Nasreddin Hoca Fıkraları

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan juani-
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
SAYI SAYMASINI BİLMİYORSUNUZ
Hoca merhumun da hazır bulunduğu bir zamanda Timur, bir suçluya bin değnek vurulmasını emreder. Hoca merhum gülmeye başlar bu durum karşısında...
Timur gayet sinirli bir şekilde:
— Ne o hoca? Benim verdiğim emre sen nasıl gülersin? der. Hoca efendi yine gülümseyerek cevap verir:
— Sultanım siz ya hiç dayak yemediniz, yahut da sayı saymasını bilmiyorsunuz...

BİR KURUŞA PAZARLIK
Hoca merhum, birgün ırmak kenarında dolaşıyormuş. Karşıdan gelen birkaç kişi görüp:
— Böyle sıraya dizilmiş nereye gidiyorsunuz? diye sormuş. Onlar:
— Biz âmâyız. İrmağı geçmek istiyoruz, fakat korkuyoruz. Bizi kim karşıya geçirirse adam başına bir kuruş vereceğiz, demişler.
Hoca bu teklifi kabul edip adamları teker teker karşıya geçirmeye başlamış. Sıra en sonuncusuna geldiğinde de suyun ortasında sırtından düşürmüş ve adam akan suların tesiriyle sürüklenmeye başlamış.
Tabii suya düşen adam:
— ölüyorum, boğuluyorum! diye feryadı basınca, Arkadaşları:
— Sen ne yaptın be arkadaş? diye hocaya çıkışmaya başlamışlar. Hoca hiç istifini bozmadan:
— Ne kızıyorsunuz be mübarekler. Siz de bir kuruş noksan para verirsiniz, demiş.
 
HOCANIN VASİYETİ
Nasreddin hoca merhum, hayatının sonlarına doğru çoluk-çocuklarına hep:
— Ben ölürsem cenazemi eski-virane bir kabre koyun, diye vasiyet eder, dururmuş.
Hocaya bunun sebebini sorduklarında:
— Neden olacak... Sorgu melekleri geldiği zaman, «Görüyorsunuz mezarım bile eskidi, benim sorgum yapılalı kaç sene oldu» diyeceğim dermiş.
 
RAMAZAN KIRKBEŞ
Hoca merhum, köyün imamı iken Ramazan ayı geldiğinde günleri şaşırmamak için her gün çömleğe bir taş atarmış. Hocanın bir de küçük kızı varmış. Bu çocuk babasının her gün çömleğe taş attığını görünce, kendisi de tutmuş bir avuç taşı çömleğe doldurmuş.
Ramazanın sonuna doğru gelmişler (yirmi - yirmibeşi olduğu sıralarda) cemaat hocaya:
— Ramazanın kaçı? diye sormuşlar.
— Eve kadar gidip - geleyim, size Ramazanın kaçı olduğunu söylerim, demiş ve eve gidip taşı saydığında, çömlekten tam 115 taş çıkmış. Hoca düşünmüş-taşınmış... «Ramazanın 115'i dese hepten ayıp olacak kırkbeşi» demeye karar vermiş
Cemaatın yanına gelince:
— Kaçı olmuş hocam? diye sormuşlar. Hoca:
— Kırkbeşi, diye cevap verince. Oradakiler:
— İnsaf be hoca. Ramazan kırkbeş olur mu? demişler. Hoca:
— Siz bana dua edin, yoksa iş çömlekten çıkan taşa kalsaydı, Ramazanın 115'i olacaktı, demiş.
 
HOCA KÜRSÜDE
Hoca merhum, ömrünü va'zetmekle geçirdiği cemaatın git-gide bozulduğunu gördükçe çok üzülürmüş. Bir gün yine va'zetmek için kürsüye çıkıp:
— Ey cemaat benim ne söyleyeceğimi biliyor musunuz? demiş. Camidekiler hep bir ağızdan:
— Bilmiyoruz, demişler.
Hocanın buna daha fazla canı sıkılmış ve:
— Mademki bu zamana kadar bir şey öğrenmediniz, bir şey bilmiyorsunuz. Ben size ne söyleyeyim? demiş ve kürsüden inmiş.
Bu sefer cemaat aralarında «Eğer hoca yine aynı soruyu sorarsa biliyoruz diyeceğiz» diye karar almışlar.
Hoca ikinci cuma günü kürsüye çıkıp da:
— Ey cemaat benim ne söyleyeceğimi biliyor musunuz? diye sorunca...
Hep beraber:
— Biliyoruz!, diye bağırmışlar. Hoca:
— Mademki biliyorsunuz, benim konuşmama hiç lüzum yok, deyip kürsüden inmiş.
Bu durum karşısında hoca merhumun va'zını dinlemek istiyen cemaat ne yapacaklarını şaşırmışlar. Bu sefer cemaatın kararı şöyle olmuş:
— Eğer yine sorarsa bazımız biliyoruz, bazımız da bilmiyoruz, diye cevap veririz, demişler.
Hoca yine kürsüye çıkıp sormuş:
— Ey cemaat benim söyliyeceklerimi biliyor musunuz? diye sormuş.
Cemaatın içinden bir kısmı:
— Biliyoruz! diye seslenirken, Bir kısım cemaat da:
— Bilmiyoruz!, demişler. Hocanın işi daha da kolaylaşmış:
— öyleyse iş kolay, bilenler bilmeyenlere öğretsin, deyip kürsüden inmiş.
 
