***İşte size çeşit çeşit mektup***

Sevdim be miniğim
Şu an karanlık bir odadayım,
Aynen bırakırken gittiğin karanlık dünya gibi.
Ağlıyorum, ağlıyorum sensiz geçen gecelerin ardından.
Yalvarıyorum Allah'a geri dönesin, yine beni sevesin diye,
Ama kimseye duyuramıyorum sesimi, hapishane duvarındaymışım gibi.
Bir an seni unuttuğumu düşünüyor, gülümseyiveriyorum hayata
Sensiz geçirdiğim o hüzünlü akşamları unuttum diyorum,
Vazgeçtim diyorum, bitti herşey bitti,
Gitti ve tüm yalanlar silindi diyorum
Acısız bir hayata başlıyor, yeni aşklar arıyorum diyorum
Bir lise aşkıydı, gelip geçti diyorum
Hayaller, umutlar hepsi yalandı, onun gibi yalancıydı
Belki de o benim için hayattaki en büyük acıydı
Belki güzel ama sahteydi yüzü, meğersem duygusuzmuş,
Sevmekten geçmezmiş onun özü diyorum
Gülüşüyle kandırırmış herkesi, sevmedi beni de diyorum
Yok be miniğim...
Hepsi birer aldatmaydı, seni kandırmaktı amacım
Birazcık kıskandırmaktı başkalarının yanında
Öğrenmekti bir nevi sevip sevmediğini...
Belki sen beni gerçekten sevmedin
Ama bilmeni isterim
Canımı koydum bu aşkın uğruna, ölümüne
Sonuna kadar olacağım yanında
Gidişini kaldıramam, ayrılığa katlanamam
Belki ne el ele, ne göz göze olacağız
Ama ben yine razıyım senin sevgine
Gözlerinle gülümsemene,
"SENİ SEVİYORUM"demene
Hele biricik aşkım beni bırakma demene,
Hiç ama hiç dayanamam!
Ne senden ayrılırım, ne seven kalbimden
Bu uğurda canımı veririm ama yine terk etmem seni.
Sevdim seni be minigim, daha ne diyeyim ki;
SEVDİM işte sevdim be miniğim...
 
Maviyle ilk karşılaştığımda kaç yaşımı sürmekteydim, bilmiyorum. Soyut olarak öğrenmişimdir mutlaka... Gökyüzünü göstermişlerdir bana, bak bu mavi demişlerdir. Boya kalemlerinin içinden bir tanesini seçmişlerdir ve kağıda sürttükleri alanı işaretlemişlerdir, bak bu mavi diye. Benim mavi olarak öğrendiğim şeyin –renk değil- gerçekten mavi olduğunu anlamam, sarıyla tanıştıktan, pembeyle karşılaştıktan, yeşili pek sevmedikten, kırmızıyı çok kendini beğenmiş bulduktan sonra olmuştur.

Daha sonra giderek gelişen mavi aşkı, aslında her maviyi sevmediğimi de öğretti bana. Kendini mavi sanan mavilerden nefret ettim, gecelerden renk aldığını sananlardan da yıllar içinde gözümden düştü. Doğada bize sunulan mavi gibisi yoktu.

Sabah sevdiğinizin sesiyle uyanmak gibisi yoksa, gözünüzü açtığınızda size merhaba diyen mavi bir gökyüzü gibisi de olamaz. Aslında biraz şımarıklık yapma şansınız da olabilir böyle güzel bir gün başlangıcında... Birkaç saat daha beklerseniz, o gökyüzü yanına tenine uygun birkaç soluk bulut alacak ve tam istediğiniz –istediğim- mavilikte olacaktır.

Kimileri benim maviyi bir renk olarak sevdiğimi düşünebilirler. İşin aslı öyle değil, ben, mavi rengi sevmeyi seviyorum. Mavinin, bir gökyüzü, denizlerin kıpırtısı ya da tablonun bir bölümü olmadığını anladığım anda sevdim onu.



O çok yakındı ve çok uzaktı. Söylediklerimi duyuyordu, işitemiyordu. Ellerime çok yakındı, tutmuyordu. Ben onun kokusunu tanıyordum, o benim tanıdığım kokuya uzaktı. Mavinin renk olmadığını anladığımda sevdim onu.

Karanlık gecede mavi aramadım hiç... Vardı belki ama, mavi orada olmamalıydı. O kuşun kanadındaydı, balığın ağzındaydı. Güneş ilk ışıklarını sunarken maviyi aramanın da boşuna olduğunu bilenlerdenim. İlk ışıklar maviye göre değildir. Mavi aydınlığı sever..

Ben maviyi seviyorum..

Mavi, sırtüstü yattığınızda, kucaklamaya hazır gökyüzüdür. Mavi, tüm bedeninizi sarmaya hazır sizi bekleyen denizdir.

Mavi uzaktadır, yanınızda olduğunu bilirsiniz.

Siz, yanınızda deniz, üzerinizde gökyüzü yoksa,

bu rengi anlatmayın.

Mavi görmeden anlaşılmıyor.

Boşuna denemeyin...



bu yuzden düş mavi işte..
 
