1
EXE RANK
Presents *
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 10 Eki 2010
- Mesajlar
- 1,501
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 29
Yıllar yıllar yıllar önceydi.
O zaman yıllar yoktu, zamanın bütünselliği yitirilmemiş, akreple yelkovan kovalamaca oyununa başlamamışken yani hiç bir şey ayrışmamışken sadece ve sadece Tanrı vardı. Hikmetinden sual olunmazdı, derken Tanrı evreni yarattı ve en nihayetinde de Adem’i yani ilk insanı yarattı. O'na bütün isimleri öğretti, O’nu bütün meleklerden üstün tuttu.
Tanrı doğuda, Aden'de bir bahçe dikti, yarattığı Adem'i oraya koydu, bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirmiş bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
Tanrı Aden Bahçesi'ne bakması onu işlemesi için Adem'i oraya koydu, O'na “bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu “ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Sonra “Adem'in yalnız kalması iyi değil” dedi. “O'na uygun bir yardımcı yaratacağım.” Tanrı yerdeki hayvanların gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem'e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse o canlı o adla anıldı. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara gökte uçan kuşlara ad koydu ama kendisi için uygun bir yardımcı bulamadı.
Tanrı Adem'e derin bir uyku verdi Adem uyurken Tanrı O'nun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapladı. Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu ademe getirdi Adem; “işte bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir” dedi. O’na “kadın” denilecek çünkü o adamdan alındı.
bu yüzden adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak…
Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.
Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı, yılan kadına “Tanrı gerçekten bahçedeki ağaçların birinin meyvesini yemeyin dedi mi?” diye sordu.
“Kadın bahçedeki ağaçların meyvesinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, “ama Tanrı bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın yoksa ölürsünüz” dedi.
Yılan “kesinlikle ölmezsiniz” dedi, “çünkü Tanrı biliyor ki o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
Kadın ağacın meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü, meyveyi koparıp yedi, yanındaki kocasına verdi. O da yedi, ikisinin de gözleri açıldı, çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Derken Tanrı'nın sesini duydular, ondan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler, Tanrı Adem'e:
“Nerdesin?” diye seslendi.
Adem “bahçede sesini duyunca korktum, çünkü çıplaktım. Bu yüzden gizlendim” dedi.
Tanrı “çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu. “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?”
Adem “yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, bende yedim” diye karşılık verdi.
Tanrı kadına: “Nedir bu yaptığın?” diye sordu.
Kadın “yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Tanrı yılana: “Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın” dedi. “Karnının üstünde sürünecek yaşamın boyunca toprak yiyeceksin...”
Tanrı kadına: “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim” dedi. “Ağrı çekerek doğum yapacaksın, kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek.”
Tanrı Ademe: “Karının sözünü dinlediğin ve sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi. “yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın, toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin, toprağa dönünceye dek emeğini alın teri dökerek kazanacaksın, çünkü topraksın topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.”
Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi. “Havva” ‘yaşam’ anlamına geliyordu...
TEVRAT
Derken Tanrı'nın kulları sayılamayacak kadar çoğaldı ve yayıldı.
O kadar çoktular ama yinede birbirlerini anlıyorlar, aynı dili konuşuyorlar ve Tanrıya öykünüyorlardı, O'nun yanına çıkmak için Babil kulesini yapmaya başladılar.
İşte o zaman Tanrı dillerini karıştırdı artık hepsi aynı dili konuşamıyor hepsi birbirini anlayamıyordu bunun üzerine insanların hepsi dağıldı, artık farklı lisanlar farklı insanlar vardı yeryüzünde.
Yaşanmaz ve çekilmez hale geliyordu dünya gitgide, anlaşmak ve uzlaşmak için diğerlerinin dillerini bilmeyi buyuruyordu sistem artık. Hatta bunun için kurslar açılıyordu insanlar burada bir araya geliyor nerde bir araya gelirlerse gelsinler aslında Babil’den bu yana kaybolan parçalarını arıyorlardı.
Ademler kaburga kemiklerinden yapılan bedenlerine ve ruhlarına ait parçayı, yaşamları anlamına gelen havva’larını arıyor, havva’lar ellerinden yasak meyveyi dahi yiyebilecek cennetten kovulmasına sebep olsada ona "yaşam" adını verebilecek bedenlerinin ve ruhlarının ana maddesini, bedenlerinin ve ruhlarının taşıyıcısını arıyorlardı. Dünyanın neresine dağılmış olurlarsa olsunlar birbirlerini buluyorlardı.
Kim bilir kaçıncı Adem'le Havva'dan biri olan çiftimiz Babil'den bu yana karışıp çoğalan dillerden birini öğrenmek için gittikleri bir kursta buluyorlar birbirlerini. Bulup bulup kaybediyorlar önce...
