Psikolojik Sorunlar..

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Panik Atak

Endişe hali, tanımlanması zor olan davranış modelleri sergiler. Kaygı (Anksiyete), herkes tarafından yaşanan bir durumdur. Genelde korkuya benzer; ama sözgelimi saldırgan bir hayvanın yarattığı korkudan farklı olarak kaygıda bir korku nesnesi yoktur.

Panik atak (panik bozukluk), günlük yaşamda sık karşılaşılan karmaşık bir kaygı türüdür. Bu durumdaki kişiler, birden başlayan ağır panik nöbetlerine tutulurlar. Panik atağın tipik belirtileri; kalp çarpıntısı, baş dönmesi, yönelim bozukluğu, soluk alma güçlüğü, kontrolünü kaybetme duygusu ve bulunulan yerden hemen uzaklaşma dürtüsüdür. Birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilir.

Panik ataktan sonra, kişide yeni bir atakla karşılaşmaya ilişkin ikincil bir kaygı oluşur. Bu korku, kolayca ve anlaşılabilir biçimde yeni bir atak geldiğinde toplum içinde olma korkusuna dönüşür. Dolayısıyla kişi, toplu yerlerden kaçmaya başlar (agorafobi).

Toplumun %2-4'lük bir kesimini etkileyen bu sorun, özellikle 15-40 yaş arasındaki kadınlarda sık görülür. Günümüzde panik atak ve agorafobinin ruhsal durumdan çok, genetik yapıdan kaynaklandığı kabul edilmektedir. Bu varsayımı destekleyen bulgular, aşağıdaki gözlemlere dayanmaktadır:

Panik atak, bazı ailelerin bireylerinde daha sık görülmektedir. Tek yumurta ikizlerinin ikisinde birden görülme sıklığı, çift yumurta ikizlerine göre daha yüksektir.

Panik atak, bazen sodyum laktat gibi özgül biyokimyasal uyaranlarla başlayabilmektedir. (Sodyum laktat, normalde aşırı çalıştırılan ya da kan dolaşımı yeterli olmayan kasların saldığı bir maddedir.)

Kaygı giderici olarak kullanılan birçok ilaç, panik atakta etkisiz kalmaktadır.

Geleneksel psikoterapi, panik atak tedavisinde yararlı olmamaktadır.

Panik atakta ilaç tedavisinin amacı, kişide, ataktan sonra ortaya çıkan ve yeni atak beklentisine karşı oluşan ikincil kaygıyı gidermektedir. Bu tedaviden sonra kişinin topluluk içindeki etkinliklere katılmasını sağlayıcı sosyal rehabilitasyon da uygulanmalıdır.

Ayrıca panik atakları başlatabilecek durumların üstesinden gelmede, kişiye yardımcı olmak gerekir. Panik atakların tedavisinde, ilaçları ya da davranışçı yaklaşımı üstün tutan görüşler arasında öteden beri süren bir tartışma vardır. Bununla birlikte ilaç tedavisini izleyen ruhsal tedavinin, bu hastalarda denenmesi gereken yol olduğu söylenebilir.

 
Pasif-Agresif

Özel alanda veya iş alanında başkalarının isteklerine karşı genellikle bir direniş gösterirler. Emirleri sık sık tartışır, yetkeyi yani otoriteyi temsil edenleri beğenmez, eleştirirler. Ancak bunları genellikle dolaylı yoldan yaparlar. Kendilerine verilen işi savsaklar bitirmezler ya da bilerek sonuçlandırmaz, unuturlar.

Anlaşılmamaktan veya nefret edildiklerinden yakınırlar. Kendilerine haksız davranıldığını ileri sürerler. İş yaşamında veya sosyal yaşamda bir işin ucundan sıkıca tutmayıp buna karşın onu bunu sürekli eleştiren böyle tiplere çok rastlanır. Okumuş, entellektüel kesim arasında da kültürel etkiden dolayı daha yaygındır. Dİğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi bu kişilik bozukluğundada karşımızdaki kişiye kötü biriymiş gibi yaklaşmamamız gerekir. Uygun yaklaşımlarla bu insanların sosyal, iş ve aile yaşamına katkıları hayli arttırılabilir.

Bu tür insanlara karşı sevcen davranmakta yarar vardır. Mümkün olan her durumda görüşünü almalı ve kendini ifade etmesine yardımcı olmak gerekmektedir. Muhalefetini görmezden gelmemeli, anne baba üslubuyla da eleştirilmemelidirler. Bir tür karşılıklı misilleme oyununa sürüklemelerine izin verilmemelidir.
 
