Hayata Yön Veren Hikayeler...

Aşkın Gözü Kördür
parlama.gif



Fırat'ın bir yakasında yaşayan bir delikanlı ile öbür yakasında yaşayan güzel bir kadın varmış. Birbirlerine aşık olmuşlar. Delikanlı her gece Fırat'ın sularında yüzerek karşı yakaya geçer sevgilisine ulaşırmış. Şafak sökmesine yakın delikanlı sevgilisine öpücük kondurup Fırat'ın azgın sularına girip öbür yakaya geçermiş. Bu gecelerce böyle sürüp gitmiş.

Yine bir gece delikanlı Fırat'ı geçip sevgilisinin yanına gitmiş. Şafak sökerken delikanlı veda öpücüğünü vermek üzere kadının yanına sokulmuş, kadına dikkatle bakarak;

- senin bir gözün ama mıydı !

demiş. Kadın o zaman delikanlıya bakarak;

- sen sen ol sakın ola bugün Fırat'a girme

demiş. Delikanlı kadından ayrılmış , Fırat'a girmiş ve yüzme bilmediğinden boğulup ölmüş. Bizim delikanlı gerçekte yüzme bilmiyormuş, duyduğu aşk yüzünden onun gücü sayesinde Fırat'ı geçermiş.

O aşk bitincede....
 
Aşkın Gözü
parlama.gif



bir gün aşk,nefret,düşüncesizlik,hırs kısaca tüm duygular toplanmışlar. canları sıkıldığı için bir şeyler yapmak istemişler. aralarından biri saklanbaç oynıyalım demiş. düşüncesizlik düşünmeden atlamış ben ebe olucam diye. sonra saymaya başlamış.herkes saklanıyormuş.hırs bir çuvala saklanmaya çalışmış ama çuvalı yırtmış . mutluluk göle saklanmış ama suyun altında duramadığı için oda yakalanmış düşüncesizlik saymaya devam ediyomuş.aşk ise saklanmaya yer bulamamış. düşüncesizlik sayıyormuş 89, 90 ,91 aşk son çare olarak dikenlerin araına atlamış. düşüncesizlik herkesi bulmuş ama aşkı bulamamış o sırada içlerinden biri aşk dikenlerin arasında demiş. düşüncesizlik bir sopa ile dikenlere vurmaya başlamış. aşk yüzünü tutarak dikenlerin arasından çıkmış. yüzü kanıyormuş bir süre sonra aşkın kör olduğunu fark etmişler. düşüncesizlik sormuş senin için ne yapa bilirim diye . aşk düşüncesizliğe sen bundan sonra benim gözün olucaksın demiş.

o günden sonra aşkın gözü kör olmuş . düşüncesizlik ise aşkın gözü olmuş.
 
Aşkın Dili
parlama.gif



Hep "aşkın dili olsa da konuşsa" deriz.
İşte bir gün aşk konuşmaya başlamış ve demiş ki:
Ey insanlık hep peşimden koştunuz, bana ulaşmaya çalıştınız. Aslında bana ulaştınız ama hiç fark etmediniz. Benim için ağladığınız zaman bile size hep yalan, belki de şaka gibi geldim. Bana hep yakıştırmalar yaptınız. Size bir hikaye anlatayım. Bir gün küçük bir köpek kuyruğunu yakalamak için hep kendi etrafında dönüp duruyormuş ve büyük köpek dayanamayıp
“ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sormuş.
Yavru köpek de,
“bana ancak kuyruğumu yakaladığım zaman mutluluğa ulaşacağımı söylediler. Ben de onun için uğraşıyorum” diye cevap vermiş.
Büyük köpek gülmüş ve
“ben de küçükken senin gibiydim. Hep kendi etrafımda döner, kuyruğumu yakalamaya çalışırdım ama bir gün durdum, düşündüm ve yürümeye karar verdim işte o zaman anladım ki zaten o benim peşimden geliyordu.”
İşte şimdi anladınız mı? Aşk; bir köpeğin kuyruğu gibidir ki ona ulaşmak için peşinden koşmanız gerekmez, o zaten her hareketinizde arkanızdan gelir.
 
Aşkımızı Öldürmeyelim
parlama.gif



Geçen gün işten eve dönerken,genellikle kitap okuduğum halde o gün canım kitap okumak istemedi ve bende camdan dışarı bakmaya başladım,aslında gördüklerim hep aynıydı,tanıdık evler,tanıdık ağaçlar ve dükkanlar...sonra birden yoldan gecen araçların içine bakmaya başladım.Aslında onlarda tanıdıktı aracın içindeki insanlar genellikle yola bakıyorlardı ve birden bir şey fark ettim. Yanımdan geçen araçların içindeki insanların çoğu sadece dışarıya bakıyordu, şoför koltuğunda oturan adam sola bakarken yanındaki kadın da sağa bakıyordu, arka koltukta da, ya çocuk ya da eşyalar oluyordu ve bu insanların yaşları orta yaş civarıydı yani evliydiler ya da uzun süredir birlikteydiler, diğer taraftan birbirlerine bakarak ve konuşarak seyahat edenlerin ise ya flört eden ya da nişanlı belki de yeni evli çiftler olduğu anlaşılıyordu. İşte o an kafamda bir şimşek çaktı ve o günden sonra kitap okumayı bırakıp hep yolda yanımdan geçenlere bakarak tahmin etmeye çalıştım, kimler evli ya da uzun süreli beraberlik yaşıyor, kimler daha işin başında. Lütfen sizde yoldayken bir bakın, seyahat ederken önüne ya da camdan dışarı bakarak gidenlerin çoğu evli, ama konuşarak ve birbirlerine bakarak gidenlerin çoğu bekar ve işin daha çok başında. O zaman anladım ki, aşkı evlilik öldürmüyor aşkı uzun süreli beraberlikler ve yaşanan monoton heyecansız birliktelikler öldürüyor, işte o zaman kendi beraberliğime dışarıdan bakmaya çalıştım ve ne gördüm dersiniz. Hayatın akışına kapılmış, evden işe, işten eve koşuşturan, hayatında yeni hiç bir heyecanı olmayan ve çok uzun süredir gerçekten dolu dolu sohbet etmeyen, sadece çocuktan, işten ve sıkıntılardan konuşan, akşam yemekten sonra televizyon karşısına geçen ve kanepede (ayrı ayrı kanepelerde) uzanan bir çift gördüm. O gün kapıldığım dehşeti anlatmam oldukça güç, bize ne olmuştu, her şeyi unuttuğumuz, beraber olabilmek için bütün zorluklarına katlandığımız beraberliğimize ne olmuştu? Yaşadığımız heyecan nereye gitmişti? Nasıl bitmişti ve biz farkına varamamıştık? Sonra çevreme baktım ve diğer çiftlerinde bizim gibi olduğunu gördüm.İşin komik yanı insanlar bu hale gelirken, fark etmiyorlardı ve başkasının hayatının bu hale geldiğini anlattığınızda "vah vah" diyorlardı, oysa onlarda aynı durumdaydılar, sadece öyle bir şey yokmuş gibi davranıyorlardı. Herkes bir başkasının hayatına imrenir, İnternet te chatleşerek kaybettiği bu heyecanı bulmaya çalışır bir hale gelmişti. Birden eşimin de evdeyken çoğu zaman nete girdiğini fark ettim,ve gördüm ki ben onu ve aynı şekilde o beni sadece eşi olarak görmeye başlamıştı, işte o gün bu gidişe bir dur demeye karar verdim. Ama ne yapabilirdim, bununla ilgili dergilerde pek çok yazı olduğunu fark ettim, itiraf etmeliyim yapılan önerilerin pek çoğu uygulamada problem olan maddelerdi, ayrıca onları yaparsam başkasının elbisesini giymiş gibi olacaktım,ben kendi çözümlerimi bulmak istiyordum. Onlarında verdiği öğütleri baz alarak,oturdum ve kendimce bir acil durum planı çıkardım ve uygulamaya başladım. Öncelikle eşimle birlikte çocuğumuz olmadan baş başa yemeğe çıktık, itiraf ediyorum ilk denememiz biraz zor oldu, çünkü eskisi gibi konuşacak konu bolluğu yoktu, işten güçten ve çocuktan bahsetmemeye karar vermiştik, evde daha az tv seyretmeye onun yerine müzik eşliğinde sohbetler yapmaya başladık ve en önemlisi birbirimize karşı çok açık olduk, sohbetten sıkılan bunu diğerini kırmadan söylüyordu, aramızda zorlama olmamasına dikkat ettik. Baş başa sinemaya gittik ve bunu yıllar sonra yaptığımızı fark ettik, birbirimize telefondan mesajlar çektik, içimizden geldiği an ve geldiği gibi olmasına özen gösterdik ve birbirimiz için kendimize özen gösterdik, hafta sonları ben eşofmanlarımı üzerimden çıkardım, daha özenli giyindim, tıpkı flört ederken eşimin beni ziyarete geldiği günlerdeki gibi, eşimde hafta sonları tıraş oldu, daha özenli giyindi, deniz kıyısında hafta sonu yürüyüşleri yaptık,pamuk helva yedik ve sohbet ettik. Kısacası, eşimi sadece eşim olarak değil, sevdiğimiz insan olarak görmeyi ve onu yeniden sevmeyi öğrendim, bu gün ondan bir gün ayrı kalsam, eşimi yeniden özlüyorum, onunla küçük kaçamaklar yapmayı dört gözle bekliyorum ve artık eşim internette chat yapacaksa benimde yanında olmamı istiyor ve nete çok daha az giriyor .Bunları niye yazdığıma gelince, hiç bir şey için geç olmadığını düşünüyorum, birlikte olduğumuz kişinin değerini onu kaybetmeden fark etmeliyiz diye düşünüyorum ve kendimizi hayatın akışına kaptırıp sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
 
Askıda Bir Kahve
parlama.gif



Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor :

İtalya' da Napoli' nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarimizi içiyoruz.İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.

Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor tezgahın
üstündeki çiviye...

Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor.
Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi, ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi…
 
Aşk, Uydurduğumuz En Güzel Yalan!
parlama.gif



Bir gün içimden gittin, anladım. Nereye gittiğin değildi önemli olan... Kiminle gittiğin, hangi havayı soluduğun, hangi şehrin, hangi sokağında yürüdüğün önemli değildi. Sen içimden gitmiştin... İçimde ne varsa bana ait, seninle gitmişti.

Renklerim, ruhumdaki yaz, güneşim gitmişti.


“Bana kalan,
Beni kalansız bölen bu şehir.
Ah! bu şehir, yalan şehir”


demek isterdim; ama yalan olan sendin. Benim yarattığım, inanmak için yıllarımı harcadığım kocaman bir yalandın sen. Gerçek olduğunu gördüm. Sen gittin...

Aslında içimden giden sevgili değildi. Ben sadece, yalanıma inanmıştım. O, gerçekti... Aşk bitmişti. Düşünüyorum da acaba aşk, ruhumuzun derinliklerinde yaratılan koca bir yalan mı? Şiirde, müzikte ya da sözde, nerede aşk varsa orada bir de yalan yok mu? Aşk ve yalan, güzel ile çirkin, iyi ile kötü gibi birbirini besleyen, değiştiren ve dönüştüren; biri olmadan diğeri varolamayan ya da anlamsız kalan evrimin temel dinamiklerinden ikisi olabilir mi? Ya da aşk, yalana sesdeş mi? “Seni seviyorum” derken, aslında içimizde yarattığımız en güzel yalana övgüler mi düzüyor, kendimize olan hayranlığımızı mı dile getiriyoruz?

“Bir gün içimden gittin, anladım.”


Aşk, uydurduğumuz en güzel yalan! Ve aşk, yalan varsa aşktı.


İnsanın doğasında var. Doğrular ne kadar da az cezbeder bizi. Yasaklı ya da yanlış ne varsa, yaptıklarımız hanesine yazmak isteriz. Durduralamaz bir dürtüdür bu. Yalanı bazen istem dışı kullanırız. Söyleyen biz değilizdir ama, söyleten ta kendimizdir.

