Psikolojide Kavramlar

Rol Çatışması


Rol çatışması (role conflict), bireyin birisine uyduğunda diğerine uyması imkânsız ya da çok zor olan iki veya daha çok sayıda gereklilik (görev, rol, iş, vb.) karşısındaki durumunu ifade etmektedir.
 
Rol Oyunu


Rol oyunu (role-playing), analiz, teşhis veya formasyon amacıyla, bir veya daha fazla kişinin, laboratuvar koşullarında gerçek bir yaşantı durumunu canlandırmak üzere kendiliğindenlikle (spontan olarak) simülasyon yapmalarıdır. Özellikle Moreno'nun teorik yaklaşımında ve pratik uygulamalarında önemli bir yer tutan rol oyunu, kişinin gerçek yaşantılarında kendini daha iyi algılaması ve kendini düzeltmesi bakımından etkili bir süreç olarak görünmektedir.

Moreno, rol oyununun özel bir hali olan rol değişiminden söz etmektedir. Rol değişimi iki kişinin birbirini daha iyi anlayabilmesi için önerilmiş bir psikodrama tekniğidir. Psikodramada canlandırılan bir karşılıklı konuşma sahnesinde, katılımcılara kendi rollerini oynamaları istendiği gibi, diğerinin rolünü oynamaları da istenebilir, bu ardışık rol oyununda, bir rolden diğerine geçen oyuncuların, bu sayede birbirini daha iyi kavramaları beklenmektedir.
 
Sağduyu


Sosyal psikolojide günlük epistemolojinin önemli bir kavramı olan ortak duyu (common sense) ya da yaygın ifadesiyle sağduyu, kişisel pratikler, gözlemler, deneyimlerle zenginleştirilmiş, ortak geleneklere dayanan ve bireyler tarafından kendiliğinden üretilen bir takım bilgiler bütünü olarak tanımlanmaktadır. Günlük yaşamda olağan konuşmalar ve davranışlar sırasında işleyen sağduyu çerçevesinde söz konusu olan şeyler isimlendirilmekte, bireyler kategoriler halinde sınıflandırılmakta ve konjonktürler kendiliğinden oluşmaktadır (Moscovici ve Hewstone, 1984).

Ortak duyunun sağduyu (aklı selim) olarak ifade edilmesi sıradan bir çeviri hatası değildir. Çoğu toplumlarda gözlenen bu özdeşleştirme sebepsiz değildir. Son yıllarda sosyal psikologların ilgilendikleri, günlük yaşamı içinde naif bir psikolog gibi davranan sıradan insanlar tarafından üretilen örtük kişilik teorileri ve benzeri düşünce ürünleri ortak duyu psikolojisi alanının kapsamına sokulmaktadır.

Bu teoriler, her ne kadar hakikati arama motivasyonuyla oluşturulmasa da ve her ne kadar bilimsel mantık açısından hatalı görünseler de, hata veya yanlışla eş anlamlı değildirler. Kaldı ki, naif psikolog olan insanın sosyal dünyasındaki olayları açıklama çabasında, bilim adamınınkine benzer yanlar da bulunmaktadır. Örneğin sıradan insan da, etrafındaki kişilerin ne tür insanlar olduğunu anlamaya çalışırken çoğu kez kişilik psikologları gibi benzerliklerden yola çıkmaktadır.

Dolayısıyla kişiler ve olaylar hakkında ortaya atılan teorilerde, belirli bir gerçeklik payı bulunabilmektedir. Öte yandan insanların paylaştıkları görüşler, çoğu kez onların makul buldukları, sağduyuyla bağdaşan görüşler olmaktadır. Nihayet, bazı örtük teoriler, başlangıçta doğru olmasalar da, Pigmalion Etkisi işlediği takdirde daha sonra doğru haline gelebilmekte ya da daha makul görünebilmektedir.

Bu tür nedenlerden ötürü, çoğu toplumda ortak duyu, sağduyuyla özdeşleştirilmektedir. Kaldı ki Türkçe'de yaygın kullanımı nedeniyle sağduyu sözcüğü, ortak duyu sözcüğüne kıyasla daha anlamlı görünmektedir.
 
