Tarihi Fıkralar

Kara Ali

OSMANLI döneminde, liman cüzdanını kaybeden kaptan yenisini çıkarmak için Liman Reisliğine gitmiş...

Memur başlamış sormaya:
"Adın ne?"
"Kara Ali!"
"Nerelisin?"
"Karabigalı!"
"Geminin adı ne?"
"Kara Yunus!"
"Nereden geliyorsun?"
"Karadenizden!"
"Yükün ne?"
"Karalahana!"
"Nereye gideceksin!"
"Karamürsele!"
MEMUR, ya sabır demiş:
"Dönüşte bizim limana uğrayacak mısın?
"Hayır. Orada gemiyi karaya çekeceğim, Karamanda Karadağlı, Karamustafayı gördükten sonra, karadan Mekke - i Mükerremeye gidip, kara donlu Baytullaha yüz süreceğim!"
Memur lahavle çekmiş:
"İnşallah oradan yüzünün akıyla dönersin!"
"Yüzümüz ak mı kara mı çıkar, bu ancak kara toprağa girdikten sonra belli olur!"
Memur dayanamamış:
"Zift mi kesildin be mübarek!

alıntıdır...
 
Onu Allah Sorar

Koca Ragıp Paşa'nın konağında bir Ramazan orucundan konuşuyorlardı.
Paşa Haşmet’e sordu:
- Haşmet! Senin de borcun var mı?
- Var efendim!
- Ne kadar?
- Mahalle bakkalına bin kuruş borcum var!
Ragıp Paşa;
- Be adam! Onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum deyince Haşmet şöyle der:
- Oruç borcunu Allah sorar, sizin soracağınız borç bu borçtur.!
 
Münasebetsiz Mehmet Efendi

İkinci Sultan Mahmud’a “Münasebetsiz Mehmet Efendi” isminde birinden bahsetmişler. Merak edip, huzuruna getirtmiş. Biraz konuşmuş, aklı başında bir adam bulunca :
- Sizin için münasebetsiz diyorlardı. Halbuki pek makul konuşuyorsunuz.
Mehmet Efendi dereden tepeden bahsettikten sonra birdenbire Padişah'a sordu:
- Efendim, zurna çalmasını bilir misiniz?
Sultan Mahmut gayet tabii bir surette cevap verdi:
- Hayır, bilmem.
- Bendeniz de bilmem.
- Ya?
- Evet... Benim Bursa’da halamın damadının ihtiyar bir teyzezadesi vardı.
- Evet...
- O da zurna çalmasını bilmezdi.
Sultan Mahmut mabeyinciye işaret etti.
- Herifi çıkartın, şimdi bayılacağım!..
 
Davetiyede Yazmıyor

İkinci Abdülhamid son devirlerinde Edirne valiliğe ve kumandanlığında bulunan Müşir Arif Paşa Ramazan'da vilayet ve ordu erkanına çok zengin bir iftar düzenlerdi. Yine böyle bir Ramazan akşamı iftar edildikten sonra Paşa davetlilere:
-Hadi efendiler, dedi namaz kılalım.
Davetliler arasında bulunan Bektaşi canlardan biri ceketinin cebinden iftar davetiyesini çıkarıp baktıktan ve tekrar cebine soktuktan sonra Paşa'ya sokuldu:
-Velinimetim, dedi, davetiyede yalnız iftar yazılı; namaza dair bir kayıt yok!.
 
Değirmen Taşı

Hasırcızade Mehmet ağa bir gün, Keçeci Zade Fuat Paşa'nın parmağındaki yüzüğe dikkatli dikkatli bakıyordu. Paşa sordu:

- Taşıma mı bakıyorsun?
- Evet Paşam, ne taşı diye bakıyorum.
- Elmas!
- Affedesiniz ama, bir şey soracağım: Sana kaç para getiriyor?
- Hiç!
Hasırcızade gülümseyerek:
- Benim de dedi, dede yadigarı bir çift taşım var ama, her sene bana elli altın getirir!
- Ne taşı bu?
- Değirmen taşı, Paşam!
 
Para vermeyenler var mı?

Abdülhamid zamanında Ayasofya Camii'nde vazeden Of’lu Tavilzade İbrahim Hoca çok şöhret kazanmıştı. Fakat bir huyu vardı ki fena tesir bırakıyordu: Va’zın sonunda mendil açıyor: Dinleyenlere : "Sökülün bakalım" diyordu.

Hocanın bu hali sarayın kulağına gitti. Abdülhamid mabeyincilerden birine emir vererek camiye yolladı. Mabeyinci va’zı dinledi. Hoca mendili açıp parayı topladıktan sonra yanına giderek konuştu: Padişahın selamlarını ve iradelerini tebliğ edeceğim.

