Roman Özetleri

Kırk Yıl
[align=center](Halit Ziya Uşaklıgil)
[/align]
KİTABIN ADI : Kırk Yıl
KİTABIN YAZARI : Halit Ziya Uşaklıgil
YAYIN EVİ VE ADRESİ : İnkilap Kitabevi-Ankara Caddesi No.95 İstanbul
BASIM YILI : 1989

KİTABIN KONUSU
Yazarın hayatını başından geçenleri anılarını anlatmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ
Halid Ziya Uşaklıgil Türk romanının ilk yazarlarındandır. Birçok romanı vehikayesi olan,aynı zamanda bir çok ödül almış Türk romanının öncülerinden biridir. Yazar bu romanında diğer eserlerinden farklı olarak tamamen kendi hayatını anlatan bir roman yazmıştır. Romanında sadecekendi hayatı değil, hayatını anlatırken gerçekleşen olayları tamamen objektif ve birroman havasında anlatmıştır.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]

Atatürk’ün olduğu dfönemde askerirüştiyeye katılmış fakat birinci sınıfta ayrılmıştır. Kitapta en çok ilgi çekici bölümler yine kendisinin roman ve edebiyatla ilgili başından geçen olaylarolmuştur. Olayları anlatışında çok çarpıcı bir üslup kullanmıştır. Örneğin bir konferansta söylenen Fransızca bir beyiti, müteakiben Türkçeleştirip kafiyelibir beyit haline getirişini şöyle anlatmaktadır.
“Şeçti küçük kazanından” demek aslındadahauygun olurdu, fakatben ötekişekli daha uygun bulmuştum. “Şeytan” ile admın kafiyesi tercümede beklenebilecek başarısının en iyi bir nevi idi.

Hepsi birden alkışladılar.alkışlamak zevkini burada tattım, vehayalimin yıkıp tükenmesinden doğan acıyı yazar sıfatıyla kazanılan muvaffakiyetle unuttum.
Herhangi bir otobiyografide olan; yazarın duygusal durumları, buhranları, başından geçen olaylar renklibirşekilde anlatılmıştır.
KİTABIN ANAFİKRİ
Tam olarak kesin bir ana fikir olmamakla beraber devrin karmaşıklığı hakkında bilgi vermektedir
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESi
Sayısız kişi mevcuttur.halit ziya uşaklıgil otoriter duygulu köklü bir yazardır

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945)
Türk roman ve öykü yazarı. Türk edebiyatında Batı anlamındaki romanın ilk yetkin örneklerini vermiştir.
İstanbul’da doğdu, 22 Mart 1945′te aynı kentte öldü. Mahalle mektebinden sonra Fatih Rüştiyesi’ne gitti. Tüccar olan babasının işlerinin bozulması üzerine, 1879′da İzmir’e yerleştiler. Halit Ziya orada bir süre rüştiyeye, sonra da Fransızca öğrenmesi için rahipler okuluna gönderildi. Fransızca’dan ilk çevirilerini bu yıllarda yaptı. Tevfik Nevzat ile 1884′te Nevruz dergisini, 1886′da da Hizmet gazetesini çıkarttı. İlk romanlarını bu gazetede yayımladı. Okulu bitirdikten sonra bir yandan İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaparken, bir yandan da Osmanlı Bankası’nda memur olarak çalıştı. 1893′te Reji İdaresi’nde başkâtiplik göreviyle İstanbul’a geldi. Hüseyin Siret, Mehmet Rauf, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit, Ahmet Rasim gibi yazarlarla dostluk kurdu ve 1896′da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılarak Servet-i Fünun dergisinde kendine geniş ün sağlayan romanlarını yayımladı. 1901-1908 arasında yazarlığı bıraktıysa da II. Meşrutiyet döneminde yeniden başladı, ancak 1923′e değin yazdıklarını yayımlamadı. Bu arada, Darülfünun’da estetik ve batı edebiyatı dersleri verdi. V. Mehmed’in tahta geçmesi üzerine onun mabeyn başkâtipliğine atandı, dört yıl bu görevde kaldı. Daha sonra Reji İdaresi’nde yönetim kurulu başkanı oldu. Son yıllarını Yeşilköy’deki evinde anılarını yazarak geçirdi.
Uşaklıgil’in İzmir’deyken yazdığı Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı gibi ilk yapıtları, karşılıksız sevgiyi konu alan, acıklı, duygusal kısa romanlardır. İstanbul’a geldikten sonra Sevet-i Fünun dergisinde yayımladığı Mai ve Siyah ile acemilik dönemini geride bıraktığı izlenir. Daha önceki yapıtlarında ön planda gelen acıklı aşk serüveni, burada ikinci plana atılmıştır. Şairler, gazeteciler, yayınevi sahipleri ve yazarlar arasında geçen olayları ele aldığı bu romanda, hem o dönemin Babıâli dünyasını, hem de bu dünyanın gerçekleri karşısında yaşamda yenik düşen Ahmet Cemil’in hayalci kişiliğinde bütün bir Edebiyat-ı Cedide kuşağının bakış açısını yansıtmıştır. 1898-1900 arasında yazdığı Aşk-ı Memnu ilk büyük Türk romanı kabul edilir. Sağlam bir yapısı ve tekniği olan yapıtta zengin bir adamla evlenen genç ve güzel bir kadının yaşlıca kocasına sadık kalmak kararına karşın, elinde olmayarak yasak bir aşka sürüklenişi, olayın psikolojik nedenleri üstünde de durularak, gerçekçi bir biçimde anlatılmıştır.

Uşaklıgil Edebiyat-ı Cedide’nin sanat anlayışı doğrultusunda yeni bir dil yaratmaya çaba göstermiştir. Osmanlıca’da bile kullanılmayan Farsça ve Arapça sözcükler bularak, Türkçe’de olmayan kurallarla tamlamalar yaparak konuşulan dilden çok ayrı, süslü ve yapay bir sanat dili oluşturmuştur. Ama Aşk-ı Memnu’yu yazdıktan sonra dil konusundaki görüşleri değişmiş, Edebiyat-ı Cedide’nin yarattığı dili aşırı süslü, ağdalı ve yapay bulduğu için Kırık Hayatlar’ı yalın bir dille yazmaya karar vermiştir. Daha sonraki yıllarda romanlarının yeni baskıları yapılırken de bunların dilini bir ölçüde yalınlaştırmak gereğini duymuştur. Son romanı Kırık Hayatlar, 1901′de Servet-i Fünun’da tefrika edilirken, sansürün karışması yüzünden yarıda kalmış, ancak 1923′te yeniden yayımlanmıştır. Uşaklıgil romana yazdığı önsözde, Kırık Hayatlar’ın daha önceki romanları gibi “hülya” ve “süs”e dayanmadığını, tam tersine yalnızca yaşamı ve gerçekleri yansıttığını belirtmiştir.
Uşaklıgil pek çok öykü de yazmış ve Batı türü öykü anlayışının Türkiye’de yayılmasında rol oynamıştır. Öykülerinin konusunu ve kişilerini daha çok halkın fakir kesiminden almış, bu insanların acılarını dile getirmeye çalışmıştır.

Romanlarında Uşaklıgil’in ilgi alanı dardır. Kişilerini ve onların sorunlarını işlerken sınırlı bir yaşantı çerçevesinin dışına çıkmaz. Duyarlı genç kadın ve erkeklerin aşkta uğradıkları hayal kırıklığı başlıca teması olmuştur. Ancak aşk konusunda görüşünün romantiklikten gerçekliğe doğru bir değişim geçirdiği gözlemlenir. İlk romanlarında daha platonik ve romantik olan aşk ilişkileri, son iki romanında yasak aşkla noktalanan cinsel bir tutkuya dönüşür.
Yaşantı alanının darlığına karşın, Uşaklıgil Türk romanının öncüsü sayılmıştır. Çünkü ondan önce, romanı bir sanat yapıtı kabul ederek onun kadar ciddiye alan, bir sanatçı titizliğiyle romanın yapısına ve tekniğine gereken önemi veren başka bir Türk yazarı olmamıştır.
YAPITLAR
Roman: Nemide, 1889; Bir Ölünün Defteri, 1889; Ferdi ve Şürekâsı, 1894; Mai ve Siyah, 1897; Aşk-ı Memnu, 1900; Kırık Hayatlar, 1923.
Öykü: Bir Muhtıranın Son Yaprakları, 1888; Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, 1888; Heyhat, 1894; Solgun Demet, 1901; Sepette Bulunmuş, 1920; Bir Hikâye-i Sevda, 1922; Hepsinden Acı, 1934; Onu Beklerken, 1935; Aşka Dair, 1936; İhtiyar Dost. 1939; Kadın Pençesinde, 1939; İzmir Hikâyeleri, (ö.s.), 1950.
Oyun: Kabus, 1918. Anı: Kırk Yıl, 1936; Sara ve Ötesi, 1942; Bir Acı Hikâye, 1942.
Şiir: Mensur Şiirler, 1889.
Deneme: Sanata Dair, 3 cilt, 1938-1955
 
[align=center]Diriliş
(Lev Tolstoy)
[/align]
KİTABIN ADI : DİRİLİŞ
KİTABIN YAZARI : LEV TOLSTOY
YAYIN EVİ : ADA YAYINLARI
BASIM YILI : KASIM 1996

KİTABIN KONUSU
Adalet sistemindeki yanlış uygulamalar ve bu uygulamalara maruz kalan bir kadın ve aynı kaderi paylaşan diğer mahkumların yaşadıkları olayları anlatmakta ve eleştiriler yapmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ

Dimitri Nehludov çok gösterişli ve zevk içinde bir hayat sürdürmekte iken bir mahkemede eskiden birlikte olduğu ama daha sonra terk edip bıraktığı bir kadın olan Katyuşa ile karşılaşır.
Katyuşa kimsesiz bir kadındır. Pek çok iş aramış ancak bulduğu işlerde erkeklerin sarkıntılıklarından dolayı fazla çalışamamıştır. En sonunda bir hastanede çalışırken bir odacı Katyuşa’ya sarkıntılık yapar. Katyuşa odacıyı kendisine yaklaştırmaz. Bu sırada gürültüden dolayı hastanedeki diğer personel odaya gelirler. Katyuşa da bir iftiraya kurban giderek mahkemeye verilir.
Bir vicdan muhasebesine dalar ve bunun sonucunda ne pahasına olursa olsun Katyuşa’yı kurtarmak için yemin eder.
Katyuşa’ya en çok bir kaç ay ceza verileceği düşünülürken mahkemede yapılan hatalar nedeniyle Katyuşa’ya çok ağer bir cez verilmesi karara bağlanır.
Prens Katyuşa’ya karşı sorumluluk duygusunun da etkisiyle evllilik teklif eder. Katyuşa ise aslında aşık olduğu Nehludov’un başına dert açmak istemediği için bu teklifi ısrarla reddeder.
[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]
Katyuşa’ya kürek mahkumiyeti verilir.Nehludov’un bütün çabasına rağmen Katyuşa Sibirya’ya sürülmekten kurtulamaz.
Nehludov da elindeki mal varlığının önemli bir bölümünü harcayarak Katyuşa ile Sibirya’ya gitmeye karar verir.Sibirya yolculuğu mahkumlar için dayanılmaz geçmektedir. Mahkumların başındaki gardiyanlar da mahkumlara çok kötü davranmaktadır.
Nehludov bu kötü muameleleri önlemek için elinden geleni yapsa da bunu başaramamaktadır.

Dimitri Sibirya yolculuğu sırasında haksızlığa uğrayarak hapse düşen veya sürgüne gönderilen pek çok mahkumun olduğunu da fark eder. Bu mahkumlar da Prens’in kendilerine yardımcı olmalarını istemektedir.
Sibirya’daki kürek mahkumiyeti sırasında Katyuşa’nın affedildiği haberi gelir. Katyuşa da başka bir mahkumla evlenerek Dimitri’yi bırakır.Dimitri bütün bu olan bitenden oldukşa etkilenir. Dünyada adaletin gerçekte olamayacağını düşünmeye başlar. Aradığı mutlak adaleti İncil’debularak yeni düşünceler benimser.

KİTABIN ANA FİKRİ
Dünyada tam anlamıyla adalet yoktur. Herkesin bir suçu ve günahı olacağı için dünyada kimsenin kimseyi cezalandırmaya hakkı olamaz. Ancak bütün sistemlerde bazı kimseler insanları cezalandırmaya devam etmektedir
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ
Dimitri Nehludov : Başlangıçta zevk ve sefahate düşkün olan fakat daha sonra bu hatalarından dönen, inandığı değerler uğruna pek çok şeyi göze alan bir Rus prensi.
Katyuşa :Kimsesiz, gariban, ama gururlu,genellikle duygularıyla hareket eden bir kadın.
Kitapta Dimitri ve Katyuşa’nın mahkemed karşılaşması,Dimitri’nin vicdan muhasebesine dalarak gösterişli hayatını bırakması,Sibirya’ya sürgün,Dimitri’nin Katyuşa’yı affettirme çabaları etkileyici ve akıcı bir üslupla anlatılmaktadır.

Marlo Morgan : Hayatın monotonluğundan sıkılmış, değişiklik arayan, hırslı kafasına koyduğunu yapan, yardımsever, çocuk ruhlu biri.
Oota : Kabilede ingilizce bilen tek kişi Morgan’a kendilerini tanımasına elinden geldiğince sorulara cevap vererek yardımcı olmuştur.
Kara Kuğu : Kabilenin şefidir. Bilge bir insan olarak tüm sırlarının sırası ile Morgan’a açıklanmasını sağlamıştır.Bunun dışında şifacı gibi yeteneklerine göre isimlendirilen birçok kabile üyesi var. Çölde, insanın yaş***** zorlayan birbirinden ilginç olaylar oluyor.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
Levi Tolstoy
19. yy. Rusya’sında yaşamış bir yazardır. Hayatında hep bir arayış içeirsinde olmuş ve yaşlılığını dindar bir insan olarak geçirmiştir. Genellikle eserlerinde insanlara ahlaki değerlerden bahseden yazarın ‘Dirilş’ eserinde de bu özelliğinin izleri görülmektedir
 
[align=center]Doğunun Limanları
(Amin Maalouf)
[/align]
KİTABIN ADI : DOĞUNUN LİMANLARI
KİYABIN YAZARI : AMIN MAALOUF
YAYINEVİ VE ADRESİ : YKY YAYINLARI
BASIM YILI : EKİM 1998

KİTABIN KONUSU
‘Doğunun Limanrı’ isimli roman Osmanlı prensliğine dayanan bir babanın ve yahudi bir kadının oğlu olan Kitabdar adlı hayali kişinin hayat hikayesini anlatmaktadır. Kitabın yazarı olan Amin maalouf bu kitabı 60’lı yılların sonuna doğru tanıştığı bir kişinin hayatından esinlenerek yazıyor. Bu kişi Lübnan’da doğmuş Parise giderek direniş hareketine katılmış tekrar Lübnan’a döndüğünde ise bir kahraman gibi karşılanmıştır. Kitapta da aynı olayların işlendiği görülmektedir.
KİTABIN ÖZETİ
“Doğunun Limanları” bir zamanlar Avrupalıların doğuya giriş yaptıkları, tespih taneleri gibi sıralanan ticaret kentlerine verilen isimdir. “Doğunun Limanları” kelime anlamı olarak “Doğunun Merdivenleri” olup, bazı Akdeniz limanlarına Fransızların taktığı isimdir.

