Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
NECM SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin elli üçüncü sûresi.
Necm sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Altmış iki âyet-i kerîmedir. İlk âyetinde geçen ve yıldız mânâsına gelen Necm kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede; mîrâc mûcizesi, putların uydurma ilâhlar olduğu, Allahü teâlâdan yüz çevirip, dünyâya kul ola nlara îtibâr etmemek gerektiği, büyük günâhlardan ve ahlâksızlıklardan kaçanları Allahü teâlânın mağfiret edeceği, günahlarını bağışlayacağı bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Necm sûresinde meâlen buyuruyor ki:
İnsan için (âhirette) , ancak dünyâda) ihlâsla (Allah rızâsı için) işlediği sâlih amelleri ve niyeti fayda verir. (Âyet: 39)
Kim Necm sûresini okursa, Mekke'de Muhammed'i (aleyhisselâm) tasdîk ve inkâr edenlerin adedidin on katı sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
 
NECS (Necis, Neces):
Dînen temiz olmayan, pis, murdar.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Müşrikler (kâfirler) ancak bir necestir. Onun için bu yıllardan sonra onlar Mescid-i Harâm'a (Kâbe-i muazzama ve çevresine) yaklaşmasınlar. (Tevbe sûresi: 28)
Müşriklerin kendileri (bedenleri) necs olsaydı, îmân edince temiz olmamaları lâzım gelirdi. O hâlde onlara neces denilmesi, kalblerinin neces olduğunu bildirmek içindir. Îmân edince bu neceslik gider, temiz olurlar. Îtikâdlarının (inançlarının) kalbl erinin pis olması, bedenlerinin pis olması demek değildir. (Ahmed Fârûkî)
Hınzırdan başka her hayvan diri iken temizdir. Ölünce necs olurlar. Hınzırın derisi ve her parçası necstir. (M. Zihni Efendi)
Kapalı şişe içinde idrâr taşıyanın namazı câiz olmaz. Çünkü şişe bevlin meydana geldiği yer değildir. Bundan anlaşılıyor ki, cebindeki şişede dirhemden (4 gram 80 santigram) fazla kan, ispirto veya kapalı kutuda kanlı mendil, necs bez varken namaz kı lmak câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)
Necâsetin imbiklenmesi ile elde edilen sıvı necstir. Bunun için rakı ve ispirto kaba necs olup, içilmeleri şarap gibi haramdır. (Tahtâvî)
Elbisenin bir yerine necâset bulaşsa, bulaşan yeri unutsa, zan ettiği yeri yıkasa temizlendi kabûl edilir. Yaş ayağı ile necs yerde yürüse, yer kuru ise ayakları necs olmaz. Yer yaş olup ayakları kuru ise, ayakları ıslanırsa necs olurlar. (Abdülganî Nablüsî)
Şıra yâni üzüm suyu temizdir. Şarab hâline dönünce necs olur. (Abdülganî Nablüsî)
Namazı bozanlardan birisi de necs yerde durmak ve secde etmektir. Necs yere temiz şey sererse bozmaz. (Alâüddîn-i Haskefî)
 
NEFHA:
Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Sûr'a nefha edileceği o gün (mezarlardan kalkıp, mahşer denilen alana) bölük bölük gelirsiniz. (Nebe' sûresi: 18)
Onların beklediği sâdece bir sayhadır (sûr'a ilk üfürülüştür) ki, onlar (ticârette ve) birbirleriyle çekişip (itişip) dururlarken, kendilerini yakalayıverir. (İşte o zaman) bunlar bir vasiyyette bile bulunamazlar. (Hattâ o vakit, onlar çarşıda ticârette iken) âilelerine dahi dönecek (halde) değildirler (hemen can verirler) . (Bir de kırk yıl sonra ikinci defâ) sûr'a nefholunmuştur. Artık bakarsın ki onlar, kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru sür'atle giderler. (Yâsîn sûresi: 49-51)
İki nefha arası kırk senedir. Ondan sonra Allahü teâlâ bir yağmur yağdırır ki, dereden nebâtın (bitkinin) bitmesi gibi insanlar hayat bulur (dirilir) . Hâlbuki, kuyruk sokumundaki tek bir kemik hâriç olmak üzere, insanda hiçbir şey kalmamıştır. İşte kıyâmet gününde insanlar, tekrar ondan halk olunacaktır (yaratılacaktır) . (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Kıyâmet günü elbette vardır. O gün, gökler, yıldızlar ve şu üzerinde yaşadığımız erd (yeryüzü), dağlar, denizler ve hayvanlar, nebâtlar (bitkiler) ve mâdenler, hâsılı her şey yok olacaktır. Gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü, dağlar to z olup savrulacak. Bu yok oluş, sûr'un ilk işâreti ile olacaktır. İkinci nefhasında; her şey tekrar yaratılıp, insanlar mezardan kalkacak, mahşer denilen bir yerde toplanacaktır. (Ahmed Fârûkî)
 
