Nur Damlaları (Adem a.s)

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
20
EXE RANK

Method

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
5 May 2010
Mesajlar
30,484
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Method
PEYGAMBERLERİN ÖZELLİKLERİ

Peygamberler Yüce Allah’ın (c.c.) bizzat seçtiği mümtaz kullarıdır. O Allah’ın (c.c.) bazı kullarına nasip ettiği yüce bir rahmetidir. Hiç bir insan; malı, mülkü, şahsi iradesi, yaşı, bilgisi, unvanı nedeniyle peygamber olamaz. (Enam124) (Zuhruf 31-32)

Peygamberler hür ve erkek kişilerdendir.(Nahl 43) (Enbiya 7) Kadınlardan, cinlerden, meleklerden ve köle ya da köle olmuş kişilerden peygamberler gönderilmemiştir.

Bütün peygamberler peygamber seçildiklerinde körlük, baras, cüzam gibi tiksindirici hastalıklarla, soyca ayıplanacak durumları olmayan kişilerdendir.

Onlar; yumuşak kalpli, insanlığa yakışmayan vasıfları ve tiksindirici durumları olmayanlardan seçilmiş mümtâz kullardır. Diğer durumlarında ise normal insanlarla eşittirler.

Bütün peygamberler ismet sahibidirler. Hata ve günahlardan, peygamberlikten önce ve sonra her türlü küfürden, inkârdan uzaktırlar.

Onlar her ne maksatla olursa olsun asla yalan söylemezler. Onlar kesinlikle sıdık yani doğru sözlüdürler. Onlar lüzumsuz, boş söz de söylemezler. Yaptıkları lâtifeler, şakalar bile bir doğru, bir gerçek üzerine kuruludur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (a.s.) göre peygamberler kem gözlü, hain bakışlı dâhi olamazlar. Onlar hayırlarda, iyi işlerde yarışan kişilerdendir. Onlar ahyârdandırlar.

Peygamberler fatânet sahibidirler.

Zamanının en ileri görüşlü, en akıllı, en zeki kişilerindendirler. Zekâca geri, ufku dar ve aklı bozuk kişilerden peygamber olmaz.

Peygamberler kendilerine verilen tebliğ ve irşat görevlerini gereğince yapabilecek kabiliyetlere, yeteneklere sahiptirler.

Kendilerine vahiyle emredilen ilâhi hükümleri atlamazlar, unutmazlar, bu konularda hata yapmazlar. Kendilerine nasıl vahyedilmişse o şekilde ümmetlerine aktarırlar, o şekilde bildirirler.

Allah’ın (c.c.) yardımıyla bu tür kusur ve zaaflardan muhafaza edilmişlerdir.
Peygamberler cesur, şeci kişilerdendir. Korkak ve pısırık kişilerden peygamber olmaz. Onlar aynı zamanda en iyi ahlâk sahibidirler.

Peygamberler emin kişilerdir. Bütün peygamberler, içinde yaşadıkları toplumların en emin, en itimada şayanıdırlar. Peygamberlikten önce ve sonra; emin, özü sözü bir kişiler oldukları, bulundukları toplumlardaki kendilerine karşı gelen, muhalif kişiler tarafından dahi ikrar ve tasdik edilmişlerdir.

Peygamberler kul hakkı konusunda son derece titizdirler.

Peygamberler şanı yüce Allah’tan (c.c.) emirleri vahiy yoluyla alırlar. Onunla vahiy yoluyla görüşürler.

Bütün peygamberler Allah (c.c.) tarafından kendilerine ihsan buyrulan mucizelerle desteklenmişlerdir.

Bütün bu özelikler Kuran-ı Azimüşşan’ın Şuara, Araf, Ahzap, Meryem, Araf, Bakara surelerinin muhtelif ayetlerinde açıkça belirtilmiştir.
 
Peygamberlerin cesetleri toprak tarafından yenmez, cesetleri çürümez. Peygamberler kabirlerinde diridirler.

Cenab-ı Hak (c.c.) tarafından bütün peygamberlerden görevlerini yaparlarken uğrayacakları güçlüklere, eza ve cefalara katlanacakları, bu yolda sabır ve sebat edecekleri konusunda söz yani misak alınmıştır.

Beş büyük peygamberin misakları yeminle pekiştirilmiştir. Buna Misak-ı Galiz denir. (Bakara 214)
Peygamberlerden bir kısmına kitap verilmiştir. Kitap verilen peygamberlere resul denilir.

Resullerin kendilerine ait şeriatları vardır.

Kitap verilmeyenler ise nebidir. Kendilerine özel şeriatları yoktur. Kendinden önceki resulün şeriatıyla âmel ederler. Her resul nebidir, fakat her nebi resul değildir.

Peygamberlerin görevlerinin en önemlisi ilâhi kitaplarla bildirilen Allah’ın (c.c.) emirlerini insanlara tebliğdir. Bu konuda Yüce Allah (c.c.):

“-Ant olsun ki peygamberlerimizi bir takım belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmelerini temin için onlara kitap ve ölçü verdik” buyurmaktadır.

Bütün peygamberlerin bildirdikleri, irşada çalıştıkları tevhit dininin esaslarıdır ve birdir. Sadece teferruatlarda ayrılmışlardır. Esaslardan birinin bildirdiğini diğeri çürütmemiştir. Ayrıntılardaki farklılıklarda; ayrı zamanlarda ayrı, ayrı kavimlere gönderilmeleri, gönderildikleri zamanın ve kavmin sosyal, siyasi ve ekonomik durumuyla ilgilidir.

Peygamberlerin vazifesi sadece tebliğdir. Bu konuda zorlama yapmazlar, güç kullanmazlar. İman edip, etmemek ancak Allah’ın (c.c.) hidâyetiyledir.