AŞK'A VE RÜZGAR'A...

Kuytularına saklandığım karanfilce bir aşkın semahındayım. İçimde küfürbaz katiller...
Notaları orta yerinden çatlamış nihavent bir şarkının,
yetim serzenişlerine düşüyorum; esişim kan revan... Ve 'SEN...'

Evet, 'SEN...' Alnında rüzgar yemiş geceyi taşıyan, alfabenin üçüncü harfine gül kokularıyla göçen; 'AŞK'.
Düşlerime uzandığından bu yana, öyle bir cinayetsin ki kalbimde; kalbim kalbimin katili.
Ey Aşk! Arada bir al gülüşümü çehrene.
İçim serinlesin. Ama yinede, esişime teğet geçer saçların bilirim.
Bu yüzden, kuşatılmış sensizliğim son veriyor direnişe;
sana yürüyorum, sona yürümeden evvel. Sevdiğim! Bu kadar yağmur durdun içime, içim senden yana; bensiz.
Ben benden yana sen'li...

Korkuyorum... Ellerim infazıma alkış tutuyor. Gözlerin; darağacım... Şiirleri hayata denk düşmeyen,
yüreğine rehin bırakılmış bir şair eskisinde saklıyım. Korkak feryatlarla ağlarım kendime,
gözyaşlarım denizleri içer. Sus ey kendim! ''İstanbul düştü, ben hala hayatta mıyım?'' Kahrolsun...

Gücün yetmiyor mu dokuz harflik hecemin kanayışlarına? Oysa ben üç uzun hecede susuyorum dokuz harfliliğimi,
kirletmeden hayalini. Ey Aşk! Dokunma intihar panoramama. Emanetci ağlayışlarım düşer suskunluğuna, erirsin.
Ben DELİRİRİM...

Gülüşü sarı safran coğrafyalarda hırpalanmış, hayata ödünç sevinçlerle son'da başlayan, gözleri tutuklu bir Rüzgar'ım.
Yani, aşkın acımtrak gölgesizliğinde son şehidim, sana...
Sevdiğim! Gemiler yanaşmadan mefluç limanlara, ver şehadetini gözlerimin...

En çok kendimi kucakladığım vakitlerde ihanet ettim bana. İntiharlara iliştirilen Dilbaz Düşler Çağı'ndan geldim.
Şimdi vakit, kelimesiz ölmeler vakti...
Sus ey kendim! Sus ey Rüzgar diye bilinen en suskun yanım!..

Dile gelsem şimdi, en çok seni susarım, yüzünün yarısı görünen uykusuz mevsimlere.
içimde yüzü koyun yatan sevdalar, çarpar dirilmiş ölmelerimin alnına. Kusarım beni, bana en aşina cümlelere.
Sevdiğim! Bileğinden kan sızsada bakışlarımın hala;
bozgunlarım bozgunda şimdi. Ey-vah! Al bu feryat sende kalsın. Kapat gözlerini bana, inleyerek...

Ben karanlığın kıskacında ölürken, kimse seslenmesede beni; kurtar-ma beni benden.
Doyasıya seyredeyim ölümümü.
Çünkü, sen benim aşkı bildiğim yersin ey Aşk!

Sevdiğim! İçimin sureti! Olmadığım kadar bendesin, olmadığın kadar sendeyim.

SENİ ÇOK SEVİYORUM...
 
Nasıl bir yazgıydı bu, yazanı yazdıranı belli olmayan? Hangi kader çizgisiydi yollarını kesiştiren? Hangi rüzgarlardı o güzel kadını, onun sakin küçük dünyasına getiren? Onu sakin denizlerden sürükleyip fırtınalı okyanuslara atan? Sırası mıydı bu aşkın, o ununu elemiş eleğini asmış, tüm sevdaları sürgünlere göndermişken?

Hangi acımasız yazgıydı, onu yeniden aynalara baktıran. O aynalar ki, hiç yalan söylemeyi bilmezlerdi. Geçen yılların bırktığı izleri insanın yüzüne acımasızca vururlardı. Azaltamazdı ki kalan saçlarındaki akları, yüzündeki çizgileri. Küçülüp, eriyordu, o güzel kadının belleğine kazınmış resminin yanında. Utanıyordu sevdasından, aşkından. Ona giden yollardaki uçurumlar, engeller büyüyordu. O, giderek uzak ve erişilmez bir tanrıça oluyordu. Kâr etmiyordu hiçbir şey; bilge teselliler, kitaplarda okudukları.

İster itiraf etsin, ister etmesin, düştüğü durumun bir tek tanımı vardı ve o da aşktı, sevdaydı. Ve o ömrümde hiç böyle sevdalanmamıştı. Bu sevda, platonik, romantik gibi klişelere sığmayan bir sevginin ürünüydü. Sözcüklerle tanımlanamayan, gece gündüz her saat, her an onu düşündüren, ona özge bir sevdaydı. Ah, bu yürek değil miydi onu yakan, bu onulmaz sevdalara düşüren. Sevginin o mütiş gücünü bu sevda ile öğrenmişti yeniden. Sevdiğiyle sadece aynı mekanlarda olabilmenin bile ne büyük bir mutluluk olduğunu, onun sadece telefondan duyulan sesinin bile tüm gökyüzünü maviye çevirebileceğini, karanlıkları aydınlatabileceğini bu sevda ile yaşamıştı. Ve aşkın insana çılgınlıklar yaptırabileceğini yeniden ta kanında hissediyordu.

