Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
KASÎDE-İ BÜRDE:
İslâm âlimlerinin meşhûrlarından ve evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Saîd Busayrî hazretlerinin, sevgili Peygamberimizi öven meşhûr kasîdesi. Bu kasîdeyi rüyâsında Peygamber efendimize okuduğu ve Peygamber efendimiz de ona bürdesini yâni hırkasın ı hediye ettiği için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde denilmiştir.
İmâm-ı Busayrî hazretleri felç olmuş, bedeninin yarısı hareketsiz kalmıştı. Bu sırada Peygamber efendimizi medh eden, öven bir kasîde yazdı. Rüyâda Resûlullah'a okudu. Peygamber efendimiz kasîdeyi beğenip, arkasından mübârek hırkasını çıkardı ve İmâm -ı Busayrî'ye giydirdi. Bedeninin felçli yerlerini de mübârek eli ile sığadı. Uyandığında, Resûlullah efendimizin bereketiyle şifâ bulup, vücûdunda felç kalmadığını gördü. Hırka-i Seâdet de arkasında idi. Onun için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde denildi. Bürde, hırka palto demektir. İmâm-ı Muhammed bin Saîd Busayrî 1295(H. 695) senesinde vefât etti. (M. Sıddîk bin Saîd)
Çeşitli dillerde doksandan fazla şerhleri (açıklamaları) olan Kasîde-i Bürdeye, Kasîde-i Bür'e (Şifâ kasîdesi) diyenler de olmuştur. (Kâtib Çelebi)
Kasîde-i Bürde'den bâzı beytlerin tercümesi şöyledir: Hazret-i Muhammed'in kerem (cömertlik) yağmurlarından, Bir damla olmak ister, bilcümle peygamberân. Zâhirî ve bâtınî, rûhânî ve cismânî, Varlıkların hepsinden odur Hakk'a sevgili. Hudutsuzdur zâtının fazîlet ve kemâli, Mümkün değil anlatma dil ile kemâlini.
 
KASÎDE-İ EMÂLÎ:
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını anlatan ve altmış yedi beytten meydana gelen meşhûr kasîde. Kasîdenin asıl adı Bed-ül-Emâlî olup, yazarı Ali Ûşî'dir.
Eskiden her din âlimi Kasîde-i Emâlî'yi ezbere bilirdi. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
Kasîde-i Emâlî'nin çeşitli dillerde yazılmış şerhleri yâni açıklamaları vardır. Bunlardan en kıymetlisi, Muhammed bin Süleymân el-Halebî'nin yazdığı Nühbet-ül-Leâlî'dir. (Kâtib Çelebi, Muhammed Reyhavî)
Kasîde-i Emâlî'nin beytlerinden bâzısının Türkçe tercümesi şöyledir: Mevlâmız mahlûkların ilâhıdır biliniz. Kemâl sıfatlarla muttasıftır (sıfatlanmıştır) Rabbimiz. Münezzehtir Rabbimiz, hanımdan hizmetçiden, Oğlu ve kızı yoktur, berîdir her birinden. Cennet ile Cehennem ebedî olacaktır. İçlerinde olanlar devamlı kalacaktır. Îmândan sayılmazlar bütün hayırlı işler, İbâdetler îmânın parçası değildirler. Ehl-i sünnet üzere tevhîd hakkında yazdım, Fevkalâde bal gibi te'sirli oldu nazmım. Bu nazm mü'min kalblere rahatlık, neş'e verir, Âb-ı zülâl gibidir, ruhlara hayât verir.
 