Nefhat-ül-Ba's:
İsrâfil aleyhisselâmın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen ve sûr denilen bir âlete ikinci defâ üflemesiyle bütün canlıların dirilmesi.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kıyâmetin yok edici sûr'undan sonra, ikinci bir sûr üflenir. Bu sese, bütün beşeriyyet (insanlar) tâbi olur (uyar) . Bu emir ile kalkıp hâzır olurlar. (Zümer sûresi: 62) Bu nefhat-ül-ba's ile bütün mahlûkât (yaratılmışlar) kabirlerinden kalktıkları va kit, görürler ki, dağlar pamuk gibi atılmış, denizlerin suyu çekilmiş, yer ise kendisinde eğrilik ve yükseklik olmayan, dümdüz olmuş bir kâğıt sayfası gibi görünür. (İmâm-ı Gazâlî)
Nefhat-ül-ba's ile, bütün canlıların hepsi bir anda dirilir. Meleklerden en önce diriltilecek olanlar, Allahü teâlâya yakın olan dört mukarreb melektir ki; Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil ve Azrâil'dir. İnsanlardan en önce dirilecek olan, Muhammed Mustafâ s allallahü aleyhi ve sellemdir. (Seyyid Alizâde)
 
Nefhat-ül-Fer':
İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopacağına yakın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûr'a birinci defâ üflemesi.
Zamânın sonuna ulaştığı ve yeryüzünde kötülük yapılarak, her yerin, herkesin kötü olduğu vakit, Allahü teâlâ, İsrâfil aleyhisselâma; "Ey İsrâfil! Sûr'a üfle!" buyurur. İsrâfil aleyhisselâm, sûr'a üfler. Bu nefhat-ül-fer'de yeryüzüne zelzele, sarsıntı düşer. Anneler, çocuklarına süt veremez olur. İnsanlar, sarhoş gibi olurlar. Kıyâmetin heybetinden ve Allahü teâlânın azâbının şiddetinden böyle olurlar. Nitekim Allahü teâlâ bu hâlden haber veriyor: "Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Şüphe yok ki, o kıyâmet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün her emzikli kadın emzirdiğinden geçer ve her yüklü kadın çocuğunu doğurur. İnsanları da hep sarhoş görürsün. Hâlbuki sarhoş değildirler. Fakat Allah'ın azâbı çok şiddetlidir." (Hac sûresi: 1,2) (Muhammed Rebhâmî)
 
NEFRET:
Tiksinmek, ürküp kaçmak.
Doğru yola kavuşan, hidâyete eren kimsenin nefsi gafletten kurtulup, namazın tadını duymaya, ibâdetlerden zevk almaya başlar. Günâhlardan, haram olan şeylerden, kötü huylardan nefret duyar. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Halktan nefret etmek, insanların kabahatlerini saymakla başlar. Giderek bütün insanlığı küçümsemeye kadar varır. Daha sonra normalin dışına mübâlağaya varan davranışlarıyla eğriyi-doğruyu seçemez olur. (Ahmed Rıfat)
Büyük İslâm âlimlerini tanıyıp onları sevenler, haramlardan nefret ederler. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
 