Aşık olduğu kadınla olan en kısa ayrılıklar bile ona dayanılmaz geliyordu. Şimdi o yine uzaklardaydı. Ve ona olan hasreti aralarındaki mesafeler artıkça artıyordu. Üstelik günlerdir ondan haber alamamak kendisini deli ediyordu. Ona merhaba diyebilmek, bir tek sözcük de olsa sesini duyabilmek için her yolu deniyordu. Ama tüm çabaları sonuçsuz kalıyordu. Gece gündüz, her an onu düşünüp ona ulaşamamak, korkunç bir ızdıraptı. Kahrolmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu, elinden. Bu griler grisi, mavi yoksunu gökyüzünün altında çıldırasıya özlüyordu o kadını, onun gözlerini, gözlerinin rengini, gülüşünü.

Ayrılık acısıydı bu, kolay değildi üstesinden gelmek. Haykırsaydı sevgisini pencerelerden, bağırsaydı adını sokalara, diner miydi acıları? Yılın son günde yağan karın beyazına dökseydi karanlıklarını, aydınlanır mıydı içi? Batmakta olan güneşin kızıllığına, sütmavisi kesilen gökyüzüne çizseydi aşkını, azalır mıydı o kadına olan özlemi? Kalemini kanına batırıp ak kağıtlara yazsa bu aşkı, biter miydi hasret?

Bu son ayrılık, onu genç kadına olan sevgisini sorgulamaya zorluyordu. Aklı, bu sevdanın, hiçbir gerçekliğinin ve geleceğinin olmadığını söylüyor; kendisi için hiçbir şey ifade etmediğin, senin sevdana gereksinimi olmayan o kadını neden seviyorsun? diye soruyordu. O ve kalbi akılına karşı inatla direniyorlardı. "Evet, değer", diyordu, "yüz kere, bin kere değer!". Çünkü o kadın yaşamından çıktığında kendisini tekrar ölü hayatların, mavisi ve güneşi olmayan günlerin beklediğini biliyordu. "Değer" diyordu, "herşeye değer! Uğruna ölmeye, çılgınlıklar yapmaya, deli divane olmaya, Kerem gibi yanmaya değer!"

Niçin mi? Sadece o kadını görebilmek için, sadece sesini duyabilmek için, sadece güzel gözlerine bakabilmek için, o sıcak, o çocuksu gülüşünü yaşayabilmek için. Onu görünce heycanlanmak, onunla konuşurken toy bir delikanlı gibi ne söyleyeceğini, ne diyeceğini şaşırmak için. Onunla birlikteyken, onu düşünürken tüm dünyayı, tüm kaygıları unutabilmek için.

Tektaraflı sevdaların seveni acılara boğabileceğini ta başından biliyordu ve o acıları ak kağıtlara dökerek, şiirleştirip, öyküleştirerek yenebileceğini düşünmüştü. Ama bunun olanaksız olduğunu kısa zamanda anlamıştı: Gerçek aşk kendini yazdırmıyor, kağıda dökülemiyordu. Ve o aşka tutsak, aşık olduğu kadın ona yasak olsa da, aşka ihanet etmemek için; insanı insan yapan o yüce duygudan yana olmak için; belki de sadece "onu seviyorum, o halde yaşıyorum!", diyebilmek için, sonuna kadar direnecekti.
 
Şimdi nerelerdesin? Bu sefer yazdıklarımın, yüreğimin acısının adresi yok! Satırları yazmakta bile zorlanıyorum. Sen gideli kelime haznem daraldı. Tek başıma kaldım buralarda...
Ansızın dalıyorum, sürekli yollara bakıyorum ve işin acı tarafı gelmeyeceğini de çok iyi biliyorum. Ah Sevgili! Çok hayallerimiz vardı. Hayata dair, aşka dair, ikimizin kaybettiklerine dair. Yazık! Hayallerimiz yarıda bile kalmadı.. Şimdi de mi kadere atılacak suç? "Kaderde var mı?" diyerek!

Sen yoksun ama ben gene sana yazıyorum her günün ardından(!)
Gözyaşlarımı, aşkımı, özlemimi yazıyorum ve sevgili her zamanki gibi seni özlemle bekliyorum. Bensiz üzülme olduğun yerlerde; çünkü ben seni yüreğimde taşıyorum, sensizken bile...

Kimseye söylemiyorum seni sevdiğimi sana bile (!) Çünkü içimde yaşıyorum seni, sen de beni... Bizim aşkımızın kuralı da bu, baştan beri belli..

Ah Sevgili(!) Özledim be seni.. Geleceksin biliyorum ve sabırla bekliyorum. Çünkü seni ölümsüz bir aşkla seviyorum.
 
