Psikolojide Kavramlar

Heuristikler


Heuristik, özgül sorunların çözümü için kullanılan bir bilişsel süreçtir. Terim, eğitim alanında bir öğrenciye, öğretilmek istenen şeyi onun bulmasını sağlama yöntemini veya bilimler sisteminde, olayların keşfini konu alan bilim dalını ifade etmek için kullanılmaktadır.

Heuristik terimi, sorunlar karşısında doğruluğu kesin olmayan, ama çoğu kez etkili görünen bir takım cevaplar oluşturma yollarım işaret etmektedir. Bu yollar, etkili olmadıklarında, sistematik yargı yanlılıklarına (bias) yol açmaktadırlar. Bu anlamda heuristik kavramı, yargı yanlılıklarına göndermektedir.

Sosyal psikolojide (Tversky ve Kahneman, 1974; Kahneman Slovic ve Tversky, 1982), günlük psikoloji alanında kullanılmaktadır. Heuristikler, özellikle belirsizlik durumlarında karar verme söz konusu olduğunda, bireylerin spesifik problemleri çözmek üzere kullandıkları bilişsel süreçlerdir.

Bu süreçler içersinde, çoğu kez çaba ekonomisi uygulanmakta ve kısa yoldan, basitleştirici stratejiler izlenmektedir. Örneğin, veri veya enformasyonların tümü dikkate alınmamakta, yetersiz verilerle yetinilmekte, tüm seçenekler gözden geçirilmemektedir. Sonunda az çok kabul edilebilir, fakat yanlı sonuçlara ulaşılmaktadır.

Bu açıdan zihinsel kestirmeler olarak beliren heuristikler, rasyonel yaklaşımlarla karşıtlık göstermektedir. Bunun klasik bir örneği vardır. Diyelim ki size, kilitli bir kapıyı açmak üzere, doğru anahtarın da içinde bulunduğu bir tomar anahtar verilse, heuristiklerden birisi, kilidin şekline bakarak buna benzer görünen anahtarları denemek olabilir. Rasyonel tutum ise anahtarları bir bir denemektir. Birinci halde kısa yoldan bir çözüm bulunabilir veya bulunamaz. Ama ikinci halde, çözüm kesindir.

Araştırmacılara göre en sık rastlanılan heuristikler, örnekleme, kolay ulaşma, simülasyon ve referans heuristikleridir. Örnekleme heuristikleri (representativeness heuristic) durumunda, bir kategorinin öğelerine ilişkin istatistiksel enformasyonları dikkate almayıp özel bir niteliğe ağırlık verilmesi ve benzerliklerin öne çıkarılması söz konusudur. Bunun klasik örneği, avukatlar ve mühendisler deneyidir. Bu deneyde bir grup deneğe, belirli bir popülasyonda avukatların oranının % 30, mühendislerinkinin % 70 olduğu bilgisi verilmektedir.

Ardından bu popülasyondan bir kişinin portresi çizilmektedir; "Kemal Bey 40 yaşında, evli ve üç çocuk babası. Yerel politikayla ilgileniyor ve el yazması kitap koleksiyonu yapıyor. Tartışmayı seviyor ve güzel konuşuyor. Sizce Kemal Bey'in avukat olma olasılığı nedir?". Deneklerin çoğunluğu, Kemal Bey'in avukat olma olasılığını %90 olarak tahmin etmektedir.

İkincisi, kolay ulaşma heuristikleridir (availability heuristic). Burada bir bütün içersinde çeşitli öğelerin bulunma frekanslarını dikkate almak yerine bulunması kolay öğeleri öne çıkarmak söz konusudur (Örneğin bir denek grubuna, k harfinin Türkçe'de kullanılma oranları verilse ve ardından, bu harfin, sözcüklerin ilk veya üçüncü harfi olarak bulunma olasılıklarından hangisinin daha yüksek olduğu sorulsa, söz konusu heuristik nedeniyle denekler, muhtemelen birinci harf olma olasılığının daha yüksek olduğunu öne süreceklerdir. Veya etrafınızda birkaç kişide belirli bir marka arabanın bulunduğunu dikkate alarak, bu markanın daha popüler olduğunu söylüyorsunuz.

Üçüncüsü, simülasyon heuristikleridir. Bunlar gelecekte olacak veya geçmişte olmuş olan bir şeyi belirlemek söz konusu olduğunda kullanılırlar. Örneğin bir arkadaşınızla randevunuza geç kaldınız. Size sorulsa "arkadaşınız ne yapmıştır?". Bu soruya, cevap vermek için, daha Önce, onun çeşitli durumlarda tanık olduğunuz tepkilerini dikkate alarak bir tür simülasyon yaparsınız. Muhtemel seçenekleri saptar (beklememe, öfkelenme, küsme, kaygılanma) ve yargınızı verirsiniz.

