Hadis-i Şerifler

Allah aşırılığı emretmez
İsim belirtmeyen okuyucumuz: “Câmiü’s-Sağîr 2. cilddeki 1582 nolu hadisi açıklar mısınız?”



Bahsettiğiniz hadiste Allah Resûlü (asm); “Dinde aşırı gitmekten sakının. Çünkü sizden öncekiler dinde aşırı gitmekle helâk oldular” buyurmuştur.1 Peygamber Efendimiz (asm) bir diğer hadislerinde ise, “Orta yolu size tavsiye ederim. Çünkü her kim çok ince eleyip sık dokumaya kalkarsa din onu yener” buyurmuştur.2

Nitekim, “Biz Kur’ân’ı sana zahmet çekesin diye indirmedik.”3 buyuran Kur’ân, diğer bir âyetinde; “Allah size kolaylık diler; zorluk dilemez”4 buyurur. Bediüzzaman Hazretleri de; “Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez”5 âyetlerinin sırrınca dinde teklif-i mâlâyutak (kişinin yapamayacağı şeyi ona yükleme) olmadığına dikkat çeker.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) bu âyetleri, şu hadisiyle tefsîr eder: “Din kolaylıktır. Asla kimsenin dine gücü yetmez. Her şeye güç yetireceğim diyen, mağlup olur. O halde doğru olanı takip edin ve orta yolu elden bırakmayın. Yapabileceğinizi ve devam edebileceğinizi yapın. Müjdeleyin ve imrendirin. Kolaylaştırın. İbadet ve çalışmalarınızı sabahları, öğleden sonraları ve seher vakitleri devam edin. Verimi sağlayın.”6

Dinde aşırı gitmek, hakta sebat etmek demek değildir, takvâyı esas tutmak demek değildir, azîmet üzere yaşamak demek değildir. Dinde aşırı gitmek, dînin hükümleri arasında denge kurmayarak, daha az öneme sahip emirlerde aşırıya kaçarken, daha çok öneme sahip emirleri ihmal etmek demektir. Yani dengesizliktir. Meselâ nâfileler için güç ve tâkatin ötesinde gayret sarf ederken ve âdetâ nâfileler için kendini harap ederken,—bu şiddet ve titizlik yüzünden yorgun düşerek—farzları, vâcipleri ve hattâ sünnetleri ihmal etmek demektir.

Doğrudur; Peygamber Efendimiz (asm) geceleri mübârek ayakları şişesiye kadar ibâdet yapar, namaz kılardı. Hattâ bir defasında Hazret-i Âişe (ra): “Yâ Resûlallah! Neden bu kadar kendini yıpratıyorsun? Senin geçmiş ve gelecek günahların bağışlanmamış mı?” diye sorduğunda Allah Resûlü (asm): “Allah’a daha çok şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermişlerdi. Fakat Peygamber Efendimiz (asm) bu ibâdeti tahammül sınırları içinde yapıyordu ve hiçbir zaman Onun (asm) bu gece ibâdeti sabah namazını—hâşâ—ihmal etmesine de, ailesini ve ev halkını ihmal etmesine de, insanları ihmal etmesine de sebep olmazdı. İşte takvâ da tam burada başlıyordu.

Fakat bu sünneti ihya edeceğim diye gece nâfile namaz kılmaya ağırlık veren birisi, bu yüzden yorgun ve bitkin düşer ve sabah namazını ihmal ederse, eşini ve çocuklarını ihmal ederse, misafirlerini ihmal ederse, sağlığını ihmal ederse dinde aşırı davranmış olur ve Peygamber Efendimizi de (asm) karşısında bulur. Örnekler üzerinde inceleyelim:

* Enes (ra) anlatır: Peygamber Efendimiz (asm) mescide girdiğinde, iki direk arasında gerilmiş bir ip gördü.

“Bu ip nedir?” diye sordu. Ashab-ı Kiram:

“O ip, Zeynep bint-i Cahş’ındır. Yorulduğu zaman ona tutunur” dediler. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm):

“Onu çözünüz. Namazı zevkle kılınız. Yorulduğunuz zaman da yatıp uyuyunuz” buyurdu.7

* Hazret-i Âişe (ra) anlatmıştır: Yanımda sohbet ettiğim bir kadın vardı. Resûlullah (asm) odama girince;

“Bu kimdir?” buyurdu. Ben:

“Falan kadındır” dedim ve kadının namazlarından bahsetmeye başladım. Nihâyet Resûl-i Ekrem (asm):

“Yeter!” dedi. “Güç yetirebildiğiniz kadar yapın. Allah’a and olsun ki, Cenâb-ı Hak sevap vermekten usanmaz; nihâyet siz usanırsınız.”8

*Enes (ra) anlatmıştır: Üç kişilik bir grup Peygamber Efendimiz’in (asm) ibâdetinden sordular. Kendilerine anlatılınca, azımsayarak şöyle dediler: “Peygamberin (asm) yüce mevkiinden kendimize bakacak olursak biz neredeyiz? O’nun geçmiş ve gelecek günahları bile bağışlanmıştır.” Onlardan birisi:

“Ben geceleri hep namaz kılacağım ve hiç uyumayacağım” dedi. Diğeri:

“Ben bayram günlerinden başka tüm seneyi oruçlu geçireceğim ve hiç ara vermeyeceğim” dedi. Öbürü:

“Ben de kadınlardan ayrı bir yere çekileceğim ve hiç evlenmeyeceğim” dedi.

Resûlullah Efendimiz (asm) gelince bunları çağırttı ve dedi ki:

“Şöyle şöyle konuşanlar sizler misiniz? Haberiniz olsun; Allah’a and olsun ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınızım ve sizden daha çok takvâ sahibiyim. Fakat ben bazen oruç tutar, bazen ara veririm. Geceleri namaz da kılarım, istirahat için uyurum da. Benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”9

*Ebû Muhammed Abdullah b. Amr b. El-As (ra) anlatır: “Ben yaşadığım sürece gündüzleri oruç tutacağım ve geceleri ibâdete kalkacağım” dediğimden Resûlullah (asm) haberdâr olmuştu. Bana:

“Bu sözü söyleyen sen misin?” buyurdu. Ben:

“Evet yâ Resûlallah, doğrudur” dedim. Resûlullah (asm):

“Böyle yapma. Bazen oruç tut. Gecenin bir kısmında uyu. Gecenin bir kısmında namaza kalkman yeter. Şüphesiz cesedinin senin üzerinde bir hakkı vardır. İki gözünün senin üzerinde bir hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Misâfirlerinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Her ayda üç gün oruç tutman sana yeter. Zira sana her iyiliğin on misli sevap vardır. Bu üç günlük oruç yıl orucu gibi olur” buyurdu. Ben:

“Ey Allah’ın Resûlü, benim daha fazlasına gücüm yeter!” dedim. Resûl-i Ekrem (asm):

“O zaman Allah’ın Peygamberi Hz. Dâvûd (as) orucunu tut. Üzerine fazlalaştırma” buyurdu. Ben:

“Dâvud orucu nedir?” dedim. Resûl-i Ekrem (asm):

“Yılın yarısında tutulan oruçtur. Bir gün oruç tutar, bir gün yersin” buyurdu. Ben:

“Bundan daha fazlasına gücüm yeter” dedim. Allah Resûlü (asm):

“Bundan daha faziletli oruç yoktur. En faziletli oruç Dâvûd orucudur” buyurdu.