Olay 1976 Haziranında Paris’te bir metroda geçmektedir. Yazar, romana tablodaki bir resimden söz ederek başlamaktadır. Tabloda, deniz ve o maviliğin üstündeki gemi bulumaktadır. Yazar, bu tabloya hayran kalmıştır. Metroda bu tabloyu seyrederken gözleri, son derece ilgi çeken bir adama takılır ve bu bu adamı takip etmeye başlar. Bu takip neticesinde her ikisi Hubert Hugles sokağında karşı karşıya gelirler. Yazar,türlü yollarla bu adama yaklaşmaya başlar. Adamın yabancı olduğunu sezer ve ona yardımcı olmaya çalışır. Bu yardımlaşma sonucunda her ikisi dost olurlar. Adamın amacı, Paris’te direnişçilerin adını taşıyan 39 cadde ve sokağı gezmektir. Bu arada yazar ile yabancı arasında koyu bir muhabbet başlar. Yabancı adam, yazarın sorularına yanıt vermeye çalışır ve ona Pariste dört gün kalacağını söyler. Bunun üzerine yazr ondan Paris’te kalacağı dörrt gün içinde hayat hikayesini anlatmasını ister. Yabancı bunu kabul eder. Yabancının kaldığı otel odasına giderler ve yabancı hayat hikayesini anlatmaya başlar.
Olaylar bir Osmanlı prensesinin aklını yitirmesiyle başlar . Kitabdar adlı Acem doktor tedavi amacıyla onu Adana’daki evine ***ürür. Onu seviyordur ve bu güzel kızla evlenir. Bir çocukları olur.
[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]
Her türlü düzene isyan eden bu prens bir gün Adana’da çıkan ayaklanmalar nedeniyle en iyi arkadaşı olan Nubar adlı bir Ermeni ile Lübnan, Beyrut’a gider. Burada Nubar’ın kızı ile evlenir, bir kızı ve iki oğlu olur. Karısı oğlu Salem’i doğururken ölür. Kitabın asıl kahramanı prensin babasının adını verdiği oğlu Kitabdar’dır. Kitabdar, isyan manasına gelmektedir. Oğlunun bir ihtilalci olmasını isteyen babası ona bu sebeple bu ismi vermiştir.
Kitabdar babasının onun hakkındaki tüm düşüncelere rağmen bir doktor olmak istiyordur. Ablasınında yardımıyla onu ikna ederek Paris’e tıp okumaya gider. Fakültede çok başarılı olan İsyan bir gün barda arkadaşlarıyla beraberken katıldığı bir tartışma aracılığı ile Bertrand takma adlı bir direnişçi ile tanışır ve bir anda kendini 2.Dünya Savaşı’nda bulur. Bu sırada hayatının kadını olacak Clara ile tanışır. Savaştan sonra Beyrut’a dönen Kitabdar bir kahraman olarak karşılanır. Kısa süre sonra Clara da Hayfa’da dayısının yanına yerleşir. Bu tanışmayı takben Kitabdar ve arasında sıcak gelişeler olur ve evlenmeye karar verirler.
Evlendikten sonra Hayfa ve Beyrut arasında gidip gelen çift, Clara hamileyken Hayfa’da kalmayı tercih ederler. 1948’de Kitabdar’ın babasının rahatsızlığı üzerine Beyrut’a dönüşü sırasında patlak veren Arap-Yahudi savaşı nedeniyle birbirlerinden ayrı kalırlar. Bu ayrılık Kitabdar’ın hayatını değiştirir.
Bu savaş nedeniyle Kitabdar karısını ve doğacak çocuğunu uzun süre göremez. Onların sağlığından duyduğu endişe, onu bir takım psikolojik sorunların içine iter. Davranışlarında gözle görülür bir değişme olur. Bundan yararlanan kardeşi Salem onu sadece zengin hastaların bulunduğu bir tımarhaneye kapattırır. İsyan, her gün onu uyuşturacak, deli olmasa bile onu deli gibi gösterecek sakinleştirici bir ilaç almak zorunda bırakılır. Yaklaşık yirmi yıl boyunca bu tımarhaneye kapalı kalan ve uyuşturulan isyan artık kurtulmanın imkansız olacağını düşündüğü sırada kızı Nadya onun izini bulur ve hastane yöneticilerine anlaşılmaması için farklı bir kimlikle onu ziyaret eder. Bu Kitabdar için bir kurtuluş kaynağıdır. Artık kızının varlığından güç almaktadır. Kitabdar Nadya’yı bir kez görmüştür. Ancak çevresinden gelen nasihatlere uyarak, kız bir daha babasına gelmemiştir. Bu Kitabdar için üzücü bir olay olsa da onu hayata geri dönme arzusundan mahrum bırakmamıştır. Kahve içinde verilen uyuşturuyucuyu daha az alarak hergün biraz daha kendine gelir.1976’da Lübnan da çıkan çatışmalar sırasında fırsatını bulup, yaşadığı hastaneden kaçan Kitabdar bir şekilde Paris’e gider ve orada Bertrand’ı bulur. Tüm yaşadıklarını anlatarak ondan Clara’nın adresini ister. Clara’dan 28 yıl sonra hiçbir şey bekleyemeyeceğini bilmesine rağmen yine de ona bir mektup yazar ve başından geçen her şeyi anlatır. Ondan cevap beklemiyordur, yıllar önce buluştukları bir limanda randevu verir.
Buluşma günü gelir. Buluşma günü yazarla Kitabdar’ın ayrılacağı gündür.
Kitabdar yazarla randevu verdiği yeri yeniden bulma çabası ile dolaşırken karşılaşır. Bu karşılaşma sonucunda Doğunun Limanları adlı kitap oluşmaya başlar. Tüm roman dinleyen kişinin notlarından aktarılıyor ve buluşma günü olan 20 Haziran’da bu notlar tamamlanıyor ve kitap da bitiyor.

Yazar 20 Haziran’da buluşma yeri olan köprüyü görebilecek bir cafeye oturarak olanları izlemeye başlar. Clara köprünün ucunda gözükür. Daha sonra eski sevgililer birbirlerine yaklaşır ve uzun uzun sarılırlar. Romanda burada biter.
KİTABIN ANA FİKRİ
Kitaptaki olaylardan çok durumlara bakacak olursak yazarı insanların milliyetlerinden çok onların insan olmalarının ve kardeş gibi yaşamalarının gerektiği düşüncesinde olduğu görülmektedir. Kitabdar isimli kahraman bir müslüman olmasına rağmen yahudi olan Clara ile evleniyor, kahramanın babası bir Osmanlı prensi ama en iyi arkadaşı bir ermeni ve bu sebepten dolayı bulundukları şehirden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Kitabdar hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Paris’te direniş hareketine katılıyor.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMSESİ
Kitap tamamiyle Kitabdar’ın hayat hikayesini anlatmaktadır. Olaylar gerçek hayattan alınmıştır. Kitaptaki kişiler Kitabdar’ın ailesi ve arkadaşlarıdır. Kitabdar’ın arkadaşları şans eseri karşılaştığı ve daha sonradan aralarında pek bağlantı olmamasına rağmen samimi oldukları kişilerdir. Bertrand’la bir barda tanışmışlar daha sonra Bertrand’ın yanında direniş örgütüne katılmıştır. Clara ile polisten kaçarken tanışıp daha sonra evlenmişlerdir.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Kitap çok akıcı ve okuyucunun ilgisini çeken bir kitaptır. Anlatılan olayların gerçek bi hayat hikayesi olması ve bu hikayenin Amin MAALOUF tarafından harmanlanması kitabın akıcılığını bir kat daha arttırmıştır. Yazar, çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz kültürünü diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da okuyucuya aktarmaktadır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
1949’ da Lübnan’da dogdu. Ana dili Arapça’ dir. 1976 yilindan
beri Paris’te yasiyor ve romanlarini Fransizca yaziyor. Kendini hem Lübnanli
hem de Fransiz olarak tanimliyor. Romanlarinda hep çocuklugunu ve gençligini
geçirdigi Doğu’ yu anlatiyor.

Yazar 1983 yilinda ilk romani “Araplarin Gözüyle Haçlilar” ile tanindi. 1986
yilinda yayimlanan ikinci romani “Afrikali Leo” ile ayni yil Fransiz-Arap
Dostluk Ödülünü kazandi. 1988’ de yayimlanan üçüncü romani
Semarkant” hemen hemen tüm dillere çevrilmistir. Maalouf’ un sonraki romanları Işık Bahçeleri (1991) ve Beatrice’ den Sonraki Birinci Yüzyil (1992) dir. Son romani olan Tanios Kayasi ile ise Fransa’nin en önemli ödüllerinden Goncourt Ödülü’nü kazandi.
 
[align=center]Dudaktan Kalbe
(Reşat Nuri Güntekin)
[/align]
KiTABIN ADI : DUDAKTAN KALBE
KiTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
YAYIN EVi : VARLIK YAYINLARI
BASIM YILI : 1973

KİTABIN KONUSU
Gerçek sevgiyi anlayamamış bir gencin düştüğü bunalım anlatılmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ

Saip Paşa İzmir’in önde gelen tanınmış kişilerinden, belediye başkanlığı yapmış birisidir.Saip Paşa’ nın yeğeni Hüseyin Kenan dayısının zoruyla mühendis olmuş daha sonra annesinin dükkanını satıp Avrupa’ya müzik eğitimi almaya gitmiştir. Güzel keman çalan Hüseyin Kenan müzikteki yeteneğini batı dünyasına kabul ettirmiştir. Dayısının ısrarıyla çocukluğunun geçtiği şehre, İzmir’e gelir. Saip Paşa vaktiyle haylaz bir oğlan diye bildiği Hüseyin Kenan’la şimdi övünmekte, ziyafetler düzenleyerek bu ünlü besteciye yakınlığını göstermekten zevk duymaktadır. Bütün bu kalabalıktan ve şatafattan sıkılan Hüseyin Kenan Bozkaya’ya giderek dinlenmek ister. Bozkaya’da küçük “kınalı yapıncakla tanışır”. Lamia’ya hafif çilli yüzünden dolayı Hüseyin Kenan kınalı yapıncak ismini takmıştır. Hüseyin Kenan evli bir kadın olan Nimet Hanıma kur yapmaktadır. Burası küçük bir kasaba olduğu için dedikodulardan kurtulmak için de Lamia’ya yakınlık gösterir gibi görünmektedir.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]
Hüseyin Kenan yaz bitince İstanbul’a döner. Niyeti Prenses Cavidan’la evlenmektir. Hüseyin Kenan prensesin Mısır’a gittiği sırada tekrar İzmir’e döner. Orada Lamia ile aralarında yakınlaşma başlar ve Lamia’ya sahip olur. Daha sonra Lamia ile evlenmek istediğini söyler. Fakat Lamia, bunu vazife icabı yaptığını düşünerek evlenme teklifini kabul etmez. Lamia hamileliğini üç ay sonra öğrenir ve intihar etmek ister. İntihardan kurtarılır, Kütahya’ya akrabasının yanına gönderilir. Lamia kızı Mekrube’yi orada doğurur. Hayli maceralı geçen günlerden sonra birisiyle evlenir. Bu sırada kocasının yeğeni Doktor Vedat Kütahya’ya gelir. Lamia Hüseyin Kenan’ın Prenses ile evlendiğini Doktor Vedat’tan duyar. Lamia kocasından ayrılır. Vedat onunla evlenmek istese de reddeder. Kızıyla İstanbul’a gelir. Kısa bir süre sonra Vedat da İstanbul’a gelir.

Bir gün Vedat’ın muayenesinde Hüseyin Kenan’la Lamia karşılaşır. Hüseyin Kenan Lamia’yı sevdiğini geç fark etmiş evlilik hayatında muylu olmamıştır. Vedat’ın Lamia ile evleneceğini duyan Hüseyin Kenan intihar eder ve Lamia’ya kavuşamaz…
KiTABIN ANA FiKRi
Yanlış yer ve zamanda yaşanmış bir aşkın, verdiği acıları gözönüne seriyor.
KiTAPTAKi OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEGERLENDiRiLMESi
Saip Paşa: İzmir’in belediye başkanlığını yapmış tanınmış biridir.
Hüseyin Kenan: Genç, yakışıklı bir müzisyendir.
Lamia: Genç ve güzel bir kızdır.



KiTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BiLGi
Hayatı, edebi kişiliği ve eserleri: Doktor Nuri Bey’ in oğludur. İstanbul’da doğdu. İzmir’de Fransız mektebinde okuduktan sonra yüksek tahsilini Edebiyat Fakültesinde yaptı. Bir süre öğretmenlik, müdürlük, baş müfettişlik yaptı. Bu sonuncu görevde çok uzun süre çalışmıştır. Milletvekili olarak birkaç kere TBMM’ye girdi. UNESCO başta olmak üzere çeşitli siyaset ve kültürle ilgili delegeliklerle memleketi temsil etti. Çok genç yaşta edebiyat hayata atıldı. Gazetecilik, mizah yazarlığı yaptı. Darülbedayi’nin ilk kurulduğu yıllardaki telif ve adaptasyonlarıyla dikkati çekti. Tiyatro aslında onun hayatında önemli bir rol almıştır. Hikaye, roman, makale, hatıra, piyes ve skeç olarak pek çok eser bıraktı. Üslubu duru ve temiz, eserleri çok duyguludur.
Eserleri:Harabelerin Çiçeği (1918), Çalıkuşu (1922), Dudaktan kalbe (1923), Damga (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927) eserlerinden bazılarıdır.
Yaşadığı Dönem ve Çağ: Reşat Nuri Güntekin 1892 ve 1956 yılları arasında yaşamıştır.
Çağdışı olan yazarlarla birleştiği yada ayrıldığı noktalar ve özellikleri : Reşat Nuri Güntekin Anadolu’nun çeşitli bölgeleri ve insanlarını gerçekçi bir gözle anlatmıştır. Konuşma diliyle yapmacıksız bir üslûpla yazması, eserlerinin geniş halk toplulukları tarafından okunmasına imkan vermiştir.
Başka yazarlara etkisi yada başka yazarlardan etkilenmesi: Reşat Nuri Güntekin başka yazarlarda ne bir etki bırakmış ne de onlardan etkilenmiştir.
Yazarın genellikle işlediği konular: Reşat Nuri Güntekin sosyal ve duygusal konular işlemiştir.
 
[align=center]Dönüşüm
(Franz Kafka)
[/align]
KİTABIN ADI [IMG]http://www.bilgicik.com/wp-includes/images/yahoo/yahoo4.gif[/IMG]ÖNÜŞÜM
KİTABIN YAZARI
guleckiz.gif
RANZ KAFKA
YAYIN EVİ VE ADRESİ :CAN YAYIN EVİ, GALATASARAY, İSTANBUL
BASIM YILI :1996

KİTABIN KONUSU
Dönüşüm adlı anlatı, yazarın anlatım sanatının gerçek anlamda doruklarına ulaştığı bir yapıttır. Küçük burjuva çevrelerindeki tiksindirici aile ilşkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen anlatı, aynı zamanda genelde toplumun kalıplaşmış, işlevini çoktan yitirmiş olan akışına bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirir. Gregor Samsa’nın başkalaşması, bir böceğe dönüşmesi, salt bir çarkın kaskatı dişlisi, eleştirmeyen, ama yalnızca boyun eğen bir toplum teki olmaktan çıkma anlamı taşır; böylece böcekleşen’in yazgısı, elbet toplumca dışlanmaktır.
KİTABIN ÖZETİ

Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. İlk başta gördüklerinin gerçek olduğunu inanmak istemez ancak yatağından kalkmak isteyince buna inanmak zorunda kalır. O artık dev bir böcektir. Her sabah işe gitmek için bindiği tren saat altıda hareket etmektedir; bu yüzden en geç saat beşte uyanmak zorundadır. Ancak saate baktığında saatin hemen hemen yedi olduğunu görür. Kalkmak istemektedir ama artık ona yardımcı olacak kuvvetli bacaklarının yerinde birbirinden bağımsız hareket ediyormuş gibi görünen onlarca bacakçık bulunmaktadır.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]
Annesi oğlunun uyanamamış olduğunu sanır ve kapıya vurmaya başlar. Kilitli kapının arkasından oğlunu uyandırmaya çalışır. Gregor kalktığını söyleyerek annesini savuşturur ancak sesi çok garip çıkmaktadır. Annesi onun hasta olduğunu düşünmektedir. Gregor büyük uğraşlarla yatağından kalkar, yeni vücuduna alışması hiç de o kadar kolay olmayacaktır. Saat sekiz civarında patronu eve gelmiştir ve çok kızgıdır. Gregor’a birkaç soru sorar ancak Gregor artık konuşamamaktadır. Sesi hayvan sesi gibidir. Kapıyı zorlukla açar. Patronu onu görünce korkudan evden kaçar; annesi ise bayılmıştır. Babası onu sopa darbeleriyle odasına geri sokar.
Kız kardeşi Grete Gregor’a değişik yiyecekler getirir. Artık Gregor kokuşmuş yiyecekleri tercih etmektedir. Annesi onu görmeye bile cesaret edememektedir. Babasından defalarca dayak yiyen Gregor’un vücudu oldukça zayıflamıştır. Vücudunda oldukça ciddi yaralanmalar oluşmuştur. Yemek dahi yiyememektedir. Aile meclisi toplanır ve sonuçta Gregor’ u evden atmaya karar verirler. Hizmetçi kız aileye şöyle seslenir:
-Boş yere zahmet etmeyin, Gregor öldü. Az önce Gregor’u çöpe attım.


KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Gregor Samsa: Eserin baş kahramanı. Annesi, babası ve kız kardeşi ile aynı evi paylaşmaktadır. Ailesinin geçimini kumaş tüccarlığı ile sağlamaktadır. Bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendisini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Bu andan itibaren Gregor’un hayatında büyük değişiklikler olacaktır.
Gregor’un annesi: Gregor’un öz annesidir. Dönüşümden önce oğlu ile araları araları çok iyi iken dönüşümden sonra artık onun yüzünü bile görmeye katlanamamaktadır.
Grete:Gregor’un kız kardeşidir. Dönüşümün ilk evrelerinde kardeşi ile araları hala iyi iken sonraları Gregor’ a adeta düşman olmuştur.
Patron: Gregor’un aksi patronudur. İşçilerini ve Gregor’u birer makina olarak görmektedir.
Himetçi kız: evde temizlik işlerine bakmaktadır. Gregor’la fazla bir bağlantısı yoktur. Ancak ailenin davranışlarını yakından takip etmektedir

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
Franz Kafka, 1883 yılında Prag’da doğdu, 1924 yılında Viyana yakınında bir sanatoryumda öldü. Çekoslovakyalı olasına karşın almanca yazan Kafka, Prag’daki Alman üniversitesinde hukuk tahsili yaptı, 1906 da hukuk doktorasını verdi. Sağlığında yapıtları yankı uyandırmedı, ölümünden sonra romancı dostu Max Brod öykü ve romanlarından çoğunu yayımlattı.1910’dan ölümüne kadar tuttuğu günlükleri 19482de yayımlandı. Kafka’nın yapıtlarının en çarpıcı yanı, bilerek uyguladığı sadelik ötesinde düşten doğan gerçek dışı ve esrarlı bir dünya saplantısı arasındaki çekişmedir. Kimi zaman gerçeküstücülüğe yaklaşan anlatımıyla Kafka, mevcut okulların hiçbirinin tanımına sığmaz. Çoğu Türkçeye de çevrilmiş olan yapıtlarının başlıcaları şunlardır[IMG]http://www.bilgicik.com/wp-includes/images/yahoo/yahoo4.gif[/IMG]önüşüm, Ceza sömürgesi, Bir Açlık Ustası, Dava, Şato, Taşrada Düğün Hazırlıkları, Milena’ya Mektuplar.
 