Dördüncüsü referans heuristikleridir. Bunlar, hakkında hiçbir enformasyona sahip olunmayan konularda, daha önceden bilinen bir referans noktasından hareketle yargıda bulunmayı ifade ederler. Burada, bilgi sahibi olmadığınız bir konuda, belleğinizde mevcut bir veriyi, 'demirleme' noktasını ya da kıyas noktasını temel alarak tahminde bulunuyorsunuz.

Örneğin herhangi bir kişinin fiziksel olarak ne kadar aktif olduğunu belirlemek için kendi fiziksel faaliyet düzeyinizi ölçü olarak alabilirsiniz. Veya 'şahsen görmediğiniz bir futbol maçında kaç seyirci olduğunu tahmin için, daha önceki bir bilginizi (maç yapan takımın popülerliği veya daha önce gördüğünüz bir karşılaşma, vb.) kullanabilirsiniz.

Yukarda özetlenen dört heuristik dışında, çeşitli yazarlar tarafından karar verme ve problem çözümü konusunda ortaya konmuş başka heuristikler de vardır; örneğin araştırma heuristikleri gibi.
 
Heyecan


Heyecan, psikoloji tarihinde zamana bağlı olarak farklı şekillerde ele alman ve tanımı oldukça güç olan kavramlardan biridir. Başlangıçta fonksiyonalist-biyolojik perspektiften tanımlanmaya çalışılmış, daha sonra bilişsel süreçler açısından yaklaşılmıştır. Genel olarak heyecan, aktüel duygusal durumda bir kesinti, bir değişiklik olarak meydana gelmekte ve bir takım belirgin tepkiler seti halinde ortaya çıkmaktadır.

Örneğin fizyolojik değişiklikler, yüz ifadelerinde değişmeler, belirli bir yönde eyleme yöneliş gibi. Uzmanlara göre duygusal sürecin hangi anında heyecanın ortaya çıktığım netlikle söylemek, yani heyecanın gerek ve yeter koşullarını saptamak zordur ve heyecanın bu perspektiften doyurucu bir tanımı yapılamamıştır.

Bunun yerine prototipik bir tanım yolu seçilmiştir (Fehr ve Russell), yani bireyin davranışları bir takım belirtilerin (fizyolojik, sübjektif, davranışsal tepkiler ve yüz ifadeleri) yüksek düzeyde veya şiddette görülmesi halinde heyecan olarak adlandırılmaktadır. Heyecan anı, duygular dünyasının en belirgin bir şekilde farkedildiği an olmaktadır.

Literatürde heyecansal durumların çeşitliliği ve dilin duygu vokabülerinde yansıyan türlülük, esas olarak ve büyük ölçüde iki boyutlu bir uzayda temsil edilmektedir. Bunlar iyi-kötü (rahatlatıcı-rahatsızlık verici) ile güçlü-zayıf eksenleridir. Ancak heyecanları, kategorilere bağlamak da mümkündür; Darwin'den esinlenen ve insan türünün temel heyecanları kapsayan bir heyecan repertuvarıyla donanmış olduğunu varsayan bazı yazarlar, biyolojik perspektiften hareketle sınırlı sayıda heyecan ayırdetmektedir.

Örneğin yüz ifadeleri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Ekman temel heyecanlar olarak sevinç, şaşırma, öfke, korku, üzüntü, tiksintiyi saymakta, bazıları bunlara ilgi, utanma ve suçluluğu eklemektedir.

Heyecanların anlaşılmasında, bir diğer perspektif, bilişsel niteliklidir. Bu perspektif oldukça çeşitli teorik çalışmalara yol açmıştır. Bunlar arasında 'heyecanın kör bir biyolojik süreç olmadığı ve durumun birey tarafından değerlendirilmesinin sonucu olduğu' görüşü (Schachter ve Singer); heyecanların ortaya çıkışında 'bilişsel süreçlerin rolünü vurgulayan' görüşler (appraisal theories) (Frijda, Lazarus, vb.); 'davranışın seyrinin kesintiye uğramasının rolünü vurgulayan' görüşler (discrepeancy theories) (Mandler, Miller, Oatley vb.); 'şemaların rolünü öne çıkaran' görüşler (schemaüc theories) (Bower, Leventhal, vb.) sayılabilir.
 
Heyecansal Bilgi


Bazı yazarlara göre, günlük yaşamda heyecanın ortaya çıkış anında, ona eşlik eden koşullar, olaylar, yer, zaman, davranışlar, aktörler, fizyolojik belirtiler, yüz ifadeleri gibi öğeler, epizodik bellekte temsil edilmekte ve bir şema oluşturmaktadır. Her yeni heyecan, bir takım yeni öğeler seti halinde belleğe yerleştirilmekte ve böylece bir tür veri bankası oluşmaktadır.

Heyecansal bilgi, belirli bir duruma karşı heyecansal tepki gösterilip gösterilmeyeceğini ya da heyecanın hangi biçimi alacağını belirleyen bu veri bankasını ifade etmektedir. Bireyin alıcı veya verici olarak doğrudan yaşantıları sonucu oluşturduğu bu veri bankası, sürekli genişlemekte ve genişledikçe de heyecan sürecindeki rolü artmaktadır.

