***İşte size çeşit çeşit mektup***

SEN BENiMSiN

SON ZAMANLARDA YORGUN BAKIYORDU GOZLERiN. NEDENiNi SORDUGUM DA "BEN DE BiLMiYORUM" DiYORDUN.
ARTIK DAHA DA ANLAMSIZ BAKIYOR GOZLERiN. GULMUYORSUN ESKiSi GiBi. AYRILIK CANLARI CALIYOR GALiBA DUYUYORSUN DEGiL Mi? HAYDi GiT O ZAMAN KENDi DUNYANA..... KENDi OZGURLUGUNE.......
YANIMDAN GECERKEN DOKUNMA YUREGiME.BAKMA GOZLERiME, TUTMA ELLERiMi SAKIN! BIRAK BEN SENi iCiMDEKi BURUKLUKLA SEVEYiM. BIRAK SENi BU HALiNLE DEGiL DE KENDi BiLDiGiM GiBi SEVEYiM. SUNU DA BiL ASKIM, SENSiZ HiCBiR SEYiN TADI YOK. HER YERDE SENi ARIYORUM. SiGARAMIN SON NEFESiNDE, BiRAMIN SON YUDUMUNDA. HiCBiR YERDE YOKSUN. HER YERDE ARADIM SENi BiLiYOR MUSUN? UZUN YILLARDA, BOS SOKAKLARDA.. YOKTUN, HiCBiR YERDE YOKTUN. BELKi SENi GORUNCE YUREGiM KAN AGLAYACAKTI, BELKi DE BOYNUNA SARILIP GOZYASI DOKECEKTiM. COK OZLEMiSTiM SENi COK... AMA YOKSUN, YOKSUN iSTE...YiNE DE KAYBETMEDiM UMiDiMi. BiR TEK YERE BAKMAYI UNUTMUSTUM, KALBiME... EVET ORADAYDIN, KALBiMDE BULDUM SENi.. SENi VE SEVGiNi iCiMDE HiSSETTiM VARLIGINI, SESiNi DUYDUM.
ARTIK HiC ARAMIYORUM SENi. CUNKU NEREDE OLDUGUNU BiLiYORUM. KiMiN OLDUGUNU BiLiYORUM.


**SEN BENiMSiN YALNIZCA VE HEP OYLE KALACAKSIN
 
eni Düşlemek ?

Yeni bir sonbahardı mevsim-herseyi sarıya boyan-,cıvıl cıvıl bir yazı hayallerinle süslemiştim oysa, ama gittin ve yaz bitti.... Gittin... Artık ne sen dönebilirsin, ne de ben açabilirim gönlümü ne sana, ne de bir başkasına... bir zamanlama hatası mıydı? Ne dersin? Yoksa sadece mekanlar mı uymadı bu aşka? Bilmiyorum... Oysa ne sen bana erken ,ne de sen bana
geçtim... zamanlamalar tutsa da, hayaller tutmadı, bunu geç olsa da fark ettim...

Hersey baslar ve biter dediğin o anda anlamıştım, benim sana sonsuz, senin bana geçici bağla bağlanmanın yüreğimde açacağı derin yarayı...Oysa ne sen bana erken, nede ben sana geçtim... sadece ne sen, ne de ben cesaret edemedik mekanlar ötesi bir aşk yaşamaya...Gittin ve o yaz gibi aşkımızda bitti...

Gittiğinde farklı mevsimler yasıyorduk, ben kışa girerken, cıvıl cıvıl bir yaz ve yakışı güneş miydi senin aklını çelen ,beni TERK ETTİREN ve bunca acıya iten?... Mevsimler ve mekanlar mı karar verdi aşkımızın sonuna, ne sen bana geç ,ne de ben sana erken olmadığımız zamanlamamızda... Her ne ise sen gitti ve yaz bitti....

Komik biliyor musun? Bittigini bile bile hala beni kıskanman, hala seni sevmemi beklemen ve hala benim seni düşünmem bunca acıya rağmen...

Seni düşünmek? Seni düsünmek nasıl birsey biliyor musun? Bazen bir kanat çırpışı gibi bir kuşun özgürce, bazen bir tüyün yere süzülüşü gibi yavas yavaş, bazen hızlandırılmış bir flim seridi gibi seri ve akıcı, bazen bir balığın can çekişmesi gibi caresiz ve acınacak bir sey, seni düşünmek...

Seni düşünmek: Bazen bir çınarın altında sıcak yaz gecesinde hayaller kurmak gibi, bazen bir derin maviliklerde kaybolmak gibi, bazen bir çölde vaha bulmak gibi... Düşünürken ağzındaki lokmayı yutmayı unutmak gibi, ulaşamadıkça bir seraba peşinden ölesiye koşmak gibi, TUTUGUN BİR BALIGI AĞDAN KURTARIP, DERİNLİKLERE SALI VERMEK GİBİ, İÇİNİ HUZURLA DOLDURAN, adın geçtiğinde daldığın hayallerden bir çırpıda gerçeklere donuvermek gibi...DÖRT NALA KOSAN BİR TAYDAN DÜSÜVERMEK GİBİ DÜŞLERİN KOYNUNA... İşte böyle bir şey seni düşünmek...Eğer sende beni böyle düşleseydin, böyle kolay ve zalimce olmazdı gidişler, değil mi birtanem?

Gidişinde gelişin gibi sadece hayaldi belki... düşlediğim düşlerim gibi...hani her gece düşü veren rüyalarıma.. Ve lacivert sisli bir gecede geleceğine inanmak, aslında hiç gelmeyeceğini bilmek gibi....

Gidişinde aslında üzmedi beni yokluğun kadar , yoktun ki aslında... Yokluğun kadar sevdim seni, yokluğun kadar özledim, yokluğunda hayal ettim... şimdi ancak yokluğun kadar nefret edebiliyorum senden.... ne acı!!!!

Gittin, yoktun, hiç olmadın....

Seni düşlemek mi?Yinede güzeldi... kızgın bir çölde bir serapın bilinçsizce ardından koşar gibi...
 
Anneme mektup


Canım annem,

Geçen gün ablamla seni çekiştirdik... 25 –30 yıl önceki günlerini.... Zorluklara kanat gerişini.... Anaç tavuk hallerini... Olmazları var edişini... Çiçeklere düşkünlüğünü... Küçükken bize yasak ettiklerini.... Kulak çekmelerini.... Kızmalarını... Her şeyini....

Çok küçüktüm... Satıcı amca sana ‘teyze’ dediğinde, eve gelip pek bir söylenmiştin... ‘Daha 40 ımı yeni geçtim, ne teyzesi diye’’.......... Bana da artık abla diyenler oluyor... Seni çok iyi anlıyorum annem....
Zaman hiç geçmez sanırdım... Zaman şimdi göz kenarlarımda iki ince çizgi, her yıl yenisi eklenecek.....

Kalabalıktı soframız.... Herkes eşit yesin diye, eşit dağıtırdın yemekleri... Hak yememeyi ilk senden öğrendim.... Öğrendiğimi uyguladım... Oysa çok yenildi hakkım...

