Cezmi Ersöz Şiirleri

HAYATIN ENAYİSİ KİM ACABA?

Hayat kitaplarda yazılan gibi değilmiş.
Kitaplarda her kelimenin altında başka bir kelime gizliymiş.
Her yüzün altına başka bir yüz...
Böyle gidiyormuş bunun sonu yokmuş.
Geç de olsa şimdi anlıyorum.
Beni aşar bu kelimelerin altındaki kelimeler, bu yüzlerin altındaki yüzler...

Ben içimdeki acıya bakarım.
İçimdeki enayiliğe bakarım.
Evet kelimelerin altındaki kelimeyi, yüzlerin altındaki yüzü biliyorum ama, ben seni içimde hissederken,
sana inanmışken şehrin her tarafında yanan bir ışık vardı.
Yollarda, bahçelerde, hiç durmadan yanan bir ışık...
Sen bu hayatta her şeyi benden iyi bilirsin.
Öyleyse açıkla seni içimde hissettiğim her an hayatı aydınlatan bu ışığı...

Yollarda, bahçelerde, evlerde gece ve gündüz durmadan yanan bu ışığı...
Hadi böyle bir ışığın hiç olmadığına inandır beni.
Enayisin de bana...
Çocuklardan, sarhoşlardan, budalalardan bile daha enayi...
Dünyayı, insanları, hayatları göründüğü gibi sandığım için...
Herşeyin göründüğü gibi olduğuna inandığın ve öyle sevdiğim için enayisin de...

Ama açıkla bana bu ışığı...
 
İYİ KALPLİ GÜNAHKARLAR

Kanaatkâr ve şakacı bir gece lambası gibisin ...
Yanıyorsun sevişmelerin en koyusunda,
sonuyorsun binlerce bilmeceyle.
Dışarda mağrur,başıboş, ahlaksız.
İyi kalpli gunahkârları
aydinlatan bir gece lambasi gibisin...
Kendi yangınına aşık...
 
KALP AĞRISI

İşte yine başbaşayız içimin acısı
yine birlikteyiz
ver elini
sus ve ne olur incitme beni

Ey kalbimin ağrisi
ver elini
çıkalım seninle soluksuz kalmadan sessizce
bu karanlık ve uğultulu ormandan

İçimin acısı, kalbimin ağrısı aşkım
işte yine başbaşayız
ver elini
sus ve ne olur incitme beni
 
KAN SIZAN TEBESSÜM

Dayanamadın, çıktın artık
seni sakladığım derinliklerden
ışık yağıyor, şimdi mutlu yağmurlar
kan sızan tebessüme...
Öyle yitiksin ki
alıp ***ürebilir misin beni ve hayatımı
ardımızda ne bu akşam
ne de kan sızan tebessümün...
 
KARANLIK KOKULU OTLAR

Ölüm, sizin eve sığınan kimsesiz bir çocuktu.
Sen ondan öğrendin kendine ne kadar uzakta olduğunu
Ölüm düşürdü seni ruhunun gurbetine
Ve büyük bir yalandan kurtardı.
Bu yüzde hiç aldanmadın
Hiç de mutlu olmadın...
Ölüm, ömrünün o yalan yarısını senden aldı.
Aşka susamış öbür yarısını yakın uzaklara saldı.
Ölüm yüzünden ne kimsenin kimsesi oldun
Ne de kimse senin gördüğünü gördü.
Yaşayan tek yerin o ölü gözlerindi.
Karanlık kokulu otlar bu yüzden
bir tek sana el salladı...
 
KARNINDAKİ BIÇAK İZİ

Bir baş dönmesiydi bıraktığın
içindeki bilgeliği taşırmak için
küçülüyordun karşımda
bütün suçlarımı üzerine alıyordun...

Anlatmaktan yorulmuş bir veda oluyordun
beni ölüme hazırlamak için
küçülüyordun karşımda
bütün suçlarımı üzerine alıyordun

Bir baş dönmesiydi bıraktığın
kirli, susuz, kutsal sızı
küçülüyordun karşımda
karnındaki bıçak izi yastığımdı...
 
KENDİNİ SAKLAMA ÇİÇEKLERİ

Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle
içinde güvensizlik ağaçları,
küstüm otları,
kendini saklama çiçekleri...