Peygamberler yaptıkları irşat göreviyle kullardan maddi, manevi bir ücret istemezler, bir karşılık beklemezler. Bu işi bir menfaat karşılığı yapmazlar. Bu konuda son derece titizdirler. İrşat görevlerini karşılıksız yapmaları bu konuda ihlâslı olduklarının en büyük delillerinden biridir. Onların ücretleri Allah’a (c.c.) aittir.

Kısaca peygamberler;

Erkeklerden gönderilmişlerdir. Kadınlardan, cinlerden peygamber yoktur.

Bütün peygamberler günahlardan, hatalardan, kusurlardan arındırılmışlardır. Ancak bazılarında, makamlarından dolayı dil sürçme gibi kusur sayılabilecek davranışlar olabilir.

Peygamberler emin kişilerdendir. Doğru sözlü, doğru özlüdürler. Allah’ın (c.c.) vahiy yoluyla emrettiklerini artırıp, eksiltmeden olduğu gibi insanlara bildirirler. Bunu yaparlar-ken Allah’tan (c.c.) başka hiç bir yaratıktan korkup, çekinmezler.

Onlar;

İnsanların bilmediklerini, bilemeyeceklerini, Allah’tan (c.c.) telâkki ettikleri vahiy ile bilen, bildiren; Allah’ın (c.c.) ayetlerini okuyan, kitap ve hikmeti öğreten; insanları maddi ve manevi kirlerden temizleyen, öğütler veren, esirgenmelerini isteyen, bu işin karşılığı ücretlerini yalnız Allah’tan (c.c.) bekleyen seçkin kişilerdir.


İnsanoğluna Yüce Allah (c.c.) tarafından yüz yirmi dört bin peygamber gönderilmiş olup, bunun üç yüz on beşi resuldür.
 
Yahudi dininde peygamberlik milli bir karakter arz eder. Sanki bütün peygamberler Yahudi ırkından gelmiş gibi gösterilmeye çalışılır. Bu nedenle Yahudi din kitaplarında yalnız Yahudi ırkından gelen peygamberlerden bahsedilir.

Yahudilere göre kâhin gibi gaipten haber veren kişilerde peygamberdir.

Yine Yahudilere göre ilâhi mesajlara muhatap olan bu seçkin kişiler dünyadaki yaşayışları ve davranışları bakımından diğer insanlardan farksızdırlar. Onlarda diğer insanlar gibi kötülük yapabilir, günah işleyebilirler.

Nitekim onlara göre Hz. Nuh (a.s.) sarhoş ve ahlâksız bir kişidir. Yine onlara göre Hz. Lut (a.s.) öz kızlarıyla zina etmiştir.

Hz. Davut (a.s.) ise ordusundaki bir subayın karısına göz diken, bu subayı bile, bile ölüme gönderen, gözü dönmüş bir zânidir.

Hz. Süleyman (a.s.) putlara tapmıştır. Hz. Harun (a.s.) ise putperest bir kişidir ve kavmini putlara tapmayı teşvik etmiştir.

Bütün bunlar Allah’ın (c.c.) elçisi olmuş bu mübarek kişilere yapılmış açık bir iftiradır.

Yüce Allah (c.c.) insanlara daima iyiyi ve güzeli emretmiştir.

Peygamberler ise Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarını en iyi uyan ve uygulayan kişiler olmak zorundadırlar. Başkalarına emir ve tavsiye ettiklerine kendilerinin uymamaları söz konusu bile olamaz. Aksi halde güvenilir olmayacaklardı.
 
ADEM (a.s.)

Cinler insanoğlundan önce yaratıldı ve insanoğlundan önce dünyada Allah’ın (c.c.) halifesiydi.

Cenab-ı Hak (c.c.) onları da insanlar gibi Zatını tanımaları, ibâdet ve tâatta bulunmaları için yaratmıştı.

Fakat cinler bu işi gereği gibi yapamadılar. Yaptıkları kötülük ve zulümler iyiliklerinin önüne geçti ve bu şerefli makamdan azledildiler.

Yüce Allah (c.c.) cinlerin yerine geçecek Kendisi’ne halife olacak olan İnsanı yaratmayı murat etti. Bu konuda dünyayı temsil eden meleğe:

“-Ben senin toprağından bir halk yaratacağım. Onlardan bana itaat edenler olduğu gibi itaat etmeyenler, asi olanlar da bulunacaktır. İtaat edenleri Cennetime koyacağım. İsyan edenleri ise Cehenneme sokacağım buyurdu

Sonra da meleklerine:

“-Ben balçıktan bir İnsan yaratıp, Onu yeryüzünde Kendime halife kılacağım. Yaratılışı tamamlanıp, tarafımdan bir nur verildikten, bir ruh üflendikten sonra sizler Ona secde ediniz. Çünkü O sizlerden üstündür diye emretti. (Sa’d 71-72) (Bakara 30)

Allah’ın (c.c.) bu kesin emri melekleri önce şaşırttı.

Yeryüzünü cinlerin yerine kendilerinin mesken tutacaklarını, yurt edineceklerini, Allah’ın (c.c.) halifesi olacaklarını zannediyorlardı.

Çünkü kendileri gece, gündüz ibâdet ve itaat halindeydiler. Cinler gibi Cenab-ı Hakka (c.c.) isyan etmeleri söz konusu değildi. Yeryüzünde Allah’ın (c.c.) halifeliğine kendilerini diğer yaratıklardan daha lâyık görüyorlardı.

Cenab-ı Hak (c.c.) insanoğlunu Arzdan alınacak topraklardan oluşan balçıktan yaratacağını bildirmişti. Bunun için Cebrail’e (a.s.):

“-Ey Cebrail! Dünya’ya in, yaratacağım insanoğlu için toprak getir” buyurdu.