[align=center]Değirmen
(Reşat Nuri Güntekin)
[/align]
KİTABIN ADI: DEĞİRMEN
KİTABIN YAZARI: REŞAT NURİ GÜNTEKİN
YAYIN EVİ VE ADRESİ: İNKİLAP VE AKA KİTAP EVİ, İSTANBUL
BASIM YILI : 1946

KİTABIN KONUSU
Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında Sarıpınar adlı bir ilçede yaşanan ufak bir zelzele sonucu oluşan olayları anlatıyor.
KİTABIN ÖZETİ
İlçenin ileri gelenlerinden Ömer Beyin düzenlediği bir gecede zelzle olur. Bu zelzelede ilçenin kaymakamı Halil Hilmi Efendi fazla ağır olmayacak bir şekilde yaralanır. Kaymakam hükümet konağında istirahat ederken, karakol komutanı ve belediye başkatibi merkeze telgraf çekerler ve telgraflarında durumun çok ağır olduğu belirtirler. Çekilen bu telgraflar yüzünden basın olayı iyice abartır ve herkesi Sarıpınar’da çok büyük bir felaket yaşandığına inandırır. Vali ilçeye bir yardım heyeti gönderir.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap [/COLOR]

Halil Hilmi Efendi önceleri olayın bu kadar abartılıcağını zannetmez. Bu yüzden merkeze çektiği telgraflarda fazla birşey belirtmez. Fakat heyetin gönderilmesiyle beraber olayın ciddiyetini anlar. Gerçeği anlatmak içinse çok geç kalmıştır. Çünkü olay ülke sınırlarını aşarak,Dünya basınında da geniş yer tutmuştur.
Heyet ilçede ilçede kaldığı günler içinde hiçbir faaliyet yapmamıştır. İlçede heyet için düzenlenen ziyafetler, heyeti susturmaya yetmiştir.
Olayın çok abartıldığı vali’nin kulağına gitmiştir. Vali önce mutasarrıf Hamit Beyi ilçeye yollar.Birkaç gün sonra kendi de ilçeye gider. Valinin ilçeye geldiği günün akşamı Şehzadenin yabancı ve yerli basın mensuplarıyla beraber ilçeye geleceği haberi gelir. Vali olayda kaymakamın yanında kendisininde yanacağını düşünerek,şehzade gelmeden ilçeyi gerçekten bir harabe görüntüsüne getirir. Şehzadeye ilçenin harabe kesimleri gösterilir.Şehzade ilçenin gerçekten harabeye döndüğüne inanır ve valiyle birlikte kaymakamı birer madalyayla ödüllendirir. Yabancı ülkelerden toplanan yardımla valinin yıktırdığı yerler yeniden yapalır.
KİTABIN ANA FİKRİ
Her zaman sorumluluğumuzun bilincinde olup, gerçeklerden korkmamalıyız.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Halil Hilmi Efendi: İlçenin kaymakamıdır.Son derece yumuşak ve nazik bir adamdır.
Reşit Bey : ilçenin belediye başkanıdır. Çok yardımsever bir insandır.
Arif Bey : ilçenin doktorudur. Kaymakamın en iyi dostudur.
Ömer Bey : ilçenin ileri gelenlerinden zengin,eli açık bir insandır.
Hurşit : kaymakamın korumasıdır. Saf kişilikli bir insandır.
Hamit Bey : Vilayetin mutasarrıfıdır.
Rıfat : Belediyenin başkatibidir. Açıkgöz çıkarcı bir kişidir.
Kızanlıklı Naciye : İlçede düzenlenen eğlencelerde oynayan bir dansözdür. Ahlaksız bir insandır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
26 Kasım 1889 yılında İstanbul’da doğdu.Babası Doktor Nuri Bey’dir.Önce Çanakkale okuyan Güntekin daha sonra İzmir’de Frerler mektebine devam etti.
Reşat Nuri,1912 yılında İstanbul Darulfünunu Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde edebiyat, fransızca ve felsefe okuttu. 1931 ve 1943 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fısatı buldu.
1939 ve 1943 yılları döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptıktan sonra 1947’de başmüfettişlik ve 1954’de Paris kültür ateşeliği yaptı.
Reşat Nuri Güntekin, hikaye, roman, gezi notları, oyun, mizah yazıları ve çeşitli konularda makaleler yazdı.
Bazı Romanları:Harabelerin Çiçeği, Gizli El, Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Damga, Akşam Güneşi
Bazı Hikayeleri:Gençlik ve Güzellik,Recm, Roçild, Eski Ahbab, Sönmüş Yıldızlar
Bazı Oyunları:Gönül Veya İnhidam, Babür Şah’ın Seccadesi, Hançer, Asker Dönüşü.
 
[align=center]Ekmek Elden Su Gölden
(Refik Halid Karay)



Konu
Kitapta eski soylu zengin bir ailenin torunu olan Ferhan’ın tekrar ozenginliğe kavuşmak umuduyla Duranbeylilerin ablak oğlu Saim ile evlenip pişman oluşu anlatılmaktadır.

Özet
[/align]
iki arkadaş mühendis Asaf Bey ve mimar Armenak Efendi Büyük Otel’de akşam çayını içmek içn otururlar. Sohbet ederlerken otele Duranbeylilerin kadınları gelir.Duranbeyliler, zamanında Duran Beyin Doğu Anadolu’dan kan davası nedeniyle güneye göçmüş orada toprakları sahiplenmiş, devlete karşı koymuş ve topraklarında halka sözünü geçirmiş. Öldüğünde çoçuklarına çok fazla toprak bırakmış. Çoçuklarından tek erkek Nazir Bey bu sıkılığı sürdürememiş. Üç kız ve üç erkek çoçuğu olmuş.
İşte biraz önce gördükleri o güzel kızlar Nazir Beyin torunları ve torunlarının eşleridir. Başlarında bir kadın vardır. Bu Şahende Hanımdır. Üç kızı ve üç gelini ile otele gelip çaylarını içerler, havalarını atarlar. İki arkadaş da gelinler arasından Ferhan’ı çok güzel bulurlar. Ferhan sarışın, balık etli , güzel bir kızdır. Fakat Duranbeylilere yeni katıldığı için sosyete hayatına daha ayak uyduramamıştır. Gelinler haricindeki kızlar da kardeş değil , kardeş çocuklarıdır. Nezire aralarında en zeki olanıdır. Asaf Beye amca derve Asaf Bey de bundan çok hoşlanır. Çünkü Nezire çok güzel bir kızdır. Nezire ile biraz sohbet ettikten sonra , Nezire akşam bir davete konuk olduklarını ve yanından ayrılır. Duranbeyliler kadınlar kolu otelden topluca ayrılırlar.
Davet dayı dedikleri uzaktan bir akrabanın evindedir. Evde yemek yendikten sonra bir gazinoya eğlenmeye giderler. Gazinoda tesadüfen iki yaşlı arkadaş da eğleniyordu. Onların acemiliklerini gülerek izlerler. Dayı çok hızlıdır , sırayla bütünkızları dansa kaldırır. Her seferinde Şahende Hanım alınmasın diye iltifatlar yağdırır. Ferhan dayıdan çok hoşlanır. Kocasına fiziken benzemesi onu etkiler ama kocasından daha kültürlü olduğu için onu kocasından daha iyi bulmuştur.
Eve döndüklerinde kızlardan Ferhan’a rehber olan Nebile’nin de dayının ondan hoşlandığını söylemesi , onu daha da çok sevindirir.Sabah kalktıklarındaevin halini gören Ferhan Duranbeylilerin pasaklıklarına alıştığı görmemezlikten gelir. Ev halkı kaktığında iki köylü eve gelir. Rasih Bey’in evden gönderdiği erzakları getirmişlerdir. Eve bırakırlar ve giderler.
O gün Ferhan annesinin yanına uğrar. Eski arkadaşı Saliha da onunladır. Ferhan bazen Saliha ile dolaşır ama onu davetlere , otellere ***ürmezdi. Fakat Saliha da bundan memnundur. Arada bir buluşur ve gezerler.

Akşama Ferhan yine otele gider. Otelde Nezire Asaf Bey ile oturmaktadır , Ferhan’ı da yanına çağırır. Asaf bey durumdan çok mamnundur , çünkü iki güzel kızla oturup sohbet etmek ve onların güzelliklerini seyretmek ona zevk verir. Biraz sohbetten sonra iki kız masadan kalkarak Şahende Hanım’ın yanına giderler. Ferhan’ın otururken aklına çiftlik hayatı gelir. Kocasından tiksindiğini ve neyapacağını düşünür. Çoçuğu olmadan başka birini bulması gerktiğini düşünür.
Ferhan ilerleyen günlerde sosyeteye tamamen ısınır. Herkesin ağzına dolanır. Beğenenler de boldur. Bir gün gazetede fotoğrafı yayınlanır. Herkesin dilinde bu fotoğraf vardır. Şahande ve kızlarıçekememekten sinirlenirler , kimileri de kızı tebrik ederler. Bu sıralarda Ferhan Saim’den ayrılmayı kafasına iyice koymuştur ki Numan adında bir sinemacıya aşık olur. Gizli buluşmalarla onunla evlenmeyi planlar. Avukatları hazırlarlar ve bunu aileye açıklayacağı gün , otelde Numan’ın Ankara dönüşü yaptığı kazada vefat ettiği haberini alınca bayılır ve şuurunu kaybeder. İki ay sonra hastahaneden çıkarıldığında geri dönmemek üzere ailecek çiftliğe giderler.
Aradan altı ay geçtiğinde Numan’ın babası Osman Bey Saliha’yı bulur , ferhan hakkında bilgi alır. Saliha , Ferhan’ın Numan ölmeden önce yeni hamile olduğunu söyler ve şu anda da altı aylık hamile olduğunu söyler. Osman Bey Saliha’dan çiftliğe onun yanına gitmesini ve Saliha’ya orada ev yaptıracağını söyler. Ferhan’a yardım etmesini ister. Saliha bu teklifi kabul eder.
İki yaşlı Asaf Bey ve Armenak Efendi her zaman olduğu gibi otelde oturmuş çaylarını içerlerken , içeriye üç tane kız gelir. Bunlar yine Duranbeylilerdendir ve Asaf Bey “Bir kafile gelir , bir kafile gider. Nasıl ki Duranbeylilerin çoğu ortadan kayboldu.” der.

[align=center]
Ana Fikir
Çok fazla para belli bir süre mutluluk getirir fakat; bütün mutlukları yanında getirmez. Hatta fazlası hüzün de getirebilir.
[/align]
[align=center]Şahıslar ve Olaylar
[/align]

Kitapta olaylar en küçük ayrıntısına kadar anlatılmıştır. Çok sürükleyici bir anlatım tarzı vardır. Olaylarda bir abartı yoktur , hepsi mümkün olabilecek olaylardır.
FERHAN: Sarışın, balık etli, renkli gözlü, güzel bir kızdır. Eski bir zengin ailenin torunudur. Duranbeylilerin son gelinidir.
SAİM: Biraz ablak fakat çokta tipsiz değil, suskun, sakin bir gençtir. Babası Rasih Bey’in verdiği paralarla hayatını geçindirir.
NUMAN: Çok yakışıklı ve atletik vücutlu, genç bir delikanlıdır. Sinema yapım şirketinin sahibidir. Çalışkan ve zekidir. Sosyete hayatına pek düşkün birisi değildir.
ŞAHANDE HANIM: Durabeylilerin hanımıdır. Bir sonradan görmedir. Herkesi tersler ve azarlar. Fakir insanları ve uşakları horgörür.


[align=center]Yazar Hakkında Bilgi
Refik Halid Karay
[/align]
(istanbul 1888-istanbul 1965) Türk Romancisi, Hikayecisi Ve Yazari. Ilk öğrenimini Vezneciler’de Ve Göztepe’de Tamamladi, Daha Sonra Galatasaray’da (1900-1906), Bir Yilda (1907) Hukuk Mektebi’nde Okudu. 2 Nci Meşrutiyet’in Ilanindan Sonra Gazateciliğe Başladi (tercüman-i Hakikat). Kalem Ve Cem Dergilerinde Yazilar Yazdi. 1909’da Fecri Ati Topluluğuna Katildi. 1912’de Beyoğlu Belediye Başkatibi Oldu Ve Bir Sene Sonra Iktidara Gelen Ittihatçilar Tarafindan Beş Yil Sürgüne Gönderildi. Anadolu’da Başlayan Milli Mücadele Hareketi’ne Aleyhtar Olmuş, Bu Yüzdenmilli Hükümet’in Sürgünüyle 9 Kasim 1922’de Yurdu Terk Etmiştir.1938’de çikan Af Ile Yurda Geri Dönmüştür.
Açik, Sade, Terkipsiz Bir Dille Yazan, Roman Ve Hikayeleri Kadar Mizah Ve Taşlamalari Ile De ün Kazanan Karay’in Başlica Eserleri şunlardir: Sakin Aldanma, Inanma, Kanma, üç Nesil-üç Hayat, Memleket Hikayeleri, Bir Içim Su, Gurbet Hikayeleri, Bu Bizim Hayatimiz, Sonuncu Kadeh, Dört Yaprakli Yonca,ekmek Elden, Su Gölden.
 
[align=center]Eylül
(Mehmet Rauf)



Konu



Süreyya ve onun karısı Suat ve akrabaları olan Necip Bey ile aralarında geçen olayları anlatmaktadır.


Özet
[/align]
Süreyya ve karısı Suat’ la birlikte babasının evinde oturmaktadır. Ama bu halden memnun değildirler. Babası hem yaşlı, hem dediği dediktir. Onun yüzünden her yaz bir tane taş ocağına benzeyen köye gelirler ve orada sıkıntıdan patlarlar. Suat bu arada başka olaylardan da sıkılmaktadır. Suat’ ın kardeşi Hacer akrabası olan Necip Bey’ le gönül eğlendirmektedir.



Hacer evli ve eşi de onun için herşeyini verecek nitelikte bir eştir. Daha sonraları Suat ile Süreyya birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilmenin yolunu aramışlar ve bulmuşlardır. Suat Hanım gizlice babasından para isteyip eşi için bir yalı kiralar. Kocası bu duruma çok sevinir.



Necip de hem dostarı hemde akrabaları olarak Suat ve Süreyya’ nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Süreyya bu alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip’le birlikte piyano çalmaktadır.


Başbaşa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey birşeylerin olduğunu, Suat Hanım’a aşık olduğunu anlar. Bu durumdan kurtulmaya çalışsada başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderkende Suat’ın eldivenlerinden bir tanesini izinsiz olarak hatıra olması için alır.



Daha sonraları Necip’in tifoya tutulduğu öğrenilir. Süreyya ve Suat buna çok üzülürler. Tehlike devresi geçince Necip’in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir yorgunluğu içerisindedir. Hacer Necip’in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip’in kendiden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur.



Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip’in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip’te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez.


Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirilmek üzere mecbur edilir. Halbuki O, onlardan kaçmak için uğraşmaktadır.



Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya birşeyleri sezmiş olup, o yüzden gitmiştir.




Konağa geri dönülür. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmemektedir. Hele Hacer’in davranışları, onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinden kalan, Necip’in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya değer bir tarafı kalmamasıdır.



O gece konakta yangın çıkar. Herkesi bir telaş ve korku alıp ***ürür. Canlarını zor kurtarırlar. Ama Suat ortalıklarda yoktur. Süreyya alevlerin içine doğru Suat diye inlemektedir. Ama cesaret edemez. Necip bir haykırışla içeriye fırlar . Her ikiside çöken tavanın altında can verirler.


<SPAN style="FONT-FAMILY: Maiandra GD">
[align=center]Ana Fikir
Her ikisi de evli olan kişilerin ellerinde olmadan , birarada bulundukları sürede birbirlerine , eşlerinden habersiz yakınkaşmaları ve aralarındaki yasak aşkı anlatmaktadır.
Şahıslar ve Olaylar
[/align]

Suat: Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey’e aşık olur.
Necip: Akrabaları olan Süreyya ve Suat’ın yanına gelip , Suat’a aşık olan bir adamdır.
Süreyya: Suat’ın kocasıdır. Onun için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir.
Hacer: Suat’ın kardeşi ve Necip ile gönül eğlendiren bir kadındır.



[align=center]Yazar Hakkında Bilgi
[/align]


<SPAN style="FONT-FAMILY: 'Maiandra GD'"><FONT color=#000000 size=2>İstanbul’da doğdu. Soğuk Çeşme Askeri Rüştiye’sini ve Bahriye Mektebi!ni bitirdi. Bir süre subaylık yaptıktan sonra, 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra bu görevinden ayrıldı. Hayatını yazarlıkla kazanmaya başladı.
 
