Nasreddin Hoca Fıkraları

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan juani-
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
12
EXE RANK

juani-

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
5 Nis 2011
Mesajlar
12,969
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
juani-
ELE YARANILMAZ
Bir gün hoca merhum, oğlunu eşeğe bindirmiş kendisi arkasından ağır ağır yürüyerek köye gidiyorlarmış. Yolda bunları görenler:
— Dünya tersine döndü galiba! Baksana hale! ihtiyar adam yerde yürüyor da parmak kadar çocuk eşeğin üzerinde. Ne ayıp şey değil mi? diye söylenmeye başlamışlar.
Bu sözleri duyan hoca merhum, merkepten oğlunu indirip kendisi binmiş. Biraz gidince birkaç kişiye daha rastlamışlar. Onlar da:
— Şu hale bakın siz! Koskoca adam binmiş eşeğe, parmak kadar çocuk arkasından yetişeyim diye ter döküyor, insanoğlu işte, hep kendini düşünür, diye konuşmaya başlamışlar.
Bu sözleri de duyan hoca:
— Oğlum en iyisi gel beraber binelim. Bakalım ne diyecekler? demiş.
Hoca önde, oğlu arkada giderken birkaç kişi daha görmüş onları. Onlar da:
— Şu insanoğlunda merhamet diye bir şey kalmadı. Baksana eşeğin beli nerdeyse yere değecek. Yerde yürüseler sanki ölecekler mi? Azıcık korkusu olan insan böyle yapmaz, gibi sözler söyleyerek uzaklaşmışlar.
Hoca bu sefer:
— Oğlum en iyisi mi, ikimiz de yürüyelim, öyle ettik olmadı, böyle ettik olmadı. Bir de bu şekil deneyelim bakalım, demiş.
Eşek önlerinde, onlar arkada yollarına devam ederlerken, birkaç kişi daha görmüş bunları. Onlar da:
— Şunlarınki de akıl mı yani? Eşek önlerinde bomboş gidiyor da her ikisi de şu sıcakta yerde yürüyorlar, insan, boş eşşek olur da binmez mi hiç?!, demişler.
Bu sözleri de duyan hoca:
— Gördün ya oğul, her kafadan bir ses çıkıyor. Ne yapsan beğenmiyorlar. En iyisi bildiğinden şaşmayacaksın. Elin ağzı torba değil ki, büzesin!.. demiş.
 
HOCA İP SATIYOR
Nasreddin hoca Akşehir'de ara-sıra pazara iplik çıkarır satarmış. Fakat hocayı hep kandırırlar ipini değerinden aşağı alırlarmış. Hoca, durumdan kurtulmak için bu sefer yün iplikleri kurumuş bir deve başı bularak ona sarmış. Hoca, iplikle pazara çıktığı zaman iplikçi:
__ Bu nasıl yumak böyle yahu!.. Ne var bunun içinde?, demiş.
Hoca adamın sözlerine sinirli bir şekilde:
— Devenin başı var, demiş.
Tüccar ipi tartıp parasını vermiş ve hoca da çekip evine gitmiş. Ertesi gün tüccar, hocayı çarşıda yakalamış:
— Utanmadın mı yalan söylemeye? Bana ip diye koskoca devenin başını sattın. Bir de ip diye yalan söyledin, demiş. -
Hoca gayet ciddî bir şekilde:
— Ne demek efendi! Ben sana yalan söylemedim ki. Sen içinde ne var bunun dedin, ben de devenin başı var, dedim. Bunun neresi yalan. Hem senin verdiğin para ancak o devenin başına sarılı olan ipin karşılığıdır, demiş.
 
AĞA, BAŞINI EVDE BIRAKMASIN
Akşehir'in ağalarından hocanın bir ahbabı vardı. Bir gün Akşehir'e gittiği zaman onu da ziyaret etmek istedi. Ağanın konağına yaklaştığında onu pencereden başını çıkarmış etrafı seyreder gördü. Ağa da hocayı görmüştü. Onunla görüşmek ve evine almak istemediğinden başını içeri çekti. Hoca eve gelip kapıyı çaldığında kapıyı hizmetçi açtı.
Hoca merhum:
— Ağa ile görüşmek, sohbet etmek için geldim, dediğinde hizmetçi verilen talimat gereği:
— Ağa evde yok efendim. Geldiği zaman sizin geldiğinizi söylerim. Belki de sizinle görüşemediğine çok üzülecektir, dedi.
Hizmetçinin bu sözlerine hoca gülümseyerek şu cevabı verdi:
— Ağaya söyle de dışarı çıkarken bir daha başını evde unutmasın sakın!.
 