İçimizdeki yasaklı kimliktir O:


Mülkiyet duygusu ve egosu olağanüstü gelişmiş; ihtiraslı, doyumsuz ve aşka her zaman hazır. Pembedir, mavidir ve daha çok kırmızı. Cıvıl cıvıldır, yerinde duramaz. Yaz gibidir: Islak ve sıcak. Zaafları vardır, yasak ve güzel olan herşeye. O cennetteki en güzel meyveyi tadan, ilk ihaneti gerçekleştirendir. Kısacası O, yaşayan tarafımızdır. En güzel anılarımız, en heyecanlı anlarımızdır...

Bir gün içimden gittin, anladım. Nereye ve neden gittiğin değildi önemli olan... Kiminle gittiğin, hangi havayı soluduğun, hangi şehrin, hangi sokağında yürüdüğün önemli değildi. Sen içimden gitmiştin... İçimde ne varsa bana ait, seninle gitmişti.

Renklerim, ruhumdaki yaz, güneşim gitmişti.
 
Bir Cimrinin Günlüğü
parlama.gif



15 Temmuz 2003

Ohh be en sonunda ben de günlük tutmaya karar verdim. Bugün benim doğum günüm ve annem bana doğum günü hediyesi olarak bu günlüğü yani seni verdi günlük. Neymiş efendim cimrilik derdimi senin sayende aşacakmışım. Yav bir kere benim cimrilik sorunum yok ki anlatamıyorum hiç kimseye . Sadece biraz tutumluyum hepsi bu. Ne yani paramı her şeye harcayınca daha mı iyi olacakmışım. Para harcanmadıkça güzeldir günlük bunu böyle bil. Bakınca ona yeşil yeşil oooff offf. Efkarlandım be günlük. Bak günlük bundan böyle bütün her şeyi sana anlatacağım böylece benim cimri olmadığıma sende karar vereceksin. Kimse inanmıyor zaten cimri olmadığıma , kimse dinlemiyor zati. Bulmuşum seni anlatayımda derdimi kurtulayım kederlerimden. Bu arada sana kendimi de tanıtayım günlük. Biliyorum saçmalıyorum sen cansızsın bişey anlamazsın dediklerimden ama ben günlüklerdeki moda konuşmalara uyacağım ve seninle her şeyi varmışsın gibi konuşacağım.

1975 yılının 15 temmuzunda doğmuşum be günlük. Tam 28 sene geçmiş hayatımdan. Ne zamanki parayı doğru harcamayı öğrenmişim işte o zaman milletin dilinde olmuşum cimri. Kusura bakma cimri cimri deyip başını şişiriyorum ama gün boyu herkes bana böyle diyor ama başım şişmiyor çünkü zaten şişmiş durumda. Acım büyük be günlük ama bir gün gelecek cimri olmadığımı ispatlayacağım onlara. Bugünkü doğum günüm Allah’tan iyi geçti. Bayağı bir hediye aldım. Babam bana birkutu kibrit almış ne kadar sevindiğimi anlatamam. Kardeşim de bir adet silgi almış hemi de kokulu. Amcam da 5 adet dosya kağıdı almış. Yaz yaz bitmez. Annem de seni almış günlük. Tamam tamam biliyorum hediyeler gerçekten kötü. Sanki bana nispet yapıyorlarmış gibi geldi. Neyse günlük bu konuyu daha fazla açıp moralimiz bozmayalım dimi. Günlük ; bu arada sana adımı söylemedim be. Adım Saffet bir kuyumcu dükkanım var anladığın zengin bir adamım ama tutumluyum. Malımı severim , paramı da.

Hediye olarak seni alınca oldukça şaşırmıştım “Bu ne” diye sorduğumda “Günlük” cevabını almış ve daha da şaşırmıştım. Sanki bilmiyordum senin bir günlük olduğunu. Aman işte ; annem senin benim için oldukça önemli olacağını içimi dökmemde çok faydan olacağını söyledi. Bilmiyorum ama günlük sanki annem beni en fazla anlıyormuş , seviyormuş gibi geliyor. Zaten baksana tek doğru düzgün hediyeyi o verdi.

İlk başlarda seni yadırgamıştım ama sana daha şimdiden alışmaya başladım bile. Hatta sana günlük demek bile istemiyorum sana bir isim vereyim günlük. Bir karizman olur en azından. Hmm düşünmem lazım günlük acaba sana ne isim verebilirim. Aha buldum her baba çocuğuna kendi babasının ismini ya da dedesinin ismini verirmiş. Sana da öyle bir isim vereyim. Evet sana babamın ismini vereyim her ne kadar beni sevmiyor olsa da onu çok severim be günlük. Artık senin ismin Abdulrezzak olsun. Ne o beğenmedin mi ismini. Babam da kendi ismini beğenmemişti zaten. Babama da ismini büyükbabam koymuş evet o da kendi babasının ismini koymuş. Tamam küsme be günlük sana kısaca Abdül derim nasıl bu daha iyi değil mi. Tamam oldu bu iş artık sen benim için Abdülsün.

Amma da konuştum be Adbül. Bugünlük bu kadar yeter zaten feci uykum geldi. Yarın bizim çırağı da kovacağım maaşından kısıntı yapınca işleri yavaşlattı salak. Altı üstü %30 kısıntı yaptım çok mu? Ama dur bakalım yarın gelsin bir hele , göstereceğim o hergeleye. Vay şiir gibi yazdım Abdül. Neyse sana iyi geceler Abdül yarın akşam görüşmek üzere. İyi uykular eğer uyuyabiliyorsan ? Tamam şaka yaptım ?

16 Temmuz 2003
Günlük naber , pardon Abdül naber ? Gördüğün gibi neşeliyim hem de çok neşeliyim. Kovdum çırağı en sonunda. Zaten bir halta da yaradığı yoktu ama alıyordu paraları o ayrı mesele. Kovarken bayağı zorlandım ama tehdit etti beni işçilik kuralları mı ne varmış tazminat alırım dedi senden (Milyarlarca hem de). Tırstım tabi hiç araştırmamıştım gözümden kaçmış. Halbuki böyle şeyler hiç gözümden kaçmaz. Neyse aradım avukat arkadaşı var mı böyle bir şey dedim o da evet olmaz mı dedi. O zaman dedim ki kendi kendime “ İşte şimdi ayvayı yedim. Acaba çıkartmasam mı çırağı aslında fena biri değildi” O sırada aklıma bundan kurtulmanın bir yolu olabileceği geldi. Öyle ya her şeyin bir çözümü vardır değil mi Abdül. Sordum avukata var mıdır bir çözümü diye. O da yoktur dedi. “Eyvah” dedim. “Ne yapabilirim” diyince o da bana “Ne kadardır sende sigortalı” dedi. İşte o zaman içimde bir şeyler kıpraştı Abdül ama nedenini bilmiyordum. Verdim cevabı “Ben onu fazla para gitmesin diye sigortal! atmamıştım ki”. “Ne?” dedi bana heyecanla. Ben cevabı tekrarlarken o da bana cimriliğimin en sonunda işe yaradığını söyledi ben de ona cimri olmadığımı tutumlu olduğumu söyledim. Bunun üzerine biraz ağız kavgası yaptık. Yanımda olsaydı eğer komuştum kafayı ona ama şükretsin ki yanımda değildi. Neyse sakinleştiğimiz anda bana o çırak olacak veletin zırnık bile alamayacağını söyleyince içimde kıpraşan şeylerin mutluluk kelebekleri olduğunu o an anladım. Kurtulmuştum ? Aldım çırağı karşıma anlattım her şeyi kovdum hergeleyi ( Bir gün şiir yazmayı da deneyeyim) .Giderken de velet “Yürü , yürü de ense traşını göreyim yer elması” dedim. Hep birisini kovarken o sözleri sarf etmek isterdim . Sarf ettim oldukça zevkliydi.

Akşam eve geldiğimde bizimkilere de anlattım durumu. Tabi ki beni savunmadılar üstüme geldiler. Neymiş efendim çocuğun rızkıyla oynuyormuşum. Evet oynuyorum kabul ama o da benim rızkımla oynuyordu. Annem girdi araya “oğlum” dedi “zaten bu cimriliğin yüzünden evde kaldın bari insanlardan olma , iyice yalnız kalacaksın”. Boşverin be ben ve param bana yeter diyince az kala babam tarafından hastanelik ediliyordum. “ben ve param” lafına alınmış. Neden “Ben ve ailem” değilde “Ben ve param” Pöh gülerim buna. Allah’tan son sürat odama kaçtım da kapıyı kitledim. Yoksa yemiştim ananası. Şu an bu satırları yazarken bile babam hala bağırıyor Abdül. Varsın bağırsın be günlük hayatımı kendim kontrol edebiliyorum ya o yeter bana zaten yakında yeni bir eve taşınsam hiç fena olmayacak ama kira parası düşündürüyor beni. İlginçtir benim gene uykum geldi Abdül ? Dur şöyle bir esneyeyim doya doya uaaah. Kusura bakma sen esneyemiyordun di mi ? Sen ne iyi bir arkadaşsın be Abdül ne k! ızıyorsun ne ediyorsun. Allah senden razı olsun. Neyse ben yatıyorum yarın işime geç kalmayayım. (gelsin paralar ? )

17 Temmuz 2003
Günlük dün çok sevinçliydim ama bugün çok sinirliyim. Neden diye sorma çünkü zaten anlatacağım o yüzden yaklaş ve dinle. Hani dün benim elemanı kovmuştum ya “ yok o geri gelmedi Abdül” aman be o kadar sinirliyim ki kendi kendime konuşmaya da başladım. O elaman gelmedi ama annem bir başkasını getirtti ve zorla işe sokturdu bana. Çıldıracağım ya kendi işimde elamanları kendim işe isteyerek alamıyorum. Kendimi light patron olarak hissetmeye başladım. Hadi annemin o elamanı zorla işe aldırtmasını bir yere kadar kabullenebilirim ama çıkarttığım elemanın kesintisiz maaşının iki katı maaşla işe başlatması işi çığırından çıkartan nokta oldu. Yeni gelen eleman az kala bir aile faciasına şahit olacaktı. Evet gerçekten de öyle masamın üstünde duran aile resmini yırtmaya çalışarak annemi tehdit ettim. Ya resim ya da elaman dedim. O da eleman diyerek beni hayal kırıklığına uğrattı. Resmi de zorla aldı elimden. Eleman da pis pis sırıtıyordu. Çakacaktım suratına kız olmasaydı. Ne o günlük ! sana yeni elamanın bir genç kız olduğunu söylememiş miydim?. Öğrenmiş oldun işte. Bir kızın ne işi vardı kuyumcu dükkanında? Anneme bunu anlatana kadar akla karayı seçtim. O da ani bir hareketle forvetle kaleciyi seçtirdi. Bu yüzden baya bir takıştık yani. Eğer Perihan’ı işe almazsam evde kaldığım her gün kira alacağını söyleyerek beni tehdit etti. Gördün mü hem de öz annem dedi bunu. Kabul etmemem lazımdı ama bir aylık kira parası Perihan’a ödeyeceğim aylık maaştan fazla çıkınca mecbur kabul ettim. Komploya kurban gittim resmen. Belli ki her şeyi önceden planlamışlar. Unutmadan söyleyeyim öğlen yemeğini ben verecekmişim , bitmedi bir de yol parası. İflas ettirecekler adamı yahu. Kardın milleti değil mi adamı ya batırır ya da şımartır başka da bir şey yapmaz zaten. Bunları da kabul ettim mecbur. Allah’tan yeni eleman iyi çalışıyor. Günlük işlem hacminde tüm zamanlar rekoru kırdık bugün. O zaman sevindim aslında işe aldım diye ama belli etmedim ona. Devamlı asık yüzle bakıyor! um ona , o da bana baygın baygın bakıyor neden öyle bakıyor çözemedim gitti. Bugünlükte bu kadar günlük bakalım yarın neler olacak doğum günümden beri değişik değişik olaylar oluyor zaten. Yarın görüşmek üzere.