KASR-ISALÂT:
Seferde, yolculuk hâlinde dört rek'atli farzları iki rek'at kılmak. (Bkz. Müsâfir)
 
KASVET:
Katılık, sertlik, kalbden hayır (iyilik) ve yumuşaklığın çıkması.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Ne var ki bunlardan sonra yine kalblerinize kasvet geldi. İşte onlar (yâni kalbleriniz) şimdi katılıkta taş gibi, yâhut daha da ileri. Çünkü, taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su kaynar. Taşlardan bir kısmı da, Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan aslâ gâfil değildir. (Bekara sûresi: 74) Lüzumsuz çok konuşmak kalbe kasvet verir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
...Kasvetli kalb, Allahü teâlâdan uzaktır. (Hadîs-i şerîf-Muvattâ)
Zevk ve safâ sürmek için çok yaşamayı isteyen tûl-i emel sâhibleri; ibâdetleri vaktinde yapmazlar, tövbe etmeyi (günâhlara pişmân olmayı) terk ederler, kalbleri kasvetli olur, ölümü hâtırlamazlar, vâz ve nasîhatten ibret almazlar. (Muhammed Hâdimî)
Kalbinde kasvet bulunan kimse; tûl-i emel sâhibi olur, Allahü teâlâyı unutur, nefsinin arzu ve isteklerine uyar. (Senâullah Pâni Pûtî)
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma şöyle vahy etti (bildirdi): "Uyanık ol, kendine dost ara, sevincine ortak olmayan bir dostu kendinden uzaklaştır, onunla arkadaşlık etme; çünkü böyle bir dost, kalbine kasvet verir..." (Muhammed bin Nadr Hârisî)
Halâveti (mânevî tadı) üç şeyde arayınız: Namazda, zikirde (Allahü teâlâyı anmada), Kur'ân-ı kerîm okumada. Eğer buralarda halâveti bulamadıysanız, biliniz ki, kalbiniz kasvet sebebi ile kapalıdır. (Hasan-ı Basrî)
Harama bakmak, kalbe kasvet verir. (Bişr-i Hafî)
 
KÂTI-I TARÎK-I İLÂHÎ:
İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.
İnsanların îmân etmesine, İslâmiyet'i öğrenmelerine ve İslâmiyet'e uymalarına mâni (engel) olan din düşmanları kâtı-ı tarîk-ı ilâhîdirler. (İmâm-ı Rabbânî)
Din bilgilerinde hakîkî âlimlerin bildirdiklerine tâbi olmayan ve kendi akıllarına ve keyflerine göre hüküm veren sapık din adamları, kâtı-ı tarîk-ı ilâhîdirler. (İmâm-ı Rabbânî)
Tasavvufta yetişmemiş, kemâle ermemiş ve kendisine mürşîd (rehber) ismini ve süsünü veren sahte tarîkatçılar kâtı-ı tarîk-ı ilâhîdirler. Onların sohbetleri öldürücü zehirdir. (Muhammed Ma'sûm)
 
KAT'Î DELÎL:
Kesin delil. Âyet-i kerîmeler ve tevâtürle bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîfler.
Kur'ân-ı kerîmde, kat'î delîl ile ve söz birliği ile anlaşılmış emirlere farz denir. Ve yine Kur'ân-ı kerîmde; "Yapmayınız" diye kat'î delîl ile yasaklanan şeylere haram denir. (İbn-i Âbidîn)
 
KAT'-İ RAHM:
Sıla-i rahmi yâni akrabâ ile görüşmeyi, haberleşmeyi kesme.
İçlerinde kat'-i rahm edenin bulunduğu bir topluluğa (cemâate) rahmet inmez. (Hadîs-i şerif-Edeb-ül-Müfred)
Kat'-i rahm, büyük günâhtır. Erkek olsun, kadın olsun zî rahm-i mahrem (nikâhlanmak, evlenmek haram olan) akrabâyı ziyâret etmek vâcibdir. (Abdülganî Nablüsî)
 
KÂTİL:
İnsan öldüren.
Kâtilin ölmesi veya velîlerin affetmesi yâhut mal vererek anlaşmaları ile, kısâs (kâtilin öldürülmesi) sâkıt olur (düşer). (İbn-i Âbidîn)
Kâtile kısâs yapmaya hakkı olan velî, maktûlün yâni öldürülenin vârisleri yâni mîrasçılarıdır. (İbn-i Nüceym)
 