Abdullah (ra) yaşlandıktan ve güç ve kuvvetten düştükten sonra derdi ki: “Keşke ben Resûlullah’ın (asm) tavsiye ettiği ayda üç günlük orucu kabul etmiş olsaydım. Bana ailemden de, malımdan da daha sevimli olacaktı. Fakat heyhât! Şimdi çok geç!”10

Dînde zorluk yoktur; itidal vardır, orta yol vardır, denge vardır, âhenk vardır. Dîni denge içinde yaşamak, sünnetler için farzları terk etmemek, nâfileler için vâciplerden geçmemek ve dîni bir bütün olarak gücümüz oranında yaşamak esastır.
 
Evlenmek fıtrattandır. Belirli şartlar çerçevesinde de dinimizin teşvikleri ve emirleri arasında yer alır. İnsan fıtratı, kalbine karşı bir kalbe sevgi duymaya ihtiyaç duyar. Cenâb-ı Hak Hazret-i Âdem’i (as) yarattığında, ona eş olarak Hazret-i Havva’yı yaratmıştır. Kur’ân Hazret-i Havvâ’nın yaratılma hikmeti olarak, eşinin “onunla (Havva ile) ülfet etmesi”ni gösteriyor.1 Yani Cenâb-ı Hak erkeği kadınla birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak yaratmıştır. Nikâh kurumu bütün peygamberler eliyle teşvik edilen İlâhî bir kurumdur. Bununla beraber, unutmamak gerekir ki, Hazret-i İsa (as) gibi evlenmeyen peygamberler de olmuştur.

Hiç şüphesiz, evlenmeyi teşvik eden çok sayıda hadis olduğu gibi; bazı durumlarda evlenmemeyi öğütleyen veya evlenmenin âfetlerine dikkat çeken hadisler de vardır ve bunlar sahihtir.

Meselâ İmam-ı Gazalî’nin Huzeyfe’den ve Ebû Umame’den (ra) rivayet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor: “Hicri ikinci asırdan sonra insanların en hayırlısı geçim derdi az ve çoluk çocuğu olmayan kimsedir.”2 Yine İmam-ı Gazalî’nin Ebû Hüreyre’den rivayet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz (asm): “Bir zaman gelecek; kişinin helâki karısının, anne ve babasının ve çocuklarının elinde olacak. Çünkü bunlar onu fakirlikle ayıplarlar. Ve gücünün yetmediği şeyleri kendisinden isterler. Adam da bu sebeple tehlikeli işlere girer. Böylece dini gider, kendisi de helâk olur” buyuruyor.3

Bu hadislerden evlenmemeyi teşvik eder bir mânâ çıkarmak doğru olmadığı gibi, çoluk çocuk sahibi olmanın şerli bir iş olduğu mânâsını çıkarmak da doğru değildir. Peygamber Efendimiz (asm) bu hadislerle sadece, evlilik yapan kimsenin evlilik sorumluluğunu taşıması gerektiğini, yarın mahşerde bunların her birisinin birer sorgu sual konusu olduğunu vurgulamıştır.

Demek oluyor ki, buna benzer sakındırma hadisleri, evlenmekten mutlak olarak sakındırmazlar. Fakat evlenmeye belirli şartlar çerçevesinde bakılması gerektiğini vurgularlar. Peygamber Efendimiz (asm) evlenmenin ve çoluk çocuk sahibi olmanın sorumluluk gerektiren bir iş olduğunu, bu sorumluluğu yerine getiremeyen kişi için evlenmenin yanlış bir adım olabileceğini bildirmiş ve ümmetini uyarmıştır. Yoksa; sorumluluğunu taşımak, kadının, çoluk çocuğun, kadının akrabalarının ve komşuların haklarına riayet etmek, evin geçimini helâl para ile sağlamak, çocukların terbiyeleri ve İslâm ahlâkı üzere yetişmeleri için gerekli tedbirleri almak gibi şartlar meydana geldiğinde evlenmek bir sünnet halini alır. Bu şartlar meydana geldiğinde evlenmeyi yasaklayan bir dinî hüküm olmadığı gibi, bu şartlar çerçevesinde evlenmek insana sevap kazandıran bir fiile döner.

Nitekim, “Evlenen dininin yarısını muhafaza altına almıştır. Diğer yarısında da Allah’tan korkun” veya “Evleniniz, çoğalınız. Kıyamet gününde ben sizin çokluğunuzla övünürüm” gibi hadisler, yukarıdaki sorumlulukları taşımak şartıyla evlenmeyi teşvik ediyor. Fakat bu şartlar meydanda yoksa, evlenmek için acele etmek doğru değildir.
 
Levlâke levlâke Lema halaktü’l-eflâk=Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” sözü İslâm ümmetinin âlimleri ekseriyetince kudsî hadis olarak biliniyor. Bu hadis-i kudsînin kaynakları vardır şüphesiz. Bu hadis-i kudsî, Suyutî’nin El-Leâli’l-Masnûa; Aliyyü’l-Kârî’nin El-Esrâru’l-Merfûa ve diğer bir eseri olan Şerhü’ş-Şifâ; Şevkânî’nin El-Fevâidü’l-Mecmûa; Hâfız Aclunî’nin Keşfü’l-Hafâ; Muhammed Said Zalûl’ün Tahkîk; İmam-ı Nevevî’nin El-Ezkâr adlı eserlerinde kayıtlıdır. Diğer yandan Mevlânâ Câmî, Ahmed-i Cezerî, Mevlânâ Hâlid, İmam-ı Rabbânî, Bedîüzzaman Said Nursî gibi nice İslâm âlimleri bu hadis-i kudsîyi eserlerine alıp tevhid inancına uygun izahlar getirmişlerdir.

Fakat bu hadis-i kudsî, kütüb-ü sitte içerisinde yer almıyor. Günümüzdeki hadis tenkitçileri için hadis diye bilinen bir sözün kütüb-ü sitte içinde yer almaması ise hadis için bir eksiklik teşkil ediyor.

