Mevlana'nın mezar odasının sırrı (gerçek)

5
EXE RANK

my |ove .~ <3 & so

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
5,940
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
my |ove .~ <3 & so
[IMG]http://img683.imageshack.us/img683/9820/konyamevlanaturbesi4.jpg[/IMG]

Mezar odasının sırrı



O müzenin kapısından içeri girerken, karşıma 'Da Vinci şifresi' gibi
esrarengiz bir hikáyenin çıkacağını bilmiyordum.

Bu, bir sanduka ve onun
altındaki mezarın hikáyesi.

Ama öyle basit bir hikáye değil.


Hikáye 13'üncü yüzyılda başlıyor ve 1930'da esrarengiz bir aile
trajedisine kadar uzanıyor.

Hikáye beni çok etkiledi.

Sizi de
etkileyeceğini tahmin ediyorum.

SAF TUTMUŞ SANDUKALAR ARASINDA


Geçen salı günüydü.

Hayatımda ilk defa Konya'ya gitmiştim.


Konya'da Mevlana Müzesi'nin kapısından ilk adımımı attığımda, belki de
sadece benim hissettiğim mistik bir rüzgár esti ve beni içine alıp ???ürdü.


Hayatımda hiçbir mekán daha ilk anda beni bu kadar etkilememişti.


İçerden çok hafif bir ney müziği geliyordu.

Sağ tarafta, sanki
saf tutmuş sandukaları görüyordum.

Yanımda Mevlana Müzesi Müdür
Yardımcısı Dr. Naci Bakırcı vardı.

Mevlana'nın sandukasının önüne
gelinceye kadar, mistik bir turistten farklı değildim.

Ancak o
sandukanın önünde Dr. Bakırcı'nın anlattığı o müthiş hikáye başladı.


Daha doğrusu, o sandukanın altındaki 'mezar odasının sırrı'...


500 METREYİ SEKİZ SAATTE ALAN CENAZE

Nefesimi kestim ve onu
dinledim.

İşte ondan dinlediklerim.

Anlatıldığına göre her şey
1273'te Konya'da kaldırılan bir cenazeden sonra başladı.

Mevlana
Celaleddin-i Rumi, 17 Aralık 1273 günü vefat ediyor.

Cenazesine
yüzbinlerce insan katılmış. Naaşı, İplikçi Camii'nden, 500 metre ilerdeki bu
türbeye 8 saatte getirilebilmiş.

Müslümanlar Mevlana'nın naaşını
defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze cemaatinden çıkmasını istemiş. Ancak
onlar, 'Bize İsa'yı da Musa'yı da Mevlana öğretti' diyerek bunu reddetmişler.


Mevlana'nın kabrinin altına bir 'mezar odası' bulunuyor.

MEZAR
ODASINA 700 YILDA 1 KİŞİ İNDİ

Eski Türklerde mezarların altına Farsça
'zir-i zemin' yani 'zeminin altı' denilen bir mezar odası yapılırmış.


Mevlana'nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş.


Ancak o tarihten bu yana mezar odasına kimse inmemiş.

Sadece bir
kişi hariç.

Rivayete göre Sultan Dördüncü Murad, Mevlana'nın türbesini
ziyarete geldiğinde, mezar odasının içinde ne olduğunu çok merak etmiş ve bu
odaya girmek istemiş.

Ancak dönemin Mevlevi büyükleri, buna kesinlikle
karşı çıkmış ve girmesini engellemişler.

Bunun üzerine Sultan, elindeki
tespihi, ağzı açık odanın içine atmış.

Veya düşürmüş.

Bu tespihi
almak üzere 7 yaşında bir kız çocuğu mezar odasına indirilmiş.

Bilinen
tek şey, odanın iki tarafından aşağı doğru merdivenlerin indiğiymiş.

Kız
çocuğu mezara inip çıktıktan sonra dili tutulmuş.

Dr. Naci Bakırcı,
'Çocuğun dilinin neden tutulduğu hálá bilinmiyor' diyor.

KÜÇÜK KIZ MEZAR
ODASINDA NE GÖRMÜŞTÜ

İşte bu olaydan sonra 'mezar odasının sırrı' iyice
merak edilmeye başlanmış.

Acaba kız çocuğu orada ne görmüştü de dili
tutulmuştu?

Bir iddiaya göre, oda çok karanlık olduğu için çocuk çok
korkmuş ve geçirdiği travmadan dolayı dili tutulmuştu.

Ancak bir başka
iddia daha var ki, o 'mezar odasının sırrını' daha da koyulaştırıyordu.


