Tarihi Fıkralar

Müridlerimiz Uçururlar

Tekke şeyhinin birine sormuşlar:
- Sizi gökte uçar derler, doğru mudur? Şu cevabı veriri:
- Biz uçmayız, bizi müritlerimiz uçururlar.
 
Derviş Olmak

Şeyh Galip Efendi zamanında bir gün Galata Mevlevihanesine çıplak denecek kadar üstü başı pejmürde birisi gelip şeyhin elini öptükten sonra:
- Soyunacağım, der.
Bu söz, tarik ehlinin ıslahına göre derviş olacağım demektir. Şeyh Efendi, adamcağızı yukarıdan aşağı bir süzdükten sonra aşçı dedeyi çağırıp şu emri verir:
- Al şu canı, ***ür giydir!
 
Bana Görünme de

kaç göç devrinde bir adamcağız evlenmiş. Fakat karısı hem çirkin hem ihtiyarmış. İlk günü berayi sadakat kocasına sormuş:
- Akrabanızdan kime görüneyim, kime görünmeyeyim?
Adam görmeden aldığı bu çirkin kadından dolayı talihine küskün bulunduğundan lakaydane cevap vermiş:
- Bana görünme de kime görünürsen görün! ( yazık kadına da Allah yaratmış sonuçta
frown.gif
)
 
Çocuk Mantığı

Oğlunu o gün sünnet ettirmiş, çocuk karyolada hediye oyuncaklarla meşgul. Annesi de o günün şerefine giyinmiş, süslenmiş ve elmaslarını takmış. Oğlan soruyor:
- A, anne bu elmaslar nereden çıktı?
- Eskiden vardı oğlum.
- Ha! Bildim, bildim senin de sünnetliğinde geldi değil mi?

alıntıdır (yeniçağ)
 
Sahte Aslanlar

Fukaranın biri işsiz kalmış,aç biilaç bir parkta kanepeye oturarak düşünürken biri yanına gelerek demiş ki:
- Senin galiba karnın aç. Al şu beş lirayı da karnını doyur ve yarın da filan yerdeki sirke gel sana iş bulayım.
Zavallının gözleri dört açılmış ve gidip karnını doyurmuş. Bittabi ertesi günü de tarif edilen yere gitmiş. Patron:
- İşin, demiş, çok kolay. Şu aslan postuna bürünerek ve demir kafese girerek aslan gibi gezecek ve bağıracaksın.
Adam bakmış iş kolay, tabi muvafakat etmiş. Postu giymiş, kafese girmiş. Heybetle geziyor ve bağırıyor. Seyirciler onu hakiki bir aslan zannediyor. İş böylece devamda iken bir de bakmış ki, öteki kafesle aralarındaki demir çubuklu bölmenin kapısı açık ve oradaki aslan da harekette. Korkudan gayriihtiyari:
- Lailahe illallah! demiş ve öteki aslan da aynı zamanda bu hali görerek aynı şekilde bir:
- Lailahe illallah! diye bağırmış. Meğer o da bunun gibi sahte aslanmış.
 
Yıldırım'ın Gazabı

Ya şikayet, yahut da başka bir niyet üzerine bir gün Yıldırım Bayezid kızıp, haklarında fena fikir sahibi olduğu seksen kadar kadının bir eve tıkılarak ateşle yakılmalarını emretmiş.
Veziriazam Ali Paşa ile diğer devlet erkanı böyle müthiş bir siyasetten korkmuş, fakat şüphelenir diye açamamışlar. Nihayet yirmi akça vadiyle, padişahın nedimlerinden bir habeşli bu işi üzerine almış.
Haberşli bir yol elbisesi giyerek huzura çıkmış. Padişah, nereye gideceğini sormuş:
- İstanbul'a gideceğim, cevabını almış. O zaman İstanbul'da Bizanslılar bulunduğu malum. Padişah yine sormuş:
- Orada ne yapacaksın?
- Yakılacak kadıların yerine nasip olunmak üzere seksen papaz getireceğim.
- Bizde kadı olacak kimse yok mu ki İstanbul'dan papaz getiriyorsun?
- Ulemadan gayriye kadılık verilmez ki...
Bunun üzerine bu işten vazgeçen padişah kadılığın bir nizama bağlanmasını Ali Paşa'ya emretmiş.

