Muhteşem Aşk Şiirleri ..

hayatımın aşkı
keşke anılarımdaki hayırsız ama aşık adam kalsaydın
onca aradan sonra görmek seni
ve kalbimin normal çarpması
heycanla elimin titrememesi!


nerde benim büyük aşkım
yıllardır isyanım nerde?


/dilimin altına biriktirdiğim cümleleri kusmak içinmi beklemişim ben seni/


kokun
dokun
sen
yokmuşsun..


meğer beni şair
seni vazgeçilmez kılan
yokluğunmuş...


yine aynı yol
yine aynı mevsim
sen aynı
ben aynı (mı)


aşk nerde
en son bendeydi...?




otopsisi yapıldı bu aşkın
***aşk bitmiş***
konu kapansın!
 
Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuş******dan belli olan bir savaşın
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim,
Sorun değil!
 
Elbet alışırım
Biraz alıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Alıştım,
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma,
Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanım,,
Kesin değil!


Henüz tanıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık,
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda,
Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda…
Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha,
Samimi değil!
 
Bir hayli kırıldım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime,
Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım!
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım…Maziye hiç değil, an’a kırgınım.
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara,
Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına…
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa,
İyi değil!
 
Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum!
Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum,
Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum,
Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık,
Ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim,
Toprağa bakan yanım senden zaten ayrı,
Sana bakan yanımsa toprakla aynı,
Ne yaparsan yap gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin,
Gözlerim yorgun, dudaklarım hissiz,Dokunulmadan geçen yıllar bana ağır,
Sarılmadan geçip giden uğurlamaların kavuşmaları hep beklentisiz,
Söyleyemediklerini söylesen de şimdi, sesine aşina yanım onca sessizlikten sonra artık sağır!
İsteyerek değil!
 
Çok çalıştım,
Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı “git” izine,
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine,
Ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen,
Gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için çok çalıştım,
Daha önce de gitmiştim, kendi isteğimle!
Anladım ki daha önce sevmemiştim,
Çok çalıştım inan,
Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye,
Her defasında daha da tozlaşan canımı kırmadan korumaya,
Ve alışmaya kendime, bu göz gözü görmez dumanlı halime,
Çok alışmaya çalıştım hem de,
Tanıştım seninle doğan yanımla da ölen yanımla da,
Birini yaşattım, yaşatıyorum da hala ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da!
Yorulmak dinlenmekle geçmiyor,
An be an çöküyor insanın içindeki güç,
Işığı sönüyor, beyaza dönüyor rengi gitgide, hissizleşiyor,
Ne yormak istedim seni ne de yormak kendimi,
Çok çalıştım,
Gitmeye de kalmaya da,
İkisi de aynı acı,
Kolay değil..
 
Artık daha az seviyorum seni.
Unutur gibi; ölür gibi daha az.
Yeniden ödetiyorum kendime, onca aşkın öğretemediğini.
Kolay değildi.
Kaç acı birden imtihan etti beni.
Bir tek gece vardır insanın hayatında.
Ömür boyu sürer nöbeti.
Bu da öyleydi.
İyi ol, sağ ol, uzak ol…
Ama bir daha görme beni...
 
Kimi sevsem,
onun hep uzakta bir sevdiği vardı,
unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden sevgilisi...

Kimi derinden sevsem,
o da bir başkasını derinden hatırlardı.

Öylesine çok sevdim ki onları, başkalarına duydukları sevgiyi anlatmalarını,
sessizce, içim acıyla kanayarak dinledim.

Beni yitirmekten hiç korkmadılar:
çünkü onlara göre fazla iyiydim;
bu yüzden ilk anda vazgeçilebilirdi benden.

Beni terk edenlerden tek bir isteğim olurdu.

"Ne olur, bir daha beni aramayın!
Çünkü ben kolay unutamıyorum.
Çünkü ben size duyduğum o akıl dışı aşk yüzünden keder bahçemi dağıtıyorum."

Böyle derdim onlara ama yine de ararlardı beni...