MERKEBE SORDU
Komşunun biri hocadan bir gün merkebini istedi. Hoca:
— Dur bir dakika! Kendisine sorayım eğer gönlü varsa alâ, ama gönlü yoksa veremem, deyip içeri girer.
Adam dışarda neticeyi beklemektedir. Hoca gelir ve der ki:
— Kendisine sordum, emin ol ki hiç niyeti yok.
Adam:
— Nasıl olur hocam, hiç merkep konuşur mu? der. Hoca:
— Eğildim kulağına gidip gitmeyeceğini sordum. Bana giderim ama yabancılar hep benim kulağıma vuruyorlar ve durmadan da sana küfrediyorlar, dedi. Ben de bu sebepten veremem, der.
 
TİMURLENK VE HOCA...
Timurlenk, ordusunda kullandığı fillerden bir tanesini hoca merhumun bulunduğu köye gönderir ve arkasından da:
— Bu file elinizden geldiği kadar bakacak ve besleyeceksiniz, diye haber yollar.
Fil köyde istediği gibi dolaşmakta, dilediği bağ ve bahçeden beslenmektedir. Kimse çıkıp da:
— Bu nereden başımıza geldi. Timur ne yaparsa yapsın bunu köyümüzden alsın, diyemez ama, için için de sızlanmalar yayılmaya başlar. En sonunda köylüler bu işi gidip Nasreddin hoca ile beraber Timur'a söylemeye karar verirler.
Bir hey'et teşkil ederek sultanın huzuruna çıkmak üzere yola düşen köylüler, saraya yaklaştıkları zaman korkarlar ve geri dönerler. Hoca:
— Arkadaşlar etmeyin, eylemeyin, buraya kadar geldik. Ne olursa olsun bir varalım dediyse de söz dinletemez.
Yalnız başına kalan hoca Timur'un huzuruna çıkar ama, içinden de «Gösteririm ben size» der. Timur sorar hocaya:
— Hoca ne var, ne yok? Bir istediğiniz mi var, hayrola!? Hoca merhum:
— Sultanım, sağolun varolun, bizim köye bir fil gönderdiniz bizi memnun ettiniz. Hele köylülerimiz filden çok memnunlar. Yalnız, şu kadarlık var ki, hayvancağız yalnız olduğundan akşamları acı acı bağırıp duruyor. Sizden isteğimiz, mümkünse onun eşini de göndermenizdir, der.
Timur tabii ki, hocadan memnun olmuştur:
— Peki hoca hazretleri, en kısa zamanda onun eşini de gönderirim siz hiç merak etmeyin, der.
Hoca köye döndüğünde, köylüler merakla hocanın etrafını sararlar:
— Hocam mesele ne oldu? diye sorduklarında. Hoca için için gülerek:
— Müjdeler size! Hiç merak etmeyin pek yakında filin eşi de gelecek, der.
 
SEN DE HAKLISIN
Hoca merhumun huzuruna bir adam gelip, dâvâcı olduğu zat hakkında attı, tuttu. Hoca merhum adamı sonuna kadar dinledikten sonra:
— Haklısın sen!... dedi.
Biraz sonra hakkında konuşulan adam geldi Hoca merhumun huzuruna. O da başladı hasmının hakkında konuşmaya. Hoca merhum onu da sonuna kadar dinledikten sonra, baktı o da gayet haklıya benziyor:
— Sen de haklısın arkadaş, dedi.
Tabii bu konuşmaları hoca merhumun hanımı da dinlemişti. Hocanın adamın ikisine de hak vermesine bir mânâ veremedi ve:
— Hoca efendi, nasıl olur adamın ikisi de haklı olur mu? Birisi mutlaka haksızdır, dedi.
Tabii ki, hanımın söyledikleri de doğru idi. Hoca merhum başını salladı:
— Sen de haklısın karı!... demek durumunda kaldı.
 
