Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
SÜÂL:
Soru.
Kıyâmet günü, kulun amelinden ilk süâl namazdandır. Namaz süâlinden kurtulursa, kurtulmuştur. Kurtulmazsa; zarar ve ziyânda, büyük tehlikededir... (Hadîs-i şerîf-Risâle-i Münîre)
Kabirde süâl meleklerine şöyle cevap verilir. Rabbim Allahü teâlâ, Peygamberim hazret-i Muhammed, dînim dîn-i İslâm, kitâbım Kur'ân-ı kerîm, kıblem Kâbe-i şerîf, îtikâdda mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâat, amelde mezhebim İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe mezhe bidir. (Seyyid Abdülhakîm)
 
SÜBHA NAMAZI:
Abdest aldıktan sonra Allah rızâsı için kılınan iki rek'at namaz.
Eğer bir kulum abdestsiz olursa bana cefâ etmiş olur. Abdest alınca iki rek'at namaz (sübha namazı) kılmazsa bana cefâ etmiş olur. Namaz kılıp duâ etmezse bana cefâ etmiş olur. Duâsını kabûl etmezsem ona cefâ etmiş olurum. Ben cefâ etmem, ben cefâ etmem, ben cefâ etmem. (Hadîs-i kudsî-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, sübha namazı ile ilgili olarak şöyle buyurdu: Bir müslüman, güzelce abdest alır, kalkar kalbi ve bedeni ile yönelerek iki rek'at namaz kılarsa, Cennet ona vâcib olur. (Halebî)
Abdestin edeblerinden birisi, abdest aldıktan sonra iki rek'at sübha namazı kılmaktır. (İbrâhim Halebî)
 
"SÜBHÂNE RABBİKE" ÂYET-İ KERÎMESİ:
Kur'ân-ı kerîm okuduktan, duâ ettikten, ders ve va'zlardan sonra okunmasının çok sevâb olduğu bildirilen "Bütün insanların üstünde, akılların ermediği, kemâllerin, üstünlüklerin sâhibi olan senin gibi bir peygamberi yaratan, yetiştiren Rabbin her aybdan münezzehtir, temizdir" mânâsına Sâffât sûresinin yüz sekseninci âyet-i kerîmesi.
Kıyâmet günü büyük ölçeklerle, bol sevâb kazanmak isteyen kimse, bir meclisten kalkınca, Sübhâne Rabbike âyet-i kerîmesini okusun. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibban)
Kıyâmet günü bol sevâba kavuşmak istiyen, her toplantı sonunda, Sübhâne Rabbike âyetini sonuna kadar okusun. (Hazret-i Ali)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bu âyet-i kerîmeyi okurken ve ümmetine tavsiye buyururken, Kur'ân-ı kerîmdeki şeklini değiştirmemiş, hep Sübhâne Rabbike demiştir. Sübhâne Rabbinâ dediği hiç işitilmemiştir. (Abdülhakîm Arvâsî)
 
SÜBHÂNE RABBİYEL A'LÂ:
"Yüce olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına secdede söylenen tesbih.
Secdede en az üç kerre sübhâne rabbiyel a'lâ denir. (İbrâhim Halebî)
 
SÜBHÂNE RABBİYEL-AZÎM:
"Büyük olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına rükû'da söylenen tesbih.
Rükû'da erkekler parmaklarını açıp, dizlerinin üstüne kor, sırtını ve başını düz tutar. Rükû'da en az üç kerre sübhâne rabbiyel-azîm der. (İbrâhim Halebî)
Rükû' tesbihi olan Sübhâne rabbiyel-azîm'de Zı ile Azîm denir ki, "Rabbim büyüktür" demektir. Eğer ince ze ile (azim) denilirse, "Rabbim benim düşmanımdır" demek olur ve namaz bozulur. (İbn-i Âbidîn)
 
SÜCÛD:
Secde; namazın içindeki farzlardan biri. Namazda alnı ve burnu yere koyma. (Bkz. Secde)
 
SÜDÜS:
Altıda bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda bildirilen altıda bir hisse (pay).
Südüs hisseyi yedi kimse alır. Ölenin babası, anası, sahîh dede ve nineler, oğlunun kızları, babadan kız kardeş, anadan kardeş. (M. Mevkûfâtî)
 