alıntıdır (yeniçağ)
 
Kaz

Soğuk bir kış günü padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Dolaşırlarken dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup döverek tabaklıyormuş. Padişah yaşlı adamın yanına yanaşmış ve selam vermiş:
P: Selamünaleyküm, ey pirii fani!
A: Aleykümselam, ey serdarı cihan!
P: Altılarda ne yaptın?
A: Altıya altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor.
P: Geceleri kalkmadın mı?
A: Kalktık. Lakin, ellere yaradı.
Padişah gülmüş ve konuşmasını sürdürmüş:
P: Bir kaz göndersem yolar mısın?
A: Hem de ciyaklatmadan.
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş:
P: Ne konuştuğumuzu anladın mı?
V: Hayır, padişahım.
Padişah sinirlenmiş ve vezire çıkışmış: “Nasıl anlamazsın? Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlayamazsan kelleni alırım!..” Korkuya kapılan başvezir padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına geri dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor. Hemen yanına yanaşmış ve sormuş: “Padişahla ne konuştunuz?” Adam, başveziri şöyle bir süzmüş: “Kusura bakma ama bedava söylemem. Ver yüz altın, söyleyeyim.” Başvezir çıkarıp yüz altın vermiş ve sormayı sürdürmüş: “Sen padişahı ‘serdarı cihan’ diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?” Adam “Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.” demiş. Vezir şaşkın şaşkın kafasını kaşımış ve devam etmiş: “Peki, ‘altıya altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor’ ne demek?” Adam buna yanıt vermek için de yüz altın istemiş. Başvezir çıkarıp altınları vermiş; yaşlı adam da yanıtlamış: “Padişah, ‘altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki kış günü çalışıyorsun?’ diye sordu. Ben de ‘yalnızca altı ay yaz değil altı ay da kış çalışmazsak yemek bulamıyoruz’ dedim.” Vezir hala şaşkın bir halde bir soru daha sormuş: “Peki, ‘geceleri kalkmadın mı?’ ne demek?” Yaşlı adam bu soru için de yüz altın almış: "Padişah ‘çocukların yok mu’ diye sordu. Ben de ‘var ama hepsi kız. Evlendiler; başkasına yaradılar’ dedim.” Vezirin kafası iyice karışmış ama sormayı sürdürmüş: “Bir de ‘kaz gönderirsem yolar mısın’ dedi. O ne demek?” Adam gülmüş: “Onu da sen bul!..”
 
Asma

Büyük Tufan'dan sonra Nuh ve adamları yeni bitkileri dikiyor. Sıra "asma"nın dikimine gelmiş... Demiş ki Nuh: "Yarım metre derinliğinde bir çukur kazın ve asma tohumunu içine koyun. Üzerine iki kürek toprak attıktan sonra bir kuş kesip kanını akıtın. Üzerine dört kürek toprak daha.. Sonra bir aslan kesin, kanını akıtın. Üzerine dört kürek toprak daha.. Arkasından bir eşek kesip onun da kanını akıtın. Sonra çukuru örtün..." Çevredekiler bir anlam veremedikleri bu "merasim"in nedenini sormuşlar Nuh'a... O da açıklamış: "Bakın, bu ağacın meyvesiyle soyumuz ilerde içki yapacak. İçkiyi içenler ilk başta kuş gibi cıvıldaşacaklar. İçmeye devam edenler aslan gibi kükreyecekler. Durmayı bilmeyenlerse eşekleşecek..."
 