99 OLURSA ALMASI
Hoca merhum, her akşam yatarken:
__ Ya Rabbi! Yüz altın isterim.. Doksandokuz olursa almam, derdi.
Hocanın bir de yahudi komşusu vardı. Her akşam hoca komşunun bu şekil dua ettiğini duyunca denemeye karar verdi. Bir akşam yine hoca merhum duasını bitirip sonunda da:
__ Ya Rabbi! 100 altın isterim, 89 olursa almam, demeye başlayınca daha evvel damın başına çıkan yahudi bacadan aşağı altınları teker teker atmaya başladı. Hoca efendi hemen ocağın başına koştu ve gelen altınları almaya başladı. Hoca 100 altın istiyordu ama, altınların sonu 99 olunca kesildi.
Daha evvel:
— 99 olursa almam, diyen hoca:
— 99'u veren 100'ü de verir, aza şükretmeyen çoğu bulamaz, dedi ve altınları keseye doldurdu.
Hocaya altınları döken yahudi sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemeye başladı. Sabah oldu, yahudi alelacele hocanın kapısını çaldı ve:
— Hocam akşam altınları bacadan ben atmıştım. Bir şaka yapayım, dedim. Bakalım hoca efendi sahiden almayacak mı diye denemek istemiştim, falan diyerek altınları geri istedi.
Hoca merhum:
— Ne münasebet canım! Sen bana tarafından altın atıldığını duydun ve hemen açıkgözlük yapmak istiyorsun. Ben senden altın falan istemedim, ben 'tan istedim, O da verdi, deyince yahudi ne yapacağını şaşırdı, doğru kadıya varıp hoca merhumu şikâyet etti.
Nasreddin hocaya gelip:
— Mahkemeye gideceğiz, deyince, hoca:
— Giderim ama, altıma bir at, sırtıma bir kürk isterim, dedi. Yahudi çaresiz bunları kabullenip bir at bir de kürk aldı hocaya...
Beraber kadının huzuruna çıktılar. Yahudi derdini anlattı:
— Benim paralarımı vermiyor, dedi. Kadı hoca merhuma sordu:
— Ne diyeceksin bu iddialar karşısında? diye. Hoca merhum:
— Kadı efendi, bu adam yalancının tekidir. Bana para falan vermedi. Bu adam korkuyorum biraz sonra dışardaki ata bile «Benimdir!» diyecektir, dedi.
Yâhudinîn gözleri bir karış açık:
— Evet, kadı efendi. Dışardaki at da aslında benim, dedi. Hoca merhum:
— Görüyorsun değil mi kadı efendi? Ben ne dedim, korkarım şu sırtımdaki kürke bile sahip çıkabilir, «O da benimdir» diyebilir. Bu adam bu kadar yalancı ve düzenbazdır, dedi. Yahudi heyecanla:
— O da benim kadı efendi. Ben verdim buraya gelirken onu, dedi. Hoca Merhum:
— Ben demedim mi Kadı efendi, dedi. Kadı yahudinin haksızlığına hükmetti. Yahudi mahkemeden eli boş döndü tabii. İkisi bir yola çıkıp gitmeye başladılar. Hoca atta, yahudi yürüyor.
Hoca merhumun oyunu burada sona ermişti:
— Al atını, kürkünü ve paralarını. Ben senin malına sahip olacak değilim. Fakat bundan sonra sakın kendini yerine koyayım deme, diyerek adama biraz da akıl verdi.
* * *
 
EŞEĞE KİTAP OKUTTU
Timurlenk'e iyi bir eşek vermişlerdi. Eşek saray bahçesine gelince, padişahın dalkavukları eşeği methetmeğe başladılar. O kadar övüyorlardı ki, hoca merhum duramadı:
— Bu eşek o kadar kabiliyetli bir hayvan ki, kitap bile okuturum ben buna, dedi.
Orada bulunanlar nasıl olur diye hayret ettiler. Hoca merhum Timurdan eşeği bir müddet istedi ve kitap okumasını öğreteceğini söyledi.
Eşeği Timurdan alan hoca merhum kendi evine ahırına getirip bağladı:
— Benden habersiz eşeği kimse yemlemesin, diye de evdekilere sıkı sıkı tenbih etti.
Daha sonra merkebi alıp Timur'un sarayına gitti. Saray bahçesinde eşeğin kitap okuyup - okuyamayacağını gösterecekti. Bir masanın üzerine bir kitap koydurdu, merkebi de kitabın başına getirip beklemeye başladı. Eşek daha evvel öğrendiği gibi kitabın yapraklarını bir bir çevirmeye başladı. Kitap bitti, eşek de anırtıyı bastı. Oradakiler şaşkın şaşkın bakışıyorlardı. Hoca:
— Gördünüz değil mi? Eşek kitabı okuyup bitirdikten sonra şimdi de özetini veriyor, dedi.
Timurlenk hoca merhuma bu işi nasıl becerdiğini sorduğunda şöyle anlattı:
— Bir iki gün aç bıraktım. Daha sonra kitap yapraklarının arasına arpa danelerini koydum ve kendi elimle çevirip arpayı yedirmeye başladım. Tabii aç olduğu için sabırsızlıkla sayfaların açılmasını bekliyordu. Birkaç gün böyle devam ettikten sonra, sayfa yapraklarının arasindan kendi başladı arpa aramaya... İşte eşeğin kitap okuması bundan ibarettir. Kitap içinde arpa olmadığı zaman ise acından acı acı anırıyor, dedi.
Hoca merhumun bu başarısı karşısında Timur, çok memnun oldu ve bir kese altın hediye etti.
 