Bu emir üzerine Cebrail (a.s.) dünyaya indi. Dünyayı kontrol eden, yöneten melek Cebrail’in (a.s.) yapmak istediğini öğrenince:

“-Ey Cebrail! Rabbime isyan edici, kan dökücü, fitne fesat çıkarıcı bir yaratık benden mi yaratılacak? Ona benden bir elbise mi dikilip giydirilecek? Ben ki Rabbimin isimlerinden gelen hikmetleri ve güzellikleri üzerimde barındırıyorum.

Toprağımdan bir şeyler alarak beni eksiltme. Şekil ve biçimimi bozarak beni küçük düşürme.

Ben Senin özümden bir şeyler alarak beni yaramaz hâle getirmenden Allah’a (c.c.) sığınırım.

Ben Senin benden bir şeyler alarak beni eksiltmeni istemiyorum.

Çünkü Rabbim benim özümden bir halk yaratacak, bu halkta O’na asi olacaktır.

O’na asi olanlar ise Rabbimin mağfireti dışındadırlar. Onların özümden yaratılmasını istemiyorum.”
Deyip ağladı.
 
Dünya meleğinin bu konuda Allah’a (c.c.) sığınması Cebrail’in (a.s.) elini, kolunu bağladı. Dünyayı temsil eden meleğin bu karşı koyuşu üzerine bir şey almadan geri döndü.

Cenab-ı Hakka (c.c.):

“-Ya Rabbi! Yer meleği kendi özünden günahkâr bir kul yaratılmasını istemedi. Bunun için de İsm-i Şerifine sığındı. Bense Sana sığınanlara güç yetiremem. Bu nedenle görevimi yapamadım” dedi.

Cenab-ı Hak (c.c.) Cebrail’in (a.s) ardından Mikail’i (a.s.), onun ardından da İsrafil’i (a.s.) gönderdi. Fakat onlarda elleri boş döndüler.

Dünya, kendi özünden Allah’a (c.c.) isyân eden bir varlık yaratılmasını istemiyor, buna şiddetle karşı çıkıyor, ağlayıp sızlıyor, bu konuda Allah’a (c.c.) sığınıyordu.

Cenab-ı Hak (c.c.) Azrail’e (a.s.):

“-Ya Azrail! Yaratacağım insanoğlu için dünyadan toprak, balçık getir” diye emretti.

Azrail (a.s.) diğer melekler gibi dünyaya inince dünya, günahkâr ve asi olan insanoğlunun yaratılması için kendisinden bir özün alınmasını istemedi.

İnsanoğlunun asi ve isyankâr olmasının kendisine bir zarar vereceğinden korkuyordu.

Fakat Azrail (a.s.):

-Ey dünya! Bu Rabbimin emridir. Buna gönüllü ya da gönülsüz, isteyerek ya da istemeyerek uy. Emrine itaat et. Ona isyankâr olma. Emrini yerine getirmeden ve toprak almadan huzuruna dönmekten Allah’a (c.c.) sığınırım
dedi.

Bunun üzerine dünya:

-Biz Rabbimizin emirlerine uyarız, Ona isyân edenlerden olmayız. Muhakkak ki O büyük bir ilim ve hikmet sahibidir. O’nun adına sığınanlara güç yetiremeyiz. Var sen istediğini al dedi.

Azrail’in (a.s.) Allah’ın (c.c.) emirlerini tavizsiz uyması, bu konularda en küçük bir tereddüde düşmemesi O’na, insanoğluna verilen can emanetini geri alma görevinin verilmesine neden olmuştur.
 
İnsanlar nefisleri nedeniyle bu emaneti geri vermek istemezler. Fakat Azrail (a.s.) her konuda olduğu gibi bu konuda da tâvizsizdir.

Azrail (a.s.) dünyanın çeşitli yerlerinden ak, kara, kırmızı, sarı topraklardan aldı. Bunları birbirlerine karıştırdı.

İnsanoğlunun yaratılacağı balçığın özünü alarak geri döndü. Allah’ın (c.c.) emriyle karışık toprağı su ile ıslatıp; balçık, cıvık çamur haline getirdi.

Bu balçık, cıvık çamur içindeki maddeler iyice kaynaşıncaya, kokuşuncaya kadar durdu.

Vakti, zamanı elince Cenab-ı Hak (c.c.) Âdem’e (a.s.) bizzat kendi Elleriyle şekil verdi. (Sa’d 75)

Âdem’in (a.s.) henüz can verilmemiş kalıbı yere atılmış bir halde kırk yıl bekletildi.

Âdem’in (a.s.) vücudu yaratıldıktan sonra Onu gören melekler; Onunda fitne, fesat çıkaran, bozgunculuk yapan, cinler gibi denetlenmesi zor bir nefse sahip olduğunu fark edince:

“-Ya Rabbi! Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kimselere mi kendine halife kılacaksın? Bizlerse gece gündüz Sana ibadet ve takdis etmekteyiz.

Bizim ibâdet ve takdisimiz kâfi gelmiyor mu? Muhakkak ki Senin için bizler; devamlı ibâdet, tespih ve takdis içinde, secde halindeyizdir
dediler. (Bakara 9)

Meleklerin bu sözleri ve sorusu Allah’a (c.c.) bir isyan değildi. Bir şüphe ve tereddütte içermiyordu. Âdem’e (a.s.) ve nesline tahkir ve gıybette değildi.

Sadece güçlü nefsinden dolayı her zaman doğru yoldan ayrılabilecek bir varlığın niçin halife seçildiğini öğrenmek istiyorlardı.

