Teoriler...

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Herzberg İki Faktör Teorisi


Motivasyon alanında ortaya atılan içerik teorilerinden biridir (Herıberg's Motivation-Hygiene Theory veya Two-Factors Theory). Herzberg'in (1959) temel tezine göre, iş yerinde bazı faktörler doyumla, bazı faktörler de duyumsuzlukla ilgilidir. Dolayısıyla ihtiyaçlar iki ayrı çizgi (continuum) üzerinde yer alırlar.

Herzberg bizzat işin kendisine ve kişinin gelişmesine bağlı olan doyum faktörlerini, 'içsel faktörler' ya da 'motivasyon faktörleri' olarak nitelemiştir; başarı, saygınlık, iş, sorumluluklar ve terfiler bu grupta yer alırlar.

Buna karşılık işe karşı olumsuz tutumlarla ilişkili duyumsuzluk faktörlerine, 'dışsal faktörler' ya da 'hijyen faktörleri' adını vermiştir; işletmenin yönetimi ve politikaları, ücret, iş ilişkileri ve iş koşulları, bunlar arasında yer alır.

Kısaca belirtmek gerekirse, bu teoriye göre insanda iki tür ihtiyaç vardır. Hayvanlarla ortak olan birinciler, zor ve acı veren durumlardan kaçınmakla ilgilidir. İkinciler, insana özgüdür ve psikolojik olarak gelişmekle ilgilidir. Hijyen faktörleri, Maslow piramidinin ilk iki basamağına (fizyolojik ve güvenlik) ve Alderfer'in varoluş ve sosyallik ihtiyaçlarına tekabül etmektedir.
 
İki Faktörlü Heyecan

Heyecanların nasıl oluştuğu konusunda Schachter ve Singer tarafından ortaya atılan bu görüş, heyecanların iki faktörden kaynaklandığını öne sürmektedir: Fizyolojik faaliyet artışı (kalp ritminin yükselmesi, terleme, vb.) ve bu aktifleşmeye ilişkin atıflar. Bu iki öğe heyecanların ortaya çıkışının zorunlu ve yeterli nedenleridir. Bu teori, heyecanların temelindeki atıfların büyük ölçüde dışsal olduğunu varsaymaktadır.

Daha sonraki yıllarda Valins tarafından iki faktörlü heyecan teorisinin bilişsel bir versiyonu geliştirilmiştir. Buna göre, fizyolojik canlanma faktörü zorunlu değildir, Önemli olan bunun olduğuna inanmaktır. Buna inanan kişi, bir neden arayacaktır ve bu da, heyecana yol açacaktır.

Nihayet daha yakın yıllarda Weiner, heyecanların meydana gelmesinde, atıfların yeterli olabileceği görüşünü ortaya atmıştır. Ona göre başarı veya başarısızlığı yaşayan kişi, eş zamanlı olarak pozitif veya negatif genel bir heyecan hisseder. Ardından durumu açıklayıcı net bir atıfta bulunur ve bu atıf, özgül bir heyecana yol açar.

Sosyal psikologlar, heyecanlar ile atıflar arasındaki bağı genel olarak kabul etmekle birlikte, heyecanların atıflardan sonra mı, yoksa önce mi geldiği konusunda farklı görüştedirler.
 
Kavramsal Bağımlılık Teorisi

Schank (1975) tarafından ortaya atılan bu teori (conceptual dependency theory), cümlelerin anl*****n temsilini konu almakta ve anlamı aynı olan iki cümlenin bir tek temsilinin bulunduğu görüşünden hareket etmektedir. Bu temel önermeye göre, bir cümledeki örtük enformasyonun, cümlenin anl*****n temsilinde açık seçik (explicit) olması gereklidir.

Dil karşısında olabildiğince nötr bir temsile (cümlelerin anl*****n temsili) ulaşmak isteyen Schank, bu temsili, kavramları ve kavramlar arası ilişkileri kapsayan bir kavram olarak tanımladığı 'kavramsallaştırma' kavramıyla karşılar (Bloch, 1997) ve üç temel kavram tipi ayırdeder: Nominal kavramlar, eylem kavramları ve dönüştürücü kavramlar. Ona göre tüm bu kavramlar, bir takım kurallar çerçevesinde birbirine bağlanır ve bağımlı hale gelir.

Schank'in nihai amacı, cümle ve metinlerin temsili yoluyla doğal dilin yapay zeka çerçevesinde simülasyonunu başarmak ve tüm dilleri anlayabilecek bir program geliştirmektir.

 
Kendini Algılama Teorisi

1970'li yıllarda Bem tarafından formüle edilen bu teori (self-perception theory), bireylerin kendilerini daha iyi tanımayı nasıl öğrendiklerini konu almaktadır. Atıf konusunda benliğin analizinde önemli bir katkı sağlayan bu teori, iki postülaya dayanmaktadır:

• Bireyler, kendi tutumlarını, duygularını ve benzeri içsel durumlarını, kendi davranışlarından ve bu davranışların içinde yer aldığı koşullardan hareketle yordayarak tanırlar.