Ağabeyin, ağacı topraktan söker misali, körpecik dallarını acıtarak koparmıştı seni okulundan.
Ardından başın bağlanmıştı o yılların her genç kızı gibi... Ahdın vardı... Çocuklarını okutacaktın... Dört ablam, ben ve ikiz erkek kardeşim okul sevdanı dinleyerek büyüdük... Sakındın kızlarını ev işlerinden, nakışlardan, çeyizlerden.... ‘Aman okuyun’ diye... Altın bilezik oldu hedefimiz... Ellerimiz pamuk gibi kaldı... Tırnaklarımız kaşık....
Ama evlenip de iş başa düşünce kolay olmadı, ilk günler çok zorlandık.... Kabiliyetliymişiz ki çabuk öğrendik.... Henüz hiç birimizin çöken evi, yanan mutfağı olmadı... Yaktırmadık, yıktırmadık...

Arka bahçemiz yetmezmiş gibi üst katın ön balkonunu da çiçeklerle doldururdun... Rahmetli Zekiye teyze, kendi balkonundan bizim balkona seslenir, ‘sizin ki balkon değil, küçük park’ derdi... Bazen çiçeklerle konuşmanı dinlerdim gizli gizli... Ne çok vaktin varmış, onca ev işi, çiçeklerin bakımı, babamın olmazsa olmazları, bizlerin istekleri.... Ben bazen 3 kişilik dünyama yetişemiyorum... Sahi sen nasıl da yetiştirirdin onca şeyi?...

Ablam siyah beyaz resimleri sakladığı kutusunu getirdi.... Benim erişemediğim günlerin sararmış resimlerine baktık.... O anlattı ben dinledim... Dört ablam da senin 35 li yaşlarını çok iyi hatırlıyorlar... Saçlarını, gözlerini..... O zamanlar çok küçükmüşüm......
35 imi geçtim annem....
Ablamlar söyledi, ben sana benzemeye başlamışım... O 35 li yıllarına.... Biliyor musun ben sana benzemekle kalmıyor, seni artık daha iyi anlıyorum.....

O sohbetten geriye koca bir hüzün kaldı.
Saçlarımı toplayıp ne zaman aynaya baksam,
İçimde buruk bir acı....
 
Sana Son Sözlerim..!

ben senin gibi olamam göz yaşlarım derinden akar ben gizlemem göz yaşlarımı birileri ne düşünür diye saklamam gülüşlerimi sevdigim için herşeye katlanırım senin gibi sorunlardan aşktan sevgiden kaçmam senin gibi başkalarının fikirleriyle yaşamam kendi hayatımı yaşarım insanlar ne düşünür diye takmam kafama gizli gizli aglamam geçer karşında da aglarım yürekten ağlarım yürekten severim iki günlük değildir benim sevgim.senin içinde aglamıştım görmüşsün gülmüşsün sanma yüreğin burkulsun diye aglamadım nasıl senin gibi birini sevdim diye insanlar neden bu kadar yalancı diye sen neden bu kadar umursamazsın diye ağladım.biliyor musun?yinede seninle yaşadıgım herşey çok güzeldi ki hala eski günlere dönecekmişim gibi uyanıyorum bir heyecan sarıyor sonra anlıyorum yok yok öyle bir şey farzet rüya gördün!diyorum kendikendime kendimi kandırmışım hayal dünyasında dolanmış durmuşum...
durmuşum aslında senin bir suçun yok hepsi benim suçum her söze her bakışa aldanmışım benim yüzümden rahat olamadın doya doya gülemedin yine ben yanlış anlarım diye olsun haklısın sen zaten başkaları için gelmişsin dünyaya bazı şeyler için pişman olsamda herşey güzeldi korkma birdaha gelmem senin oldugun yere gelsemde sana görünmem rahat ol istedigin gibi gül,oyna,gez,dolaş,istediginle konuş ne yaparsan yap.beni zaten umursamıyordun bundan sonra pişmanda olsan öldürdün zaten ölmüş say....yüzüme bakma!
 
slm sevdiğim;
seninle konuşmayalı ne kadar oldu. ya da ne kadar zamandır sana yazmıorum. sen bilio musun? ben artık unuttum zamanı. hani her özlediğimde, korktuğumda, sana ihtiyacım olduğunda, düştüğümde ve "GEL" dediğim zman koşa koşa gelecektin. hani hiç gitmeyecektin. bırakmayacaktın beni bu kurtlar sofrasıda. senden başka kimse bana bakamayacaktı hani. hani nerdesin yalancı.
şu an ne durumdayım, ne haldeyim umursuyo musun acaba? acaba sende benim gibi şuanda ne yapıodur. benim gibi canı hiç acıo mudur die düşünüo musun? acaba sende gecelyin üzerin açıldı mı benim gibi beklio musun gelip örtmemi.
hiç kabullenemedim gittiğini. hala yanıbaşımda oturup beni seyrettiğini düşünüorum. sen benim paşamdın ya merak etme kimseye vermiorum koltuğunu. sen gelsen de gelmesen de o koltuk hep senin olucak biliyosun.
ya anlamıorum ne istedin benden. neden herşey yolunda giderken, ikimşz için güzel bi dünya kurmuşken o dünya yı başıma yıkıp gittin. ne yaptım sana. tamam biliorum yine o senin bile kendine açıklayamadığın işlerin dimi. yine kaçmak zorundasın dimi. ama galiba bu sefer çok büyük bi belaya girdin ki beni bile bırakıp kaçtın. şu an nerdesin? bulgaristan da mı? yunanistan da mı? yoksa türkiye de mi? yada dünyanın başka bi yerindesin bilmiorum. senin beni hala sevdiğinde bile emin değilim artık. tek bildiğim beni sana en ihtiyacım olduğu bi zamanda bırakıp gitmiş olman. ne istedin benden. ne istedin duygularımdan. ne istedin tertemiz yüreğimden. ne ne sölesene. hani her şeyi bilen sen bunu da bilirsin sölesene hadi beni en kötü günümde yüzyüze bile değil küçücük bi mesajla nasıl bırakıp gittiğini söyle bana. şimdi yanımda olsan bunu bende bilmiorum diye cevap verirdin. cevabını bulursan bana da söyle ki o içimi kemiren kuşkularıma anlatayım.
hani biz hiç ayrılmayacaktık. beni bu yüzden mi yani bi gün bırakmak için mi? annenle ve diğerleriyle hemde gelinleri olarak bu yüzden mi tanıştırdın. bu yüzdenmiydi bunca kıskançlıklar. bu yüzdenmiydi söylesene. hep lafı ağzıma tıkardın. hadi yine tık bütün lafları ağzıma. ama bu soruların cevaplarını da kelime aralarına sıkıştır.
allah' ım her şeyini özledim. ne olur bir defa daha göster onu bana. biliyorum bu saatten sonra geriye dönüş yok. biliorum ki hiç bişey eskisi gibi olmayacak. biliyorum....
ama ne var biliyo musun bitanem seni deli gibi özledim. sana ayrıldıktan sonra okadar çok adım attım ki o kadar çok mesaj çektim ki sen hiç birine cevap vermedin. sadece bekle dedin. tamam beklerim ama bi açıklama. çok mu senden bi açıklama beklemek. bekledim her şeye rağmen kara gözlüm. ama bu seferde dedin benim hayatım biiti bana benden bile hayır yok. tek tesellim rakı sofrasında ki alemci karılar unut beni.
peki sence bunu hakkettim mi? bide bana bağır, çağır ama ne olursun bişi söyle diyosun. söylenecek herşeyi zaten sen söylemedin mi? ben sana bu saatten sonra ne deyim. ne dememi beklersin ki zaten.sen hayatını seçmişsin banda bu kararına saygı göstermek kalıyodu. bende öyle yaptım. senin kararına saygı gösterdim.
ama şunu hiç bi zaman unutma karşıma çıkmanı, sana son kez bakmak için istemiorum. kinimi, öfkemi gör istiyorum. hani sevdam bi ateşmiş ya sen öyle diyosun ya o ateşin bana ne kadar zarar verdiğini ama sonunda söndürmeyi başardığımı görmeni istiyorum. sadece bu bitanem. sen belki bunu hiç bi zaman okumayacaksın. belki de okuyacaksın ama kendine yazıldığını hiç bi zaman anlayamayacaksın. ama yine de okursan sana söyleceğim tek bi kelime kaldı o da sen adinin tekiymişsin. bu mektubuda haketmiyosun ya neyse.
HOŞÇAKAL KARA GÖZLÜM........
 