18 Temmuz 2003
Selam Abdül nasılsın. Beni sorarsan nasıl olduğumu anlayamadım. Bir garip hissediyorum kendimi. Mutlu desen değilim , kızgın desen hiç değilim bir garibim. Bu Perihan’dan yavaştan tırsmaya başladım. Tamam iyi çalışıyor bugün de rekoru yeniledik ama bana olan bakışları falan çok garip , anlaşılmaz bakışlar. Kısa kısa da bakmıyor çoğu zaman gözlerini hiç ayırmadan uzunca bakıyor. Rahatsız oluyorum bundan be Abdül. Özellikle öğlen yemeğimizi yerken (ki kuru üstü pilav yiyorduk , merak etme evden getirmiştim yemeği fazla para gitmesin diye) ki bakışlarından dolayı yemeği doğru düzgün yiyemedim. Bir insana bu kadar uzun bakılır mı? Hayret bir şey yahu. Bakışlarını tarif et desen edemem Abdül. Çok garip bakışlar bunlar anlatılamayacak kadar garip. Cidden bu kızın yanında rahatsız hissediyorum kendimi. Acaba annem neden Perihan’ı zorla işe aldırttı? Bana bir komplo mu kuruyorlar yoksa? Zaten eve gelir gelmez direk odama geldim. Herkese bir selam yetti. Bir keresinde müşteriden aldı! ğı parayı bana verirken parayı bana vermeyecekmiş gibi yapıp bir iki dakika oyaladı beni. Şaşkınlığımdan bir şey de diyemedim. Resmen kukla oldum Abdül. Perihan’da o sırada gülümseyerek yüzüme bakıyordu. Sanırım ben de aptal aptal bakıyordum. Ulan var ya rezil kepaze oldum. En son parayı verdiği zaman parayı verdiği elini uzun süre elimden çekmedi. Resmen neden olduğunu bilmemekle beraber tir tir titredim. Donup kalmıştım resmen. Neler oluyor anlayamıyorum Abdül. Yardım et bana. Ahh keşke canlı olsaydın da bana yardım edeydin. Eni en iyi sen anlıyorsun çünkü. Bazen bu kızın uzaylı olduğundan şüphe ediyorum. Acaba uzaylı araştırma merkezine müracaat mı etsem. Şaka yapmıyorum günlük ciddiyim bu konuda. Ne olduğunu anlayamadığım bir durumla karşı karşıyayım korkuyorum. Sırf Perihan’a olan korkumdan öğlen yemeğinde istemiş olduğu colayı aldım. İnanamıyorsun di mi günlük cola aldım. Hatırladığım kadarıyla hiç kimseye cola almamıştım. Ne hallere düştüm be. Bu soruna bir çözüm bulm! am gerek. Yarın Perihan’ı dışarı öğlen yemeği için bir şeyler almaya yollarım (Para gidecek ama ne yapalım katlanacağım günlük) o sırada da arkadaşlardan birini ararım. Bana yardım ederler umarım (Beni sevmeseler de) Bakalım yaptığı davranışlar ne anlama geliyormuş. İyi uykular Abdül , uyuyamasan da ? Neşelenmem lazım di mi ?

19 Temmuz 2003
Merhaba günlük I Am Back ? Neşeliyim bugün. Bütün her şeyi öğrendim. Arkadaşın biriyle yaptığım görüşmede bana eğer ona bir akşam yemeği ısmarlarsa yardım edeceğini söyledi. Kabul ettiğimde gerçekten de yardıma muhtaç zavallı bir olduğumu kabul etti. Ne durumlara düştüm di mi günlük. İlk defa birisine bir yemek ısmarlayacağım. Bu kız yüzünden iflas edeceğim ama sağlığım iflas etmeyecek. Neyse Perihan dışarıdayken arkadaşla telefonda konuştuk. Ben kızın yaptıklarını anlattım. Uzaylı araştırma merkezine gitme fikrimi de en sonunda ekledim. O da bana “Hödükleşme Saffet şimdi beni dinle dedi” Ve 15 kısa dakika boyunca ki bana 15 uzun dakika geldi (Telefon faturasını düşününce) anlattı da anlattı. Ben anlattıklarına ilk başta inanamadım. Hatta bir ara “Sen akşam yemeği istemiyorsun galiba” diyince “Olur mu Saffet tarihi bir fırsatı teper miyim sanıyorsun” diyerek hafiften yumuşattı beni. Konuşması bittiğinde ben de inanmıştım. Hatta bana “İnanmıyorsan bir aşk filmi izle ,! işte o zaman inanırsın dediklerime (Aslında bu adam da şair ruhludur ama bir kırodur) diyince akşamleyin evdekilerle bir film izlemeye karar verdim. Bu arada evet günlük kız bana aşıkmış. Ben nasıl anlayamadım anlamadım. Aşıkmış dedim doğru okudun (ya da duydun her neyse) eve gelirken gene paraya kıyıp (Harbi iflas edeceğim) bir film aldım. Geldim eve ve bizimkilerle merhabalaştıktan sonra beraber film izleme teklifi ettim. Önce babam kızdı neden dalga geçiyorum diye. İnandırana kadar bayağı zorlandım. Hatta izleyeceğimiz filmi aldığımı söyleyince annem sanırım heyecandan bayıldı. Beş dakika kadar onu ayıltmakla geçti. Neden film izleyeceğimi falan anlatmadım tabi ki anlatsam rezil kepaze olurdum vallahi. Sonunda filmi de izledim. (Bu arada odamda tv yok fazla masraf yapmayayım diye almamıştım sadece bizimkilerde var) Filmi izledikten sonra (Aşk filmi aldım merak etme) gerçekten de kızın bana aşık olduğuna karar verdim. Bu kadar olur filmdeki bayan oyuncuyla aynı tarz bakış! lar hareketler cilveler (Garip hareketlerin cilve olarak adlandırıldığını bu film sayesinde öğrenmiş oldum) resmen aynı ; aynı olmasa da yakın, yakın olmasa da çağrıştırıyor. Peki bu kız bir gün de beni nasıl bu kadar sevebildi. Üstelik o kadar cimri olduğumu( düzeltme : tutumlu )bile bile nede bana aşık olsun ki. Bu işin içinde bir iş var ama ne. Neyse günlük yarın görüşmek üzere . I Will Back. ?

19 Temmuz 2003
Vay günlük naber. Şu an ne dinliyorum biliyor musun. Sting’den Shape of My Heart. Vay be amma güzel bir şarkıymış. Arkadaşın teki tavsiye etti bu şarkıyı bana gene bir akşam yemeği sözü üzerine. Gittim hemen aldım albümünü (Biraz zor oldu yalnız bulması Eski bir albümmüş de) Nedense para harcamak artık o kadar zor gelmiyor bana insan birkaç günde değişir mi be Abdül. İnanmayacaksın ama Bir de müzik seti aldım kendime , müzikleri odam da dinlemek için. Nedir bu sendeki değişiklik diye soracaksın. Bilmiyorum ama Perihandan ben de hoşlanmaya başladım. Daha doğrusu evvelden de seviyormuşum aslında ilk gördüğüm andan beri yani. Hani dedim ya ellerim falan titredi diye heyecandan hani. Hatırladın mı? Dün filmi izlerken bu hareketlerin donup kalmaların aslında sevgiden kaynaklanan şeyler olduğunu öğrendim. Rahatım şimdi çünkü her şeyi biliyorum. Birincisi Perihan bir uzaylı değil. (Uzaylı araştırma merkezine yaptığım başvuruyu geri çekeceğim) ikincisi beni seviyor , üçüncüsü ben de! onu seviyorum (Sanırım ? ) Cimrilikten kurtuldum sanırım Abdül. Bak kendim bile kabul ediyorum artık cimri olduğumu. Ama artık değilim bu sevgi her şeyi değiştirdi beni kendime getirdi. (Tam şairim ? ) Peki bugün neler oldu günlük orasını anlatamam sana özel şeyler oldu. Maazallah bir gün gelir de biri seni okursa mahvolurum. ( ? ) Yalnız bir şey oldu ki onu anlatayım sana her şeyi birbirimize açılmıştık , ellerlimiz ellerimizde gözlerimiz gözlerimizdeydi işte o sırada içimdeki şair çıktı ortaya ve Perihan’a şöyle dedim

Tutmuştum ellerinden
Bakmıştım gözlerine
Hissetmiştim aşkını kalbimde
Görmüştüm o aşkını gözlerinde
Ve anlamıştım ki
Sende beni seviyorsun
Aynı;
Delicesine...
Sanırım içimdeki şair patladı en sonunda ha ne dersin Abdül ? Perihan’da çok sevmiş olmalı ki… (öhhöm burayı kesmek zorundayım günlük sorry ? ) Bir günlük insanı ne kadar a değiştiriyormuş. Hem de birkaç günde. Demek ki bir arkadaş bir insanı nasıl değiştirir , bir aşk ne kadar değiştirir , akrabalar arkadaşlar ne kadar değiştirir. Ailemle de aramı düzelttim. Eve bir kilo telli kadayıf alınca (ki annem gene bayıldı) biraz da laflayınca falan düzelttim arayı işte. Sen günlük beni değiştirdin ve Perihan o daha da değiştirdi. Aşk beni değiştirdi. Sevmek ne kadar güzel bir duyguymuş. Özellikle de sevilmek. Keşke devamlı sevebilsem keşke herkes beni devamlı sevebilse. Varsın para gitsin. Para her şey demek değil , çünkü sevgiyi satın alamazsın. Sen de sevebilseydin keşke günlük. Hissedebilseydin her şeyi özelikle de aşkı. Sen de sev Abdül , sen de sev günlük Sen de sev.
 
Bir Başarının Örnek Öyküsü
parlama.gif



Size bir soru: Başarılı olmayı ne kadar istiyorsunuz?Düşünün... Ne kadar? Başarıyla aranızdaki tek engel, kendinizsiniz... Çünkü insanı ancak kendisi yıkabilir, kendi sözleri ve düşünceleri... Diğerlerinin söylediklerine inanmak yine sizin kendinize yarattığınız bir engeldir... Oysa sizin içinizde, bildiğinizden daha büyük biri var. Sizi en iyiye ***ürmek için yalnızca bir şey bekliyor. Onu fark etmenizi… "O" fark etti...

Bir gün okuldan geldi, kitaplarını yere fırlattı, yukarı, odasına koşup kapıyı kilitledi ve ağlamaya başladı... Okulu bitirmesine iki yıl kalmıştı ve en büyük düşü, basketbol takımına kabul edilmekti... Annesi odaya girdi ve "Neler oluyor?" diye sordu."Takıma giremedim" diye yanıt verdi küçük çocuk. "Bana sen küçüksün dediler..." Annesi bunun üzerine kolunu oğlunun boynuna doladı:"Bak, önemli konu, takımın içinde senin ne kadar küçük olduğun değildir" dedi. "Önemli olan, senin içinde ne kadar büyük bir takım olduğudur..."

Annesi bunları söyledikten sonra odadan çıktı. Küçük çocuğun birden gözleri parladı. Onun bu sözleri duymaya gereksinimi vardı. O an kendini hiç olmadığı kadar güçlü hissetti... Ertesi sabah çalışmaya başladı. Erkenden kalkıp antrenmana gitti, her sabah, her akşam, her gün, her hafta... Yağmur, kar demeden... Çalışırken kendi kendine hep annesinin sözlerini yineledi. O bu sözleri yineledikçe, içindeki ateş de giderek büyüdü, büyüdü.