ON İKİ İMÂM:
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i beytinden (akrabâsından) olup, tasavvufun vilâyet yolunda en yüksek derecelere ulaşmış olan on iki büyük zât. Bunların hepsine birden Eimme-i İsnâ aşere de denir.
On iki imâm; Ali bin Ebî Tâlib, Hasen, Hüseyn, Zeyne'l-âbidîn, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî ve Muhammed Mehdî'dir. (Abdülazîz Dehlevî)
Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve selem gelen feyzler (mânevî yardımlar) ve mârifetler (mânevî ilimler) hep hazret-i Ali'nin vâsıtasıyla gelir. Fâtımat-üz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhüm) bu makamda hazret-i Ali ile ortaktırlar. Öyle sanıyorum ki, hazret-i Ali dünyâya gelmeden önce de bu makamda idi. Vefât ettikten sonra da bu yolda her velîye gelen feyzler, hidâyetler (mânevî ilimler) yine onun vâsıtası ile gelmektedir. Çünkü kendisi bu yolun en yüksek noktasında bulunuyor. Bu makâmın sâhibi odur. Hazret-i Ali vefât edince ondan yayılan feyzler hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn vâsıtası ile geldi. Daha sonra on iki imâmdan sağ olanları da vâsıta oldular. Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler bu on iki imâm vâsıtasıyla geldi. Abdülkâdir-i Geylânî velî oluncaya kadar hep böyle idi. (İmâm-ı Rabbânî)
Ehl-i beyti seven ve on iki imâmın yolunda olanlar Ehl-i sünnettir (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundadır). Doğru yoldan ayrılanlar, on iki imâmı sevme adı altında on iki imâma iftirâ edip haklarında kötü sözler sarf etmektedirler. Doğru yold aki İslâm âlimleri hiçbir zaman on iki imâm hakkında iftirâda bulunmamışlar, bilhassa on iki imâmın sevgisinin, son nefeste îmân ile gitmeye vesîle olacağını bildirmişlerdir. On iki imâmda Resûlullah efendimizin zerreleri vardır. Bunlara kıymet vermek, saygı göstermek her müslümanın vazîfesidir. (Abdülazîz Dehlevî)

 
ORTA YOL:
Îmân ve ibâdetlerde yâni dinde Ehl-i sünnet (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olan) âlimlerin gösterdiği ve bildirdiği doğru yol. (Bkz. Ehl-i Sünnet)
Orta yolun sağında ve solunda olmak iyilikten ayrılmak olur. Orta yoldan uzaklığı kadar iyiliği azalır. Hak yol orta yoldur. (Hâdimî)
 
ORTODOKS:
Hıristiyanlık mezheblerinden. Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup, merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir. Roma İmparatoru Konstantin üç yüz on senesinde hıristiyanlığa izin verdi. Kendi de hıristiyan oldu. İstanbul şehrini yaptı. Roma'dan İstanbul'a taşındı. Fakat bu dînin esasları bozulmuş, unutulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak oldu. Mîlâdın 395. senesinde Roma Devleti ikiye ayrıldı. 1054 (H.446)'da İstanbul patriği olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu. Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'daki patriğe tâbi olanlara ortodoks denildi. Kiliselere resimler, heykeller kondu. (M. Sıddîk Gümüş)
Şark kiliseleri olarak da bilinen ortodoks dünyâsında İstanbul'dan başka İskenderiye, Antalya ve Kudüs'te de patriklik vardır. Çok sayıda millî kiliseler bu dört patrikliğe bağlıdır. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Ortodoks mezhebini diğer hıristiyan mezheplerinden ayıran noktalardan bâzıları şunlardır: Rûhânî başkanları patriktir. Papanın üstünlüğünü, hazret-i Îsâ'nın vekîli olduğunu, yanılmazlığını kabûl etmezler. Rûh-ul-kuds'ün (kutsal rûhun) oğul yoluyla ba badan çıktığını ileri sürerler. İbâdetlerini her ülkenin diliyle yaparlar. Papazlar evlenebilir, keşişler, piskoposlar ve patrikler evlenemez. Boşanma bâzı şartlara bağlı olarak vardır. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
 