Dedeme MEKTUP
Bizi ilk unuttuğun,göz göze vedalaşamadığımız son gece için ağlıyorum.
07 Ocak 2002 Pazartesi.

Hani yaz derdin ya,işte yazıyorum dedem,bin bir acı içinde, bin bir zorluk
peşinde,seni yazıyorum.
Okuyamayacaksın ama en azından hisset.Seni çok özlüyorum.

Başlangıcın sonunu görmek gözlerinden.
Dur!!!
Ne olur ölme dede. Ne olur ölme.Mevsimin duygularımı darmadağın ettiği bir
zamanı yaşatıyorsun bana. Kaldı ki ben henüz hazır değilim senin çekip
gitmene. Neden konuşmuyorsun,neden gözlerini açmıyorsun bana. Hiç böyle
görmemiştim seni. Hiç böyle tepkisiz yatacağını beklememiştim. Nereye
gidiyorsun dedem, hani senin anlatacağın öyküler bitmeyecekti,hani
yaşadıkların tükenmeyecekti. Nereye gidiyorsun dedem,böyle izinsiz böyle
konuşmadan,neden bırakıyorsun bizi.

Konuşmaya çalışıyorsun,mırıldanıyorsun gözlerin kapalı olarak.İçim
parçalanıyor,gözlerine bakıyorum, gözlerin açılmıyor,dudakların
birleşmiyor,nefes alıp verdikçe sen, ben nefessiz kalıyorum.Yaşadıklarımız
geliyor aklıma, eski bir filmin yıpranmış görüntüsünde boğuşur gibi. Odada
herkes suskun,herkes birbirinin yüzüne bakıyor anlamsızlık
kovalarcasına,herkes birbirinden kaçırıyor gözyaşlarını. Ki sen dedem,
bunları asla görmüyorsun, hissetmiyorsun bile. Öylece yatıyorsun karşımda.

Biliyor musun,ben ellerinde büyürken sana çok yalan söyledim. Bahçeye
bıraktığın zemzem suyunu ben döktüm çiçeklere. Çatıda kedi kovalarken ben
kırdım bütün kiremitleri. Bacanın içini ben doldurdum taşlarla.Ben yaktım
bütün kibritleri yatağın altında.Ben sakladım bütün kapıların
anahtarlarını.Bunları sana itiraf edemedim dedem, Sana söyleyemedim bütün
bunları,çocukluğuma ver sen yine de.Kulaklarımı çektiğin zamanlara say dede.
Biliyorum yetmeyecek ama,elimden bir şey gelmiyor.Seni çok sevdim,her
zamanda çok seveceğim.Bütün bunlar için beni affedecek misin ki dedem.

Sen yatıyorsun ya karşımda şimdi.Ben hatırlıyorum, kas gerilmesi yaşadığım
ve bacak sinirlerimin çalışmadığı zamanlarda beni sırtında taşıyıp ta,
doktorlara ***ürdüğün günler geliyor aklıma. Hani öğretmenlerim bana
inanmamışlardı da,sende onlara kızmıştın. Sırtlanıp beni eve getirmiştin.
Çok iyi hatırlıyorum bu olay evin bacasına taşları doldurduğum günün ertesi
olmuştu. Sende hatırlıyor musun şimdi dedem. Hadi gözlerini aç, bir şeyler
söyle bize. Bak herkese nasılda ölümü hatırlattın bir anda. Bir anda atılan
kahkahaları,sohbetleri,nasılda kestin keskin bir bıçak gibi. Meğerse seni
seven ne çokmuş dedem. Bak herkes yanı başında seni seyrediyor.
Uyan be dedem,uyanda bir bak gözlerimize.Bak nasılda kızıla çalan gökyüzü
gibi yüreğimiz kar topluyor.

Hem daha bana verdiğin üç aylık vergi iade zarfını teslim etmedin
bankaya.Hani sen okuyamıyorum derdin de, başımda beklerdin doldururken. Bazı
yıllanmış fişler karışırdı da içine,güldürürdün beni. Hani bir baston
almıştık sana,bu çok cafcaflı bunu kullanmam ben deyip,köşe bucak saklardın
evin içinde.Anneannem çıkarırdı onu sakladığın yerden, sen yine saklardın.
Baston mu kullanacağız bu yaşta derdin.Kullanmadın da gerçekten dedem. Şimdi
sakın gitme ne olur. Gel beraber saklayalım bastonu, kimseler bulamasın.

Doktorunla konuştuk.Senin ve anneannemin haberi yok.Beyninin üçte biri
ölmüş.Sinir sistemin tamamen çalışamaz durumdaymış.Göz kapaklarını bu yüzden
açamayacakmışsın artık.Dilini kullanamayacakmışsın. Dedem ne oldu sana
böyle. En son konuştuğumuzda çerez istemişti canın. Bir koşu alıp gelmiştim.

Ne oldu da böyle sana tenimizi yakan bir ocak ortası,apar topar hastaneye
kaldırdık yorgun bedenini. Haberin yok senin ama,ambulansın sirenlerini
açtığı ilk anda içim parçalandı.Önümüzde üçer beşer sağa kaçışan
araçları,yol kenarında şaşkın ifadeleriyle bakan insanları ve arkada senin
hareketsiz yatışını aklıma getirdikçe yaşamın sınırını ve her şeyin boş
olduğunu anlayabiliyorum.

Aynı damardan iki serumla hastanenin acil kapısına demirlediğimizde sedye
ile yatacağın nöroloji bölümüne kadar başındaydım.Sen göremiyordun
dedem.Görseydin de zaten pek bir şey değişmeyecekti. Hayata dair hiçbir şey
yenilenmeyecekti. Gözlerin kapanmadan önce gördüğün her şey yine aynı
olacaktı dedem.İnsanlar,itiş kakışlar,bağrışmalar,her şey,ama her şey aynı
kalacaktı. Nerede olduğunu bilmemek,ve sana acı ile bakan insanları
görememek önemli değil artık dedem. Onlar senin için önemsizler artık.

Şimdi yanı başında herkes umutsuzca bekliyoruz. Umudu yitirmenin,her yeni
gelen güne umutsuzlukla merhaba demenin acısını çekiyoruz içimize.Gözlerim
kaçırıyor beni senden uzaklara.Çevreme baktığımda tebessümü unutan yürekler
sarıyor dört bir yanımı. Yaşamanın ucuzluğu,nefes alıp vermenin zorluğu
tıkanıyor boğazıma. Ben hayatı böyle bilmezdim dedem.Ben hayatı böyle
tanımazdım. Belki gözlerini açar da,bize yine avcı arkadaşlarınla yaşadığın
maceraları anlatırsın,belki anneanneme yemeğin tuzu hakkında birkaç yorum
getirirsin yine dedem.Ve belki de bayramlarda gözlerinin içi yine güler.Kim
bilir.