Sahte Biriciklik Yanlılığı


Sahte biriciklik yanlılığı (false uniqueness bias) kavramı, kişilerin kendileriyle aynı yetenek veya becerilere sahip olanların sayısını düşük tahmin etme eğilimini ifade etmektedir. Örneğin matematik dersinde başarılı olan bir öğrencinin, matematikte yetenekli öğrencilerin sayısının az olduğunu düşünmesi gibi. Bu yanlılık, genellikle bizim için önemli konularda ortaya çıkmaktadır.
 
Sahte Konsensüs Yanlılığı


Sahte konsensüs yanlılığı (false consensus bias) kavramı, kişilerin, kendi görüşleri konusundaki görüş birliğini, karşıt görüşler etrafındaki görüş birliğinden daha fazla değerlendirmelerini ifade etmektedir. Örneğin bir referandumda 'evet' oyu vermeyi düşünenler, 'evet' diyeceklerin genel oranını, 'hayır' diyeceğini söyleyenlerin 'evet' oranı tahminlerine kıyasla, anlamlı olarak daha yüksek tahmin etmektedirler. Bir başka deyişle, insanlar, kendi görüşlerini paylaşanların sayısını abartmaktadır.

Sahte konsensüs etkisi, bireyin diğerleriyle ilişkide olmadığı ve gerçek bir kıyas hedefinin bulunmadığı durumlarda ortaya çıkan bir olgudur. Bu tür durumlarda bireyler, zihinsel olarak hipotetik bir karşılaştırma hedefi tesis ederler ve kendi alışkanlıklarının, değerlerinin ve davranışlarının başkalarıyla ortak olduğunu ve diğerleri tarafından paylaşıldığını düşünme eğilimi gösterirler.

Bu, sahte konsensüs etkisidir. Daha ziyade görüşler ve davranışlar planında gözlenen bu eğilim (yetenekler planında görülmemekte), özellikle alkol düşkünleri, sigara tiryakileri ve benzeri kötü alışkanlıkları olanlarda görülür.

Sahte konsensüs yanlılığı ile sahte biriciklik yanlılığı birbirinin zıddı gibi görünmekle birlikte, her ikisinin de, kendimiz hakkında olumlu bir görüş sahibi olmayı sağladığı ve bu görüşü koruduğu; bu anlamda iki olgunun birbiriyle çelişkili olmadığı söylenebilir. İnsanın görüşlerinin başkaları tarafından paylaşıldığını ve kendisinin diğerlerinde fazla görülmeyen bazı yeteneklere sahip olduğunu düşünmesi, onun için son derece güven verici ve doyum sağlayıcı bir duygudur.
 
Seçici Dikkat İlkesi


Bu ilkeye göre, bir iletişim durumunda muhatapların sadece kendi görüş, inanç ve tutumlarını destekleyen enformasyonları araması ve aksi enformasyonlardan kaçınması söz konusudur. Bu eğilim, iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde cereyan etmesini ve tarafların birbirini doğru bir şekilde algılamasını engellemektedir.
 
Semptom


Semptom terimi, günlük dilde belirti, işaret anlamında kullanılmaktadır. Sözlük anlamında semptom, -çoğu kez patolojik-bir duruma veya gelişmeye ilişkin olan ve bu durum veya gelişmeyi belirlemeyi sağlayan gözlenebilir veya algılanabilir bir özelliktir.

Psikanalitik bir kavram olarak semptom, bilinçdışı bir rahatsızlığın olgusal veya davranışsal düzeyde ortaya çıkması ya da bunu gösteren belirti anlamına gelmektedir. Semptomun yapıyla ilişkisi, sonucun nedenle veya yüzeyin derinlikle ilişkisine benzetilmektedir.

Çeşitli patolojik durumlarda gözlenen semptomlar bütünü, sendrom olarak adlandırılmaktadır. Sendrom, genel olarak bir patolojik durumu yansıtsa da, tek bir hastalığın veya durumun karakteristiği değildir ve bu nedenle bir hastalığı tek başına teşhis etme değeri taşımamaktadır.
 
Senkretizm


Senkretizm (syncretism), arkaik bir algı ve düşünce sistemidir. Gerçeğin yapılandırılmamış, kabaca ve muğlak bir şekilde kavranmasını ifade eden bu sistem, insan bilgisinin gelişiminin ilk basamağı olarak görülmektedir ve bu anlamda çocuğun gelişim sürecinde belirli bir düşünce ve algı biçimini oluşturmaktadır.
 