Bir yıl sonra takım için seçmelere yeniden başlandı. Bu kez güçlüydü. Takımın kaptanı, ondan çok etkilenmişti. Onu o yıl takıma aldı. O yılı izleyen yıl, yine takımdaydı ve o sezon dışarıdan teklifler almaya başladı.. Önce amatör kulüplerde oynadı, çok geçmeden profesyoneller arasına tırmandı. İçindeki ateş yandıkça, o ateşin kendisini daha yükseklere taşıdığını duyumsuyordu. Daha yükseklere, daha yükseklere tırmanmaya başladığı yolda, önünde artık hiçbir engel yoktu. Hiçbir şey durduramıyordu onu… O şimdi, yalnızca Amerika’nın değil, dünyanın yetiştirdiği “en büyük basketbol yıldızı” unvanını taşıyor.
 
Bir Bardak Limonata ve Bir Aşk Öyküsü
parlama.gif



Aşk minnet duyarak yaşamanızı sağlar. Indiana'nın ıssız yollarından birinde ilerlerken, ''Taze Limonata'' levhasını görünce direksiyonu o yöne kırdım. Benzin istasyonu ve bir market beklerken karşıma bir ev çıktı. Ve randada yaşlı bir adam oturuyordu. Arabamdan indim. Etrafta başka kimse yoktu.Bana bir bardak limonata ve bir sandalye uzattı. Etrafta huzur vardı. Gökyüzü, mısır tarlaları ve güneş. Havalardan ve yolculuğumdan söz ettik. Ailem olup olmadığını sordu. Daha yeni evlendiğimi ve çocuklarımın olmasını çok istediğimi söyledim. Aile kavr*****n hala önemini koruduğunu görmek onu sevindirdi. Sonra bana kendi hayatını anlatmaya başladı. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum, çünkü anlattıklarını bende asla unutmayacağım. ''Aile çok özel bir kurumdur. Karın, çocukların ve kendine ait bir ev. Doğru şeyi yapmanın huzurunu duyarsın içinde. Senin yaşındaki halimi hatırlıyorum.'' diye başladı sözlerine. ''Evlenmek gibi bir şansım olabileceğini düşünmemiştim. Öyle mükemmel bir ailem yoktu. Ama azimliydim. Annesi ve babası beni çok sevdiler ve bana karşı çok iyi niyetli davandılar. Yinede zor geliyordu. Geceleri yatağa uzanır ve düşünürdüm: Boşanma riskini göze alabilecek miydim? Bir karım, bir ailem mi olacak? Neden? Çocuklarımı boşanma riskiyle karşı karlıya bırakamayacağımdan emindim. ''Gençliğe adım atınca yeni duygular deneyimlemeye başladım. Aşka filanda inanmazdım. Delice sevdaya tutulmaktan öte bir şey olmadığını düşünürdüm. Bir arkadaşım vardı. Beni çarptığında orta sondaydım. Birbirimize karşı neler hissettiğimizi söylemekten kaçınıyorduk. Sadece sohbet ediyorduk. Benim en yakın arkadaşım olmuştu. Lisede birbirimizden ayrılmaz olmuştuk. Ailesiyle sorunları vardı. Ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Ona göz kulak olmak için elimden ne geliyorsa yaptım. Akıllı ve güzel bir kızdı. Bütün erkekler onunla olmak istiyordu. Madem bu seninle benim aramızda'' diye ekledi,'' Ben onunla olmak istemiştim.'' ''Bir kere çıkmayı denedik, her şey çığırından çıktı ve dokuz ay konuşmadık. Derken bir gün okulda cesaretimi topladım ve ona mesaj yolladım. O da yanıt verdi ve yeniden başladık. Sonra o üniversiteye gitti.'' Yaşlı adam kalktı ve bir bardak limonata daha getirdi. ''Babası Minnesota'da yaşıyordu. Okumaya onun yanına gitti. Benim hedefim beysbol oynamaktı. Okuldan okula geziyordum. S onunda ben de Minnesota'da bir okula kabul edildim. Son derece ironikti. Ona müjdeyi verdiğimde ağlamıştı. ''Çıkmaya başladık. Onu ilk defa benim odamda öptüğüm günü hatırlıyorum. Kalbi hızla çarpıyordu. Reddedileceğim korkusuna kapılmıştım. İlişkimiz gittikçe gelişti. Üniversiteden sonra beysbol oynamaya devam ettim. Ve hayatımın kadınıyla evlendim. Kilisede mihraba doğru ilerleyeceğim hiç aklıma gelmemişti.'' ''Çocuklarınız oldu mu?'' diye sordum. ''Dört tane dedi gülerek. ''Onları okuttuk ve ve elimizden geldiğince hayatı öğrenmelerine yardımcı olduk. Şimdi hepsinin kendi çocukları oldu. Kucaklarında çocuklarını görmek bana gurur veriyor. Hayatın her şeye rağmen yaşamaya dediğini düşünüyorum. ''Çocuklar evden çıktıktan sonra karımla birlikte seyahatlere çıkmaya başladık. Elele tutuşup her yeri geziyorduk . İşin güzelliği burada zaten. Yıllar geçtikçe ona karşı sevgim iyice büyümüştü. Kavga etmediğimizi söyleyemem, ama aşkımız gittikçe derinleşiyordu. ''Karıma olan sevgimi kelimelerle ifade etmem çok zor''dedi başını sallayarak. ''Bu sevgi bizi hiç yalnız bırakmadı. Hiç ölmedi. Gittikçe kuvvetlendi. Yaşamım boyunca çok hata yaptım, ama onunla evlendiğim için asla pişman olmadım.'' ''Tanrı hayatın zaman zaman ne kadar zor olduğunu biliyor'' dedi gözlerime bakarak. ''Bugünün dünyasını anlayamayacak kadar yaşlı olabilirim. Ama geçmişe baktığımda emin olduğum bir şey var: Bu dünyada sevgi kadar güçlü bir duygu yok. Ne para, ne hırs, ne nefret, ne de şehvet. de edemez. Şairler ve yazarlar deniyorlar. Onlar da ifade edemezler, çünkü herkese göre değişir. Ben karımı çok seviyorum. Görüyorsun. Ölünce yan yana mezarlara yatacağız, ama bu sevgi dünya yok olana kadar devam edecek. Boş gözlerime baktı. ''Seni çok tuttum, evlat''^dedi ve özür diledi. ''Umarım limonatayı beğendin. Yolda giderken, karına ve çocuklarına ve sahip olduğun her şeyi çok sevmen gerektiğini düşün. Sevmelisin, çünkü bunları ne zaman kaybedeceğini bilemez misin.'' Arabama doğru yürürken söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu önemli düşündüm. Karısını yıllar önce kaybettiğini ve onu hala aynı şehvetle sevdiğini düşündüğüm bu yaşlı adam beni çok etkilemişti. Onun ne kadar yalnız olduğunu düşündükçe içimi bir acı kapladı. Limonata ve ara sıra gelen ziyaretçiler dışında kimsesi yoktu. Yola yeniden koyuldum, ama yaşlı adamı aklımdan çıkaramıyordum. Birden limonata parasını vermediğim aklıma geldi. Geri döndüm. eve yaklaşınca uzaktan bir araba gördüm. Birinin daha orda durması ben şaşırttı. Verandaya doğru ilerledim. Yaşlı adam ortalıkta görünmüyordu. Tam parayı sandalyenin üzerine koymak üzereyken gözüm pencereden içeriye ilişti.Yaşlı adam odanın tam ortasında karısıyla dans ediyordu. Sonunda anlamıştım. Karısını kaybetmemişti. Sadece öğleden sonrayı yalnız geçirmişlerdi. Bu olayın üzerine yıllar geçti. Ben hala o yaşlı adamı ve karısın düşünürüm. Onlar gibi bir yaşantım olsun isterim. Bende onun gibi çocuklarıma ve torunlarıma sevgi bırakmak isterim. Bende karımla dans eden bir büyükbaba olmak isterim. Hiç bir şeyin sevgiden daha yüce olmadığına inanmak isterim.
 
Bir Aşk Mektubu
parlama.gif



Şu an 1 şubat akşamı ve rüyamda yine sen vardın. Saat olmuş gecenin 3’ü, herkes uyumuş, annem, babam, kardeşim, bende uyumuşum ama gönlüm hep ayakta, aşkım hep ayakta, onlar hiç uyumadı ki. Seni tanıdığımdan, sana tapalıdan beri gözüme uyku girmedi aşkımın, sevdamın da. Ne tedaviler aradım, ne ilaçlar kullandım. Çaresi bir mucize bu hastalığın o da sensin.
Ağlıyorum şu saat, unutma beni ağlatan sensin. Uyutmayan, hayatı zindan eden sensin. Ne hayat tat veriyor, ne o olmazsa olmaz dediğim bilgisayar, ne hava, ne ekmek, ne su,….. sadece ama sadece sensin o tat. Sensin benim hayatım, sensin.
Benden vazgeçmemi mi istiyorsun? Tamam kabul. Çıksın birisi güneşe yazsın adını (benim yazdığımın yanına) vazgeçerim senden. Ya da sağır bir ressam, toprağa düşen gülün sesini çizsin bir kağıda o zaman vazgeçerim senden. O zaman vazgeçerim anlıyor musun? VAZGEÇMEM SENDEN.
Benden kalan birkaç gözyaşı var bu kağıtta, sana olan aşkım var. Eğer bir gün ağlarsın olur ya! Bu kağıda ağla. Göz yaşlarımız mutlu olsun sonunda. Onlar kavuşsunlar aşklarına. Biz kavuşamasak da.
Hem ben seni kime vazgeçerim? Kimse senin dudaklarındaki sıcaklığı vermiyor, kimse vermiyor sendeki o güzel kokuyu, kimse hissettirmiyor senin tenindeki buğuyu, hayali, kimse bakamıyor senin baktığın gözlerle bana, kimse senin dokunduğun hatta vurdun gibi vurmuyor bana, kimse tutmuyor senin ellerinle, kimse sarmıyor senin gibi kollarıyla, kimse ama kimse sendeki aşkı bana vermiyor. Ben sana mecburum, sonu olmasa dahi.
Kalbim uçarsa o kelimelerin arasına okurken yakala onu, iyi bak incitme olur mu? Arkadaş et kendi kalbinle, dost olsunlar, aşık olsunlar birbirlerine, ölesiye hem de, sımsıkı sarılsınlar hiç bırakmasınlar birbirlerini, varsın ben onsuzda yaşarım, yeter ki onlar mutlu olsunlar.
Sana soruyorum? Yakışıklı değilim, çok zeki değilim ama aşkım yetmez mi sana? Neden ben değil de seni sevmeyen bir başkası ya da benim kadar değer veremeyen birisi. Neden? Şunu unutma; Kırmızı güllere ulaşmak isteyenler ayakları altında ezilen papatyaların farkına varamazlar.
Senin uğruna vazgeçmeyeceğim şey yok. Gururum hariç. O zaman neden ben değilim, neden başkası, sana başkasının ellerinin dokunmasına dayanamam. Buna dayanamam anlıyor musun beni? Neden ben değilim Allah'ım? Sebebi ne? Neden Allah'ım neden?
Sana tapıyorum anlıyor musun? Sana tapıyorum? Neden sanıyorsun sizin sınıfa her teneffüs gelişim? Neden sanıyorsun hep başka konular arayışım.
Çok merak etmiştin ya Metin ile benim bildiğim o olayı. Söyleyeyim. Metin bunu Rıza’dan duymuş. Rıza ona ikinizin beraber olduğunuzu söylemiş. Ben bunu duyunca içimdeki tüm gözyaşlarını o an çıkarmak istedim. Sağır olmayı istediğim bunu duymayayım diye, bugün olmasın istedim bu olayı yaşamayım diye, Kör olmak istedim seni hiç görmeyeyim diye, kalbim olmasın istedim sana hiç aşık olmayayım diye, hislerim olmasın istedim senin kokuna, sıcak tenine alışmayaydım diye. Senin olmamak istedim, sana hasret kalmayayım diye. Gözlerim karardı hiç abartısız o an? Metin bıraksa sonsuza dek öyle kalırdım. Rüyayı hep seninle kurardım. Hep ikimiz olurduk, hep seninle olurduk, kötü kalpliler aramıza girmeye çalışır ama ben hep mani olur buna izin vermezdim. Her şey senin istediğin gibi olurdu. Bir tek aşkımız ortak. Sana adardım her şeyimi. Seninle senin kadar güzel, senin kadar iyi, senin kadar güzel gözlü, senin kadar …. Bir bebeğimiz olurdu. Ama neyse ki, hatta maalesef Metin beni rüyamdan erken uyandırdı. VE GENE SANA KAVUŞAMADIM.
Hem sana kıyarım hem kendime? Ölümü dahi göze alırım sensin hayat zaten ölüm bana? Bunlar şaka gibi geliyor ama ben sana kıyamam …. Kıyamam sana biliyorsun. Aşkım beni dağlasa da, aşkın beni mecnun yapsa da, sana kıyamam. Son söylemek istediğim seninle son defa konuşmak istiyorum ve diyorum ki seni çok seviyorum.
 