Yanıt olarak Cenab-ı Hak (c.c.) onlara:

“-Ey meleklerim! Muhakkak ki sizin bilmediklerinizi Ben bilirim. Hadiselerin hikmetleri sizin bildiklerinizin içinde değildir. Benim insanoğlunu yaratmamda öyle bir hikmet gizlidir ki, bu hikmet onların işleyecekleri bütün fesat ve şerlere üstün gelecektir” buyurdu. (Bakara 30)

Âdem’in (a.s.) kalıbı kurumaya yüz tutunca merak eden İblis yanına gelip Ona bir tekme vurdu.

Âdem’in (a.s.) vücudu içi oyuk bir cisim, bir testi, içi boş kütük gibi ses verdi.

İblis bir kaç kere Âdem’in (a.s.) ağzından girip altından çıktı. Bir kaç kere de altından girip, ağzından çıktıktan sonra Âdem’e (a.s.):

-Sen böyle testi gibi ses çıkarma yerine bir başka gâye için yaratılmış olmalısın. Muhakkak ki Sen yerime geçirilecek olansın. Sen bana musallat olursan ben de Sana isyan ederim. Eğer Sana musallat olacak kudret bana verilirse elbette Seni mahvederim dedi.

Bu kırk yıllık süre içinde İblis gibi bazı meleklerde Âdem’e (a.s.) merak ederler, yanına varırlar fakat Ona dokunmazlar, korku ile bakışırlardı.
 
Bu kırk yıllık süre içinde İblis gibi bazı meleklerde Âdem’e (a.s.) merak ederler, yanına varırlar fakat Ona dokunmazlar, korku ile bakışırlardı.

İblis’te sık, sık Âdem’in (a.s.) yanına varıyor, Onu tekmeliyor, ağzından girip altından çıkıyor, sonra da:

-Siz şu cesetten korkmayınız. Rabbiniz sağırdır. Şunun içi ise oyuktur, kuru bir ses vermeden başka işe yaramaz derdi.

Böyle derdi ama yine de Âdem’den (a.s.) en çok korkan İblis’ti. Onun yanına vardığında kendi kendine:

-Her halde sen böyle testi gibi ses çıkarmak için yaratılmadın. Muhakkak ki yaratıldığın şey içinsin. Eğer bana sataşırsan ben de Sana sataşırım. Bana musallat kılınırsan ben de isyan eder, Seninle savaşırım
derdi.
 
Adem (a.s) - 2

Âdem’e (a.s.) ruh üflenme zamanı gelince Cenab-ı Hak (c.c.) meleklerine:

“-Ben Âdem’e ruh üfledikten sonra siz Ona secde ediniz” buyurdu.

Ruh üflenince Âdem (a.s.) aksırdı.

Melekler ona:

-Böyle aksırdığında Allah’a (c.c.) hamdolsun de dediler.

Âdem’de (a.s.):

-Elhamdülillah dedi.

Üflenen ruh Âdem’in (a.s.) baş tarafından girdi. Ruhun girdiği yer et ve kanla doldu.

Can önce gözlerine geldi. Âdem (a.s.) önce Cennet’i ve Cennet meyvelerini gördü.

Önce ruh, ardından can karın boşluğuna gelince karnı acıktı.

Cennet meyvelerinden yemek istedi. Bunun içinde acele ederek yerinden sıçradı fakat kalkamadı.

Cesedinin her yerine ruh ve can gelince Âdem (a.s.) eğilip kendine baktı ve vücudunun güzelliğine hayran kaldı.

Bu ara Âdem (a.s.) bir kere daha aksırınca Allah’tan (c.c.) gelen ilhamla:

-Âlemlerin Rabbine hamdolsun dedi.

Meleklerde Ona:

-Ey Âdem! Allah (c.c.) seni esirgesin diye karşılık verdiler.

İlk insan olan Âdem (a.s.) bir Cuma günü, bizzat Cenab-ı Hakkın (c.c.) kudret eliyle yaratıldı.

Bu yaratılma tedricen; ağır, ağır oldu ve uzun zaman aldı.

Onda Allah’ın (c.c.) bilgi ve sanatının bir kısmı yansıtıldı. İnsanoğlu bu yönden de diğer yaratıklardan üstün tutuldu.

Cenab-ı Hak (c.c.) Âdem’i (a.s.) yarattıktan, can denen nefsi verdikten sonra Ona kendi nurundan bir nur zerresi daha ihsan etti.

Bu nur zerresi Âdem’in (a.s.) sırtında zerrecikler, tohumcuklar hâlinde bulunan bütün insanoğlu soyları içindi.
 
Bu nur mahşere kadar gelecek tüm Adem oğullarında bulunacak, Adem oğulları doğuşlarında bu nurdan kendi paylarını aldıktan sonra eksiltmeden diğer nesillere aktaracaklardı. Bu nur insana özel bilinçli ruhtu.

Ruh bedenin bilinçli iradesidir. Yaratıcıdan gelen, insanoğlunu insanoğlu yapan özel bir nur-u ilimdir. Başka varlıklarda bulunmaz.

Yaratıcıdan geldiğinden yaratıcıya yakınlaştıkça güçlenerek çoğalır, uzaklaştıkça zayıflayıp, azalır.

= = =

Cenab-ı Hak (c.c.) bu nuru ihsan buyurduktan sonra tüm Adem oğullarını parçacıklar, zerrecikler hâlinde yarattı; Âdem’in (a.s.) sırtına koydu.

Cenab-ı Hak (c.c.) bu yaratılıştan sonra Âdem’in (a.s.) sırtını sıvazladı; sıvazlama sonunda tomarlar hâlinde; kıyamete kadar yaratılacak zürriyetinin her canlı kişisi zerrecikler halinde ortaya çıktı. Bazılarının alnında bir parıltı, bir nur vardı.