KATL:
İnsan öldürme.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
... (Kısas ve zinâ gibi şeylerden dolayı meşrû) bir hak olmadıkça, Allah'ın haram ettiği cânı katl etmeyin... (En'âm sûresi: 151)
Ekber-i kebâir (büyük günahlar) : Bir şeyi Allahü teâlâya ortak etmek, adam katl etmek, anaya-babaya karşı gelmek, yalancı şâhidlik yapmaktır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)
Yol kesiciler, döğüşürken katl edilirse, yıkanmaz ve namazları kılınmaz. (İbn-i Âbidîn, Kâşânî)
 
KATOLİK:
Hıristiyanlıktaki mezheblerden biri. Roma kilisesinin kendine verdiği ad. Katolik kilisesine mensup kimse. Merkezi Roma'da (Vatikan'da) olup, rûhânî lideri papadır.
Roma imparatoru Konstantin, 310 senesinde hıristiyanlığın yayılmasına izin verdi ve kendi de hıristiyan oldu. İstanbul şehrini yaptı. Roma'dan İstanbul'a taşındı. Mîlâdın 395. senesinde Roma devleti ikiye ayrıldı. Roma'daki papaya tâbi olanlara katol ik, İstanbul'daki patriğe bağlı olanlara ortodoks denildi. (Ahmed Cevdet Paşa, Harputlu İshâk Efendi)
1572 yılı Ağustos ayının yirmi dördüncü günü St. Barthalmi yortusunda katolik olan dokuzuncu Şarl (Carl) ve kraliçe Katerina'nın emri ile Pâris civârında altmış bin Protestan öldürüldü. Meşhûr Fransız edîbi Voltaire 1759'da yazdığı Candide adlı eseri nde, katolik papazların, yanlış telkinde bulunduklarını ve fen düşmanlığı aşıladıklarını, dînî akîdeleri (inançları) bozduklarını ve çeşitli hîlekârlıkta bulunduklarını yazmaktadır. (M. Sıddîk Gümüş)
 
LA'B:
Oyun, boş şey. Oyun ile boş yere vakit geçirme.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biliniz ki, dünyâ hayâtı elbette la'b ve lehv (eğlence) ve zînet yâni süslenmek ve tefâhür yâni öğünme ve malı, parayı ve evlâdı çoğaltmaktır. (Hadîd sûresi: 20)
Dünyâ hayâtı la'b ve lehvdir. Allah'tan korkanlar için âhiret hayâtı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz. (En'âm sûresi: 32)
Kıyâmet günü makbûl olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iyi işleri yapınız. Sünnet-i seniyyeye yâni Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin yoluna sarılınız! Bu yola uymayan hiçbir şeyi yapmayınız. E shâb-ı kehf, (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmâin) her tarafı fitne kapladığı zaman, bir hicret yapmakla yüksek dereceye kavuştular. Siz, Muhammed aleyhisselâmın ümmetisiniz. Ömrünüzü lehv ve la'b ile ziyân etmeyiniz! Çocuklar gibi top oynamakla vaktinizi elden kaçırmayınız. (İmâm-ı Rabbânî)
 
LAĞV YEMİNİ:
Geçmiş birşey için zan ile boş yere yapılan yemîn. (Bkz. Yemîn)
 
LAHD (Lahid):
Kabir kazıldıktan sonra, kabrin taban sathından kıble cihetine kabir boyunca, içine ölü sığacak kadar genişlik ve derinlikte kazılan yer.
Beşikten lahd'a kadar ilim öğreniniz. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Meyyit (ölü), lahd içine, sağ yanı üzere konur. Şak yapılmaz, yâni kabir kazıldıktan sonra ortasına çukur açıp; meyyit buraya konulmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkeği lahdin veya doğruca kabrin içine tabut ile koymak câiz olur. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmek mekrûh olur. Kadınları her zaman tabut ile gömmek efdaldir (daha iyidir). (İmâm-ı Rabbânî) ***ürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler Süâllerimi sorsalar, bilmem hâlim nice olur.
(Ahmed Yesevî)
 