Bu duyarlılığı kınamıyoruz. Kütüb-ü sitte gibi sıhhatinden ümmetçe şüphe edilmeyen ciltlerle hadis kitapları şüphesiz önemli, makbul ve sahih kaynaklardır. Hadis diye bilinen (bilhassa hadis-i kudsî olarak bilinen) bir sözün kütüb-ü sitte içinde yer alıp almadığı hususunda titizlik göstermeyi doğru algılayabiliyoruz. Bu konuda titizlik gösteren insanları akılsız olarak itham etmek şüphesiz doğru bir üslûp değildir. Buna katılamayız.

Fakat amelî hüküm ihtiva etmeyen, ümmeti yanlış amel etmeye yönlendirmeyen, tevhid ve iman esaslarına da aykırılık taşımayan bir hadîs için, kütüb-ü sitte içerisinde yer almıyor diye eleştiri dozunu şiddetlendirmeyi ve ortalığı tozu dumana katmayı da fazla abartılı buluyoruz.

O halde önce üslûbumuzu düzeltmemiz gerekiyor. Ne bu hadis-i kudsîye, kütüb-ü sitte içerisinde yer almıyor diye hücum edelim, ne de bu hadis-i kudsî için kaynak soruşturması yapanları akılsızlıkla itham edelim!

Bunun orta yolu vardır. Orta yolu şudur: Ümmet ilk asırlardan beri bu hadis-i kudsîye nasıl yaklaşmış? Ve ümmet bu yaklaşımıyla sapık yollara girmiş mi? Hadis-i kudsî diye bilinen bu söz, ümmetin istikametini bozmuş mu? Bunlara bakılmalıdır.

Ümmet bu hadis-i kudsîye nasıl bakmış ise, bizim de o pencereden bakmamızda hiçbir sakınca yoktur.

Bir defa şiddetli hadis tenkitçileri bin dört yüz yıldan beri hep var olagelmiştir. Bu tenkitçilerin çoğundan bu hadis senet itibariyle olmasa da, mânâ itibariyle geçer not almıştır. Yani bu hadîse mânâ olarak ilişen bir tenkitçi olmamıştır. Hadis tenkitçileri bu hadîsin kuvvetli bir senedi olmadığı konusunda birleşmişlerse de, bu hadîsi mânâ olarak doğrulayan ve senedi de kuvvetli olan başka hadisler ve hatta âyetlerin de bulunması bu hadîsi temize çıkarmaya yetmiştir.

Meselâ, Kur’ân, Hazret-i Muhammed (asm) için, “Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn”1 buyuruyor. Şimdi düşünelim: “Âlemîn” ne demektir? Kâinât demek değil midir? Eflâk demek değil midir? “Âlemîn” sözcüğü yerine “kâinât”ı koyduğumuzda bu âyetin mânâsı: “Biz seni kâinâta rahmet olmasaydın göndermezdik!” olmaz mı? Bu âyet ile, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” sözü arasında mânâca neredeyse örtüşme yok mudur?

Peki mânâsı bu denli kuvvetli bir hadis-i kudsî, kütüb-ü sitte içinde kaydedilmemiş olabilir mi? Olabilir. Görüldüğü gibi olmuştur! Kim bilir, ilk dönemlerde, çok yaygın olarak bilinen bir hadis-i kudsî olduğu için rivayet zinciri önemsenerek kaydedilmemiş; bu yüzden de, sonradan şiddetli usûller ortaya koyan kütüb-i sitte imamları tarafından ayıklanmış olabilir. Ne var ki, hiçbir kütüb-ü sitte imamı, sahih hadislerin sadece kendi kitaplarında yer alan hadislerden ibaret olduğu iddiasında bulunmamıştır!

Bu hadis-i kudsînin, tevhid inancı çerçevesinde hiç kimsenin reddedemeyeceği izahlarını ise Risâle-i Nur’un değişik risâlelerinde bulmak mümkündür. O halde bu hadis-i kudsîyi; kütüb-ü sittede kayıtlı olup olmadığına bakmaksızın, Risâle-i Nur’un izahları çerçevesinde anlamanın imanımıza tahkik kazandıran önemli bir boyuta sahip olduğu unutulmamalı; şekil üzerinde durmayıp, mânâ ile kifayet edilmelidir.
 
Hayatımızda, konuşmalarımızda, davranışlarımızda Peygamber Efendimiz’in (asm) sözlerinden feyiz almak, örnekler vermek, yol göstermek, onu rehber görmek ve göstermek sünnet üzere istikâmet arayışımızın birer mahsûlü ve eseri değil midir? Temelde yaklaşımımız istikâmeti bulmak olduktan ve niyetimiz hâlis bulunduktan sonra—inşallah—hatâlarımızdan ve unuttuklarımızdan dolayı muâheze edilmeyiz, yani hâlis niyetimiz inşallah bağışlanmamıza yeterli olur. Cenab-ı Hakk’ın “Rabbimiz! Bizi hatâlarımızdan ve unuttuklarımızdan sorumlu tutma!”1 âyetiyle öğrettiği duâ çerçevesi inşallah acziyetimizin elinden tutar.

Hadis âlimleri çalışmalarında hadis lâfızlarının sıhhat derecesine çok ehemmiyet vermişler, Peygamber Efendimiz’in (asm) hadislerini mümkün mertebe mübârek ağzından döküldüğü kelimelerle almaya özen göstermişlerdir. Hadis Usûlü ilmi bu ölçülerle doludur. Kılı kırk yaran kriterlerin tespitinde tek hedef, Peygamber (asm) sözüne yalan ve uydurma söz karıştırmamak ve Peygamber Efendimizin (asm) sözlerini bütün safiyetiyle derleyip toparlayabilmektir. Çünkü bir yandan Peygamber Efendimiz’in (asm) “Kim bana yalan söz isnat ederse, Cehennemdeki yerini hazırlansın”2 sözündeki şiddetli uyarısı azamî titizliği emrederken; öte yandan, “Benden bir söz işiten ve onu güzelce belleyip işittiği gibi başkasına ileten kimsenin Allah yüzünü ak etsin” hadisindeki rahmet duâsı, doğru hadis naklini emrediyordu. Hadis ulemâsı da Peygamber Efendimiz’in (asm) hadislerini mümkün olan en doğru sıhhat ölçüleri içinde derleyip toplayarak, ayıkladılar ve sıhhat derecelerine tabi tuttular. Bugün elimizde bulunan ciltlerle hadis külliyâtının hemen hepsi böyle titiz çalışmaların mahsulüdür. Allah yüzlerini ak etsin. Âmin.