Yanlış anlamalar giriyor araya önceleri, küçük kırgınlıklar, büyük kıskançlıklar, uzun suskunluklar ve süregelen bekleyiş...
Bir şey olsa, bir şey olsa ve uysa o kaburga kemiği o bedene, otursa oraya, ait olduğu yere, hiç gitmese, sızsa ordan yüreğine girse Adem’in, bir olsa Adem'le Havva birlik olsa, dünyaya da atılsa, sürgün olsada onunla yol alsa, yol arkadaşı olsa hayatına dolsa ve en nihayetinde yaşamı olsa, aldığı hava olsa Havva, karanfil koksa Havva'nın saçları yarin ellerinden, ellerinde karanfillerle gelse Adem Havva'ya, bitse sessizlik diyor Havva ve suskunluklar susuyor günün birinde
Havva'nın kulaklarına doluyor Adem'in sesi, ince ince yüreğine sızarak yeniden.
Havva yalnız gidiyor Ademsiz devam ediyor karışan çoğalan dillerden birini öğrenmeye ve bu dili öğrenmenin maddi bir bedeli oluyor ya modern zamanlarda;
"Sor" diyor Adem "benim borcum ne oluyor."
Böyle böyle derken birbirlerine olan gönül borçlarıda ortaya çıkıyor. Hiç bir sevdalının borcu peşin ödenmiyor. Nakde çevrilmiyor. Senedi olamıyor, zorlarsan da karşılıksız çıkıyor.
Bizim sevdalılarımızın birbirlerine borcu taksit taksit ödenmeye başlıyor. Bir akşam yemeğinde, bir mumun bitiş süresinin bin katı ve üzerinde, gölbaşında, ayrılmaya beş kala bir el tutuşmasında...
Bir busede, bir saç okşamasında, bir yorgunluk alma masajında, bir göğsünde yatma bağrına basma ve bir sarılma anında, sızım sızım sızlayan yürekten sızıyor taksit taksit ödeniyor sevda. İşte o zaman hangi dili bildiğinin hangi dili konuştuğunun bir önemi kalmıyor.
Yine de söz istiyor sevda, ses istiyor, yârin yüzünü görmek istiyor, sevdiğini bilmek yetmiyor...
Bu öykünün Havva'sı sevdiğinin sesini duyabilmek için gece yarılarına kadar telefon bekliyor. “Acaba napıyor şimdi?” diye düşünüyor. “Niye” diyor, “niye beni aramıyor? Niye bana ulaşmıyor?” Havva Adem'i arıyor ama ulaşamıyor. Teknolojinin sesi geliyor Adem yerine:
"aradığınız kişiye ulaşılamıyor" ...
Havva gece yarılarına kadar bekliyor ki sevdiği işten çıksın, sesini duyursun ki böylece Havva uyuyabilsin, huzurlu olsun..
Hiç yüz yüze görüşemiyorlar, yan yana gelemiyorlar çünkü ilk Adem gibi kim bilir kaçıncı olan adem emeğini alın teriyle kazanmak zorunda kalıyor.
Daha çok başı olmasına rağmen ilişkilerinin Havva'ya çok zor geliyor Onsuzluk.
O’na bir küllük alıyor arabasına koymasını istiyor, en sevdiği renkten seçiyor hediyesini, mavi!
"Nazarlardan korusun onu" diyor, "göz değmesin, söz gelmesin"
O’nu özlediği ve O’na ulaşamadığı zamanlarda gözyaşlarını nazar boncuğu yapıyor Havva, belki de gözyaşları oluyor bu aşkı koruyan, kim bilir aşka bir bilmece...
Derken bir gün daha bir araya gelebiliyorlar, bir gece vakti de olsa görüşebiliyorlar, şartlar bunu gerektiriyor, onlarda ona göre yaşıyorlar aşklarını.
Sonra Havva'da bitiriyor dil öğrenme turlarını ve geliyor eve gitme zamanı
“Görüşebileceksek kalayım” diyor Havva. “Benim için kalıyorsan hiç durma” diyor Adem O’na. Kırılıyor Havva bunca olandan sonra duyduklarına duramıyor oralarda. Gittiği yerlerde de duramıyor, onsuz olamıyor, arıyorlar buluyorlar birbirlerini yine çünkü Ademin kaburgasının altın parçasıdır Havva, dişlerinde yasak meyve kokusuyla...
Adem ona “yamyam” der, baş belasıdır Havva O’nun, her şeyi sorundur Havva'nın O’na göre. Bunlar Ademin ilanı aşkıdır. Havada uçuşan “seni seviyorum”lar yoktur ama halden bellidir, hissedilir. Aşk sadece dil ucunda iki kelimede değildir. Bazen 7 sayfa mektup olur, anlatılmak istenen döndürülür dolaştırılır bazen hemen çıkıvermeyebilir.