İlgisiz şeylerden acı çekiyorum artık.Baktığım her yerde yatağında
hıçkırıklara tutulmuş yorgun bedenin geziniyor.Hareketsiz ellerin,tepkisiz
parmak uçların. Sıkıyorum soğuyan ellerini.Gözlerimi hiç böyle yormamıştım
ağlarken. Böyle hiç yutkunmamıştım sessizliği.Suskunluğu böylesine telaffuz
etmemiştim dedem.Senden tebessüm etmeni bekliyorum.Son kez gülümsemeni
istiyorum bana.Beni unutmamanı istiyorum dedem.Beni unutma,tıpkı benim seni
unutmayacağım gibi ,bizim seni asla unutamayacağımız gibi.

Biliyorum vedaların dönüşü vardır,ama senin bana bırakacağın,o dağ gibi
yüreğinden küçücük kelimelerle bir elveda.Şimdi izin verirsen,son kez
öpüyorum dedem seni.Bayramlarda ve kandil gecelerinde görüşemeyeceğiz
artık,hafta sonları dağlara çıkamayacağız seninle.Ama eninde sonunda
buluşacağız.Biliyorum.
Bu yüzden,şimdilik elveda dedem,elveda...

Bir gün gelirde unuturmuş insan,
En sevdiği hatıraları bile,
Bari sen her gece yorgun sesiyle,
Saat on ikiyi vurduğu zaman,
Beni unutma,
Çünkü ben her gece o saatlerde,
Seni yaşar ve seni düşünürüm,
Hayal içinde perişan yürürüm,
Sen de karanlığın sustuğu yerde,
Beni unutma..
 
Hastalik Yakisanda Guzeldir!
Sana aglamiyorum. Bunlar sevinc gozyaslari. Ne icin mi seviniyorum? Senin icin aglayamadigima, senin icin uzulup, gozyasi dokemedigime agliyorum. Cok mutluyum. Bak gozlerimin ici guluyor. Artik ben de tam anlamiyla bir canliyim, yasayan bir olu misali etrafta dolasmiyorum. Gozlerde buldugum gercek mutluluk beni ruhumda hur kiliyor. Yasamimin ne sana ne de baskasina ait olmadigini anlayabiliyorum. Ben yalniz kendimim ve kendimin olacagim. Ta ki bir baska ben bulana kadar. O zaman ben benim, ben de benim olacak. Sen benim neyden bahsettigimi gayet iyi anliyorsun. Bakalim ne hissedeceksin? Ben ne hissettigimi ve hissetmem gerekeni cok iyi biliyorum. Sana ofke duymuyorum. Nefret de etmiyorum. Sadece tiksiniyorum. Nefret etmiyorum; cunku nefret sevgi belirtisidir ve ben o hastaliktan yeni kurtuldum. Belki bir baskasina tutunurum. Belki bugun, belki yarin. Ama senle asla, seninle asla! Cunku hastalik da yakisanda guzeldir! Sana bu hastalik yakismiyor. Denedim ve gordum. Simdi kendime yeni bir hasta ariyorum. Ama acimasizca degil. Onu oldurmek icin de degil. Yalnizca yakismasi icin. Cunku hastalik da yakistigi hastayla guzeldir...!
 
Bugün veda günü..
Aşka, yıldızlara , sana veda ediyorum. Bu bir veda mektubu değil. Veda yürekte olur mektupta değil. Seninle oluşturduğum yaşantıma da vedadır bu…
Kısacık ömrü vardı aşkımızın öyle kısa ki örneğin nasıl yatarsın yan mı mesela. Hatta araba kullanırken küfreder misin diğer arabalara. Sesin güzel midir, türkü söyler misin mutlu olduğunda bağıra çağıra. Hele hüzün saatlerinde nasıldır gözlerindeki haleler.
Bir veda anında aklına bunlar geliyormuş meğer insanın…

Zordur veda cümleleri. En güçlü zehrini akıtır yüreğine…Sona yaklaşmanın korkusuyla mı sözü dolaştırıyorum, belki de öyledir kimbilir? Sen bilirsin. Sen bilirsin beni…sözcüklerimin her birinin ne anlama geldiğini…
Hep masal kahramanına benzetirdim seni hatırlıyor musun?
Bir masalı yaşadık ikimiz. Ama ayrı masalların kahramanlarıydık. Ben külkedisiydim örneğin sense kurbağa prens. Ne kadar imkansızsa onların aynı masalda bir olayın kahramanları olmaları bizim de mümkün değildi bir araya gelmemiz. Öyle de oldu. Kısacık bir masaldı sevgimiz. Ve en güzel yerinde de bitti. Bir masaldı bitti….
Sana son mektubumu yazıyorum. Oysa söylenecek ne çok şey vardı,paylaşılacak ne çok şey…
Ummadığım bir anda çıktın karşıma. O günlerde bir falcı kadın bana bunları anlatsa saçmalıyorsun derdim… Sana da öyle dedim…
Ama beni dinlemedin. Aslında sen beni hiç dinlemedin. Sana aşık olduğunun ben değil aşkın kendisi olduğunu söylediğimde kızmıştın bana. Ama sonunda sen de kabul ettin . son yazdığın mektupta acı ve hüzün vardı.. ve anlamıştım ki artık yazmayacaktın.. Bir hataydım, bir hataydın bir hataydık….Bir kabulleniş vardı, sessiz bir vedaydı belki. Yüreğime acının zehrinin çöreklendiğini hissettim yavaştan.İlk anda bir şaşkınlık oluştu bende…. Sonra isyan…sonra hesap sorma… sonra kendimle baş başa kaldım ve kendimi suçlamaya başlamıştım.. Şu anda ise sessiz, acı ve hüzne dair ne varsa sırtına yüklenmiş bir kabulleniş içindeyim.
Acım tarif edilemez bir biçimde. Sana yazarak hafifletmeye çalışıyorum…Biliyor musun sana bu güne kadar o kadar çok mektup yazdım ki…Ama hiçbirini gönderemedim…
Bu kadar kısa bir ömre neler sığdırdık farkında mısın? Kavgalar, kıskançlıklar, hüzünler, sevinçler…
En güzeli bir paylaşım oluşturduk senin de dediğin gibi çıkarsız, beklentisiz. Güzel miydi? Güzeldi elbette. Bir imkansızı yaşamanın mutluluğu vardı ikimizin de sevinçlerinde.
Son bir şey… her pazartesi çiçek dikerdin bahçeme. Senin sözlerine, senin gözlerine dair. Ama bugün dikmedim dikemedim elim varmadı..Seni hissedemeyecektim ki, varlığın yoktu ki,benimle değildi ki yüreğin…
Çiçeklerim mi? Onlar eskisi gibi bakmayacaklar bana ,gözlerin yok ki onlarda. Eskisi gibi bakamayacağım onlara sen yoksun ki…Ama hep hatırlayacağım.Zamanla acım hafifleyecek belki daha az hatırlayacağım seni. Ama her çiçek dikişimde, her sabah işe giderken, yada bir dondurmacının önünden geçerken,tartıya çıktığımda, yemek yaparken( belki düşüneceğim sever mi bu yemeği acaba diye), Fenerbahçenin maçı olduğunda, bir rüzgar estiğinde, yıldız kaydığında,bir aşk şiiri okuduğumda, denize baktığımda seni anımsayacağım. Belki karadutlu bir dondurma isterken gözgöze geldiğim dondurmacının gözlerinde arayacağım seni, bir çiçeğin tomurcuğunda, bir şairin acılı dizelerinde, Fenerbahçe maçlarında tribünlerde,deniz kenarına oturup yıldızları seyreden bir adamın yalnızlığında arayacağım seni.
 