Namık Kemal ile Papaz

Namık Kemal bir arkadaşıyla parkta oturuyordu. Tam sohbeti koyulaştırmışlardı ki karşıdan bir papaz geldi. Sakalı da beline kadar sarkıyordu. Arkadaşı: "Bırak atıp tutmayı şair. Bu papazın sakalını kestirebilir misin?" dedi. "Kestiririm" Namık Kemal; papaza yaklaştı. "Afedersiniz papaz efendi. Sana bir soru soracağım. Yanıtını yarın verirsin..." dedi. Papaz "Sor bakalım" deyince Namık Kemal; "Yattığında sakalını yorganın altına mı koyarsın üstüne mi?" Papaz her zamanki gibi evine gitti. Gece oldu. Yattı. Sakalını yorganının üstüne koydu olmadı. Altına koydu, yine olmadı. Gece gözüne bir türlü uyku girmedi. Sonunda dayanamadı. Gece kalktı. Sakalını kesti. Ertesi gün papazı kiliseye giderken gören Namık Kemal, arkadaşına:
- Gördün mü?
- Görmesine gördüm. Senden korkulur valla!..
- Neden korkulur?
- Bereket versin papazın yalnızca sakalını kestirmek için iddiaya girmiştik. Ya başka yerini kestirmek için iddiaya girseydik!..
 
Çıkmaz Oldu Aylıklar

Abdülhamit döneminde Kıbrıs'ta halk angarya çalıştırılır gibi ücretleri ödenmezmiş. Parasızlık halkın canına tak etmiş. İçlerinden biri arkadaşlarına: "Çoluk çocuğumuza ekmek alacak paramız yok. Abdülhamit'in de bize ödeyeceği yok. Padişahın hakkından Namık Kemal gelir. Durumu ona söyleyelim." demiş. Bulmuşlar Namık Kemal'i. Demişler: "Bir senedir çalışırız. Ne para aldık, ne de pul. Açlıktan ağzımız kokmaya başladı.” Namık Kemal: "Tamam. Şimdi size bir destan yazacağım. Gidip yatak odasının karşısına asacaksınız. Yatmaya giderken görecek." demiş. Namık Kemal almış eline kalemi. Yazmış: "Az mı hizmet ettik olsun bize yazıklar. Sultan Hamit'in canı gibi çıkmaz oldu aylıklar!.." Abdülhamit yazıyı okumuş. Yazanı anlamış. Askerlerine: "Bana çabuk Namık Kemal'i bulup getirin!.." demiş. Namık Kemal durumun böyle olacağını anladığından gemiye binmiş. Başka ülkeye kaçmış. Abdülhamit askerlerine emretmiş. İşçilerine olan borcunu onluğuna kuruşuna kadar ödemiş. O tarihten sonra işçiler ücretlerini günü gününe almışlar.
 
Mehter Takımı

Bir gün cennetin kapıları şiddetle vurulmuş. İçeriden seslenmişler: “Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!..” İçeriden “Hoşgeldiniz” diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri buyur etmişler. Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış içeriden sormuslar: “Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!” İçeriden “Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi! Siz kimsiniz?” Dışarıdan yine ses gelmiş: “Biz mehter takımıyız ancak geldik!..”

alıntıdır...
 
Kaz Göndersem Yolar mısın?

Çok soluk bir kış günü padişah tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.Yanına başvezirini alıp yola koyulmuş. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış:

'Selamunaleykum ey pir'i fani...'

'Aleykümselam ey serdar'ı cihan...'

Padişah sormuş:

'Altılarda ne yaptın?'

'Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor...'

Padişah gene sormuş:

'Geceleri kalkmadın mı?'

'Kalktık... Lakin, ellere yaradı...'

Padişah gülmüş:

'Bir kaz göndersem yolar mısın?'

'Hem de ciyaklatmadan. ..'

Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş:

'Ne konuştuğumuzu anladın mı?'

'Hayır padişahım...'