LÂHİK:
1. Namaza imâm ile berâber başladığı hâlde, kendisine uyku, gaflet veya benzeri bir sebebden dolayı abdest bozulması hâli ârız olup da (meydana gelip de) namazın tamâmını veya bir kısmını imâm ile kılamayan kimse.
Lâhik, imâma uyan cemâat gibi hareket eder. Kaçırdığı rek'atleri kendi başına kılarken imâma uymuş gibi davranır. Bunun için kendi başına kıldığı rek'atlerde, üzerine sehv secdesi (yanılma, unutma secdesi) gerekecek bir yanılma olsa, bundan dolayı se hv secdesi yapmaz. (İbn-i Âbidîn)
Lâhik olan kimse, cemâati terk ettikten sonra eğer dünyâ kelâmı söylememiş ise, imâmın ardında gibidir. Lâkin, câmiden çıktıktan sonra, pek yakın yerden abdestini almalıdır. Çok ileriye giderse, namazı bozulur diyen âlimler vardır. (Kutbüddîn-i İznikî)
Namazda imâma uyanlar dört çeşittir. Bunlar; müdrik (iftitah yâni başlama tekbirini imâm ile birlikte alan), muktedî (iftitâh tekbîrine yetişemiyen), mesbûk (imâm, rek'atlerin birini veya ikisini kıldıktan sonra uymuş olan) ve lâhiktir. (Kutbüddîn-i İznikî)
2. Kavuşan, ulaşan, yetişen.
Peygamber efendimiz, bir kabir yanında hazır oldukları vakit; "Dünyâ ve âhiret selâmeti, müslümanlardan ve mü'minlerden bu kabirde bulunanların üzerine olsun. Biz inşâallah size lâhik oluruz. Siz bizden evvel göçtünüz. Biz de, size tâbi olup, sonradan varırız. Yâ Rabbî! Bizi ve bunları mağfiret et ve günâhlarımızı affet" buyururdu. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
 
LAHN:
Hatâ etmek, doğrudan sapmak. Çoğulu elhândır.
1.Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı. Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir. (Bkz. Zelletül-Kârî)
Lahn, dört şekilde olabilir: Birinci şekil i'râbda hatâdır. Yâni harekelerde ve sükünde olabilir. Meselâ, şeddeyi hafif okur veya medleri (uzunları) kısa okur veya bunların aksini yapar. İkinci şekilde, harflerde olur; harfin yerini değiştirir veya h arf ilâve eder, yâhut azaltır. Veyâhut harfi ileri geri alır. Üçüncü hatâ, kelimelerde ve cümlelerde olur.Nihâyet, vakf ve vaslde hatâ olur. Yâni duracak yerde durmaz, geçer. Geçecek yerde durur. Bu dördüncü şekil hatâda, mânâ değişse de bozulmaz. İlk üç şekilde, mânâyı değiştirip, küfre sebeb olacak mânâ hâsıl olursa, namazı bozar. (İbn-i Âbidîn)
Lahn; bir hafi, başka harf okumak şeklinde olursa, harfler çok farklı ise, bozar. Meselâ, sat yerine ta söylemek, sâlihât yerine tâlihât okumak. İhlâs sûresinde Ehad yerine ehat demek gibi. Harflerin farkı az ise, çok âlimler, mânâ değişirse, eğer bi lerek okudu ise, bozulur; ağzından kaçtı ise, bozulmaz dediler. Dat yerine zı demek, sin yerine sat, te yerine tı demek gibi. Fetvâ böyle ise de, ihtiyâtlı olmak lâzımdır. Dâllîn yerine zâllîn böyledir. Kelimeyi değiştirince, mânâ bozulursa, Kur'ân-ı kerîmde benzeri bulunsa da bozar. Mânâ değişmezse, bozmaz. (İbn-i Âbidîn)
2. Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp, yükselterek, çeneyi oynatarak okumak.
Lahn ve nağme (vezinli ses) bulunmayan güzel sesi dinlemek mutlaka mubahtır, mahzuru yoktur. Sıkıntı gidermek için nağme ile kendi kendine okumak câiz diyenler vardır. Fakat başkalarını eğlendirmek veya para kazanmak için okumak haramdır. (Mazhâr-ı Cân-ı Cânân)
Lahn yaparak, tecvîdi, Kur'ân-ı kerîmi, şartlarına, usûlüne uygun olarak okumayı bozmak bid'at, dinde sonradan çıkan bir şey olup, dinlenmesi de büyük günahtır. (Abdülganî Nablüsî)
Kur'ân-ı kerîmi, zikri, duâyı lahn ile okumak icmâ ile yâni müctehid âlimlerin sözbirliği ile haramdır. (Seâdet-i Ebediyye)
Lahn ile tegannî ederek okuyan imâmın arkasında kılınan namazı iâde etmek lâzımdır. (İbrâhim Halebî)
Namaz vakitlerini bilmeyen, tegannî, elhan ederek okuyan kimse, ezan okumaya ehil değildir. Böyle kimseyi müezzin yapmak câiz değildir. (Bezzâziyye)
 