Aslında biz gidenlerin arkasında yaşıyoruz. Sahte bir dünyanın nefesini alıyoruz inanmadığımız ciğerlerimizle. Yarına bakıp sıradan hayallere dalıyoruz. Oysa ki yaşam defterini açıp sıradan alıyor öğrencilerini içeri. Biz ise sıranın kime geleceğini düşünmek yerine aramızda sessiz bir korkuyla konuşuyoruz. Kaç kişi yaşamdan göçtü? Ya da kaç kişi yeni bir hayatı bıraktı arkasında? Kaç kişi ıslak yüzlerine baktı soğuk aynasında? Ya da kimler yürüdü arkasından cansız bedenlerin çaresiz yolculuğunda? Hayat bizi tekrara ***üren bir oyun gibi. Her gün farklı bir saat ya da farklı bir tarih gibi ama yaşananlar ve hayaller hep aynı. Ne acılarımız ne de sevinçlerimiz farklı her saat başında. Tek düşündüğümüz bir şeye başlayıp sonundaki sahteliği satın almak. Kim döndü geriye? Kim söyleyebildi yapamadıklarını ya da içindeki nankör isyanları? Kim yüzsüz ve bencil olduğunu kabul etti? Ya da kim hayata isyan etti ikinci defa? Kim cesaret edebildi korkusuzca düşünmeye? Kimler ağlamadan, bağırmadan acısını gömdü içine? Kimler soyabildi katı fikirlerini soğuk rüzgarlara? Hangileri terledi emeğin ta ortasında? Şimdi beklenen her anın bekçisi olan insan kimin gideceğini nereden bilecek? Nasıl anlayacak bugünün son gün, bu nefesin son nefes olduğunu? Bir gün gibi yüz yıl da geçer. Bin yıl gibi bir an da geçmez bazen. Ama hatırladığın her yüz mutlaka bir gün kaybolacak. Unutma ki, yarın bugünden daha fazlasını anlamadıkça aldığın nefesin bir anlamı yoktur.
 
Sen nesin hala çözemedim, hem dünyanın eşsiz güzelliği hemde en büyük üzüntüsü... Ben seni çok sevdim, ama sen hiç sevmedin. Kızamıyorum ben sana. Kızamıyorum ki! İnsan sevdiğine kızamıyor ki... Sen benim nefes alma sebebim hemde utancım, sen benim gözlerim, sen benim kör kuyularım.

Sen başka yerlerdesin, yanımda olmana rağmen ben senin yanındayken sen başka yerlerdesin. Hep elimi uzatsam tutarım seni, ama bi o kadar da çok uzaksın. Yüzüne bakarken sevdiğinin başka şeyler gelmek ister dudaklarından, dökülen kelimeler başka sözler ama bunu engellemek nasıl bişeydir bilir misin?! Gözlerine

bakarken içinin nasıl ürperdiğini bilir misin? Sen acı çekersin, ama karşındaki bunu bile anlamamaz. Sen içten içe hep ölürsün, yaşarken ölmek nasıl acı verir insana bilir misin? Ama sadece sen bilirsin... Ama sevdiğin için hiç pişman olmadım. İyi ki bu hayatta sen varsın, iyiki tanımışım.

Sen belki çok uzaklarda benden habersizsin. Ama ben senleyim bu da yeter. Sen sevesin diye ben seni sevmedim, sen benim olmadan da ben seni hep sevdim.

Bütün güzellikler seni olsun ömrümün canımın canı sevdiğim...
 
Gözlerimden akan her damla yaş sana olan sevgimin ifadesidir. Gözlerimde gördüğün, içimden hiç atamadığım
o çocuksu korku, sana olan bağlılığımın göstergesidir. Her gece gözlerimi kapatıp, kollarında daldığım uykunun derinliğini, güzelliğini hayatım boyunca yaşamadım ben. Bütün ilklerimi sende yaşadım ben...

Bu denli tutkudan sonra, sana olan güvenimi, saygımı ve ne kadar olduğunu benim bile bilemediğim sevgimi yazmaya gerek duymuyorum.

Elinin elime değdiği anda duyduğum sıcaklık ilk günkü gibi.
Her sabah senin yanında uyanmak, aldığım her nefesi senin yanında vermek ve hiç bir şeyden habersiz zavallı yüreğimin, ilk günkü gibi aynı heyecanla çarpması ne bir alışkanlık ne de bir heves.

Saçlarımı tararken ellerinin en masum haliyle saçımın her teline değmesi,ateşlendiğim zamanlarda gözlerinin dolu dolu başımda beklemen gibi SAVUNMASIZ SEVİYORUM SENİ.....

Dans ederken, saatlerce sımsıkı sarılman gibi DOYUMSUZ SEVİYORUM SENİ...
Seninle boğuşup, oynadıktan sonra terimi sildiğin anlarda ki gibi SEBEPSİZ SEVİYORUM SENİ....
İyi kötü her zaman yanımda olduğun gibi, bende HERŞEYİNLE SEVİYORUM SENİ....

SEVİYORUM İŞTE......
 
Hayalini Sevdiğim Yarim

Hani bir duygu vardır, hep özlem duyulan biryere ulaşmak istersin.
Ama bilmiyorsun o yere ulaşamadığın için okadar özlersin
Gel görki yarim o an içinde olan istek bunu düşündüremiyor sana
Hani vardır ya, ağaçların suya, çiçeklerin güneşe olan özlemi,
Nekadar büyüktür değilmi?
Ama hep aynısı olur onlar bile kavuştuktan kısa bir süre sonra ayrılırlar.
Ve ağaçlar kurumaya çiçeklerde solmaya başlar........

Bende ne kadar sana kavuşmak istesemde olmuyor ve inanıyorumki...
Sen benim sevdiğim ve istediğim en büyük özlemimsin
Ve seni bulduktan sonra kaybedeceksem eğer bırak bu böyle kalsın

Hep seni görmeden görmüş gibi olduğum
Ve senin yanımda olmadığını bildiğim halde öyle sandığım
En önemlisi yarim seni hiçbir zaman soldurmayacağım
Çünki seni gözyaşlarımla büyütecek sevgimle ısıtacak
Ve kalbimde saklayacağım...........

Ben bir hata işledim bırakta cezasını çekeyim
Tek istediğim seni sevdiğimi bilmendi ve onuda söyledim.
Divane biriyim belki, ya da ne dediğini bilmeyen biriyim
Ama bildiğim tekşey var yarim, seni sevdiğim.....


Sanki bir hikaye okudun farzet
Yada bir sonbahar esintisi geçince biten
belki bir daha aramam sormam seni bunun için beni affet
Çünki sen hep ulaşmak istediğim o yer gibi kalmalısın
Çünki sen hep benim sevdiğim o kişi gibi olmalısın
En önemlisi yarim sen üzülmemelisin
Çünki sen daima mutlu olmalısın......
 