Özlem kirli bir kan gibi yüreklerimizi boğmasın,
Yalnızlık karanlık bir orman gibi çökmesin içimize diye,
Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle...

Önümüzde dokunuşlardan uzak,
insafsız ve çok uzun bir kış var diye,
koca bir yaz,
kendini saklama çiçeklerini suladık durduk yalnızca

Biz aşk bahçemizi küçük, çok küçük tuttuk seninle...
 
KİM OLDUĞUNU BİLMEDİĞİM BİRİNE

Karşılıksız aşkının zehrini taşıyordu bana
Kokusu sinmişti inatçı ruhuma, kitalarıma, ellerime...
Öyle çok öpüşürdük ki,
Ağzının tadıyla yerdim yemeklerimi...
Öylesine inanıyordu ki dünyadaki son aşkla beni sevdiğine,
Bir gün ansızın korkunç bir özlem duymaya başlamıştım
Kim olduğunu bilmediğim birine...
Şimdi ağzımda karşılıksız aşkın o aç tadı...
Karşımda o...
Yine hüzünlü, yine yenik...
Ama eşitiz artık,
Damarlarımızda karşılıkız aşkın o zehirli kanı...
 
KİMSEM KALMAMIŞTI ARTIK UZAĞIMDA

Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu
yağmur yine de...
İki büklüm olmuştuk,başımızın üzerinde incecik,
bembeyaz ve yorgun bir tülbent vardı...
Kimdin sen,annem miydin,sevgilim mi, o an tanıştığım birimiydin,
yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum.
Bildiğim,hava güneşliydi,iki büklüm olmuştuk,
başımızın üzerinde
bembeyaz,sevinçli bir tülbent vardı ve bize
amansızca vuruyorlardı.
Yüzünde anlamlı bir korku ve çok sevdiğim bir
koku vardı...Çünkü bize vurdukça onlar,gerçek
kokumuz çıkıyordu ortaya ve bu koku bizi birbirimize
daha çok bağlıyordu...
Hava güneşliydi,ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur
ve amansızca vuruyorlardı bize.
Bense bu anı çok uzun yıllar öncesinden hatırlar
gibiydim.
Zaten ben bu ülkede ne yaşadıysam onu uzun
yıllar öncesinden hissetmiş gibi yaşardım.
Ne yaşadıysam çok uzak yerlerden görür gibi
yaşardım.
Bana benzemeyenlere yakında buralardan gideceğimi
kanıtlamakla geçmişti ömrüm...
Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu
yağmur yine de...
Ve onlar vurdukça bize alışkanlıklarımız çözülüyordu
böylelikle.
Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde.
Çiçeklerin dudaklarındaki sıcak rüya korkularımızı
dolduruyordu...
Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada.
Kötülükler bile terkederken bir kalbi geride buruk
bir üşüme bırakıyordu.
Zulüm bile saf değildi,bize vuranlar yitirdikleri
masala vuruyorlardı aslında...Hiç bilmedikleri sırlara,hissetmekten korktukları sevgilerine...
İnsan ancak kendi cesedine bu kadar acımasız
olurdu,
ve biz onların hiç yaşamadıkları masallarda,hiç
bilmedikleri sırlarıyla ve hissetmekten korktukları
sevgileriyle birlikte ölmüş cesetleriydik
aslında...
Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada...
Bir ara yüzüne baktım,acıya dayanamayacak gibiydin,
aşk gibiydin,saf bir güzellik gibiydin,olmayacak
birşeydin.
Sonra geçti,gülmeye başladın,bana mutluluklar,
sonsuz mutluluklar diledin,sonra gözlerimden
öptün,şükür dedin,şükür bu hayat bizim değil,
bizim değil bu dünya...Bizim değil bu sınırları kayıp
cesetlerle dolu ülke...
Bize vuranlara hiçbir borcumuz yoktu artık,
çünkü ancak zulüm altındakiler barışabilirdi
cesetleriyle.
Kimdin sen,annem mi,sevgilim mi,o an tanıştığım
biri mi,yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum...
Önce kendimle kucaklaştım,sonra senle,çünkü
kendini hiç bulamayan,kayıp insanların eseriydi
bu ülke,bu dünya,bu sınırları kayıp cesetlerle dolu
hayat...
Dışındaydık artık cam fanusun ve başındaydık
henüz fanusun içindeyken küçümsediğimiz yolların...
Kimsem kalmamıştı artık uzağımda.
Kimsem kalmamıştı artık kendisine benzemeyenlere
birgün mutlaka buralardan çıkıp gideceğini
kanıtlamaya çalışan...
Senden başka kimsem kalmamıştı...
Çünkü zulme borçluyduk bizi birbirimize bağlayan
gerçek kokumuzu...
 
