Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
YEHOVA ŞÂHİDLERİ:
Amerika Birleşik Devletleri'nde Ch. Şarl Russel tarafından 1872'de kurulan, 1931 senesinden sonra kendilerini bu adla tanıtmaya çalışan mezheb ve misyoner teşkîlâtına verilen ad.
Yehova şâhidleri, Tevrât'ın, Yehova adını verdikleri tanrının kelâmı olduğunu, kendilerinin hazret-i Âdem'in oğlu olan Hâbil'den, hazret-i Îsâ'ya kadar süregelen uzun devredeki şâhidlerin son temsilcileri olduklarını, Îsâ krallığının 144.000 uyruklu yeni bir dünyâ olacağını ileri sürerler. Propagandalarını çeşitli yazılar, broşürler ve sloganlarla yaparlar. Asker olmayı ve bayrağı selâmlamayı reddederler. Bunların hahamları yoktur. Gezici vâizleri vardır. Toplanma yerleri New York'tadır. İstatistiklere göre özellikle anglosakson olmak üzere sayıları 900.000'e varmaktadır. Mezheb 1945'ten beri Batı Avrupa'da yayılmıştır. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Yehova şâhidleri tatlı, okşayıcı dillerle müslüman yavrularını aldatmaya çalışıyorlar. Telefon rehberlerinden aldıkları adreslere, broşürler, risâleler gönderiyorlar. Şık, süslü giyinmiş güzel kızlar kapı kapı dolaşarak evlere bu risâlelerden bırakıy orlar. Çok şükür ki müslümanlar bu yaldızlı, hîleli yalanlara aldanmıyorlar. Çünkü müslümanlar onların zannettikleri gibi câhil insanlar değildir. (M. Sıddîk Gümüş)
 
YEMÎN:
Kuvvet. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi, iddiâyı (sözü); vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmek.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yeminlerinizi koruyun. (Mâide sûresi: 89)
Alış-verişte vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemîn edenlere ve san'at sâhiplerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmayanlara yazıklar olsun. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Doğru olsa bile çok yemîn etmek, son nefeste îmânsız gitmeğe sebeb olur. Doğru olarak çok yemîn etmek Allahü teâlânın ism-i şerîfine ve yemîne kıymet vermemek olur. Bunlara kıymet vermeyerek yemîn etmek çok çirkin olur. Şarkılarda, temsillerde, eğlen celerde yemîn etmek böyledir. (A.Haskefî, İbn-i Âbidîn)
 
Yemîn Keffâreti:
Yapılan yemîne riâyet etmeyip, yemîni bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret, cezâ.
Yemîni bozmadan keffâret verilmez. Yemîni bozduktan sonra keffâreti geciktirmek günâhtır.Yemîn keffâreti için bir köle âzâd edilir. Yâhut zekât alması câiz olan erkek veya kadın on fakîre bütün bedenini örtecek kadar bir kat çamaşır verilir. Veya aç olan on fakîr bir gün iki defâ (sabah-akşam) doyurulur. Bu üçünden birini yapamayan fakir, üç gün ard arda oruç tutar. Bu oruçlara geceden niyet edilir.Kadın üç günü tamamlamadan hayz başlarsa, hayz bittikten sonra yeniden üç gün tutar. (İbn-i Âbidîn)
 
Yemîn-i Gâmûs:
Günâha ve Cehennem'e sokan yemin. Geçmişteki bir şey için, bile bile yalan söyleyerek, yemin etmek.
Yemîn-i gâmûs eden kimse için peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
Kim yalan yere yemîn ederse, Allahü teâlâ onu Cehennem'e koyar. (Merginânî)
Yemîn-i Gâmûs büyük günâhtır. Pişman olunca tövbe edilir. Keffâret verilmez. (İbn-i Âbidîn)
 
Yemîn-i Lağv:
Boş yere yemîn. Geçmiş bir şey için zan ile yanlış yemîn etmek. Bunda günah ve keffâret yoktur.
 