• İçten gelen işaretler belirsiz, zayıf ve güç yordanır oldukları ölçüde birey, işlevsel olarak, tıpkı bir dış gözlemcinin konumundadır, yani o da kendisini tanıma çabasında iken, dış gözlemcinin ona baktığı gibi bakar ve dışa yansıyan işaretlerden çıkarsama yapar.

Özetle bu teori, insanın kendisini bir gözlem objesi gibi aldığını ve kendi tepkilerine ve tutumlarına bakarak yorumda bulunduğunu öne sürmektedir. Kendini algılama teorisi, bilişsel çelişki teorisine ve bireyin kendine atıfları konusuna getirdiği farklı bakış ya da katkılar bakımından da sıklıkla tartışılmaktadır.

Bem, bireyin tutumuna aykırı bir davranış yapmasının, onda iç gerilimi azaltmaya yönelik bilişsel bir çabaya yol açtığı fikrini temelsiz bulmaktadır. Ona göre bu durumdaki birey, kendi davranışını ve onu buna iten koşullan irdeler; en çok ücret ya da ödül alanların, tutum değişikliğine gitmemesini, buna karşılık az ücret veya ödülü az olanların tutum değiştirmesini doğal bulur.

Festinger ve Carlsmith'in deneyinde denekler, davranışlarını ödülün sonucu gibi algılamakta ve dolayısıyla kendi gerçek tutumlarını yansıtmamaktadır. Eğer buna aykırı davranmışsa, önemli düzeyde bir Ödül aldığı içindir. Bern'e göre dış gözlemcilere, bu deneklerin davranışı ve deney koşulları açıklansa, onlar da aynı davranışları ortaya koyarlar.

Nitekim Bem, gözlemci deneklere (aktör değil) durumun verilerini sunarak aktör konumundaki deneklerin ne tür çıkarsamalar yapacaklarını sorar. Bern'in denekleri (gözlemci), gerçek deneklerle aynı sonuçlan gösterirler (Bem, deneyinde, gözlemci deneklere, aktör deneklerin ilk tutumlarını belirtmemiş olması dolayısıyla eleştirilmiştir).

 
Kendini Doğrulama Teorisi

Swann (1983) tarafından ortaya atılan bu görüşe (self-verification theory) göre bireyler kendi haklarındaki olumlu ya da olumsuz görüşlerini doğrulayan kişileri, böyle olmayanlara tercih ederler. Çünkü bireyler, diğerlerinin kendilerine karşı nasıl davranacaklarını ön görme ve denetleme isteğindedirler.
 
Kendini Sunma Teorileri

Kendini sunma, kendini uyarlama, kimlik sunumu, görüntü verme, imaj oluşturma, izlenim oluşturma gibi birbiriyle ilişkili bir dizi olgu ve kavram, sosyal psikolojide yakın yıllarda gelişen bir araştırma alanının yapı taşlarını oluşturmaktadır.

Bireylerin bu olgular çerçevesindeki davranış ve etkinliklerini açıklamak üzere ortaya atılan çeşitli yaklaşımlar, kendini sunma teorileri olarak gruplandırılabilir ve bu bağlamda Goffman'ın Tiyatro Yaklaşımı, Tedeschi ve arkadaşlarının İzlenim Yönetimi Teorisi, Alexander'ın Durumsal Kimlikler Teorisi, Jones'un Kendini Sevdirme Teorisi zikredilebilir.

Tiyatro Yaklaşımı, sosyal yaşamı ve kişiler arası ilişkileri, bireylerin çeşitli rolleri oynadıkları bir tiyatro gibi kavramlaştırmak-tadır. Burada rol, bireylerin kendilerini dışa yansıtma bakımından seçtikleri sözel ve sözel olmayan davranışlar bütününü kapsamaktadır. Goffman'a göre her insan çok sayıda kimliğe, yani bir kimlikler repertuvarına sahiptir ve muhatapların durumuna veya koşullara göre bunlardan biri oynanır, yani o rolün görüntüsü verilir.

İzlenim Yönetimi Teorisi (Impression Management Theory), kişiler arası ilişkiler, insanların saygınlıklarını korumak amacıyla birbiri üzerinde güç sahibi olma eğilimine dayandırılır. Uygun ve tutarlı görüntüler verme, bunu sağlamanın en önemli yollarından biridir.

Durumsal Kimlikler Teorisi (Theory of Situtited Identities), her sosyal ortanı veya kişiler arası ilişki bağlamı için, sosyal davranışın o ortama uygun bir kalıbının olduğu fikrine dayanır. Bu davranış kalıbı, durumsal kimliği ya da duruma uygun kimliği ifade eder. Her insan sosyal ilişkilerinde kendisi için en uygun durumsal kimliği oluşturmaya çalışır.