Temel mes’ele hadisin vurgu yaptığı mânâyı kavramak olunca; mânâ ile hadis rivâyetinin, daha sahabe döneminde âdetâ bir mecbûriyet halinde yapıldığını görüyoruz. Çünkü sahabeler hadisleri gerektiğinde yıllar sonra rivâyet etmişler ve tabiî olarak yıllar önce söylenmiş olan ve bizzat kendi kulaklarıyla işittikleri bazı sözleri lâfız itibariyle hatırlayamadıklarında, mânâ itibariyle rivâyet etmek zorunda kalmışlardır.

Meselâ sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî (ra) şöyle demektedir: “Hazret-i Peygamber’in (asm) etrafında sekiz on kişi oturur, onu dinlerdik. İçimizden ondan dinlediklerimizi aynen tekrar eden belki iki kişi çıkmazdı. Fakat hepimiz de tekrar ettiğimizde mânâlarda hiçbir fark olmazdı.”3

Tâbiî’nden Hasan-ı Basrî (ra) kendisine: “Bu gün bize bir hadis rivâyet ediyorsun; ertesi gün aynı hadisi başka lâfızlarla naklediyorsun” diyen birisine şu cevabı vermiştir: “Mânâda isâbet etmişsem, bunda hiçbir mahzur yoktur!”4

Meşhur Tâbiî’nden Muhammed bin Şîrîn (ra) ise şöyle demiştir: “On kadar sahabeden hadis işittim. Hepsi de lâfızlarda ihtilâf ederlerdi. Fakat mânâ aynı idi.”

Üstad Bedîüzzaman Hazretleri ise, “Nakl-i hadîs-i bi’l-mânâ câizdir” diyerek, hadisleri yalnız mânâları ile nakletmenin caiz olduğunu bildirmiştir.5 Bizim için hadisleri mânâları ile nakletmek zaten bir zarûret halinde bulunmaktadır. Çünkü hadis metinleri Arapça’dır. Arapça metni tercümeye başladığınız anda, lâfızların yerine koyduğunuz kelimeler, lafızların aynı değil; lâfızları karşılayan mânâlardan ibâret olacaktır. Bütün tercüme ve meâllerde aynı derecede mânâ ile nakil zarûreti söz konusudur.

Netice itibariyle ana metnin içerdiği manaya sâdık kalmak; haramı helâl, helâli haram yapmamak, tahrif etmemek ve gereken dikkat ve titizliği göstermek şartıyla; hadisleri mânâ ile nakletmek sahihtir ve câizdir
 
Peygamber Efendimiz (asm) riyaya, farkında olunmayan bir şirk olarak dikkat çekiyor. Anlaşılıyor ki, riya ve gösteriş şirkten başka bir şey değildir.

Şirk, Allah’a ortak koşmak, Allah’a eş koşmak, Allah’ın iki ve daha fazla olduğunu iddia etmektir ve böyle bir iddia büyük günahların başıdır. Cenâb-ı Hak: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Bundan başka günahları ise, dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşana gelince, artık o haktan pek uzak bir sapıklıkla sapmış gitmiştir”2 buyuruyor.

Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, bilinen açık şirkten başka bir de gizli şirk vardır ve Peygamber Efendimiz (asm) ümmetinin açık şirke düşeceğinden değil, gizli şirke düşeceğinden endişe duyuyor. (Demek oluyor ki, Peygamber Efendimiz (asm) ümmetinin açık şirke düşmeyeceğinden emin bulunmaktadır.)

Şu halde şirk iki türlüdür: 1- Açık şirk. 2-Gizli şirk.

1- Açık şirk: Doğrudan Allah’a eş koşmak, Allah’ı bildiği halde Allah’tan başka şeylere tapmaktır. Meselâ güneşe, aya ve puta tapmak şirktir.

2- Gizli şirk ise, riya gibi, gösteriş gibi, desinler için amel yapmak gibi, amel ve davranışlarımızda yüzümüzü Allah’tan başkasına çevirmek, Allah’ın rızası olmayan bir işte Allah’tan başkasından lütuf ve takdir beklemek, âmel ve davranışlarımızda Allah’ın rızasını gözetmemek ve önemsememek, bunun yerine başkalarının rızasını benimsemek olarak tanımlanabilir. Ki, Peygamber Efendimizin (asm) ümmetinin düşeceğinden endişe buyurduğu âmel budur. Burada, kişi farkında olmadan ameli için çıkış noktası olarak Allah’tan başka birisinin nazarını ve aferinini esas almış olmaktadır.

Riyanın mahşerdeki görüntüsü hakkında Resûlullah (asm) Efendimiz şöyle buyurdular: “Kıyamet günü aleyhinde ilk önce hüküm verilecek olanlar şunlardır: Adam şehid olmuş olarak biliniyor. Huzura getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır. O da ulaştığı nimetleri tanır ve kabul eder. Allah ona: ‘Bu nimetlere karşı ne âmel işledin?’ diye sorar. Kul: ‘Senin yolunda cihad ettim. Nihâyet şehid edildim’ der. Allah (cc): ‘Yalan söyledin! Bilâkis sen cesâretlidir, kahramandır denilmek için savaştın ve nitekim hakkında da öyle söylenmiştir’ buyurur. Sonra emir verilir de bu kimse cehenneme atılır.

Diğer bir adam daha getirilir ki, ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkasına öğretmiş ve Kur’ân okumuştur. Allah ona nimetlerini hatırlatır. Bu da nimetleri tanır ve itiraf eder. Sonra Allah: ‘Bu nimetlere karşı ne âmel işledin?’ der.

O da: ‘Senin rızân için ilim öğrendim. Başkalarına ilim öğrettim. Kur’ân okudum’ der.

Allah: ‘Yalan söyledin! Sen âlim denilmek için ilim öğrendin. Ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun! Gerçekten sana bunlar da söylendi’ buyurur. Emir verilir ve adam cehenneme atılır.

Bir başkası daha getirilir. Allah’ın kendisine bol nimetler verdiği ve her çeşit maldan bolca ihsan ettiği bu adama Allah nimetlerini hatırlatır. O da bu nimetleri hatırlar ve itiraf eder. Cenâb-ı Allah: ‘Ne amel işledin?’ buyurur. Adam: ‘Senin verilmesini istediğin tüm yerlere Senin rızan için verdim yâ Rabbi’ der.