ORUÇ:
İslâm'ın beş şartından biri. Fecrin (tan yerinin) ağarmasından yâni imsaktan güneş batıncaya kadar yimeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılındı. Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan sakınırsınız. (Bekara sûresi: 183)
Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm. (Hadîs-i kudsî-Buhârî)
Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Oruç tutan çok kimse vardır ki, onların orucu yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir peygambere vermemiştir.
1) Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azâb etmez.
2) İftar zamanında, oruçlunun ağzının kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3) Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ eder.
4) Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhirette vermek için Ramazân-ı şerîfte Cennette yer tâyin eder.
5) Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü'minlerin hepsini affeder. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği yer Cehennemdir. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Zîra evlenmek gözü haramdan daha çok meneder. İffeti de öylece korur. Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın. Çünkü oruç onun için bir enemidir. (Şehveti kesen, nefsi kıran hafif bir ameliyye gibidir) (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce, orucu bırakınız. (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât)
Vazîfe olduğuna inanmayarak, ehemmiyet vermeyerek, hafîf görerek namaz kılmamak, oruç tutmamak, zekât vermemek küfür olur. (Hâdimî)
Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatlarıyla sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir. (Muhammed Bâkibillah)
Oruç tutmanın on bir faydası vardır: Cehennem'e kalkan olur. Diğer ibâdetlerin kabûlüne sebeb olur. Bedenin zikri olur. Kibri kırar. Ucbu (yaptığı ibâdetleri ve hayırları beğenmeyi) kırar. Huşû'u (Allah korkusunu) arttırır. Sevâbı mîzânda (kıyâmet gü nü terâzide) ağır gelir. Allahü teâlâ o kulundan râzı olur. Îmân ile vefât ederse, Cennet'e erken girmeğe sebeb olur. Kalbi ve aklı nûrlanır. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Ramazân-ı şerîf orucunu ta'zîm (hürmet ve kıymet vererek) ve vakar ile tut. Her kim Ramazan orucunu güzelce tutsa, haramlardan sakınsa, kazâ namazlarını kılsa, Hak teâlâ hazretleri her gün için, bin gün nâfile oruç tutmuş gibi sevâb ihsân eyler ve o kimse ile Cehennem arasına birçok perdeler konur. (Süleymân bin Cezâ)
 
Oruç Kazâsı:
Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayr*****n birinci, Kurban bayr*****n ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

Oruç Keffâreti:
 
Oruç Keffâreti:
Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.
Oruç keffâreti cezâsı, mübârek Ramazân ayının hürmet ve nâmus perdesini yırtmanın karşılığıdır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Oruç keffâreti olan, bir köle âzâd eder. Köle âzâd edemeyen ard arda altmış gün oruç tutar. Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özürle veya bayram günlerine rastlamak sebebiyle bozulursa veya Ramazâna rastlarsa yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Kadın hayız ve nifas sebebiyle bozunca yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak altmışa tamamlar. (İbn-i Âbidîn, Tahtâvî, Mehmed Zihnî)
Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, oruç keffâretini tutamayan kimse altmış fakiri, bir gün sabah-akşam olmak üzere iki defâ, yâhut bir fakiri, sabah-akşam olmak üzere altmış gün doyurur. (Tahtâvî, Mehmed Zihnî)
 
OTUZ ÜÇ FARZ:
Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri.
Otuz üç farz meşhûr olup şunlardır:
Îmânın şartı altı. İslâm'ın şartı beş. Namazın farzı on iki. Abdestin farzı dört. Guslün (boy abdestinin) farzı üç. Teyemmümün farzı üç. (Teyemmümün farzına iki diyenler de vardır. Böylece hepsi otuz iki farz olur). (Kutbüddîn İznikî)
İslâm nikâhını yaptıracak olan dâmât ve gelin, otuz üç farzı bilmeli ve bunlara inanmalıdırlar. Eğer bilmiyorlarsa nikâh kıyacak kimse, Besmele, hamd ve salevât (Peygamber efendimize duâ) okuduktan sonra, bu otuz üç farzdan; îmânın ve İslâmın şartlar ını münâsib bir yolla dâmât ve geline öğretmelidir. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
 