Sabah kalktığımda ilk aklıma gelensin. Ağladığım, güldüğüm ve sevgilim sen benim tek sevdiğim, aşık olduğum adamsın... Sen karanlıklar arasında kaldığımda tek ışığımsın. Ne ayrılıklar yaşadık seninle... Çok düşündüm neden diye(!)
Her ayrılıkta dönmeyeceğim desem de, döndüm dayanamadım sensizliğe! Senden sonrası yok bilirim. Sen benim ilk sevdiğim,gizlice buluştuğumsun... Her gideceğini duyduğumda yüreğim benden önce ağlıyor. "Gitmeeee" olmaz diyor, başkasını değil, tek seni istiyor. Senin sevginden başkası ona yetmiyor. Sensizlikte her gün bitiyor. Her sensizlikte ölüyor ama sevgilim gören olmuyor.
Bu kalp seni hep sevdi ve sonsuza kadar sevecek!!! Seni yanındayken bile özlüyor. Bak gene bu türkü çalıyor:
"sana sevdiğim diyemem
yalan yalan yalan
sen karasevdamsın benim
duman duman
ah leyar yar
yine başımda sevdan
ah leyar yar.."
 
Gecenin karanlığı bana o kadar şey düşündürüyor ki; anlatamam. Hatalarım, pişmanlıklarım, düşünceler içinde savaş veriyorum. Bir de özlemlerim var tabi.. Benim özlemim geleceğim ve geleceğimin içindeki sen. Ama farklı şeyler yazıyoruz. (Sen ve Ben)

Evet bana göre çok büyük bir aşk yaşıyoruz. Fakat beraberinde korkular var. Hani çok değer verdiğim bir şey olur ve sen ona özen gösterirsin. Adeta varlığın, bütün huzurun ona bağlıdır. Bir süre sonra ona bir şey olduğunda ise artık hayatının bittiğini düşünürsün. Ben daha önce yaşadım bunları sevgili! Acısı çok büyük... Seni kaybetmeyi düşürdüğümde de aynı acıyı çekiyorum. Artık anladın mı seni ne kadar büyük bir aşkla sevdiğimi?

Baksana bu sessizlik, bu karanlık, bir de sensizlik neler yazdırıyor bana.. Öyle şeyler var ki içimde.. Bunu ben bile bilmiyorum. İçimde bir şeyler korkutuyor belki de beni.. Beynimi tırmalıyor artık yaşadıklarım. Dünya böyle bütün hızıyla dönüyor. Ne kadar bize yavaş gelse de..
 
TUTACAK MI?

kadere inanmak mı?
yoksa kaderi oluşturmak mı?

- bir şeyleri kadere bırakmam... sunulan fırsatı değerlendiririm ve çaba gösteririm!!!

hoşuna gitti bu sözler kadının... sevinmişti bu tür cümleler söyleyen bir erkekle karşılaşmaktan...
kaderci değildi kendisi de!!! sunulan bir takım seçenekler arasından bir tanesini bilinçli olarak seçmek ve
devamında yaşamaktan yanaydı... emek vermekten hoşlanıyordu... ilk adımı atmak en büyük problemiydi...
ilk adım sonrası geliyordu zaten...
tek problemi karşısındakine göre yaş***** biçimlendirmek isteyip istemediğine karar vermesiydi.. teslimiyetçilikten hoşlanmıyordu...
bu güne kadar teslimiyet bayrağını indirecek birisini de tanımamıştı zaten...
deneme yanılma değil, gerçekten emek vererek ve emek verildiğini görerek yaşayacağı bir ilişki istiyordu...
adamı düşündü...

adrenalini yüksek bir yaşam yaşıyordu... herkes gibi geçmişe ait sorunları yaş***** etkilemişti... herkes gibi bir arayış içindeydi...
tüm bunlara rağmen aldığı pozitif elektrik keyiflendiriyordu kadını...evet, dedi kadın... bu ilişki yaşanabilir bir ilişki...
kanında dolaşan özgürlüğünü zedelemeyecek, keyifli ve paylaşılabilir bir ilişki olabilir...
sadece hızlı gelişmesi korkutuyordu... hoşlanma devamında ne getirebilirdi? aşk ve sevgi mi?
aşk korkutucu değil miydi? aşk yanlış ellerde kendine zarar verebilir miydi?
peki, adamın...
oturmuş fikirlerinin arkasında ne vardı?zor insan kavramı, zorlar mıydı ilişkiyi?
emekleme durumunda ki ilişkiye nasıl bir darbe vurabilirdi?
hatamıydı acaba, gelişmenin hızlılığı?
korktu kadın...kaçış yaşamak istemiyordu ama galiba kaçacaktı...
üzüntüden kaçıyordu...problemlerden kaçıyordu...iki cümlenin ağırlığından kaçıyordu...
-ben seni ararım, dedi adam son cümlesinde...
aramak...aranmak....en güzel işlevsellik....
aramayı başarabilen mutlu olmalıydı... tüketime bir yenisi eklenmemeliydi...
fikir ve zikir birbirini tutmalıydı, kadının görüşünde...
şimdi bekleme zamanıydı....tutacak mıydı, fikir ve zikir?
 
