Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
EVTÂD:
Allahü teâlâ tarafından dünyânın nizâmiyle vazîfelendirilen dört büyük zât. Herkes tarafından bilinmedikleri için bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.
Evtâd denilen evliyâ, dünyânın dört tarafında bulunurlar. Her biri bulunduğu yerde dünyevî bakımdan huzûr ve rahatlığı sağlamakla vazîfelidir. Evtâddan dünyânın doğu tarafında bulunan zâtın ismine Abdülhayy, batıdakinin ismine Abdülalîm, kuzeydeki zâ tın ismine Abdül-Mürîd, güneydeki zâtın ismine ise Abdülkâdir denir. (Molla Câmi)
 
EVVÂBÎN NAMAZI:
Akşam namazının farzından sonra kılınan altı rek'atlik namaz.
Kim ki akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa işte o evvâbin namazıdır. (Hadîs-i şerîf-Rekâik)
 
EVVEL (El-Evvelü):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Herşeyin başlangıcı olan, varlığından önce yokluk geçmeyen, hiç bir şey yok iken, vâr olan.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
O, Evvel'dir, Âhir'dir... (Hadîd sûresi: 3)
 
EYYÂM-I BİYD:
Ayın ışığının en aydınlık olduğu kamerî aylarının 13, 14 ve 15. günleri.
İlk insan ve ilk peygamber hazret-i Âdem Cennet'ten çıktığı zaman vücûdu birden bire karardı. Hazret-i Cebrâil gelerek Âdem aleyhisselâma dedi ki: "Ey Âdem! Vücûdunun eskisi gibi beyaz olmasını istersen, Eyyâm-ı Biydde oruç tut. Hazret-i Âdem bu tavsiyeyi yerine getirmekle vücûdu eskisi gibi büsbütün beyaz olmuştur. (Hadîs-i şerîf-Eyyühel Veled)
Ey Ali! Cebrâil aleyhisselâm gelip bana dedi ki: "Yâ Resûlallah! Her ayda oruç tut." Ben dedim ki: "Ey Cebrâil kardeşim! Hangi günlerde tutayım?" Cebrâil aleyhisselâm cevâben buyurdular ki: "Her kim eyyâm-ı biydde oruç tutarsa, Hak teâlâ hazretleri o tuttuğu orucun birinci gününe on yıl, ikinci gününe otuz yıl, üçüncü gününe yüz yıl oruç tutmuş gibi sevâb verir. (Hadîs-i şerîf-Eyyühel Veled)
 
EYYÂM-I NAHR:
Kurban kesme günleri. Kurban bayramında, kurbanın kesildiği birinci, ikinci ve üçüncü günler.
 
EYYÂM-I TEŞRÎK:
Kurban bayr*****n 2, 3 ve 4. günleri.
Eyyâm-ı teşrîk günlerinde yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek sünnettir. (Mehmed Zihnî Efendi)
 
EYYÛB ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Nûh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahy ettiğimiz ve İbrâhim'e, İsmâil'e, İshâk'a ve Yâkûb'a, evlâdlarına, Îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Hârûn'a ve Süleymân'a vahy eylediğimiz ve Dâvûd'a Zebûr verdiğimiz gibi (Habîbim) şüphesiz sana da biz vahyettik. (Nisâ sûresi: 163)
Bir kimse Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem mescidine girdi veEyyûb aleyhisselâm ile ilgili bâzı sorular sordu. Peygamber efendimiz ağladı ve buyurdu ki: "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Eyyûb (aleyhisselâm) belâdan inlemedi, sızlanmadı. Ayakta namaz kılmak istedi. Duramadı düştü. Hizmette kusur görünce; "Bana gerçekten hastalık isâbet etti" dedi. (Hadîs-i şerîf-Hamîd-i Tavîl)
Hazret-i Eyyûb, insanların en uysalı, en sabırlısı ve en çok gadabını (öfkesini) yenen idi. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Hazret-i İshâk'ın oğlu Iys'ın neslindendir. Şam civârında yaşayan İsrâiloğullarına peygamber gönderildi. Onları Allahü teâlâya îmân etmeye ve ibâdete çağırdı. Bu uğurda çok zahmet çekti. Kendisine yedi kişi îmân etti. Malı ve serveti çok olan Eyyûb a leyhisselâm Allahü teâlâya çok şükrederdi. Allahü teâlâ onu imtihân etmeyi diledi. Mallarını, çeşitli vesîlelerle elinden aldı. Oğullarının bir zelzele ile canlarını aldı. Şeytanın değişik sûretlere girerek ona vesvese vermeye çalışması karşısında şükür, sabır ve metânetinden hiç bir şey eksilmedi. Daha çok sabır ve şükretmeye başladı. Allahü teâlâ onun bedenine hastalık vererek imtihân etmeyi murâd etti. Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Hanımı Rahime hâtundan başka bütün yakınları ve dostları onu terk ettiler. Hanımı onu şehrin dışına çıkararak hizmetine devâm etti. Hazret-i Eyyûb hastalığına rağmen, gelip geçen insanlara Allahü teâlâyı hatırlatarak sabır ve şükrü tavsiye etti. Yedi yıl dert ve belâ içinde kaldığı h âlde, hâlinden hiç şikâyet etmedi. Sabrı darb-ı mesel oldu. Allahü teâlâ onu tekrar sağlığına kavuşturdu. Hastalıktan kurtulduğu gecenin seherinde âh edip ağladığında, sebebi soruldu. Her gece seher vaktinde "Ey bizim hastamız, nasılsınız?" diyen sesi artık duymaz oldum. Onun için ağlıyorum" buyurdu. Malları kendisine yeniden ihsân edildi. Vefât eden çocukları kadar çocuğu oldu. Ömrünün sonunda en olgun evlâdı olan Havmel'i vasî tâyin etti. Vefât ettiğinde techîz ve tekfîninin (kefenleme) onun tarafından yapılmasını vasiyet etti. Yüz kırk yaşında iken Şam civârındaki Beseniyye denilen yerde vefât etti. Kabri oradadır. (İbn-ül-Esîr, Taberî)
 