KİMSESİZDİ ASİLLİĞİN

Kimsesizdi asilliğin
Soyu tüukenmiş masal kusları gibi
beklerdin beni dükkanların önünde
sokak köşelerinde...

Kimse sığamazken kendi gecesine
sen kapıların önündeki
sahipsiz dalgınlığa vurulurdun

Çok iyi bildiğin bir meyhaneydi dünya
düşlere karşı yaşanan...

Tehlikeliydin, kimsesizdi asilliğin
en kirli yerde
arardin sevgiyi...
en dipte...

Hayatın en unutulmuş yerinde...
 
KURTLARLA VE ANNENLE DANS ET

İnsanın annesini sevmesi
Kendisini sevmesi değil midir aslında
Kendi hayalgücünü ve o korkunç düşlerini
Saatinin içini aç, annen sana bakacak
Öp anneni, tanrıyı anımsa
Beslenme çantana koymayı unutma karakutunu
Kurtlarla ve annenle her sabah dans et
Kurtlarla ve annenle her akşam dans et...
Sen oradasın
Yazılmamış bir şiir gibi...
Saf ve masum
Bütün öfkem bu sana
Başeğmem ve sonsuzca arzulamam.
 
KURUMUŞ DÜŞ KANATLARI

Pazar günleri içinizin sıkılması ne kötü,
ne kötü sararmış perdeler, gizli aşk,
televizyon taksitleri.
Hem kocanız bile anlıyormuş artık sizi...
Benimse uzun süren ergenliğim
henüz bitmedi...
oysa çoktan yitirmişim kadınlık nüansını
kauçuk yastıklarla sevişmekten...

Ve yıllardır
o uzun öğle sonları
annemin çamaşırdan kurumuş ellerine
dokununca ellerim,
parçalanmış hayatımızı aydınlatırdı
hüznümüz...

Pazar günleri içinizin sıkılması ne kötü,
ne kötü sürmenaj, yağlı saçlar, takıntılar.
Hem artık kocanız bile anlıyormuş sizi
benimse uzun süren ergenliğim birtürlü
bitmedi...

Ruhumda kanadı kırık bir kartal,
kurumuş düş kanatları

Oysa geç kaldım, yoruldum,
karıştırdım birbirine yalnızlıklarla,
kadınları

Artık bir başka iklimde üşüyorum
 
MELEK ÇIKMAZI

Akşamları boynundaki merhamete sıgınan
aşkın ölü kuşlar,
daha sabah olmadan
seni tükettiklerini anlar anlamaz,
kirli ve acımasız bir dalgınlıga uçarlardı.

Kıstırdıgın sokaga adını vermişlerdi:
Melek çıkmazı...

Gidecek evi olmayan bulutsu bir misafirdin,
ezilen kanatlarından sunulmuştu sana tek okşayış...

Öyle sert ve öyle belrsizdi ki her şey,
ona uymayınca çogalırdı
dünyada hazır buldugun boşluk...

Tutundugunda boşluk sana,
yüzünün ışıgını öperdi yüzün.
Yalnızlık küçümsediginde seni
gögün içindeki aslını görürdün.

Gögün içindeki,
senden çıkan her şeyin konakladıgı o sonsuz evi...
 
MÜREKKEP BALIĞI GİBİ

Sen şimdi dalgınlıklarına kaç, mürekkep balıgı gibi...
Kalbindeki o eski sevdaları bir gölge gibi kullan.
Çırpınan sevgini korumak için durmadan yüz degiştir,
ama unutamazsın yüzünüYüzün ki, senin rakibin...
Yüzün ki, kalbini hiç saklayamaz...
Yüzün ki, aşkına rakip...
Sen şimdi dalgınlıgına kaç, mürekkep balıgı gibi...
 
O KANATAN RÜYA

Hatırladım seni
bu büyük boşluğun içinde
neden böyle çok sevildiğini...