Hep böyle mi yaşanır ayrılıklar; Beklerken o dönülmez yollara karışan sevgiliyi, hep tükenir mi seven. Aynalarda solarken gülüşler hep mi teslim olursun yalnızlığa... Nereye kadar tahammül edilir hasretin acımasızlığına. Giden vefasız hiç mi düşünmez ardında kalanları. Hiç mi özlemez, aramaz, sormaz... Böyle uzarken geceler nasıl da eskiyor umutlarımız bir bir... Nasıl da siliniyor gözlerimizden... Üstümüze basa basa giderken tüm sevdiklerimiz nasıl da hiç bir şey yapamadan gidenleri uğurluyoruz içimiz parçalanarak... Biz sevdaları eksik yaşarken sevdalar ayrılıkla tamamlanırmış meğer. Biz hep yalnızmışız. Hep yanlışmış güvendiğimiz doğrular. Umutlarımız hep umutsuzca yaşanan sevdalarda unutulmuş. Hep korkularımıza yenilmişiz. Hep yenmiş zaman bizi. Yüreğimiz sevda sanarak yalnızlığı kucaklamış kaygısızca. Hep böyle yaşanırmış ayrılıklar... Geceler uzar, beklenen hiç dönmezmiş... Aynalarda kaybolurken gülüşler, teslim olurmuş yürekler ayrılık diye ÖLÜM’ e!...
 
Sen bir uçurumsun;

Beni çağırma sakın sonu olmayan yollarına. Sana tutunamam... Ne kadar aç olsam da aşkına, sarılamam sımsıkı. Bilirim

yetmez sadece sevmek. Acıysa bedeli öderim ama tutunamam sana... Sakın bekleme beni! Savrulurum ayazlarda. Bir

uçurumdan başka bir uçuruma düşer gölgem. Ve gözlerimden kan damlar gecelerime. Sensizlikse bedeli öderim ama

dönemem senin şehrine. Bir acıdan bir acıya soyunur ruhum! Gücümün bittiği yerde yenilirim ama; sen uçurumsun...

tutunamam yeniden!...
 
Bilseydin gelirdin; Seni nasıl sevdiğimi, yüreğimin senin için nasıl çırpındığını ve aşkın yüceliğini bilseydin gelirdin mutlaka. Her günün senin bahar yüzünü bir defacık görebilmek için nasıl ümitle başladığını ve her sensiz günün ardından yüreğimin hasretine, umarsızlığına nasıl isyan ettiğini bilseydin gelirdin bilirim. Yazık ki hiç bilmedin ve hiç gelmedin... Oysa ben hep seni bekledim. Hem de gelmeyeceğini bile bile. Sen bambaşka bir dünyaya aittin ve benim senin dünyanda hiçbir zaman yerim olmayacaktı biliyordum. Yine de bekledim seni. Bir kere aşkınla büyülenmiştim ve imkansız olduğunu bile bile bekledim. Sende bilseydin sever miydin? Sevmesen bile sevgimi bilseydin keşke... Bilseydin ve bir kere gülseydin yüzüme yeterdi bana inan!...
 
severek ayrılanlar .:.
belkide yazdıklarım sacma gelecek .ama severken ayrılmak acı veriyor bana yüregime sıgmıyor duygularım ve yüregimden glen esintileri satırlara döküyorum.gidişinle yaralandım agladi gözlerim sesiz gidişine ölümü bekleyen hasta gibiyim veelim kolumu baglamışlar gidişini görüp acı çekeyım diye. oysa ne hayelerım vardı gerçekleşmesi zamana yenik düşen ne sözlerim vardı söylemek isteyipte söyleyemedigim.gidiyorsun beni yanlızlıgın çaresizligine bırakıp neyaparım kimin hayelinle avuturum gecelerim varlıgını hisetmek bile güzeldi gülümserdim karanlık gecelerde yanlızlıgıma .sen gidiyorsun ya şehir terk ediyor beni yaşarken ölü gibiyim benligimden eser yok yanlızlık vurmuş yüreğimi zincirlere. dipsiz bir kuyuya düşmüşüm sagım solum ayrlık ve hayelini görüyorum ama gine arkana bakmadan gidiyorsun .git yüreginin degilde mantıgının gitigi yere sakın üzmesin seni mutlu olmak için gittiğin mutluluklarmutlulugu geri dönmedende yaşarsin ama pişmanlıgı geriye dönerek yaşarsın.işte ozaman tükenir umutların kapanır yüregindeki mutluk penceren tekrardan filizlenir yıllanmış sevdan zamansız geçen o yılları ararsın yaşanmadan ölen osevdaya aglarsın yanlızlık vurur yüregini zincirlere mahküm eder hayat seni sensizlige.bir umut beklrsin yaşanmadan geçen sevdandanve gine bir pencere açılır yüreginde kendini ve yaşanmadan geçen o yılları görürsün o pencereden ama sevdalıyı göremezsin . degerini bilmemiz güzelikleri kaybedince arıyoruz sanki ikinci bir hayatımız varmiş gibi erteliyoruz gerçek mutluluklarımzı oysa ikinci bir hayatımız olmayacak bügünden başka yarın yok .ama ben yaşamak isterdim ogiden o mutlullugu zamansız gözlerine bakıp içmek isterdim giden o sevdalının elveda
 