Psiko-Nevroz

Yalnızca ruhsal yapı ve ruhsal yaşam ile ilgili olan hastalıklar psiko nevroz adını alır. (Sözgelişi isteriler, fobiler, tutkular. Anorexia nevrosa yani inzivaya çekilerek toplumdan ayrılma, toplumdan kaçarak kendini gizleme nevrozları da psiko-nevrozların kapsamına girmektedirler.) Psiko-nevrozlar kişinin özel yaratılışı ile ilgili olup, bir takım olayların ters etkileri ve hazmedilememesi sonucu bilinçsiz olarak ortaya çıkar.

J. H. Schultz yabancıl, yan, yığılma (tabaka da olabilir) ve öz nevroz diye dört türlü psiko-nevrozdan söz etmiştir. Ruhsal yaşamdaki ilk rahatsızlıklar ve türlü anlaşmazlıkların yığılması yaşlılık yıllarında uydurmacılığa (palavracılık) ve yapmacık davranışlara yol açabilirler.

 
Psikoz

Beyin rahatsızlıkları nedeniyle ortaya çıkan hastalıklara psikoz adı verilir. Psikozlar daha çok düşünce merkezi ve düşünce liflerinin (tellerinin) aksaması nedeniyle doğarlar.
 
Sado-Mazoşizm

Sado-mazoşizm, bir tür cinsel sapkınlığı (perversion) belirtmek için, sadizm ve mazoşizm sözcüklerinden hareketle Freud tarafından türetilmiştir. Fransız yazarı (Marki de) Sade'ın adından esinlenerek türetilen sadizm terimi, diğerine acı vermeye bağlı bir cinsel doyum tarzını ifade etmektedir.

Avusturyalı yazar von Sacher-Masoch'un adından esinlenerek ortaya atılmış olan mazoşizm ise, acı çekmeye bağlı bir cinsel doyum tarzını ifade etmektedir. Her iki terim de 1886'da von Kraft-Ebing tarafından ortaya atılmıştır (Roudinesco ve Plon, 1997).

Freud bu iki terimi birleştirmiş ve sado-mazoşizmi, pasif olarak yaşanan, maruz kalınan acı ile aktif olarak başkasına verilen acı arasında karşılıklılık ve simetriye dayalı bir cinsel yaşam tarzının önemli bir yanı olarak ele almıştır. Freud, sadizm ve mazoşizmin aynı kişide birlikte bulunduğuna ve genel olarak sadizmin mazoşizme öncel olduğuna işaret etmiştir
 
Saldırganlık

Saldırganlık (aggression), bir başka kişiye fiziksel veya psikolojik zarar verme niyetiyle sözlü veya fiziksel davranışta bulunma şeklinde tanımlanabilir.

Saldırganlık, bazen eşanlamlı kullanılsa da, şiddet ve düşmanlıktan farklıdır. Şiddet terimi, daha ziyade fiziksel saldırganlıkla sınırlı olarak kullanılmaktadır. Saldırganlık, şiddet içermeyen yollardan da (Jestler. mimikler, eleştiriler, ironi, fantazmlar, vb.) kendini gösterebilir: Düşmanlık ise saldırganlığın daha ziyade tutumsal yanına tekabül etmektedir. Bir toplumda nelerin 'saldırgan', dolayısıyla 'suç' olarak niteleneceği, toplumun normlarına ve tolerans eşiğine bağlıdır.

Saldırgan davranışlar amaçlan bakımından farklılaşırlar. Bir diğerinin korku veya öfke yaratan saldırgan davranışlarına karşılık olduğunda savunucu saldırganlık, diğerine doğrudan zarar vermek amacını taşıdığında düşmanca saldırganlık (veya içtepisel saldırganlık), diğerine zarar verme niyeti olmadan, belirli bir amaca (bir takım imkân veya kaynaklara ulaşma, belirli bir statüyü koruma veya elde etme gibi) ulaşmak için yapıldığında araçsal saldırganlık söz konusudur.

Saldırganlık konusundaki sosyal psikolojik araştırmalar, kitle iletişim araçlarının etkisi, aile içi şiddet, günah keçisi arayışı, gruplar arası düşmanlık ve Önyargılar konularında yoğunlaşmış görünmektedir.