Kendini Sevdirme Teorisi ya da bir başka adıyla Stratejik Kendini Sunma Teorisi de, kişiler arası ilişkileri, bir diğerine ödül veya ceza verebilme kapasitesi anlamında güç elde etme çabası olarak açıklar. Kendini sevdirme ve bu amaçla ideal görüntüler sergileme, nispeten zayıf olanların gücü elde etmesinin önemli bir yoludur.
 
Kohlberg Moral Gelişim

Kohlberg'in moral gelişim teorisi, insanın sosyal gelişimi alanında ortaya konmuş son derece kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür. Bu teoriden hareket ederek gerçekleştirilmiş 5000 civarında araştırma sayılmaktadır (Clouse). Teorinin son hali (1987), her biri üç dilemma içeren üç paralel mülakat formu çerçevesinde kişilerle birebir yapılan görüşmelerin karmaşık bir kodlama sistemine değerlendirilmesini öngörmektedir. Söz konusu ikilemler, hipotetik niteliklidir:

Örneğin, özetle 'Heinz'ın karısı hastadır; tedavi için gerekli ilacı almaya yeterli parası da yoktur ve ilacı fahiş fiyatla satan eczacı da indirim yapmamaktadır. Heinz, karısının hayatını kurtarmak için eczacının laboratuvarına girer ve karısına gerekli ilacı çalar'. Görüşülen kişilere Heinz'ın haklı olup olmadığını, nedenleriyle birlikte açıklamaları istenir.

Veya 14 yaşında bir genç olan Joe, bir kampa katılmayı istemektedir; babası ona bizzat kendisi para biriktirdiği takdirde izin vereceğine dair söz vermiş ve Joe da gazete dağıtımında çalışarak gerekli parayı biriktirmiştir. Fakat kamp öncesi babası fikrini değiştirmiş ve arkadaşlarının düzenlediği bir balık avı partisine katılmaya karar vermiştir; ancak para sıkıntısı vardır ve oğlundan kamp parasını ister. Kamptan vazgeçmek istemeyen Joe babasının isteğini reddetmeyi düşünmektedir'.

Kişilere Joe'nun babasına parayı vermesinin gerekli olup olmadığı, babanın vaadini yerine getirmesinin zorunlu olup olmadığı gibi sorular sorulur. Cevaplar 6 aşamalı karmaşık bir moral gelişim sistemine göre değerlendirilir.

Özetle birinci aşamada, davranışları sonuçlarına (ödül ve ceza) ve otoriteye itaata göre yargılama anlayışı (heteronom ahlak anlayışı); ikinci aşamada kişinin ihtiyaçlarını, çıkarını esas alan, diğeriyle ilişkileri sadece alışveriş mantığıyla yürüten ve karşılıklı takasla sınırlandıran ('Ben sana, sen bana') (bireysele! ve araçsal ahlak anlayışı); üçüncü aşamada aile ve benzeri aidiyet grupları çerçevesindeki kişiler arası ilişkilere odaklasan, diğerlerini memnun etmeyi hedefleyen ve yaygın normlara uymayı yücelten (kişilerarası normatif ahlak anlayışı); dördüncü aşamada toplumun genel işleyişini dikkate alan, yerleşik kuralları ve mevcut düzeni koruyucu ve destekleyici, görev odaklı (sosyal sistem odaklı ahlak anlayışı); beşinci aşamada sosyal çevreyi, toplum menfaati, insan haysiyeti ve saygınlığı gibi genel ilkelere göre yargılayan (insan haklan ve kamu çıkarına odaklı ahlak anlayışı) ve çok az sayıda kişinin ulaştığı altıncı aşamada, sosyal düzenin kurallarından az çok bağımsız olan, vicdanın sesi olarak ifade edilen, genel soyut etik ilkelere dayanan ve evrensellik içeren bir ahlak anlayışı söz konusudur.

Kohlberg'in felsefi temelinde Rawls'ın prosedüral adalet anlayışının bulunduğu söylenebilir. Zira ahlak anlayışını, sosyal norm ve kurallara pasif bir şekilde itaat etmeyi ve geleneklere eleştirisiz saygı göstermeyi, vazeden töresel/uzlaşımsal bir moral anlayışdan farklı olarak, her yerde aynı olan bir rasyonellik üstüne kurmaktadır. Ona göre moral, evrenseldir, toplumlardaki uzlaşmaları (konvansiyon) aşar, kişinin çiğnenemez haklarına gönderir.