bazen kendimle savaşıyorum,seni sevmekten kurtulayım diye.öylesine karmaşık bir denklem ki bu...seni sevmekten kurtulamazsam,benliğimi yitireceğim.ben,sen olmaktan çıkacağım biliyorum.kurtulmayı başarırsam bu kez yüreğimdeki boşluğu nasıl dolduracağım peki..........
Sensizliği yaşamaya alışmaktan da korkuyorum.sensiz olmaya alıştıktan sonra,birgün çıkıp gelsen seninle yediden birlikte olmayı beceremem diye korkuyorum.
Geleceğe dair umudumu yitirmedim henüz.halayüreğindeysem,hala bana dair özlem varsa içinde ve hala aşkı yaşatıyorsa kalbinde...geri dön ve o zaman yaşayacak daha çok şeyimiz var birlikte.......
 
asi esiyor yine rüzgarlar yüreğimde.yüreğimin sokaklarında yine sis var.ve yüreğimin duvarları nem kokuyor...
Alışamadım bu kentin sahteliklerine ve gözlerim görmek istemiyor silkelenerek kaldımlara dökülen sevgileri...
Anlamı boş olan cümleler gökkuşağı renklerine boyanmış ve karşı tarafın yüreğine usulca bırakılmış aynı bir hediye paketi gibi.yürekler yabancı, gözler uzaklara bakıyor karşındaki insanın gözlerinin içine bakması gerekirken.susuyorum iyice şiddetleniyor rüzgarlarım.yalanlar duymaya alıştırmışız galiba kendimizi alıştırmışız ki gerçekleri duymak pekte hoşumuza gitmiyor....
Kahretsin odam yine hüzün kokuyor.neye yarar gözlerimiz başka gözlerin içine bakamazken ve neye yarar yüreğimizin bestesini dinleyemezken.ben bu kenti sana bırakıyorum ey güneş biliyorum ki güneşin olduğu yerde rüzgarlar esemez.
Giderken bavulumda götürecek birşeyim yok aslında.belki yazılmaya bekleyen kağıtlarımı alırım yanıma.yüreğimden başka götürecek birşeyim yok.bir parçam burada kalmak isterse.ister gelir ister gelmez burada kalmak istiyorsa eyvallah.
Rüzgarlarım nereye götürürse giderim.ama yüreklerin renkli ışıklarla süslenip içi boş olduğu yere sürüklerse beni geldiğim gibi giderim............
 
Hep merak etmişimdir,aşk tanımlansa kaç kişi aşığım diyebilecek? Aşk nasıl yaşanır? İçindekileri bütün gizemiyle ona anlatmak,durup dururken ansızın onu öpmek, olmadık anlarda yanında istemek, ondan daha güzeli iyisi gelse de aldatmamak, onu seviyorum ama deyip başkasına gitmemek,sonsuz saygıyla büyüyen bir aşkı kim yaşayabilir?
Olmadık imkansız anlarda zaman yaratıp ona giden,fedakarlığın ölçüsü olmadan kaç kişi fedakarlık yapar aşığım diyerek. Geceleri daha çok düşünüyorum seni,anlamsız öfkelerle kalkıyorum ve bir sigara yakıyorum. Yanımda olmamana isyan ediyorum. Hiç olmadık zaman saat gecenin bir yarısı ve ben seni istiyorum.ya yanımda olacaksın,ya sesini duyacağım. Neler neler düşünüyorum. Mesela çok şiddetli bir yağmur yağsa; arkasından da insanı savuran bir rüzgar ve ben sıkıca sana sarılıp sana sığınsam... ve beni hiç bırakmasan hiç bıkmasan benden... Ben sensizlikte seni yüreğimde büyüttüm... bir gün geleceğini düşünerek imkansızlıklar arasından sıyrılıp...hadi SEVGİLİ gel bekliyorum!!!
Çok gidişler gördüm hayatımda. Ne dostlar terk etti, ne sevgililer ummadığım anda... Aslında her gidişin arkasından ağlanmaz, ağlarsak da ne olur halimiz bilinmez. Düşünüyorum da hayatımda değerleri olan bu insanlar nasıl da oynayabilmişlerdi bana karşı hiç adil olmayacak şekilde.. Kendimi unutup bazen onlara acıyorum. Demek ki bu kadar değersizlerdi kendilerince. Değişen toplum bize çok şey kazandırıyor ve beraberinde de çok şey kaybettiriyor.
Hayatı tanımlayabilir miyiz acaba? Mutluluk karşısında üzüntü, tam seviliyorum derken ardından gelen ihaneti ve göz yaşının hiç tükenmediği sözde sevgilileri... Yine de hayata inat seveceğim seni, sana inat olsun diye seveceğim seni. Sen bile şaşıracaksın kaldıramayacaksın bu sevgiyi. Hep ilk günün heyecanı ile seveceğim. İlk öpüşümdeki titremeyle öpeceğim seni ve elini sımsıkı tutacağım.
Yani ben yaşlanacağım, evim yaşlanacak, dünya yaşlanacak ama sana olan aşkım hiç yaşlanmayacak!!! Hep umutlarla başlarsın bazı şeylere ya da güvenle... Ben de seni güvenle düşündüm, gördükçe değil, konuştukça hiç değil, içimde seni yaşayarak sevdim seni.. Mesela beni terk edeceğini hiç düşünmedim. Bana seni seviyorum dememene rağmen beni sevdiğini düşündüm.. Yanımdayken bile özledim seni... Aşığım sana, gitsen de unutamam asla
 