Allah (cc): ‘Yalan söyledin. Bilâkis sen cömert bir kimsedir desinler diye verdin. Nitekim senin için bu da söylenmiştir’ buyurur. Sonra emir verilir, adam cehenneme atılır. Sonra Resûlullah (asm) Ebû Hüreyre’nin dizine vurup: ‘Ey Ebû Hüreyre! Bu üç kimse, Kıyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allah’ın ilk üç mahlûkudur!’ buyurdu.3
 
Hak edilmiş bir mal ile, hak edilmemiş bir mal arasında şüphesiz fark vardır. “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır”1 âyetinden anlıyoruz ki, insanın meşrû bir işte işin hakkını vererek çalışmasından sonra, Allah’ın takdir ettiği kadar kazanması helâlidir ve hakkıdır. Helâli bulunan ve hakkı olan bir mal uğruna ölmek kişiye bir manevî mertebe kazandırır. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm), “Mal uğrunda öldürülen kimse şehittir” buyuruyor.2

Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (asm) mal uğrunda ölünebileceğini bildiriyor. Hiç şüphesiz uğrunda ölünecek mal, emek harcanmış, uğrunda alın teri dökülmüş ve helâl şartlarda hak edilmiş maldır. Hak etmek deyince akan sular duruyor. Haram mal uğrunda ölmek ise kişiye böyle bir mertebe kazandırmayacağı gibi, kişiyi günahkâr yapar.

İnsan hırsızlara ve eşkıyaya karşı kendi kazancı olan helâl malını korumalı ve koruma tedbirlerini almalıdır. Eğer elinde bulunan helâl malını koruma veya faydalanma esnasında ansızın bir eşkıyanın hain saldırısına maruz kalır ve öldürülürse, bu ölümle yüksek sevap ve feyiz kazanır. Kaybettiği mal sadaka olur, kaybettiği can ise yüksek bir makama erer. Yani Allah ona şehitlik mertebesine denk bir sevap lütfeder. Çünkü o hak bir dâvâ için ölmüştür. Kişinin kendi malını sahiplenmesi hakkıdır. Malını gasp eden kimsenin başına gelecek İlahî ceza hakkı ise saklıdır ve bu ayrı bir konudur.

Diğer yandan Müslümanın kendi malına sahip çıkması ve hırsızlara ve eşkıyaya fırsat vermemesi, toplum barışının temini için de önemlidir. Mal gaspı ve hak gaspı bir toplumda artarsa, o toplumda huzurun da kalmayacağı açıktır.

Yukarıda zikrettiğimiz hadis insanı dünya malına bağlamıyor. Bilâkis helâl kazanmayı teşvik ediyor, haklı olmayı özendiriyor, başkasının hakkına saygı duymayı emrediyor. Helâl kazanma peşinde olmak, hayatta daima haklı olmak, hakka düşkün olmak ve başkasının helâl kazandığı malına ve hakkına saygı duymak önemli ahlâkî davranışlardandır. Nitekim Üstad Bediüzzaman da “Hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir”3 ifadesiyle kişinin her hal ve şartta hakkı araması ve hak peşinde olması gerektiğini vurgular. Mal hak olunca ise, mal uğrunda ölmek, hak uğrunda ölmek demek olur.

Bu hadis-i şerife göre sünnet olan günlük davranmışlarımız şunlardır:

1- Helâlinden istemek. Helâli aramak. Helâli tavsiye etmek. Helâli yiyip, helâli içmek.

2- Başkasının malına göz dikmemek. Haram yememek.

3- Kul hakkını gözetmek.

4- Başkasının hakkına saygı göstermek. Kendi hakkımızı korumak.

5- Ne kendi malımızın, ne Müslüman kardeşimizin malının haksız yere gasp edilmesine göz yummamak.

6- Meşrû dairede ve hukuk zemininde helâl kazanılan malın hakkını aramak.
 
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın pâk gönlüne nazil olan vahiy, iki türlü tezâhür etmiştir:

1-Vahy-i metlüvv: Okunan, tilâvet olunan, namazda kıraat olunan, sözüyle, üslûbuyla, ifâde şekliyle, kelâmıyla, mânâsıyla Allah’a ait olan vahiydir. Üslûbu, lafzı, telaffuz biçimi, söyleyiş tarzı, harf, kelime ve cümle kurgusu mu’cize olan Kur’ân’ın her bir âyeti bu sınıftandır. Namazda okunurlar. Kıraati ve tilâveti ibâdettir. Başka bir ifâdeyle, Allah-ü Zülcelâl’in, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma sözüyle, kelâmıyla, lafzıyla, özüyle, mânâsıyla her biçimi Kendi Zât-ı Ulûhiyetine mahsus olmak üzere nazil buyurduğu vahye “Kur’ân” diyoruz.

2-Vahy-i gayr-i metlüvv: Okunuşuyla, tilâvetiyle, lafzıyla, cümle yapısıyla, söyleniş biçimiyle değil; mânâsıyla, özüyle, içiyle, sâfîyetiyle, pâklığı ile Allah’a ait olan vahiydir. Bu tür vahiylerin cümle kalıbına dökülmesi, telaffuz edilmesi, lafzı, ifâde biçimi, söyleyiş tarzı Resûl-i Ekrem Efendimize (asm) aittir. Namazda kıraat olarak okunmazlar. Bunlar da iki kısımdır:

1-Kudsî Hadîs: Cenab-ı Hakk’ın, Kur’ân’dan başka, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâma nâzil buyurduğu, Kendi Zât-ı Ulûhiyetine mahsus, heybetli, kudsî, rubûbiyetinin azametini, tasarruflarının ihâtasını, Kendi Zâtının ve sıfatlarının büyüklüğünü, rahmetinin eşsizliğini, ihsân ve ikrâmının bolluğunu ifâde eden mânâlardır. Peygamber Efendimiz (asm) bu mânâları nübüvvet ehliyetiyle kendi cümle kalıplarına dökmüş ve bizlere nakletmiştir. Hadis literatüründe bu tür hadislere “kudsî hadis, rabbânî hadis veya ilâhî hadis” denir.

2-Nebevî Hadîs: Cenâb-ı Hakk’ın, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâma nazil buyurduğu sâir mânâlara ve vahiylere ise,—ki bunları da Peygamber Efendimiz (asm) kendi ifâde kalıplarına dökmüştür- “nebevî hadis”, yani Hazret-i Peygamberin (asm) sözü denmektedir.

Kudsî hadislerin başlangıç kısımlarında, “Allah dedi ki...”, “Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurdu...”, “Allah diyor ki:...”, “Rabb’iniz diyor ki:...”, “Rabb’iniz ne diyor biliyor musunuz?” gibi hadisin, mânâ itibariyle Allah’ın yüce tasarruflarını anlatan bir “Allah sözü” olduğunu vurgulayan ifâdeler yer alır. Bu tür hadisler Kur’ân’da değil; hadis kitaplarında hadis usûlüne uygun rivâyetlerle zikredilmişlerdir.