Sinerji


Sinerji (synergia veya synergy) olgusu, iki veya daha fazla etkenin, aynı bir sonucun ortaya çıkmasına katkıda bulunacak şekilde birleşik etkide bulunmasıdır. Sinerjiyi karakterize eden özellik, ortak sonuçta rol oynayan etkenlerin etkisinin, her birinin tek tek etkilerinin toplamından daha büyük ya da güçlü olmasıdır.

Tıp alanında ilaçların etkileşimi konusunda uzun yıllardan bu yana kullanılan sinerji kavramı, psikolojide psiko-motor davranışlar ve sosyal psikolojide örgütsel davranışlar alanında önem taşımaktadır.
 
Sivizm


Latince civis (Fransızca citoyen) sözcüğünden türemiş olan sivizm (civisme) terimi, 1789 Fransız Devrimi'yle birlikte önem kazanmıştır. Sivizm, kişinin kendisini kamusal şeye bağlı hissetmesini ifade eden bir erdem, 'iyi'yi yücelten bir moral değer olarak kavramsallaştırılmıştır. Bazı yazarlara göre yurttaşı topluluğa bağlayan politik bağların bütününü kapsayan sivizm, mükemmel yurttaşı tanımlar; dolayısıyla, iyi yurttaşın özelliği olarak tanımlanabilir.

Özgür ve düşünen bir bireyin moral değeri olarak kişiyi, mensubu olduğu siteye angaje eden sivizm, demokratik bir ortamda gelişir ve eylemlerinin öznesi olan ya da sorumluluk anlayışına bağlı olan bir aktör birey varsayar. Zira dayanışmayı, kolektif kurala uymayı, genel iradeyi izlemeyi gerekli sayar.

Bu anlamda sivizm, demokratik yollardan oluşmuş genel norma uygunluk, adab-ı muaşeret veya görgü esaslarına saygı, nezaket gösterme, sorumluluk ve dayanışma duygusu, sivillik/medenilik gibi olgularla paralellik gösterir.
 
Sorumluluk Atıfları

Sorumluluk atıfları, Heider'ın niyet faktörüne dayandırdığı atıflardır. Burada aktörün davranış ya da eylemlerinin, daima bir amaca yönelik olması söz konusudur. Sorumluluk atıflarının ayırdedilmesinde bazı güçlükler mevcuttur. Bunun için, aktörün söz konusu bir durumda başka türlü hareket edebilme imkanının olup olmaması önemli bir kriterdir.

Eğer, aynı durumda başkalarının (tüm makul insanlar) aynı şekilde davranmayacağı veya aktörün dış koşullara karşı durabilme imkanı olduğu varsayılırsa, aktörün, sorumlu/suçlu tutulması beklenir. Ancak bazı yazarlara göre, aktörün sosyal statüsü ve durumla ilgili sosyal normlar da etkili olmaktadır.

Sorumluluk atıfları, yazarlara göre de farklı anlamlar taşımaktadır (Vallerand ve ark. 1994); sorumluluk, bir ürüne ilişkin sorumluluk veya yasal sorumluluk (meşru müdafaa ve geçici delilik durumlarındaki suçlar) ve moral sorumluluk (bir kişinin bir diğer kişinin sorumluluğu konusundaki değer yargısı; örneğin bir evli çiftte erkek veya kadının, eşini, kendi kötü ruh halinden sorumlu tutması veya ayıplama atıfları) gibi farklı anlamlarda alınabilmektedir. Bu nedenle farklı sorumluluk düzeyleri ya da türlerinin ayırdedilmesi yoluna gidilmektedir.
 
Sosyal Algı


Sosyal algı terimi, bireyin diğerlerini, tanıma, anlamlandırma süreçlerini ifade etmektedir. Sosyal psikolojide sosyal algı, geniş bir konu oluşturmakta ve bu konuda yapılan araştırmalar, bireyin diğerlerinin özelliklerini ve davranışlarını algılama tarzı, bu süreçte etkili faktörler ve sosyal algının sonuçlan gibi sorunlara odaklaşmaktadır. Söz konusu sorunlar, sosyal biliş, izlenim oluşumu, kategorizasyon, şemalar, stereotipler, günlük psikoloji, vb. başlıklar etrafında irdelenmektedir.
 