- Buyurun efendim!
- Her mendil açışta ne kadar para topluyorsunuz?
- Nihayet elli kuruş. Çoğu metelik atıyor.
- Demek ki ayda on beş lira. İşte bunun iki misli olarak otuz lira veriyorum. İradei seniye gereğince bir daha mendil açmayın.
Ertesi günden sonra hoca bir daha mendil açmaz. Kimse de çıkarıp kendiliğinden on para vermez. Nihayet kadir gecesi gelir. Hoca duayı yapar. Halk kalkıp gideceği sırada hoca bağırır. "Durunuz ey cemaat, sizden bir sualim var. Bana yüksek bir yerden mendil açmayayım diye irade tebliğ edildi. Fakat görüyorum ki sizin hiç birinizde hocaya bir kuruş verelim diye davranmıyorsunuz. Merak ettim, acaba size de “Sakın hocaya bir şey vermeyin!” diye bir emir verildi mi?

alıntıdır...
 
Kardeş Payı

Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir kase uzatıp para istedi. Padişah, bir altın verdi. Derviş, “Padişahım ben senin kardeşin olayımda bir altın veresin. İnsaf uyar mı?” dedi. Fatih “Neden benim kardeşim oluyorsun?” diye sordu. Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince Padişah “Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene bu kadar da düşmez“ cevabını verdi.
 
Üçüncü Kadeh

Bir gün sandalcı Bekir Mustafa ile tebdil gezen Dördüncü Murat ve veziri aynı kayıkla Üsküdar’a geçiyorlardı. Havanın güzelliği, denizin safası Bekri'yi keyiflendirdi. Daima beraberinde taşıdığı şişeyi çıkarıp bir maşrapa dolusu içti. Sonra bir maşrapa da yanındakine ikram etmek istedi. Onlar reddedecek olmuşlarsa da Bekri’nin ısrarına dayanamayarak içtiler. Bir ikinci maşrapa bir üçüncü maşrapa gelince vezir kendini tutamayarak:
- Karşında kim var biliyor musun? dedi.
Bekir Mustafa sakince cevap verdi.
-Kim olacak benim gibi bir Allah’ın kulu.
Vezirin sesinin perdesi yükseldi:
-Karşındaki Sultan Murat ben de veziriyim.
Bu sözler Bekir Mustafa’yı telaşa düşürmedi. Bir kahkaha attıktan sonra sakince:
-Olur şey değil yahu dedi. Herifler iki maşrapa içince biri Padişah öteki vezir oldu. Üçüncü maşrabayı dikselerdi biri Allahlığı, öteki Peygamberliğini iddia edecek.

Her Şeyin Başı Sağlık
 
Her Şeyin Başı Sağlık

Üçüncü Sultan Ahmet kendisine hediye edilen çok kıymetli bir zümrüt yüzüğü, bir gün, divan toplantısında vezirlerine göstererek:
"Acaba bundan, daha kıymetli yüzük var mıdır?" diye sordu.
-Hayır efendim, sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha değerli bir şey olamaz, cevabını verdikleri halde yalnız sadrazam Nevşehirli İbrahim paşa itiraz etti:
- Bundan daha kıymetli bir şey vardır padişahım!
- Nedir?
- O yüzüğün takıldığı parmak!
 
Uğursuz Kim?

Osmanlı padişahlarından “Avcı” lakabıyle meşhur Dördüncü Mehmet Edirne’de bir gün, çıktığı geyik avında bir şey vuramamasını uğursuz bir adam görmesine bağladı. Düşünüp taşındı. Bu uğrusuzluğun saraydan çıkarken gördüğü, derviş kıyafetli bir damdan geldiğine karar verdi. Kısa boylu, uzun saçlı aksak yürüyüşlü üstü dökülen bu dervişin bulunmasını emretti. Adamcağız bulunup Padişah'ın karşısına getirildi. Padişah hiddetle bağırdı:
-"Seni uğursuz herif seni, bu sabah erkenden çıkınca ilk defa seni gördüm. Senin yüzünden bir keklik bile vuramadım Gel cellat başı bu mihnetsiz adamı al, as."
Kellesinin gideceğini gören derviş:
"Uğursuzluğum yüzünden" dedi, "Asılıyorum. Yalnız ölüme giden bir adamın son sözünü dinlemek lazımdır, benim de iki şey söylememe izin verir misiniz?"
Hala hiddeti üstünde olan Padişah
-Peki ne söyleyeceksen çabuk söyle.
Derviş:
- Zatı şahanenizde bu sabah ilk defa bu kulunuzu gördüğünüz için benim uğursuzluğum yüzünden bir keklik kaybettiniz. Ama bu kulunuz da bu sabah ilk defa zatı şahanenizi gördüm, ben de bu yüzden kellemi kaybediyorum. İnsaf ile düşününüz hangimiz daha uğursuz?