Araştırmalar, heyecansal bilginin beslendiği çeşitli kaynaklar arasında sosyal etkileşim, kültür ve iletişimi saymaktadırlar. Heyecanlar bir bakıma sosyal durumlara bireysel tepkilerdir ve bu anlamda sosyal etkileşim sürecinde, kültürel normlar çerçevesinde ve bireyler arası iletişim içinde şekillenirler.

Sosyal yaşamı etkileme potansiyeline sahip olmaları bakımından, her kültürde sosyal bağlama, koşullara göre tanımlanmış yollardan ifade edilirler; nitekim bazı yazarlar heyecanların sosyal inşasından söz etmektedirler.
 
Hümanist Psikoloji


Felsefî temellerini fenomenoloji ve varoluşçulukta bulan ve May, Maslow ve Rogers'ın çalışmaları etrafında gelişen hümanist psikoloji, genel bir deyişle, insana ve insanın gelişimine önem veren bir yaklaşımdır.

İçebakışçı geleneğe dayanan bu yaklaşım, insan bilincinin, benlik kavramının, özgür seçim yapma yeteneğinin önemi üzerinde ısrarla durmaktadır. Bu anlamda behevyorizmin ve psikanalizin insan davranışının açıklanmasında temel aldığı çevresel etkenleri ve bilinçaltı dürtülerin etkilerini belirleyici görmemektedir.

Dışsal ve geçmiş etkenlerden ziyade burada ve şimdi olanı vurgulamaktadır. Buradan hareketle, insan doğasının iyi olduğunu ve kendini gerçekleştirme eğilimi taşıdığını, yani hem kendini, hem de potansiyellerini gerçekleştirmeye çalıştığını öne sürmektedir.

Hümanist psikoloji 1960'lı yıllarda endüstri ve örgüt psikolojisi alanında popüler olmuştur. Nitekim bu yaklaşıma bağlı araştırmacılar, birey ve grupların tutumlarını öne çıkararak bireylerin iş doyumunu ve verimliliği artırmaya yönelik 'insan ilişkileri' teknikleri uygulamalarını başlatmışlardır. Hümanist psikoloji, uzun vadede, toplum ve örgütlerde çatışmalardan uzak, sağlıklı bir sosyal iklim ve ahenkli ilişkilerin oluşmasına katkıda bulunmayı hedeflemekte ve verimliliğin bunların sonucu olduğunu öne sürmektedir.
 
Hümanizm


Çağlara göre farklı anlamlar yüklenen hümanizm terimi, etimolojik kökeninde (humanitas) insan doğasına ilişkin özellikler bütününü ifade ederken, rönesansta insan sevgisi (fılantropi), ardından insanlığını Antikitede bulan okumuş / aydın insanın durumu ve XVII. yy.dan sonra tüm insanlar anlamıyla öne çıkmış; XIX. yy.da ise hümanizm olarak şekillenerek belirli bir teori, bir anlayış ifadesine dönüşmüştür (G. Roche, 2002).

1874 tarihli Littrd sözlüğünde 'bir kişinin gelişmesini amaç edinen doktrin' olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda hümanistler, daima insanın gelişmesi, mükemmelleşmesi, özerk ve özgür düşünceli olması peşinde koşmuşlardır. Ve bunun yolunu, Antikitenin değerlerine dönüşte görmüşlerdir.

Bu süreçte hümanizm etik yanıyla sivrilmiş, daha somutçası insanı baskılardan kurtarma, özgürleştirme dinamiği, iyi insan yaratma iradesi olarak öne çıkmıştır. Günümüzde de bu model varlığını sürdürmektedir, ancak salt bilgi düzeyinde kalmayarak, politik, entelektüel ve moral düzeyde de işlerlik kazanmaktadır.

Kavramın tarihsel serüveni ve farklı kullanımları gözden geçirildiğinde, hümanizm kavramının, insanî gelişme, mükemmelleşme; özerklik, tolerans ve laiklik; kozmopolitlik ve barışseverlik; insancıl (humaniter) eylemler ve insanlık; uygarlık ve bilgi; angajman ve sorumluluk gibi boyutlar içerdiği görülmektedir.
 
Imago


mago terimi, psikoloji literatürüne Jung (1912) tarafından sokulmuş ve bireyin, anababası hakkındaki imajını ifade etmesini sağlayan bilinçdışı temsil anlamında kullanılmıştır. Jung bu kavramı, XIX. yy. başında romancı Cari Spitteler'in Viyana psikanaliz çevrelerinde büyük sükse yapan; kendisine acı çektiren burjuva bir kadının yerine hayalinde arzu ve fantazmlarına uygun bir kadın yaratan genç bir şairin hikayesini anlatan Imago adlı romanından esinlenerek oluşturmuştur.

O dönemde, insanı hem yıkıcı ve hem de esin kaynağı olan kadın teması, romandan (örneğin 1903'te yayınlanan ve Freud tarafından da yorumlanan Gradiva adlı roman) resime (sürrealistler) önemli bir yer tutmaktadır. Roman Jung'un da ilgisini çekmiş ve imago kavramını oluşturmasına temel olmuştur (Roudinesco ve Plon, 1997).
 