Literatürde, saldırganlık konusunda çeşitli yaklaşımlar görülmektedir: Biyolojik veya içgüdü temelli yaklaşımlar, engellenme-saldırganlık modeli, Öğrenme teorisi, bilişsel yaklaşımlar gibi.
 
Somatizasyon

Yaşanan psikolojik sorunlar, kişinin bedensel bir sorununun olduğunu ifade etmesini gerektirebilir. Bazen sıkıntınız daha somut olmak zorundadır mesela başınız ya da mideniz ağrımalıdır. Psikiyatride buna bedenselleştirme (Somatizasyon) denir. O zaman çevrenizden daha çok yardım görür daha çok ilgi alaka bulursunuz. Uzun yıllar boyunca geçmeyen bu tür bedensel hastalıkların altında psikiyatrik bir hastalık arama çoğu zaman hekimlerin de aklına gelmez. Ağrı kesicilerle bir türlü kesilmeyen ağrılar sıkıntı ve gerginlik veren durumlarda hastalık belirtilerinde eğer artma da varsa o zaman psikiyatrik hastalıklar düşünülmelidir.

Daha çok kadınlarda görülen ve somatik (bedensel) ağrılarla giden somatizasyon bozukluğu ile hastalar doktor doktor dolaşır, çantalar dolusu ilaç alır ancak ciddi bir düzelme olmaz. Stressör faktörler devam ettikçe mevcut hastalıkta devam eder. Tarihte histeri olarak da bilinen bu rahatsızlık genellikle 30 yaşından önce başlar ve yıllarca değişik bedensel yakınmalarla devam eder gider. Psikiyatri literatüründe Somatizasyon bozukluğu olarak bilinen bu rahatsızlıkta bir çok bedensel belirti ile giden yakınmalar vardır. En az dört alanda belirti tanımlanır.

Baş, karın, sırt, eklem ağrıları, mide, bağırsak yakınmaları vardır. Ağrı dışında en az bir cinsel yakınmada eşlik eder. Kadınlarda adet düzensizlikleri, ağrılı adet görme bulantı kusama ile giden gebelikler geçiririler. Erkeklerde ise sertleşme bozukluğu ve ejekülasyonla ilgili bozukluklar sıkça karşımıza çıkar.

Ayrıca ağrının dışında mide barsak hareketlerinde bozulmadan tutunda bulantı kusma ve ishale varan belirtiler sıkça karşımıza çıkar. Ancak burada görülen belirtilerin zannedildiğinin aksine amaçlı olarak ortaya çıkarılmadığının bilinmesi gerekir. Gerçi amaçlı olarak belirtileri çıkaranlar da vardır. Onlara somatizasyon bozukluğu demiyoruz zaten. Bu çoğul bedensel yakınmalar bilinen herhangi bir tıbbi duruma bağlı değildir. Yani bu şikayetlerle başvurulan hekimler belirtilerin ardında herhangi bir hastalık bulamamaktadırlar.

Bu hastalar genellikle yakınmalarını renkli ve abartılı kelimelerle dile getirirler. Etrafınızda tiyatral olarak bunu yaşayan insanlar olmuştur. Hiç böyle karın ağrısı tarifi duymamış oluğunuzu fark edersiniz. Bu hastalar genellikle aynı anda aynı hastalık için bir çok hekime başvururlar bu yüzden karışan tedaviler bazen hastalığın seyrini bile etkiler ve hastalık tablosu hekiminde kafasını karıştırır. Bu yüzdende uzayan ve bitmeyen bir tedavi süreci hasta için hem madden hem de manen bir yük olur.

Mevcut bu yakınmalar sık sık film çektirmeye sık sık hekime müracaat etmeye yol açar. Mevcut yakınmalarla uyumlu bir laboratuar bulgusu ise çoğunlukla yoktur. Bu nedenle de hastalar hastalıklarının tıp tarafından bile keşfedilemediğinden yakınırlar. Bazen geriye dönüp bakıldığında bir yığın müdahalelerde bulunulduğu fark edilebilir. Hatta bazen ameliyat edilmiş hastalarla bile karşılaşırız.

Bu hastalığın sıklığı %0,2'den %2'ye kadar değişen oranlarda verilmektedir. Uzun süren ancak dalgalı bir seyir gösterir yani belirtiler bazen çok ağırlaşır. Kişinin işi gücü aksar ama genelde hep halinden ve hastalıklarından şikayetçi insanlar olarak karşımıza çıkarlar.

