Tarihten sayfalar..

15
EXE RANK

-AUXERRE. `

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
1 Ara 2009
Mesajlar
15,286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
-AUXERRE. `
“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin”
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethettiğinde bir süre orada kalır. Bu sırada kaldığı otağda görevli Mısırlı bir cariye vardır ki, Selim Han sabah çıkınca, geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor...
Bu cariye Yavuz Sultan Selim Hanı görür görmez âşık olur. Lâkin ümitsiz bir aşk!.. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye...

“Derdi olan neylesin?”
Cariyenin aşkı dayanılmaz seviyeye ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Padişaha açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurumu düşününce koca sultanın karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamaz. Düşünür, taşınır ve bir yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Bir not yazarak Selim Hanın yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır: “Derdi olan neylesin?”
Akşam gelince notu gören Selim Han, bunun, çadırını süpüren cariyeye ait olduğunu anlar ve kâğıdın arkasına cevabını yazar: “Derdi neyse söylesin.”
Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Cariye temizlik için çadıra geldiğinde kaparcasına kâğıdı alıp heyecanla okur. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip önceki notunun altına şu cümleyi ekler: “Korkuyorsa neylesin?”

“Hiç korkmasın söylesin!”
Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar: “Hiç korkmasın söylesin!”
Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir! Aşkını o akşam halifeye söyleyecektir. O gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip beklemeye başlar...
Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariye hemen ayağa kalkar. Selim Han “Buyurunuz, sizi dinliyorum” deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle “Efendim...” der. “Cariyeniz...” ve cümlesini tamamlayamadan “Allah!” diye feryad ederek yığılıp kalır. Selim Han da çok hislenmiştir. Gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:
“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.”
 
Şair Nef’î’yi idama ***üren hicivleri!..

Şair Nef’î Efendi, Saraydakilerle alay eden şiirler söyler, yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekerdi... İşte bunlardan biri de Vezir Tahir Efendi idi. Ona da hakaret ettiğinden, Tahir Efendi Nef’î’ye “Kelb” demişti. Nef’î de hemen bir şiirle ona cevab verdi:
“Bize kelb demiş Tahir Efendi/İltifatı bu sözüyle zahirdir/Maliki’dir benim mezhebim zira/İtikadımca kelb, tahirdir...”

Şeyhülislam ikaz etti!
Zamanın Şeyhülislamı onu ikaz etmiş, bir Müslümanı kötülerken aşırı gidilirse küfre düşülebileceğini söylemişti. Nef’i de buna karşılık olarak;
“Müftü efendi bize kâfir demiş/Tutalım ben O’na diyem Müslüman/Lâkin varıldıkta ruz-ı mahşere/İkimiz de çıkarız orada yalan...” diyerek cevap vermişti...
Daha sonra tahta çıkan Sultan 4. Murad Han onu Başkatipliğe tayin etti, fakat kimseye ilişmemesini söyledi. Her ne kadar Nef’î, Padişaha bu konuda söz verse de, yaradılışı icabı, kalemini durduramayıp Sadrazam Bayram Paşa hakkında bir hicviye yazdı:
“Gürcü hınzırı, a samsun-ı muazzam, a köpek/Nerde sen, nerde sadrazamlık, a köpek/Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun/Bir senin gibi deni cehl-i mücessem, a köpek...”

“Mübarek teriniz damladı!”
Sadrazam bundan son derece incindi. Fakat saray terbiyesi icabı, kimse bunları Padişaha bildirmiyordu. Padişah hasbelkader bunun farkına varınca, onu son defa ikaz etti. Fakat tıyneti icabı, işi daha da ileri ***ürdü. Halife-i Müslimin olan Padişaha, her zaman yüzüne karşı methiyeler düzdüğü halde, günün birinde onu tenkid eden, alaycı bir şekilde hicveden “Sihâm-ı Kazâ” isimli şiiri yazdı. Padişah bunu öğrenince, onun cezalandırılmasını istedi. Fakat kurnaz Nef’î, hemen saraydaki zenci ağalardan birine giderek Padişahın kendisini affetmesi için bir dilekçe yazması için yalvardı. Saray ağası dayanamayıp bir dilekçe yazdı. Tam imzalarken, kalemden bir damla siyah mürekkep kağıda damladı. O anda şairin hiciv damarı kabardı ve o zor anında bile zenci saray ağasını renginden dolayı kötülemek için “Mübarek teriniz damladı efendim” deyiverdi. Bu onun son sözleri oldu ve zenci saray ağası Nef’î’yi hemen cellada teslim etti. (26 Ocak 1635) yılında idam edildi...
 
Kıtlık zamanında alınan “Köşk”

Meşhur velilerden Habib-i Acemî hazretleri zamanında yaşanan şöyle bir hadise anlatılır: Horasanlı bir adam, evini on bin dirheme satarak, ailesiyle Basra’ya geldi. Oradan hacca gidecekti. Habib-i Acemî’yi buldu ve ondan şöyle bir istekte bulundu:
“Ben eşimle hacca gidiyorum. Şu on bin dirhem parayı al da, Basra’da benim için uygun bir ev alıver.”