EZÂN:
Bildirmek. Namaz vakitlerini bildirmek, müslümanları namaza dâvet etmek (çağırmak) için yüksek bir yerde belli olan Arabca kelimeleri sırası ile okumak.
Her kim yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezân, sol kulağına da ikâmet okursa, ümmü sıbyan denilen havâle hastalığından korunmuş olur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Ezân okumak, hicretin birinci senesinde Medîne'de başladı. Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin mübârek arkadaşlarından) Abdullah bin Zeyd bin Sa'lebe ve hazret-i Ömer rüyâda ezân okunmasını görüp Peygamber efendimize bildirdiler. Peygamberimiz; "İnşâallah hak, gerçek bir rüyâdır. O kelimeleri Bilâl'e öğretin okusun" buyurdu. (Serahsî, İbn-i Âbidîn)
Ezân sesini duyduğunuzda müezzinin (ezân okuyan kimsenin) dediği gibi siz de söyleyin. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Ezânın tercemesini okumak, ezân olmaz. Manâsı anlaşılsa da başka dillerle okunmaz. (İbn-i Âbidîn)
Ezân, câmi, fıkıh kitapları gibi İslâmiyet'in kıymet verdiği şeyleri aşağılamak küfürdür. (M. Hâdimî)
 
Ezân-ı Cavk:
Bir kaç müezzinin bir ezânı birlikte okumaları.
Ezân-ı cavkta, müezzinlerin bir arada okudukları yanık, hazîn sesler uzaktan işitildiğinde, kalblere ve rûhlara te'sir etmekte, insanları vecde getirmekte, mânevî coşkunluk vermektedir. Asırlardan beri yapıldığı için İslâm âdeti olmuştur. (İbn-i Âbidîn)
 
EZEL:
Başlangıcı olmamak, öncesizlik.
Ezelde Allahü teâlâ tarafından takdir edilen şeyler bu takdire uygun olarak meydana gelir. (İmâm-ı Gazâlî)
 
EZELÎ:
Öncesi, başlangıcı olmayan.
Allahü teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Varlığının başlangıcı yoktur, varlığından önce yok değildi. Hep var idi. Hiç bir zaman da yok olmaz. O'ndan başka hiç bir varlık, kadîm, ezelî değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
Biliniz ki, Allahü teâlâ kadîm olan zâtı ile vardır. O'ndan başka her şey O'nun var etmesi ile olmuş, O'nun yaratması ile yokluktan varlığa gelmiştir. O, kadîmdir, ezelîdir. Hep var idi, varlığından evvel yokluk olamaz. O'ndan başka her şey yoktu. Bu nların hepsini O sonradan yarattı. (Ahmed Fârûkî)
Allahü teâlânın sıfatları zâtı gibi ezelîdir, ebedîdir. Mahlûkların sıfatları gibi değildirler. Akıl ile, zan ile ve dünyâdakilere benzetilerek anlaşılamazlar. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
 
EZKÂR:
Zikirler. (Bkz. Zikr)
 
EZLÂM:
Câhiliye devri Arablarının kullandıkları fal okları.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
... ve dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve ezlâm ile kısmet istemeniz haram kılınmıştır. (Mâide sûresi: 3)
Ey îmân edenler! Muhakkak ki içki, kumar, (ibâdet etmek için hazırlanmış) putlar ve ezlâm şeytanın işinden olan birer pis şeydir. Artık ondan kaçınınız ki, felâh (kurtuluş) bulabilesiniz. (Mâide sûresi: 90)
Câhiliye devrinde, mühim bir işi yapıp yapmamak husûsunda ezlâm denilen oklar ile kur'â çekerlerdi. Bu oklardan birinin üzerine "Rabbim bana emr etti", diğerinin üzerine "Rabbim beni nehyetti (yasakladı)", üçüncünün üzerine de "gaflet etti" diye yazı lırdı. Bu okları bir torba içine korlar, putlarından en büyüğünün önüne gelerek ey tanrımız biz şöyle şöyle istiyoruz diyerek bu oklardan rast gele birini seçip çıkarırlardı. Eğer "Rabbim bana emr etti" yazılı ok çıkarsa, o işe başlanır, "Rabbim beni nehyetti" yazılı ok çıkarsa, o işten vaz geçilirdi. "Gaflet etti" diye yazılı ok çıkarsa, tekrar çekiliş yapılırdı. İşte böyle bir muâmele ile yapılacak işi tâyin etmeye kalkışmak haramdır. (Muhammed bin Hamza, Senâullah Dehlevî, İbn-i Abbâs)
 