Lahn-ı Celî:
Açık ve herkesin bildiği tecvîd hatâsı.
Lahn-ı celî harflerde veya harekede yâhut sükunda olur. Meselâ tı harfini dal, sad'ı sin okumak lahn-ı celîdir. (İbn-i Âbidîn)
 
Lahn-ı Hafî:
Gizli hatâ olup, ancak tecvîd ilmi ile uğraşanlar bilir.
Lahn-i hafîde mânâ bozulmaz. İhfâyı, iklâbı vb. yapmamak, kalın okunacak yerde ince, ince okunacak yerde kalın okumak, uzatılacak yerde kısa okumak, kısa okunacak yerde uzatarak okumak gibi. (İbn-i Âbidîn)
 
LÂİM:
Levm eden, kınayan, iyi ve güzel bulmayan.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Dinden çıkarsanız Allahü teâlâ sizin yerinize başkalarını getirir. Onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler. Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir lâimin levminden korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir ihsânıdır ki, onu dilediğine verir. Allah, ihsânı bol olan, (her şeyi) çok iyi bilendir. (Mâide sûresi: 54)
Siz Allahü teâlânın hadlerini (cezâlarını) yakın ve uzak olan herkes hakkında dosdoğru infaz ediniz (uygulayınız). Sakın hiçbir lâimin kınaması sizi Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekten alıkoymasın. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
 
LAÎN:
Lânet edilmiş, kovulmuş. Allahü teâlânın rahmetinden mahrum olan şeytân. (Bkz. Lânet)
 
LAKAB:
Bir kimseyi övmek veya yermek (kötülemek) için takılan adlar.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Bir takım kimseler diğerleri ile alay etmesin. Olur ki, alay edilenler, Allah indinde alay edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da, diğer kadınlarla alay etmesinler!Olur ki, alay edilen, eğlenceye alınan kadınlar, onlardan daha hayırlıdırlar. Birbirinizi ayıplamayınız ve birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayınız. Bir kimse îmân ettikten sonra, fâsıklık ne çirkin bir addır. Kim ki bu yasak edilen şeylerden tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir. (Hucurât sûresi: 11)
Müslüman bir kimseye kötü lakap takmak veyâ takılan kötü lakabla onu çağırmak dil âfetlerindendir. İyi lakabla çağırmakta bir beis, sakınca yoktur. (İmâm-ı Birgivî)
 
Geri
Üst