Gerçekten doğru olan bir moral yargı, kişilerin birbiriyle çıkar ilişkileri dışında veya birbirini bilmeksizin vardıkları bir yargıdır, daha somut bir deyişle birbirlerinin yaşını, cinsiyetini, sosyal veya ekonomik statüsünü dikkate almadan oluşturdukları yargıdır. Bu perspektif, Aydınlanma felsefesine uzanan bireyselci bir moral anlayışın perspektifidir. Çünkü bireysel hakların, sosyal gereklere, normlara veya uzlaşmalara kıyasla öncelikli olduğu görüşünü taşımakta ve sosyal aidiyetlerinden sıyrılmış özerk bir birey kurgusuna dayanmaktadır.

Tostain (1999), Kohlberg Teorisi ve benzeri ahlak teorilerinde, insanların içinde hareket ettikleri somut durumları dikkate alarak niçin bu durumlarda şu ya da bu davranışın ortaya çıktığım açıklayacak; ahlak gelişiminde evrenselcilik-görecelikcilik (ya da kültüralizm) karşıtlığını aşmayı sağlayacak; insanların ahlaki gereklere uyma veya uymamasında eğitim pratikleri, iktidar biçimleri ve sosyal normların ortaklaşa etkilerini gösterecek psiko-sosyal bir bakış açısının eksik olduğunu öne sürmüştür (Vandenplas- Holper, 1999).
 
Locke'un Hedefler Teorisi

Bu teori (Locke's theory ofgoal-setting), motivasyon konusunda ortaya atılan süreç teorilerinden (process îheories) biridir. Locke'a (1968, 1990) göre, bireyin işyerindeki randımanı ve davranışı, saptadığı hedeflerden etkilenmektedir.

Teorinin ilk versiyonu, sınırlı bir kapsamdadır ve buna göre kendine hedefler saptayan bir kişi, hedefsiz olanlara kıyasla daha verimli olmakta ve daha iyi sonuçlar elde etmektedir.

Daha sonraki versiyonunda hedeflerin özgüllüğü (açık seçik olması), güçlüğü ve kabulü (gerçekçi ve benimsenmiş olan hedefler) gibi değişkenleri devreye sokan Locke'a göre, hedef açık seçik oldukça ulaşılma şansı artar; ulaşılması zor hedefler, benimsenmeleri koşuluyla kolaylara kıyasla randımanı artırır; bireyler hedeflerini benimsedikleri ölçüde verimli olma yönündeki motivasyonları artar, reddedilen hedefler, motivasyonu düşürür, vb.
 
Maslow İhtiyaçlar Teorisi

Bu teori (Maslow's hierarchy of needs} motivasyon konusunda ortaya atılan ilk içerik teorilerindendir (content theories). Motivasyonu ihtiyaçlara bağlayan Maslow (1954), esas olarak beş basamakta topladığı ihtiyaçların hiyerarşik bir düzende ve bir piramid gibi yapılandığını öne sürmüştür.

Ona göre piramidin ilk basamağında fizyolojik ihtiyaçlar yer almaktadır. İkinci basamakta güvenlik ihtiyaçları (tehlikelere, yokluğa, tehdide karşı korunma ihtiyacı); üçüncü basamakta aidiyet ihtiyaçları (bir gruba girme, dostluk ilişkileri kurma ihtiyacı); dördüncü basamakta sosyal onay ve prestij ihtiyaçları (öz saygı, özgüven, bağımsızlık, sosyal tanınma, vb. ihtiyaçlar); beşinci basamakta kendini gerçekleştirme ihtiyaçları (kendini, projelerini gerçekleştirme, potansiyelini geliştirme, mükemmelleşme, vb.) bulunmaktadır ve tüm bu ihtiyaçlar aynı bir çizgi (continuum) üzerinde yer almaktadırlar.
 
McClelland Motivasyon Teorisi

Bu teori, (McClelland Learned Needs Theory), motivasyon konusunda ortaya atılan içerik teorilerinden biridir. McClelland (1961), iş ortamıyla ilgili üç ihtiyaç üzerinde durmuştur. Üç ayrı çizgi (conünuum) üzerinde yer alan bu ihtiyaçlar, gerçekleştirme ihtiyacı (başarma, verimli, etkili olma ihtiyacı), bağlanma ihtiyacı (sosyal ilişkiler kurma, sosyal onay, bütünleşme ihtiyacı) ve güç ihtiyacı (diğerlerini etkileme ihtiyacı) olarak ifade edilebilir. McClelland, bu ihtiyaçların iş ortamında davranışları nasıl etkilediğini ortaya koymaya çalışmıştır.

Ona göre, her bireyde bu ihtiyaçlardan biri daha belirgindir, ama koşullara göre diğer iki ihtiyaç da etkide bulunabilir. İhtiyaçların kaynağında kültür, sosyal normlar ve kişisel deneyimler bulunur ve bu anlamda motivasyon, bağımlı değişken durumundadır.
 