EZVÂC-I TÂHİRÂT:
Peygamber efendimizin temiz ve çok mübârek hanımları, mü'minlerin anneleri.
Peygamber efendimiz, ezvâc-ı tâhirâtının ilki olan hazret-i Hadîce'nin vefâtından bir yıl sonra, elli beş yaşında iken Allahü teâlânın emri ile ikinci olarak hazret-i Ebû Bekr'in kızı Âişe (r.anhâ) ile evlendi. Diğerlerini hep Âişe'den (r.anhünne) so nra dînî, siyâsî sebeplerle veyâ merhamet ve ihsân ederek nikâh etti. Bunların hepsi dul idi. Çoğu yaşlı idi. (Muhammed Nişancı)
Peygamber efendimiz kadınlara âit yüzlerle nâzik bilgileri müslüman kadınlarına ezvâc-ı tâhirâtı yolu ile bildirdi. Hanımları bir olsaydı, bütün kadınların o tek hanımından sorması güç ve hattâ imkânsız olurdu. Peygamber efendimiz Allahü teâlânın dîn ini tam olarak bildirmek için çok evlenmek yükünü de omuzlarına aldı. (Muhammed Nişancı)
 
FÂCİR:
1. Açıktan günâh işleyen, haram ve günâha dalmış. Fâsık.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Kıyâmet gününde nice yüzler vardır ki (dünyâda iken geceleri ibâdetle geçirmek veya alınan abdestler sebebiyle) parıl parıl parlar, (kavuştukları nîmetlerden dolayı) güler ve sevinir (bunlar mü'minlerdir) . Nice yüzleri de o gün, toz-toprak, karanlık ve siyahlık kaplayacaktır. İşte bunlar, kâfirler ve fâcirlerdir. (Abese sûresi: 38-42)
Tüccârın, pazarcıların çoğu fâcirdir. Alış-verişleri helâl olmaz. Çünkü, çok yemin ederek günâha girerler ve yalan söylerler. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet, Zevâcir)
Allahü teâlâ bu dîni fâcir kimselerle de elbette kuvvetlendirir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Âlimlerin dünyâyı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine kara leke gibidir. Böyle olan ilim adamlarının insanlara faydası olur ise de kendilerine olmaz. Dîni kuvvetlendirmek, İslâmiyet'i yaymak şerefi bunlara âid ise de, bâzan kâfir ve fâcir d e bu işi yapar. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Kâfir.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Fâcirlerin amel defterleri, Siccîn denilen yerdedir. (Mutaffifîn sûresi: 7)
 
FADÎLE:
Peygamber efendimizin âhiretteki makamlarından biri.
Muhammed aleyhisselâm, Peygamberlerin en üstünü, âlemlere rahmettir. Onsekiz bin âlem O'nun rahmet denizinden faydalanmaktadır... Âhirette kendisine; Makâm-ı Mahmûd, Şefâ'at-i kübrâ, Kevser havuzu, Vesîle ve Fadîle adındaki makamlar verilecektir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
 
FADL:

1. İhsân.
Allahü teâlâ, kullarına iyi olanı, faydalı olanı vermeğe, kimisine sevâb, kimisine azâb yapmağa mecbûr değildir. Âsîlerin, günâh işleyenlerin hepsini Cennet'e koysa, fadlına yakışır. İtâat, ibâdet edenlerin hepsini Cehennem'e atsa, adâletine uygun ol ur. Fakat müslümanları ve ibâdet edenleri Cennet'e sokacağını, bunlara sonsuz nîmetler, iyilikler vereceğini; kâfirlere ise, Cehennem'de sonsuz azâb edeceğini dilemiş ve bildirmiştir. O, sözünden dönmez. (Kemahlı Feyzullah Efendi) Eğer ezelde beni kulluğa Kabûl ettinse fadl senin, nîmet bana.
(Sinân Paşa)
2. Üstünlük, fazîlet. (Bkz. Fazîlet)
 
Fadl-i Cüz'î:
Bir bakımdan üstünlük.
 
Fadl-i Küllî:
Her bakımdan üstünlük.
 
FÂHİŞ FİYAT:
Piyasa fiyatının üstündeki fiyat. (Bkz. Gaben-i Fâhiş)
Esnâfın hepsi fiyatları, fâhiş olarak arttırdığı, millet zarar ve zulüm görür hâle geldiği zaman, hükûmetin, tüccârlara danışarak uygun bir narh yâni kâr haddi koyması câiz olur. (İbn-i Âbidîn)
 
Geri
Üst