Âdem (a.s.) onları görünce:

-Ya Rabbi! Bunlar kimdir? Diye sordu.

Yüce Allah (c.c.):

“-Onlar, sırtına koyduğumuz zürriyetindir” buyurdu.

Âdem (a.s.), alınlarının orta yerlerinde birer nur parçası olanları işaret ederek:

-Ya Rabbi! Alnındaki nurları ile diğerlerine üstün gelen şu Kişiler kimlerdir? Diye sordu.

Cenab-ı Hak (c.c.):

“-Ey Adem! Onlar zürriyetinden gelecek peygamberlerdir. Ben şüphesiz ki zürriyetinden geleceklerin tümüne; Beni arayıp bulsunlar, sıfatlarımı bilsinler diye akıl gibi bir nimette ihsan ettim” buyurdu.

Sonra hepsine birden:

“-Ben sizlerin Rabbi değil miyim?” Diye sordu.

Âdem’le (a.s.) birlikte zerreciklerin hepsi de:

-Evet! Ya Rabbi! Sen bizim Rabbimizsin. Sen, Sen’den başka ilâh olmayan yüce Allah’sın (c.c.) dediler.

Cenab-ı Hak (c.c.) onlara:

“-Ben sizlere Bana inanmanızı; emirlerimi uymanızı, yasaklarımdan sakınmanızı emrederim.

Şunu iyi biliniz ki Benden başka Rab yoktur. Benim eşim, şerikimde yoktur.

Bana hiç bir şeyi ortak tutmayınız.

Bana bunun için ahit ve misak veriniz”
buyurdu.
 
Bütün âdem oğulları:

-Ya Rabbi! Bizler şahadet ederiz ki senden başka İlâh yoktur. Senin eşin ve şerikinde yoktur dediler.

Cenab-ı Hak (c.c.) bu kez:

“-Bu şahadetinizi babanız Âdem ve yedi kat gökleri şahit tuttum” buyurdu.

Âdem oğulları yine:

-Evet! Sen bizim Rabbimizsin. Senden başka ilâh olmadığına bizde şahadet ederiz. Birbirimizin şahidiyiz dediler.

Yüce Allah (c.c.):

“-Göndereceğim peygamberler ve kitaplarımla size bu ahit ve misakınızı hatırlatacağım. Artık sizler için bir mazerette yoktur. Ne mutlu bu ahit ve misakını tutanlara, sözlerini unutmayanlara” buyurdu.

Sonra peygamberlerin nurlarına hitap ederek:

“-Ant olsun; sizlere hikmet ve bir kısmınıza hem hik-met, hem de kitap vereceğim. Sonra verdiklerimi tasdik edici bir Peygamber gelecektir. Ona iman ve yardım ediniz.

Geleceğini ümmetlerinize haber veriniz. Bu konuda ahit ve misak veriniz”
buyurdu.

Peygamberlerin nurlu ruhları:

-Ya Rabbi! Göndereceğin O Peygamber’e iman ettik. Ona erişirsek iman etmiş yardımcılarından olacağız diye ahit ve misak verdiler.

Bunun üzerine Cenab-ı Hak (c.c.):

“-İkrar edip, bu ağır yükümü kabul eylediniz mi?” diye sordu.

Onlar da:

-İkrâr ve kabul ettik dediler.

Cenab-ı Hak (c.c.):

“-O zaman birbirlerinize ve ümmetlerinize karşı şahitlerden olunuz. Ben de sizlerle birlikte şahitlerdenim” buyurdu.

Böylece bütün peygamberler, gelecek olan O Peygamber’e iman etme ve vaktine erişirlerse yardımcı olmak üzere ahit ve misak verdiler. Birbirlerinin şahitleri oldular. Allah’ta (c.c.) onların şahitleri oldu.
 
Yüce Allah (c.c.) Âdem’i tekrar sıvazlayınca tüm Âdem oğulları sırtına geri girdiler, içinde kayboldular.

Bu; Yüce Allah’ın (c.c.), kıyamet günü; biz bundan habersizdik dememeleri için daha doğmadan, Âdem’in (a.s.) sırtında, özellikleri belirlenmiş zerrecikler halindeyken insanoğlundan aldığı bir onamaydı. Bu tasdik bütün insanoğluna aitti.

İnsanoğlu bazı yaratıklara biçim olarak benziyordu ama diğer yaratıklardan kesin çizgilerle ayrılmıştı.

Yüce Allah (c.c.) Âdem oğullarına varlıkların hususiyetlerini, mahiyetlerini, meziyetlerini ve isimlerini öğretti.

Sonra melekleri çağırdı. Onlara bazı yarattıklarını gösterip:

“-Eğer Âdem’in (a.s.) nasıl halife olacağı konusundaki sorunuzda ısrarcı, bu konuda tereddütte iseniz Bana bunların isimlerini söyleyiniz” buyurdu. (Bakara 31)

Meleklerin bu konularda bilgileri olmadığından yanıtlayamadılar. Bu yüzden Cenab-ı Hakka (c.c.):

-Ya Rabbi! Seni bütün noksanlıklardan tenzih eder, bütün kemal sıfatlara sahip olduğunu tasdik ve ikrâr ederiz. Senin öğrettiklerinden başka biz de bilgi yoktur. Sen öğretirsen ancak biliriz.

Muhakkak ki her şeyi en iyi bilensin. Her şeye hikmet dairesinde liyakatlere göre ilim ve irfan verici, dağıtıcı olan Sensin
diyerek özürlerini belirttiler. (Bakara 32)
 
ADEM (a.s)-3


Meleklerin bu özür beyanından sonra Cenab-ı Hak (c.c.) Âdem’e (a.s.), gösterdiği varlıkların isimlerini bildirmesini, söylemesini emretti. Âdem’de (a.s.) bütün bu varlıkların isimlerini tek, tek saydı.