...alıntıdır...
 
Atası, Babası

Fransız romancı Paul Bourget, Mark Twain’e
- Bence, bir Amerikalı’nın canı sıkılınca, zaman geçirmek için atalarını bulmaya çalışsın, yeter... Tabi büyükbabasından öteye gidebilirse!
Mark Twain hemen yanıtlamış;
- Bir Fransız da, canı sıkıldığında babasının kim olduğunu araştırsın... Tabi bulabilirse!.. (Erendiz Kasnak/3000 Fıkra)
 
Karakuş Hakim

Kentin kadısı olan Karakuş Hakim, fırının önünden geçerken mis gibi bir koku duymuş. Hemen sormuş fırıncıya:
- Ne var fırında?
- Kaz kızartması efendim, bir müşteri getirdi.
- Pişince bizim eve gönder kaz kızartmasını...
- Aman yapmayın efendim; belalı bir adamdır sahibi, başım derde girer...
- Uzun etme ulan. Sonunda bana gelecek değil misiniz? Sen gönder kazı pişince, eve...
- Sahibi gelince ne diyeyim peki?
- Uçtu, dersin.
Karakuş Hakim, mahkemesinin yolunu tutmuş. Fırıncı da pişen kazı, Karakuş Hakim’in evine göndermiş. Az sonra kazı almaya gelmiş belalı müşteri: “Bizim kaz nerede?” Fırıncı: “Sizin kaz, uçtu efendim” demiş. “Ne?.. Kesilip yolunup temizlemiş kaz, uçar mı ulan ********?” Ve bir gözü de kör olan belalı müşteri, çektiği gibi palasını, fırıncının üstüne yürümüş. Fırıncı, kapıdan fırlayıp kaçmaya başlamış. Belalı da, palasıyla peşinden: “Vay kazım, vay kazım” diye bağıra bağıra... Fırıncı can havliyle bir evin bahçesine dalmış. Bahçede hamile genç bir kadın çamaşır yıkıyormuş. Fırıncıyla, peşindeki palalıyı görünce, düşüp bayılmış, çocuğunu düşürmüş. Bu kez de kızın babası takılmış, belalının arkasından fırıncının peşine: “Vay kızım, vay kızım!” diye... Fırıncı, Karakuş Hakim’in mahkemesine doğru koşuyormuş. Peşinde de, elinde palasıyla “Vay kazım, vay kazım!” diye kendisini kovalayan, bir gözü kör bir belalı; onun da peşinde “Vay kızım, vay kızım!” diye koşan bir baba... O sırada yoldan geçen bir adamın gözüne girip, gözünü çıkarmış belalının palası... Gözü çıkan adam da katılmış fırıncının peşindeki kafileye “Vay gözüm, vay gözüm!” diyerek... Fırıncı nefes nefese Karakuş Hakim’in karşısına çıkmış. Peşinden de, eli palalı belalı, öfkeli yaşlı baba ve gözü çıkmış adam... Karakuş Hakim: “Durun bakalım, demiş, anlatın mesele nedir?” Belalı, başlamış anlatmaya: “Ben kızartması için yolunmuş bir kaz getirdim fırıncıya; almaya gittiğimde, bana ‘kaz uçtu’ dedi... Karakuş Hakim: “Hemen kara kaplı kitaba bakalım” demiş. Ve yanındaki kara kaplı kitabın sayfalarını çevirdikten sonra: “Bak..” demiş, “... kara kaplı kitap ne yazıyor, ‘kaz, uçan bir hayvandır’ diye yazıyor. Demek ki, uçabilir kaz. Sen çekil bakayım kenara...” Ve yaşlı adama dönmüş: “Senin derdin ne?” “Efendim hamile kızım bahçede çamaşır yıkıyordu; bu adamlar girdiler bahçeye; kızım korkup bayıldı, çocuğunu düşürdü...”
- Kaç aylık hamileydi kızın?
- Üç aylık...
- Kısasa kısas... Sen şimdi kızını fırıncıya ver. Onu gebe bıraksın. Çocuk üç aylık oluncaya kadar da kendisine bakıp, sonra geri versin sana...” Yaşlı adam: “Vazgeçtim davamdan!” demiş. Sıra palayla bir gözü çıkan adama gelmiş. O da anlatmış olup biteni. Karakuş Hakim: “Evet, demiş. Kısasa kısas. Sen de palalı adamın bir gözünü çıkaracaksın. Ancak onun zaten bir gözü kör. O nedenle de, o senin bir gözünü daha çıkarsın; sen de onun bir gözünü çıkar, olup bitsin...” Gözü çıkan adam da, geri almış davasını...
 