SÜFTECE:
Tahrîmen mekrûh olan bir havâle şekli. Yolcuya borç verip, gittiğin yerde, falancaya ödeyeceksin demek.
Süftece yoluyla borc vermek tahrîmen mekrûhtur. Çünkü emânet olarak vermeyip süftece yolunu tercih etmenin sebebi, paranın yolda kaybolması, çalınması veya elinden alınması gibi tehlikelere karşı, alanın mes'ûliyetini sağlamak ve parasını emniyete al maktır. Çünkü emânet olarak verseydi, onun adına zâyi olacaktı. Borç olarak vermesiyle bunu alan nâmına olmasını sağlamış ve böylece verdiği borçtan menfaat te'min etme cihetine gitmiş olmaktadır. Bu ise mekrûhtur. Ödünç veren mektub yazıp, ödünç verdiği yolcunun gideceği yerdeki arkadaşını o yolcuya havâle etmektedir. İşte, ödünç verme esnâsında süftece denilen borç şekli şart koşularak borç verilirse, bu haramdır. Şartla alınan borç fâsiddir. Süftece şartı taşımadan, yolcuya ödünç vermek câizdir. (Mergînânî, İbn-i Âbidîn)
 
SÜHREVERDİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ebû Hafs Ömer bin Muhammed Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
Zikr-i cehri (Allahü teâlânın adını sesli anmak) hazret-i Ali'den on iki imâm vâsıtasıyla gelmiştir. Bunların sekizincisi olan İmâm-ı Ali Rızâ'dan Ma'rûf-i Kerhî almış ve Cüneyd-i Bağdâdî'nin çeşitli halîfelerinin (talebelerinin) silsilelerinde bulun an meşhûr mürşîdlerin adı verilerek kollara ayrılmıştır. Ebû Ali Rodbârî yolundan Kübreviyye, Edhemiyye, Çeştiyye, Bedeviyye ve Sühreverdiyye hâsıl olmuştur. (Abdullah-i Dehlevî)
Sühreverdiyye yolunun kurucusu Şihâbüddîn-i Sühreverdî, oğluna şöyle buyurdu: "Ey oğul! Bu fânî dünyânın zînetine, süsüne, aldanıp gurûrlanma. Bir kimse dünyâya meyl ederse, helâk olur. Âhiret yolculuğuna hazır ol. Fırsat elinde iken Allahü teâlâdan başkasına gönül bağlama. Bir gün gelir pişmanlığın fayda vermez." (Hüseyin Vassâf Halvetî)
 
SÜKNÂ:
Oturulacak yer, ev.
Nafaka, İslâmiyet'te, taâm (yiyecek, içecek şeyler), kisve (elbise, yâni giyecek şeyler) ve süknâ demektir. Zevcin (kocanın) zevcesine (hanımına) yapacağı bu masraflar şehrin âdetine, piyasaya ve akrabâ ve arkadaşlara göre ayarlanır. Zamâna ve hâle g öre değişir. Her memlekette başkadır. (İbn-i Âbidîn)
 
SÜKÛT:
Susmak.
Sükûtun en küçük faydası, sıkıntı ve belâdan kurtarmasıdır. İyilik olarak insana bu yeter. Fazla ve lüzumsuz konuşmanın en küçük zararı şöhrettir. Belâ olarak, şöhret insana yeterlidir. (Ebû Bekr bin Iyâş)
Konuşmak hoşuna giderse sükût et. Sükût hoşuna gidince konuş. (Bişr-i Hâfî)
 