Oyun Teorisi

Oyun teorisi, kaynağını, J. von Neumann ve O. Morgenstern'in (1944) Theory of Games and Economic Behaviour adlı klasik kitaplarında bulan stratejik bir yaklaşım ve analiz tarzı olarak nitelendirilebilir. Oyun teorisi, günümüzde serbest piyasa ekonomisinde rekabet içindeki ekonomik aktörlerin davranışlarının, uluslararası ilişkilerin analizinde ve stratejik kararların alınmasında kullanılmaktadır.

Oyun teorisinin felsefi temelleri, XVIII. yüzyılın ekonomik fayda teorilerine kadar uzanmaktadır. Fayda teorileri, XVIII. yüzyıldan itibaren sanayileşme sürecine giren Avrupa ülkelerinde yaşanan köklü değişmeleri, belirli bir insan ve toplum anlayışı çerçevesinde kavramsallaştırmaya çalışan teorilerin en önemlilerindendir.

Fayda teorisyenleri (Bentham, Mili, Smith, Green, vs.) insanın yarar arayışında olduğu ve tüm insan davranışlarının bu güdü tarafından yönlendirildiği gibi temel bir sayıltıdan hareketle yeni bir insan modelini, Homo Economicus'u ortaya atmışlardır.

Bu düşünürler, ekonomik liberalizme dayalı bir insan ve toplum modeli geliştirmeyi hedeflemekle birlikte, görüşleri, psikolojik planda yetersiz kalmış, bireysel davranışları açıklamakta ve bireysel ile sosyali eklemlendirmekte başarısız olmuşlardır.

XIX. yüzyıl sonlarında psikoloji biliminin gelişmeye başlaması ve buradaki boşluğun bir kısmının psikoloji teorileri tarafından ele alınmasıyla yeni bir aşamaya gelinmiştir. Ekonomik fayda teorileri, salt ekonomi ve politika alanında kalmayıp psikolojiye de taşmış ve bunların psikolojik versiyonu, pekiştirme veya öğrenme teorileri adı altında ortaya çıkmış ve behevyorist metodoloji, çağrışımcılık ve hedonizm üçgeni çerçevesinde gelişmeye başlamıştır (Deutsch ve Krauss, 1974).

Pavlov'un klasik şartlanması ve Thorndike'ın enstrümental şartlanması, bu konudaki çalışmaların temel iki paradigmasını oluşturmuştur. Yüzyılın başından bu yana çeşitli araştırmacılar (Thorndike, Homans, Hull, Miller ve Dollard, Hovland, Skinner, Thibault ve Kelley, vs.), bu yönde çalışmışlardır. Sosyal psikolojide kişiler arası takas teorisi de aynı çizgide yer almış ve kişiler arası ilişkiler, bir tür ekonomik ahş-veriş gibi kavramsallaştırılmıştır.

Oyun teorisi, bu akımın en rafine örneklerinden biridir. Burada oyun kavramı iki veya daha çok sayıda partönerin kazanç ve kayıpları arasında karşılıklı bir ilişkinin bulunduğu, taraflardan her birinin tüm kuralları (kayıp veya kazanç koşulları) bildiği ve önceden saptanmış birtakım kurallara göre tercihlerde bulunduğu bir durumu ifade etmektedir. Teorinin amacı, iki veya daha fazla partner arasındaki çatışmalı durumlarda, rasyonel bir insanın izleyeceği optimal eylem politikaları veya stratejileri oluşturmaktır.
 
Örtük Kişilik Teorileri

Örtük veya zımni (implicit theory of personality) kişilik teorileri, insanların kendilerinin ve özellikle diğerlerinin kişilikleri hakkındaki görüşlerini ifade etmektedir. Burada teorinin örtük olması demek, açıkça ve biçimsel olarak ifade edilmemiş, ancak doğal olarak böyle anlaşılır olmak demektir (Beauvois, 1984).

Örtük kişilik teorileri, Shweder'in (1977) ifadesiyle, sıradan insanların günlük yaşamlarında kişilik çizgileri planında 'ne neyle birlikte gider' ya da 'hangi kişilik özellikleri birlikte bulunur' konusundaki fikirlerdir. Örneğin erkeksilik çizgisinin, zekayla değil, fiziksel güç, kararlılık, cesaret veya karakter gücüyle ilişkilendirilmesi gibi. Burada bir kişiyi betimleyen ve birlikte bulunduğu düşünülen çizgiler, bu kişi hakkındaki beklentilerimizden ve tasvirlerimizden kaynaklanmaktadır ve bu teori, hiçbir geçerlik kriterine dayanmamaktadır.