Bunun üzerine Cenab-ı Hak (c.c.) meleklerine:

“-Şüphesiz ki yerin ve göklerin gaybını, dışa vurduğunuz ya da içinizde gizlediğiniz her şeyi ancak Ben bilirim. İlmim ve bilgim sonsuzdur” buyurdu. (Bakara 33)

Bu olay ilim öğrenme yönünden insanoğlunun meleklerden daha üstün yaratıldığının bir kanıtıdır.

Cenab-ı Hakkın (c.c.) bu açıklamaları meleklerin insanoğluna daha iyi ve yakından tanımalarına vesile oldu.

Böylece melekler insanoğlunun yaratılışında kendilerinin bilmedikleri bir hikmetin gizli olduğunu öğrendiler ve Allah’ın (c.c.) emrine uyarak önce Cebrail (a.s.) sonra Mikail (a.s.), İsrafil (a.s.) ve Azrail (a.s.) daha sonrada diğer melekler Âdem’e (a.s.) secde ettiler.

Sadece Azazil ismindeki cin-melek bundan sakındı. (Bakara 34) (Araf 11) (Taha 116) (Kehf 50)

Meleklerin bu secdesi ibâdet maksadıyla değildi.

İbâdet sadece Allah’a (c.c.) mahsustu. Bu secde, biri hariç bütün meleklerin Âdem’e (a.s.) olan saygılarını gösteriyordu. Gerçekte Allah’a (c.c.) secde edilmişti. Âdem (a.s.) ise burada kıble konumundaydı.

Daha sonra secde etme kötüye kullanılmaya başlayıp Allah’a (c.c.) şirk koşulmasına neden olunca, Allah’tan (c.c.) başkasına secde etmek haram kılındı.

Allah’ın (c.c.) emrine rağmen cinlerin büyüklerinden ve uzun zamandır meleklerin yanında olan, melekler mesabesinde bulunan Azazil (Kehf 50) Âdem’e (a.s.) secde etmedi. Yüce Allah’ın (c.c.) emrini dinlemedi.(Bakara 34)

Kendini Ondan üstün gördü, bunu onuruna yakıştıramadı. Kendinin de bir yaratık olduğunu unuttu.

Cenab-ı Hak (c.c.):

“-Ey İblis! Emrime rağmen yed-i kudretimle yarattığım Âdem’e secde etmene mani olan nedir? Niçin secde edenlerle beraber olmadın? Kendini ondan daha büyük, daha değerli sayarak mı bu itaatsizliği yaptın?” diye sordu. (Sa’d 75) (A’raf 12)

Bu hitapla Azazil’in ismi İblis oldu. İblis Cenab-ı Hakkın (c.c.) bu sorusuna karşılık:

-Ya Rabbi! Ben; değersiz bir çamurdan, kokuşmuş bir balçıktan yarattığın şu beşer için secde edeyim diye var olmadım.(İsra 61) Ben Ondan daha hayırlıyım. (A’raf 32) Onu çamurdan, beni ise dumansız, harareti yüksek ateşten yarattın. (Kehf 50) Yaşça ondan daha büyüğüm. Sana çokça ibâdet edenlerdenim. Bu nedenle ben Ondan daha üstünüm. Ona secde etmem dedi ve gururlanıp, Âdem’i (a.s.) küçümsedi. (Araf 12) (İsra 61)

Allah’a (c.c.) uzun zamandır çokça ibâdet etmesi İblis’te bir gurur duygusu oluşturmuştu. Allah’a (c.c.) değil de, ibâdetinin çokluğuna güveniyordu.

Âdem’e (a.s.) secde ediniz emri bütün meleklere olduğu gibi İblis’e de bir imtihan mahiyetindeydi. Bu imtihanın hikmeti içlerde olanların dışa vurulmasıydı.
 
Bu nedenle İblis içinde gizlediği kibir ve gururu açığa vurmuş, bu yüzden Allah’a (c.c.) isyan etmiş, gerçek kimliği açığa çıkmış, ismet sıfatına layık olmadığı anlaşılmış oldu.

İblis; yüce Allah (c.c.) tarafından verilen, kendime halife olacak bir varlık yaratacağım haberinden sonra, yaratıldığı ilk anlardan beri Âdem’i (a.s.) çekemez, melekler arasında dolaşarak; nefis sahibi, fitne ve fesat çıkaracak, kan dökecek birinin nasıl halife olabileceği fikrini yayardı.

Onun bu çabaları sonuç vermiş, melekler Allah’a (c.c.):

-Yeryüzünde kan dökecek, fitne fesat çıkaracak birine mi kendine halife yapacaksın? Diye sormuşlardı.

İblis kendinin dumansız, harareti yüksek bir ateşten, Âdem’inse (a.s.) balçıktan yaratıldığını belirterek, kendinin Âdem’den (a.s.) daha üstün olduğunu iddia etmişse de bu gayet mantıksız ve gerçek dışıydı. Çünkü ateş, balçıktan yani topraktan üstün değildir.

Her ikisinin ayrı şeylerden yaratılmış olması sadece Allah’ın (c.c.) takdiridir.

İblis’e isyana iten kör gururunun körüklediği çekemezlik duygusudur.

Âdem’le (a.s.) İblis ve diğer melekler arasındaki fark sadece yaratılış maddesinden ibaret değildi.

Cenab-ı Hak (c.c.) Âdem’e (a.s.) mahluklarının isimlerini, meziyetlerini, özelliklerini öğretmiş, bu bilginin içine de bir hikmet gizlemişti.