KERAMET KAVUKTAN İSE SENİN OLSUN
Akşehir'de adamın birine bir mektup gelmişti. Adam:
— Bunu okusa okusa hoca okur, diyerek Nasreddin Hoca'ya getirdi.
Hoca merhum, baktı ki mektup Farsça:
— Ben okuyamayacağım, bir okuyan bul, deyip mektubu geri verdi. Adamın suratı asılmıştı:
— Sen nasıl hocasın be!.. Bir mektubu bile okuyamıyorsun. Bir de tutmuş hocayım diye başına sarık sarmışsın, diye söylenmeye başladı.
Hoca baktı ki, adamı susturmak imkânsız, hemen başındaki sarığı çıkardığı gibi adamın başına geçirip:
— Al bakalım, şimdi sen oku!.. Keramet kavukta ise göster kendini, diyerek adamı susturdu.
 
TANRI MİSAFİRİ
Tembel, ev bark sahibi olmak gibi bir düşüncesi olmayan, nerde akşam orda sabah kabilinden, onun bunun evinde ömür tüketen bir adam varmış. Bu adam bir gece de hocanın kapısını çalmış.
Hoca:
— Kim o?, diye sormuş.
Adam:
— Benim hocam, Tanrı misafiri, demiş. Hoca işin kolayını bulmuş, adama:
— Gel benimle, deyip arkasına katmış ve caminin kapısına varınca da:
— Buyur arkadaş!.. Sen Tanrı misafirisin, burası da Tanrının evidir, demiş geri dönmüş.
 
KAZAN ÖLDÜ
Hocaya bir gün kazan lâzım olmuştu. Gitti komşusundan aldı, fakat verirken kazanla beraber bir de içinde küçük bir tencere verdi. Komşu kazanı alırken:
— Hocam bu içindeki tencere ne oluyor? diye sordu. Hoca:
— Kazan doğurdu komşu, dedi.
Komşu maalmemnuniyetle kabul etti. Aradan zaman geçti, hocaya gene kazan lâzım olup komşusundan aldı. Fakat aradan günler; haftalar geçtiği halde hoca kazanı getirip vermiyordu.
Komşu:
— Hocam bizim kazan ne oldu? diye sordu. Hoca merhum, gayet üzgün bir edâ ile:
— Komşu hiç sorma! Kazan öldü. Bu zamana kadar size söylemeye dilim varmadı, dedi.
Komşu:
— Ne demek hoca? Hiç kazan ölür mü? dediğinde:
— Neden ölmesin? Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne mi inanmıyorsun? dedi.
 
KURDUN KUYRUĞU KOPARSA!..
Hoca merhum, bir gün Mollası İmad'la kurt avına çıkar. Dağda gezerken bir kurt ini bulurlar ve İmad kurt yavrusu yakalamak için ine dalar. Hoca dışarda mağaranın ağzında beklemektedir. Biraz sonra ana kurt gelip ine girer. Ama, tam içeri girerken hoca, İmad'ın başına gelecekleri düşünüp kurdu kuyruğundan yakalar.
Kurt içeri - hoca dışarı asılırken bir toz - duman kaplar ortalığı... İmad içerde tozdan boğulacak gibi olmuştur:
— Hocam ne yapıyorsun aşkına? İnin ağzında ne tepinip duruyorsun kendi kendine? diye sorar.
Kurdu tutmakta hayli sıkıntı çeken hoca:
— Kurdun kuyruğu bir koparsa sen o zaman görürsün tozu - dumanı, der.
 