Selçuklu Türkleri o tarihte mumyalama tekniğini biliyorlarmış. Fatih
Sultan Mehmed dahil 7 padişahın naaşı mumyalanmış.

Mevlana'nın naaşı da
mumyalandığı için muhtemelen öyle duruyordu.

Kız çocuğu orada yatan
Mevlana'yı görünce bu hale gelmiş olabilirdi.

Bu olay dönemin önde gelen
Mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yılında mezar odasının ağzı tuğlayla
örülüp üzeri kurşunla kaplanıyor.

O tarihten sonra mezar odasının
ağzındaki kurşun hiçbir zaman kaldırılmadı.

Mezar odası, sırlarıyla
birlikte belki de ebediyete kadar sessizliğe gömüldü.

1930'LU YILLARDA
MÜZE MÜDÜRÜNÜN ODASINDA

Ancak odanın hikáyesi burada bitmiyor.


Aradan 300 yıl geçtikten sonra, Mısır'daki piramit sırlarına benzeyen
bir dizi olay daha yaşanacaktı.

Bu olayın iki tanığı vardı.

Biri
olayı yaşayan Yusuf Akyurt isimli biri.

Öteki de onun yaşadığını Murat
Bardakçı'ya anlatan Abdülbaki Gölpınarlı Hoca.

1930'lu yılların güzel bir
gününde, Mevlana Müzesi'nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken,
aklına sandukanın altındaki mezar odası gelir.

İçinden 'Acaba şu odaya
bir girsem de içinde ne olduğunu görsem' diye geçirir.

Ancak tepki
çekeceğini düşündüğü için kararsızdır.

O AN KAPI ÇALINDI YAŞLI ADAM
GİRDİ

Tam o esnada kapı çalınır ve içeri, müzenin yaşlı odacısı girer.


Bu yaşlı adam aslında, Mevlevi dedesidir. Cumhuriyetin ilanından sonra
tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı
kabul etmiştir.

Yaşlı Mevlevi dedesi saygılı bir şekilde içeri girer ve
Yusuf Akyurt'un tüylerini diken diken eden şu cümleyi söyler:

'Sakın
oraya inmeyi düşünmeyin...'

Ancak bu şaşkınlık, müdürü kararından
vazgeçirmez. Mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir.


Halıyı kaldırır. Tam kapağı açmak üzereyken, bir adam haykırarak içeri
girer:

'Müdür bey, yetiş evin yanıyor...'

Yusuf Akyurt gelinceye
kadar evi kül olmuştur.

İşte tam o sırada eline bir telgraf
tutuşturulur.

Müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir.


KONYA-ANKARA YOLUNDAKİ KAZA

Konya-Ankara yolu o gün çok ıssızdı.


Gün batmış, alacakaranlık etrafa hákim olmaya başlamıştı.


Uzaktan gelen kamyonun farları, henüz tam karanlık hale gelmemiş ufukta
cılız iki nokta gibi duruyordu.

Şoförün yanında kapıya dayanmış şekilde
oturan çocuk kimbilir hangi hayallere dalmıştı.

Kamyon bir kavise
girdiği sırada kapı aniden açılır ve çocuk alacakaranlığın içinde kaybolur.


Kamyon durup, içindeki iki adam kapıdan uçan çocuğa ulaştıklarında iş
işten geçmiştir.

Çocuk öteki dünyaya göçmüştür.

Çocuğun başında
duran ikinci adam, başı ellerinin arasında hüngür hüngür ağlamaktadır.

O
adam, Konya'dan tayini çıkan Müze Müdürü Yusuf Akyurt'tur.

Kimine göre,
mezar odasının sırrı, onu hálá takip etmektedir.

MEZARIN BAŞINDA
SÖYLENEN SON SÖZLER

Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya'ya döner.
Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlana Müzesi'ne gider ve sandukanın başında
ellerini açıp haykırmaya başlar:

'Yetmedi mi? Affet artık...'


Bütün bunlar neydi? Efsane mi? Gerçek mi?

Küçük kızın dili niye
tutulmuştu? Yaşlı odacı, müdürün kafasından geçen düşünceyi nasıl anlamıştı?


Bunların cevabı yok.

Ben bunları anlatan insanlardan dinledim.


Bildiğimiz tek şey var. Mezar odası 731 yıldan bu yana sırrını muhafaza
ediyor.

Umarım bundan sonra da muhafaza etmeye devam eder.

Çünkü
bilinmezliğin yarattığı bazı mistik duygulara ebediyen ihtiyacımız
olacak.

Çünkü hepimizin içinde, sadece kendimize ait sırların saklandığı
küçücük odalar var.

Üzerleri kurşunla kaplı küçücük odalar...
 
Geri
Üst