Soluksuz ve umutsuz kaldıkları bir gece mutlaka akıllarına ben gelirdim...

O, yedek sevgili!...
 
Gülmek; "Saf" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "Duygusal" görünme riskini.
Birine yakınlaşmak; "Kendini kaptırma" riskini,
Duygularını açmak; "Kendini ortaya koyma" riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
"Onları başkasına kaptırma" riskini göze almaktır.
Sevmek; "Karşılık görememe" riskini...
Yaşamak ise; "Ölme" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "Hayal kırıklığına uğrama" riskini
Çabalamak ise; "Başarısız olma" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır.
Çünkü hayatımızın en büyük riski, hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir;
Ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
Bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.
 
Bir karanlık geliyor yokluğunun ardından
Ne zaman güneş batsa bu son gecem diyorum
Vazgeç yalan dünyanın köhne saltanatından
Yetişir bunca keder, bunca elem diyorum

Her şey sağır içimde ne şiir ne musiki
Dünyadan bezginliğim dünyalar kadar eski
Öylesine çözülmüş, öyle dağılmışım ki
Bu ne bitmez ayrılık bu ne özlem diyorum

Beni çağırdığını bir defa duyabilsem
Avuçlarımda ateş, yorgun gözlerimde nem
Aşarak denizleri bir gün kapına gelsem
Başımı duvarlara vurup ölsem diyorum
 


sineye çekmişim üzüntülerimi
bilemedim senin değerini,kıymetini
gururla kırdım bu sevgileri
gecemde sevdiğim bu yıldızları
sevemiyorum artık eskisi gibi

seni delice seven
hani nerde kadir,kıymet bilen
seni kalbine gömen bu adamı
sevemiyorum artık eskisi gibi

yurekler ağlar belki zamansız kanar
benimde canımı yakan
bizi sürekli yandıran
aksi bir hayat
sevemiyorum artık seni eskisi gibi

bir bakışın vardı birde gülüşün
çok severdim seninle o gülmeleri
gözümüzde değildi
sevmek bu diyarları
sevemiyorum artık ziyankarları

ömrümüzü birbirimize verdik
serdik bütün sevgileri
gözler önüne serdik
çok sevdiğim insanları
sevemiyorum artık eskisi gibi...


Yunus Emre Molak
 
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.


18 Şubat 1945


Nazım Hikmet Ran
 
sana beni sevmenin imkansızlığını nasıl anlatayım ki
kendi yarasını kendi öpen bir çocuğum ben
kendi acısını kendi örten bir çocuk
yaz çiçeğidir tutunduğum dallar
çabucak çürür ömrüme
güz gelir, ağlarım
kış bastırır ürkerim
yüreğimin gurbetine giderim bir başıma
günümü sevda ederim
sevdamı hasret
 
ben sana beni sevmenin imkansızlığını nasıl anlatayım ki
kendi düşünü kendi kuran bir çocuğum ben
kendi yaşını kendi kurutan bir çocuk
ölüme yakınım nicedir
gel gör ki büyülü şey bu hayat
kandırılmışlığımı denize çalar mesela
toprağın üzerine uzanmışken
nasıl diyebilirim kimim kimsem yok diye
bir sızı kalır işte acemice işlenmiş
atsam atılmaz, satsam satılmaz
 
ben sana beni sevmenin imkansızlığını nasıl anlatayım ki
kendi ninnisini kendi söyleyen bir çocuğum ben
kendi şiirini kendi ezberleyen bir çocuk
anne kokulu mendiller saklarım
baba gülüşlü resimler yaparım boyuna
her günüm bayram olur
her bayramım şekersiz, çikolotasız
olur olmaz heveslerim inatlaşmaktandır
adanmışlıktandır küçücük sevinçlerim
sevindirmelerim evrene karşı


ben sana beni sevmenin imkansızlığını nasıl anlatayım ki
kendi elini kendi tutan bir çocuğum ben
kendi yüreğini kendi bilen bir çocuk
 
Ölenin adresi bellidir

toprağına dokunursun, konuşursun,

sesini duyurursun.