Bu durum kadınlarda erkeklerden daha sıklıkla karşımıza çıkar. Ancak nadiren de olsa görülebilen erkekler vardır ki bu hastalar genellikle çok daha dramatik seyrederler. İşleri bozulur. Üzerlerine düşen vazifeyi hastalıkları nedeniyle yapamazlar. Ve sosyal uyumları bozulur.
 
Stres

Çağdaş yaşamın önemli sorunlarından biri olan stres, bireylerin özlemleriyle çevresel koşullar arasında bir uyuşmazlık durumuyla ilgilidir. Stres genel olarak bireyin çevresinden gelen uyaranlara uygun veya etkili bir biçimde cevap verememesidir.

Stresin kavramsallaştırılmasında ortaya çıkan çeşitli yaklaşımlardan bir kısmı stres yaratan faktörlere odaklaşmış ve bunlardan bazıları fiziksel uyaranları (Cannon, Selye, vb.) öne çıkarmıştır; bu çerçevede stres 'uyaranlara spesifik olmayan tepki1 veya 'genel uyum sendromu' (Selye) olarak tanımlanmıştır. Diğer bazıları da psiko-sosyal uyaranları (Menninger, Lazarus, vb.) öne

çıkarmıştır; bu çerçevede stres halinde organizma üzerindeki baskı ve bu baskıdan doğan gerilimde dış uyaranlar yanında bireyin içsel-psişik süreçlerinin rolü vurgulanarak (Lazarus) bilişsel bir açıklamaya gidilmiştir.

Ancak stresin karmaşık bir olgu özelliği göstermesi ve pek çok bilim dalının ortak inceleme alanına girmesi, daha yakın yıllarda inter-disipliner yaklaşımlara yol açmıştır; örneğin Dolan ve Arsenaut'nun (1980, 1992) sentetik yaklaşımı. Bu yaklaşım stresi, dört grup değişkenle ilişkilendirmiştir.

Birinci grup çevresel gerekler ya da daha somutçası işin özel koşullan; ikinci grup, bu gerekleri azaltıp çoğaltan bireysel özellikler; üçüncü grup ilk iki grup değişkenin etkileşiminin psikolojik, fizyolojik veya davranışsal planlarda yol açtığı sonuçlar ya da gerilim belirtileri ve semptomları (stresin kısa vadeli sonuçları); dördüncü grup önceki değişkenlerin etkileşiminin uzun vadedeki bireysel ve örgütsel sonuçları.

 
Suçluluk Kompleksi

Vicdan azabı çekmenin en kötü biçimidir ve ne yazık ki insanların büyük çoğunluğunda bu kompleks vardır.

Suçluluk duygusu ya da suçluluk kompleksi en aşırı şekliyle kişiyi kendi canını almaya kadar sürükleyecek ya da başka trajedilere yol açabilecek ruhsal bir aksaklıktır. Kişilerde suçluluk duygusunun doğmasında içinde yaşanılan toplumun ve çocukluktan beri yetiştirilme biçiminin de çok büyük rolü vardır. Her güzel şeyin günah ya da yasak, her zevk verici şeyin suç olduğu inancıyla büyüyen insan pek tabiidir ki ömrü boyunca suçluluk duyguları içinde kıvranacak, yaşantısının tadını alamayacaktır.

 
Tecavüz ve Cinsel Taciz

Tecavüz gönülsüz bir kurbanı zorla cinsel bir eyleme katmaktır. Genellikle bu eylem cinsel birleşmedir. Bununla birlikte anal birleşme ve oral seks de tecavüz sayılır. Tecavüz, kurbanın hemen her zaman fiziksel zarar görmeyle tehdit edildiği yaşamı tehlikeye sokan bir deneyimdir.

Tecavüzlerin %50 sinden fazlasının yetkililere bildirilmediği dikkate alındığında bu insanların da tedavi olmadıklarını düşünmek yanlış olmaz. Tecavüz temelde cinsel bir yaklaşma eyleminden çok vahşi bir aşağılanma eylemidir. Tecavüz edenle edilen arasındaki temel etkileşim ise fiziksel egemenlik ve boyun eğme ilişkisidir. Bu durumdaki kurbanın çektiği çaresizlik hissinden cinsel tatmin olma oranı aslında sanılanın ötesinde çok azdır. Bazen tecavüzcü cinsel anlamda yetersiz de olabilir ve bu gibi durumlarda tecavüzcüler şiddet dahi kullanabilirler.