Sosyal Benlik


Toplum anlayışlarında, soyutlanmış bireylere dayalı tasarımlar kadar bireylere aşkın bütün tasarımlarını da reddeden yazarlar (örneğin G. H. Mead), benlik kavramını, kişiler arası ilişki çerçevesinde ele almaktadırlar.

Sosyal benlik kavramı bu zemine oturmaktadır. Buna göre, sosyal benlik, diğerlerinin bizim hakkımızda sahip oldukları ve bize gönderdikleri ve bizim içselleştirdiğimiz imajlar bütünüdür.
 
Sosyal Biliş


Sosyal biliş teriminin Bruner ve Tagiuri (1954) tarafından ortaya atıldığı yönünde yaygın bir inanç varsa da, terimin ilk olarak 1944'te Heider ve daha sonra 1952'de Asch tarafından kullanıldığı kaydedilmektedir. Ancak sosyal biliş, bir araştırma alanı ve yaklaşımı olarak 1980'lerden itibaren sosyal psikolojide hakim bir konuma gelmiştir.

Sosyal biliş kavramı, genel olarak enformasyonların alınması ve hatırlanması gibi bilgi işlem süreçlerini etkileyen faktörler bütününü ifade etmektedir. Söz konusu enformasyonlar, kişilerin ve gözlemcinin yargıları ile bu süreçlerin ilişkilerine İlişkin' enformasyonlardır (Hamilton, 1979).

Bir başka tanıma göre sosyal biliş, 'sıradan insanın diğerleri hakkındaki düşünce tarzlarının ve insanlar hakkında düşündüğünü nasıl düşündüğünün incelenmesini' (Fiske ve Taylor, 1984) kapsamaktadır. İlk tanımın perspektifi daha ziyade enformasyonların alınması ve temsiliyle ilgilenmekte ve kişilerin belleğine önem vermektedir. İkinci tanım ise naif sosyal psikoloji ve izlenimlerin oluşumunu öne çıkarmaktadır.
 
Sosyal Bulaşma


Sosyal bulaşma (social contagion) terimi, insanların kalabalık içindeki uç davranışlarını açıklamaya çalışan Gustave Le Bön (1896) tarafından ortaya atılmıştır.

Kalabalık içindeki insanların radikal bir dönüşüme uğradığını, şiddet ve coşkularını ifade etmede, hain, irrasyonel, hayvanı ve pervasız olduklarını gözleyen Le Bön, tıbbi deneyimlerinden yola çıkarak, hastalıkların bulaşması ile coşkuların bulaşması ve bunun sonucunda kalabalık içinde aşırı davranışların ortaya çıkması arasında bir analoji kurmuştur. Bu açıdan sosyal etkinin özel bir biçimine gönderen sosyal bulaşma kavramı, kalabalık içinde duygu, düşünce ve davranışların hızlı bir şekilde yayılmasını ifade etmektedir.
 
Sosyal Karşılaştırma


Bireyin kendisi hakkında bir fikir edinebilmek veya sahip olduğu fikri korumak için kendini diğerleriyle karşılaştırma sürecidir. Sosyal karşılaştırma, kıyas noktası olarak alman kişi veya gruplara bağlı olarak farklı şekiller alır; örneğin aşağı doğru karşılaştırma, yukarı doğru karşılaştırma, benzerleriyle karşılaştırma gibi. Ayrıca karşılaştırma boyutuna göre de farklı şekiller alabilir; örneğin, yeteneklerin karşılaştırılması, bilgi ve becerilerin karşılaştırılması gibi.
 
Sosyal Mesafe



Hall'in tipolojisinde üçüncü tabakayı belirleyen bu mesafe (social distance), yaklaşık olarak 1.25 m. ile 3.70 m. arası mesafeyi belirtir. Bu mesafenin bireyin ilişki ve etkinliklerine hakimiyetinin sınırlarıyla çakıştığı söylenebilir. Bu alan, kişisel olmayan ilişkilere, nezaket ilişkilerine ve iş ilişkilerine ayrılmıştır.

Hail diğer mesafeleri olduğu gibi, sosyal mesafeyi de 'yakın' ve 'uzak' kısım olmak üzere kendi içinde ikiye ayırır. Birlikte çalışan insanlar (patron-sekreter, resepsiyon memuru-müşteri, vb.) yakın sosyal mesafeyi kullanırken, yabancılar 'uzak' sosyal mesafede (insanların karşıdakine "şöyle bir uzaklaş da sana bakayım" dedikleri mesafe) tutulur.
 