Ya giden nerdedir, ne yapar bilemezsin

onu iki dünyada da bulamazsın,

yokluğundan başka hava soluyamazsın...


Tuz tadını,

şeker adını yitirmiş,

su saflığını

geceler gündüze ilişmiş,

bütün duvarlar aynı

soğuk yüzünü sakınmıyor,

adı gibi duvar işte

ne dersem aldırmıyor

kaç çığlığıma direndi...


Toprak otlara can değil ki

çiçekleri hiç aramasın

o papatyanın göbeği gözlerin...


Yıllarca anlattıkların asırlara taşıyor

sözlerinin harfleri milyon sayıda

gökyüzünden üstüme dökülüyor,

her biri kurşun tanesi

kalabalık kentte tek hedef benim

hiç kimse farkında değil

kan içinde yaralı gezdiğimin...


Yokluğun var ya...

senin akla ziyan, bela yokluğun var ya...

her şeyi ters düz eden yokluğun var ya...



Güneş dünyayı terk etmiş,

ay peşinden gitmiş,

yıldızlar yere düşmüş,

yağmur toprağa küsmüş,

bebeklerin benzi solmuş,

yeni gelinler dul olmuş,

çığlığın bademcikleri alınmış,

dağlar heybetini yitirmiş,

tümseklerin şaklabanı olmuş koca dağlar


her ne oluyorsa

vallahi senin yokluğundan oluyor.
 
Yokluğun var ya...

senin akla ziyan, bela yokluğun var ya...

her şeyi ters düz eden yokluğun var ya...



limiti dolmuş hastaneler,

kifayetsiz cümleler,

Mavihüzün’ün şiirleri iç karartıyor,

iki metre boyunda cüceler,

her şey saçma, her şey anlamsız

akıllara ziyan geliyor,

tıka basa tımarhaneler

Mazhar Osman’ı arıyor

ziftlenmiş zavallı zihinler.


Aşk a kilitli bütün kalpler

sevda virüsü saldırıda

salgın kenti aşmış

dünyaya yayılmakta...



Sevdalıları imha ediyor askerler

salgın bulaşıcı

aşıkların sayıları arttıkça

yok olacak evren,

satılık aşklar sahibinden devren

ama alan yok.

´´ nasıl aşık olunmaz´´

dersleri veriliyor

kenar, köşe, her bir adım kalpte.


Her şey şer, her şey saçma

anlamsız, mantıksız.

her ne oluyorsa

vallahi senin yokluğundan oluyor.



Yokluğun var ya...

dermanı dermansız yapan yokluğun,

yokluğun açlık,

yokluğun soğuk,

yalınayak yetimin gözyaşı yokluğun...
 
Yokluğun var ya...

öksüze atılan şamar,

yetimden esirgenen sevgi,

kelime-i şahadet için saklanmış

son nefesi çalan adi hırsız yokluğun...

bakire kalpleri dul eden virüs yokluğun

dünyamı metrekareye sığdıran

mercek yokluğun...


Yetmez! daha anlatayım mı?

Yokluğun var ya...

tat alma duyumu bozan,

dünyayı gözümde kıyamet kılan

yokluğun var ya...

yaşarken ölümle metres kalmak,

ölememek sürünmek,ziyan olmak,harcanmak yokluğun.


Hiç bir zaman terk edişini

hazmedemez bu yürek

metresimle nikah kıyana dek

peşimi bırakmaz yokluğun.

Yokluğun yokluk, yokluğun açlık,

kanatsız kuş yokluğun,

sinsice katlettiğin

aşkımın çığlığı yokluğun.


Yokluğun var ya...

sırat köprüsünden geçmeye bir adım kala

uçurumdan düşmek yokluğun


yokluğun boşluk, huzursuzluk,

bir lokma ekmeği boğazıma dizen

zehir zıkkım,

akla zeval yokluğun...


Senin yokluğun var ya......
 
Geri
Üst