Tecavüzcülerin neredeyse tümü erkek ve mağdurların tümüne yakın bir kısmı kadındır. Hem tecavüz hem de cinsel taciz kurbanlarının tipik tepkileri utanç, aşağılanma, sıkıntı hissi, şaşkınlık ve öfkedir. Bir çok kurban yaşadıkları durumdan bizzat kendilerinin sorumlu olup olmadığını ve saldırıyı bir şekilde kendilerinin davet edip etmediklerini sorgularlar.

Uzun vadede depresyon, travma sonrası stres bozukluğu ve sıkıntı ile giden bir çok rahatsızlık ortaya çıkabilir. Ancak yerinde psikolojik destek ve yardım bu durumları önlemek için önemlidir. Böyle bir duruma maruz kalan kişide aşağıdaki belirtilere dikkat etmek ve tedbir almakta fayda vardır.

Yaşanılan deneyimin tekrar yaşanıyormuş gibi olması (flashback)
Deneyimle aşırı zihinsel meşguliyet,
Kendini bir türlü temizleyemediği korkusu,
İzlenme yada yalnız kalma korkusu,
Saldırırın olduğu yere geri dönme korkusu,
Kabuslar,
Uykusuzluk,
Yeme alışkanlıklarında değişimler,
Baş ağrıları
Bulantı ve kusmalar,
Hasta cinsel ilişkiye girmekten kaçınabilir veya vajinismus gelişebilir.

 
Tik Bozukluğu

Bir kas grubundaki istemsiz, yineleyici hareketlerdir. En sık görülenleri göz kırpma, dudak oynatma, kaş kaldırma gibi yüz tikleridir. Boyunda, omuzda, gövde, kol ve bacaklarda da görülebilir. Boğaz temizleme ve öksürük şeklinde de ortaya çıkabilir. Büyük çoğunluğu çocukluk ve ergenlikte başlar.İleri yaşlarda başladığıda olur. Tipik hareketler olduğundan kolay tanınırlar ama öbür nörolojik istemsiz hareketlerden ayırmak için bir doktora başvurulmalıdır.

Tiklerin önemli bir bölümü kendiliğinden geçer. Belirgin bir tedavisi yoktur. Antianksiyete ilaçlar ve haloperidol bir çok olguda yararlı olur. Aileye danışmanlık verilebilir, tiki olana ise davranış tedavisi uygulanabilir.Tikler karşısında yapılacak en saçma şey yapma demektir (ki bu en sık yapılan şeylerden biridir).

Tik istemsiz bir harekettir, yapanı da sıkıntıya sokmaktadır, kişi istemediği halde bu hareketi yapmaktadır. Konuya yapma diye yaklaşmak olsa olsa gerilimi artıracağından tikleri azdırır. Tikler hafif boyuttaysa ve önemsenmezse genellikle kendiliğinden geçer. Görünür bir tiki görünmeyecek bir kas grubundaki (örneğin ayaklar) bir tike dönüştütürmekte kişilerin çoğu kendi kendilerine buldukları bir yöntemdir ki, işe yarar. Beş altı aydan uzun sürmüşse ve/veya şiddetli boyuttaysa bir psikiyatri uzmanına başvurulmalıdır.

 
Tiyestes Kompleksi

Babayla kız çocuğu arasındaki cinsel birleşme eğilimi. Tıpkı Öidipus kompleksinde anayla oğul arasındaki (Öidipus-Jokaste) eğilim gibi. Tiyestes kompleksi deyimi ilk kez 1943 de N. N. Dracoulides adlı bir uzman tarafından Atriden araştırmaları sırasında kullanılmıştır.
 
Travma

Travma, genel anlamda, bir kişinin maruz kaldığı ve psikolojik dengesini bozan bir olay olarak tanımlanabilir. Travma yaşayan birey, duygusal olarak derinden etkilenmektedir. Psikanalitik açıdan travma, entegre edilemeyen, özümsenemeyen ağır bir olay anlamında kullanılmakta ve Freud travmalara, fantazmatik bir nitelik yüklemektedir.

Travma, bireylerin psikolojik direnç ya da toparlanma (resilience) kapasitelerine göre kolay ya da zor başa çıkılan bir yara olarak yaşanmaktadır.
 