“Rızası olmazsa, parasını öderim!”
Horasanlı ve eşi Mekke’ye doğru yola koyuldu...
O günlerde Basra’da müthiş bir kıtlık ve açlık başgöstermişti. Habib-i Acemî hazretleri ise elindeki emanet parayla gıda maddeleri alıp, sahibinin hayrına muhtaçlara dağıtmak zorunda kaldı. “Adamın rızası olmazsa, parasını ben öderim” diye düşündü.
Horasanlı adam, hac dönüşünde kendisine ev alınıp alınmadığını sordu. Habib-i Acemî hazretleri dedi ki:
“Sen benden bir ev almamı istedin ben ise sana Cennet’ten bahçeli bir köşk alıverdim!”
Adam sevindi ve bu durumu eşine de haber verdi. Kadın da buna memnun oldu, fakat köşkün tapusunu da istedi. Horasanlı bu isteği iletince, Habib-i Acemî hazretleri ona şöyle bir senet yazıp verdi:
“Bismillah... Bu senet, Habib’in Horasanlı zat için Rabbinden aldığı köşkün tapusudur. Allahü teâlâ bu köşkü Horasanlıya verecek ve Habib’i de borcundan kurtaracaktır...”

“Bu tapuyu kefenime koyun!”
Bu senedi aldıktan sonra adamcağız ancak kırk gün daha yaşadı. Ölmek üzereyken;
“Bu tapu senedini kefenime koyun” dedi ve ruhunu teslim etti.
Öyle yaptılar... Bir zaman sonra da kabrinin üstünde, parlayan bir levha buldular. Üzerinde şunlar yazıyordu:
“Habib Ebu Muhammed’in falan Horasanlı için on bin dirheme aldığı köşkün beratıdır. Rabbi, Habib’in istediği köşkü Horasanlıya verdi ve Habib’i de borcundan kurtardı.”
Habib-i Acemî hazretleri bu yazıyı alıp okuyunca, levhayı öptü ve ağlayarak dostlarının yanına koştu: “Bu, Rabbimin bana olan beratıdır!” diye sevincini ifade etti.
 
“İbn-i Hüvârâ” Ebû Bekr el-Betâihî

Ebû Bekr el-Betâihî (İbn-i Hüvârâ) Irak’ta yetişen evliyânın büyüklerindendir. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. O zamanda Irak’ta bulunan evliyâ arasında şânı yüce, kadri yüksek bir zât idi. Evliyâdan birçoğu kendisine talebe olup ilim öğrenmiş, istifâde etmiştir...
Önceleri, Betâih beldesinde yol kesicilik yapardı. Bu yolda berâber oldukları arkadaşları vardı. Bu da onların reîsi idi. Bir gece tenhâda, bir kadının, kocasına; “Çabuk buraya gel! Nerede ise İbn-i Hüvârâ ve arkadaşları gelip bizi bulurlar, yakalarlar” dediğini duydu.

“İnsanlar benden korkuyorlar”
O anda gizliden de bir ses; “Allahü teâlâdan korkma zamânın gelmedi mi?” diyordu. Bu sözler çok tesir etti. Ağlamaya başladı. “İnsanlar benden korkuyorlar, ben ise Allahü teâlâdan korkmuyorum. Olacak iş değil” dedi. Tövbe edip Allahü teâlâya yöneldi. Arkadaşları da tövbe edip, haydutluktan vazgeçtiler. İbn-i Hüvârâ, bundan sonra tam bir dönüşle Allahü teâlâya yöneldi. Tam bir sıdk, ihlâs ve kuvvetli bir irâde ile Allahü teâlâya giden yolda ilerlemeye, yükselmeye başladı. Allahü teâlânın lütfu, inâyeti ve tevfîki ile kısa zamanda velîlerden oldu ve şânı yüceldi.
Ebû Bekr el-Betâihî, hazret-i Ebû Bekir’in rüyâda kendisine hırka ve takke giydirdiği ilk zâttır. Ebû Muhammed Şenbekî ve başka birçok velî, kendisinden ilim ve feyz aldı...

“Rabbimden ahid, söz aldım”
İnsanlar akın akın gelip, bu mübarek zatın bereketli sohbetlerinden istifâde ederlerdi. O zamandaki evliyâ ve âlimler, ona; saygı, hürmet ve tâzimde ve sözlerine îtibâr etmekte ittifak hâlinde idiler. Bir ihtilâf meydana gelirse, son söz onun olurdu. Hal ve hareketleri, sûreti, ahlâkı çok güzel idi. Tam bir edep ve tevâzu sâhibi idi. Dînin hükümlerine uymakta çok sabırlı ve gayretliydi. Bunda gevşeklik göstermezdi. Dîne bağlı ve Ehl-i sünnet îtikadında olanlara çok ikrâmda bulunurdu.
Bu mübarek zat vefat ederken buyurdu ki:
“Kırk çarşamba kabrimi ziyâret edene, sonunda kendisine Cehennemden kurtulduğuna dâir berât verilir.”
“Benim türbeme giren bir cesedi ateşin yakmaması için Rabbimden ahid, söz aldım.”
 
Geri
Üst