Eski Hastalık
[align=center](Reşat Nuri Güntekin)
[/align]
KİTABIN ADI : Eski Hastalık
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
KİTABIN YAYIN EVİ : İnkılâp Kitapevi
BASIM YILI : 1996

KİTABIN KONUSU
Farklı kültürler çerçevesinde yetişmiş iki insanın hayatlarını birleştirmeleri sonucunda meydana gelen mutsuz bir evlilik; aşk, tutku, sadakat ve vefa kavramları çevresinde dönen olaylar kitabın konusunu teşkil etmektedir.
KİTABIN ÖZETİ
Züleyha, küçük yaştan itibaren annesiyle birlikte İstanbul’da yaşayan bir kızdır. Batı kültürünün yaşam tarzında büyüyen ve eğitimini bu yabancı okullarda tamamlayan Züleyha’nın babası Ali Osman Bey, subay olup bu yıllarda Anadolu’nun düşman işgalinden kurtulması için Millî Mücadeleye katılır. Züleyha’nın İstanbul’da geçirdiği yıllar aynı zamanda İstanbul’un düşman işgali altında olduğu yıllardır. Bu sebeple batı kültürünün etkisi burada yaygın olarak görülmekte ve İstanbul sosyetesi de bu yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışmaktadır. Züleyha, dayısı Şevki Bey’in tanınmış kişilerden olması sebebi ile bu yaşantıdan uzak değildir hatta bu yaşayış biçiminin yaygın olması için uğraş verenlerden birisidir. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Millî Mücadele sona erer ve Ali Osman Bey, İstanbul’a geri döner.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]


Fakat burada kalıcı değildir ve görevi gereği Anadolu’ya geri dönmesi gerekmektedir. Bu sefer ailesinden ayrı kalmak istemeyen Ali Osman Bey, ailesinin de kendisiyle birlikte gelmesini ister. Züleyha, tahsilini bahane ederek bir süre İstanbul’da kalmayı başarır fakat ilerleyen zamanlarda babasının ısrarlarına daha fazla dayanamayarak tahsilin yarım bırakır ve ailesinin yanına geri döner. Burasını kendisine bir zindan olarak gören Züleyha, bir süre kendisini odasına kapatır ve kimseyle konuşmaz. Yerli halka yaptığı kibirli tutumlarına ve onları hor görmesine rağmen buradaki insanların ona saygı gösterip samimî ve içten davranmalarına bir süre sonra alışır ve insan içine çıkmaya başlar. Baba sevgisine hasret olan Züleyha, artık vaktinin çoğunu babasıyla birlikte geçirmekte ve onun yaptığı kahramanlıkları, halkın onu ne kadar sevdiğini öğrenmekte ve babasıyla gurur duymaktadır. Bu süreç içimde babasının emir subaylığını yapmış olan ve babasının askerden ayrıldıktan sonra da görev yaptığı yerde yaşayan, buraların hatırı sayılır kişilerinden genç Yusuf ile tanışır.
Yusuf, Ali Osman Bey’e karşı gayet saygılı be savaş esnasında onunla omuz omuza çarpışmış Ali Osman Bey yaralandığında onu sırtında taşıyarak hayatını kurtarmış olan bir gençtir. Babası erken yaşta vefat edince babasından kalan çiftlik ve tarlalara bakmak onun sorumluluğu altına girmiştir. Dürüst ve içten tavırlarıyla Züleyha’nın hemen ilgisini çeken bu genç, Ali Osman Bey’in kızı olduğu gerekçesiyle Züleyha ile aynı ortamda bulunmaktan dahi kaçınır. Bu zaman zarfında Züleyha’nın annesi vefat eder. Artık İstanbul’a dönme umudunu tamamen yitiren Züleyha’yı babası ile Yusuf’un annesi olan Nefise Hanım teselli eder. Özellikle Züleyha’yı kızı gibi gören Nefise Hanım, Züleyha için bir dayanak olmuştur. Uzunca bir müddet kendine gelemeyen Züleyha’nın içinde bulunduğu bu psikolojik durum sona erince kendisini dünyadaki hiçbir şeyin mutlu edemeyeceğini her şeyin aslında boş olduğunu düşünmeye başlar. Daha sonra babasının da isteği üzerine Yusuf ile evlenir.
Farklı dünyaların temsilcileri olan Yusuf ile Züleyha’nın evliliği Züleyha’nın farklı tutum ve yaklaşımları sebebi ile çekilmez bir hâl alır. Züleyha’nın amacı; kendince modern çağın gereklerine göre kocasının davranışlarını değiştirmektir. Fakat bunu yaparken kalp kırıcı hırçın e söz dinlemeyen tavırlarını ortaya koymakta, eş durumundaki insanların samimiyetini asla göstermemektedir. Varlıklı bir ailenin oğlu olan Yusuf ise, hükmetmeye alışmış modern öğretim hayatına rağmen bu yaşam tarzını benimsememiş, dürüstlük ve sadakat kavramlarından asla taviz vermeyen bir şahıstır. Karısının bu tutum ve davranışlarına bir anlam veremeyen fakat ona karşı olan saygısından sesini çıkarmayan Yusuf aslında eşini çok sevmekte fakat bu sevginin karşılığını göremediği için yakınmaktadır. Züleyha, yaptığı evliliğin sadece bir mantık evliliği, aşk, sevgi gibi kavramların ise romantik edebiyattan kalma eski bir hastalık olduğunu düşünmekte ve davranışlarını da bu çerçeve içinde sürdürmektedir.
Bu sıralarda Ali Osman Bey de vefat etmiş ve Züleyha’yı kocasından başka burada tutacak hiçbir bağ kalmamıştır. Kocası ile yaptığı bir tartışmada evliliklerinin zaten böyle devam edemeyeceğini ve boşanmak istediğini belirtir. Bunun üzerine mahkemeye başvurulur. Mahkeme, boşama belgesinin bir yıl sonra verileceğini aralarındaki bu durumun bir yıl daha devam edeceğini ilan eder. Bu karar üzerine tekrar İstanbul’a dönen Züleyha, dayısı Şevket Bey’in de teşviki ile eski hızlı yaşantısına geri döner. Bir gece yabancı bir erkekle geçirdiği trafik kazasını yaralı olarak atlatan Züleyha’nın bu durumu gazetelere birinci sayfadan girer ve tüm İstanbul sosyetesi bu durumu konuşur. Dayısı tanınmış bir şahsiyet olduğundan bu skandalın kendisinin itibarını sarsacağından korkarak apar topar İzmir’e yerleşir. Bu esnada Züleyha hala hastahanede kalmakta ve içinde bulunduğu bu utanç verici durumdan nasıl kurtulacağını bir daha arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacağını düşünür. Tüm bunların yanı sıra artık İstanbul’da kimsesi de kalmamıştır.
Züleyha, hastaneden kendisini birisinin almaya geldiğini öğrendiğinde şaşırır. Hatta bu kişinin Yusuf olduğunu öğrenince küçük bir şok geçirir. Artık eş durumunda olmamalarına rağmen Yusuf, İstanbul’a gelerek Züleyha’yı hastahaneden alır ve özel bir vapurla Gölyüzü’ne geri dönmek için yolculuğa çıkarlar. Yolculuk esnasında Yusuf, Züleyha’nın rahat etmesi için elinden gelen her şeyi yapar. Hatta yol üzerindeki tüm sahil kasabalarına uğrayarak Züleyha’ya buraları gezdirir. Bu vapur yolculuğunda evli oldukları zamanlara göre daha bir mutlu ve anlaşma içinde görünen Züleyha ile Yusuf arasında her ikisinin de birbirinden saklamaya çalıştıkları bir yakınlaşma göze çarpar. Nihayetinde Gölyüzü’ne ulaşırlar ve burada Züleyha, Nefise Hanım tarafından sanki hiçbir şey olmamış gibi karşılanır. Bu durum Züleyha’nın dikkatinden kaçmaz ama Nefise Hanım’dan bu olay karşısında utandığı için hiçbir şey diyemez. Ardan birkaç ay geçtikten sonra Yusuf elinde mahkeme kararı ile eve döner. Kararda verilen bir yıllık müddetin dolduğu artık tamamen özgür iki insan oldukları ve bununla birlikte Yusuf’un bir miktar nafaka ödemesi gerektiği belirtilmektedir. Züleyha, bu kararı duyunca artık burada duramayacağına karar verir ve İstanbul’a geri dönmek ister. İstasyonda kendisini İstanbul’a ***ürecek olan treni beklerken Yusuf’a kendisini niçin hastahaneden aldığını bunca rezilliği temizlemek için uğraştığını ve tüm bunlara kendisine yüz vermeyen birisi için neden katlandığını sorar. Yusuf ise tüm bunları yapmasının tek sebebinin Ali Osman Bey’in adının lekelenmesine gönlünün razı olmadığını, yaptığı her şeyin Ali Osman Bey’e karşı duyduğu saygıdan dolayı olduğunu belirtir. Bunun üzerine Züleyha gözyaşları içinde trenine biner ve yola koyulur.
KİTABIN ANA FİKRİ
İnsan ilişkilerindeki en önemli husus karşılıklı sevgi ve saygıdır. Tüm bunların ötesinde eğer ilişki içinde bulunduğumuz kişi hayat arkadaşımız ise bu bağların daha da kuvvetlendirmemiz ve bunların yanı sıra aşk, sadakat ve vefa kavramlarını da benimsememiz gerekir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
OLAYLAR
Kitaptaki olaylar çok iyi kurgulanmakla beraber yapılan tasvirlerle daha da kuvvetlendirilmiş, olayda gerçek dışı diye nitelendirebileceğimiz hiçbir öğeye yer verilmemiştir. Olaylar abartısız olarak anlatılmıştır.
KİŞİLER
ZÜLEYHA: Çevresindeki kişilerden ve olaylardan kolaylıkla etkilenebilen, yabancı okullarda aldığı eğitim sebebiyle bu yaşam tarzını benimsemiş birisidir. Bu özelliğini kullanarak insanlar üzerinde otorite kurmaya çalışır ve yersiz gururu nedeniyle karşılıklı ilişkilerde başarısızdır.
YUSUF: Avrupa’da bir süre yaşamasına rağmen bu yaşam tarzını benimsemeyen ve Millî Mücadele yıllarında özellikle Fransızlara karşı Ali Osman Bey ile birlikte çarpışan bir gençtir. Ali Osman Bey’i çok sever ve onu babası yerine görür. Gelenek ve âdetlerine oldukça bağlı olan Yusuf, Züleyha’yı çok sever fakat bu sevgisinin karşılığını göremediğinden sadece Ali Osman Bey’e duyduğu saygıdan dolayı kızını bu utanç verici durumdan kurtarır.
ALİ OSMAN BEY: Memleketini ve insanları çok seven buna karşılık halkın saygısını kazanmış bir komutandır. Savaş esnasında ailesiyle birlikte olamaz fakat savaştan sonra ailesini bir arada tutmak ister. Kızı Züleyha’nın modernleşmek görüntüsü altında insani duygulardan uzaklaşmasına engel olmak ister.
 
[align=center]Erikler Çiçek Açtı
(Esat Mahmut Karakurt)
[/align]
KİTABIN ADI : ERİKLER ÇİÇEK AÇTI
KİTABIN YAZARI
: ESAT MAHMUT KARAKURT
KİTABIN YAYIN EVİ VE ADRESİ : İNKILAP VE AK KİTABEVLERİ KOLL.ŞTİ
KİTABIN BASIM TARİHİ : 1974

KİTABIN KONUSU
Kitap; gizli bir iş için, Hong-Kong’a gönderilen, Orhan adında bir Türk subayının, Türkistan asıllı Neslihan adında, güzel bir bayanla yaşadığı aşkı ve Orhan Bey’in başından geçenleri ele almıştır.
KİTABIN ÖZETİ
1951 yılının bir ilk bahar gecesi; Binbaşı Orhan Genelkurmay Başkanlığının emriyle;Hong Kong’da Birleşmiş Milletler’e bağlı ülkelerin subaylarının oluşturmuş olduğu bir kurula katılmak için İstanbul’danyola çıkmıştır. Kurulun amacı, son yıllarda,HongKong’da oluşturulan yasadışı gizli bir komünist teşkilatını ortadan kaldırmaktır.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR]


Orhan Bey, taksiden inip Yeşilköy Havalimanı’na girer. Uçağı hareket etmek üzeredir. Kontrollerden sonra uçaktaki yerini alır. Yanında güzel bir bayan oturmaktadır. İlerleyen saatlerde Orhan Bey’le bayanın arasında bir samimiyet oluşur. Bayanın adı Madalena’dır. Onlar sohbetlerine devam ederlerken, uçakta bir anons yapılır. Uçak, Şam Havalimanı’nda bir saat kadar sürecekbir mola verecektir. Fakat havaalanına indikten sonra; uçağın bu gece kalkmasının kötü hava şartlarından dolayı imkansız olduğunu öğrenirler. Saat iki buçuk civarıdır. Bütün yolcular geceyi, firmanın ayarladığı bir otelde geçireceklerdir. Ancak Bayan Madalena geceyi uçakta geçirmek ister, hostes bunun mümkünolmadığını söyleyince, koltuk değngeklerini ister. Orhan Bey,bu sözlerin üzerine kısa bir şaşkınlık geçirir. Daha sonra Bayan Madalena’ya yardım eder ve uçaktan inerek otele giderler.
Otelde, Madalena ile Orhan Bey’in odaları karşılıklıdır. Otele gelişlerinden yaklaşık bir saat geçmiştir. Orhan Bey,üzerini değiştirmiş ve yatmak üzeredir. Tam bu sırada kapı çalınır ve içeriye koltuk değnekleriyle yürümeye çalışan Madalena girer. Madalena Orhan Bey’e aşık olduğunu ve O’nu arzuladığını söyler. Orhan Bey çok şaşırır ve yaklaşık on dakika kadar birbirlerinin gözlerine kilitlenirler. Daha sonra kadın kendini Orhan Bey’in kollarına bırakır.
Sabah olmuştur.Orhan Bey ve Bayan Madalena uyanmışlardır. Yaklaşık bir saat sonrakapı ani bir şekilde zorlanmaya başlar. Bu erken saatte kapıyı böylesine kim zorlayabilirdi acaba. Biraz sonra kapı açılır ve içeriye üç tane silahlı adam girer. Orhan Bey adamlara ne istediklerini sorar. Adamlar polistir ve Bayan Madalena’yı beyaz zehir kaçakçılığı yaptığı gerekçesiyle tutuklamak isterler. Orhan Bey büyük bir hayretle Madalena’ya döner ve titrek bir sesle, doğru olup olmadığını sorar. Madalena büyük bir üzüntü ve pişmanlık içinde suçunu itiraf eder. Daha sonra ayağa kalkarak giyinir ve teslim olur. Bayan Madalena sakat değildir.
Saat sabahın yadisidir. Orhan Bey, bir gecede, tüm bu yaşadığı olayların ardından, uçaktaki yerini almış ve yoluna devam etmektedir ancak Orhan Beyin yanı bu sefer boştur.
Yaklaşık iki gün süren yolculuktan sonra, uçak Hong-Kong’a iner.Ertesi gün Orhan Bey; İngiliz Merkez Komutanlığı binasındaki odasında tüm hızıyla çalışmalarına başlamıştır. Orhan Bey yaklaşık bir haftadan beri aralıksız çalışmaktadır ve elde ettikleri gizli istihbaratlarıda periyodik olarak bir şifre dahilinde Türkiye’ye, Genel Kurmay Başkanlığı’na göndermektedir. Bunlardan sonuncusu, dün gerçekleşmiştir. Hong-Kong’dan Tokyo’ya gitmek üzere hareket eden bir İngiliz askeri uçağı havada infilak etmiştir.
Orhan Bey, işten arda kalan zamanlarında, güvenlik gerekçesiyle kaldığı otelden pek fazla dışarı çıkmamaktadır. Akşamları, otelin barında eğlenmektedir. Yine bir akşam, burada otururken, iki masa ötesinde oturan ve göz kamaştırıcı güzelliğe sahip bir bayan gözüne çarpar. Orhan Bey, bu güzel bayandan çok etkilenir. Kadının yanında şişman, kısa boylu bir adam bulunmaktadır. Orhan Bey kadın hakkında bilgi edinmek için garsonu yanına çağırır ve kadının kim olduğunu sorar. Garsonun söylediğine göre kadının adı Çing Çung’dur. Kendisi Hong-Kong’un en güzel ve en zengin kadınıdır. Yanındaki şişman ve kısa boylu adam ise Çin’in en zengin iş adamlarından biridir ve Madam Çing Çung’un kocasıdır. Orhan Bey kadının evli olduğunu öğrenince çok üzülür. Orhan Bey, bu gece, bu güzel bayanla, en azından küçük bir dans etmek ister. Fakat kocası yanındadır. Kendi kendine epey düşünür. İki kadeh viskiyi ardarda içer, son bir kez cesaretini toplayarak bayanın yanına gitmeye karar verir. Ayağa kalkarak ağır adımlarla bayanın masasına kadar gider ve masanın başında dikilir. Bayanla dans etmek istediğini kendisine söyler. Madam Çing Çung’un kocası bu teklif üzerine deliye döner ve hangi cüretle böyle bir teklifte bulunduğunu Orhan beye sorar, tam bu sırada Madam Çing Çung, kocasına Orhan Bey’le dans edeceğini söyler ve masadan kalkar. Dans esnasında Orhan Bey kadına olan aşkının ve O’ndan ne kadar çok etkilendiğini anlatır. Aslında kadında Orhan Bey’den etkilenmiştir, ancak kadın evli olduğu için bu duygularını Orhan Bey’e açık bir şekilde söyleyemez.
Dansın bitiminde Madam Çing Çung, Orhan Bey’e bir daha görüşmemeleri gerektiğini söyler ve teşekkür ederek vedalaşır. Aradan yaklaşık bir hafta geçmesine rağmen Orhan Bey kadını unutamamıştır. Bir sabah, otelin kapısı çalınır ve içeriye giren hizmetçi Orhan Bey’e ziyaretçisi olduğunu söyler. Ziyarete gelen, Madam Çung’un yardımcısı küçük bir kızdır. Madam Çung, Orhan Bey’i yarın sabah, Günaş Dağının eteklerine davet etmektedir. Küçük kız,Orhan Bey’e oraya nasıl gidileceğini anlattıktan sonra gider. Bu dağda “erikler çiçek açtı” adında bir ayin yapılmaktadır. Orhan Bey ile Madam Çing Çung bir yolunu bulup burada gizlice konuşurlar. Artık ikiside, geriye dönüşü olmayan bir aşkın içinde olduklarını anlarlar.

Aynı gün; işyerinde Orhan Bey’e bir telgraf gelmiştir. Telgrafta, akşam saat altıda, on tane Türk subayını taşıyan bir uçağın buraya gelmek üzere yola çıkacağı yazmaktadır. Bahsedilen heyet geldikten sonra çalışmalar hız kazanır ve bu sıralarda faaliyetlerini arttırmış olan gizli komünist teşkilatı hakkında, çok önemli belgeler ele geçirilir. Alınan istihbaratlara göre, komünistler bir askeri uçağı bombalayacaklardır. Bu olay engellenir. Artık komünist teşkilatı neredeyse yakalanmak üzeredir. Bu arada alınan istihbaratlardan Madam Çung ve kocasınında bu teşkilatın içinde olduğu öğrenilir.
Komünist teşkilatının başkanı, aldıkları bu son darbeden sonra çok gizli bir plan hazırlamıştır. Yeni hedefleri; birkaç gün içinde Tokyo’ya gitmek üzere harekete geçecek olan ve içinde, Türk Binbaşısı Orhan Bey’inde bulunduğu bir uçağı havaya uçurmaktı. Plan için gerekli her şey hazırdı. Uçak, yerden kalktıktan on dakika sonra havada infilak edecektir. Bütün bu planı baştan sona dinleyen Madam Çing Çung, şok olur ve Orhan Bey’I buradan kurtarmanın bir yolunu arar. Bir dahaki buluşmalarında Orhan Bey’e bu uçağa binmemesini söyler. Bu konuda çok ısrar etmesine rağmen, Orhan Bey böyle bir şeyin imkansız olduğunu ve o uçağa mutlaka binmesi gerektini söyler.
Uçağın hareket saati gelmiş ve motorlar çalışmıştır. Tam bu sırada pistte hızla ilerleyen gri renkte bir spor arbası görülür. Havaalanşndaki tüm polisler alarma geçerler ancak arabayı yakalayamazlar. Arabanın içindeki Madam Çing Çung’dur. Bu arada uçağın hareketi durdurulur. Madam Çung, uçağın yanında durarak bomba olduğunu söyler ve hızla havaalanından çıkar. Araba bütün hızıyla havaalanın karşısındaki dağlara tırmanır. Bu arada polisler çok geride kalmıştılar. Madam Çung, arabayı bir uçurumun kenarına getirir ve kendisi dışarı çıkarak arabanın aşağı yuvarlanmasına yardıncı olur.
Polislerden kaçmayı başaran Madam Çung, kendisini takip eden komünist teşkilatı üyeleri tarafından yakalanır ve kocasıyla birlikta kurşuna dizilmek üzere teşkilat merkezine ***ürülür. Bu sırada, teşkilatın yeri askerler tarafından tespit edilmiş ve İngiliz albayının emriyle, Bnb.Orhan bu yeri basmak ve militanları ele geçirmek üzere, yanında onbeş kadar askarle yola çıkmıştır. Merkeze vardıklarında Madam’ın kocası öldürülmüştür. Orhan Bey, Madam Çung’u kurtarır. Artık komünist teşkilatı yok edilmiş, görev sona ermiştir. Daha sonraları Orhan Bey, aslında Madam Çung’un Türkistan’lı olduğunu öğrenir. Gerçek adıda Neslşhan’dır. Burada bulunmasının amacı ise Türkistan’a gizli silah yardımında bulunmaktır. Neslihan, sonunda Orhan Bey ile Türkiye’ye gelir.


KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Kitapta geçen en önemli olay; Orhan Bey’in uçakta tanıştığı ve geceyi otelde geçirdiği Madalena isimli bir bayanın uyuşturucu kaçakçısı çıkmasıdır. Bu olaydan da anlaşıldığı gibi insanlar, her gördüklerine hemen güvenmemeli, önce onları tanımalıdırlar.
Orhan Bey : Uzun boylu, yakışıklı ve aynı zamanda çok zeki bir türk subayıdır. Fakat, bir zafiyeti vardır oda, insanlara onları tanımadan güvenmesi ve onlarala çok çabuk samimi olması. Kitapta geçen olayda, gizli bir görev için Hong-Kong’a gönderilir.
Madlane : Çok güzel ve konuşkan bir bayandır. Orhan Bey’le uçakta tanışırlar ve samimi olurlar. Önce, Orhan Bey’e kendisini sakat gibi tanıtır fakat sonradan anlaşıldığına göre, kendisi uyuşturucu kaçakçısıdır.
Neslihan : Hong-Kong’da yaşayan ve çok zengin bir iş adamıyka evli oraların en güzel ve tanınmış kadınıdır. Aslen Türkistanlıdır ancak orada bulunmasının amacı ülkesine, silah yardımında
 
[align=center]Ferdi ve Şürekası
(Halit Ziya Uşaklıgil)
[/align]
KİTABIN ADI : FERDİ VE ŞÜREKASI
KİTABIN YAZARI : HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
KİTABIN YAYIN EVİ : İNKILAP VE AKA
BASIM YILI : 1984

KİTABIN KONUSU
Zengin kızın fakir gence aşkının trajedik sonu.
KİTABIN ÖZETİ
İsmail Tayfur, Ferdi ve Ortakları Ticaretevi’nde veznedâr olarak çalışmaktadır.Bir gün Ferdi Efendi, İsmail Tayfur’u yanına çağırıp onun çok çalıştığını bahane edip kârın % 0.5’ini alcağını söyler.
İsmail Tayfur bu durumdan şüphelenir ve bu konuyu şirketin emektar veznedârı ve rahmetli babasının dostu Hasan Tahsin Efendi’ye açar. Hasan Tahsin Efendi bunun Ferdi Efendi’nin kızı Hacer’in ona olan ilgisinden kaynaklandığını söyler.Gerçekten de Hacer çocukken şirkete geldiğinde İsmail Tayfur’a farklı yaklaşmıştır.Hatta birgün İsmail Tayfur’un hesap defterinin arasına güller doldurmuştur.


Hacer artık şirkete gitmesi yasaklanınca tüm duygularını hâtıra defterine yazmaya başlar fakat bir gün eve geç gelince babası odasına çıkar ve Hacer’in hâtıra defterini okur.Hacer gelince de Ferdi Efendi niye kendisinin haberi olmadığını ve kendisini İsmail Tayfur’la evlendireceğini söyler.İşte maaş zammının sebebi budur.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]
Bir gün İsmail Tayfur’un annesi Besime Hanım ve babasının getirdiği kimsesiz Saniha evdeyken Hacer’in öğretmeni eve gelir.Besime Hanım’a Hacer’le İsmail Tayfur’un birbirlerini sevdiğini ve nişan hazırlıklarına başlamaları gerektiğini ballandıra ballandıra anlatır ve “gençlerin bundan haberdâr olmamaları gerektiğini” ekler.
Aslında Saniha ile İsmail Tayfur habersizce birbirlerini sevmektedirler.Fakat Saniha bu nişan haberini duyunca yıkılır.İsmail Tayfur’un tüm çabalarına rağmen –Saniha’nın da inadıyla- Hacer’le evlenirler.Fakat aralarındaki ilişkinin eskisinden farkı yoktur. Bir gece Hacer uyandığında İsmail Tayfur’u yanında göremez ve heyecanlanır. İsmail Tayfur’u aramaya çıkar ve onu Saniha’yla konuşurken görür şaşırır ve üzülür.Odaya gelir ve İsmail Tayfur geldiğinde Hacer onu suçlar, kapıyı kilitler ve yatağı ateşe verir. İsmail Tayfur anahtarı zorla alır, kapıyı açar.Bu sırada Hacer’in elbisesi tutuşmuştur, Hacer’î yakalar ve evden çıkarlar.Evin her tarafı tutuşmuş ve tüm ev halkı bahçeye çıkmıştır. İsmail Tayfur’da Hacer’î getirir ve yere bırakır. Hacer ölene dek bekler ve öldüğünde gülmeye başlar.
İsmail Tayfur artık tamamen delirmişti ve sadece gülüyordu. Ferdi Efendi’de bu olaylara çok üzülmüş ve İsmail Tayfur’a maaş bağlamıştı. Hasan Tahsin Efendi ara sıra onu ziyaret ediyordu ama hâlinde bir değişiklik hissetmiyordu.
KİTABIN ANA FİKRİ
Bir zenginlik hayalinin her zaman mutlu sonla bitmemesi, trajediyle sonuçlanabilmesi.
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Hayatın nasıl olursa olsun hiçbir zaman toz pembe olmadığının ve kolay yoldan amaçlarımıza ulaşmaya çalışmanın bazen kötü neticeler doğurabileceğini anlatan bir eserdir.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ
Halit Ziya’nın ailesi, Uşak’tan İzmir’e göçerek “Uşşakizadeler” diye anılmaya başlayan zengin bir ailedir. Bu aile, işleri çok gelişince İstanbul’a da bir şube açtı ve bu şubeyi sermayesiyle birlikte oğul Hacı Halil Efendi’ye verdi. Halit Ziya, Hacı Halil Efendi’nin üçüncü çocuğu olarak 1866’da İstanbul’da doğdu.
İstanbul’da Askerî Rüştiye’ye giden Halit Ziya, babasının işleri kötü gitmeye başlayınca, annesiyle birlikte İzmir’e dedesinin yanına gönderildi. Öğrenimini İzmir Rüşdiyesi’nde sürdürdü (1878). Bu arada babasının işlerini düzene koyup İzmir’e gelişi ve yeni bir işyeri açışıyla sığıntı olma düşüncesini de zihninden atan Halit Ziya, ikinci bir okula hazırlık için Frenk Mahallesi’nin Alioti bölümündeki Auguste de Jaba adlı avukatın emrine verildi.
Halit Ziya, babasının kâtibi olarak işe başladı, bu iş edebiyat merakıyla pek bağdaşmadığından yeni iş tavsiyelerini dikkate aldı, ancak İstanbul’da hariciyeci olmak için yaptığı başvuru sonuçsuz kaldı. İzmir’e dönüşünde rüştiye öğretmenliğine başladı ve akabinde Osmanlı Bankası’na girdi.

İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nün başkâtiplik teklifini kabul ederek İzmir’den ayrıldı (1893). Reji’deki çalışma günlerinde Servet-i Fünun’a da katılarak edebi faaliyetlerini yoğunlaştıran Halit Ziya, Meşrutiyet’ten sonra bir süre Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Batı Edebiyatı okuttu. Sonra Mabeyn Başkâtibi oldu (1909). Buradan ayrıldıktan sonra memuriyete dönmeyen ve tüm zamanlarını edebiyata veren Halit Ziya, 23 Mayıs 1945 tarihinde İstanbul’da öldü.
 
[align=center]Füreya
(Ayşe Kulin)
[/align]
KİTABIN ADI : FÜREYA
KİTABIN YAZARI : AYŞE KULİN
YAYINEVİ VE ADRESİ : REMZİ
BASIM YILI : 2000

KİTABIN KONUSU
Cumhuriyet döneminin ünlü seramik sanatçısının hayatı anlatılıyor.
KİTABIN ÖZETİ
Şakir Paşanın ikinci evliliğinden olan Füreya zengin bir ailenin şımarık bir kızıdır ve mutlu bir hayat sürmektedir.Konakta dedesinden miras kalan
Kalabalık bir ailede büyümektedir.Bir kaza sonucu büyük babasını vuran büyük dayısı ailenin perişan olmasına olmasına sebep olmuş,ayrıca savaşın başlaması bu perişanlığı artırmıştır.Aile maddi bakımdan çok büyük bir sıkıntıya girmiş,bunun yanında konağı satıp İstanbul’daki evlerine taşınmak zorunda kalmıştır.
[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]


Savaşın çıktığı sıralar Mustafa Kemal İstanbul’da kalarak önemli işler başarmaya imkan olmayacağını anlamıştı.Atatürk silah arkadaşlarının evinde toplantı yaparak fikir alış verişinde bulunuyordu.Atatürk Füreya’nın babasının evinde yaptığı gizli toplantılar esnasında Füreya’yla tanışır.Daha sonra babası Atatürk’ün yanında savaşır ve daha sonra ordu komutanı olarak atanır.Bir süre sonra Atatürk Hakkiye hanımın yakın arkadaşı Latife hanımla evlendi ve ertesi gün Füreya’ların evine geldiklerinde defterine şunları yazdı:’Görüyorum ki çok çalışkan bir insansınız.Millet sizden çok şey bekliyor.Siz çalışıp birşeyler vermelisiniz memlekete.’Füreya defterini kutsal bir emanet gibi gögsünün üzerine bastırıp odasına çıktı.
Erken yaşta evlenen Füreya ,eşinin kötü davranışları yüzünden çocuğunu kaybederek bunalıma girer.Tedavi ile bunalımı atlatan Füreya ilk evliliğini bitirir.
İkinci evliliğini, Atatürk’ün çok yakın arkadaşlarından olan Kılıç Ali ile ailesinin itirazlarına rağmen gerçekleştirir.Kılıç Ali yaşca kendisinden büyük olduğundan bu evlilik onları protokol içerisine sokar.Atatürk’ün vefatı kocasın derinden etkiler.
Eşini motive etmek için büyük bir çaba gösteren Füreya, verem teşhisi ile hastahaneye yatırılır.Adadaki evde bir yıla yakın süre tedavi amaçlı kalır.Hastalığın ilerlemeye başlaması üzerine İsviçre’deki bir hastaneye yatar.Tedavi devam ederken ressam olan teyzesi Fahrünissa’nın yönlendirmesi ile kendisini seramiğin içerisinde bulur.Önceleri çamur ile olaya başlar.
Tedavi için Fransa’ya gönderildiğinde seramik ile iç içe olur.Bir sergi açar,artık o ünlü bir seramik sanatçısıdır.TC’nin ilk bayan seramik sanatçısı olur.Hayatının devam eden günlerinde hem hastalığı ile hem de seramik ile uğraşır.Dünya çapında ödüller,burslar alır.
Çok tehlikeli bir ameliyatla hasta ciğerlerinden birini aldırır.Erkek kardeşinin kızı olan Sara’yı gelinlerinin itirazına rağmen evlat edinir.Çocuklara duyduğu özlemi onunla gidermeye çalışır.Füreya da yurdun çeşitli yerlerinde ölümsüz sanat eserleri yaratır.
Bundan sonraki yaşantısı tamamen sanata ve seramiğe yönelik olur.Seramik adına Türkiye’deki bir çok ilki gerçekleştirir ve daha sonra 87 yaşında vefat eder.
KİTABIN ANA FİKRİ
Sanatçıların hayatlarının normal insanların hayatlarından farklı olduğu, yaşamlarının mücadele,heyecan ve sevgi dolu olduğunu bize açıkca gösteriyor.Ayrıca bir Türk sanatçının yapabileceklerinin ne kadar fazla olduğu belirtiliyor.
OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
FÜREYA: Hayatının tam***** yakınını seramik sanatçılığına adamış, kurallara meydan okuyabilen, risk almayı seven, yapılmamışı yapmaya çalışan bir kişiliği vardır. Aynı zamanda ülkesine güzel hizmetlerde bulunmuş ve fiziksel olarak güzel ve çok alımlı bir yapıya sahiptir.
KILIÇ ALİ: Hayatının büyük bir bölümünü Atatürk’e adamış ve zamanla daha üst makamlara yükselmiş bir askerdir. Füreya ile aralarındaki yaş farkının fazla olmasına rağmen ve onu sevmiş ve saygı duymuştur. Fedakarlığı seven bir yapısı vardır. Olgun kişiliği etrafını etkilemesine yardımcı olmuştur.
FAHRÜNİSSA: Füreya’nın seramiğe başlamasına neden olan en önemli kişidir. Sevecen ve canlı olması etrafınca beğenilmesine neden olmuştur. Ömrü boyunca Füreya’nın yanında yer almıştır.
HAKKİYE HANIM: Annesi. Ailesi tarafından zorla evlendirilmiştir.


YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki “Gülizar” adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazandı. 1986’da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazandı. 1996 yılında Münir Nureddin Selçuk’un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Fait Hikâye Armağa’nı kazandı. 1997’de yayınlanan Adı; Aylin adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999’da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000’de yine bir biyografik roman olan Füreya yayınlandı
 
[align=center]Gelibolu
(Buket Uzuner)



Özet
[/align]
Viktoria Taylor Çanakkle savaşlarında şehit olan dedesinin mezarını bulmak amacıyla Yenizelanda’dan Geliboluy’a gelmiştir. Rehberi Mehmet ile gelibolunun küçük köylerinde gezen Viki bir köy kahvesinde, adına özel bir köşe hazırlanan, Çanakkale savaşlarınd şehit düşmüş olan Ali Osman Taylar’ın resmini görünce bu kişinin dedesi olduğunu iddia eder. Ancak köy halkı vatan için savaşmış ve kanını akıtmış Türk şehidi Ali Osman Taylar’a yapılan bu davranışı çok büyük bir hakaret olarak karşılar ve Viktoria’yı derhal köyden uzaklaştırırlar. Bu olaydan tüm Türkiyenin tv ve basın sayesinde kısa sürede haberi olur.

Viktoria bu iddiasını kanıtlamak için Ali Osmanın halen hayatta olan kızı ile görüşmek için elinden gelen herşeyi yapar. Ali Osmanın kızı olan Beyaz Taylar adeta ayaklı bir tarihtir. Çok inatçı olan bu kadın, dış görünüşünün zıttına çok zeki ve biligilidir. Viktoria ile konuşurken tercüman kullanmadan kendisi ingilizce konuşmaktadır. Viki beyaz halanın inadını kırmayı başarır ve onunla görüşür. Bu görüşmeden sonra gerçekler birbir ortaya çıkar. Ali Osman Taylar aslında bir anzak askeridir ve savaşta ağır yaralanmıştır. Onu bir çukurun içerisinde hareketsiz halde bulan Beyazın annesi yaralarını iyileştirmiş ve iyi bir duruma getirmiştir.Bir süre sonra da evlenmişlerdir. Viktoria, Ali Osmanın torunudur aslında. İşte tüm bunlar Beyaz hala sayesinde birbir ortaya çıkmıştır. Viktoria iddiasında haklıdır ve bunu uzun ve zor uğraşlardan sonra kanıtlamayı başarmıştır. Ancak bu olay ne basına ne de köy halkına bu şekilde aktarılmamıştır. Çünkü onların tepkisi ile karşılaşabilir ve bunu kabullenmeyebililerdi. Doğruyu yalnızca üç kişi biliyrdu. Victoria, Beyaz hala ve Beyaz halanın yeğeni Ali Osman.



[align=center]Ana Fikir
Başkaları ne derse desin herzaman kendi fikirlerimizin arkasında olmalıyız.
[/align]



[align=center]Şahıslar ve Olaylar
[/align]

Beyaz Taylar: Çok inatçı ve sert bir kişiliğe sahiptir. Ancak bu sert kişiliğin altında bambaşka duygusal bir insan daha vardır aslında. Babasından aldığı bilgileri kendi çabaları ile geliştirmiştir. Bu nedenle çok bilgili ve zekidir. Ancak okulu elinde olamayan nedenlerle yarıda bırakmıştır.
Viktoria: Fiziksel olarak; Uzun boylu, biraz zayıf, uzun saçlı ve güzel br turist kızıdır. Manevi değerlerine sıkısıkıya bağlıdır. Bu yüzden dedesinin mezarını bulabilmek için elinden geleni yapmıştır. Olay Çanakkale’nin Gelibolu yarımadasında geçmektededir. Eserin içinde mektuplara yer verilliş. Bu mektuplar Birimci dünya savaşında yazılmıştır.Ancak Kitap geçen olay 1993-1995 yılları arasında geçiyor.



[align=center]Yazar Hakkında Bilgi
[/align]
Gazetelerde yazdığı köşe yazıları ile tanınan Buket Uzuner son zamanlarda yazdığı akıcı kitapları ile adından çokça söz ettirmiştir. Yazar hakkında ayrıntılı bir bilgi yoktur.
 