Padişah sinirlenmiş:

'Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlayamazsan kelleni alırım'

Korkuya kapılan başvezir padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş, bakmış adam hala orada çalışıyormuş.

'Ne konuştunuz siz padişahla?'

Adam, başveziri şöyle bir süzmüş:

'Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.'

Başvezir, yüz altın vermiş.

'Sen padişahı serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?'

'Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.'

Vezir kafasını kaşımış.

'Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?...'

Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.

'Padişah altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay
da kış çalışmazsam yemek bulamıyoruz dedim. (32 ise ağızdaki dişten kinaye, boğaz.)'

Vezir bir soru daha sormuş...

'Geceleri kalkmadın mı ne demek?'

Adam bir yüz altın daha almış.

'Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar dedim...'

Vezir gene kafasını sallamış.

'Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek...'

Adam gülmüş.

'Onu da sen bul...'

alıntıdır...
 
Renk

Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü osmanı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş: “Osmanlı yaklaşıyoor.” Andrea Doria sormuş: “Kaç gemi var?” Gözcü: “10-20 kadar.” Komutan hemen emir erini çağırmış: “Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.” Emir eri: “Niçin komutanım?” Andrea Doria: “Savaşırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye..” Bu arada gözcüden yine ses gelmiş: “Efendim 50 kadar oldular!..” Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş: “Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir!..”
 
mak

Bir padişah oğlunu alim bir hocanın talim ve terbiyesine verir. Çocuk çok iyi yetişir. Bir gün, hocası "Oğlum seni istediğim gibi yetiştirdim. Artık gidiyorum. Sana edeceğim şu nasihatı tutabilirsen, hayatta daima rahat edersin. Mümkün olduğu kadar az konuş, gereksiz lafa girme, sorulmayan şeye cevap verme!" der. Çocuk hocasının bu önerisi üzerine hiç konusmamayı tercih eder, o günden itibaren konuşmaz. Şehzade dilsiz oldu diye etrafa haber yayılır. Padişah oğlunun bu halinden çok endişelenir. Her çareye başvurulur. Hekimler, hocalar gelir, fayda vermez. Bir gün babası bir av partisine oğlunu ***ürür. Avda gezerken ormandan bir sülün öter. "Susun şurada sülün ötüyor..." derler. Gidip ormanı araştırırlar, sülün uçar, vururlar. Biraz sonra bir dağın kuytusundan bir karaca bağırır. "Karaca bağırıyor! Karaca bağırıyor..." derler, köpekleri salıverirler. Karaca fırlar, onu da vururlar. Şehzade bunları görünce kendini tutamayarak "Yarabbi şükür!" der. Etrafındakiler "Şehzade konuştu! Şehzade konuştu! Padişahımıza haber verelim!.." diye bağırmaya başlarlar. Padişah haberi alınca, oğlunu çağırır. "Evladım, sen konuşmuşsun öyle mi?" Çocukta ses yok. "Aman oğlum ‘Yarabbi şükür’ demişsin. Yanındakiler hep duymuşlar." Çocukta yine ses yok. Padişah kızgın "Yıkın şu hayırsızı şuraya, çevirin şunun sırtını" deyip çocuğu yere yıktıktan sonra arkasına basar sopayı. Çocuk dayanamayacak hale gelince "Aman babacığım, yeter artık!" diye bağırmaya başlar. Padişah "Niçin bize bu azabı reva gördün? Yalandan dilsiz olmanda ne fayda vardı?" diye sorar. Çocuk cevap verir: "Babacığım bak, avda gezerken bir sülün öttü. ‘Burada sülün var’ dediler, uçurup vurdular. Sonra ‘bir karaca var’ diye köpeklere çıkartılıp öldürdüler. Susacağıma içimden gelerek bir kere şükretmek gafletinde bulundum. Bir araba dayak yedim. Susmak mı yoksa konuşmak mı gerek, siz söyleyin!.."
 