Bilyeler
parlama.gif



Karanlıktı ve uyandığında altını ıslattığını fark etti.Yağmur yağıyordu, gök gürültüsü, yırtıyordu sessizliği, çakan şimşekler ürkütüyordu. Sığınabileceği, yağmura, korkuya, yokluğa karşı durabileceği sıcak bir kucağı yoktu.
Camı kıracakmış gibi vuran damlalara gözyaşlarıyla meydan okuyordu. Korkuyordu. Güçsüzdü, titriyordu ayakları ranzasının merdivenlerinden inerken. Karanlıktı ama o her şeyin yerini ezberlemişti. Sürekli burada yalnız başına kalıp hayaller kurmayı severdi.
Tuvalete doğru ilerlemeye başladı, korkudan istemeden ağlıyordu. Neden onu seçmişti bilmiyordu. Koridorun sonu sonsuz bir karanlık gibi görünüyordu. Amonyaklı ıslaklık, ayak izlerini belirgin kılıyordu soğuk betonda. Tuvaletin kapısına gelmişti. İçeri girdi, hıçkırıklarına engel olamıyordu, gözyaşları çatlak bulmuş kaynak suyu gibi fışkırıyordu adeta. Bir an tuvalette yalnız olmadığını fark etti. Kapalı kapının ardında onun ayakları görünüyordu ve birini daha seçmişti. Korkudan derin bir sessizliğe büründü. Artık ne ağlıyor, ne de hıçkırıyordu. Küçücük yüreği bile ses çıkarmamak için atmıyordu sanki. Tuvaleti kaplayan sessizliği, cama vuran damlalar ve küçük bir çocuk iniltisi bozuyordu.
Bir an annesini düşündü. Annesini doğarken o öldürmüştü. Hiç görmediği annesine nasıl derin bir sevgiyle bağlı olduğunu hissetti. Annesini öldürmeseydi belki, seçilmeyecekti. Babası onu bırakıp gitmeyecekti. Babasına olan öfkesi midesini bulandırdı. Kusmak istiyordu ama sessizliği bozmama adına yuttu kusmuklarını. Neden seçildiğini düşündü. Bunları hak etmek için hiçbir şey yapmamıştı.




Köşedeki tabureyi hırsız sessizliğiyle kaldırıp aynanın önüne koydu. Aynaya baktı, ağlamaktan gözbebekleri küçülmüş, kırmızılık arasında küçücük bir nokta gibi kalmıştı. Yarım kalmış çocukluğuydu aynada görünen. Onu annesi ak undan yumuşak elli yavrum deyip sevmemişti, hiçbir bayramda sevinmemişti. Tek oyuncağı yanından hiç ayırmadığı bilyeleriydi. Bilyelerini eline aldı. Onlara baktı, her bilyede kendi yüzünü gördü, hepsi ağlıyordu, çirkindi. Pencerenin önüne geldi, sokağa baktı, sokak lambaları yanmıyordu. Sanki bu çirkinliğe suç ortaklığı yapmak , bu pisliği gizlemek için her yer karanlığa bürünmüştü. Yağmur damlaları garip şekiller oluşturuyordu camda. Nefesiyle buğulanan cama ismini yazdı, sonra isminin camın buğusuyla kaybolduğunu gördü.
Onu da saklayabilir miydi karanlık..?
Döşeğini ıslattığı için ertesi gün yiyeceği dayağın korkusunu yaşıyordu. Bir an köşede duran, tıkanan tuvaletleri açmak için kullanılan demire gözü takıldı.
Seçme hakkı ona mı verilmişti..?
Demiri hınçla eline alıp, tuvaletin kapısını büyük bir hızla açtı, kendisini hiç bu kadar güçlü hissetmemişti. Demiri adamın böğrüne sapladı, acı bir çığlık yankılandı. Sonra bir daha, yine, yeniden. Çocuk şaşırmıştı, hemen toparlandı. Ona bakarken gözlerini bile kırpmıyordu. Çocuğa bilyelerini verdi ve kafasıyla gitmesini işaret etti.
Büyüdüğünü hissetti…
Çocuk, koşar adım gitti. İşte istediğini yapmıştı. Bu annesinden sonra ikinci cinayetiydi. Adamın kanlı bedenine baktı. Cesedi sürükleyerek ortaya getirdi. Ellerine bulaşmış kanı fark etti, ellerini yıkadı. Aynada yüzünü gördü. Göz bebekleri büyümüştü. Adamın ağzını açtı, ve içindeki bütün pisliğini ağzına boşalttı. Camın önüne geldi, sokak lambaları yanıyordu. Her yer aydınlanmıştı. Nefesiyle buğulanan camda ismini gördü. Ağlayarak, ranzasına koştu.
 
Beni Kendinde Ara
parlama.gif



Hiçbir ölümlü Yüzümdeki perdeyi kaldiramadi"
Bir Misir tanrisina ait olan bu söz O'nu çok güzel tanimliyordu. Ne
eksik ne fazla ...
Iyi sayilabilecek bir sairdi. Içinde yasadigi toplumla paylastigi degerler yok denecek kadar azdi. Dis görünüsü iç dünyasindaki aykiriligi
fark ettirmeyecek kadar dogaldi. Içten bir tepkisi vardi yasanan degerlere
karsi. Ama o,bu aykiriligini anlamsiz ve tepkisel davranislarla göstermezdi.
"Insan konusmayi ögrenince susuyor" derdi. Bu yüzden günlerce
konusmayabilirdi. Ama konustugu zaman da karsisindaki insanin deger
yargilarini alt-üst ederdi,hiç çekinmeden.
Insanlarla hiçbir seyi paylasmamaya, onlardan hiçbir sey almamaya
yeminliydi. Insanlarin onu sevmesi de nefret etmesi de birdi onun
için. Paylasmak ona göre büyük bir zulümdü zaten. Insanlar kendilerine ait
olmayan bir seyi sahipleniyor,sonra da güya insanlari sevdikleri için
paylasiyorlardi. Halbuki paylastiklari sey hiç de onlarin degildi. O,bu iliskiyi eve giren bir hirsizin evi,ev sahibiyle paylasma lütfuna benzetiyordu.
Bu aykiri düsüncelerinden dolayi yirmi yasinda terk ettigi ailesini
hiç aramamisti on bes yildir. Annesine biraktigi not çok kisaydi: Asiyim, hepsi bu kadar.
Evlenmeyi bir an bile aklindan geçirmemisti. Ona göre evlilik sahiplenme duygusunun bir insanla tatmin edilisiydi.
O hiçbir seye sahip olmadigi gibi hiçbir seyin de onu sahiplenmesini istemiyordu.
Peki,bunca yildir neyi ariyordu?Gerçegi,yalnizca gerçegi. Yillar önce okudugu bir kitapta su yaziliydi: "Gerçek aramakla bulunmaz ama her arayana verilir.
Her seye ragmen onu ümitlendirmisti bu söz. Zaten hayatin çok
sirrini anlamisti bu çileli yillar boyunca. Sevgi varolusun biricik
sirriydi. O günde sonra bir baska bakiyordu hayata. O günün anisina su sözleri yazmisti


Günlügüne: "Karanliklar senin göz kapaklarinin çektigi perdedir aydinligin üzerine. Aydinliksa gözbebeklerinin isiltisidir,perdelerden kolayca geçen."
Atom sevgiyle duruyordu ona göre. Atoma nefreti sokup atom bombasi yapmamislar miydi zaten?Bu yüzden en nefret ettigi sey nefretti. Kendisini sevginin mayasindan yaratilmis hissediyordu. Yapragin yere düsmesi topraga olan sevgisindendi. Filizlerin boy vermesi göge olan özlemlerindendi. O küçük tohum,tabiatin gök ve yer denilen iki koluna sariliyordu böylece...
Bir yandan köklerini topragin derinliklerine saliyor,bir yandan da
göge yükseliyordu tohum.
Ya yazmak...Yasmak da sevgiydi. Mürekkebin gerçege duydugu sevdaydi onu yazmaya iten sey. Kalem kutsaldi onun için. Bu yüzden hiç kimse bunalmis ruhunu kagida dökmek için kullanmamaliydi kalemini.
Kalemi ilk kullanan da Tanri degil miydi?
Tanri ilk asikti. Insanlari sevgisinden yaratmisti. Her seyi sevgi üzerine kurmustu ama hiç kimse anlamamisti O'nu. Bu yüzden "Aski anlasilmayan ilk asik Tanridir." derdi. Insanlar dogar dogmaz göbek baglarini kopardiklari gibi gerçekle olan baglarini da kopariyorlardi sanki.
O, bu ümitsiz durumdan su sözlerle siyriliyordu: "Güzellerin güzel
yüzünde güzelligi yaratan,elbette o güzellige asik olanlari da yaratir."
***