[align=center]Güdülenmenin Mucizesi
(George Shinn)
[/align]
Kitabın Adı : Güdülenmenin Mucizesi
Kitabın Yazarı : George SHINN
Yayınevi ve Adresi : Sistem Yayıncılık, İstanbul
Basım Yılı : 1996

KİTABIN ÖZETİ
Güdülenme, amaçların gerçekleştirilmesinin anahtarıdır. Yaşamımızı geliştirmek için amaçları belirleyip, eyleme geçirmeliyiz. Kendimiz olmaktan gurur duymalıyız.
Yazara göre güdülenmenin iki farklı türü vardır: İçten güdülenme ve dıştan güdülenme. İçten güdülenme, kişinin kendi kendini güdülemesidir. Dıştan güdülenme ise deneysel psikolojide sık sık ölçülen bir kavramdır, labirentteki farelerle yapılan deneyler, karşılıklı ilişkiler gibi…
Yaşamda başarılı olmak için güdülenmeye gereksinimimiz vardır. İçten güdülenmenin iki aşaması olduğuna inanmak gerekir. Birincisi zihinsel, ikincisi ise fiziksel güdülenmedir. Kişiler başarılı olmak için içten güdülenerek harekete geçmelidir. İnsan aklıyla kavrayabileceği her şeyi başarabilir.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser [/COLOR]

Kişilik; inanç, tutum, bakış açısı ve düşünce tarzı ile ilgilidir. Mutlu veya mutsuz olmak kişinin kendi elindedir. Bunun için çaba sarf etmek, davranışlarda olumlu olmak ve davranışları geliştirmek gerekir. Başarılı olmak için önce kendimize inanmamız gerekiyor.
Kendimiz dahil her şey için olumlu düşünmeli, yapabileceğimizin en iyisini yapmalı, sürekli olarak amacımızı düşünüp gerçekleştirmeyi aklımızda canlandırmalıyız.
Güdülenmek için kendimize güvenmeliyiz. Kendimize inanmak, özgüvenin ve huzurlu bir aklın anahtarıdır.
Kişilerin içinde birçok gizli yetenekler vardır. Gizli yetenekler kullanıldığında mucizeler açığa çıkar. Bunun için de güdülenmek gerekir.
Amaca ulaşmak için olumlu düşünmek, bunu eyleme geçirmek ve ateşlemek gerekir. Coşku, amaçlarımıza ulaşmada canlı, etkin olma, heyecan ve şevklendirmenin içimize yansımasıdır. Biraz risk ve cesaretle birlikte güven, merak ve beklentiye dayanan bir tutumdur. Coşkulu insan, amacına ulaşır ve olumlu düşünme gerçekleştirir. Kişinin doyumlu bir yaşamı olur.
Canlıların, değişimi kabul ederek uyum sağlamaları gerekir. Yoksa ruhsal olarak çökerler. Gelişme ve başarı birlikte yürütülmelidir. Sağlık, kişinin ruhsal ve bedensel durumudur. Herkes kendi sağlığından sorumludur ve yararlı alışkanlıklar edinmelidir. Düzenli olarak sağlık kontrolünden geçmeli, beslenmesine dikkat etmeli, egzersiz ve dinlenmeye zaman ayırmalıdır. Düşünce sağlığında ise gereksiz endişelerden sakınmalıdır.
İyi bir izlenim yaratmak için güdülenmeli, görünüme önem gösterilmelidir. İlk izlenim başarılı görünmektir. Giyim kuşam da kişiliğe bağlıdır. Bunları yaparken de kendimizi iyi hissetmeliyiz. Çekici bir kişilik için, insanların sizin yararınıza çalışmalarını sağlamak da çok etkilidir. Herkes duygularını dışa vuramaz. Ama iletişim içinde olduklarından kişiliği onu ele verir. Başarılı olmak için insanların yardımına ve desteğine ihtiyaç vardır. Başkalarında görmek istediğimiz nitelikler nelerse, bunları bularak kendimizin de hangi niteliklere sahip olduğumuzu buluruz. Bunlar, dürüstlük, bağışlamayı bilmek, alçak gönüllülük, şaka ve espriye yol vermek, kişilik ve sevgi olmalıdır.

Kişinin başarılı ilişkiler kurmasının yolu, güçlü ve uyumlu olmasından geçer. Benlik denen şey, insanlarla paylaşma ve iyi şeyler yararına kullanmamızdır. İnsanlar arasındaki iletişim önemlidir. İletişim, kendimizi başka bir kişinin düşüncesine yansıtmadır. Anne, baba, çocuk ilişkisi, iş ilişkileri, dostluklar önemli unsurlardır. Sosyal yaşamda hepimiz insanlarla iç içeyiz. Kendimizi sosyal konumdan soyutlamamalıyız.
Endişe, şüphe ve korkuyu sürekli hisseden kişiler mutsuzdurlar. Bu durum üretkenliği engeller. Yalnızca, güdülenen olumlu eylem sorunları çözer. Endişe, şüphe ve korku gibi duyguları bütünüyle yenmek mümkündür. Ama bu güdülenme ve eylem gerektirir. Bu konuda da, olumlu düşünmeyi alışkanlık haline getirmelidir.
Kişiye bağımlı kaygılar geçmişle, şimdiyle ve gelecekle ilgili olarak sınıflandırılır. Geçmişteki kaygılar geride kalmıştır. Önemli olan bir daha tekrar etmemektir. İnsanlar kendilerini iyi güdüleyerek gelecek kaygılarını yenmelidir. Korkunun insanı başarılardan alıkoyduğu kadar iyi yönleri de vardır. Ölümden korkan kişi kendine daha iyi bakar. Bu yönden olumlu davranmamızı sağlar. Yaşam bir eylemdir ve sevmektir. Hayal ürünü endişelerden uzak durulmalıdır.
Gerginliğinizi denetleyip gevşemeyi öğrenmek için olaylarla başa çıkabilmeli, onu yenmeli, sakinleşmeli, gevşemeli ve yaşamın denetimini elimizde tutmalıyız.
Güven ve enerji kazanmak için müzik dinlenmeli, doğanın mucizelerinden yararlanmalı, meditasyon uygulanmalıdır.
Başarısız olmak dünyanın sonu olmamalıdır. Hiç kimse mükemmel değildir. Başarısızlıktan ders alınmalı, denemeye devam edilmelidir. Başarısızlığı yenen bir çok ünlü insan vardır. Bunlar yılmadan başarısızlığın üzerine giderek ünlü olmuşlardır.
Yaşam bir çabadır, sürekli savaşılmalıdır. Çabaların olmadığı yerde yaşam yoktur. Çabalama asla durağan değildir. Gelişim ve değişim, yeni fırsatların kaynağıdır. Gelişen herkes hata yapabilir. Asıl yanlışlık denemeyi bırakmaktır.
Başarısızlıktan korkmak başarısızlığın bir başka nedenidir. Hataları aşmak için çaba vermek bir öğrenme sürecidir, olumlu düşüncedir, amaca yönelmedir ve gelişimin belirtisidir. Gelişme çalışma demektir. Çaba, hayal gücünü ve fiziksel yetenekleri geliştirmeye, inancı artırmaya zorlar.
Sorunlar olgunlaşmanın ve güdülenmenin özüdür. Sorunlardan korkmamalı üzerinde çalışılmalıdır. Çözüme odaklanmalı, cesaretsizliğe kapılmamalıdır. Sorunları insanlar kendileri çözebilir. Sorunlar insanın düşünmesini sağlar, düşünmek de insanı bilgeliğe ulaştırır.
Yaşam fırsatlarla doludur. Önce amaçlar belirlenmeli, sonra plan yapılmalıdır. Amaçlar canlı tutulmalı, gerçekçi ve ahlaka uygun olmalıdır. Amaçlar hedeftir. Plan ise hedeflere ***üren ve amaçların gerçekleştiği yere ulaştıran yollardır. İşe yarayan hiçbir şey plansız elde edilemez. Her plan sürekli değerlendirilmelidir.
Zaman insanın en değerli varlığıdır. Bilgece kullanılmalıdır. Kaybedilen zaman asla geri gelmez. Zamanımızı yararlı ve verimli kullanma başlı başına güdüleyici bir yardımdır.
Başarı bir yaşam felsefesidir. Maddi ve manevi başarılar vardır. Maddiyat satılık olan şeyleri alır, ama, bu mutluluk değildir. Yaşamdaki ödüller mutluluk ve başarıdır. Kişisel ve iş yaşamında başarılı olmanın yolu sevgi dağıtmaktır. Mutluluk çevreye ne kadar verdiğimize bağlıdır. Başarının sırrı budur.
İletişim yeteneğini geliştirmek için güdülenen kişi iyi iletişimin ilkelerini anlamalı ve öğrenmelidir. Güdülenen kişiler başarı için başkalarının yardımının gerektiğini bilerek kendi yaşamlarını, sorumluluklarını alırlar. Destekler zamanla çekilir ve kendi ayaklarımızın üzerinde duramazsak aciz kalırız.
Hızla değişen bir dünyada yaşıyoruz. Geçmişte iyi olan şey bugün iyi olmayabilir. Bağımsızlık, değişimi kabul etme ve değişime uyum sağlama becerisini geliştirir.
İş hayatında başarılı olmak için sevilen ve inanılan bir işi yapıyor olmanın gereği ve önemi açıktır. İnsanlar fırsatlarını kendileri yaratırlar. Kişinin güvenilir ve çalışkan olması önemlidir.
Yaşamı iyi yönde değiştirmek için, kişinin amaçlarını gerçekleştirmesinde hiçbir şeyin buna engel olamayacağına inanması lazım. Olumlu düşünme yalnızca yaşamımızı değil dünyamızı da değiştirir. Olumlu tutum olmadan amaçların bir değeri yoktur.
Akıl sınırsız bir güç kaynağıdır. İnsanın aklı neyi kavrar ve neye inanırsa onu gerçekleştirebilir. Gerçekleştirebilmek için de duyarlı ve canlı olmak gereklidir.
Her sorun gibi bilinmeyende bir gelişme fırsatıdır. Bilinmeyenin anahtarı değişimdir. Değişim olmasaydı amaçların anlamı kalmazdı. Gelecek bilinmeyen olduğundan bilinmeyen, bir gelişme fırsatı haline gelir. Güdülenen kişi her gün bilinmeyeni keşfetmeye çalışır. Çalışma olmadan kazanç olmaz. Sorunlarımızı aşmamızı sağlayan şey çalışmaktır.
İman, umut ve sevgi yaşamı anlamlı kılar. Ama en büyüğü sevgidir. Mutluluğun, her şeyin istediğimiz gibi gitmesi ve hiç sorun bulunmaması olduğunu düşünürüz. Ama böyle değildir. Mutluluğun anahtarı sevgidir. İnsanları sevebilmek için önce kendimizi sevmeliyiz. Kişisel mutluluk sorunları çözmede bize güç verir. Tüm insanlığı düşünmemizi sağlar. Paylaşılmayan sevginin bir değeri yoktur. Sevgi ve güdülenme gurur duyabileceğimiz gerçeğe ve sevgiye dayanan eylemdir. Gerçek sevgi sürekli ve koşulsuzdur. Sevgi göstermenin en etkin yolu bağışlamadır. Bağışlama bir sevgi belirtisidir. Sevgi kesinlikle insanoğlunun en büyük güdülenme kaynağıdır.
Bilinen en büyük güç inançtır. Tanrıya inanç yaşama gücünü getirir. İnanç kişiliğe güç verir ve yaşama, dünyaya mutlu bakmamızı sağlar. Bağlılık, dürüstlük, içtenlik ve güven gönülden inancın unsurlarıdır. Tanrı ile temas dua yolu ile olur. Tanrıya, insanlara, kendimize ve ülkemize inanç hep birbirleriyle ilişkilidir. Hepsini birlikte düşünmek inanç dolu bir yaşamla olabilir.
Güdülenmenin amacı eyleme geçmektir. Başarılı insanlar çoğu kez amaçlar belirleyerek güdülenirler. Amaçlarımıza ulaşmayı başarmak zamanlamayla yakından ilgilidir. Gerçekçi, sabırlı ve inanç sahibi olmak bize yardım eder.
Sonuç olarak; özgüven ve güdülenme olumlu eylemi yaratır. Kendi kendinizi ateşleyen biri olduğunuzda, hiçbir şeyin sizi durduramayacağına inanırsınız. Kendimize verdiğimiz söz aynı zamanda bu güveni sürekli eyleme dönüştüreceğimizi söyler. Güdülenme, amaçlarımıza ulaşmak için tüm çabamızı harcamamız gerektiğine inanmaktır. Bir amaç uğruna her şeyimizi verebilmek tümden bir bağlılık, kendini adama ve kararlılık gerektirir. Bağlılık tutumla yakından ilgilidir. Amacın gerçekleşmesinde olumlu düşünmede önemli bir unsurdur. Yaptıklarımızın denetimi elimizde olmalı, kişi kendini, güçlerini ve zayıflıklarını tanımalıdır, bilmelidir. Zorlukları karşılamayı, başarısızlığı yenmeyi, insanlarla birlikte çalışmayı ve iletişim kurmayı bilmelidir. Eylem çalışmadır ve çalışma mutluluktur.
Güdülenme bir mucizedir. Çünkü, başarmanıza yardım eder, sorunları aşmanızda anahtardır ve amaçlarınızı gerçekleştirmenize yardım eder. Yazar kendi başarısının altında yatan sırların birçoğunu okuyucu ile bu kitapta paylaşmaktadı
 
Gün Olur Asra Bedel
[align=center](Cengiz Aytmatov)
[/align]
1. ROMANIN K0NUSU:

II.Dünya Savaşı;ından sonra Kazak bozkırlarında bir tren istasyonunda yaşamaya başlayan Yedigey’inburada tanık olduğu olaylar.
2. ROMANIN ÖZETİ:


Roman kahramanı Yedigey Cangeldin,cepheden döndükten sonra,Kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda çalışmaya başlar.burada tanık olduğu ve uzak geçmişine çağrışım yapan olaylar,gerçekte bir siyasi rejimin gümbür gümbür çöküşünün nedenlaeridir.
[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap [/COLOR]


Özetleri, [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel [/COLOR]
Yedigey’in çok eski ve yakın arkadaşı olan Kazangap ölür.Onun için bir cenaze töreni düzenleler.bu törene Kazangap’ın şehirde oturan oğlu ve kızını da çağırırlar.Kazangap’ın cenazesini mezarına ***ürürken,Yedigey kendisinin ve milletinin geçmişini,acı-tatlı,düşündürücü yanlarıyla bir bir gözlerinin önünden geçirir.O gün ‘Asra bedel bir gün’ olur onun için.Sevdikleri kişinin cenazesini Naymanlar’ın kutsal mezarlığına ***ürdükleri zaman,orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler ve cenazenin gömülmesine izin verilmez.Öte yandan,Rus-Amerikan ortak araştırması sonunda kozmonotlar,uygarlık düzeyi Dünyanınkinden çok daha yüksek bir gezegen keşfeder.Bu gezegende yaşayanlar dünyalılarla ilişki kurmak isterler.Fakat daha yüksek bir uygarlığı ,daha iyi bir yönetimi kendileri için zararlı gören dünyalı yöneticiler bu isteği reddederler.
3. ROMANIN ANA FİKRİ:

Aytmatov anlatım gücüyle insanları mankurt olmaktan kurtaralım mesajını vermektedir.
4. ROMANDAKİ OLAYLARIN VE ŞAHIŞLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Kitaptaki olaylar genelde küçük kasaba hayatını anlatmakta ve karakterler çok gerçekçi durmaktadır.Ancak kitapta geçen uzay üssü ile ilgili bölümler romana biraz bilim kurgu havası katmaktadır.Kişlere gelince;
YEDİGEY:Romanın baş kahramanıdır.Savaşmış geleneklerine bağlı önder bir kişiliği vardır.
UKUBALA:Kocasını seven artık yaşlılığı iyiden iyiye hisseden yardımsever bir kadındır.
KAZANGAP:Yedigey’in çok eski bir arkadaşıdır.Köye yerleşmesinde ve işi bulmasında büyük katkısı vardır.
6. ROMANIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Cengiz Törekuloviç Aytmatov 12 Aralık 1928 tarihinde Kuzeybatı Kırgızistan’da Şeker adlı bir köyde doğdu.Babası Törekul Aytmatov at yetiştiricisiydi. Kırgızistan’a,dağlık yörelere Ekim devrimi daha yeni ulaşıyordu. Yazarın çocukluk yılları sistemin yeni yeni yerleşmeye başladığı yıllararastlar.Geçmişe bağlı yaşlı neslin yanında yeni düzene ayak uydurmuş genç kuşak da toplumdaki yerlerini alıyorlardı. Yazar kolhoz tarlalarında çalıştı.Çevresini,tabiatı,insanları o yıllarda tanımaya başladı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında bütün yetişkinler savaşta oldukları için gençlere çok iş düşüyordu. Henüz on beş yaşındayken köyü Sovyetinde sekreterlik yaptı,tarım makinalarının hesaplarını tuttu. Daha sonra Kazakistan’daki Cambul veterinerlik teknik okulunda okudu Ardından Frunze(bugünkü Bişgek tarım enstitüsünde okudu.Zooteknisyen olarak bütün ülkeyi ,Kazakistan’ı dolaştı. Aynı zamanda da bir gazeteci sıfatıyla çalışıyor,sürekli gözlem yapıyordu. Pek çok genç nesil mensubu gibi halkından uzaklaşmadı,insanına daha da yakınlaştı. Kırgız gazetelerindeki yazıları,redaksiyon servislerinde aldığı görevler ,muhabirlik faaliyetleri onu yavaş yavaş edebi dünyaya hazırlıyordu.Yazarın akıcı uslubu,kurgudaki başarısı bu ön araştırmalarıyla yakından ilgilidir.