Jestbilim


Jestbilim ya da kinesik, jestlerin incelenmesini konu alan bir bilim dalıdır. Kurucusu Ray Birdwhistell, iletişimin çok boyutlu bir sosyal süreç olduğunu öne sürerek, iletişimin sözel olmayan yanlarına dikkati çekmiş ve Palo Alto Ekolü'ne esin kaynağı olmuştur. Ona göre, 'genel olarak iletişimde ve örneğin âşıkların ritüelinde, vücut ve jestlerin önemi büyüktür'.

Birdwhistell, 1959 tarihli dokuz saniyelik bir filmde Bateson'un bir genç kadının sigarasını yakışını incelemiş ve 'dil ve jestlerin uyumlu bir çift oluşturduğunu' göstermeye çalışmıştır.
 
Johari Penceresi


Johari Penceresi, kendini açma ve öz saygı süreçlerinin analizinde kullanılan bir araçtır. Johari Penceresi, insanın kendisi hakkında kendisinin bildikleri ve diğerlerinin bildikleri şeklinde benlik bilincinin iki boyutunun kesişmesinden oluşan dört bölüme ayrılmaktadır.

Bunlardan serbest bölge, bizim açık seçik yanlarımızı, açıkça yaptıklarımızı ve kim olduğumuza ilişkin herkese açık bilgileri; karanlık bölge, diğerlerinin bizim hakkımızda bildiği, fakat bizim bilmediğimiz yanlarımızı; saklı bölge, kendi hakkımızda bizim bilip diğerlerinin bilmediği şeyleri, mahrem saydığımız yanımızı; meçhul bölge ise kendi hakkımızda hem bizim, hem de diğerlerinin bilmediği yanlarımızı kapsamaktadır.
 
Kanaat


Kanaat (opinion), belirli bir obje hakkındaki bir önermenin doğru olduğuna ilişkin inançları, bir diğer deyişle doğru olarak benimsenen inançları ifade etmektedir.

Kanaatler de doğru olabilir. Ancak düşünce tarihinde logos (argümantasyona dayalı, temellendirilmiş bilgi) ile doxa (kanaat) şeklinde bir ayrım yapılmıştır. Bu ayrım temelinde, çoğu kez bilimsel bilgi ya da bilimler ile kanaatler karşıtlık içinde konumlanmış, bilimin, kanaatleri aşarak geliştiği öne sürülmüştür (Bachelard'ın 'bilim, kesinlikle kanaatlere karşıdır' sözü bu anlayışı yansıtmaktadır).

Kanaatler, kesin doğruluk iddiası taşımayan, dolayısıyla yanılma ihtimalini de içeren önermelerdir. (Arendt'in 'demokrasiyi, kanaatler rejimi' olarak tanımlaması bu bakış açısını yansıtmaktadır). Bu anlamda tutumların sözel ifadesi olarak tanımlanabilirler, dolayısıyla belirli bir zihinsel hazırlık, yatkınlık ya da eğilim durumunu yansıtırlar. Tutumlar gibi, daima belirli ve özgül bir soruna ilişkindirler ve güçleri, tutum Ölçekleri vasıtasıyla ölçülebilir.
 
Kanaat Lideri


Kanaat rehberi ya da kanaat lideri kavramı, bir grupta iletişim araçlarından gelen mesajları alıp kendi süzgecinden geçirerek grup üyelerine aktaran kişileri ifade etmektedir. İletişim araştırmaları tarihinde önemli bir yer tutan kanaat lideri kavramının ortaya çıkışı, mesajların vericiden alıcıya doğrudan ulaştığını varsayan iletişim anlayışlarında bir değişikliğin de işareti olmuştur.

Mesajların topluma giriş ve yayılış süreciyle ilgilenen Katz ve Lazarsfeld (1955), mesajın doğrudan geniş kitlelere ulaşmadığını, alıcı kitlenin homojen olmayıp bir rol farklılaşması gösterdiğini, kitlede az sayıdaki bazı kişilerin mesajı alıp uyarladıktan sonra diğerlerine aktardığını saptamış ve 'iki aşamalı iletişim' (two-step flow of communicaüon) denilen bir İletişim modeli önermişlerdir. Gerçekten de Illinois'nin küçük bir kasabasında yaptıkları araştırmalarında, insanların medya tarafından ele alınıp işlenen bazı alanlardaki (sinemaya gitme, moda, alışveriş ve kamu işleri) davranış ve tercihlerinin medyadan kaynaklanmadığı; insanların yakın dost, aile ve iş çevrelerinden bazı kişilerden etkilendikleri gözlenmiştir.

Araştırmacılar enformasyonların alıcı gruba girişindeki zorunlu uğrak noktası durumundaki bu kişileri kanaat rehberi olarak nitelendirmişlerdir. Bunlar, genelde gruptaki diğer kişilere kıyasla, dış dünyada olan bitenden daha çok haberdardır, daha çok belge-bilgi sahibidir.