Utanma Duygusu

Larousse'a göre, cinsel bir anlam taşıyan şeylere karşı duyulan endişe ve korku duygusudur. Fakat utanma duygusu çoğunlukla cinsel bir anlam taşımayan gizlilik, ihtiyatlılık ve edeplilik duygularını da içerir.

Ünlü cinsel bilim adamı Havelöck Ellis 1907 yılında cinsel içgüdü ve utanma duygularının işleyin! anlatan bir yazı dizisi yayımlamıştı. Daha sonra Max Scheler Ellis'in, hayvanlarda da utanma duygusunun var olduğu yolundaki düşüncelerini çürüttü ve utanmanın yalnız insana özgü bir duygu olduğunu ortaya koydu.

İnsan olmayan hiç bir canlı utanç duymaz, tüm tehlikelere karşı insana özgü değerler taşıyan korunma ve karşı koyma iç güdülerini bilemez. Utanma duygusu incelenirken gövdesel ve ruhsal utanma duygularının birbirinden ayrılması gerekir. Normal gelişme durumunda olan canlılarda cinsel utanma duygusu ilk çocukluk yıllarında uyanır. Cinsel utanma duygusunun üç işleyiş şekli vardır:

— Cinsel içgüdülerin oluşmasında, libido'nun düzenlenmesinde önemli bir rol oynar, kişiyi özcinsellikten kurtarır ve eş seçimi için gerekli bir öğedir.

— Cinsel içgüdülerin doyurulmasını kişinin olgunlaştığı döneme kadar geciktirir yani diğer bir anlatımla bilinçli aşkın kaynağını meydana getirir.

— Cinsel utanma duygusu —cinsel içgüdülerin şekillenmesinden sonra— cinsel birleşmeyi bir gerçek amaç olarak gören fahişeliği, düşüncenin cinsel organlara ve konulara saplanmasını önler. Kişiyi bir oranda içgüdü zayıflıklarından korur.

Kişinin utanma duygusu, içinde bulunduğu toplumun değer ölçülerine göre şekillenir.

 
Üstünlük Kompleksi

Adler'e göre üstünlük kompleksi "insan olarak kendini aşağı görmek ve buna dayanarak daha yüksek hedeflere ulaşmak demektir". Bu söz giderilmiş, tedavi edilmiş eski bir aşağılık kompleksinin sonucudur. Üstünlük kompleksinin en önemli belirtisi tanrıya benzeme hevesidir. (Tanrıya benzeme yönelişi) Genel bir açıdan bakılırsa Adler'in görüşü tüm insanların karakteristik özelliği olan üstün olma isteğini (zorlamasını) ruhsal yaşamın püf noktası olarak ele almaktadır.
 
Yalnızlık

Sosyal psikologlar yalnızlığı, yalnız olma şeklinde değil, kendini yalnız hissetme anlamında kavramsallaştırmaktadır. Herhangi bir kişinin, yaş*****n belirli bir anında ve belirli bir süre isteyerek diğer insanlardan uzaklaşması türündeki soyutlanmalar, bu tanıma dahil değildir.

Yalnızlık istenmeyen, fakat acı veren bir sübjektif yaşantıdır. Bu çerçevede iki tür yalnızlık ayırdedilebilir. Birincisi, kişinin, diğer insanlarla çevrelenmiş olmakla birlikte, kendisi ile diğerleri arasında aşılmaz bir uçurum görmesine dayanan 'varoluşsal yalnızlık'tır, bu yalnızlık, ölüm ve yaşam karşısında duyulan derin ve başkaları tarafından yok edilemeyen kaygıyla sıkıdan ilişkili bir yalnızlıktır.

Diğeri, kişinin, sosyal ilişkilerini nicelik ve nitelik bakımından yeterli görmemesi halinde hissettiği 'kişilerarası yalnızlık'tır; bu yalnızlık, kişinin belirli bir süre içinde diğerleriyle arzu ettiği düzeyde ilişki kuramamast ve bu bakımdan kendini kapasitesiz, yeteneksiz veya beceriksiz görmesi halinde hissettiği yalnızlıktır.

Ayrıca bir kişinin, diğerleriyle özel, mahrem ilişkiler kuramaması halinde hissettiği 'duygusal yalnızlık' ve diğerleri tarafından reddedilme, istenmeme, itilme ve bir gruba ait olmama duygularının eşlik ettiği 'sosyal yalnızlık'tan söz edilebilir.

 
Geri
Üst