 
Goriot Baba
[align=center](Balzac)
[/align]
Özet:
Mösyö Goriot, Paris’te bir pansiyonda kalmaktadır. Pansiyondakiler M. Goriot’un kim olduğunu bilmez. Herkes onun hakkında bir şeyler uydurur. M. Goriot’un iki kızı vardır: Delphine ve Anasta***. Arada bir gelip babalarını görürler. Çevredekiler, bu kadınları Goriot Baba’nın metresleri sanırlar. Goriot Baba iş hayatında başarılı olmuş, iyi para kazanmış, eski bir tüccardır. Tüm varlığını iki kızının mutluluğuna adamış, kendisi orta halli bir pansiyon hayatına çekilmiştir. Goriot Baba’nın kızları paralan tükendikçe pansiyona gelirler ve babalarından para isterler. İkisi de oldukça masraflı, lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Babalarının günden güne düştüğü kötü durum umurlarına bile gelmez. Tek düşünceleri kendi özel hayatlarıdır.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR]

Goriot Baba, ilgisizlikten, sevgisizlikten ruhsal çöküntüye uğrar; dayanma gücünü yitirir, hastalanıp yataklara düşer. Durumu gittikçe ağırlaşır. Kızlarına haber gönderilir; fakat kızları babalarının yanına gelmek yerine, bir sosyete balosuna eğlenmeye giderler. Goriot Baba ölmeden önce çocuklarını son kez görmek ister. Pansiyonda kalan bir öğrenci, onun bu isteğini kızlarına ulaştırır. Delphine babasının yanına gelmez, diğer kızı Anastasia geldiğinde ise artık çok geçtir; baba komaya girmiştir, bir süre sonra da ölür.
Goriot Baba’nın cenazesinde, pansiyonda tanıdığı bir iki kişi dışında kimse yoktur…


Balzac
Fransız edebiyatının ünlü eserlerinden biri olan Goriot Baba, realist akımın başarılı bir örneğidir. Goriot Baba’da çocuklarına karşı aşırı sevgi duyan bir babanın dramı anlatılmıştır. Balzac’ın bu eseri bir “karakter romanı” özelliği taşır. Roman, babalık sevgisinin bencil evlatlar tarafından nasıl istismar edildiğini göstermesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. Goriot Baba, iyilik ve saflığın; çocukları ise kötülük ve nankörlüğün temsilcileridir.
 
Gödeli Mehmet
[align=center](Mehduh Şevket Esendal)
[/align]
KİTABIN ADI : GÖDELİ MEHMET
YAZARI : MEMDUH ŞEVKET ESENDAL
YAYIN EVİ VE ADRESİ : BİLGİ Y.MEŞRUTİYET C.46/A 4.YENİŞEHİR/ANKARA
BASIM YILI : HAZİRAN 1988

KİTABIN KONUSU
Mavnacılıkla uğraşan bir gencin yaşam kavgası, bu sırada başına gelen olaylar ve toplumun değişimi.
KİTABIN ÖZETİ
Serin bir sonbahar akşamıdır.Eski köprüden geçerken parmaklığın kenarında yığılmış bir kalabalık görür.Kalabalık mavnaları seyreder.
Mavnacılar ise ellerindeki kancalarıyla öteye beriye dayanarak ve birbirine
bağırarak çıkmaya çalışırlar;fakat bir yandan iskeleye yanaşmaya çalışan
şirket vapurları,bir yandan da akıntı onlara engel olur.
Onların bu hali her gün görülür.Bu adamcağızlar denizlerle,rüzgarlar-la ,insanlarla boğuşur.
Orada gözüne bu adamcağızları izleyen ve izlerken ağlayan
ihtiyar takılır. İhtiyar,üzerine direk düşecek bir genci uyarır.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]
İhtiyara neden ağladığını sorar.İhtiyar gözlerini silerek cevap verir.
_Bir oğlum vardı,burada öldü.
_Oğlun boğuldu mu?
_Hayır,der. Kurtuldu ancak elinden bir kaza çıktı.Burda mavnacılık
yapardı.Kendi halinde,sessiz,akıllı bir çocuktu.Eşini çok sever ve çocuk-
larına iyi bakardı. Bir gün Yunanlı bir kaptanla tartıştı. Adam uzun bir sü-
re çocukla uğraştı. Sonunda mavnamızı batırdı ,der.
Bunun üzerine çocuk atladığı gibi Yunanlıyı öldürdü.15 sene hüküm giydi. Mahpusa girdikten sonra çok uğraştık;ancak kurtaramadık.Sonra da öldü. Bu acıya dayanamayan ,içlenen karısı da öldü. Şimdi yetimlerine ben bakarım, der.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, insanların sadece kendi çıkarlarını düşündüğünü söyler.
Kendine Gödeli Hüseyin,oğluna Gödelinin Mehmet derler. Şu an hiç bir mavnacı Godelinin Mehmet’in hikayesini bilmez ama o mavnacılara baktıkça onu hatırlar. Mehmet’i unutmaz, yetim çocukları,dul kadınları görür dertlenir.


KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
M.Şevket ESENDAL 29 Mart 1883’te Çorlu’da doğdu. Ailesi çiftçilikle uğraşan yazar, savaşlar yüzünden öğrenimini tamamlayamadı,ancak
bir çok yer dolaştı. Kurtuluş mücadeleleri boyunca Atatürk’ün yanında
yer aldı. Elçilik ve milletvekilliği yaptı.

16 Mayıs 1952 tarihinde Ankara’da vefat etti.
Yayınlanan bazı kitapları:
_Ayaşlı ile Kiracıları(roman)
_Vassaf Bey(roman)
_Bir Kucak Çiçek(hikayeler)
_İhtiyar Çilingir(hikayeler)
_Gödeli Mehmet(hikayeler)
 
Gulyabani

(Hüseyin Rahmi Gürpınar)

KİTABIN ADI : Gulyabani
KİTABIN YAZARI : Hüseyin Rahmi Gürpınar
YAYINEVİ VE ADRESİ : Ankara Cad. 31/2 Çağaloğlu-İstanbul
BASIM YILI : Ocak 1995
KİTABIN KONUSU
Yazar cin,peri ve gulyabani gibi boş inancların nasıl kötüye kullanılarak saf ve namuslu insanların kandırıldığını anlatmıştır.
KİTABIN ÖZETİ
Hoppaca bir kız olan Munise çok güzel bir kızdır. Annesi ve babası o daha gençken ölür.Komşuları Munise’yi giyindirip,geçindirir ve çehiz vererek onu birisiyle evlendirirler. Fakat Munise kocasıyla pek anlaşamaz ve bir gün kocası evde yokken kaçar. Daha sonra ana dostu olan Ayşe Hanım adlı bir kadın onu bulur ve ona onun hizmetçilik yapabileceği iyi ve namuslu bir yere ***üreceğini söyler. Ama Ayşe Hanımın Munise’ye bir tavsiyesi vardır. O da şudur ki; Eğer oradakalıp iyi para kazanmak ve daha sonra kendine iyi yuva kurmak istiyorsa orada olup bitenleri kimseye söylemeyecek ve bunlara tepki vermeyecekti. Munise bu fikre evet der.Ayşe Hanım Munise’yi bir dağın tepesindeki köşke ***ürür.

Burada onları Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen adlı iki hizmetçi karşılar. Daha sonra Ayşe Hanım Munise’yi burada bırakıp gider. Munise bu köşkün garipliklerine şaşıp kalır. Çünki gelirken onları buraya getiren arabacını konuştuğu cin,peri ve gulyabani muhabbetine inanamayan Munise, bunlara inanmaya başlar. Munise Ayşe Hanımın onu buraya büyük bir bahşiş karşılığında getirdiğini bu zaman anlar ve kafasına vurur. Gitmeye çalışır fakat ona buraya gelen insanların bir daha geri dönemeyeceğini söylerler. Munisenni getirildiği köşkün her tarafında her gece cinler,periler dolaşır.Bunlardan en korkuncu ise Gulyabani’dir. Cinler ve Periler her gece bu köşkün etrafına gelip odalara girerek abuk subuk sesler çıkarır ve Muniseye saldırırlar. Muniseyse ona verilen tavsiyeler göre hareket ederek sesini çıkarmaz bu da benim kaderimdir der. Bir gün gece bir erkek peri Munise Hanımın odasına gelir. Munise bu durum karşısında şaşkın kalmıştır. [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Roman Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Özet[/COLOR]
Bu erkek perinin adı Hasan’mış. Hasan çok güzel yüzlü peridir. Hasan kendisinin peri olmadığını ve onu bu köşkten kurtarmak istediğini söyler. Fakat Munise bu olaylarla sürekli karşılaştığından onun sözüne inanmaz. Hasan ise ona aşık olduğunu ve onu sevdiğini, onun için her şey yapabileceğini söyler. Daha sonra Hasan’ın insan olduğu ve Şehirden bu köye geldiği anlaşılır. Hasan sonunda bu cin,peri saçmalıklarının bir iç yüzünün olduğunu anlar ve bunu ortaya çıkarır. Demek ki, cin,per, ve gulyabani muhabbeti saçmalıktan ibaretmiş. Bunların hepsi cin,peri ve gulyabani kılığına girmiş birer insanlarmış.Bu insanlar cahil köy halkını kandırır ve namussuzca işler yaparlarmış. Hasan onların hepsini yakalar ve halkın önünde hepsini tanıtarak cezalandırır. Sonra Munise Hasan’la evlenir, köşkte hizmetçilik yapan Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen’e de birer kaca bulurlar. Onlar da mutlulukla hayatını devam ettirir. Köşkün sahibi, Hanımefendi de Munise ve Hasan’la birlikte bir müddet yaşar ve sonra hayatını değiştirerek bütün malını ve mülkünü onlara bırakır. Hasan’la Munise hayatlarına mutlulukla devam ederler.
KİTABIN ANA FİKRİ
Cahil olmamak,batil düşüncelerden kaçınmak,bilimsel düşünceye önem vermek gerekir, aksi durumda istenilen yöne çevrilebilirsin.
KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Kitapta sık geçen isimler şunlardır; Munise, Ayşe Hanım, Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen. Munise eserin baş kahramanı ve ve olayların odak noktasıdır. Ayşe Hanım Munise Hanımın annesinin eski dostudur. Hasan ise Munise’nin sevgilisidir. Çeşmifelek ve Ruşen ise köşkün sahibinin hizmetçileridir.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
Eserin yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır.17 Ağustos 1864’te İstanbu’un Ayaspaşa semtinde doğdu ve 8 Mart 1944’te yaşama gözlerini yumdu. Eserlerinde gerçekçiliği ve doğalcılığı savunan yazar, dil estetiğine önem vermez. En başarılı türü romanlarıdır. Romanlarından bazıları şunlardır; Şık, İffet, Can Pazarı, Namuslu Kokotlar ve Gulyabani’dir.
 
[align=center]Gülnihal
(Namık Kemal)
[/align]
KİTABIN ADI : GÜLNİHAL
KİTABIN YAZARI : NAMIK KEMAL
YAYIN EVİ VE ADRESİ : BERİKAN YAYINLARI/ANKARA
BASIM YILI : 2000


KİTABIN KONUSU

Mal ve iktidar kavgası içindeolan kişinin etrafa zararlarını ve entrikaları ve bunların sonucunda çıkan olayları halka zararları.

KİTABIN ÖZETİ

Gülnihal İsmet’in kendisini dikket etmesini söyler.Muhtar Bey’in canı gerçekten tehlikededir.Gülnihal bunları yıllardır kazandığı tecrübelere dayanarak anlatır.Muhtar ve İsmet’in akrabaları iktidar ve toprak hırsı için herşeyi yapabilecek düzeyde insanlardır.İsmet Hanım bunlara inanmak istemez.

Gülnihal ‘de köle olmadan önce bir bey kızdır ve onunda İsmet Hanım gibi bir sevdiği vardır.Gülnihal ‘in de düşmanları muhtar bey gibi akrabalarıdır ve sonunda sevgilisini öldürürler.Gülnihal bu nedenle ölmeyi çok ister ama akrabaları onu köle niyetine satarlar.Gülnihal’I gemiyle başka yere ***ürürler.Bu sırada çok işkence ederler.Sonunda şimdi bulundugu yere satılır.Burada yaşarken onu köle niyetine satan adamı öldürür.[COLOR=#ffffff]Yüz Temel Eser Özetleri[/COLOR], [COLOR=#ffffff]Kitap [/COLOR]

Gülnihal İsmet’lerin evine ilk önce dayısının ölümünü hazırlamak için girer,ama İsmet’in annesi ana öyle iyi davranır ki Gülnihal ‘in tüm yaraları sarılır.Gülnihal o günden beri annesi için çalışır.Dayısını herşeye rağmen öldürürler.Çok geçmeden arkadan anneside ölür.Bu günden sonraİsmet’I kızı gibi sever ve korur.Gülnihal İsmet’e söylediklerini aynen Muhtar Beyede anlatır.Muhatar’da İsmet gibi inanmak istemez.Akrabalarından böyle bir şey beklemez.Gülnihal Sancak Beyi olan Kaplan Paşanın ismet’I sevdiğini fakat onu sadece miras için ve Muhtar beyden intikam almak için sevdiğini söyler.Muhtar bey çok cesur olduğu için ve halk tarafınadan çok sevildiği için KaplanPaşa onu öldürmek ister.

Muhtar bey her zamanki gibi kendisine çok güvenir ve bunu başaramayacaklarını,halkın buna izin vermeyecegini söyler.Gülnihal’de tarihte olduğu gibi halkı para ve tahtitlerle susturabileceklerini söyler.Gülnihal Muhtardan başa geçmesini ve halkı kurtarmasını ister;ama Muhtar Bey bunu kan dökerek yapmak istemez.İsmet’te buradan gitmek istediğini ,Gülnihal’in haklı olabileceğini düşünür.Tam bunlar konuşulurken konağı basarlar ve Muhtar’I tutuklarlar.Giderken İsmet’e Paşanın mektubunu bırakırlar.Mektubta saraya gelmesi gerektiği aksi takdirde Muhtar’ın ölebileceği yazılıdır.
Paşa sonunda muardaına ermiş Muhtarı tutuklamış ve İsmet’I saraya gelmeye zorunlu kılmıştır.Paşanın annesi Muhtar’ın ve İsmet’in ölmesi taraftarıdır ama Paşa tam tersine ikisinde yaşamasını ister.İsmat’le evlenerek Muhtar’I kahret meyi düşünür.Paşo hanım herşeye rağmen İsmet’în yanına gider ve onu oğluna ister.İsmet’te aklına gelen herşeyi söyler ve evlenmeyi istemez.Bu sırada Paşa içeri girer,İsmet aynı şeyleri Paşa’yada söyler ve bayılır.Paşa bu hareketinden dolayı onu cezalandırmak ister.Gülnihal bu arada devreye girer ve onu ikna edecgini söylerek Gülnihal’I kurtarır.Paşa bunu sonucunda işine geri döner ve Muhtar Beyi huzuruna çağırır.Zülfikar Ağa,Paşanın tüfekçi başı,onun hemen öldürülmesi gerektiğini söyler.Züfikar Ağa ,Paşa’nın adamı olaraka görünsede aslında kardeşinin intik***** almak için yaşayan bir adamdır.

Rıdvan’ın yardımıyla Gülnihal ve İsmet zindana girereler.Muhtar Bey İsmetle konuşmak istemez ve ona hakaret dou sözler söyler.Bu sırada brinin geldiğini ögrenirler ve İsmet hemen pencereden kaçar.Gelen ZülfiakarAğadır.ZülfiakarAğa zamanında Gülnihal’le evlenmek ismemiş fakat Kabul edilmemiştir.Gülnihal muhatar’I kurtardıgı zaman onu sevebileceğine yemin eder.Zülfiakar Ağa zaten Muhtar’I kurtarıp onu başa geçirmekte kararlıdır.

Paşanın yakın adamlarından Kara Veli Zülfikar Ağadan yeğeni ,Bayram’ın ve ahaliden Cafko’nun salıverilmesini ister ve aynı zamanda karısına eziyet ettiği bilinen Raşit’in ülfiakar Ağa onu oyalar ve onun sadece bir bölgede kalmasını sağlayarak onun tehlike olmasını engeller. Zülfikar Ağa Kara veli tehlikesinden kurtulduktan sonra hemen Muhtar’ın yanına koşar.Onunla konuşmaya başlar.Onun kurtulup yerine iki masum kişyi öldüren birinin öldürülmesini kararlaştırır.Gecenın geç saatlerinde Muhtar ve onunla bir kaç kişi daha serbest bırarakılır.Serbest bırakılırken hayatta olduguna dair bir kağıt alır bu onun gülnihal’e karşı ispatı olacaktır.

Muhtar o günden sonra belli bir süre sakalnır.Bu sırada İsmet muhtar’ın öldüğünü sanır.Muhatar ve yandaşlarının buluşacağı gün gelmiştir.Akşam vakitlerinde Muhtar Bey,hakim ,Raşit ve ileri gelenlerden Zeynel ,Şemsettin,Behram,Sinan ,Hayri beyler toplanır.Bunalrın yanında ahaliden birçok kişide onlara eşlik eder.Bu olaylar gelişirken Paşa ,annesiPaşo hanımı öldürür,Raşit karısının intik***** alır ve Kara Veli’yi zehirler.Muhtar ve yandaşları buldukalrı cephaneyi ve neler yapabileceklerini anlatırlar.Planlar hazırlanır.Paşa belli saatlerde her akşam İsmet hanım’ın yanına gider ,Paşayı bu arada tutmayı planlarlar.Muhtar İsmet’e olan kininden dolayı isteksiz davranmaktadır ama ahali ve ismet’I tanıyanlar olayları anlatınca İsmetin haklı olduğunu anlar ve daha çok hırslanır.

İleri gelenler ve halk Muhtar’I Sancak beyi olarak seçmek isterler;ama Muhtar babadan oğla geçen bir sistemi istemez.Halk bunu sadece bir deyiş olduğunu aslında dürüst ve cesur olduğu için onu seçemek istediklerini anlatırlar,bunun üzerine kabul eder.

O gece gelmiştir.Artık intikam vakti gelmiştir.Bekledikleri gibi Paşa odaya girer.İsmet,Paşa gelemden yaptıkları konuşmalrda Muhtar’ın ölmediğini anlar,ama durumu belli etmemesi gerekir.Paşa içeri girdiğinde artık zamanın dolduğunu ve yarım saat içinde İsmet’le nikahlanmak istediğini söyler.Gülnihal ve İsmet buna şiddetle karşı çıkar ve zaman isterler.;ama Paşa bunu kabul etmez.Gülnihal ,Paşayla İsmet’in arasına girmek ister fakat Paşa onu hançerler ve odanın dışına atar.Paşa tekrar İsmet’le konuşmaya haırlanırken Muhtar ve adamları odaya girerler ve Paşayı tutuklaralar.Paşa’nın infaz emri Padişahtan gelmiştir.Zülfiakar Ağa bunu kimseye bırakmaz ve dışarıda hemen infazını gerçekleştirir.ZülfiakarAğa Gülnihal’I arar ama bulamaz.Onun yaralı olduğunu unutmuşlardır.Hemen yanına koşarlar.Gülnihal görevinin bittiğini söyler ve Zülfikar Ağaya döner”seni sevmeye yemn etmiştim ama olmadı sen beni affet “der .Zülfikar Ağa bunun üzerine koşarak odayı terkeder.