SÜLEYMÂN ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biz Dâvûd'a Süleymân'ı (aleyhisselâm) verdik. O (Süleymân aleyhisselâm) ne güzel kuldur. Hakîkaten o, (bütün vakitlerini zikr, tesbîh ve tövbe ile) Allahü teâlâya dönen bir kuldur. (Sâd sûresi: 30)
Biz, Dâvûd ve Süleymân'a (aleyhimesselâm hüküm ve kazâya dâir) ilim verdik. Onlar da; "Allahü teâlâya hamd olsun ki, (nübüvvet, kitap ve sâir ilimler ve hikmetle) bizi (kendilerine bu hasletler verilmeyen) mü'minlerin çoğu üzerine üstün kıldı" dediler. (Neml sûresi: 15)
İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mü'min, ikisi de kâfir idi. Mü'min olan iki kişi Zülkarneyn ile Süleymân aleyhisselâm idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdî de mâlik olacaktır. (Hadîs-i şerîf-El-Kavl-ül-Muhtasar fî Alâmet-il-Mehdî)
Süleymân'a (aleyhisselâm) verilen (o kadar) geniş mülk, onda huşûdan (Allah korkusu) başka bir şeyi arttırmadı. Rabbine olan huşûundan dolayı gözünü semâya bile kaldıramıyordu. (Hadîs-i şerîf-Arâis-ül-Mecâlis)
Süleymân aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâmın oğludur. Gazze'de doğdu. Babası vefât edince 12 veya 13 yaşında sultân, daha sonra peygamber oldu. İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ etti, bildirdi. Babasının temelini attığı Kudüs'teki Mescid-i A ksâ'yı yedi yılda pek san'atlı ve gösterişli olarak inşâ ettirdi. Saraylar inşâ ettirip kaleler yaptırdı. Şehirler kurdu. Zamânın medenî dünyâsı olan Akabe körfezinden Fırat'a kadar olan bölgeye hâkim oldu. Ticâret gemileri yaptı. Kızıldeniz ile Umman denizinde ticâret yaptırdı. Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Yemen'deki Sebe' sultanı (melikesi) Belkıs ile evlendi. İnsanlara, cinnîlere, yerdeki ve havadaki hayvanlara hükm eder, onlarla konuşurdu. Rüzgâr emrine verilmişti. Kudret ve ihtişâm sâhibi bir peygamberdi. Kırk sene adâletle hüküm sürdü ve Kudüs'te vefât etti. (İbn'ül-Esîr, Molla Miskîn, Nişancızâde)
 
SÜLÛK:
Tasavvuf yoluna girmek.
Evliyâlık kemâlâtına kavuşmak sülûk, kalbin zikretmesi ve murâkabe (nefsi kontrol) ve râbıta (bir büyüğe kalben bağlanma) ile olur. Ne kadar ilerlerse ilerlesin, İslâmiyet'ten dışarı çıkamaz. İslâmiyet'e uymakta sarsıntı olursa, bütün vilâyet (evliyâ lık) dereceleri yıkılır. (İmâm-ı Rabbânî)
Takvâ sâhiblerinin ihlâs ile yaptığı farzlar, kurb yâni Allahü teâlâya yakınlık hâsıl eder. Hâsıl olan bu kurb, nâfilelerle hâsıl olandan elbette daha çoktur. Takvâ ve ihlâs elde etmek için de, tasavvuf ehlinin bildirdikleri vazîfeleri yapmak lâzımdı r. Farzların kurb hâsıl etmesi için nâfile vazîfeleri yapmak şarttır. Sülûk vâsıtasıyla, insanda fenâ hâsıl olur, yâni Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisi kalbinden silinir. Sonra bekâ denilen hâl hâsıl olarak, Allahü teâlânın sevgisi kalbine yerleşir. Her şeyi Allah için sever. Her işi, Allah için yapar. Böyle insana velî denir. (İmâm-ı Rabbânî)
Cezbe yolunda, Allahü teâlâ çektiği ve tâlibe çok ihsânda bulunduğu için, vesîleye, vâsıtaya lüzum yoktur. Sülûk yolunda ise, tâlib ilerlemeye çalıştığından, vâsıta lâzımdır. Cezbe yolunda vâsıta lâzım değil ise de, cezbenin tamam olması için sülûk l âzımdır. Sülûk; tövbe ve zühd (mubahların çoğunu terk etme, dünyâya rağbet etmeme) ve başka belli şeyleri yapmaya çalışmaktır. Yâni şerîate (İslâmiyet'e) uymaktır. Sülûksüz olan cezbe, tamam olmaz, noksan kalır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Sülûk Yolu:
İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yollardan biri. (Bkz. Vilâyet Yolu)
İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yol ikidir. Biri nübüvvet yolu olup, aslın aslına kavuşturur. Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin mübârek arkadaşlarının) hepsi, bu yoldan vâsıl oldular. Sonra gelenlerden pek az zât da, bu yoldan ermişt ir. Bu yolda sebebe, vâsıtaya lüzûm yoktur. Sâlik (tasavvuf yoluna giren), kâmil (yetişmiş) bir zâtın sohbetinde kemâle geldikten sonra, feyzi asıldan alıp ilerler. İkinci yol, vilâyet yoludur. Kutblar, Evtâd, Nücebâ, Büdelâ ve diğer bütün evliyâ bu yoldan kavuşmuştur. Bu yola sülûk yolu da denir. Bu yolda, vâsıta, aracı lâzımdır. Her iki yolun reisi ve rehberi Resûlullah'tır. Vilâyet yolunun imâmı, feyz kaynağı, hazret-i Ali'dir. Bu yolda, Resûlullah onu vekîl etmiştir. Hazret-i Fâtıma ve Hasen ile Hüseyn onunla ortaktırlar. Bu yolda gidenlerin hepsine feyz ve hidâyet, hazret-i Ali'nin aracılığı ile gelir. Ondan sonra hazret-i Hasen ve Hüseyn bu vazîfeyi teslim aldı. Bunlardan sonra, sıra ile On iki imâma verildi. On iki imâmın sonuncusu o lan Muhammed Mehdî'den sonra başkasına verilmedi. Bütün evliyâya feyz ve hidâyet bunlardan gelmeye devâm etti. Abdülkâdir-i Geylânî kemâle gelince, bu makam ona verildi. Vefâtından sonra da kıyâmete kadar, herkese, feyz, rüşd ve hidâyet, onun rûhâniyetinden gelmektedir. (İmâm-ı Rabbânî)
 