O'na De ki
Giderken beni de beraberinde ***ürdü. Ondan geriye kalanları da ben kaldırdım.
Mektupları kutuların içine bıraktım. Resimler diğerlerine ait resimlerin hemen yanında duruyor. Şiir pek yazmamıştı zaten... Ama nafile, Ondan henüz kurtulamadım. Yazdıkları yalnızca bir kağıt parçasının üzerinde olsa da , okuduğumda sesi kulaklarımda yankılanıyor. Resimlerine ne zaman baksam göz kapakları kımıldıyor. Evde dolaşırken ayaklarıma anılar dolanıyor. Gülümsemesi duvarlara asılı resimlerin üzerine takılmış kalmış. Ne kadar uğraşsam çıkmıyor. Mavi koltukta hala sıcaklığı duruyor ve kimi zaman bir alelade tişört henüz onun kokusunu atamamışken elime geliveriyor. İşte o an deliriyorum. Panik içinde kendimi dipsiz bir kuyunun içinde çırpınırken buluyorum. Duvarlar üzerime geliyor, Mavi koltuk beni içine çekiyor ve alelade bir tişört boğazıma düğüm üstüne düğüm atıyor.

Dışarı, içeriden farksız. Yalnız da değilim üstelik . Koca bir yaz, bana eşlik etti . Ben ne kadar ağladıysam, o kadar da yağmur yağdı. Güneş saygı ile bulutların arkasında kaldı.
Şimdi, yani o yokken hayat gözüme batıyor. Ne güneşli günler , ne ihtiraslı insanlar , ne de ulvi amaçlar umurumda. Bir ben varım. Milyarlarca insan bir yana , ben hemen şuraya yalnızlar bulvarının köşe başına ... nükleer bir savaşın ardından yapayalnız kalmış gibiyim dünyada Üstelik de onsuz... Yani eskisinden daha güçsüz , yani daha kırılgan, yani daha anlamsız.
Koca bir çukur, dolmayı bekliyor. Anlar ve anılar o çukurun mezar taşları gibi başımda dikiliyor.

Biz
O’na de ki ;
Biz onunla bembeyaz yağan bir karaltında gece yarısı yürüyüşlerinde üşümeyen ayak izleriydik. Yeşilliklere bakan bir pencerenin gerisiydik. Bir fenerin beklediği kumsalda güneşe yüzünü veren çakıl taşlarıydık. Bir otel odasında umulmadık bir anda karşılaşmış sürgünde yorgunluktan uyuyakalan iki bedendik. Aynı marka iki araba gibiydik. Kara kaplı beyaz sayfalı bir defterde kağıt ile kalemin arasına giren bir yalnızlık şiiriydik. Altın sarısı, maviliklerdik. Kahverengi derinliklerdik... O zamanlar adı artık pek de lazım olmayan , anılması yasaklanan bir esintiydik... O bir gözyaşıydı , başladı mı bir daha durdurulamayan. Ben bir umuttum, nereye gittiği bilinmeyen buharlı bir tirenin son vagonuna tutunan .
Biz Onunla diğerlerinden farklı gibiydik.
Şimdi o yokken benim önümde kaçak, yaşanmamış bir yaz duruyor. Ve yazın en uzun günü, benim gözüme uyku kaçıyor. Sonra resmi törenler başlıyor. Düş kaçkınları, yağmur suçluları, güneş vurgunları, dost acıları ve bir insanın en anlatılamayacak , en utandığı , canını en çok acıttığı duyguları... Yani hayat, önümden geçerken saygıda kusur etmiyor. Biz olmasak da, şimdilik “zaman” benimle idare ediyor...

Gece
O’na de ki;
Geceleri uyumuyorum artık. Ağustos böcekleri refakatinde dalıyorum sessizliklere. Anlayacağı en yakın dostum sabahlara uzanan bir zırıltı ya da kulaklarımda hala çınlayan “seni seviyorum” yüklü fısıltısı... Onlar anlatıyor ben hep dinliyorum. Sustuklarında onu dinliyorum. Yeryüzünü o’nu düşündüğüm anlar aydınlatıyor ve üzerimde çoğu zaman hüzünlü bir ay parlıyor. Benim kadar içi kararmasa da, Ay da “yalnız” benim kadar. Büyük şehirlerin yalnızlarına ay refakat ediyor . Şehrin bütün ışıkları onlar yüzünden hiçbir zaman sönmüyor. Ayın şavkı okşuyor uykusuz yalnız insanların şehrinde hasret çeken yürekleri. O anlarda büyük şehirlerin gece bekçileri , bir kadının göz kapaklarında dikilip aşağıya, sonsuz bir uçuruma bakarken buluyorlar kendilerini. Eskisi gibi tereddütleri yok . Bırakıveriyorlar boşluğa anlamsız bedenlerini, düşünmeden geride bekleyenlerini.
Sokakta yürürken rastlantılar karşı kaşıya getirirse onunla seni.. Ve şayet yanında yoksa biri. Durdur onu ve ona yavaş sesle fısılda söyleyeceklerimi...
Gecelerin çok uzun olduğunu anladım ve şafak vakti o uyanırken ben daha yeni uykuya daldım. O vakitler hayatın sınırları. Ve sınır boyu mayın tarlalarının yerini tehlikeli sessizlikler alırdı. Birbirine ulaşamayan yürekler kendilerini geceleri bitmesini istemedikleri uykulara vuruyor. O’nun dahil olmadığı bir hayatı yaşamak, artık pek de anlamlı gelmiyor...

Yalnızım
O’na de ki;
ben, yalnız başıma , yetmiyormuşum meğerse bana.
Anlayacağı , bir yön gerekiyor. / Masanın üzerinde duran yapayalnız bir pusula, / Rotasız yolculukları çizmeye yetmiyor.
Yalnızlık özgürlük ise , benim için hapis zamanı geldi geçiyor. Ne garip, insan bazen iki kişiyken de kendini çok yalnız hissedebiliyor. Oysa ben, Erhan Bener romanlarından fırlatılmış “tekil bir kahraman” gibi yaşıyordum onunla yalnızlığı. Şimdi yalnızken aynalara bakamıyorum. O varken ondan kaçıyordum, yanımda yokken sokaklarda başımı kaldırmıyorum. İtiraf etmesi oldukça zor ama çoğu zaman yalnızlığımı sevdiğim kadar, utanıyorum.
Varlığında kaçtığım yalnızlığıma, bugün sığınıyorum.