Kudsî hadislere misaller verelim:

***Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bir gün ashâbına (ra):

“Rabb’iniz ne buyuruyor biliyor musunuz?” diye sordu.

Ashâb-ı Kirâm (ra): “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dediler. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm):

“Rabbiniz buyuruyor ki: ‘Kim ki bütün erkân ve şartlarına riâyet ederek namazı vaktinde kılarsa, Benim onun için bir ahdim vardır: Onu Cennete koyarım. Kim ki namazın erkân ve şartlarına riâyet etmez ve namazı vaktinde kılmazsa Benim onun hakkında bir sözüm yoktur; dilersem cehenneme koyarım, dilersem cennete.”1

***Ebû Hüreyre’nin (ra) rivâyetiyle, Resûlullah Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur ki: “Allah şöyle buyurdu: ‘Rahmetim gazabımı aştı.”2

***Yine Ebû Hüreyre (ra) rivâyet etmiştir: Resûlullah (asm) şöyle buyurdu: “Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor ki: “Ben kulumun zannı üzereyim. (Beni anlayışına göre kulumla muamele yaparım.) Kulum beni andığı zaman, muhakkak onunla berâber olurum. O Beni gönlünde gizlice zikrederse, Ben de onu bu sûretle anarım. Eğer o Beni bir topluluk içinde zikrederse, Ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım. Kulum Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o Bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım.”3

***Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdu ki: “Aziz ve Celil olan Allah meleklerine şöyle emrediyor: ‘Kulum fenâ bir iş yapmak istediğinde hemen bu irâdesini defterine kaydetmeyiniz. Tâ ki gerçekleştirmedikçe. Eğer gerçekleştirirse, o yaptığı fenâlığın bir mislini yazınız. Eğer benden çekinerek yapmaz ve bırakırsa, ona bir sevap yazınız. Fakat kulum bir iyilik yapmak isterse ve yapamazsa, ona bir sevap yazınız. Eğer yaparsa, on misli ile yedi yüz misline kadar sevap yazınız.”4

***Ebû Zer (ra) dedi ki: Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuruyor: “Her kim bir iyilik ile gelirse, ona getirdiği iyiliğin on katı vardır, bir de Ben artırırım. Her kim bir kötülükle gelirse, onun cezâsı kendi gibi bir günahtır. Ya da Ben onu bağışlarım. ...... Her kim yeryüzü dolusu günahlarla Bana gelirse, hiçbir şeyi Bana ortak koşmamış olduğu sürece, bir o kadar mağfiret ve bağışlama ile onu karşılarım.” (5)

***Ebu İdris el-Havlânî, Ebu Zerr'den(radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm, aziz ve celil olan Rabbinden naklen anlattığına göre, Rabb Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dalâlettesiniz. Öyleyse benden hidayet isteyin de size hidayet vereyim! Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hariç, hepiniz açlarsınız. Öyleyse benden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim! Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse benden giyinme talep edin de sizleri giydireyim! Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları affederim. Öyleyse benden mağfiret talep edin de sizleri bağışlayayım. Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız. Ey kullarım! Şayet sizlerin öncekileri, sonrakileri; insî olanları, cinnî olanları hepsi de sizden en muttaki bir insanın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi zerre miktar artırmazdı. Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insî olanlarınız, cinnî olanlarınız sizden en günahkâr bir kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre kadar bir eksiklik meydana getirmezdi. Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri insî olanları, cinnî olanları bir düzlükte toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim, bu, benim nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık bile meydana getirmezdi. Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için sayıyorum. Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah’a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir kimseyi kınamasın, başına geleni kendinden bilsin.”6
 
Bu yazımızdaki tavsiyeler* bazı okuyucularımıza basit gelebilir. Ancak onlar 1400 sene öncesine hayali olarak seyehat ederlerse* akılları durduran bir hadiseyle ile karşılaştıklarını anlayacaklardır. Çünkü son senelerin keşifleri* Dünya tıbbını değiştirmiş olmasına rağmen* bu tavsiyelerin hiç birini değiştirememiş ve onlerı tavsite eden zatın (A.S.V.) büyüklüğü karşışında boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Hicretten önce* Medine'de çok sayıda sıtmalı mevcuttu. Bu hastalıktan senede yüzlerce kişi ölür veya ızdırap çekerdi.
resul-ı ekrem (A.S.V) Medine'ye teşrif lerinde* Medine'nin etrağfını çok bataklık görmüş ve sıtmanın bu sulak ve pis yerden geldiğini şöylemişlerdi. Daha sonra işe bizzat ön ayak olmuş ve 30 bin hurma fidanı diktirerek bataklıkları kurutmuştur.

Ebu'l Berekâtın kitabında da yazdığı gibi* "Bir yerde hastalık çıktığı zaman o yerde bulunuyorsanız başka tarafa gitmeyiniz* başka yerde hastalık varsa* otarafada seyehat etmeyiniz" buyurarak iklk karantina uslünü vaz' edn* Cenâb-ı peygamberdir. (A.S.V.) Bütün hastalıklarda himye* yani perhizi ısrarlı bir şekilde tavsiye den ve ve bütün deveların bası budur diyen* yine peygamberimizdir.
O zat (A.S.V.) Allaqh'ın (C.C.) taktir buyurmuş olduğu ömrü rahat yaşamak* huzur içinde geçirmek ve rıza-i ilâhiyi kazanmak için* şunlara mutlaka riâyer deiniz buyuruyor:


1 - Daima taze yiyeceklerden yiyiniz*
2 - Çok sıcak ve çok soğuk yemeğin*
3 - Çok çiğneyiniz* daima sıcak yemek yiyiniz*
4 - Yemeğe oturmadan evvel ve sonra ellerinizi yıkayınız*
5 - Yemketen daima iştahlı olarak kalkınız* çok yemeyiniz*
6 - Yemeklerde çok su içmeyiniz*
7 - Kışın daha ziyade yağlı yiyecekler* yazın hafif yiyecekler ve sebze yiyiniz*
8- Yemeklerinizde hurmayı eksik etmeyiniz*
9 - Üzüm* hurma ve zeytin* Allah'a (C.C.) şükretmeniz için size afiyet ve kuvvet verir.
10 - Yorulduğunuz zaman tatlı yiyiniz*
11 - Kırık ve çatlak kaselerden yemek yemeyiniz* su içmeyiniz*
12 - Yemeklerde daima neşeli olunuz* yalnız yemek yemeyiniz*
13 - Yemeklerden sonra daima duâ ederek şükrediniz*
14 - Ayda bir gün muhakkak oruç tutunuz* vücudunuz dinlensin*
15 - Bal yiyiniz* bin derde devadır.
 