MERKEBE Mİ, BANA MI?
Komşusu her zaman olduğu gibi, gene bir gün hocadan eşeği ister. Hoca vermek istemediğinden:
— Eşek evde olsaydı maalmemnuniye, ama, maalesef yok, der.
Terslik bu ya, tam bu sırada eşek ahırda uzun uzun anırmaya başlamaz mı?.
Komşu:
— Hocam bir de eşek evde yok diyorsun, işte eşek içerde ya!, der.
Hoca sinirli bir halde:
— Sen ne saygısız adamsın be! Benim sözüme inanmıyorsun da bir eşeğin anırmasına mı inanıyorsun? Yazıklar olsun senin gibi adama, diye çıkışır.
 
YORGAN GİTTİ, KAVGA BİTTİ
Hoca bir gece uyandı ki kapının önünde birkaç kişi toplanmış kavga ediyorlar.
Hoca:
— Hatun ışığı yak da bir bakalım bakayım neymiş bunların derdi? der.
Hanımı:
— Hoca işin mi yok şu kışta - kıyamette, nene gerek senin, dediyse de hoca dinlemez ve sırtına yorganı alıp dışarı çıkar.
Hoca dışarı çıktığı gibi oradakilerden biri sırtındaki yorganı aldığı gibi kaçar. Tabii kalabalık dağılmış, gürültü de kesilmiştir.
Hoca soğuktan titreyerek içeri girer.
Hanımı:
-— Neymiş hoca o gürültü? diye sorunca, merhum şu cevabı verir:
— Ne olacak hatun, kavga bizim yorgan içinmiş. Yorgan gitti, kavga bitti.
 
O SUÇUNU BİLİR
Hocanın bahçesine bir gün bir öküz girmişti. Hoca sırığı kaptığı gibi öküze hücum etti, ama öküz de kaçıp başını kurtardı. Fakat hoca bunu unutmamıştı.
Bir gün aynı öküzü bir arabada koşulu olarak görüp, sopasıyla vurmaya başladı, öküzün sahibi arabanın üstünde şaşırmıştı hocanın hareketine:
— Hocam, öküzü durup dururken niye doğuyorsun?, der. Hocanın cevabı şöyle oldu:
— Senin neden haberin var be cahil!... O suçunu bilir.
 
AKLI YOKTU ZATEN
Dostlarından biri hocaya:
— Sizin hatun aklını kaybetti, der.
Hoca, adama cevap bile vermeden başlar derin derin düşünmeye...
Adam sorar:
— Hoca ne düşünüyorsun öyle?. Hoca cevap verir:
— Ne düşüneyim, bizim hatunun aklı zaten yoktu. Acaba neyi kaybetti diye düşünüyorum.
 
İNSANLARIN DAĞILMASI
Hocaya sormuşlar:
— Sabah oldu mu insanlar hep bir tarafa gitmez de kimi o tarafa kimi bu tarafa dağılır. Bunun sebebi nedir? demişler.
O şu mânâlı sözü söylemiş:
— İnsanların hepsi bir tarafa gitse, dünyanın dengesi bozulur da ondan.
 
YE KÜRKÜM YE...
Hoca merhum, bir keresinde günlük elbisesi ile bir merasime iştirak etmişti. Eski - püskü elbise ile kimse hocaya itibar etmedi, hatta yemek sofrasına bile çağırmadılar. Hoca anladı itibarın elbiseye olduğunu... Doğru eve gitti, en yeni elbiselerini giyip geldi. Bu kerre onu yepyeni kürk içinde gören halkın dikkatini çekti ve baş köşeye buyur ettiler.
Hoca yemek sofrasına oturdu ve kendisi başlamadan evvel tabağa kürkünü uzatarak:
— Ye kürküm ye!, diye söylenmeye başladı. Oradakiler:
— Ne oluyor hoca efendi?. Hiç kürk yemek yer mi? dediklerinde:
— Ne münasebet! Biraz evvel yine ben burada idim. Fakat kimse buyur etmiyordu. Şimdi ise bana baş köşeyi vermelerine bu kürk sebep olmuştur. Yemek yemek onun hakkıdır, dedi.
 
AKŞEHİR GÖLÜNE MAYA
Hoca merhum, almış eline yoğurt kâsesini, varmış Akşehir Gölünün kenarına, kaşık kaşık yoğurdu göle dökmeye başlamış. Görenlerden biri sormuş:
— Hoca ne yapıyorsun öyle? Hoca:
— Ne olacak, göle maya katıyorum, yoğurt yapacağım. Adam şaşkın şaşkın sormuş:
— Hocam göl maya tutar da yoğurt olur mu hiç? Hoca cevap vermiş:
— Evlât ben de senin fikrindeyim ama, ya bir de tutarsa!.
 