Kısacası bu teorilerde, kişilik, çeşitli kişilik çizgilerinden oluşan bilişsel bir yapı gibi düşünülür ve bu çizgiler arasında bir takım ilişkiler beklenir; yani kişiler hakkında bir yandan birtakım çizgiler repertuvarı geliştirilir, öte yandan bu çizgiler arasında bir takım ilişkiler olduğu varsayılır (Leyens, 1983; Schneider, 1973). Örtük kişilik teorileri, çoğu kez diğer insanlarla paylaşılan ortak görüşlerdir. Bunların paylaşılmış olmaları, onlara bir tür sağlamlık kazandırır ve onların 'doğrulukları' hakkındaki inancımızı pekiştirir.
 
Örtük Mutluluk Teorileri

Örtük veya zımni mutluluk teorileri, sosyal düşünceyle ilgilenen sosyal psikologların dikkatini çeken ve insanların günlük yaşamlarında ürettikleri teorilerdendir.

Bu teoriler, insanların kendilerinin veya diğerlerinin yaşamlarındaki mutluluk konusunda ortaya attıkları açıklamaları kapsamaktadır. Örneğin bu teoriler, insanların mutluluğun kaynağında diğerleriyle ilişki, aşk, iyi bir evlilik, dostluklar, çocuk sahibi olmak gibi hususları gördüklerini ortaya koymaktadır.

Üniversite öğrencileriyle yapılan bir araştırmada (Klinger, 1977), "Yaş*****za anlam veren şey ne?" sorusuna örneklemin %89'u, 'diğerleriyle ilişki' (aşk, dostluk aile ilişkileri) cevabını vermiştir. Campbell'in (1981) anket sonuçlarına göre mutluluk kaynakları arasında, mutlu bir evlilik, hoş bir aile yaşamı ve güvenilecek dostlara sahip olma öne çıkmıştır.

Freedman'ın (1978) araştırmasında ise mutluluk faktörleri arasında aşık olmak, ahenkli bir evlilik, doyumlu cinsel ilişkiler, dostları olmak ve hoş bir sosyal yaşam etkili görülmüştür; bu alanlarda mutlu olduklarını söyleyenlerin %90'ınm genel olarak yaşamlarından da memnun oldukları; mutsuz olduklarını söyleyenlerin, mutlu olmak için yaşamlarında aşkın eksik olduğunu belirttikleri saptanmıştır (Kaynak; Vallerand ve ark.,' 1994).
 
Örtük Teoriler

Örtük veya zımni teoriler (implicit theory), günlük yaşamda bireylerin kendilerinin veya diğerlerinin davranış ve yaşantıları konusunda üretip kullandıkları, ancak bilimsel olarak temellendirilmemiş görüşlerdir.

Bunlara naif teoriler de denebilir. Zira özel bir uzmanlık gerektirmeyen bu teoriler, bilinçli bir şekilde oluşturulmamış ve apaçıkça ifade edilmemiş görüşlerdir.

 
Pekiştirme Teorisi

Pekiştirme teorileri (reinforcemenî theories), esas olarak öğrenme konusunu (tepkilerin kazanılması, öğrenilmesi) ele alan, kısacası öğrenme teorisi kavramlarını, kişiler arası ilişkiler bağlamına aktaran ve bunları uyaran-tepki paradigmasına göre açıklayan görüşlerdir.

İnsanın sosyal davranışlarının hemen hiçbirinin, organizmanın genetik bagajı tarafından belirlenmemiş olması, öğrenme olgularının son derece geniş bir yelpazeye yayıldığının açık bir göstergesidir. Söz konusu olguların incelenmesi üç büyük teorik yaklaşımın etkisindedir: Behevyorizm (ya da behevyorist metodoloji), çağrışımcılık (ya da temel yapısal ilkeleri) ve hedonizm (ya da motivasyon ilkesi).

Pekiştirme teorileri özellikle üçüncü yaklaşımla ilgilidir. Bu teoriler uyaran-tepki zincirinin oluşmasında 'ödül' veya muadillerinin (gerilimin azaltılması, zevk, doyum faktörleri, vb.) rolünü vurgulamaktadır. Hedonist yaklaşım Bentham'dan Thorndike'a, Thibaut ve Kelley'den Homans'a, Miller ve Dollard'dan Hovland'a, Skinner'den Bandura ve Walters'a, klasik şartlanmadan edimsel şartlanmaya kadar uzanan uzun bir tarihe sahiptir.

Bu tarih içersinde öğrenme teorileri, başlangıçta uzun yıllar boyunca sosyal davranışlarla ilgilenmediğinden, sosyal psikolojideki etkileri de sınırlı kalmıştır. Sosyal psikolojide, özellikle kişiler arası ilişkiler ve çekim konusunda söz konusu edilmektedirler.

Pekiştirme, bir tepkiyi izleyen ve tepkinin tekrarını daha olası hale getiren her tür olayı ifade etmektedir. Pratikte pekiştirmenin sağlanma tarzına göre, literatürde 'ikincil pekiştirme', 'sürekli pekiştirme', 'aralıklı veya programlı pekiştirme', 'negatif veya pozitif pekiştirme' gibi farklı pekiştirmelerden söz edilmektedir.
 