Şiir
O’na de ki;
Kara kaplı bir deftere bir kaç satır yazmadan uykuya dalamıyorum. Gizli bir bahçeden yükselen violonsel ve piano eşliğinde ise aynı kelimeleri farklı beyaz sayfalara her gece , her gece, bir kez daha ,bir kez daha , bir kez daha yazıyorum;
Ona / “seni seviyorum” demek isterdim. / Sesinin üzerine ağlamak / Ve konuşmadan onu anlamak... Bir hasret mektubu gibi gözlerine sığınmak isterdim. /Onu kucaklamak / Bağrıma basmak, öpmek, koklamak...O’na de ki O eğer o olmasaydı,/ uğruna ölebilirdim. O, o olsaydı ,/ Orada / Yanı başımda dursaydı / cennetleri cehennem / Sebepleri neden yapabilirdim. Keşke şurada tekrar bulabilsem onu / Bıraktığım gibi... / Küçük bir gülümseme / Ve bir kaç damla gözyaşı ile... O’nu sevebilirdim.

ben iyiyim
O’na de ki ;
Duydum. herşeyi duydum... Şimdi bana onu anlatıyorlar. Sanki başka bir insandan bahsediyorlar. Ben mi büyük anlamlar yükleyerek tam(am)lamışım O’nu... Öyleyse ne kadar yanılmışım. Yaratırken bir masal prensesini çocuksu düşlerimde, kendimi ne kadar iyi kandırmışım . Duyduklarım kara harflerle yazılacak masumiyet tarihine. Kirletilmiş bir sayfaya, kalın uçlu simsiyah kalemlerle... Bir Atilla İlhan şiiri gibi yazılanları yalnızca yaşayanlar anlayacak. Şiirlerde bana, yalnızca O anlatılacak. Biliyorum birgün kendisinin anlatıldığı şiirlere rastladığında yazılanları anlamayacak. Zira tiren çoktan uzaklaşmış olacak. Hayatın karanlık bir ara istasyonunda yapayalnız kalanlar unutulmaya mahkum olacak.

O’na sor bakalım; En çok ne eksik kaldı, biliyor mu ?Gerçi ben bilmesini beklemiyorum. Beni anlamasını beklemediğim gibi. Benimki geç kalmış bir veda ya da yanlış anlaşılmış bir aşka bir türlü konulamayan nokta, nokta, nokta.
O’nun için denk gelirse eğer, iki lafın arasına sıkıştırıver söyleyeceklerimi.
“Bana pişman olacak kadar bile zaman tanımadı.”
Oysa her insan geriye dönüp baktığında “Acaba?” sorusunu sormak ister... hata yapıp yapmadığını ufak bir zaman aralığında tartışmak gereğini hisseder... İçinden çıkamadığı durumlarla karşılaştığı anlarda bir süre için “kaçma hakkını” kullanmak için beyaz yalanlar söyler... Ben bunların hiçbirini yapamadım. Yapacak zaman bulamadım. Belki bu yüzden bugün ben yalnızca “iyi olmuş” diyebiliyorum. Yanılmadığımı , hata yapmadığımı düşünebiliyorum. Beni en çok işte bu yaralıyor. Bu kadar haklı çıkmak insana pişman olma fırsatını tanımıyor. İnsan pişman olamayınca da “bi daha” diyemiyor. Ayrılık, ( “zamansız” olunca ) tüm ağırlığını omuz başına bırakıyor.
Ve o orada durduğu sürece ben bir daha hiç bir zaman benzer ağırlıkları kaldırmayı gze almayacağım. Ortalama aşklara bir kez aldandım, bir daha aldanmayacağım.

Yanlış anlamasın sakın. İstese de, istesem de , istesek de hiçbir zaman geri dönmeyeceğim. Niyetim af dilemek değil, af etmek hiç değil...
Benimkisi eski bir dost’tan bir “hayat mahkumunun” son istekleri, o kadar..
Onun sesini duymak istemiyorum, bir daha telefon etmeyeceğim. Yüzünü zaten görmeyeceğim. Bitip gidenlerin ardından artık ben de üzülemeyeceğim.
Gelsin bende kalan son parçasını, çantasını alsın, sırtındaki bavuluna yüklediği yalan hayatlarla uzaklara kaçsın.
O’na deki;
Ben o’nu düşlerimde yaşatacağım. Sessizliğimde avaz avaz adını bağıracağım. Yıllar sonra bir gün karşılaştığımızda uzun uzun yüzüne bakarken utanmayacağım. İzlerini taşıyan mezar taşı , baş köşemde duruyor. Ama ayrılmak her zaman unutmak anlamına da gelmiyor. Gözlerim hala gözlerine değiyor, ellerim havada boşluğu uzanan umutları yakalıyor. Mutlu değildim, mutlu değilim, olmayacağım. Merak etmesin,tersini düşünüp , kendini üzmesin. O mutlu ise tebrik ederim. Mutluluğunun dev***** dilerim. Ama şunu da bilmesini isterim ;
Bir gün bir uyku arasında rastlarsam ona ,düşlerimde kendimi tutmayacağım.
O’nu o kadar çok özledim ki
Sarıldığımda ağlayacağım
O’nun, o güzel kalbini okşayacağım.
 
Şairin dediği gibi, öyle bir yerde yaşayacaksın ki bir yanın mavi bir yanın yeşil olacak.Şöyle bir elini uzattığında denizin tuzunu,yeşilin kokusunu hissedeceksin.Yalnız kuşlar olacak çevrende.Bir de yanından ayıramadığın o üç şey.Hergün gülüp eğleneceksin.Şiirler yazacaksın o çok sevdiğine(yanındayken para kadar değeri olmayana).
Gamın kederin olmayacak.Yaşamsal hiçbir sıkıntın olmadan yaşayıp gideceksin.Yalnız yunus balıkları yarenlik edecek sana.Onlara okuyacaksın yazdığın şiirlerini.Seni anladıklarını sanıp çevrende oyunlar oynamalarına sevineceksin.Sonra sen hiç yaşlanmadan hep böyle yaşayacaksın.Tek bir çizgi olmayacak yüzünde.Önceni ve sonranı bilmeyeceksin.Soru sormak da olmayacak(ya da sorgulanmak).Sonra birgün….
Uyanacaksın, yatağındaki kişinin gürültüsünden.Rüyadayım sanıp kendine tokatlar atacaksın.Ama sonra asıl rüyanın, gerçek kabuslardan ayrıldığı sınırı yüzün mosmor göreceksin.Yanındaki insanı yıllardır tanıdığını düşüneceksin.Ama aklına gelen düşüncelerin hepsi birbirinden silik, birbirinden kopuk olacak.Onun suratındaki çizgileri saymaya çalışırken beyninin uyuştuğunu hissedip en iyisini yapacaksın.Yeniden uyuyacaksın ve…..
Şairin dediği gibi,öyle bir yerde yaşayacaksın ki bir yanın mavi bir yanın yeşil olacak…..
 
Benden, seni anlatmami isteselerdi, bir yürek anlatirdim içinde koskacaman bir dünya, dünyada kocaman bir fener ve sevgi yolu aydinlatan.

Deselerdi yaz onu; yazardim en güzel siirleri dilsiz istekleri dipsiz kuyu sarinçlarinda yuvarlanan asklari. Yazardim parmaklarim morarincaya kadar yazardim, yüregim yorulup duruluncaya kadar.

Deselerdi çiz onu; çizerdim dünyayi, dünya her tarafi yedi veren gülleri yedi renk açan en mevsimsiz çiçeklerin açtigi nakisli oyali özenli bir dünya ve korkardim kendi çizdigim dünyaya dokunmaya, korkardim çiçeklerin yapraklarin solmasindan.

Deselerdi kim O ????
O derdim O iste yüreginde deryalari tasiyipta tek bir dünyaliya konusamayan, o sinirsiz sevgi deryasinda yelken açip giderken sevgisini utangaç kisiligine gömen biri idi.

Ve O derdim ;
Beni sabahlara kadar kendisini düsünmek zorunda birakan insafsiz biri O konussa yüregindeki alli tebessümlerde kaybolurdum, konussa yanmadan yikilmadan söndürürdü beni derdim. Sigara kadar tiryakisi oldugum, içki kadar basimi döndüren, görmedigim kadar özledigim, özledigim kadar dokunamadigim, dokunamadigim kadar ürkek...