Genç kiz nihayet uyanmisti. Tüm gece boyunca uyumustu. Gözlerini
ovusturdu. Elbiselerini düzeltti. Saskindi.
--Nerdeyim ben?Siz kimsiniz?
--Demek dün gece neler oldugunu hatirlamiyorsun?
--Çok içtigimi hatirliyorum o kadar.
--Evet,kapiyi sana açtigimda çok sarhostun gerçekten. Kapiyi açar açmaz bana
ilk söyledigin söz suydu: "Ben Tanrinin hediyesiyim"
Genç kiz bu söz karsisinda utancini gizleyemiyordu. Bir seyler
söylemek istiyor ama nereden baslayacagini da bilemiyordu. Saskinligini biraz olsun gizlemek için:
--Peki ya sonra ?Dedi.
--Isin dogrusu ben Tanridan böyle bir hediye beklemiyordum. Sasirdim bir
an. Gerçegi arayan birisine senin gibi bir serabin gösterilmesi dogal gelmedi bana. Ben bunlari düsünürken sen de su an yattigin yerde sizip kaldin zaten.
--Dün geceden beri yerde mi yatiyordum?Diye sordu saskinlikla.
--Evet,düsüp sizdigin yerden kaldirmadim. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrinin seni almasini bekledim. Ama,görüyorsun ki hala gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrinin hediyesisin böyle? Ferda sitem dolu bir utangaçlikla:
--Lütfen benimle alay etmeyin. dedi.
--Alay etmiyorum .Sadece seni anlamaya çalisiyorum. Istersen önce sana bir kahve yapayim da kendine gel.
Kemal kahveleri getirdiginde Ferda biraz olsun kendine gelmisti. Üzerindeki yabanciligi atmaya dogal olmaya çalisiyordu.
--Benim adim Ferda iki sokak ileride sitelerde oturuyorum. Dün gece için özür dilerim. Arkadaslarla yasadigim bir çilginlikti o kadar. Çok utaniyorum.
--Ben de Kemal. Bu evde tek basima yasiyorum.(Bir an duraksadi Kemal) Senin hakkinda ne düsündügümü merak ediyorsun degil mi?
--Biraz öyle...
--Hiç...Hiçbir sey düsünmedim.
--Neden?
--Özel olarak hiçbir insan üzerinde düsünmem pek.
--Gecenin yarisinda kapini çalip,evinde yatan bir kiz hakkinda bile mi?
--Evet.
--Çok garip bir insansin.
--Söylesene maskeli bir baloda insanlarin gerçek yüzlerini tanimak müm
kün müdür sence? --Tabii ki degil.
--Iste su yoplumda gördügün birçok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yasiyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksizdir bence. Hem de zamana, kisilere ve olaylara göre her an degisen maskelerin kullanildigi bir balo... Bu yüzden pek anlamli gelmiyor bana insanlar üzerinde düsünmek.
--Kendini soyutluyorsun insanlardan.
--Öyle de denilebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düsmanidir bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir sey almamayi yegliyorum. Buna ragmen her seyimi vermeye de hazirim onlara.
--Insanlarin sevgisini de ret eder misin örnegin?
--En basta onu. Bu günün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.
--Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...
--Bunda yaniliyorsun. Insan sanildiginin aksine sevilerek degil severek yasar. Insan sevilmek ihtiyacinda olan zayif bir varlik degildir. Kisacasi sorun sadece sevilmek degil sevmektir.
--Sevdigin halde sevilmiyorsan?
--Sevilmek senin sorunun degil onun sorunu. Bence sevmek bir insani kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginlestirir, sevilmek degil. Bunu, evreni kapsayacak sekilde de düsünebilirsin.
--Nasil yani?
--Evrensel anlamda sevmek kainati kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir.
Ferda'nin kafasi karismisti. Hiç bu kadar derinlemesine düsünmemisti sevgi üzerine. Bunu fark eden Kemal:
--Bunlari bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düsünürsen umarim anlayabilirsin. Sunu unutma ki insanlik bu gün ikinci tas devrini yasiyor. Birinci tas devrinde insanlar yumusacikti. Sevgi
sayesinde her sey yumusacikti. Sadece evleri ve aletleri tastandi. Simdi ise her seyimiz yumusacik, yüreklerimiz tas gibi. Hatta tastan da kati. Çünkü öyle taslar vardir, üzerlerinde otlar yetisir ve öyleleri de vardir ki...
Kemal'in gözleri nemlendi bunlari söylerken. Yillarin acilarini, ihanetlerini, burukluklarini kelimelere döküyordu aslinda. Aglamakli bir hale dönüsüyordu sesi kesik kesik...
Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat seridi geçti Ferda'nin gözleri önünden. Eger Kemal'in anlattiklari dogruysa sevgi hiç olmamisti hayatinda.
On sekiz yasinda olmasina ragmen sayisini kendisinin bile unuttugu kadar çok sevgilisi olmustu. Ama hiçbir zaman sevgiyi bu kadar yogun hissetmemis ve yasamamisti.
Bir an gözleri duvarda çerçevede olan misralara takildi
Donuk sevgiler çagindayiz
Sicak sevgiler cehennemde yaniyor
Sevgi...
Yasanmayacak kadar güzel,
Fark edilmeyecek kadar sade
Duyulmayacak kadar dogaldir
Kemal duvarda aglayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya
--Biliyor musun bir çocuga verilecek en degerli besin sefkattir ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu iste su insanlari görürsün karsinda... Sefkat ve cesaret kurbanlari... Kimileri asiri sefkatin yaninda cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kirilirlar. Dünya çok acimasizdir böylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yogunlasirlar ki bazen siddetli bir arzuyla birilerine dogru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti ögrenememistir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayi bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yikiliverirler. Dünyayi titretecek cesareti taniyan bu insanlar kalplerine dokunacak bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan:
Dag düstü üstümüze
Yikilmadik ama
Insan degdi tenimize
Acisi yakti bizi...
Cesaret onlari o kadar sertlestirmistir ki sevdikleri insani kollari ile kalpleri arasinda neredeyse öldürür.
Kemal sustu birden Ferda bir seylerin oldugunu hissetmisti. Çözmek istiyordu Kemal'i
--Niye sustun?
--Bana ne sefkati ögrettiler ne de cesareti.
--Ama tüm bunlari biliyorsun sen.
--Nasil oldugunu merak ediyorsun degil mi,anlatayim.
Bir an durdu sonra:
--Insanlarin nefretlerinden sevgiyi,ihanetlerinden sadakati, korkakliklarindan cesareti ögrendim.
--Insanlar bu kadar acimasiz mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?
--Birak sevgilerin gülmeleri bile dogal degil onlarin. Seni senin için degil
kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki,hayran olmamak elde degil biliyor musun?Sevgi ve ihaneti o kadar
sanatsal bir uyarlamayla sahneye koyarlar ki,son sahnede ölecegini bile bile seyredersin oyunu .Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarindan sevgi sözcükleri yükselir. Yapacagin tek sey gözlerini kapatip sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin saganak yagmuru altinda ölümünü beklemedir. Anliyor musun?
--Sen sevilmekten korkuyorsun.
--Belki...
--Neden?
--Neden mi?Ben her insani kalbime misafir edebilirim,sevebilirim yani.
Kalbimden eminim çünkü. Sevdigim insani rahatsiz edebilecek hiçbir sey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karsilasacagim. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bu tuzaklardan haberdar mi?
--Fikirlerimi alt üst ettin. Her sey karisti Sevmek sevilmek,nefret,sevgi.
Hatta su ana kadar gerçekten yasayip yasamadigimi düsünüyorum.
--Aslinda sana anlattigim her seyi kendinde bulabilirsin.
--Nasil?
--Kendini taniyarak...Yalniz kaldigin anlarda...
--Yalnizliktan kaçmisimdir hep...
--Yalnizliktan kaçmak kendinden kaçmaktir. Bir düsünsene dogarken de
yalnizsin,ölürken de. O halde yasarken de yalnizliktan kaçmak anlamsiz degil mi ?
--Yalnizlikta insan ne bulabilir ki sikinti ve bosluktan baska?
--Kendini gerçekten taniyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç
uzayin oldugunu fark edebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra basina
geçip agit yakiyoruz...Benligindeki zenginligi fark etseydin dünyada ikinci
bir insan aramazdin biliyor musun?
--Anlamadim!
--Dünyada bir tek kisi vardir aslinda o bir kisi içinde de bes milyar insan.
--Benligim bu kadar kalabalik mi?
--Evet. Benligin tüm varligin merkezidir. Tüm acilar ve sevinçler yüreginde
gizlidir senin. Ölenleri yüregine gömdügün gibi dogacak çocugun kalbi de
senin içinde atar. Hem aciyi hem sevinci yasarsin iç içe,yan yana...Hatta o
kadar aci çekersin ki aci,aci olmaktan çikar...
--Sözlerin çok karisik.
--Belki haklisin bu konuda. Bazi insanlar basli basina paradokstur.
Düsünceleri de öyle. Insanlar paradokssal düsünmeye alisik degiller. Bu
yüzden anlasilmiyoruz.
Zaman bir hayli ilerlemisti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dagilmisti ki hiç bir sey söylemeden çikti evden. Bütün gece boyunca Kemal in sözleriyle
ugrasti Ferda. Bazen onu anladigini düsünüyor,bazen saçmaladigina karar
veriyordu. Her seye ragmen hayranlik duyuyordu ona. Ama,kimsenin
anlamayacagindan emindi. Günler geçiyor,yüreginde Kemal e ,karsi konulmaz bir sevgi tasidigini hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi.
Aylar geçmis ama bir türlü ona gitmeye karar verememisti. Çekiniyordu. Insanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kizi ciddiye alir miydi?
"Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölü degildir hiçbir zaman"
Evet,bu söz de onun degil miydi?Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona
sevdigini söylemeliydi.
Ferda Kemal in evine gittiginde büyük bir saskinlik geçirdi. Evde kimse yoktu,tasinmisti...Evin bekçisi yaklasti Ferda ya:
--Kizim adinizi ögrenebilir miyim?
--Adim Ferda. Kemal bey tasindi mi?
--Evet kizim,tasindi. Ve kimseye söylemedi nereye gittigini,bana bile. Bir
mektup birakti sana gelirse verirsin,dedi.
Ferda mektubu aldi. Tereddütlü adimlarla evine
gitti. Yikilmisti. Derin bir bosluk hissetti yüreginde. Birden ümitle doldu
yüregi. Belki de onu yanina çagiriyordu. Sabirsizlikla mektubu açti.
"Ey sevgili!
Seni sevip sevmedigimi söylemeyecegim. Ama sevgiyi ögretebildim
sana sanirim(ne kadar ögretilebiliyorsa).Dilerim kalbine kalbimden verdigim sey yüreginde yeserip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksin, ne de ben sende. Sen beni kendinde,ben seni kendimde bulmus olacagim. O zaman hiç ayrilmayacagiz. Sakin sevgimle seni tuzaga düsürdügümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdegi hem meyvesidir. Bir agaç,meyvesiyle seni kendisine çekiyorsa bu bir aldatma sayilmaz. Unutma ki agaç meyvesine çagirir, kendisine degil.
Ey sevgili!
Sen bir siginak ariyorsun ama ben durulmaz bir firtinayim. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen
olmayacak bir barisi ariyorsun,bense tüm kötülüklerle savasmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yildizlara siginmak istiyorsun bense kendimi yeryüzüne karsi sorumlu
tutuyorum. Sen aydinliga kaçmak istiyorsun ben karanliklari aydinlatmak
istiyorum. Sen bir agacin gölgesine siginip yasamak istiyorsun bense ülkemi
ariyorum;yollari aydinlik,insanlari huzurlu ve ümit dolu bir ülke. Sen bende
kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun bense haykiriyorum.
Sakin unutma!
Kalbim paylasilamayacak kadar senindir. Seninle bile.
(Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?)

Lütfen kendini ara,beni arama…
 
Ben Sana Mecburum
parlama.gif



Hesse’den bir selam gönderiyorum:
“İnsanların büyük çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez. Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için dünyaya gelmişler; suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar; düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa bundan ileri bir noktaya ulaşabilir. Ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir. Böyle biri bir gün gelip suda boğulur.”
Ne dersin?
İyi yüzer misin?