Ne seni unutabiliyorum,ne senden kalanları.Başımın içinde bir kanser ttümörü gibi büyüyor büyüyorsun.Seni unutamamanın bu kadar kahredici,çıldırtıcı olduğunu bilmezdim.her yerde her zaman benimle birliktesin,işin kötüsü herşey seni hatırlatıyor.kalabalıkta gelişi güzel söylenmiş bir söz bile yetiyor seni düşünmeme yalnızlığımda ise sesin kulaklarımda çınlıyor.avuçlarının serinliğini hissediyorum alnımda.yaşanmış zamanlar bir film şerdi gibi geçiyor hafızamdan.anılarımızı en küçük noktasına kadar birer birer hatırlıyorum.işte o zaman;bu seni unutamayan başı duvarlara vura vur paarçalamak geliyor içimden.renklerin,kokuların,seslerin ve ışığın bile seni hatırlattığı bir dünyada yaşamak harikulade birşey olurdu belki.ama sende unutmasaydın!beni unutmadığını sevdiğini bilsem herşeye katlanırdım.unutamamın biriktirdiği o dayanılmaz acılar,unutmamanın vereceği bu eşsiz mutluluğun içinde erir kaybolurdum
sevmek bir bakıma unutamamya mahkum olmaktır.sevilmemişsek;bizde unutulmaya mahküm olmuşuz ve en hazini insan unutabildiği kadar güçlüyse unutamadığı ölçüde yıkık ve ezik kalıyor.beni sev demeyeceğim ama onuda sevmemeliydin.ikimizde olduğumuz yerden çok uazağız güzelliğinin,büyüklüğünün yanında biz neyiz ki?unutulmak;ikimizede kadehlerden tattıracağın bir içki olmalıydı.bu içkinin sefil sarhoşluğu içinde seni düşünmeli hep seni özlemeliydim...unutamamak sarhoşluğumuzu kamçalıyan bir kırbaç olmalıydı.girgide işleyen büyüyen bir yara olmalıydı tenimizde.unuttuğunu her ikimizde bilmeli fakat seni hiç unutmamalıydık.oysa şimdi unutulanda benim unutamayanda!ancak bir kurşun atımı uzaktasın benden.biliyorum ve ciğerlerime o saplanmış bir kurşun gibisin hala seni çıkarıp atmakta elimde değil,sana gelmekte...gelsem ne değişecekti ki beni hatırlayacakmıydın?hatırlasanda sevinecekmiydin gelişinden,gözlernin içi gülecekmiydi?
hiç konuşmadan"bende seni özledim"diyebilecekmiydi ellerin?hatır değil mi?öyleyse hiç gelmeyeceğim sana böylesi daha iyi...gün oluyor seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum.sokaklar,evler,caddeler,vitrinler seni hatırlatmasınlar diye.gün oluyor anlıyorum senden ve bu şehirden faydasızlığını çünkü ;biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin yada gittiğim her yerde senden birşey olacak.sen unuttun fakat unutulmadın.bense unutulduğumu biliyorum.fakat unutamıyorum inan unutabildiğim gün seni yeniden ve daha çok sevmeye başlayacağım!!!......
 
Uzun bi yol var önümde. Nereye gideceğimi daha ben bile bilmiyorum. Sadece yürüyorum….
Belki sen varsın. Kalbimin sesini dinliyorum. Hep bana senin yaşadığını söylüyor. Oysa kaybettim seni ben. Çok eski bir anı olarak kaldın bende. Geçmişe dönüp bakmak acıtıyor insanın kalbini.

Sen benim için mazi oldun. Ancak gülümsüyorum seni hatırladıkça. En güzel günlerimi seninle geçirmiştim. Yaşamın yaşamaya değer olduğunu, hayattan nasıl sevk alınacağını senden öğrenmiştim.

Sevmiştim seni be vefasız…
Hem de beni sevmediğini bile bile… Tapmıştım sana. Asla yaşayamam sensiz diyordum. Ama bak yaşanıyormuş. Çekilen acılar vurulan darbeler olgunlaştırıyormuş insanı. Hep hata yaparak doğrular görülürmüş.

Şu yaşımda senden neler öğrendim biliyor musun?
Sevmeyi öğrendim ilk önce. Sonra sevilmeyi tattım. Değer vermeyi sevdiğin insana. Üzerine titremeyi. Ama bunların sonunda ihaneti gördüm. “hiç kimseye değerinden fazla değer vermemeyi” öğrendim. Acıyı yaşadım. O sıcak yaz gecelerinde buz kesti vücudum. İhanetin soğukluğuyla baş başa kaldım. Kandırılmayı öğrendim. Sen saf oldukça hep ömür boyu seni kandıran birisi olacağı gerçeğini öğrendim.