ÜÇ PAPAZ ve HOCA MERHUM
Uç papaz, Akşehir'e hoca merhum ile tanışmaya ve bazı sorular sormaya geldiler. Bir meydan yerine toplanarak konuşacaklardı. Papazlar ve kalabalık halk topluluğu meydan yerini doldurmuştu.
Papazlar sorularını sormaya başladılar.
Birinci papaz:
— Dünyanın ortası neresi? diye sordu.
Hoca eşeğin ön ayaklarının olduğu yeri gösterdi:
— İşte dünyanın ortası burasıdır, dedi. Papaz itiraz etmek istedi:
— Ne biliyorsun orası olduğunu? diye sorunca, Hoca Nasreddin:
— İnanmazsan ölçebilirsin, dedi.
Kendisinden gayet emindi. Acaba dünyanın yuvarlak olduğunu ta o zaman tahmin etmiş miydi? Çünkü dünya yuvarlak olduğuna göre her yer dünyanın ortası olabilir.
ikinci papaz sordu sorusunu:
— Gök yüzünde kaç tane yıldız var hoca efendi?.
Hoca cevap verdi:
— Eşeğin sırtında ne kadar kıl varsa o kadar da yıldız var. Papaz itiraz etti:
— Olur mu canım nereden belli doğru söylediğin? deyince, Hoca cevabı yapıştırdı:
— İnanmıyorsan sayabilirsin!...
O da verecek cevap bulamadı tabii. Sıra geldi üçüncü papaza:
— Benim sakalımda ne kadar kıl var? dedi.
— Eşeğin kuyruğunda ne kadar varsa senin sakalında da o kadar kıl var.
Papaz yine itiraz etti:
>— Ne malûm aynı olduğu? deyince,
Hoca gayet kestirme bir yol buldu:
— Alırız cımbızı elimize, bir eşeğin kuyruğundan, bir senin sakalından çekeriz. Evvelâ hangisi biterse belki de "o azdır. Eğer denk gelmezse ben dâvayı kaybetmiş sayılırım, dedi.
Papazın işine gelmedi sakalını yoldurmak:
— Haklısın hoca efendi! demek zorunda kaldı.
Bu konuşmalar papazların çok hoşuna gitmişti. Çünkü onlar beklemedikleri bir cevapla karşılaşmışlardı. Hocanın böyle zeki ve kestirme cevaplarına hayran kaldılar.
 
İNMEK DE Mİ?
Hoca merhum, bir gün camide vaaz etmek için kürsüye çıkmıştı. O anda cemaate anlatacak bir şey gelmedi aklına ve beklemeye başladı:
— Ey cemaat! Benim nasıl konuştuğumu ve ilmî dirayetimi hep bilirsiniz. Fakat hikmeti ilâhî şu anda aklıma tek bir kelime bile gelmiyor, diyor ve hâlâ kürsüde oturuyordu.
Hocanın oğlu daha babasının sözleri bitmeden kürsüye doğru yaklaştı ve:
— Baba biliyoruz aklına bir şey gelmedi ama, kürsüden inmek de aklına gelmiyor mu? dedi.
Hoca efendi oğlunun bu yerinde sözlerine diyecek bulamadı ve kürsüden indi.
 