Gülnihal görevini yaptığı için ve 16 yıldır hayaliyle yaşadığı eine ihenet etmediği için çok mutludur.Hfifçe ayağa kalkmaya çalışır ve bu sırada ona yaklaşan İsmet’in kucağına düşer ve ölür.

KİTABIN ANA FİKRİ

Mal ve iktidar hırsının kötü sonuçlar ve iyilerin galibiyeti.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kaplan Paşa :Sancak Beyi

Muhtar Bey :Kaplan Paşa’nın amcası oğlu

Hilmi Efendi :Hakim

Zeynel Bey :Sancak beyliği’nin ileri gelenlerinden.

Şemsettin Bey :ileri gelenlerden

Berham Bey :ileri gelenlerden

Sinan Bey :ileri gelenlerden

Hayri Bey :ileri gelenlerden

Kara Veli :Paşanın yakın adamlarından

Zülfiakar Ağa :Tüfekçi başı

Rıdvan :zindancı

Çakır : mezarcı

Hacı Hüsrev :ahaliden

Raşit : ahaliden

Cafko : ahaliden

Mestan : ahaliden

Paşo Hanım :Kaplan paşanın annesi

İsmet Hanım :Kaplan paşanın ve Muhtar beyin amcası kızı

Gülnihal :İsmet hanımın dadısı

Yadigar : Kaplan paşanın cariyesi

Bir kadın,iki çoçuk celladlar,cariyeler,ahali.
Kitaptaki ana karakterler:


Gülnihal,Muhtar Bey,İsmet,Paşa,Paşo Hanım,Zülfikar Ağa’dır.Olaylar ilk önce kötülerin galibiyeti gibi görünsede sonunda iyiler kazanmıştır.



KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Namık KEMAL
Tanzimat devri şairlerinden
Doğum/Ölüm: 21 Aralık 1840-2 Aralık 1888
Doğum Yeri: Tekirdağ


Biyografi :

Çocukluğunu dedesi Abdüllatif Paşa’nın yanında Kars ve Sofya’da geçiren, özel bir öğrenim gören Namık Kemal, İstanbul’a geldikten sonra (1857), Tercüme Odası’na memur oldu (1863). Şinasi ile tanıştı. Tasvir-i Efkar gazetesine yazılar yazmaya başladı. Şinasi, Paris’e gidince (1865) gazeteyi o çıkardı, istibdatla savaşan Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerinin İstanbul’dan uzaklaştırılmaları karşısında Ziya Paşa ile Paris’e kaçtı (1867), Londra’da yine Ziya Paşa ile Hürriyet gazetesini çıkardı (1868), İstanbul’a dönünce (1870) arkadaşlarıyla İbret gazetesini çıkarmaya başladı, az sonra mutasarrıf olarak Gelibolu’ya gönderildi, azledilince yine İstanbul’a geldi. Vatan Yahut Silistre piyesinin Gedikpaşa Tiyatrosu’nda temsilinin yarattığı heyecan üzerine (Nisan 1873), Kıbrıs’ta Magosa zindanına sürüldü (9 Nisan 1873), Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle siyasi mahkumlar affedilince, 38 ay kaldığı Magosa’dan İstanbul’a döndü (Mayıs 1876), Kanun-i Esasi Encümeni’nde çalıştı, Midilli Adası’na sürüldü (1877), sonra oraya mutasarrıf oldu (1879), görevi Rodos (1884) ve Sakız (1887- ) Adalarına nakledildi.

Namık Kemal edebiyatın hemen her türünde, geniş yankılar yaratan eserleriyle Tanzimat devrinin en gür sesli şairi, en önemli dava ve sanat adamı oldu. Genel olarak şekil ve ifade bakımlarından eskiye bağlı, ruh ve özce yeni şiirleriyle vatan, millet, hürriyet ideallerini aşılarken, makale, piyes, mektup ve tenkitleriyle de sosyal alanda eğitici kudretini gösterdi, hep toplum için sanat ilkesine bağlı kaldı.

Her eserinin günümüzde de bir çok ve değişik baskıları yapıla gelen Namık Kemal’in şiirleri ilk kez Sadettin Nüzhet Ergun tarafından toplanmıştı:

Namık Kemal/Hayatı ve Şiirleri (1933), Oyunları: Vatan Yahut Silistre (1873), Zavallı Çocuk (1873), Akif Bey (1874), Gülnihal (1875), Celaleddin Harzemşah (1885), Karabela (1910, yeni baskısı yok)
 
GELİBOLU

(Uzun-Beyaz-Bulut)








2000 yılının mart ayında Yeni Zelanda’dan gelen genç bir kadın Çanakkale Savaşında kaybolmuş dedesini bulmak için Çanakkale Milli Parkına gelir. Çanakkale’nin Ece Yaylası köyüne gelerek önemli bir açıklama yapacağını söyler. Gazi Alican Çavuş isimli Çanakkale gazisinin kendi dedesi EL-yi John Taylor olduğunu söyler. Bölge halkı tarafından çok sevilmiş olan Alican Çavuş Çanakkale Savaşı’ndan sağ ve sağlam dönen tek kişidir. Savaşta kahramanlıklar göstermiş, İngilizlerin elinde tutsak kalmış, türlü işkencelere maruz kalmasına rağmen sır vermemiş, bir yolunu bularak da kaçmıştır. Köye geri geldikten sonra da köyün gelişmesi için çok çalışmıştır. Bütün bunlar onun bölge halkınca bir kahraman olarak görülmesine sebep olmuştur.
Kardeşini aramak için cephe hattının gerisine geçen Meryem tarafından bulunarak köye getirilen askerle Meryem evlenir. Meryem bulduğu askere Alican dediği için bu adla anılır. Meryem ile Alican Çavuşun üç çocuğu olur. Alican Çavuş’u herkesten hatta kendi çocuklarından özellikle de Beyaz’dan kıskanan Meryem; bu uğurda kızı Beyaz’ın okumasına da engel olur. Hiç evlenmeyip, babasının yanında kalarak annesinden intikam alan Beyaz da tıpkı babası gibi yöre halkı tarafından çok sevilir.
Ece Yaylası köyüne gelerek Alican Çavuş hakkında konuşan bu kadına önceleri köylüler mesafeli yaklaşırlar. Turist rehberi Mehmet’le köylüler Viki’yi Beyaz Hala’nın yanına ***ürürler. Yeni Zelandalı kadın, kendi büyük dedesi olduğunu iddia ettiği Türk gazisinin yaşayan tek çocuğu, yaşlı kızının (Beyaz Hala) evine misafir edilmiştir. Gelibolu'da bilgeliği, deneyimleri ve babasına duyulan saygı nedeniyle çok sevilen yaşlı köylü kadın, babasının Çanakkale savaşı sırasında yazdığı mektupları, yabancı genç kadına verir. Genç kadın da kendi büyük dedesinin aynı tarihlerde, aynı yerden evine yazdığı mektupları yanında getirmiştir.
Yaşlı köylü kadının İstanbul'da yaşayan avukat torunu Ali Osman, büyük ninesini ziyaret için Gelibolu'ya gelince, yabancı kadın uzak akrabası olduğuna inandığı bu genç adamın tarihi yeniden okumak, yeniden yorumlamak tezleriyle, karizmatik albenisi arasında sıkışır, bocalar. Aralarındaki duygusal gerilim, her ikisinin de büyük dedelerinin aynı savaşta birbirlerine karşı savaşan iki düşman asker mi, yoksa bir Türk askerinin şehit olmadan önce tesadüfen kurtardığı, aklını kaçırmış bir Anzak askeri mi olduğu sorusuna yoğunlaşmalarını güçleştirir. İki gencin büyük dedelerinin izlerini sürerken yaşadıkları aşk, romanın can alıcı gizemini çözmekte beklenmedik açılımlar yaratır. Ve geldikleri noktada evrensel bir soruyla karşılaşırlar: Eğer aynı adam aynı savaşta iki düşman ülkede savaş kahramanı olmuşsa, 21. yy insanlığı bunu kabul edebilecek kadar gelişmiş midir? Yoksa bazı sırlar sonsuza dek korunmalı mıdır?
“Alistair John Taylor büyük umutla katıldığı savaşın ilk ve son durağı olan Çanakkale Savaşı’nda bir tabur askerin kaybolmasına sebep olan uzun ve beyaz bir buluttan kaçarken Türk cephesinin gerisine geçer. Tam vurulacakken ayağına takılan yaralı bir Türk askerinin sayesinde vurulmaktan son anda kurtulur. İki gün boyunca ekmeğini ve suyunu paylaştığı bu Türk askeriyle dost olur. Adının Ali Osman olduğunu öğrendiği bu Türk askerinin ölümüyle şoka giren bu Anzaklı asker daha sonra cesedi gömer. Mezar başında garip sesler çıkararak ağlayan bu asker Meryem tarafından bulunur. Meryem ilk görüşte âşık olduğu bu Anzak askerini köye getirir, onun savaştan kurtulan bir Türk askeri olduğunu söyler. Daha sonra bu savaş gazisiyle evlenir.” Beyaz Hala tarafından Viki’ye anlatılan bu olay Viki’yi derinden etkiler. Çünkü Viki ile Beyaz Hala akrabadır. Viki birkaç gün hasta yatar.
Kahraman bir Türk askerinin aslında Yeni Zelandalı bir asker olduğu haberi çabucak yayılarak uluslararası boyuta taşınır. Köy adeta basın mensupları tarafından işgal edilir. Konu televizyonlarda enine boyuna tartışılır.
Beyaz Hala’nın isteğiyle İstanbul’dan gelen Bulut kardeşinin avukat torunu bir basın açıklaması yapacaklarını duyurur. Basın açıklamasına Beyaz Hala, Viki, Avukat Ali Osman Taylar ve köy muhtar katılır. Açıklamada Viki olayı yanlış anladığını, Alican Çavuşun kendi dedesi Alistor John Taylor olmadığını, olayların bu hale gelmesinden derin bir üzüntü duyduğunu söyler. Beyaz Hala da babasının bir savaş kahramanı gazi olduğunu, ölmüş insanlara saygı duyulması gerektiğini söyler. Derin bir hayal kırıklığına uğramış olan basın mensupları bu gelişmeler üzerine bölgeyi terk ederler.
Bu gelişmeler sırasında Viki ile Ali Osman Taylar arasınsa duygusal bir yakınlık oluşmaya başlar. Birlikte Arı burnu-Anzak Koyu’na giderek Anzak anma törenine katılırlar. Daha sonra Ali Osman Viki’ye Mülazım Ali Osman Bey ile Gazi Alican Çavuş’un mezarlarını gösterir.





ROMAN içeriğinin İNCELEMESİ

1. Şahıs Kadrosu:
Viki (Victoria) : Romandaki bütün olaylar onun etrafında geçmektedir. Çünkü roman onun kafasındaki soru işaretlerinin çözümü üzerinde kurulmuştur. Viki Yeni Zelanda’dan dedesinin izini sürmek için gelmiştir. Uzun boylu, sarışın, mavi gözlü ve çok güzel bir kadındır. Dedesinin rüyalarına girerek kendi izini bulmasını istemesi üzerine Gelibolu’ya gelmiştir.
Beyaz Hala: Romanda Beyaz Hala ideal bir bilge kadın motifinde verilmiştir. Kendisi de ismi gibi bembeyazdır. Çocukluğundan beri güzelliği ile dikkatleri üzerine toplamıştır. Kendisi son derece soğukkanlıdır; ama çevresindeki insanlar üzerinde korkutucu bir otorite kurmuştur. Eserde yerel dili en iyi yansıtan (özellikle “marı” sözünü çok kullanmaktadır.) odur. Kendisi çok zekidir.
Alican Çavuş: Uzun boylu, sarışın, mavi gözlü ve çok yakışıklıdır. Savaştan döndükten sora ani titreme nöbetleri, kısa süreli kısmi felçler, hafıza kaybı, dil tutulmaları, şiddetli baş ağrıları, gündüz kâbusları ve uykusuzluk gibi rahatsızlıklarla baş etmek zorunda kalır. Kendisi Yeni Zelandalı olduğu halde Gelibolu’ya yerleştikten sonra turistlerden özellikle kaçar onlarla İngilizce konuşmazdı. Ama çocuklarına yabancı dili kendisi öğretmiştir.
Meryem: Fiziksel olarak pek güzel değildir. Kendisi erkek gibi büyümüştür. Romanda Meryem’in aşkı çarpıcı bir şekilde dile getirilmiştir. Bu da romana farklı bir hana katmıştır. Kendisini kocasına adamıştır.
Teğmen Ali Osman Bey: İyi bir eğitim almıştır. Her Türk genci gibi vatani görevini yapmaktan onur duyan bir gençtir. Romanda özellikle mektuplarıyla yer almaktadır.
Avukat Ali Osman: Romana sonradan dahil olmuştur, avukattır. Uzun boylu, siyah saçlı ve kahverengi gözlüdür. Romanın sonunda Viki ile yakınlaşması eseri tek düzelikten kurtarmıştır.
Diğer Şahıslar Şunlardır: Uzun, Bulut, Mehmet(turist rehberi), Semahat Hanım, Salih ve Köy Muhtarı




2. Mekân:
Romanda savaş Arı burnu (Anzak Koyu)’nda; diğer olaylar Eceyaylası Köyü’nde, İstanbul’da ve Eceabat’ta geçmektedir.

3. Zaman:
Romanda olayların geçtiği zaman olarak iki farklı zaman görülmektedir. Birincisi Çanakkale Savaşı yıllar; diğeri 2000 yılının mart ayından sonraki üç haftadır.

4. Dil ve Anlatım Özellikleri:
Romanın akıcı bir dili vardır. Köylülerin konuşmalarında özellikle de Beyaz Hala’nın konuşmasında bölgesel dile yer verilmiştir. Roman üçüncü tekil şahıs ağzıyla yazılmıştır. Mektupların yer aldığı bölümlerde ise birinci tekil şahıs ağzı hâkimdir. Yazarın kadın olmasından dolayı kadın karakterlerin hisleri erkek karakterlere göre daha iyi yansıtılmıştır.
Eleştiri:
Roman Çanakkale Savaşı için yazılmış kitapların en ilgi çekicilerinden birisidir. Kahraman düşmanım söylemine uygun düşen bir yaklaşımı bulunmaktadır. Eser, kendi ölümüyle arkadaşının hem de düşman milletten olan arkadaşının yaşaması için bir Türk askerinin göstermiş olduğu özverinin en güzel örneğidir.
Roman ilerledikçe okuru da; bir dedektif gibi katılacağı iz sürme serüveni, tez-antitez ekseninde milliyetçilik, emperyalizm gibi konular üzerinde cesur ve farklı bir yolculuğa çıkarken, eser aynı zamanda, sekiz buçuk ayda 500.000 genç insan hayatının yok olduğu, Türk ve dünya tarihi açısından çok önemli sonuçlara neden olan Çanakkale Savaşları'nın insani ayrıntıları da gün yüzüne çıkmaktadır.
Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu, Türk Tarihi'nin en önemli zaferlerinden Çanakkale Savaşları'na, iki binli yılların bilinciyle ve uluslarası tezleri de ciddiye alarak bakan, epik bir roman. Tarihin ve savaşların insani ayrıntılar bilinmeden anlaşılamayacağının derinlikli, lirik ve edebi bir kanıtı.
Eserde mektuplar önemli bir yer tutmaktadır. Gerek Ali Osman Bey’in gerekse Alistor John Taylor’un ailelerine yazdıkları mektuplar romanı hem daha çekici hale getiriyor hem de romana farklı bir özellik kazandırıyor. Mektuplarda farklı kültür çevrelerinde yetişmiş olan iki gencin hayalleri, geleceğe dair planları, önceleri bir oyun gibi görülen savaşın ürküten yanları çarpıcı bir şekilde dile getirilmiştir.
Romanda işgal altındaki yıllarında İstanbul’un içler acısı haline de yer verilmiştir. İşgal hem de bir Anzak askerinin hisleriyle dile getirilmiştir. İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin yapmış oldukları eziyetleri gören Alistor John Taylor ilk defa kendini Alican Çavuş gibi hissetmeye başlıyor.
Romanın sonlarına doğru biz okuyucuları daha da gururlandıran diğer bir olay da Mustafa Kemal ATATÜRK gibi bir lider yetiştirdiğimiz gerçeğidir. Romanın son bölümünde Mustafa Kemal’in Anzaklı askerler ve onların ailelerine hitaben yapmış olduğu ünlü konuşmasına yer verilmiştir.
“Bu memleket toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar, burada bir dost vatanının toprağındasınız, huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa yollayan analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızda, huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu topraklar üzerinde canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.




ATATÜRK,1934

Yukarıdaki hitaptan da anlaşılacağı gibi büyük liderleri büyük millet çıkartmaktadır. Herhalde bizim en büyük sıkıntımız kendimizi diğer milletlere yeteri kadar anlatmaya özen göstermeyişimizdir.
Romanda dikkati çeken diğer bir özellik de yazarın, eserin bazı bölümlerinde bilgi vermesidir. Yazar söylemek istediği veya karşı olduğu düşünceleri roman kahramanları aracılığıyla okuyucuya sunmaktadır. Beyaz Hala, Gelibolu ve İstanbul bülbüllerinden bahsederken Divan Edebiyatı mazmunlarından olan gül ile bülbül olayına telmih yapmaktadır.
Buket Uzuner eserin önsözünde “Bu kitap bir kurgu çalışmasıdır. Gerçekle benzerlikler olsa bile bunlar bir tesadüftür.” diyerek; içinde tarihi gerçekler olsa bile romanın tarih kitaplarından ayrılan yönüne işaret etmiştir.
 
Geri
Üst