Pay

Doktoru Neyzen’e içkiyi kesin olarak yasaklamıştı ve birgün yolda karşılaştıklarında elindeki içki şişesini görünce kızdı;
- Ben sana içkiyi yasaklamıştım; sen elinde içki şişesi ile nereye gidiyorsun?
- Arkadaşıma içki içmeye gidiyorum.
- O zaman sana ait olan kısmı yere dök ve öyle git.
- Dökemem benim payım altta duruyor.”

alıntıdır...
 
Olasılık

II. Dünya savaşında 2 yahudi almanlara esir olmuş. Bunlardan biri diğerine kendilerine ne yapacaklarını sorar. O da başlar anlatmaya "2 ihtimal var: ya bizi öldürürler ya da esir kampına yollarlar. Öldürürseler sorun yok kampa gidersek 2 ihtimal var: ya kurşuna diziliriz ya da gaz odasında öldürülürüz. Kurşuna dizilirsek sorun yok gaz odasına gidersek 2 ihtimal var: bizden ya sabun yaparlar yada kağıt. Sabun yaparlarsa sorun yok kağıt yaparsalar 2 ihtimal var: ya gazete kağıdı oluruz ya da tuvalet kağıdı. Gazete kağıdı olursak sorun yok tuvalet kağıdı olursak... İşte o zaman moku yedik".
 
Havlu

Yakın arkadaşı Mehmet Akif, Neyzen’in ziyaretine gelmişti. Lavaboda ellerini yıkadı ve Neyzen’in uzattığı pis havluyu görünce “Teşekkür ederim, ellerimi yeni yıkadım.” dedi.
 
Tembelhane

Vakti zamanında padişah bir tembelhane yaptırmış. Ülkedeki tembeller burada yedirilip içirilip, bakılırmış. Tembelhane dolunca padişah bir tane daha yaptırmış fakat ikincisine de talep fazla olmuş. bunun üzerine vezirin aklına sahici tembellerle, yalancıları ayırmak için bir yöntem gelmiş: Tembelhanede yangın çıkarmışlar. Yalancı tembeller kaçışıp yangın ilerleyince içeri girmişler. İki tembel ellerinde sigaraları yatıyormuş. “Ne yapıyorsunuz burada?” Tembellerden bir tanesi cevap vermiş: “Sigaramı yakacağım da, ateşin bu tarafa gelmesini bekliyorum!..” demiş...
 
Hizmet

Müridlerden biri, şeyhine gelip rica etmiş: "Benim oğlumu iftira yüzünden hapse attılar, yardım et de kurtulsun!" Şeyh başını sallamış: "Biz dünya ile ilgili işlere karışmayız!" Müridi, öbür dünyayı garantiye almak istemiş: "Bari öbür dünyada bize yardım et, ahirette bizi yalnız bırakma!" Şeyh; "Allahın işine karışmak benim ne haddime?" Mürid dayanamamış: "Be adam, bu dünyada yardım etmiyorsun, o dünyada etmiyorsun, peki, o halde biz sana niye eşekler gibi hizmet edelim?.."

alıntıdır...
 
Hangisi Büyük

Padişah ile vezir tartışmaya başlamış. Padişah vezire, En büyük ve en güçlü olan benim. Sen benim emrimdesin! demiş.

Vezir, Hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun diye itiraz etmiş. Tartışma uzayınca Padişahla vezir, bir çobanın yanına gitmişler ve konuya hemen girmemek için çobana sormuşlar:
-Senin koyunun mu büyük, ineğin mi?
Çoban şaşırmış şaşırmasına da, soranlar da Padişahla vezir.
-İneğim demiş.
-Keçin mi büyük, öküzün müı
Çoban Öküzüm tabii deyince, asıl soruyu yöneltmişler çobana:
-Söyle bakalım, Padişahın mı büyük, vezirin miı
Çoban hiç düşünmeden yanıt vermiş:
Vallahi ben bu hayvanları tanımıyorum!
 
Geri
Üst