Psikanalitik Teori

Freud tarafından ortaya atılan psikanaliz, her şeyden önce XIX. yüzyılın determinist anlayışını insani olgulara genişletmesi, psişik yapıyı ve süreçleri içgüdüler temelinde açıklaması, früstrasyon ve çatışmaların neden ve sonuçlarını sistematik bir tarzda incelemesi, insan davranışlarını bilinçdışı mekanizmalarla ilişkilendirmesi, psikoseksüel bir gelişim modeli geliştirmesi, insanın zihinsel yaşamında cinsel güdülerin ve saldırganlık güdülerinin rolünü vurgulaması gibi hususlarla karakterize edilebilir.

Freud'ün sosyal psikoloji yazıları, Totem ve Tabu (1913), Kolektif Psikoloji ve Ben'in Analizi (1921), Uygarlıkta Bunalım (1930), Musa ve Monoteıim gibi eserlerinde toplanmıştır. Totem ve Tabu'da, ilkel toplumlardaki tabuları ve totemizmi, baba ve oğulların anneye yönelik rekabet ve çatışmasına dayandırır. İnsanlık tarihinin ilk zamanlarında bu çatışma, oğulların kendi aralarında koalisyona gitmesi ve babayı katliyle sonuçlanmaktadır. Bu 'ilk günah', pişmanlık ve suçluluk duygularına yol açmakta ve yasak arzulara karşı önlem olarak tabular tesis edilmektedir. Totemizm ise oğulların babayla özdeşleşmesini pekiştirmeyi sağlamaktadır.

İkinci eserde Freud, sosyal bağ ve dayanışmayı, babaya veya şefe karşı düşmanca duyguların dönüştürülmesiyle açıklamaktadır. Bireyleri birbirine bağlayan şey, cinsellikten arındırılmış veya yüceltilmiş dostluktur; ayrıca bireyler kendi gruplarında Ben'in ideali olarak seçtikleri şefle özdeşleşerek birbiriyle de Özdeşleşmiş olmaktadırlar.

Freud uygarlığın krizini, birey ve toplumun amaçlarının örtüşmemesine bağlamaktadır. Bu durumda, insanın doğuştan getirdiği saldırganlık veya yıkma arzusu, toplumun dağılmasına yol açan en temel güç olarak ortaya çıkmaktadır. Toplum bu yıkıcılığı Üst-Ben vasıtasıyla kontrol etmeye çalışmaktadır, vb.

Psikanalitik yaklaşım sosyal psikoloji alanında Freud sonrasında, bir yandan Adorno'nun Otoriter Kişilik kavramı etrafındaki çalışmalarda, öte yandan Kardiner'in Temel Kişilik kavramı etrafındaki çalışmalarda devam etmiştir.
 
Shweder Moral Teorisi

Kohlberg sonrası moral teorilerdendir. Kohlberg'in topluluğundan soyutlanmış bireye odaklı ahlak anlayışı yerine, kişileri topluluğu İçine yerleştiren holist bir anlayışa dayanır. Buradaki hareket noktası geleneksel toplumlarda kişilerarası ilişkilerin bireyin Özerk yargılarına değil, dinsel inançlara, mitoslara, değerlere tabi olduğu, kısacası toplumun birincil, bireyinse ikincil planda bulunduğudur.

Bu bağlamda sosyal uzlaşmalar, moral bir boyuta sahiptirler, zira toplumun norm ve kuralları, ilahi bir gücün veya düzenin ifadeleri olarak algılandığından buyurucu bir nitelik taşırlar.

Shweder ve arkadaşları (1987) kültürler arası (Hindistan ve ABD) çalışmalarından hareketle, geleneksel toplumlarda ahlak ile uzlaşmaların birbirinden ayırdedilmediğini, ayrıca sosyal düzene uymanın (uzlaşma morali), bireysel haklardan daha önce geldiğini öne sürmüşlerdir.

Araştırmacılar çeşitli davranışları a) herkesin yapması/uyması gerekenler, yani evrensel ve çiğnenemez olanlar, b) sadece bir toplumun üyelerinin yapması gerekenler, yani kültüre/topluma göreceli olanlar şeklinde iki kategoride tasnif etmişlerdir. Bunlardan ilki (hırsızlık yapmama, yalan söylememe gibi) moral davranışlardır, ikinciler (inek eti yememe gibi) ise uzlaşımsal (ülkelere göre serbest veya yasak olan) davranışlardır. Hintliler cevaplarında ikinci kategorideki davranışları da birincilerin yanına koymuşlar, yani moral ile uzlaşma arasında ayrım yapmamışlardır.