Araştırmada kanaat rehberlerinin kimler olduğunun saptanmasında şu tür sorular kullanmışlardır: 'Yakın zamanlarda birilerini kendi politik görüşlerinize çekmeye çalıştınız mı?', 'Yakın zamanlarda birileri size politik görüşlerinizi sordu mu?', 'Bir öğüt veya bilgiye ihtiyacınız olduğunda kimlere danışıyorsunuz? gibi.

Kanaat rehberleri, iletişim araçlarına kıyasla kendi grupları üzerinde daha etkili olmaktadır. Zira, bireyler medyayla doğrudan temaslarında aldıkları mesajları kabul veya redde hazır ve savunma durumundayken, onunla aynı grubun üyesi olan kanaat rehberiyle karşılaşmasında günlük yaşamın doğal akışı içindedirler ve savunma sistemleri işler halde değildir; bu nedenle iknaya daha açık bir durumdadırlar.

İkincisi, kişiler arası ilişki enteraktif özelliktedir, yanı etkileri 'içkin'dir. Şöyle ki iletişim sürecinde konuşulan kişiyle hemfikir olmama bir gerilim yaratır, psikolojik bir bedel içerir ve bu hemen anında hissedilir. Hemfikir olma, paylaşma ise bir doyum sağlar. Bu yüzden kanaat lideriyle ilişkide, paylaşma eğilimi yüksektir, oysa medya bu türden katılımı sağlama manivelalarından yoksundur.

Üçüncüsü kişiler arası iletişimde bir esneklik vardır, konuşma süreci içinde jestler, mimikler, ses tonu gibi sözel olmayan mesaj öğelerine dikkat edilerek iletişimin akışı hakkında bir fikir edinilir ve hemen anında gerekli değişiklikler (eklemeler, kısaltmalar, tekrarlar) yapılabilir, yani muhataba göre mesajları uyarlama imkanı vardır. Oysa medyadaki muhabirlerin, sunucuların, tartışmacıların veya program yapımcılarının bu tür bir imkânı yoktur.

Kanaat rehberi alıcı durumundaki bireylerle aynı gruptandır ve bu yüzden, medyada onu çeken, ilgilendiren şeylerin diğerlerini de çekme, ilgilendirme şansı yüksektir. Nihayet kişiler arası iletişimde, bazen muhataba duyulan sempati nedeniyle mesajlar, 'ince elenip sık dokunmadan' alınıp benimsenebilir (Rouquette, 1984).
 
Kapıyı Yüzüne Çarpma


Manipülasyon tekniklerinden biri olan kapıyı yüzüne çarpma (door-in-the-face) stratejisi, el alıp kol kapma stratejisinin tersi bir mekanizmaya dayanmaktadır. Burada, kendisinden belirli bir şey elde edilmek istenen kişinin önce kabul edilmesi çok zor bir başka talebi reddetmesi sağlanmakta ve ardından asıl hedeflenen şey istenmektedir.

Daha önce bir talebi reddeden kişi, ikinci bir ricayı kabul eğilimi göstermektedir. Bu olgu bir kaç şekilde açıklanmaktadır. Algısal kontrast kavramına dayalı birinci açıklamaya göre, ilk talebe kıyasla ikinci talep çok mütevazı görünmektedir. İkincisi, ilk ricayı reddeden kişi, olumsuz değerlendirilme (bencil görünme) kaygısına düşmektedir.

Üçüncüsü, karşılıklılık normuna dayanmakta ve bir isteğinden vazgeçen talep sahibinin daha azına razı olması bir tür taviz gibi algılanmakta ve tavize tavizle karşılık verme eğilimine girilmektedir.
 
Karizma


Sosyal bilimler literatürüne E. Troelsch tarafından sokulan ve M. Weber tarafından geliştirilen karizma kavramı, başlangıçta Katolik teolojisinde, Tanrı'nın bahşettiği spritüel bir gücü ifade etmektedir. Politikayı insanlar arası egemenlik mücadelesi olarak gören Weber karizmayı, salt şiddet içermeyen bir egemenlik (domination) türü olarak kavramsallaştırmıştır. Ona göre karizmatik egemenlik, liderin kişisel değerine, onun tarihsel, istisnaî veya örnek karakterine dayanır.

Karizmatik liderlik, rutin bir yönetim durumundan veya bir düzenden ziyade, düzen değişikliğine, hatta devrimlere gönderir; toplum veya örgütlerin normal işleyiş koşullarının dışında köklü bir değişiklik veya dönüşümleri sırasında söz konusu olur. Bu tür anlarda, kitleler, iradelerini bir misyonla yüklendiğine inandıkları şef veya lidere devretmeye meylederler; liderleriyle özdeşleşmeye ve yeni davranış tarzları benimsemeye giderler.

