellik duygusu.
6- Paranormal algılar, halüsinasyonlar.
7- Duyumda ve manada değişme. Sezgi, ilham, yüksek “hakikat” hisleri söz konusu olur. (M****** derinleşmesi özellikle dinsel ve mistik bilinç hallerinde olur.)
8- Söz ile anlatılamaz, sübjektif, kişisel deneyim. Kendisi deneyimlememiş kişilere açıklanması ve tasvir edilmesi çok güçtür.
9- Yenilenmiş ve umuda kavuşmuş izlenimi.
10- Telkine aşırı yatkınlık.

 
Kişinin, ‘bağlı hafıza’sında yer almamakla birlikte, kaynağı geçmişindeki anılara dayanan, yeni gördüğü bir şeyin kendisine hiç yabancı gelmemesi ya da bilmediği bir yere gittiğinde o yeri daha önceden görmüş duygusuna kapılması ve bu tuhaf duygularla birlikte bazı şeyleri hatırlaması fenomenlerine verilen ad. Spiritüalizm, görülen şeyin önceden görülmüş bir başka şeye benzerliği yüzünden düşülebilecek his aldanmalarından ayırt edilmesi gereken gerçek deja–vü olaylarına klasik psikolojidekinden daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşır. Neo–spiritüalist görüşe göre, deja–vü olaylarında ‘bilinçaltı’ndaki geçmişe (şimdiki enkarnasyona, geçmiş enkarnasyonlara veya daha önce görülmüş bir rüyaya –ki bu rüya da geçmişe ait bir olayla ilgili olabilir–) ait anıların herhangi bir uyarıcı olay veya elverişli bir hal karşısında hatırlanması, yani bağlı bihince yansıması söz konusudur.
Deja–vü’lerde az çok fikirle karışık duygular söz konusudur ve kimi deja–vü’ler belirsiz hatırlamalardan ibaret kalır. Bununla birlikte kimi deja–vü’ler serbest hatırlama denilebilecek derecede güçlü izlenimlerle meydana gelirler.
Bunlardan bazıları, ‘reenkarnasyon’ teorisini doğrulayan, kuşkuya yer vermeyecek derecede güçlü kanıtlar oluştururlar. (Örneğin kimi deja–vü’lerde, tanımadığı ve hiçbir resmini görmediği yabancı bir kente giden kişilerin, kentin, yollarından katakomp dehlizlerine kadar birçok yerini hatırladığı görülmüştür.)
Söz konusu fenomen görsel değil de, işitsel düzeyde (ses, söz, müzik) gerçekleştiğinde “deja–antandü” adını alır.
 
Görme organı gözler kullanılmaksızın, dokunarak, deri aracılığıyla “görebilme”. Terim, Grekçe’deki “derma” ve “optikos” sözcüklerinden türetilmiştir. Fransa’da “para–optik yetenek”, Rusya’da “biyo–introskopi” ve kimi ülkelerde “gözsüz görüş” olarak ifade edilen dermo–optik yeteneğine sahip kimselerin durugörü medyomları olmaları gerekmez; burada söz konusu olan, durugörü yeteneği değildir. El ve parmaklar aracılığıyla yazıların okunabilmesi, renk ve şekillerin algılanabilmesi üzerine uzun süre çalışmalar yapmış Fransız fizyolog ve roman yazarı Jules Romains 1920’de yayımladığı incelemesinde bu yeteneğin yüz, göğüs ve ensedeki deriyle de uygulanabildiğini açıklamıştır. Jules Romains’e göre, çalışma ile geliştirilebilecek bu yetenek, derinin “böcek gözleri” gibi bir “minik gözler” sistemine sahip olmasıyla açıklanabilir. Rus bilim adamları, 1960’larda, dermo–optik duyarlığın, gözün algılama kapasitesini de aştığını, örneğin karanlıkta ve normal ışığı geçirmeyen plakların arka taraflarını algılamada veya gözün algılayamadığı enfraruj (kızıl–ötesi) ışınları algılamada da geçerli olduğunu saptamıştır. Yani, gözle algılamaya kıyasla bazı bakımlardan daha ileri bir algılama söz konusudur.
Günümüzde, bu paranormal algılama fenomenini açıklamak üzere dermo–optik araştırmacıları tarafından ortaya atılmış başlıca iki parapsikolojik teori vardır:
1- Sonar aygıtların çalışma sistemine benzer tarzda, bedenden yayılan ve nesnelerden yansıyıp geri dönen birtakım partiküller ya da kızıl–ötesi ışınlar yoluyla algılama.
2- Elektromanyetik enerjilerin bedendeki (akupunkturla ilgili) meridyenlerin enerji noktalarıyla etkileşimleri yoluyla algılama.
 
Telepati veya düşünce aktarımını belirtmek üzere E. Boirac tarafından ortaya atılmış bir terimdir.
 
Geri
Üst