Yemîn-i Mün'akıde:
Geleceğe âit bir iş hakkında meselâ ilerde yapacağım veya yapmayacağım diyerek yapılan yemîn.
Mün'akıde yemin üç türlüdür: Birincisi zaman bildirmeden yapılır.Meselâ döğeceğim diye yemîn edince, ikisi de sağ kaldıkça, döğmezse yemîn bozulmaz.Biri ölünce bozulur. Döğmeyeceğim diye yemîn edince, ölünceye kadar döğmezse, sonsuz olarak bozulmaz. Bir kerre döğerse bozulur. Keffâret denilen cezâsını yerine getirir ve yemin biter. İkinci defâ döğerse, keffâret vermez. İkincisi, zaman bildirilerek yapılan yemindir. Zamânı gelmeden bozarsa, keffâret lâzım olur. Zamânı gelmeden önce ölürse yemin b ozulmaz. Üçüncüsü, şarta bağlı yemindir. Yemin ettiği şeyin yapılıp, yapılmamasını, kendinin veya başkasının bir şeyi yapıp yapmamasına bağlamaktır. Zaman söylenmedi ise, hemen yapmak, zaman söylendi ise, zamânın sonuna kadar yapmak lâzımdır. Kalkıp gelmezsen vallahi seni döğerim demek bu çeşit bir yemindir. (Merginânî, İbn-i Âbidîn)
 
YERHAMÜKALLAH:
Aksırıp, Elhamdülillah diyene, yanında bulunan kimsenin; "Allahü teâlâ sana merhamet etsin" mânâsına söylediği mübârek bir söz, teşmit. (Bkz. Teşmît)
Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır. Selâmına cevâb vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırıp Elhamdülillah diyene yerhamükallah demek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî-Müslim)
Aksırıp, Elhamdülillah diyene, namazda iken yerhamükallah demek namazı bozar. Namazın dışında hemen cevâb vermek üç kerreye kadar farz-ı kifâye, fazla aksırmalarda ise müstehabdır. (Riyâd-ün-Nâsihîn)
 
YE'S:
Ümitsizlik, ümîd kesmek.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allah'ın rahmetinden (af ve lütfundan) ye'se düşmeyiniz. Doğrusu, kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ye'se düşmez. (Yûsuf sûresi: 87)
Ye's hâlinde tövbe makbûldür. Fakat ye's hâlindeki îmân makbûl değildir. (Mâtürîdî)
Ey insan!.. Etrâfın, arzû ve emellerine uyduğu zaman, her şeyi, aklınla, ilminle, fenninle, gücünle, kuvvetinle yaptığına, bütün başarıları îcâdettiğine inanıyorsun. Hakk'ın sana verdiği vazîfeyi unutuyor ve o yüksek me'mûrluktan istifâ ediyor ve emâ nete sâhib çıkmaya kalkıyorsun. Kendini mâlik ve hâkim tanımak ve tanıtmak istiyorsun. Öte taraftan, etrâfın arzûlarına uymaz, dış kuvvetler seni mağlûb etmeye başlarsa, o zaman da kendinde hasret, hüsran, acz ve ye'sten başka bir şey görmüyorsun. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
 
YESEVİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ahmed Yesevî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
Tarîkatler başlıca ikidir. Zikr-i hafî yâni sessiz zikir yapan ve zikr-i cehrî yâni yüksek sesle zikir yapan tarîkatler. Birincisi, hazret-i Ebû Bekr'den gelmiş olup, mürşidlerinin (kurucu hocalarının) adına göre Tayfûriyye, Yeseviyye, Medâriyye, hak îki olan Bektâşiyye, Ahrâriyye, Ahmediyye-i müceddidiyye ve Hâlidiyye gibi isimler almışlardır. (Abdullah-ı Dehlevî)
Yeseviyye yolunun kurucusu olan Ahmed Yesevî hazretleri, Buhârâ'da yetişen evliyâdan Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinden tasavvuf ilmini tahsîl etti. Zâhirî ve bâtınî (mânevî) ilimlerde kısa müddet içinde yüksek derecelere ulaştı. Pek çok talebe yetiştir di. Onun kurduğu Yeseviyye kolu kısa zamanda Türkistan, Mâverâünnehr, Horasan ve Harezm'de yayıldı. Yeseviyye yolunun kurucusu olan Ahmed Yesevî hazretleri, vakitlerinin çoğunu Allahü teâlâya ibâdet etmekle ve talebelerine zâhirî ve bâtınî ilimleri ö ğretmekle geçirirdi. Devamlı olarak Hızır aleyhisselâmla görüşür, sohbet ederdi. Çocukluğundan îtibâren Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine tam tâbi olmakta hiç gevşeklik göstermemişti. 63 yaşına geldiği zaman Resûlullah efendimiz o sene âhirete teşrîf ettiklerinden, 63 yaşından sonra yeryüzünde durmağı uygun görmemiş, kendisine yer altında bir hücre yaptırmış ve vefât edinceye kadar orada kalmıştı. (Molla Câmî)
 