İblis bütün bunları görmezlikten geliyor, kör bir gururla kendisinin Âdem’den (a.s.) daha üstün olduğunu iddia ediyor, bu yüzden Cenab-ı Hakka (c.c.) isyan ediyordu.

İblis’in bu açık isyanı üzerine Cenab-ı Hak (c.c.):

“-Bulunduğun makamdan in. Hemen ayrıl git buradan. Meleklerim arasında büyüklenip, kibirlenmek olmaz.

Rahmetimden çık. Bundan sonra küçülenlerdensin”
buyurarak onu huzurundan kovdu. Bu yüzden kendisine Şeytan-ı racim denildi. (A’raf 13) (Hıcr 34)

İblis Cenab-ı Hakkın (c.c.) kendisine yönelik bu hitabından son derece korktu, yok edileceğini sandı.

Son bir gayretle Cenab-ı Haktan (c.c.) şöyle bir istekte bulundu.

-Ya Rabbi! Bana insanların tekrar dirilecekleri güne kadar hayatta bırak, o güne kadar mühlet ver. (Sa’d 79)(Araf 14)

Cenab-ı Hak (c.c.) onun bu isteğine karşılık şöyle yanıt verdi.

“-Şüphelenme ve korkma. Senin ecelin kıyamete kadar tehir edildi, geri atıldı.

O güne kadar azıp, düşebildiğin kadar dalâlete düş. Elinden geleni ardına koma.

O gün geldiğinde her canlı gibi sen de ölümü tadacak, ektiğini biçeceksin.”
(A’raf 15)
 
Kıyamete kadar yaşama izni alan İblis Cenab-ı Hakka (c.c.) şöyle dedi.

-Bu süre içinde azıp, dalâlete düşmeme izin verdin.

Ben de şu yarattığın kişinin neslini azıtıp, dalâlete düşürmek için doğru yolunun önüne oturacağım. Onların mallarına, çocuklarına ortak olacağım.

Onları kötülükle süsleyeceğim. Öyle ki çirkinlikleri güzellikler zannedecekler. Onların iyiye ve güzele gitmelerine engel olacağım.

İnsanları Sana ***üren, Sana ulaştıran iman ve sırat-ı müstakîm yolunu kesip, daima pusuda bulunacağım.

Onları önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından, her yönlerinden, her cihetlerinden saldırıp, doğru yoldan çevireceğim.

Onları sapıtıp, dalâlete düşürmek için ellerimden gelen her şeyi yapacağım.

Sen o zaman insanların çoğunu Sana itaatli ve şükredici kulların olarak bulmayacaksın.

Ben ancak onlardan pek azını aldatamam. Onlarda Senin hâlis kullarındır.
(A’raf 16-17) (İsra 62) (Hıcr 39-40)
 
Adem (a.s) -4


İblis Cenab-ı Hakka (c.c.) açıkça karşı gelip, meydan okurken Âdem’e (a.s.) ve Onun nesline verilmiş olan nefis, şehvet ve gadap duygularından bol, bol istifade edeceğini düşünüyor, bunlara güveniyordu. Sadece Allah’ın (c.c.) bazı hâlis kullarının bu tuzaklara düşmeyeceklerini, doğru yoldan ayrılmayacaklarını biliyordu.

İblis açıkça Cenab-ı Hakka (c.c.) karşı gelip meydan okuyunca Allah (c.c.) tarafından lânetlendi, Cennet’ten ve Huzur-u Kibriyadan kovuldu.

Cenab-ı Hak (c.c.) bu arada İblis’e şöyle buyurdu.

“-Ey İblis! Sen bütün güç ve kuvvetinle Âdem (a.s.) ve zürriyetine musallat ol.

Bütün vesvese, desise ve tuzaklarını kullan.

Muhakkak ki doğru yol benim yolumdur. Senin, azmışları dışında kullarım üzerinde bir hâkimiyetin yoktur.

Yemin ederim ki insanlardan kimler benim yolumu bırakırda sana uyarsa Cehennem’i sen ve sana uyan o kimselerle dolduracağım. Orayı onlara mekân yapacağım.
(Hıcr 43)

Aldatamayacağın o hâlis kullarımın üzerinde hiç bir hakimiyet kuramaz; etkileyip, tuzaklarına düşüremezsin. Onlar rızamı kazanma yolunda ibadetten ve sırat-ı müstakîmden kesinlikle ayrılmazlar.” (A’raf 18) (İsra-63-64)

Cenab-ı Hakkın (c.c.) İblis’e böyle bir izin verişi; iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın ayrılmasına yönelik bir hikmetti.

Adem (a.s.) yaratıldıktan, İblis Cennet’ten kovulduktan sonra Cenab-ı Hak (c.c.):

“-Ey Âdem! Cennet’ime gir” buyurdu. Onu Cennetine yerleştirdi.

Âdem (a.s.) yalnız olarak Cennet’te dolaşır, nimetlerinden bol, bol faydalanırdı.

Fakat yalnızdı. Kalbinin ülfet edeceği, bağlanacağı bir eşi yoktu.

Âdem (a.s.) uykuya daldığında Cenab-ı hak (c.c.) Onun eğe kemiğinden, kaburgasından bir kadın yarattı. Bir canlıdan yaratıldığından ona Havva adını koydu.

Cenab-ı Hak (c.c.) Hz. Havva yaratılıncaya kadar Âdem’i (a.s.) uykusundan kaldırılmadı, Onu uyandırmadı. Hz. Havva’nın yaratılışı O uykuda iken gerçekleşti. (Nisa 1)

Cenab- Hak (c.c) Âdem’i (a.s.) yalnızlıktan kurtarmak, Ona hayat arkadaşı ve eş olmak ve insan neslinin üremesini sağlamak için Hz. Havva’yı yaratmıştır.