ÖDÜNÇ VERMEK:
Çarşıda misli yâni benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek üzere verme. (Bkz. Karz-ı Hasen)
Bir müslümana Allah rızâsı için ödünç veren kimseye, her gün için sadaka sevâbı verilir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Ödünç vermek, tasadduk etmekten (sadaka vermekten) on sekiz derece daha fazîletlidir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet, Ey Oğul İlmihâli)
Ödünç alan kimse, hakkıyla ödemeği niyet ederse, borcunu ödemesi için melekler ona duâ eder. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Ödünç vermek çok sevâbdır. Îcâb ve kabûl ile (aldım, verdim gibi sözleşme ile) sahîh (geçerli) olur. Bir altın ödünç alan bir altın öder. Değeri değişti diyerek önceki veya sonraki değerde gümüş veya kâğıt lira veremez. Ev, dükkan, elbise gibi kıyemî olan yâni misli (benzeri) bulunmayan şeyleri ödünç vermek fâsittir. Kullanılması harâm olur. (Muhammed Mevkûfâtî)
Ödünç verirken, zaman tâyin etmemeli. Çünkü, zaman tâyin ederse, malı, misli (benzeri) ile veresiye satmış olur. Bu ise fâiz olur. Senede ödeme târihi koymamakla, ödünç veren verdiğini geri almak hakkına her zaman sâhib olmakta, belli bir zamânı bekl emek zorunda kalmamaktadır. Zaman tâyin etmeksizin ödünç vermeli ve arzû ettiği zaman isteyip geri almalıdır. (Hamzâ Efendi)
Çok malı olmayan veya çoluk, çocuğu sıkıntıya sabredemediği hâlde bunların ihtiyâçlarını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya kendisi muhtâc olan kimsenin ödünç vermesi isrâf olur. (İbn-i Âbidîn)
Ödünç verirken bir menfaat şart koşmak fâiz olur. (Süleymân bin Cezâ)
 
ÖFKE:
Kızma, sinirlenme, hiddet. (Bkz. Gadab)
... Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı. Bunlar az bulunsa da, mallarını Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi affederler. Allahü teâlâ ihsân edenleri sever. (Âl-i İmrân sûresi: 133)
Kızdığı zaman öfkesini yenerek yumuşak davranan kimseyi Allahü teâlâ sever. (Hadîs-i şerîf-İsfehânî)
Hiç kızmamak değil, öfkesini yenmek fazîlettir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Öfkesini yenen, kendisine yapılan kötülüğü affeden kimseyi Allah korur ve düşmanını ona boyun eğdirir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Dostunu günâhlarından dolayı mâzur gör. Kusurlarını ört. Sefîhlerin verdikleri sıkıntıyı, zamânın cefâlı işlerini sabır ve metânetle karşıla. Zâlimlere karşı mukâbelede bulunma. Onları Allahü teâlâya havâle et. Bil ki, halîmlik, yâni yumuşaklık öfkel i olmaktan hayırlıdır. (İmâm-ı Mâverdî)
 
ÖLÜM:
Rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, rûhun bedenden ayrılması, mevt.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Her nefs (canlı) ölümü tadacaktır. (Âl-i İmrân sûresi: 185)
İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
İnsanlara vâiz olarak (öğüt ve ibret verici, nasîhat edici olarak) ölüm yetişir. Zenginlik isteyene, kazâ ve kadere îmân etmek yetişir. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî ve Taberânî)
Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak, insanı günâh işlemekten korur ve âhirete zararlı olan şeylerden sakınmağa sebeb olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ölümden sonra olacak şeyleri bildiğiniz gibi, hayvanlar da bilselerdi, yemek için semiz hayvan bulamazdınız. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Gece ve gündüz ölümü hatırlayan kimse, kıyâmet günü şehidler yanında olacaktır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil: İhtiyârlık gelmeden önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, meşgûliyetten önce boş vaktin ve ölmeden önce hayâtın. (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)
Ölümden korkuyor ve hazırlığımız yok diyorsak ne duruyoruz? Ne yapacaksak bir an önce yapalım. Yarın vakit el verir mi, bunu bilmiyoruz. Giden günler sermâye-i ömürden gidiyor. Sonra bu sermâye âniden tükenir de haberimiz bile olmaz. (Ali Hâfız) İsterse bu dünyâ hep senin olsun, Şân ü şöhret şerâfetinle dolsun, Halk-ı zaman hep emrinde bulunsun Âhiri ölümdür ne hayaldesin.
(Alvarlı Muhammed Lütfi)
 