YETÎM:
Ergenliğe ulaşmadan babası ölmüş çocuk.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yetimlere bâliğ oldukları zaman mallarını verin. Helâli harâma değişmeyin. Kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır. (Nisâ sûresi: 2)
Yetimlerin mallarını zulmen (haksız olarak) yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yerler ve yakında alevli ateşe girecekler. (Nisâ sûresi: 10)
Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak büluğ (ergenlik) çağına ulaşıp rüşdü (malını dînin ve aklın uygun gördüğü yerlerde kullandığı) görülünceye kadar en güzel şekilde (malını koruyup çoğaltmak için) yaklaşabilirsiniz. Bir de ahdi (yapılan sözleşmeyi) yerine getirin. Çünkü verdiği sözden cayan (kıyâmet günü) sorumludur. (İsrâ sûresi: 34)
Kim şefkat ve merhametle bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu tüyler sayısınca sevâb alır. (Hadîs-i şerîf-Ahmed bin Hanbel ve Taberânî)
Müslüman evlerinin en hayırlısı içinde kendisine iyi muâmele yapılan yetimin bulunduğu evdir. Müslüman evlerinin en kötüsü de kendisine haksızlık yapılan yetimin bulunduğu evdir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
İlâhî! Ben iki zayıfın, yetim ile kadının haklarına tecâvüz etmeyi yasaklıyorum. (Hadîs-i şerîf-Nesâî))
Dul ve yetimlerin ihtiyâcına koşan, Allah yolunda cihâd edenlerle, gündüzün oruç tutup geceyi ibâdetle geçiren gibidir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Yetîmi kendine yakın tut. Başını elinle okşa ve onu sofrana oturt. Böyle yaparsan kalbin yumuşar ve hâcetin (ihtiyâcın) görülür. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Her kim kıymetli günlere hürmeten bir yetimin başını okşarsa, Hak teâlâ hazretleri, o yetimin başındaki kıl sayısınca o kimseye nîmet lutfeder. (Süleymân bin Cezâ)
Haksız yere yetîm malı yemek, büyük günâhlardandır. (Kutbüddîn-i İznikî)
İslâm dîninde yetîmlik, büluğa (ergenlik, evlenecek yaşa gelmekle) sona erer. (İbn-i Âbidîn)
 
YETMİŞ İKİ FIRKA:
Ehl-i sünnet yolundan (Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın bildirdiği doğru yoldan) ayrılan ve Cehennem'e gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilen bozuk fırkalar. Bunlara bid'at ehli veya dalâlet fırkaları da denir.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
"Benî İsrâil (İsrâiloğulları) yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ (hıristiyanlar) da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehennem'e gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç kısma ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem'e gidip, yalnız bir fırkası kurtulur." Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları) bu bir fırkanın kimler olduğunu sorunca; "Cehennem'den kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Milel ve Nihal, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce)
Yetmiş iki sapık fırkaya mensub olanlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları gibi inanmıyanlar, mânâsı açık olmayan nassları (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri) yanlış te'vil ettikleri (yorumladıkları) için kâfir olmuyorlar ise de, sapık inanışları yüzünden Cehennem'e gideceklerdir. Fakat müslüman oldukları için, azâbda sonsuz kalmayacak, îtikâdlarının (inanış) bozukluğu kadar yandıktan sonra tekrar çıkarılacak, Cennet'e sokulacaklardır. Yetmiş iki sapık fırka vardır. Bunların yaptıkları ibâdetlerin hiçbiri kabûl edilmez. (İmâm-ı Rabbânî)
Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yetmiş üç fırkaya ayrıldı. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan ve açık olanların da mânâları icmâ ile zarûrî olarak anlaşılmamış olan inanılacak ve yapılacak bilgilerde ictihâd ederken yanıl mak küfür (îmânsızlık) olmaz ise de büyük günâh olur. Müslümanların yetmiş üç fırkasından yetmiş iki fırkası böyle yanılmış, doğru yoldan ayrılmış, bid'at sâhibi olmuşlardır.Bunlar sapık inançlarının cezâsı olarak Cehennem'e gireceklerdir. Fakat müslüman oldukları için Cehennem'de sonsuz kalmayacaklar, azâb gördükten sonra çıkarılacaklardır. (Abdülganî Nablüsî)
Yetmiş iki bid'at (sapıklık) yolunun esâsı dokuz fırkadır ki bunlar; hâricî, şiî, mûtezile, mürcie, müşebbihe, cehmiyye, dırâriyye, neccâriyye ve kilâbiyyedir. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesinin zamânında bunların h içbiri yoktu. Bunların meydana çıkması ayrı ayrı yollara ayrılması, Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşları), Tâbiîn-i izâmın (Eshâbı gören büyükler) ve Fukahâ-i Seb'anın (yedi büyük fıkıh âliminin) ölümlerinden senelerce sonra idi. (Abdülkâdir-i Geylânî)
Eshâb-ı kirâmın hepsinin hakkında mümkün olduğu kadar iyi söyleyiniz. Onların hiçbirine sakın dil uzatmayınız. Yetmiş iki sapık fırkadan kimi ifrâta (aşırılığa) vararak taşkınlık yaptı, kimi tefrîte (aşırılığa) düşerek haklarını vermedi. Kimi akla gü vendi, kimi felsefeye ve eski Yunan felsefecilerine aldandı. Böylece İslâmiyet'te olmayan, hattâ yasak olan şeyleri yaptılar. Bid'atlere yâni sapıklığa sarıldılar. Sünneti yâni İslâmiyet'i bıraktılar. (Seyyid Alizâde)
 