BİRİNCİ HADİS



‏‏وَنُصِرْتُ عَلَى الْأَنْبِيَاءِ بِسِتٍّ أُعْطِيتُ ‏ ‏جَوَامِعَ الْكَلِمِ ‏ ‏فُضِّلْتُ



بِالرُّعْبِ وَأُحِلَّتْ ‏‏لِيَ الْغَنَائِمُ وَجُعِلَتْ ‏ ‏لِيَ الْأَرْضُ طَهُورًا وَمَسْجِدًا وَأُرْسِلْتُ



إِلَى الْخَلْقِ كَافَّةً وَخُتِمَ ‏ بِيَ النَّبِيُّونَ ‏



Diğer Peygamberlere verilmeyen altı şey bana verilmek

suretiyle üstün kılındım: Bana az sözle çok mana ifade

etme gücü verildi. (Düşmanlarımın kalbine) korku

salmam hususunda bana yardım edildi. Ganimetler bana

helal kılındı. Yer (yüzü) bana bir temizlik vasıtası

ve bir mescit kılındı. Tüm insanlığa Peygamber

gönderildim. Benimle Peygamberler sona erdi

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 812





İKİNCİ HADİS



أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ أَهْلِهِ وَمَالِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِين يُؤْمِنُ عَبْدٌ ‏ ‏حَتَّى أَكُونَ لَا



Hiçbir kul, (Abdul Varis'in hadisinde: Kişi) ben

kendisine aile efradından, malından ve bütün

insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 62





ÜÇÜNCÜ HADİS



‏لِكُل نَبِيٍّ دَعْوَةٌ ‏ ‏يَدْعُوهَا فَأُرِيدُ أَنْ أَخْتَبِئَ دَعْوَتِي شَفَاعَةً لِأُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِِّ



Her Peygamberin bir duası vardır. Onunla Allah'a dua

edegelmiştir. Fakat ben duamı Kıyamet gününde ümmetime

şefaat etmek için saklıyorum

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası : 293





DÖRDÜNCÜ HADİS



‏أَنَّ أَعْرَابِيًّا قَالَ لِرَسُولِ اللَّهِ ‏ ‏‏ ‏مَتَى السَّاعَةُ قَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ



مَا أَعْدَدْتَ لَهَا قَالَ حُبَّ اللَّهِ وَرَسُولِه قَالَ أَنْت مَعَ مَن أَحْبَبْتَ

َ



Bir A'rabi Allah Resulü'ne: Kıyamet ne zaman kopacak?

dedi. Allah Resulü (a.s.) ona: Kıyamet için ne

hazırladın? diye sordu. Bedevi: Allah'ın ve Resulünün

sevgisini dedi. Allah Resulü: Sen sevdiklerinle

berabersin buyurdu

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası : 4775





BEŞİNCİ HADİS



‏مَا مِنْ يَوْمٍ يُصْبِحُ الْعِبَادُ فِيهِ إِلَّا مَلَكَانِ يَنْزِلَانِ فَيَقُولُ أَحَدُهُمَا



اللَّهُمَّ أَعْطِ مُنْفِقًا ‏ ‏خَلَفًا ‏ ‏وَيَقُولُ الْآخَرُ اللَّهُمَّ أَعْطِ مُمْسِكًا تَلَفًا





Kulların kendisinde sabaha erdiği her bir günde

muhakkak iki melek iner. Bunların birisi: Ey Allah'ım!

Malından infak edene bir bedel ver, diye dua eder.

Diğeri de: Ey Allah'ım! (Malı) tutucu olana da telef

ver, diye beddua eder

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası : 1678



ALTINCI HADİS



‏ثَلَاثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لَا شَكَّ فِيهِنَّ دَعْوَةُ



الْمَظْلُوم وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ



Üç dua vardır ki bunlar şüphesiz kabul edilir;

mazlumun duası, misafirin duası ve babanın evladına

duası.

İbn mace dua 11



YEDİNCİ HADİS



‏خَيْرُكُمْ خَيْرُكُمْ لِأَهْلِهِ

Sizin en hayırlılarınız hanımlarına karşı en iyi

davrananlarınızdır.

Tirmizi, rada,11, ibn Mace, nikah 50



SEKİZİNCİ HADİS



‏مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيَعْرِفْ حَقَّ كَبِيرِنَا فَلَيْسَ مِنَّا



Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı

göstermeyen bizden değildir.

Tirmizi birr 15; ebu davud, edeb 66



DOKUZUNCU HADİS

‏ ‏لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لِأَخِيهِ ‏ ‏ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ ‏ِ



Hiçbiriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için

de istemedikçe gerçek iman etmiş olamaz.

Buhari iman 7 , Müslim iman 71



ONUNCU HADİS



‏إِنَّ الدَّالَّ عَلَى الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ

Hayra vesile olan hayrı yapan gibidir

tirmizi ilm 14



ONBİRİNCİ HADİS



‏ ‏لَا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلَا تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا أَوَلَا أَدُلُّكُمْ



عَلَى شَيْءٍ إِذَا فَعَلْتُمُوهُ تَحَابَبْتُم أ َفْشُوا السَّلَامَ بَيْنَكُمْْ



İman etmedikçe cennete giremezsiniz birbirinizi

sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız

Müslim iman 93, tirmizi sıfatül-kıyame 56



ONİKİNCİ HADİS



اَلْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا ‏ ‏يُسْلِمُهُ ‏مَنْ كَانَ



فِي ‏ ‏حَاجَةِ ‏ ‏أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ ‏ ‏فَرَّجَ ‏ ‏عَنْ



مُسْلِمٍ ‏ ‏كُرْبَةً ‏ ‏فَرَّجَ ‏ ‏اللَّهُ عَنْهُ بِهَا ‏ ‏كُرْبَة ‏مِنْ ‏ ‏كُرَبِ ‏ ‏يَوْم



ِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ



Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez onu

düşmanına teslim etmez. Kim kardeşinin bir ihtiyacını

giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim

müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah

da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır.

Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da kıyamet

günü onun bir kusurunu örter.

Buhari mezalim 3, Müslim birr 58



ONÜÇÜNCÜ HADİS



‏كُلُّ بَنِي ‏ ‏آدَمَ ‏ ‏خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ



Her insan hata eder hata işleyenlerin en hayırlısı

tevbe edenlerdir.

Tirmizi kıyame 49, ibn mace zühd 30



ONDÖRDÜNCÜ HADİS



‏رِضَى الرَّبِّ فِي رِضَى الْوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ فِي سَخَطِ الْوَالِد

ِ

Allah’ın rızası anne ve babanın rızasındadır.

Allah’ın öfkesi de anne ve babanın öfkesindedir.