Sen hayatın once içinde olduğun halde
her şeyden ince bir tülle ayrılıyorsun,
her şeyden çocuksu bir kanla
eksik yaşanmış bir baharla ayrılıyorsun...

Kim sevse seni, yitirdiğini seviyor
o büyük eksik neyse onu...
Kim sevse seni, yanlış yüzünü görüyor...
Uzaklaşan bir tutkusun sen
seni seven yitirmeyi öğrenmeli,
Hayatsın...O kanatan rüya...
Bölünmüş hayatları
son kez aydınlatıyor adın...
 
ÖMRÜMÜ KAYDA GEÇİRDİ BİR SOKAK

Eski bir yalnızlıktan ödünç alınmış günlerle
Yaşadım gençliğimi ölü bir kadının saçlarını
Okşayarak ...
Yaşadım babamın ruhuma ithaf ettiği
Bütün pişmanlıkları ,
Bozgun bir kalp ve siyah bayraklı şiirlerle
Dolaştım bütün sahipsiz duyarlıkları...

Ömrümü kayda geçirdi bir sokak
Sokak ki vaiz ve ticaret
Islak tül kokusu ve kömür.

Sokak ki hep kışa doğru yürür
 
SAKAT SÜVARİNİN KARISI

Meğer çoktan dökülmüş
Aynalardan sırlar,
Çoktan yayılmış kanser kokusu
Apartman boşluklarına
ve karanlık pencerelerde
Eski bir çığlık gibi yaşıyormuş kadınlar...
Yoksa der miydim anneme
Küstah bir şaşkınlıkla,
Bırak artık bu beklemeleri, diye
Çünkü güzel günler geride kaldı,
Beklenen o güzel günler
O da biliyordu oysa
Bahtsız kadınlar kabilesinde ölümün
Sıradan günlere paylaştırıldığını,
Felaketlerin basit sezgilerle farkedilip
Yürek ağrılarını dindirdiğini.
Nitekim vazgeçmişti artık
İpekli kumaşlar dikip
Sakat süvariyi beklemekten...
Konuştuk uzun uzun
Balolar, danslar, şenlikler ve
Cumhuriyet...
Sonra başını açmasını söyledim ona
Durdu... düşündü...
ve karanlık anlamları
Bırakarak ardından
İncecik bir yalnızlık gibi
Sokaklara çıktı,
Hatırladı kendini... ürperdi...
Akşamdı... bizim gibi adamlar
Haber verdi
Ölüsünün mercan karakolunda bekletildiğini.
Başörtüsünü
ve amelelere harb-ı umumiyi anlatan
Sakat süvariyi kahveden aldım.
Ne babamın polislere anlattığı
Dokunaklı anılar,
Ne de kirli deniz kokan
Saçları tanık oldu ölümüne...
Onun ölümü ne kanser,
Ne kocası,
Ne komşular...
Ölümü, elimde buruşturduğum
Bu başörtü
Bu baş... bu örtü...
Bu baş... bu örtü...
Bu baş... bu örtü...
 
SAVRUK YILLARIN SOLDURDUĞU BEDENİME DOKUN

Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.

Loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
****** mesihlerden geçerken...

Bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.

Ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...

Kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.

Birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.

O esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü
umudun kan kıyısından gelirdi.

Ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini
okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı...

Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...

Ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak
bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...

En solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut, belki de terk ettiğin son
cehennemdir bu.

Ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı
kadar
ince ve dokunaklı olan bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun

Sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla...
 
SEN ASLINDA ÇOK ESKİ BİR ŞEYE AŞIKSIN

künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerimi
ölürsem beni seninle ararlar şimdi

bak, incelirken zehirleniyorsun yavaş yavaş
beni yanaşma ruhum boğuyor geceleri

ölürsem beni seninle ararlar şimdi

yüreğim paslı bir sarnıç
gözyaşlarının demi hala avuçlarımda

sesleniyorsun sevdaların kilitlendiği manastırlardan
yaşamak güçlü olmak değildir her zaman

künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini
ölürsem beni seninle ararlar şimdi
 
SEN ORDASIN

Sen ordasın
yazılmamış bir şiir gibi...
saf ve masum
bütüm öfkem bu sana
başegmem ve sonsuzca
arzulamam...
 
Geri
Üst