SÜLÜS:
Üçte bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte bir hisse (pay).
Kur'ân-ı kerîmde eshâb-ı ferâizden yâni hisseleri takdîr edilenlerden (bildirilenlerden) sülüs hisseyi iki kimse alır. 1) Ana; meyyitin (ölenin) çocuğu, oğlunun çocuğu veya her türlü (ana-baba bir, baba bir veya ana bir) kardeşten birden fazla yok is e, ana sülüs hisse (pay) alır. 2) Anadan kardeşler birden fazla oldukları zaman sülüs alıp aralarında paylaşırlar, erkeği ve kadını hep aynı miktârda alır. (M.Mevkûfâtî)
 
SÜLÜSÂN:
Üçte iki. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte iki hisse (pay).
Hissesi nısıf (yarım) olanlardan zevcden (kocadan) başka olan birden fazla olunca, sülüsânı alıp, aralarında eşit olarak pay ederler. (M. Mevkûfâtî)
 
SÜMÜN:
Sekizde bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda sekizde bir hisse (pay).
Ölüden kalan mîrasın sümün hissesini alacak olan yalnız bir kimsedir. O da Zevce (hanımı) olup, çocuğu veya oğlunun çocuğu bulunduğu zaman sümün hisse alır. (M. Mevkûfâtî)
 
SÜNEN:
1. Sünnetler. (Bkz. Sünnet)
2. Hüküm bildiren hadîs-i şerîfleri toplayan hadîs kitablarına verilen isim.
Sünen kelimesi yalnız olarak söylenince, dört âlimin kitablarından biri anlaşılır. Bunlar; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn-i Mâce'dir. Bunlardan başkasının "Sünen" kitabı söylenirken, yazarının da adı birlikte söylenir; Sünen-i Dâre Kutnî, Sünen-i K ebîr-i Beyhekî gibi. (Taşköprüzâde)
 
Sünnet-i Gayri Müekkede:
(Kuvvetli olmayan sünnet) Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra yapıp, arasıra terk ettikleri işler ve ibâdetler. Buna, müstehâb da denir.
İkindi ve yatsı namazlarının ilk dört rek'atlik sünnetleri, sünnet-i gayr-i müekkededir. (İbn-i Âbidîn)
 
Sünnet-i Hasene:
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler .
Bir kimse, İslâm'da bir sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevâbına ve bunu yapanların sevâblarına kavuşur. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Minâre, müstehab olan sünnet-i hasenedir. Çünkü, müezzinin, ezânı yükseğe çıkıp okuması sünnettir. Minâre, bu sünnete yardım etmektedir. (Abdülganî Nablüsî)
İslâm âlimlerinin çoğu, amelde bid'atleri (dinde ortaya çıkan, yapılan yenilikleri) iki kısma ayırdılar. Sünnete muhâlif olmayan yeniliklere, yâni birinci asırda Eshâb-ı kirâm zamânında aslı bulunanlara, bid'at-ı hasene (güzel, beğenilen bid'at) dedi ler. Aslı bulunmayanlara (dinden olmayan ve ibâdet olarak yapılan şeylere), bid'at-i seyyie (kötü, çirkin bid'at) dediler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ise, aslı bulunanlara bid'at ismini bulaştırmadı. Bunlara, sünnet-i hasene dedi. Mevlid okumak, minâre, türbe yapmak böyledir. Bid'at ismini, yalnız aslı bulunmayanlara verdi. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
 
Geri
Üst