YEVM-İ ÂHİR:
Âhiret günü. Îmân edilmesi lâzım olan altı şeyden beşincisi. Arkasından gece gelmeyen gün. Bu zamânın başlangıcı insanın öldüğü gündür. (Bkz. Âhiret, Kıyâmet)
 
YEVM-İ NAHR:
Kurban kesme günü. Zilhicce ayının onuncu yâni kurban bayramının birinci günü. On birinci ve on ikinci günleri de kurban kesme günü olduğundan hepsine birden eyyâm-ı nahr denildi.
 
YEVM-İ ŞEK:
Şüpheli gün. Havanın bulutlu olup, Ramazan ayı hilâlinin görülmemesi sebebiyle Şâbân ayının otuzuncu günü mü, yoksa Ramazân-ı şerîfin ilk günü mü olduğu bilinmeyen, Şâbân'ın yirmi dokuzundan sonra gelen gün.
Yevm-i şekte Ramazân-ı şerîf orucuna veya vâcib bir oruca niyet edilerek oruç tutulması tahrîmen (harama yakın) mekrûhtur. (M. Mevkûfâtî)
Yevm-i şek'te öğle namazı zamânına kadar oruç tutup, o gün Ramazan olduğu îlân edilmezse, orucu bozmak lâzım olur. Bozmayıp, oruca devâm etmek tahrîmen mekrûhtur. ( İbn-i Âbidîn)
 
YEZÎDÎLER:
Hazret-i Ali'ye düşman olan ve şeytana tapan kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka. İbâdiyye fırkasının kurucusu Abdullah bin İbâd'ın adamlarından Yezîd bin Enîse'ye uydukları için bu adı almışlardır. Emevî halîfelerinden Yezîd'in bunlarla hiçbir ilgi si yoktur.
Hâricîler yedi fırkadır. Bunlardan İbâdiyye fırkası, Abdullah bin İbâd adındaki kimsenin adamlarıdır. İbâdiyye fırkası dörde ayrıldı. Bunlardan Yezîd bin Enîse'nin adamlarına Yezîdî denildi. Yezîdîlere göre; Acemden bir peygamber gelecek, kendisine g ökte yazılmış bir kitâb inecek, Muhammed aleyhisselâmın dîninden çıkacak, Sâbiiyye olacak yâni yıldızlara tapınacaktır. Küçük ve büyük her günâhı işleyen kimse kâfir olmaktadır. (Seyid Şerîf Cürcânî)
İleri sürdükleri bozuk fikirlerden dolayı tâkibe uğrayan Yezîdîler, on ikinci asırda Kuzey Irak'taki Lâdeş vâdisine sığındılar. Âdî adlı birinin etrâfında toplanıp inanışlarını bölgedeki halk arasında yaydılar. Âdî'nin ölümünden sonra yerine kardeşin in oğlu ikinci Âdî geçti ve daha sonra da oğlu Şeyh Hasan reis oldu. Gün geçtikçe sayıları artan Yezîdîler üzerine Musul emiri İmâdüddîn Zengî kuvvet göndererek onları dağıttı. Âdî ve Yezîd bin Enîse'nin insan üstü varlıklar olduğunu kabûl eden ve müslümanlıkla hıristiyanlık karışımı bir inanca sâhib olan Yezîdîler, Osmanlılar zamânında da tâkibâta uğradılar. Osmanlı şeyhülislâmları, kendilerine müslüman adı verdikleri hâlde, helâle haram diyen, güneşe tapınan, iblise (şeytana) tâzim gösteren ülü'l-emre yâni devlet başkanına karşı isyân eden Yezîdîlerin bulundukları yerin dâr-ül-harb olduğuna ve İslâm askerinin bunlarla harb edeceğine dâir fetvâ verdiler. Irak, Sûriye, Yemen, Âzerbaycan, Türkiye ve Hindistan gibi yerlere dağılmış olan Yezîd îler bugün de mevcûddurlar. (M. Sıddîk Gümüş, Abbâs Azzâvî)
Yezîdîler, Arabî ve kürtçe yazılmış olan Kitâb-ül-Celve adlı kitâba çok önem verirler. Bu kitap, Maksimilyan Bütner tarafından Almanca'ya tercüme edilmiştir. Yezîdîler, iblise melek ve tâvûs derler. Şeytana söğeni öldürürler. Derdleri, belâları iblis yaratır derler. Lâdeş vâdisindeki Baadır köyünde bulunan ölülerini gidip dolaşmaya hac derler. Her gün güneş doğarken ona karşı dururlar. Sabah ilk ışık gelen toprağı öperler. Güneş batarken de ona yalvarırlar. Bu yaptıklarına namaz kılmak, ibâdet etmek derler. Ocak ayında üç gün oruç tutan Yezîdîlerin okuma-yazma öğrenmesi ve sakal bırakması büyük günahtır. (M. Sıddîk Gümüş)
 