Kim ne derse desin aşk iki kişiliktir...
O zaman yıllar yoktu, zamanın bütünselliği yitirilmemiş, akreple yelkovan kovalamaca oyununa başlamamışken yani hiç bir şey ayrışmamışken sadece ve sadece Tanrı vardı. Hikmetinden sual olunmazdı, derken Tanrı evreni yarattı ve en nihayetinde de Adem’i yani ilk insanı yarattı. O'na bütün isimleri öğretti, O’nu bütün meleklerden üstün tuttu.
Tanrı doğuda, Aden'de bir bahçe dikti, yarattığı Adem'i oraya koydu, bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirmiş bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
Tanrı Aden Bahçesi'ne bakması onu işlemesi için Adem'i oraya koydu, O'na “bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu “ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Sonra “Adem'in yalnız kalması iyi değil” dedi. “O'na uygun bir yardımcı yaratacağım.” Tanrı yerdeki hayvanların gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem'e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse o canlı o adla anıldı. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara gökte uçan kuşlara ad koydu ama kendisi için uygun bir yardımcı bulamadı.
Tanrı Adem'e derin bir uyku verdi Adem uyurken Tanrı O'nun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapladı. Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu ademe getirdi Adem; “işte bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir” dedi. O’na “kadın” denilecek çünkü o adamdan alındı.
bu yüzden adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak…
Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.
Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı, yılan kadına “Tanrı gerçekten bahçedeki ağaçların birinin meyvesini yemeyin dedi mi?” diye sordu.
“Kadın bahçedeki ağaçların meyvesinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, “ama Tanrı bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın yoksa ölürsünüz” dedi.
Yılan “kesinlikle ölmezsiniz” dedi, “çünkü Tanrı biliyor ki o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
Kadın ağacın meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü, meyveyi koparıp yedi, yanındaki kocasına verdi. O da yedi, ikisinin de gözleri açıldı, çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Derken Tanrı'nın sesini duydular, ondan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler, Tanrı Adem'e:
“Nerdesin?” diye seslendi.
Adem “bahçede sesini duyunca korktum, çünkü çıplaktım. Bu yüzden gizlendim” dedi.
Tanrı “çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu. “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?”
Adem “yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, bende yedim” diye karşılık verdi.
Tanrı kadına: “Nedir bu yaptığın?” diye sordu.
Kadın “yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Tanrı yılana: “Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın” dedi. “Karnının üstünde sürünecek yaşamın boyunca toprak yiyeceksin...”
Tanrı kadına: “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim” dedi. “Ağrı çekerek doğum yapacaksın, kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek.”
Tanrı Ademe: “Karının sözünü dinlediğin ve sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi. “yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın, toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin, toprağa dönünceye dek emeğini alın teri dökerek kazanacaksın, çünkü topraksın topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.”
Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi. “Havva” ‘yaşam’ anlamına geliyordu...
TEVRAT
Derken Tanrı'nın kulları sayılamayacak kadar çoğaldı ve yayıldı.
O kadar çoktular ama yinede birbirlerini anlıyorlar, aynı dili konuşuyorlar ve Tanrıya öykünüyorlardı, O'nun yanına çıkmak için Babil kulesini yapmaya başladılar.
İşte o zaman Tanrı dillerini karıştırdı artık hepsi aynı dili konuşamıyor hepsi birbirini anlayamıyordu bunun üzerine insanların hepsi dağıldı, artık farklı lisanlar farklı insanlar vardı yeryüzünde.
Yaşanmaz ve çekilmez hale geliyordu dünya gitgide, anlaşmak ve uzlaşmak için diğerlerinin dillerini bilmeyi buyuruyordu sistem artık. Hatta bunun için kurslar açılıyordu insanlar burada bir araya geliyor nerde bir araya gelirlerse gelsinler aslında Babil’den bu yana kaybolan parçalarını arıyorlardı.
Ademler kaburga kemiklerinden yapılan bedenlerine ve ruhlarına ait parçayı, yaşamları anlamına gelen havva’larını arıyor, havva’lar ellerinden yasak meyveyi dahi yiyebilecek cennetten kovulmasına sebep olsada ona "yaşam" adını verebilecek bedenlerinin ve ruhlarının ana maddesini, bedenlerinin ve ruhlarının taşıyıcısını arıyorlardı. Dünyanın neresine dağılmış olurlarsa olsunlar birbirlerini buluyorlardı.
Kim bilir kaçıncı Adem'le Havva'dan biri olan çiftimiz Babil'den bu yana karışıp çoğalan dillerden birini öğrenmek için gittikleri bir kursta buluyorlar birbirlerini. Bulup bulup kaybediyorlar önce...
Yanlış anlamalar giriyor araya önceleri, küçük kırgınlıklar, büyük kıskançlıklar, uzun suskunluklar ve süregelen bekleyiş...