BEN/BANA DAİR

Hesse üstadımın selamı için teşekkür ediyorum.
Hayat, deniz ve sorular... Hepsini birkaç cümleye sığdırmışsın. Bu kadar zor birşeyi...
Ufku nerede biteceği belli olmayan bir deniz gibidir hayat; tercihimizin dışında gelip kıyılarımıza sokulan sular gibi bizi bir oraya bir buraya ***ürür durur.
Bir ömür boyu bu denizin yüzeyinde kalmak isteriz; daha derinlere düşmemek, boğulmamak için yüzmeyi öğreniriz. İlk kulaçlamamız bir ağlama oluyor. Boğulmak istemeyişimizin ilk belirtisi bu. Ve sonrasında zalim biri gibi anne-babamızı kendimize esir ediyoruz. Hem çok güçlü, hem çok güçsüz... Güçsüzüz; çünkü ayaklarımızın üzerinde duramıyor, dahası konuşamıyoruz. Güçlüyüz; çünkü bütün bir aileyi etrafımızda döndürüyoruz.
Sen gibi, ben de böyle açıldım hayata.
İyi yüzebiliyor muyum?
Hâlâ yüzmeyi öğrenmekle, yüzeyde kalıp kıyıda ne var ne yok diye hayatı kulaçlamakla meşgulüm desem?
Hayat, öğreti sahiplerinin bize aktardığı kulaçlama tekniklerini yetersiz kılan bir çoğalma, bir yenilenme içinde. Edindiğiniz tekniklerle yetindiğinizde taze dalgalara yenilmeniz her zaman mümkün oluyor. Pazularınıza güç katmanız, içinize uzun soluklu nefesler taşımanız gerekiyor.
Bunu yapıyorum desem?
Her insanın doyurulmaz bir tarafı var. Kimisi iflah olmaz bir açlıkla yemeklere saldırır, kurulan her sofra içindeki açlığı kışkırtır. Kimisi yeni giysiler edinmek ister, dolaplar alamaz olur alınanları, dışarıya dökülürler. Kimisi serüven tutkunudur, evcilleşmemiştir, başını çekip alıp gitmek ister, hiç bilmediği yerlerde bir yabancı olarak güneşin altında yürür.
Bana gelince...
Benim de doyurulmaz bir tarafım var: ‘başkası’yla karşılaşma açlığı. Her tanıdığım yeni insan, bu açlığımı daha da azdırıyor. Hayata yetmediğimi, ‘başkası’yla çoğaldığımı, zenginleştiğimi düşünüyorum. Çok kişiyi kendimde toplamış biriyim. Her okuduğum roman, kitap bana benden başka olan birilerini taşımış. Bir birikimim ben... Farklı isimlerin birikimlerine kendini açmayan, onlardan korkup kaçanların, hep kendisiyle kalanların büyük bir yoksunluk içinde olduklarını düşünüyorum.
Şöyle birşey de oluyor: Tanıştığım her yeni insan ne yazık ki ‘yeni’ olmuyor. Başkalarının fotokopisi tiplerle karşılaşıyorum. Kendine has hiçbir özelliği olmayan, kısır bir çerçevede koşuşturup duran, üretilmiş, kopya edilmiş tipler...
Bu, bir yargılama değil, yazıklanmadır.
Kendimi beğeniyorum anlamına gelmiyor bu. Kendimi yeterli görmüş olsaydım, yolculuğumu durdurur, başkasıyla karşılaşma açlığını çekmezdim. Hâlâ hayata yetmiyor, içimde boşluklar taşıyorum.

SEN/BEN SANA MECBURUM”

“Hep yanındayım, seni hiç bırakmayacağım” demiştin. “Mutluluklarını ve üzüntülerini seninle paylaşacağım” demiştin. İçimde kol gezen hüznümden, beni öğüten zaman değirmeninden, kalbimin kıyılarına vurup beni içine almaya çalışan anlamsızlık denizinden bahsettiğimde, bana “Seni anlıyorum” demiştin. Daha bir sürü şey söylemiştin bana. İnanmıştım. Güvenmiştim. İhtiyacım olduğu her an yanımda olacağını sanmıştım. Yanımda olup beni dinleyeceğini, beni anlayacağını, beni anlayıp bana yardım edeceğini düşünüyordum.
Yanılmışım... Söylediğin herşeyin, bana verdiğin tüm sözlerin doğru olmadığını şimdi anlıyorum. Aslında sen, tüm bunları söylerken inanarak ve isteyerek söylemiştin. Gerçekten bana yardım etmek istiyordun. Ama bilmiyordun bana yardım edemeyeceğini. Farkında değildin söylediğin yalanların. Ben de bilmiyordum. O an için bu sözleri duymaya ve bunlara inanmaya ihtiyacım vardı ve inandım. Tüm benliğimle inandım.
Ben de herkes gibi hayatımı sürdürüyor, tekdüze bir hayat yaşıyordum. Hayatın tüm donukluğuna rağmen canlılaştırmaya çalıştığım birşeyler vardı. Herşeyden çok değer verdiğim sevdiklerim, dostlarım vardı yanımda. En azından onlar için yaşamaya değerdi. Karşılaştığım her zorlukta, yaşadığım her mutsuzlukta hep “Neyse ki yalnız değilim, sevdiklerim yanımda, onlar beni dinler, beni anlar” diyordum. Ben acı çekerken bana ellerini uzatsınlar, ellerini tutayım ve yaşadığım acılar yumağından beni çıkarsınlar istiyordum. Gözlerimin derinliklerinden gelip önce kirpiklerimde tutunma mücadelesi veren, sonra bu mücadeleyi kaybedip uzun bir yola koyulan gözyaşlarıma dokunsunlar, her bir damlayı sevgiyle silsinler istiyordum. Kucaklarına başımı gömüp ağlamak ve içimdeki acıyı akıtmak istiyordum. İstediğim, bir şefkat eliydi... Yanaklarımda ve saçlarımda varlığını hissetmek istediğim bir şefkat eli...

BEN/SEN VE BEN, MUHTAÇ VARLIKLARIZ”

“Sen ve ben birbirimize muhtaç değiliz” diyordu yazar, “ben ve sen muhtaç varlıklarız.”
Bir kere, hayata yetmiyoruz; üzerimize üzerimize gelen hayata çelimsiz omuzlarla karşılık veriyoruz. Bir yerlerde tökezliyor, hayatın altında kalıveriyoruz. İlk çare başkasına yürümek oluyor; acılı yüzümüzü göstermek, yürüdüğümüz kişide var olduğunu düşündüğümüz iyiliği kışkırtarak yanımıza çekmek, ona yaslanabilme imkânını bulmak oluyor.
Bu mümkün oluyor mu? Yazarı haksız çıkaran durumlar sözkonusu olsa da, başkasının beraberinde omuzlarımıza taşınan yüklerle işimizin zorlaştığı da oluyor. Ancak herşeye rağmen başkasının kalbine yakınlaşmamız, bize dokunulmuş olmasının, bir garip buluşmanın verdiği rahatlığını yaşatır bize. Muhtaçların buluşması; birbirlerine, “Biz muhtaç varlıklarız” diyebilme şansı bulmaları az birşey değil. Çünkü, “Yalnız olduğumu söyleyebileceğim bir insanı dahi bulamamanın yalnızlığı içindeyim” diyen romancının işaret ettiği yakıcı bir yalnızlık da var. İnsan muhtaç da olsa, bir başka muhtaçla birlikteyse, en azından muhtaç olduğunu söyleyebiliyor ve böylelikle öldürücü hâle gelen sessizlik dağılıveriyor. Bu sebeple yürümek, bir başkasına değmek, tanışmak ve birlikte yolculuğu sürdürmek iyi birşeydir.
Ne var ki, tanıştığımız kalplerden acımızı silecek merhemler edinmemiz mümkün değil; bunu yeniden düşünmeliyiz. Çok sahici buluşmalara rağmen, acılarımız devam edecektir. Buluşmalar acılarımızı sadece anlamlı kılabilir.
 
Ben Bu Aşkın Militanıyım
parlama.gif



Sizi ateşe doğru koşmaya davet ediyorum bayan. Üstünden sürüldüğümüz toprakları ve saraylara rehin bıraktığımız kalplerimizi geri almalıyız. Geri almalıyız kulağımıza fısıldanan isimleri ve unutmamız için çırpındıkları zihinlerimizi, yoksul evlerde öğrendiğimiz alfabeyi, ceketlerimizin sökük uçlarını, kapılardan önümüzü iliklemeden girme cesaretini, umarsız tarihi, sarhoşluk bilgisini ve kötü vatandaş olma hakkını geri almalıyız. Sözümüz üstüne söz söyletme kimseye bayan.

Silelim gözlerimizden işgalcilerin cığlıklarını ve yalanlarını onların kopartıp atalım kulaklarımızdan. Bütün yeryüzü ülkemizdir bizim ve kurtuluş bir zerdali gibi duruyor dünyanın bütün ağaçlarında. Dünyanın bütün ağaçları aşkımızın özgür topraklarını bekliyor. İnsana, halka, toprağa, havaya ve suya olan büyük aşkımızın topraklarını bekliyor hayat. Ve durmak yok birbirimizin cesaretine doğru sürdüğümüz atlara. Cesaret ne bol sıfırlı bir çek, ne de üç yüz kilometre hızla sürülen son model arabadır. Cesaret senin ellerinden benim ellerime taşınan işi ver benim gözlerimden sana doğru uçan narin bir kelebektir.

Kırılgan ve şeffaf olduğu için gereklidir cesaret ve cesur adımlarımızla şekillenir aşkımız. Sizi kavgamın kenar mahallesine davet ediyorum bayan ve kavganızın kanatlarına kanatlarımı eklemek istiyorum. Uçmak özgürlük sevdalılarının işidir. Özgürlük sevdalılarının işidir yüksek duvarların ardındaki bahçelerden meyve çalmak ve padişah çocuklarını ayartıp, onları kavganın demir bir yumruğuna çevirmek bizim işimizdir. Beş parmağın beşi
de birdir birbirimize uzattığımız elde ve tut kalbimi sıkmaktan dolayı terlemiş ellerimi, tut ve onlara dünyayı tanıt. Bütün toprakları, bütün ağaçları, bütün hayvanları, bütün çiçekleri, bütün köyleri, bütün ışıkları, bütün sesleri tek tek tanıt ellerime.

Ben aşkınızın militanıyım bayan. Çekip fünyesini kalbimin aramızdaki engellere doğru koşuyorum. Birazdan büyük bir patlamayla aydınlanacak gece ve o bir saniyelik aşk en uzun hayatlardan daha uzun kalacak yeryüzünde. Bana kutsallarım için ölmeyi öğretiniz ve ben hiç sönmeyen bir ateşe avuclarımızı uzatmanın güzelliğini haykırayim size. Bütün güzellikleri haykırayım ve sesim bir sarhoşun hic ayılmak istemeyen gözleriyle tarif edilsin. Fakat hiç kimsenin tarif etmesine izin vermeyelim içimizdeki yanardağı.

Sizi aynı elmayı ısırmaya davet ediyorum bayan. Halkımızın bakışlarıyla kızaran o elmaya kalbimizin atışlarını da ekleyip dünyanın uçlarına doğru atmalıyız. Lübnanlı savaşçı avuçlarında sıkıp başka bir toprağa fırlatmalı özgürlüğün meyvesini. Etiyopyalı bir bebek bulmalı onu. Bütün bebeklerde çoğalmalı bizim aşkımız. Karanlık hedeflere doğru sıkılan silahların sesini tercih etmelisin "seni seviyorum" cümlesinin yerine. Ve beni hatırlamak istersen bir Çeçen çocuğun gözlerine bakmalısın. Ben ve bütün kardeşlerim, bu 6 milyar kara çocuk, aynı hızla bakarız sevdiklerimizin gözüne. Hızıma hızınızı da katın bayan. Gölgesiz bir hayata inandik birlikte. İnandık birlikte ekmeğin ekmek, ateşin ateş, ölümün ölüm olduğuna. Ve özgür bir ölüm fikriyle alevlendi hayat. Yeşeren her şeyi tutsak halkların koynunda sakladık ve bir devrimci annenin cesaretiyle koruduk kalplerimiz. Koruduk kalplerimizi işgal ordularından ve devasa bir bayrak gibi dalgalandı çocuklarımız. Bana çocuklarımızı anlat ve hiç susma yüzlerini yüzüme ezberletirken.

Sizi beyaz sarayı yakmaya davet ediyorum bayan. Biz bir çift gövde olarak dünyanın her yerinde aynı anda yürüyebiliriz. Aynı anda aynı cümlelerin şiddetiyle sarsılabiliriz silahlarımızı temizlerken. Bilin ki silahlarınızı sevdim sizin ve tetikte bekleyen gözlerinizi. Siz uyurken başınızda nöbet tutmak istiyorum bayan. Karanlık pusulardan korumak istiyorum düşlerinizi. Biz bir doğumun iki ucuyuz ve bir karanfil gibi büyüttük yüreğimizi. Bir karanfil hayata sevdalı. Bir karanfil özgür şarkılar icin. Şarkılarınızda bana da yer açın ve daha da genişlesin avuçlarımdaki harita. Serip o haritayi yemek yediğimiz masaya savaş planları yapalım birlikte. Aşk bir savaştır ve iki kişilik bir ordu bile yeter zafer kazanmaya. Beni zaferinize kabul edin bayan.