Liderin manyetik alanına girdiklerinde, yaşam koşullarını aşarak farklı bir varoluşa doğru sürüklenirler. Karizma, 'bir tür yüksek enerji gibidir, kriz anlarında ortaya çıkan, miskinliklere, durağanlıklara son veren, alışkanlıkları kıran bir güçtür' (Moscovici). Karizma, belirsizlik, yönsüzlük içinde kaybolduklarını hisseden insanlara, yön bulmalarını sağlayacak bir dış sabit nokta sağlar; onları ortak bir referans çerçevesi, bir hedef, bir üst amaç etrafında bütünleştirir.

Karizmatik liderlerin kitle üzerindeki etkileri, yasal bir güce, bir statü veya mevkiye, ekonomik kaynaklan elinde tutmaya değil, onlara atfedilen kişisel melekelere ve özelliklere dayanmaktadır; etkileri, zorlamadan ziyade iknaya, içten fethetmeye, uyandırdıkları güven düzeyine, gönüllü rızaya, insanlarla kurdukları duygusal iletişim tarzına bağlıdır.

Bu bakımdan, karizmatik lider, kısmen politika ve yönetim dışıdır; bir mevzuatla, bir hukukla, bir kurum mantığıyla sınırlandırılmaya uygun değildir. Fonksiyonları tanımlanmış, rolleri belirlenmiş görevlilerden ziyade, özveriyle hareket eden taraftarlara, tilmizlere hitap eder.

Endüstriyel örgütlerde bazı yöneticiler, karizmatik güç sahibi sayılmaktadır. Bu tür yöneticilerin etrafındakiler üzerinde bir çekim etkisine sahip oldukları, bir özdeşleşme modeli oluşturdukları ve daha genç yöneticiler tarafından taklit edildikleri kaydedilmektedir. Günümüz örgüt literatüründe 'dönüştürücü liderlik' olarak adlandırılan liderlik (Bass, 1990) tipi, bir bakıma karizmatik liderliği ifade etmektedir.
 
Katarsis


Antik dönemde, dinsel inisiyasyon sürecinde ruhun arındırılması anlamında (Aristo) ve daha sonra klinik psikoloji alanında, önce hipnoz sırasında duygu ve heyecanların boşaltılması (Breuer) anlamında ve ardından psikanaliz ve çeşitli psikoterapilerde kullanılan katarsis terimi, sosyal olguların analizinde de az çok benzeri bir anlamda kullanılmıştır. Genel olarak belirli bir arınmayı, temizlenmeyi ifade eden katarsis kavramı, çok çeşitli türden gerilimi sona erdirme, rahatlama, boşalma süreçlerine işaret edebilmektedir.

Katarsis terimine, sosyal psikoloji literatüründe, özellikle saldırganlık konusunda rastlanmaktadır. Burada katarsis, saldırganlığın önceden ifade edilmesinin, saldırgan duygulan ve davranışları azaltması, hatta silmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamıyla şiddet içeren filmlerin etkileri konusundaki tartışmalarda, canlılığını korumaktadır.

Bu olgu, teorik ve yaygın açıklamasını, Alman etologlarının hidrolik modelinde bulmaktadır. Bu anlayışta saldırganlık, bir kaba konmuş bir sıvıya benzetilmektedir. Kabın duvarlarına sıvının uyguladığı basınç, kaptaki su miktarına bağlıdır ve kaptan dışarı bir delik veya boruyla su akıtıldığında suyla birlikte basınç da azalmaktadır.

Aynı şekilde, bir kişinin belirli bir anda saldırgan davranış ortaya koymasının, 'saldırganlık enerjisi'ni boşaltacağı ve kişiyi daha az saldırgan kılacağı varsayılmaktadır.
 
Kategorizasyon

Kategorizasyon ya da kategorilendirme, bireylerin sosyal ve fiziksel çevrelerini kategorilere ayırmasını ve çeşitli öğeleri bu kategorilere yerleştirmesini ifade eden bilişsel süreçtir. Bir başka deyişle "insanın çevresini, kategoriler halinde düzenleme etkinliği ya da sürecidir" (Tajfel). Söz konusu kategoriler, bireyin eylemleri ve tutumları bakımından birbiriyle eşdeğerli veya birbirine benzer gördüğü insan, eşya, olay grupları ya da bunların belirli niteliklerini kapsayan gruplardır.

Kategorizasyon süreçleri, bireyin yaşamı açısından bir dizi pratik işleve sahiptir. Kategorizasyon, ilk olarak, dünyanın karmaşıklığını azaltmaya yarar. Bireyin çevresini basitleştirip sistematikleştirmesine katkıda bulunarak karmaşık bir dünyayla ve dünyadaki değişikliklerle başa çıkmasını mümkün kılar. İkinci olarak, karşılaşılan uyaranların anında tanınmasını ve bir düzen içine konmasını; çevreyi bölümlemeyi ve bir açıdan benzer, bir başka açıdan farklı görülen öğeleri bir araya toplamayı sağlar.