BİR AKÇA, BİR TOKAT
Hoca merhuma adamın biri haberi olmadan gelip «Şak> diye bir tokat vurur. Hoca doğru mahkemeye... Kadı:
— Bir tokadın diyeti bir akçadır, der.
Tokadı vuran adam kadının bir tanıdığı imiş. Para bulmak için gider, fakat aradan saatler geçtiği halde adam gelmez. Hoca yerinden fırladığı gibi kadıya bir tokat aşkeder ve:
— Kadı efendi, madem ki bir tokat bir akça imiş. Bir akça geldiği zaman onu sen alırsın, der.
 
TİMUR'A İNCİR GÖTÜRDÜ
Hoca merhum, bahçesinden bir sepet ayva toplamış Timur'un sarayına gidiyordu. Yolda bir ahbabı:
— Nereye böyle hoca efendi? diye sordu. Hoca:
— Timur'u ziyarete gidiyorum, dedi. Adam:
— Timur ayvayı sevmez. O en çok inciri sever, sen ona pazardan bir sepet incir ***ür, dedi.
Hoca merhum adamın dediğini yaptı. Bir sepet incirle Timurlenk'in huzuruna çıktı. Timur, hoca merhumun incirlerini beğenmişti. Birini yiyor, birini ise karşısında oturan hoca merhumun yüzüne çalıyordu. Timur'un bu hareketine kızmayan hoca merhum, ellerini her incir gelişinde yüzüne sürüyor ve: "
— Ya Rabbi şükürler olsun sana!, diye dua ediyordu. Timur bunun sebebini sordu. Hoca merhum:
— Sultanım, ben size ayva getiriyordum. Ya bir de onlarla gelseydim şimdi benim yüzüm ne hale gelirdi. Yolda bana sizin ayva yemediğinizi söylediler de değiştirdim. Ayva ile huzurunuza gelmediğime şükrediyorum, dedi.
 
KIRK YILLIK SİRKE NASIL SAKLANIR?
Hoca merhumdan bir komşusu:
— Kırk yıllık sirke lâzım. Sizde olduğunu duydum var mı acaba? diye sordu.
Hoca merhum:
— Var, ama veremem, diye cevap verdi. Adam:
— Hocam lâzım olmasa zaten istemem. Bir sirkeden ne sıkar, niye vermiyorsun? deyince.
Hoca:
— Eğer her isteyene verseydim, bende kırk yıllık sirke kalır mıydı? diye cevap verdi.
 
BİNDİĞİ DALI KESTİ
Oradan geçenlerden biri hoca merhumu bindiği dalı keserken görüp:
— Hocam ne yapıyorsun? Bindiğin dalı kesiyorsun, o ağaç kesilirse sen de düşersin sonra, dediyse de hoca merhum bindiği dalı kesmeye devam etti.
Hakikaten biraz sonra da ağacın kırılan koluyla beraber yere düştü. Hoca merhum kendi kendine:
— Bu adam benim buradan düşeceğimi bildiğine göre benim ne zaman öleceğimi de bilir, diyerek adamın peşine düştü.
Bir müddet koştuktan sonra da adama yetişti. Adam arkasından hocanın geldiğini görünce:
— Ne o hoca efendi, bu hâl nedir? diye sordu. Hoca merhum:
— Arkadaş, sen benim bindiğim dalı kesince düşeceğimi biliyorsun, benim ne zaman öleceğimi de bilirsin, dedi.
Adam:
— Hocam olacak iş mi? Ben nereden bilirim senin ne zaman öleceğini diye diretti ise de hoca hazretleri söyleyeceksin, diye ısrar ediyordu.
Adam kurtulmak için:
— Hocam, dedi. Odunları merkebe yükleyip yukarı doğru çıkarken, yolda merkep bir kere tökezlerse bil ki, canının yarısı gitmiş demektir. İkinci tökezlenmesinde ise ölürsün, dedi.
Hoca merhum, adamın dediği gibi yaptı. Biraz sonra merkep tökezlemeye başladı. Hoca dermansızlaşmaya... İkinci tökezlenmede ise hoca:
— İşte öldüm, diyerek yere yattı.
Bir müddet sonra hoca hazretlerini ölü olarak buldular. Tabuta koyup eve ***ürüyorlardı. Biraz gittikten sonra yol iki çatal oldu. Cemaat hangisinden gitsek acaba diye düşünürlerken, hoca merhum tabuttan başını çıkarıp:
— Ben sağlığımda şu yoldan giderdim, dedi ve onlara yol gösterdi...
 