Tirmizi birr 3
 
ONBEŞİNCİ HADİS



أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ ‏ ‏مُضْغَةً ‏ ‏إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ



كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ



İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün

vücut sağlıklı olur eğer o bozulursa bütün vücud

bozulur. Dikkat edin o kalptir

buhari iman 39, Müslim müsakat,107



ONALTINCI HADİS



‏كُلُّ مَعْرُوفٍ صَدَقَة وَإِنَّ مِنْ الْمَعْرُوفِ أَنْ ‏ ‏تَلْقَى



أَخَاكَ بِوَجْهٍ ‏ ‏طَلْقٍ ‏وَأَنْ تُفْرِغَ مِنْ دَلْوِكَ فِي إِنَاءِ أَخِيكَ



Her iyilik sadakadır kardeşine güleryüzgöstermen kovandaki

suyu kardeşinin kabına boşaltman da sadakadandır

Tirmizi birr 36



ONYEDİNCİ HADİS



مَن كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ



‏ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيُكْرِمْ جَارَهُ



وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ

Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya

hayır söylesin veya sussun.

Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna ikramda

bulunsun

Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikramda

bulunsun

Buhari edeb 31-85, Müslim iman 74-75



ONSEKİZİNCİ HADİS



‏مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِه فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ



فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ



Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle

düzeltsin; buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin;

buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun, bu da

imanın en zayıf derecesidir

Müslim iman 78; ebu davud salat 248



ONDOKUZUNCU HADİS



‏اتَّقِ اللَّهِ حَيْثُمَا كُنْتَ وَأَتْبِعْ السَّيِّئَةَ الْحَسَنَة



َ تَمْحُهَا وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ

Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın;

yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu

yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre

davran.

Tirmizi birr, 55



YİRMİNCİ HADİS‏



‏لَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَكُونُوا



عِبَادَ اللّهَ إِخْوَانًا وَلَا يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يَهْجُرَ أَخَاهُ فَوْقَ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ



Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin,

birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları,

kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla din

kardeşi ile dargın durması helal olmaz.

Buhari edeb 57, 58 müslim birr 23-24
 
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.”

Müslim, Müsâfirîn 269. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 16

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Kur’an’ı hıfzetmek okuma anlama ve ilmine sahip olma yönünde gösterilen her gayret fazilettir.

2. Kur’an’ı okuyan ve onunla amel edenleri, hayatlarını Kur’an’la nizama sokanları Allah yükseltip yüceltir.
 
Receb büyük bir aydır. Allah bu ayda hasenatı kat kat eder.

Receb ayında bir gün oruç tutana, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur.

7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün oruç tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün oruç tutana, Allah istediğini verir.
15 gün oruç tutana, bir münadi, "Geçmiş günahların af oldu” der.

Receb ayında Allahü Teâlâ Nuh aleyhisselamı gemiye bindirdi ve o da, Receb ayını oruçlu geçirdi. Yanındakilere de oruç tutmalarını emretti.

[Taberani]
 
Kim Müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vacib olmuştur.
Allah Teala ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.

*Müslim, 137*
 
Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ının güzelliğinden ileri gelir.

* Tirmizi, 2318 *



En hayırlınız, kendisinden hayır umulan ve şerri dokunmayacağı hususunda emin olunandır;
en şerliniz de kendisinden hayır ümit edilmeyen ve şerrinden de emin olunmayan kimsedir.


* Tirmizi, 2264 *
 
Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse,
samimi olarak ve içinden gelerek "La ilahe illallah" diyen kimsedir.

*Buhari, İlm 34*
 
Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Abdullah İbnu Amr İbni Harâm, Uhud günü, öldürüldüğü zaman Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana rastladı ve: "Ey Câbir! Allah baban için ne söyledi, sana haber vermiyeyim mi?" buyurdular." Yahyâ'nın rivayetinde ise Resûlullah: "Ey Cabir, seni niye böyle kalben kırık (ve üzüntülü) görüyorum" buyurmuş, Câbir de: "Ey Allah'ın Resûlü! Babam şehit düştü, geriye bir yığın horanta ve borç bıraktı" demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da:

"Sana, Allah'ın babanı karşıladığı şeklin müjdesini vereyim mi?" diye sordu. Câbir:

"Evet! Ey Allah'ın Resûlü!"dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselâm açıkladı: "Allah her kimle konuştu ise mutlaka hicab gerisinden konuştuğu halde babana vicâhen konuştu ve: "Ey kulum! Benden ne dilersen dile, dilediğini sana vereyim!" dedi. O da:

"Ey Rabbim! Beni hir kere daha ihya et, senin yolunda ikinci kere öleyim!" dedi. Rab Teâla Hazretleri de: "Benden daha önce şu hüküm sâdır oldu: "Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler" buyurdular. Baban da:

"Ey Rabbim, öyleyse (benim durumumu) arkamda kalanlara ulaştır!"

dedi. Bu talep üzerine şu ayet nazil oldu: "Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O'nun nimetleriyle rızıklanırlar" (Âl-i İmran 169)
 
1093. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Saflarınızı düz tutunuz. Omuzları bir hizaya getiriniz. Aralıkları kapayınız. Saf düzeni için elinizden tutup çeken kardeşlerinize yumuşak davranınız. Şeytanın girebileceği boşluklar bırakmayınız. Allah, safları bitişik tutanların gönlünü hoş eder. Safları bitişik tutmayanlara Allah nimetlerini lutfetmez.”

Ebû Dâvûd, Salât 93, 98


Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. Saflar arada boşluk bırakmadan düzgün tutulmalıdır.

2. Safların düzgün tutulması için gayret sarfeden ve böylece her birimizin yapması gereken bir vazifeyi yapan müslümanlara minnet duymalı ve onlara yumuşak davranmalıdır.

3. Saflar arasında boşluk bulunması, safların eğri büğrü tutulması o namazın mükemmel olmadığını gösterir.

4. Safları düzgün tutanlara Allah merhamet eder, düzgün tutmayanlardan nimetini keser ve onları birbirlerine düşman eder.
 
Essalâtu vesselâmu aleyke Yâ Rasûlallâh..."


Kur'an-ı Kerim'i okuyun.
Zira Kur'an, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir.


* Müslim, 804 *
 
Essalâtu vesselâmu aleyke Yâ Rasûlallâh..."


Şurası muhakkak ki, Allah her nefsi yaratmış,
onun hayatını, ölümünü, rızkını ve uğrayacağı musibetlerini yazmıştır.

* Tirmizi 2144 *
 
Allah Teâla hazretleri bir kulun hayrını diledi mi onu ölümden önce salih amel işlemede muvaffak kılar!
 
Geri
Üst