Shweder'e göre üç büyük moral kod ya da etik alan vardır ve her kültür bunlara farklı bir önem atfeder. Birincisi, özerklik eliğidir: Bu kod, kişisel kimliği yüceltir ve bireysel hakları, adalet ve özgürlüğü vurgular. İkincisi topluluk (komünote) etiğidir: Bu kod, kişilerin birbirine karşı görev ve yükümlülüklerini vurgular.

Üçüncüsü kutsallık etiğidir. Bu kod, insanın spiritüel özünü gerçekleştirmeyi, saflığı, arınmışlığı yüceltir. Birinci kod (Kohlberg'in evrensel saydığı kod) esas olarak Batı dünyası, diğerleri ise geleneksel toplumlar için önem taşır (Shweder'in teorisinin, modern etik ile geleneksel etiği kutuplaştırması, günümüz dünyasında oldukça abartılı görünmektedir) (Kaynak; Vandenplas-Holper, 1999).
 
Simetri Teorisi

Newcomb tarafından önerilmiş bilişsel bir harmoni teorisidir. Buna göre insanlar, diğerleriyle ilişkileri hakkındaki bilişlerinde ve duygularında simetri ararlar.

 
Skript Teorisi

Kutupsallık teorisi (polarity theory) olarak da adlandırılan ve ideoloji-kişilik ilişkilerini irdeleyen bu teori, Batı düşüncesinde ideolojinin yeni bir kavramlaştırmasını sunan Tomkins (1963, 1982) tarafından öne sürülmüştür.

Tomkins'e göre, hümanist ve normatif yönelimler arasında bir kutuplaşma vardır: Sağ ve sol dünya görüşlerini de ayırdeden bu kutuplaşma, teoloji, metafizik, matematik anlayışları, estetik teorileri, siyaset kuramları, epistemoloji, çocuk yetiştirme tutumları, psikoterapi yaklaşımları gibi hayatın her alanında farklı yaklaşımlara yol açmaktadır. Birey, grup ve kültüre ilişkin ideolojiler, hümanizm ve normativizm boyutlarına göre anlaşılıp sınıflandırılabilir.

Tomkins'in tanımladığı şekliyle, insanı, etkin, yaratıcı, düşünen ve arzulayan bir varlık olarak gören hümanist yönelim, onu kendinden hareketle anlayan bir yaklaşımın ifadesidir. Buna karşılık normatif yönelim, gerçekliği, insandan bağımsız olarak tanımlama eğilimindedir; Bu anlayışta insan, kendi dışında belirlenmiş kurallar, normlar sistemine ve gerçekliğin dünyasına uyma potansiyeliyle anlaşılabilir.

Farklı kişilik ve ideolojiler, normatif-hümanist ya da sağ-sol kutupları arasında uzanan bir süreklilik çizgisi (continuum) boyunca yerleştirilebilir. Bu çerçevede sağ-sol kişilik farklılıkları, ideo-affektif yapılar ya da kısaca "kalıplar" olarak tanımlanır.

Bu kalıplar, pek çok alanda etkisini göstermektedir. Örneğin farklı çocuk yetiştirme yaklaşımları, bir ucunda çocuğun çevreye uyumuna ve itaatine ağırlık veren bir eğitim anlayışı, öbür ucunda ise çocuğun kendi gerçekliğinin ortaya çıkarılmasına, kendini ifade etmesine ağırlık veren eğitim anlayışlarının bulunduğu bir çizgi üzerinde konumlandırılabilir.

Normatif-hümanist tutumlar, bilinen diğer bazı psiko-sosyal değişkenlerle de ilişkili görünmektedir. Nitekim ülkemizde yapılan bir araştırmada Göregenli (2000), normatif-hümanist eğilimler ile otoriterlik arasında olumlu bir ilişki olduğunu saptamıştır.
 
Sosyal Karşılaştırma Teorisi

Festinger tarafından ortaya atılan bu teoriye göre bireyler kendileri hakkında bir kanaate varmak için görüşlerini, değerlerini, yeteneklerini veya duygularını değerlendirme ihtiyacı hissederler. Bu ihtiyaç objektif yollardan giderilemediğinde, kendilerini diğerleriyle karşılaştırarak bir fikre varmaya çalışırlar. Genel olarak birey ile diğerleri arasındaki fark (bireyin aleyhine) çok büyükse karşılaştırmadan kaçınılır.

Festinger, sosyal karşılaştırma teorisi çerçevesinde şu tür sorulara cevap aramıştır: Niçin diğeriyle karşılaştırmaya gidilir? Kimlerle karşılaştırma yapılır? Sosyal karşılaştırmanın kişiler açısından sonuçları nelerdir?

Festinger'in modeli, rasyonel bir birey varsayar. Sosyal karşılaştırma teorisyenleri, daha sonraki yıllarda yeni karşılaştırma stratejileri üzerinde durmuşlardır: Yatay, aşağıya doğru ve yukarıya doğru karşılaştırmalar gibi.

 
Geri
Üst