Vergi

Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui'ye: “Majesteleri...” demiş. “Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalağı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.” Kral, alaylı alaylı gülerek: “Gerçekten ilginç bir fikir...” cevabını vermiş. “Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum!..”
 
Cehennemin dibi

Pinti denecek kadar hasis olan Erzincanlı İzzet Paşa'nın,bir gün pek sevdiği av köpeği kayboldu. Paşa kahyasını çağırıp sordu:
-Bizim köpek acaba nereye kaçmış olabilir?
Ne zamandan beri aylığını almamış olan kahya, suratını asarak cevap verdi:
-Vallahi paşam dedi, cehennemin dibine kaçmış olsa buradan daha iyi karnı doyar!
 
Menfaat dünyası

Süleyman Nazif’in yanında, Abdullah Cevdet'in para hırsından bahsolunurken biri: “ Meteliğe kurşun atar” dedi.
Nazif şu cevabı verdi:
- Hayır kurşun atmaz, göbek atar
 
Cimriliğin sonu

Kazaskerliğe kadar yükselen hasisliği ile meşhur Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, şeyhülislamlığa pek özenirdi. Bir gün, Fatih Camii'nden çıkarken ihtiyar ve fakir bir adam yanına sokularak. “İnşallah şeyhülislam olursun!” diye dua etti. Fevzi Efendi çıkarıp on para verdi, Fakir, efendinin yüzüne hiddetli hiddetli baktıktan sonra.
-Sende, bu cimrilik varken ‘nah’ şeyhülislam olursun.
 
en de gelmedim

Recai Zade Ekrem Bey, nezaket ve terbiyesi ile beraber kibir ve azametiyle de meşhurdu. Şurayı devlette genç bir muavin iken , bir gün Cevdet Paşayı ziyarete gitti. Günlerden Cuma, vakit de erkendi. Paşanın evde bulunduğu muhakkaktı. Arabasının da orada oluşu da buna delildi. Böyle olduğu halde kapıyı açan uşak, içeriye gidip geldikten sonra:
-Paşa evde yok!
Cevabını getirince, bu yalana canı sıkılan Recai Zade, uşağa:
-Öyleyse, dedi, paşaya benim gelmediğimi söylersin.

...alıntıdır...
 
Erikçi
Birgün padişahın kızı uyuyormuş ve padişah, uyanıp rahatsız olmasını istemiyormuş. O sırada seyyar satıcının sesi sokaktan padişahın kızının odasına kadar gelmekteymiş. Padişah, hemen :
- Ne satıyolarsa müsait bir taraflarına sokun! demiş.
Bunun üzerine askerler yakaladıkları erik satıcısının eriklerini müsait bir tarafına sokmaya başlamışlar. Erikçi, kıkır kıkır gülüyormuş. Bunu göre askerler :
- Ne o Yoksa hoşuna mı gitti demişler. Erikçi :
- Hayır, ben arkadan bağıra çağıra gelen karpuzcunun halini düşünüyorum!..demiş...

Kara Ali
 
Kara Ali

OSMANLI döneminde, liman cüzdanını kaybeden kaptan yenisini çıkarmak için Liman Reisliğine gitmiş...
Memur başlamış sormaya:
"Adın ne?"
"Kara Ali!"
"Nerelisin?"
"Karabigalı!"
"Geminin adı ne?"
"Kara Yunus!"
"Nereden geliyorsun?"
"Karadenizden!"
"Yükün ne?"
"Karalahana!"
"Nereye gideceksin!"
"Karamürsele!"
MEMUR, ya sabır demiş:
"Dönüşte bizim limana uğrayacak mısın?
"Hayır. Orada gemiyi karaya çekeceğim, Karamanda Karadağlı, Karamustafayı gördükten sonra, karadan Mekke - i Mükerremeye gidip, kara donlu Baytullaha yüz süreceğim!"
Memur lahavle çekmiş:
"İnşallah oradan yüzünün akıyla dönersin!"
"Yüzümüz ak mı kara mı çıkar, bu ancak kara toprağa girdikten sonra belli olur!"
Memur dayanamamış:
"Zift mi kesildin be mübarek!
 
Liste

Adamın birini kuduz köpek ısırmış. Ama adam çok vurdumduymaz olduğu için, bugün iğne olurum, yarın iğne olurum derken iş işten geçmiş. Doktora başvurup da kuduz olduğu gerçeğini anlayınca hemen bir kağıt kalem isteyip uzun uzun bir şeyler karalamaya başlamış.Doktor uzun süre beklemiş hayretle sormuş:''Vasiyetnameniz bu kadar uzun mu?''.''Vasiyetname hazırladığımı söyleyen kim doktor? Ben ısıracağım siyasilerin listesinİ yapıyorum!'' demiş.
 
Geri
Üst