Yaralarınıza yakın tutun beni ve bir kör kurşunu birlikte ısıralım. Aynı kurşunu bölüşmektir benim aşkım. Cephanem bitince sizin kurşunlarınızla doldurayım tüfeğimi. Siz tüfeğinizi bir şehri yakmanın çılgınlığıyla doldurun. Koşalım bizden önce koşanların peşi sıra. Aşk bize yoldaş.
 
Ben Bilirim
parlama.gif



Yavuz Sultan Selim, bir çok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutardı. Bir sefer öncesi hazırlıklar yapılırken, vezirlerden biri ısrarla seferin hangi ülkeye yapılacağı sormaya başladı.
Yavuz, bu meraklı vezirinin kulağına uzandı ve sordu:
-"Sen sır saklamasını bilir misin?" dedi.
Vezir, büyük bir içtenlikle yanıtladı padişahı:
-"Elbette hünkarım." dedi. "Elbette bilirim, sır saklamayı."
Yavuz Sultan Selim, onun bu yanıtı üzerine şöyle karşılık verir:"Ben de bilirim."
 
Belki..
parlama.gif



Belki Tanrı yanlış insanlarla tanışmamızı istedi. Doğru insanı tanımadan önce,
böylece en sonunda doğru insanla tanıştığımızda, bu hediyenin ne yüce olduğunu anlamamız için. Belki mutluluk kapısı kapandığında, başkası açılıyordur. Fakat böyle zamanlarda kapanan kapıya öyle uzun bakarız ki, bizim için açılan diğer kapıyı görmeyiz bile. Belki en iyi arkadaşlık, sallanan bir koltukta beraber sallandığınız, tek bir kelime etmediğiniz ve giderken bunun hayatınızdaki en iyi sohbet olduğunu düşündüğünüz kişilerde saklıdır. Belki, elimizde olanın kıymetini kaybettiğimizde anladığımız doğru olabilir, fakat elimize gelene kadar, neler kaçrdığımızın farkına varamadığımız da doğrudur. Birine sevginizin tümünü sunmak, asla sizi de aynı şekilde seveceğinin garantisi değildir. Sevgiye karşılık beklemeyin; sadece sevginin karşıdakinin kalbinde büyümesini bekleyin. Fakat olmazsa da, sizin kalbinizde büyüdüğüne emin olun. Birine çarpılmak için bir an yeterlidir, birinden hoşlanmak bir saat ve birini sevmek için de bir gün yeterlidir... Ama birini unutmak bir ömür sürer. Görünüşe aldanmayın; kandırıcı olabilir. Zenginliğe aldanmayın; yok olup gidebilir. Sizi güldüren birini seçin. Çünkü karanlık bir günü aydınlatan tek şey bir gülümsemedir. Kalbinizi gülümsetebilen birini bulun. Öyle zamanlar vardır ki, bazen birini öylesine çok özlersiniz ki, onu hayallerinizden çıkarıp, gerçek hayatta kucaklamak istersiniz. Hayal etmek istediğiniz şeyi hayal edin, gitmek istediğiniz yere gidin, olmak istediğiniz kişi olun, çünkü yaşayabileceğiniz tek bir hayatınız var. Ve tüm bunları yapabilmek için tek bir şansınız... Sizi tatlı kılacak kadar yeterli mutluluğunuz olsun, güçlü kılacak kadar acı deneyiminiz, insan kılacak kadar üzüntünüz, ve sizi mutlu kılmaya yetecek kadar umudunuz olsun. Daima kendinizi başkalarının yerine koyun. Eğer kalbiniz acıyorsa, o kişininkiler de acıyordur. En mutlu kişiler, her şeyin en iyisine sahip olanlar değildir, onlar karşılarına çıkan her şeyin değerini en iyi bilenlerdir. Mutluluk; ağlayanlar, incinenler ve çabalayanlar için vardır. Çünkü böyle insanlar, hayatlarına giren her insanın önemini takdir edenlerdir. En parlak gelecek, unutulmuş bir geçmişin üstünde yükselir. Geçmişinizdeki kalp kırıklıklarını ve hataları silemezseniz, hayatın içinde ilerleme şansınız olmaz.
 
Bekliyorum
parlama.gif



Bir söğüt ağacının koyu gölgesinde oturuyorum..Elimde sigaram,gözüm ufka takılmış..Dalgın ama ürkek bakışlarım dümdüz bir çizgi..Aklımdan o çok eski şarkının nağmeleri geçiyor..

İçimden sessizce mırıldanıyorum sözlerini..Kapatıyorum gözlerimi..Bir süre sonra,buz mavisi dumanlar arasından belirginleşmeye başlıyor vücudu..Sonra,yüzü çıkıyor ortaya, dudaklarında gözlerim..

Hiç kıpırdamıyor dudakları..Ama onu anlıyorum..Ve kıpırdatmadan dudaklarımı,konuşuyorum hayaliyle..Sönmek üzere sigaram,küllere karışmış..Atıyor elimden,bir başkasını yakıyorum..

"Hoşgeldin hayallerimdeki buz mavisi bakışlı..Hoşgeldin ümidimin aynası..Hoşgeldin..
Demek özledin beni..Ah,bilemezsin,o yalnız ve uğursuz geceleri aydınlatan tek şeydi düşüncen..Ben de özledim seni..Bazen sımsıkı sarıldım yastığıma kapatıp gözlerimi..Bazen birkaç damla gözyaşı oldun yanaklarımda..Bazen öfkeli rüzgara acıp bağrımı,öyle hissettim
seni..Sesimi duymak heyecanlandırdı mı seni?Ne diyorsun,ya ben nasıl ulaştım telefonun tuşlarına?Ellerim titrerken nasıl tek tek buldum sana ait numaraları..İçim nasıl titredi heyecandan,kalbim yerinden çıkarcasına nasıl attı,bilemezsin..Bir de duyunca sesini
uzaklardan,nasıl kayboldum gözlerinde,farkında mısın?Yaptığımız ayıp mı,delilik mi,diyorsun..

Mutluluk ayıpsa varım en büyüğüne ayıpların..Sevmek delilikse,çılgınlıksa umutları taşımak
içimizde,ben deliyim,en az senin kadar..Hatta öylesine kaybetmişim ki kendimi,yüreğimdeki tüm anıları yakar atarım bir tarafa..Ne kendimden korkarım,ne de geçmişimden..Gelecek mi?Seninle olduktan sonra,daha ne isterim..Demek gizemli prensinim düşlerinde..Demek yanına gelmemi istiyorsun güneşli bir günde..Iyi de sen nasıl emin olabiliyorsun bozulmayacağına bu gizemin?Ya sen atılmazsan kollarıma,sarılırken sana titremezsen heyecandan,bir buse alırken utangaç dudaklarından eriyip gitmezsen dudaklarımda..Ya sen düşlerimdeki gibi ateş değil,korkularımdaki gibi buz olup yağarsan gönlüme.. Korkuyorum hayallerimdeki buz mavisi umudum..Seni yaşayamamaktan,seni tadamamaktan yüreğimle, seni alamamaktan geçmişinin dikenli yollarından,seninle umutları paylaşamamaktan öylesine korkuyorum ki..Gün geceye dönüyor,ışık gibisin..Aydınlığına kavuşamamaktan korkuyorum..
Bir gün,evet bir gün geleceğim yanına..Ellerimin sıcaklığını bırakıp sana,eğer istersen bir ömür kalacak yanında,istemezsen sevgimi emanet edip rüyalarına,arkama bile bakmadan,
göstermeden hüznü gözlerimde,ansızın eskime döneceğim.Kalbimin çok özel bir köşesinde
anıtlaşmış aşklara dair sen,ve ben seni hep seveceğim.."

Açıyorum gözlerimi,hayali yok şimdi..Beklemeye başlıyorum,beklemeye değecek her duyguyu beklediğim gibi..
 
Bekleyen Zakkum
parlama.gif



Şiirle kavrulan yıllar mehtap ile deniz bir arada nasıl ağlar, sevgimizin olmadığı yerde çocuklar nasıl ağlar, mezarımız başında kurumuş otlar bekler; başucumuzda susamış kuşlar, kavga edecek ne vardı gülü aldıktan sonra, mısır yemeye ne gerek var sinema olmadıktan sonra, seni sana anlatmak beni dinlemek kadar, seni bana anlatmak beni özlemek kadar zor... aşkın büyüsü vardı ilk yıllarda ne büyü var nede yapan büyücü sen benim için bırak dilek tutmayı sayı bile tutmazsın ipe ipe gelmek yada kuzu kuzu gelmek yerine bana kalbinle sevginle seni beklediğim sinemada ki gibi gülücüklerle zakkumlarla gel açılmış bahçede zakkum seni bekler aşkım…
 
Beklenen Yağmur
parlama.gif



Seneler seneler önce kaf dağının ardında küçücük bir ülke varmış.Bu minicik ülkenin gururlu ama kibrli olmayan bilgin bir kralı varmış.Hep beraber alacakaranlık kuşağındaki minik ülkelerinde mutluluk içinde yaşayıp giderlermiş.

Birgün kralın kahinleri gaiplerden bir haber getirmişler:
- Kral hazretleri yarın öğleden sonra bir yagmur yağacak,sakın bu yağmurda ıslanmayın !..Çünkü;bu yağmurda ıslananlar delirecek....çıldıracak..demişler.Kral teşekkürler ve hediyelerle uğurlamış kahinleri.Bir anlamda verememiş bu işe doğrusu..?

Ertesi gün kapkara bir bulut çöreklenmiş,dağlarında nilüfer çicekleri açan bu güzel ülkenin üzerine..BEKLENEN yağmur yağmaya başlamış fütursuzca hiç bir şeyden habersiz insanların üstüne....Ve kehanet gerçekleşmiş,insanlar birer birer delirmeye başlamış..garip tuhaf hareketler yaparak kralın etrafında dolaşıp duruyorlarmış kral olduguna bile aldırmadan..Ülke dışarıdan bakıldığında büyük bir tımarhaneyi andırıyormuş adeta..

İlk zamanlar kral halinden memnunmuş,bu kadar anormal insanın içinde akıllı kalmak gizliden gizliye zevk bile veriyormuş aslında..Fakat günler geçtikçe hayat çekilmez bir hal almaya başlamış,etrafında konuşacağı,dertleşecegi,kendisini anlayan bir kişi bile bulamamak derinden yaralıyormuş kralı,kısa süre içinde sararmış solmuş,ızdırabından yataklara düşmüş......Ve acı da olsa kararını vermiş,kahinleri yeniden çagırmış saraya,bitkin bir halde dudakları titreye titreye bu yağmur demiş...bu yağmur ...bir daha ne zaman yağacak..BENDE ISLANACAĞIM....

Kral pes etmiş ama siz pes etmeyin,çünkü;akıllı olan,normal olan sizsiniz,etrafınızdaki insanların anormal olması ve çoğunlukta olması,sizin gibi düşünüp hissetmemesi ümitsizliğe sürüklemesin,direnin..savaşın..kendi doğrularınızı yaşayın,başkalarının doğrularını değil...

Bir çift gözüm var
Baktığını görmeyenlere
Karıncaları dinlemek isteyenler
Kulaklarımı alsınlar
Uykusunda gezenlere
Ayaklarımı vereyim
Ellerim karanlıkları silenlerin olsun
Kalbimide taşıyabilenlere
Satıyorum..............
 
Bebek
parlama.gif



Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu.
Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde :
"Dokunma bana ..." diye bir ses duydu.
"Beni okşamaya hakkın yok senin..."
Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.
"Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti. "Hemen uzaklaş benden..."
Kadın, biraz olsun kendini toplayarak :
"Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi. "Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim."
"Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek. "Benim de seni öpemeyeceğim gibi..."
"Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?"
Bebek, hıçkırıklara boğulurken :
"Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi. "Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi.
Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken :
"Geçmiş olsun hanımefendi" dedi.
"Başarılı bir kürtajdı doğrusu.
Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."

Cüneyt Suavi
 
Geri
Üst