Onu yaratmak için Âdem’in (a.s.) sol kaburga, eğe kemiğini kullandı. Âdem’de (a.s.) var olan fakat gizli tuttuğu gücü ve meziyetleri ikiye böldü, bir kısmını Hz. Havva’ya verdi.

Hz. Havva’nın yaratılması bitince Âdem’in (a.s.) yanına getirildi. Birbirlerini ilk defa Cennet’te görüp, tanıdılar.

Âdem (a.s.) uyandığından yanı başında oturan Hz. Havva’yı gördü. Ona:

-Sen kimsin? Ben seni şu Cennet’te hiç görmemiştim dedi.
 
Hz. Havva ona:

-Ben bir kadınım. Rabbim beni; bana ülfet edesin, beni sevesin, ben de sükûnet ve huzur bulasın diye yarattı. Ben sendenim. Ben senin hayatını renk ve anlam katacak, onu dolduracağım dedi.

Âdem’de (a.s.) ona:

-Sen benim kemiğimden kemik, etimden etsindir. O halde sen benim; etim, kanım ve eşim olmalısın dedi.

Her ikisi de Cennet’te altın bir taht üzerine oturtuldular. Her ikisinin üzerlerinde nurdan elbiseler vardı, bu nedenle edep yerleri görünmüyordu.

Âdem (a.s.) ile Hz. Havva Cennet’e girdikten sonra Cenab-ı Hak (c.c.) onlara şöyle buyurdu:

“-Ey Âdem! Sen ve ailen Cennet’e yerleşin. Nimetlerinden bolca yararlanın. Orada sizin için her şey vardır. Orada açlık ve susuzluk çekmezsiniz; açık, çıplak kalmazsınız, hiç bir zahmete girmezsiniz. Orada güneş yakıcı ve şiddetli değildir. (Bakara 35) (Taha 117-119)

Ey Âdem! Şu karşıda bekleşen meleklerimin yanına git ve onlara selâm ver. Verecekleri cevabı iyi dinle ve onu ezberle. Bu senin ve senden sonra gelecek zürriyetinin selâmlaşma şekli olacaktır.”

Cenab-ı Hakkın (c.c.) bu emri üzerine Âdem (a.s.) meleklerin yanına gidip onlara selâm verdi. Onlar da:

-Esselâmü aleyke ve rahmetullâhi diyerek karşılık verdiler.

Müminler arasındaki selâmlaşma şekli budur ve İslâm’ın en önemli şiarlarından biridir.

= = =

Âdem (a.s.) ile Hz. Havva Cennet’te özgürdüler. İstedikleri gibi Cennet’in nimetlerinden faydalanıyorlardı. Yalnız Cenab-ı Hak (c.c.) bir ağacın meyvesini onlara haram kılmış, o ağaca yaklaşmamalarını emretmişti. Bu onlar için bir imtihandı.

Cenab-ı Hak (c.c.) bu konuda Âdem’e (a.s.) şöyle buyurmuştu.

“-Ey Âdem! Sen ve eşin şu Cennet’i mesken edinip, orada biraz eğleşin. Orada Senin ve eşin için acıkmak, susamak, çıplak kalmak yoktur. Güneşin hararetinden de korunmaktasınız.

Cennet’imde istediğiniz gibi gezip, dolaşın. Nimetlerinden faydalanın.

Yalnız şu ağaca yaklaşmayın. O ve onun meyvesi size haramdır. İblis’ten sakının. Şüphesiz ki o Senin ve eşin için büyük bir düşmandır. O sizi aldatıp da Cennet’ten çıkmanıza neden olmasın. Sonra çok müşkül durumda kalır, zarar edenlerden olursunuz.”
(Araf 19) (Bakara 35) (Taha 117)

Âdem, (a.s.) Cenab-ı Hakkın (c.c.) Cennet’imi mesken edinip orada biraz eğleşin buyurmasından, kendisi ve eşinin cennette sonsuza kadar kalmayacağını anlamıştı. Biraz eğleşin buyruğu belirli bir zamanı gösteriyordu. Fakat çıkarılmalarının neden ve nasıl olacağını bilmiyordu.

Aynı şeyi İblis’te fark etmişti. Âdem (a.s.) ile Hz. Havva’nın sonsuza kadar cennette kalmayacağını o da biliyordu.

İblis Âdem (a.s.) ile Hz. Havva’ya Cennet’te bir ağaç ve onun meyvesinin haram edildiğini öğrenince onların Cennetten çıkarılma nedeninin bu ağaç olacağını hemen anladı. Onları kandırıp, iğfal etmek için bir plân kurdu.

Her şeyden önce Âdem (a.s.) ve Hz. Havva’nın nefislerinin bu; gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalp ve akılların tasavvur edip, düşünemediği kadar güzel olan Cennet’ten ayrılmak istemeyeceklerini, ebediyen burada kalmayı arzu edeceklerini hesapladı.

Bu istek normal olarak son derece güçlüydü. İblis, nefislerinin Âdem (a.s.) ile Hz. Havva’nın en zayıf yerleri olduğunu da biliyordu.

Onların Cennet’te ebediyen kalma isteklerini körükleyecek, bununda ancak yasak ağacın meyvesinden yemeleri suretiyle mümkün olacağını onlara telkin etmeye çalışacak, onları yasak ağacın meyvesinden yemeyi teşvik edecek, böylece Allah’ın (c.c.) buyruğuna karşı gelmelerini sağlayacaktı.
 
Teşekkürler güzel ve yararlı konu
 
Geri
Üst