CENAZEYE SORUN
Muzibin birisi hoca merhumun yanına gelip:
— Dünya kaç arşın acaba? Bunu bilse bilse bizim hoca efendi bilir diye sana soruyorum, der. Hoca merhum, oradan geçmekte olan cenazeyi göstererek:
— O soruyu git de şu gidene sor. Dünyayı ölçmüşde gidiyor, diye cevap verir.
 
YA SECDEYE KAPANIRSA
Hoca merhum, bir yolculuğu sırasında bir handa (otel) konaklamak üzere kalmıştı. Gece yatağa yattığında eski olan binanın gıcırtılarından bir türlü gözüne uyku girmedi. Hancıya varıp:
— Be birader, bu ne kadar da eskimiş. Korkuyorum bina başıma çökecek, diye konuşmaya başlayınca hancı hemen hoca merhumun sözünü kesip:
— Hocam siz de bilirsiniz ki, her şeyin bir ibadeti vardır. Bizim han da zikir ediyor, deyince hoca merhum hemen cevabı yapıştırdı:
— Ben de zaten biraz sonra secdeye kapanır diye korkuyorum ya!.
 
HANGİSİNİ ÇOK SEVİYORMUŞ
İki hanımı vardı hoca merhumun. Bir ara tutturdular:
— Hoca, hangimizi çok seviyorsan, söyliyeceksin. diye ısrar etmeye başlamışlar.
Hoca Hazretleri bu sıkıntıdan kurtulmak için ikisine de gizli gizli mavi boncuk verdi. Onlar gene ara sıra:
— Hangimizi çok seviyorsun hoca efendi? dediklerinde, o:
— Mavi boncuk hanginizde ise onu çok sevdiğim belli, diye cevap verirdi.
 
BİR TEPSİ HİNDİ DOLMASI
Adamın biri hoca merhumun yolunu kesip:
— Hocam adamın biri eline bir tepsi hindi dolması almış gidiyordu, dedi.
Hoca hazretleri:
— Bana ne gidiyorsa, diye cevap verince,
Adam:
— Hocam galiba sizin eve gidiyordu, dedi.
Bu sefer hoca Nasreddin:
— Bizim eve giden hindi dolmasından sana ne? diyerek adamı yine alt etti.
 
HOCA MERHUMUN CEVİZ TAKSİMİ
Çocuklar toplanmışlar, önlerindeki cevizi paylaşamıyorlardı. Yoldan geçmekte olan hoca merhumu görüp:
— Hocam biz taksim edemiyoruz. Şu cevizleri bizlere bölüştürsene, dediler.
Hoca merhum ceviz torbasının başına geldi:
— taksimi mi, kul taksimi mi istiyorsunuz? diye sordu. Onlar daha çok âdil olacağını tahmin ettiklerinden:
— taksimi isteriz, dediler.
Hoca merhum, cevizlerin yarısını ******n birine verdi, birkaç tane de birine verip bazısına hiç vermedi. Bunun üzerine çocuklar:
— Böyle taksim mi olur? diyerek itirazı bastılar. Hoca merhum:
— Siz taksimi istemediniz mi? , bazısına çok verir, bazısına hiç vermez, bazısına az verir ve insanların 'ın bu taksimine itiraz etmeye hakları da yoktur.
 
HOCA KÖYLERDE
Hoca merhum, köyleri dolaşıp halka vaaz ediyordu. Bir kasabaya varınca orada birkaç gün kalmaya karar verdi. Üç - dört gün kaldı, halka va'z'ü nasihat etti, fakat kimse aç mısın, susuz musun, demiyordu. Hoca merhum bir konuşmasında İsa Aleyhisselâm'ın dördüncü kat semâda olduğunu ve 'ın izni ile orada durduğunu anlatmıştı. Camiden çıkarken cemaattan biri:
— Hocam çok merak ettim, acaba İsa Aleyhisselâm dördüncü kat semâda ne yiyip, ne içiyor? diye sordu.
Hoca merhumun tepesi atmıştı; yakınlarındaki cemaatın da duyabileceği bir şekilde:
— Yahu siz ne biçim adamlarsınız? Ben günlerden beri kasabanızda duruyorum, bana nasılsın, aç mısın, susuz musun diye sormuyorsunuz da tâ dördüncü kattaki Isa Aleyhisselâmı soruyorsunuz!, dedi.
 
Geri
Üst