Böylece anlamlı, öngörülebilir bir dünyanın bilişsel olarak inşasını kolaylaştırırlar. Bu sayede çeşitli şeylerle yeniden karşılaştığımız her seferinde onları yeniden öğrenmek zorunluluğu ortadan kalkar. Bu bir bilişsel tasarruf imkânıdır. Çeşitli objeler (insan, olay, nesne) ve özellikleri belleğe depolanıp hareketli ve kullanılabilir bir tarzda tutulur ve böylece yeni objeler için kıyas noktası işlevi görürler.

Üçüncü olarak, kategorizasyon sürecinde oluşturulan kategoriler, pratikte davranış ve eylemlerimizi, yani araçsal etkinliklerimizi yönlendirirler. Kategorilenen uyaran veya objeler karşısında, kategori bilgilerimize göre tepkide bulunuruz.

Kategorizasyonun çevreyi düzenleme ve yapılandırmayı ifade eden bu yönleri özellikle fiziksel dünyaya ilişkindir. Kategorizasyonun insanlara ve onun sosyal dünyasına uygulanmasını ifade eden sosyal kategorizasyon söz konusu olduğunda, başka yönleri ortaya çıkar. Sosyal kategorizasyon bireyin toplum içindeki yerini oluşturma ve tanımlama anlamında bir sosyal kimlik işlevi görür (Tajfel). Bu sayede birey diğerlerinden farklılığını ve hatta daha iyi olduğunu sağlamaya, olumlu bir sosyal kimlik oluşturmaya çalışır.
 
Kavramsal Düşünme

İnsanların düşünmelerinin büyük bir kısmı belirli somut durum ya da olaylarla ilgilidir. Çocukluklarında yaşadıkları evi ya da hafta sonundaki maçı düşünürler. Diğer taraftan pek çok düşünme, özellikle üniversite çalışmalarında söz konusu olan düşünme, soyutlamalara ilişkindir: politika, ekonomi, felsefe, öğrenme, güdülenme ve benzerleri. Bu genel ya da soyut şeylere kavram (concept) adı verilir. Aracı süreçlerin kavramlar olduğu düşünmelere kavramsal düşünme (conceptual thinking) denir.

Kavram, cisimlerin bazı ortak ve genel özelliğini ya da niteliğini temsil eden simgesel bir yapımdır (construction); değişik birkaç durumda ortak olan bir özelliği soyutlar, insan, kırmızı, üçgen, titizlik, atom, öfke, öğrenme birer kavram örneğidir. Aslında, dilimizdeki isimlerin çoğu kavram adıdır. Bunun dışında kalanlar yalnızca özet isimlerdir.

Kavram oluşturma yeteneği insanların nesneleri sınıflamalarına olanak sağlar. Kırmızı kavramı ile cisimleri kırmızı ve kırmızı olmayan diye ayırabilir, meyve kavramı ile meyveler ve meyve olmayanlar sınıf la masını yapabiliriz. Seçilen özellik, sınıflamanın temeli olan kavramı oluşturur. Dünyadaki özellik ya da niteliklerin sayısı pratik olarak sınırsız olduğundan, oluşturulabilecek sınıflama ya da kavram sayısı da sonsuzdur.
 
Kendileme


1970'li yıllarda çevre psikolojisi vokabülerine giren kendileme (appropriation) terimi, çok anlamlı bir terimdir. Genel olarak bir şeyi kendisi için alma, kendi kullanımına ayırma eylemini belirten kendileme, yasalar açısından, bir mekân parçası veya eşyalar üstündeki egemenlikle ilgilidir, mülk edinmeyi belirtir; teknik olarak bir eşyanın işlevsel kullanımını, yani bir işe uygun bir şeyi alıp kullanmayı belirtir; antropolojik açıdan nesnel gerçeklik, üzerinde insanın eylemde bulunduğu bir gerçeklik olarak tanımlandığında kendileme, gerçeklik üzerinde, insanın kendini gerçekleştirmesine yarayan bir etkinlik biçimini belirtir; kültürel açıdan bireyin gizil potansiyellerini gerçekleştirmesini ve değer kazanmasını sağlayan çevre özelliklerine referansla tanımlanır; psikolojik açıdan, duyumsal, devimsel ve algısal etkinlikle kendi kontrolünü tanımayı, bireyin, şeylere ve dünyaya hakim bir konumda görülmesini belirtir (Fischer, 1976).

Kendileme, insanın çevreyle ilişkisinde temel bir eğilimidir, insanın bir mekân parçasına el koyması, hakim olmasıdır. Mekânla yakınlık kurmaktır; mekânın çeşitli yanlarını öğrenmek, keşfetmektir; mekânı rahatlatıcı, güven verici bir yere dönüştürmektir.

Kendileme süreci, önce belirli bir mekân parçasının sınırlandırılması, işaretlenmesi, ardından mekânla yakınlaşmanın gerçekleşmesi ve nihayet kişisel bir mekânın inşası aşamalarını kapsar (Moles, 1976); kendileme, bakışla, mekânı düzenleme ve döşemeyle, fiziksel ve psikolojik olarak sınırlandırma ve keşfetmekle, gözleme vasıtasıyla gerçekleşir.
 