ÖMR (Ömür):
Hayat, yaşama, yaşayış. İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.
Kur'ân-ı kerîmde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:
Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır. (Fâtır sûresi: 11)
Allahü teâlâ ezelde insanları yaratırken; ecellerini, ömürlerini ve rızıklarını takdir etmiştir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Kazâ-ı muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız duâ değiştirir ve ömrü yalnız ihsân, iyilik artırır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
İnsanların en iyisi, ömrü uzun, ameli güzel olan kimsedir. İnsanların en kötüsü, ömrü uzun, ameli kötü olandır. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Kıymetli ömrü lüzumsuz mübâhlara (dinde izin verilen şeylere) bile harcamamalıdır. Haramla geçirmemek ise elbette lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Bir kimse binlerce sene ibâdet etse, ömrünü nefsini temizlemekle geçirse ve güzel huylar ile yanındakilere ve keşfettiği âletler ile bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselâma tâbi olmadıkça, uymadıkça seâdete, mutluluğa kavuşamaz. (İmâm-ı Rabbânî)
Kıyâmet günü makbûl olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iyi işleri yapınız! Sünnet-i seniyyeye, yâni Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yoluna sarılınız. Bu yola uymayan hiçbir şey yapmayınız! Ömrünüzü lehv ve la'b ile yâni oyun ve eğlence ile ziyân etmeyiniz; çocuklar gibi top oynamakla vaktinizi elden kaçırmayınız! (İmâm-ı Rabbânî)
İnsan ömrü, çölde bir kerecik esen rüzgâr gibidir. Çok çabuk geçer. (Şeyh Sâ'dî-i Şîrâzî)
Yavrularım ömür çok kısadır. Oyun ve eğlence zamânı değildir. Yakında yaptıklarınıza pişman olursunuz. (Ali bin Şihâb)
Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar çok pişman olsa, üzülse yeridir. Bir kimse kırk yaşını geçtiği halde, onun hayırlı işleri, yâni sevapları, kötü işlerinden yâni günahlarından ziyâde olmadı ise C ehennem'e hazırlansın. (İmâm-ı Gazâlî) Ömür tamam olup defter dürülür, Sırat köprüsü ve mîzân kurulur, Hakk'ın dergâhında elbet durulur, Buyruğu tutulur ferman eğlenmez.
(Azîz Mahmûd Hüdâyî)
 
ÖMRE (Umre):
Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayr*****n dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek. (Bkz. Umre)
 
ÖMRÎ HİBE:
Bir kimseye; "Ömrün boyunca evim senin olsun" diyerek yapılan hibe.
Ömrî hibe câizdir. Hibe yapılan kimse vefât edince ev sâhibine, ölmüşse mîrâsçılarına verilir. (Abdullah Mûsulî)
 
ÖRF:
İslâm hukûkunun kaynaklarından; dînin ve aklın güzel gördüğü, beğendiği şey. (Bkz. Âdet)
İslâm hukûkunun kaynakları iki kısımda mütâlaa edilir. Kitab (Kur'ân-ı kerîm), Sünnet (Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sözleri, işleri ve görüp de mâni olmadıkları hususlar), icmâ' (bir asırda bulunan müctehid denilen âlimlerin bi r işte sözbirliği etmeleri) ve kıyas (ictihâd). Bu dört ana kaynaktan başka, ikinci derecede (tâlî) kaynaklar da vardır ki, bunlardan birisi de örf ve âdetlerdir. (İbn-i Nüceym)
Zamânın değişmesiyle, örf ve âdete dayanan ahkâm (hükümler) değişebilir. Nassa (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfe) dayanan ahkâm zamanla değişmez. İbâdetlerde nass ile bildirilmiş olmayan bir hükmü anlamak ve bildirmek için umûmî âdetler delil olur. Âd etin umûmî olması için Eshâb-ı kirâm zamânından kalma ve müctehidlerin kullanmış olmaları lâzımdır. Yâni Eshâb-ı kirâm (r.anhüm ecmaîn) ve müctehid denilen âlimler zamânında başlayan ve devâm eden âdetler, helâle delil olurlar. Sonradan âdet olan şey ler, şer'î delil olmaz. Muâmelattaki (alış-veriş, ticâret gibi mes'elelerde) hükümler için bir beldenin, memleketin nassa muhâlif (aykırı) olmayan âdetleri delîl olur. Ancak bunları fıkıh âlimleri anlar. (İbn-i Âbidîn, Ali Haydar Efendi)
 
Geri
Üst