Ve O derdim
Yasayipta yitirdigim degil yasamayipta bilmek istedigim, konusmasini bekledigim kizil dudaklarina hasretlendigim hasreti ile eridigim, yanimda iken bile özledigim gittigi yolu...
 
Nerlererdeyim su an bilmiyorum, öylesine sessizlige büründü ki yüregim her sey sanki bir nefes alip verisi kadar kisaldi. öylesine derin ki kanayan yaralarim, öylesine öksüzüm ki icimi cektikce bin parcaya bölünüyorum, gelisimle gidisim cok sessiz oluyor, sanki sürgünde yüregim, sanki prangalar vuruldu yüregime, neyi istediysem daha bulmadan kaybettim, yüzümde hep rüzgarin vurdugu ürpertiler kaliyor, suskun caresiz ve savunmasizim, yapayanliz kalmisim ciplak yüregimle ne bir gelen var nede yüregime sarilan. ölümle yasam arasinda kararsizim, ölüm kurtulusmu ? yasam neyin karsiligi ? neden hep kahir dolusu aglarim, neden hep gözlerim yasli, neden acilar kirpiklerimde asili kalir, sancilar yüregimi kemir, soguklar iliklerime kadar isler, neden sicacik bir kol boynuma sarilmaz, neden üsüyen yüregimi sicacik bir yürek sarmaz, belkide suclu benim belkide kendimi anlatamiyorum yada duygularimi dile getiremiyorum, bak yine sustum yine yaslandi gözlerim. yasli gözlerimle kimin omuzuna yaslanabilirm, bir nefes gibi susmaliyim yoksa bu acilari beni bogacak, basimi kaldirip aynaya bile bakmaya korkar oldum, biliyorum aynaya baktikca sorgular baslayacak, nedenler baslayacak, anlatamadiklarimin hesabi sorulacak, oysa anlatmaya kelimeler yetmez, anlatacak sözcükler bulunmaz anlatmak istesemde, ben hep baskasinin bilmedigi duymadigi dille konusuyorum susarak, cok seyler anlattim susarak kim anladi, kim duydu ,,,,,konusan insanin gözleri yasarinca susar, sustukca anlatamadiklarinida dile getirirmis, bende hep susarak dile getirdim askimi sevdami ama hep susarak dile getirdim....
 
Nedenini bilmedigim bir arzuyla bugün hergünkünden daha çok istedim yanimda olmani.
Kolay degil,sensiz olmak,içinin yarisini bos tutmak,
kolay degil her sabah bir marti sesiyle irkilmesi bu yoksul bedenimin.
Ancak bu ayriligin bir süreligine olusu,teselli dolduruyor yüregime.
Her ne kadar bu sürenin uzunlugunu bilmesek de sonunun oldugunu bilmek umutlandirici.
Zaten her sey umut edebilmekle baslamadi mi ?
Seni düsünüp de kendimi kaybettigim vakitlerin anisina yazdim bu mektubu sana.
Bazen otobüste iki sevgilinin baslarini yaslayip uyurken ki rahatliginda,
bazen sokakta babasinin elinden tutan bir çocugun gözlerindeki güvende bulurum seni.
Düsündükçe nazim olasim gelir ve hep hasretini bir uçtan bir uca yakasim gelir...
Bir kus hafifliginde sana akar yüregim,yoklugunda yok olmaktan korkarak.
Yasadigi acilari anlatirsa sana gözyaslarinla yika yaralarimi.
Hadi gel artik.Dayanamiyorum hasretine..
 
hayat soğuk
vurdumduymaz bir istanbul gecesiydi
ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni
yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan
yıllarımı dolduran sensizlikti
hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık
hayatta tek"kimse"mden yoksunluk, yani kimsesizlikti
bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bi hayatın
ansızın sonuna gelme
ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur
yine yağmur yağıyor, yine gece, yine İstanbul
ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan
nereye gidiyorsun sevdiğim?
sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alıyordum
beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna
o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda...
uykun benim cennetimdi
çünkü cennet ikimizin olabildiği yerdi benim için
ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının
uykunda sadece ikimiz vardık
aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu artık
aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan
beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan
ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun
önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin
usulca sarılırdım sana arkandan, seninle yada sensiz geçen yılların hasretiyle
ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın
yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenine akan o ateş ağır gelirdi bedenine
"uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma" derdin
yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için
sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi
beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi bana
yanı başındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki unutulmuşluğumdan daha ağır gelirdi bana
seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime
yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim
bilinçaltım konuşurdu benim yerime.
su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi
gittiğini düşünürdüm yalnızca...
o saatte kendi evini terkedip, nereye gidebileceğini sorgulamadan
sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde,
uykumuzda bir başına bırakıp kaybolacağından korkardım
bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte; nereye gidiyorsun sevdiğim?
beni bu hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun
beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun?
nereye gidiyorsun sevdiğim?
oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı
gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu, sadece ikimiz kalırdık
ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın; cennette cehennemi hatırlardın...
dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan
ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş
ve bu ilişki ne kadar çok şekil değiştirmiş
seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim
seni kelimelerce şiirlerce yakınından sevdim
seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıpta yazdığın mektuplarca sevdim
seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından
hayatımı öylece, olduğu gibi bıraktım, şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim
neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü
neydik birbirimiz için sevgili?
 
Sen bilemezsin yagmurum ben Düşerim semadan ellerine Islatırım yanağını, saçını Sırılsıklam olursun Dokunurum tenine nerden bileceksin Yağmurum ben Baharda yanıbaşına düşen her damlada ben varım Herçiçege hayat verir yüregim Ben yağmurum sen bilemezsin Düşerim semadan ellerine Beni göremezsin Pencerene vuran benim Yalnız gecelerde Camlara tutunur Seni izlerim öylece Bakarsın yağışıma buğulu gözlerle Hatıran olur düşerim yerlere Nerden bileceksin Yagmurum ben Islatırım sokağının En ücra yerlerini Herköşe başını bir damlam tutar Getirir ayak sesini serseri rüzgar Bekler seni hayalim Bekler damlalar Ama Bilemezsin sen Oysaki yağmurum ben.....
 
Ben senin duygusal icerigine tutuldum, gozlerınden fışkıran aleve Rüzgarla boguşan saçlarına tutuldum, buğday başağı gibi dalgalanışına Ben senin masum bakışına tutuldum, icindeki gizeme Ağlayışına tutuldum, kalbındeki ozlem ateşıne Dudaklarındaki yağmura tutuldum, onun hasretiyle yanışıma Göz pınarındaki hasret damlasına tutldum çağlayanının umutsuz bekleyişine Ben senin beni birgün anlayacagına, umutsuz bekleyişime,gozlerimdeki huzune, kalbimdeki yaraya tutuldum. Ben senin günün son saati güneşe bakmana tutuldum. Güneşin icindeki hüzünülü bakışı, orda çarpan kalbi bulma ümidine tutuldum. Ben senin kalbindeki anahtarın , birgün açabilme ihtimaline tutuldum. Gecenin mavi gizemindeki ay gibi parıldamana tutuldum. kor ateş gibi sıcak, bulutlar kadar yumusak bedenine sarılabilme umuduna tutuldum. Dudaklarından herçıkan sözün, dağ gibi yüreğımı kurşun gibi delmene tutuldum. Her deryaya bakışında güzelligini haykıran çılgın dalgalara tutuldum.
 
Geri
Üst