Kendini Açma


Kendini açma, bireyin kendine ilişkin bilgi veya enformasyonları diğer kişilere açma veya açıklama olgusudur. Kişiler arası iletişimde önemli sonuçları olan bu olgu Johari Penceresi'nin yapısında da temel faktörlerden biridir. Johari Penceresi kişinin 'kendisi tarafından bilinen' ve 'diğerleri tarafından bilinen' yanlarının çaprazlanmasıyla elde edilen dört bölge içermektedir.

Bu bölgeler her bir bilgi kümesinin azlığı veya çokluğuna bağlı olarak dar veya geniş olabilmektedir. Genel olarak denilebilir ki kişinin kendine öz güveni ve bulunduğu ortamın güvenirliğine inancı arttıkça, dışa açılması da artmaktadır.
 
Kendini Değerlendirme



Kendini değerlendirme kavramı (self-evaluation) bir kişinin diğerini değerlendirmesi yerine kendi kendini değerlendirmesini ifade eder. Genelde bu değerlendirmenin belirli bir motivasyon taşıdığı, yani kişinin kendi hakkındaki pozitif imajım korumasını sağladığı öne sürülmüştür.

Bu eğilim, çeşitli mekanizmalarda somutlaşmaktadır; örneğin diğerleriyle uygun sosyal karşılaştırmalara girme; yakın kişilerin başarılarını kullanma veya paylaşma; grubun efektif normlarına diğerlerinden daha çok uyduğunu gösterme (P. I. P. Etkisi), vb.
 
Kendini Kategorilendirme


Sosyal kimlik konusundaki araştırmalar bağlamında ortaya atılan kendi kendini kategorilendirme (self-categorisation) kavramı, Turner ve arkadaşlarının (1985, 1987) grupların oluşumunun psikolojik temeline koyduğu bir kavramdır. Bireyin benlik kavramı, kendini kategorilendirmeyi, yani kendini bir grubun temsilcisi gibi görmeyi içerir. Bireylerin kendilerini yerleştirdikleri kategoriler farklı soyutlanma düzeyinde bulunabilir; örneğin 'bilim adamı' ve 'psikolog' gibi.

Bu tür kategoriler, bireysel kimlik/benlik veya sosyal kimlik/ benlikten daha az veya çok soyut olabilir; örneğin kişisel düzey ya da kendini bireysel bir varlık gibi görme (kişisel kimlik), gruplar arası düzey ya da kendini bir grubun üyesi gibi görme (sosyal kimlik) ve gruplar üstü düzey ya da kendini bir insan gibi görme.

Bireyin kendini yerleştirdiği kategoriler (benlik ya da kimlik kategorileri) birbirinden ayırdedici belirli niteliklerden ziyade, bulundukları düzey bakımından farklılaşırlar, zira aynı bir özellik, örneğin 'yardımseverlik', bağlama göre bireysel, sosyal veya insanî kimliğin bir niteliği olabilir. Sonuç olarak bu perspektifte, kendini kategorilendirmek için kullanılan kategorilerden veya düzeylerden herhangi birisi diğerinden daha temel (basic) değildir.
 
Kendini Sunma

Bireyin diğerleri tarafından kendi benlik kavramına uygun ve çoğu kez de olumlu bir şekilde algılanma eğilimini ifade eden kendini sunma ya da benlik sunumu (self-presentation) kavramı, bireyin diğerleri önündeki davranışlarım kontrol etme ve görünümünü ayarlama çabalarını kapsamaktadır. Bu çabalar, hem bireyin kendini sunma amaçlarına ve hem de muhataplarının özelliklerine göre farklılaşmaktadır.

Olumlu izlenim bırakmak esas olmakla birlikte, bu mümkün olamadığında, geçerli bir özür veya mazeret bulunarak, kayıplar en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Bireyin kendini istediği gibi sunabilmesi, büyük ölçüde diğerlerinin onun davranışlarına nasıl tepki vereceklerini kestirebilme ve başka rolleri üstlenebilme kapasitesine bağlıdır.

Benliğin davranışsal yanma işaret eden benlik sunumu, benliğin bilişsel (benlik kavramı) ve duygusal boyutlarına (öz saygı) kıyasla daha az sayıda araştırmaya konu olmuştur. Araştırmalar, genel olarak kendini sunmanın farklı yol ve stratejileri üzerinde odaklaşmakta ve bunun bireyin kendine ilişkin inançlarında değişmelere yol açtığını ortaya koymaktadır.

Kendini sunmada izlenen amaca bağlı olarak, bazı yazarlar, 'stratejik kendini sunma' ve 'otantik kendini sunma' ayrımına gitmektedirler. Birincisinde kendini sunma, izlenim yönetimini esas almakta ve burada, diğerlerinin hakkımızdaki algılarının kontrolü hedeflenmektedir. Bu sunma tarzı, 'kendini uyarlama' kavramına tekabül etmektedir. İkincisinde ise, diğerlerine kendimizi, makyajsız ve rol yapmadan daha iyi anlatmak amaçlanmaktadır.
 
Geri
Üst