FİNCANCI KATIRLARI
Nasreddin hoca merhum, bir gün mezarlığa dolaşmaya gitmişti. Orada gezerken mezara benzer bir çukur görüp içine ölü gibi yattı. Hoca kendi kendine:
— Bakalım sorgu melekleri gelecekler mi? diye düşünmüştü.
Vakit hayli geçti, gece oldu, hoca hâlâ yatıyordu. Derken bir fincancı kervanı kabristanın yanındaki yoldan geçmeye başladı. Hoca, şakır şukur giden bu şey de neymiş diye başını çukurdan çıkarıp bakınca katırlar aniden karşılarında bir şeyin belirmesi ile ürktüler ve kaçışmaya başladılar. Katarlardaki bütün fincanlar kırılmış, hayvanlar biribirlerine girmişti.
Kervanın sahipleri hocayı yakaladılar ve ;
— Kimsin, in misin cin misin? Bu saatte ne işin var senin burada? diyerek sıkıştırmaya başladılar.
Hoca:
— Ben ölüyüm, aman etmeyin eylemeyin, dediyse de dinlemediler, güzel bir dayak attılar.
Başı - gözü kan içinde kalan hoca eve gece geç vakit geldi. Karısı kapıyı açtığında şaşırmıştı:
— Hoca bu hâl ne? diye sordu. Hoca:
— Öldüm, mezardan geliyorum. Başıma bu hâl ondan geldi, dedi. Hocanın hanımı, saf saf:
— Hocam öbür dünyada ne var? ne yok? diye sorunca hoca şu cevabı verdi:
— Fincancı katırlarını ürkütmezsen hiç bir şey yok.
 
PARA VE DÜDÜK
Bir gün hoca merhum, çarşıya gidiyordu. Çocuklar yolunu kestiler ve herkes hocadan birer düdük istedi, içlerinden biri ise ötekiler gibi:
— Hoca bana da düdük getir, dedi ama parasını verdi. Hoca hepsine:
— Peki, peki!... demekle yetindi ve çekip gitti.
Çocuklar dört gözle akşamın olmasını bekliyorlardı. Akşam hoca çarşıdan gelirken hep birden önüne çıkıp:
— Düdük, düdük! diye bağrışmaya başladılar.
Hoca efendi sabahleyin kendisine parayı veren çocuğa düdüğü uzattı ve çocuk düdüğü alıp çala çala giderken de:
— Parayı veren düdüğü çalar, diyordu.
 
HİNDİ
Hoca bir gün pazarda bir papağanın on altına satıldığını görüp doğru eve koştu ve bir hindi alıp pazara getirdi. Hoca, hindiyi kaça sattığını soranlara;
— On altından beş kuruş aşağı olmaz, diyordu.
Hocanın bir hindiye on altın istemesine gülmeye başladılar.
Hoca:
— Ne gülersiniz be adamlar. Daha biraz evvel yumruk kadar bir papağan burada 10 altına satılmadı mı? der.
— Hoca derler, o papağandır konuşur. Tabii ki, pahalı olacak... Hoca gayet sakin cevap verir:
— O konuşursa, bu da düşünür...
 
RÜYADA PARA VEREN
Hocanın kadılığı zamanında adamın biri mahkemeye bir adam getirip:
— Hocam bu adam rüyamda benden zorla yirmi akçe aldı, fakat şimdi istiyorum vermiyor. Ben de mahkemeye getirdim. Benim hakkımı bu adamdan al, der.
Hoca şikâyet edilen adama:
— Ver bakalım yirmi akçe, der.
Adam çaresiz çıkarır verir. Hoca alır eline parayı, avucunun içinde şıkırdatmaya başlar. Daha sonra da davacıya dönüp şöyle der:
— Duydun değil mi paraların şıkırtısını? Rüyada para veren uyandıktan sonra ancak onun şıkırtısını alır.
Adam hocanın bu kararına itiraz edemez. Nasreddin hoca da parayı aldığı adama geri verir.
 
MERKEBE TERS BİNDİ
Bir gün hoca merhum, camiden çıkıp eşeğine binmiş eve gidiyordu, arkasında cemaat vardı. Hoca arkasını cemaata dönmeyi uygunsuzluk sayıp eşeğe ters bindi.
Cemaat hocanın bu hareketine bir mânâ verememişlerdi.
— Ne oluyor hoca? Merkebe neden ters bindin? dediler.
Hoca şöyle söyledi:
— Başka türlü yapmayı kendime yakıştıramadım. Arkamda sizin olmanız bana ağır geldi. Siz önüme geçseniz arkanızı bana döneceksiniz. En iyisi eşeğe ters binmektir. Çünkü böylece hem yolumuza devam ediyoruz, hem de birbirimizin yüzünü görüyoruz.
 
Geri
Üst