Sosyallik


XX. yüzyıl başında Georg Simmel tarafından ortaya atılan sosyallik (sociability) terimi, bireyin diğerleriyle kurduğu kişisel ilişkiler bütününe göndermektedir. Bu anlamda, aile üyeleri, akrabalar, arkadaşlar, dostlar, komşular, iş/çalışma arkadaşları ve benzeri kişiler arası tüm ilişkileri kapsamaktadır.

İşlemsel olarak sosyallik, bireyin düzenli olarak ilişkide olduğu kişilerle oluşturduğu sosyal ağın genişliği veya darlığı boyutunda kavramsallaştırılmaktadır. Dolayısıyla sosyallik, bir bakıma birey (veya grubun) sahip olduğu 'sosyal sermaye'yi ifade etmekte ve sosyallik düzeyi, bu sermayenin ya da kaynağın büyüklüğünü yansıtmaktadır.
 
Stereotip


Etimolojik olarak stereos (katı) ve typos (nitelik, tip) sözcüklerinden oluşan stereotip terimi, ilk kez 'kafamızdaki imajlar'a işaret etmek üzere Lippmann (1922) tarafından ortaya atılmıştır. Stereotip terimi, genel olarak diğer insanları içine yerleştirdiğimiz kategorileri ifade etmektedir. Bu çerçevede, stereotipler, diğer bir bireyi veya bireyler grubunu tanımlamak için kullandığımız basitleştirilmiş betimsel kategoriler olarak tanımlanabilir.

Sosyal psikoloji literatüründe gruplar arası ilişkiler, inançlar ve temsiller bağlamında kullanılan stereotip bir birey, grup veya topluluk hakkında sahip olunan temellendirilmemiş kanaattir. Belirli bir hedef hakkında basitleştirilmiş yaygın inançlara dayanan stereotipler, bireysel farklılıkları dikkate almayan kalıp yargılardır. Stereotiplere sıklıkla hedef olan gruplar, yaş, cinsiyet, meslek grupları, azınlık grupları ve milliyetlerdir.

Stereotip, önyargıları besleyen, koruyan önemli bir mekanizmadır. Belirli bir kategoriye ait kişilere ilişkin enformasyonların algılanmasındaki ve işlenmesindeki rolleri yanı sıra, gruplar hakkındaki beklentileri de etkilerler.

Bazı hallerde, önyargıların gelişmesine yol açıp ayrımcılığa zemin hazırlarlar. Literatürde kullanıldığı şekliyle, stereotipler, genellikle sözel ifadelerde ortaya konmaktadır, önyargılar ise, daha geniş bir ifade alanına sahiptir; stereotip, daha ziyade tekbiçimli bir nitelik taşırken, önyargı, çok sayıda stereotipi (örneğin ırk, din, cinsiyet stereotipleri) kapsayabilir. Bir bakıma stereotip, sosyal temsillerin işlevsel yanını, önyargı ise yapısal yanını ifade etmektedir.

Stereotipler konusunda ülkemizde yapılan araştırmalardan birinde (Harlak, 1993), stereotiplerin turizm bağlamında, diğeriyle ilişki fırsatlarına bağlı olarak şekillendiğini ortaya koymuştur. Bir diğer araştırmada (Teközel ve Bilgin, 1998) ise kişilerin kolektif kimliklerini tanımlayıcı buldukları sıfatların gruplar arası bağlama göre değiştiği, bir başka deyişle stereotiplerin karşılaştırma gruplarına göre belirginlik (saliency) kazandığı sonucuna varılmıştır.
 
Suçluluk


Suçluluk (sense of guilt, culpabüity) terimi, bir hata yaptığı bilincine sahip bireyin durumu veya duygusunu ifade etmektedir. Suçluluk, esas olarak moral bir duygudur, zira iyi veya kötünün ne olduğunu belirleyen moral bilinç olmadan hata kavramı da var olamaz. Suçluluk duygusu, çeşitli toplumlarda sosyal kontrolü sağlamanın ve hatta manipülasyonun temelini oluşturmaktadır.
 
Geri
Üst