Bir şey olsa, bir şey olsa ve uysa o kaburga kemiği o bedene, otursa oraya, ait olduğu yere, hiç gitmese, sızsa ordan yüreğine girse Adem’in, bir olsa Adem'le Havva birlik olsa, dünyaya da atılsa, sürgün olsada onunla yol alsa, yol arkadaşı olsa hayatına dolsa ve en nihayetinde yaşamı olsa, aldığı hava olsa Havva, karanfil koksa Havva'nın saçları yarin ellerinden, ellerinde karanfillerle gelse Adem Havva'ya, bitse sessizlik diyor Havva ve suskunluklar susuyor günün birinde
Havva'nın kulaklarına doluyor Adem'in sesi, ince ince yüreğine sızarak yeniden.
Havva yalnız gidiyor Ademsiz devam ediyor karışan çoğalan dillerden birini öğrenmeye ve bu dili öğrenmenin maddi bir bedeli oluyor ya modern zamanlarda;
"Sor" diyor Adem "benim borcum ne oluyor."
Böyle böyle derken birbirlerine olan gönül borçlarıda ortaya çıkıyor. Hiç bir sevdalının borcu peşin ödenmiyor. Nakde çevrilmiyor. Senedi olamıyor, zorlarsan da karşılıksız çıkıyor.
Bizim sevdalılarımızın birbirlerine borcu taksit taksit ödenmeye başlıyor. Bir akşam yemeğinde, bir mumun bitiş süresinin bin katı ve üzerinde, gölbaşında, ayrılmaya beş kala bir el tutuşmasında...
Bir busede, bir saç okşamasında, bir yorgunluk alma masajında, bir göğsünde yatma bağrına basma ve bir sarılma anında, sızım sızım sızlayan yürekten sızıyor taksit taksit ödeniyor sevda. İşte o zaman hangi dili bildiğinin hangi dili konuştuğunun bir önemi kalmıyor.
Yine de söz istiyor sevda, ses istiyor, yârin yüzünü görmek istiyor, sevdiğini bilmek yetmiyor...
Bu öykünün Havva'sı sevdiğinin sesini duyabilmek için gece yarılarına kadar telefon bekliyor. “Acaba napıyor şimdi?” diye düşünüyor. “Niye” diyor, “niye beni aramıyor? Niye bana ulaşmıyor?” Havva Adem'i arıyor ama ulaşamıyor. Teknolojinin sesi geliyor Adem yerine:
"aradığınız kişiye ulaşılamıyor" ...
Havva gece yarılarına kadar bekliyor ki sevdiği işten çıksın, sesini duyursun ki böylece Havva uyuyabilsin, huzurlu olsun..
Hiç yüz yüze görüşemiyorlar, yan yana gelemiyorlar çünkü ilk Adem gibi kim bilir kaçıncı olan adem emeğini alın teriyle kazanmak zorunda kalıyor.
Daha çok başı olmasına rağmen ilişkilerinin Havva'ya çok zor geliyor Onsuzluk.
O’na bir küllük alıyor arabasına koymasını istiyor, en sevdiği renkten seçiyor hediyesini, mavi!
"Nazarlardan korusun onu" diyor, "göz değmesin, söz gelmesin"
O’nu özlediği ve O’na ulaşamadığı zamanlarda gözyaşlarını nazar boncuğu yapıyor Havva, belki de gözyaşları oluyor bu aşkı koruyan, kim bilir aşka bir bilmece...
Derken bir gün daha bir araya gelebiliyorlar, bir gece vakti de olsa görüşebiliyorlar, şartlar bunu gerektiriyor, onlarda ona göre yaşıyorlar aşklarını.
Sonra Havva'da bitiriyor dil öğrenme turlarını ve geliyor eve gitme zamanı
“Görüşebileceksek kalayım” diyor Havva. “Benim için kalıyorsan hiç durma” diyor Adem O’na. Kırılıyor Havva bunca olandan sonra duyduklarına duramıyor oralarda. Gittiği yerlerde de duramıyor, onsuz olamıyor, arıyorlar buluyorlar birbirlerini yine çünkü Ademin kaburgasının altın parçasıdır Havva, dişlerinde yasak meyve kokusuyla...
Adem ona “yamyam” der, baş belasıdır Havva O’nun, her şeyi sorundur Havva'nın O’na göre. Bunlar Ademin ilanı aşkıdır. Havada uçuşan “seni seviyorum”lar yoktur ama halden bellidir, hissedilir. Aşk sadece dil ucunda iki kelimede değildir. Bazen 7 sayfa mektup olur, anlatılmak istenen döndürülür dolaştırılır bazen hemen çıkıvermeyebilir.
Kim ne derse desin aşk iki kişiliktir...