Senden öğrendiğim en acı şey ne oldu biliyor musun?
Her seni seviyorum dediğine gözlerimin içi gülerdi. Hayatı biraz daha severdim Daha sonraları öğrendim ki aslında sen beni hiç sevmemişsin. Sadece vakit geçirmiş boş zamanında yanında olacak biri “beni” seçmişsin. Beni yıkan bu oldu işte. Acı ama gerçek. Duygularıyla oynamak bir insanın ne haz verirdi ki sana.


Şuan bir tek şey biliyorum…
Bundan sonra yolumda sen olmayacaksın. Ben hep ilerleyeceğim sen geride hep sonda kalacaksın. Seni sevdiğim için utanıyorum kendimden dememi bekliyorsun ama … hayır iyiki sevmişim seni. Evet evet doğru duydun… iyi ki sevmişim seni…

Eğer olurda bu yazıyı okursan neden diye soracaksın kendine. Neden “iyi ki sevmişsin beni?”
Olurda birgün bir yerde karşılaşırsak. O zaman gözlerime bak. Onlar sana cevabını vereceklerdir…..
 
Neyim mi var diyorsun,durgunmuyum
Sence ben biliyormuyum neyim olduğunu
Denizlere haykırıyorum dalgalar seni getiriyor bana
Gözyaşlarımı gökyüzüne savuruyorum yağmurlar yağıyor toprağa
Toprak sen kokuyor dağlara adını haykırsam çığlar düşüyor üzerime
Neyim var gerçekten bilmiyorum

Bir anda bütün dünyayı dize getirecek kadar güçlü
Ama sana karşı gardımı düşürecek kadar merhametli oluyorum
Mantığım ve kalbimin savaşında içimde yangınlar oluşuyor
Dalgalara rağmen bıkmıyorum kumdan kaleler yapmaktan
Kalbimdeki ritim bozuluğunun nedenide belli değil
Sanırım ilaçı ve tedavisi olmayan bi hastalığın kurbanıyım
Neyim var neyim yok bilemiyorum gerçekten bilmiyorum

Bütün gittiğim yollar sana çıkar dönüşler hep yanına oluyor
Geceleri uykum bölünüyor sabahalara kadar aklımı yoran sen oluyorsun
Nedensiz telaşlar , garip kıskançlıklar hapsinde duvarlar üzerime yıkılıyor
Gözyaşlarıma hakim olamıyorum ve duygularımada şaşırıyorum
Sevinirsem çok seviniyor , üzülürsem çok üzülüyorum
Her gün kendimle savaşıyorum sanırım aklımı kaçırıyorum
Şimdi sen söyle sence benim neyim var ,ben bilmiyorum sanırım ölüyorum
 
[COLOR=***nna]Akşam olunca gözlerimden hayaller uçuşurdu birtanem
Sigaram ak özlemler doldururdu içime sensizlikten sana doğru
Gözlerin konuşurdu gözlerimde sen bana yasaktın birtanem


Dışarda hafif hafif bir yağmur yağıyor
Seninde hoşuna gidermi böyle havalar
Efkarlanıp efkarlanıp bir zamanlar
Çıkar dolaşırdım ıslak sokakları
Her an sen gelirdin aklıma birtanem

Güzel gölerini kızgın bakışlarını düşünürdüm hep
sana sevgilim demeyi ne çok istedim
Sen hiç istedinmi istedim de istedim
Acaba seven yanlız benmiydim


Sana beyazlar giydirecek
Beyaz kadehlerden beyaz mutluluklar sunacaktım
Zaman bunları bana unutturamaz
Unutturmamalı değilmi birtanem

Elleri ceplerimde gözlerim seni arar bi halde
Zor görürsün bundan sonra
İçim tek bi kalıp olmuş seni arasa bile

Sen rahat uyu birtanem ben uykusuzda olsam
[/COLOR]
 
iki üç mısra fazla yazılanlar,ya da iki üç mısra eksik söylenenler.aşkı da eksik yazdık ve de eksik yaşadık.bu dünyanın renkli yalanlarınla süsleyip yüreğimize soktuk...
Aşk,bir fiyat biçilmemeliydi değerine ,ve sayısal loto gibi kullanılmamalıydı aşkın adı "ya tutarsa misali"
aşkın adını değiştirdik be dostlarım hemde hiç farkında olmadan.iki üç damla gözyaşı uykusuz geceler işte aşkın sonuna düşen bedel sadece bu kadar.neleri alıştırmadık ki yüreğimizi yalanlarla kandırdık kendimizi,daha kendimizi tanıyamazken başka insanların yüreğine demir atık.
Ne kendimizi anlayabildik ne debir başka yüreği..
özgür olmalıydı aşklar yaşanılan sevgiler özgür olmalıydı.yazdığımız mısralar da özgür olmalıydı.telefon hatlarına sığdırmamalıydık aşklarımızı sevdik mi daha doğrusu yürekten sevmeliydik yada sevebilmeliydik.biz aşkı doğru yaşabildik mi ki de başkasının aşklarına karışalım..
 
Geri
Üst