YILBAŞI:
Sene başı. Yeni bir senenin başlaması. Başlangıç zamânına göre iki çeşit sene vardır. Mîlâdî ve hicrî sene.
Mîlâdî sene Îsâ aleyhisselâmın doğum günü zannedilen târih ile başladığı kabûl edilir. Ancak Îsâ aleyhisselâmın doğum zamânı kesin olarak bilinmediği için, bu senenin başlangıcı tahmîne dayanmakta, ilmî ve târihî bir gerçek taşımamaktadır. Bir Ocak'ı n (Kânûn-i sânî) yılbaşı olarak kabûl edilmesi, Fransa kralı Dokuzuncu Şarl'ın 1563'de verdiği emirle benimsenmiştir. (Bkz. Noel) (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Hicrî sene, Peygamber efendimizin Mekke'den, Medîne'ye hicret ettiği seneden başlar. Hicrî senenin başı Muharrem ayının birinci Cumâ günüdür. Muharrem ayının birinci gecesi müslümanların kamerî yılbaşı gecesidir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
 
YOLCU:
Yola çıkan, konuk, seferî kimse. (Bkz. Müsâfir)
Dünyâda sanki bir garîb gibi veya yola çıkacak bir yolcu gibi ol ve kendini kabir ehlinden bil. (Hadîs-i şerîf-Et-Tâc)
 
YUHANNA:
1. Îsâ aleyhisselâma îmân eden on iki havârîden biri. İbrânî dilinde Yahyâ demektir.Rumca'da Yohannes, İngilizce'de Can, Fransızca'da Jan denir. Dört İncîl'i yazanlardan biridir. Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin oğlu idi. Yüz senesinde Efes'te öldü. Hır istiyanlar, on ikinci ayın yirmi yedisinde yortusunu yaparlar.
2. Dört İncîl'den biri.
Hıristiyanların dinlerinin esâsı olan ve İncîl dedikleri dört kitâb, Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm ile gönderdiği asıl İncîl-i şerîf değildir. Bu dört kitab, Îsâ aleyhisselâm semâya çıkarıldıktan sonra dört kimse tarafından yazılmış birer târi h kitabıdırlar. Bunlardan birincisi Matta olup, ahbablarının arzû ve ısrarları üzerine gördüklerini ve işittiklerini bildirmek için Îsâ aleyhisselâm semâya çıkarıldıktan on iki sene sonra yazmıştır. İkincisi Markos olup havârîlerden işittiklerini yirmi sekiz sene sonra yazmıştır. Üçüncüsü Luka olup, otuz iki sene sonra işittiklerini bildirmek için İskenderiyye'de bir târih yazmıştır. Dördüncüsü Yuhanna olup, Îsâ aleyhisselâm semâya çıkarıldıktan kırk beş sene sonra yazmıştır. Bu dört İncîl birbi rine uymayan ihtilaflarla doludur.Halbuki asıl İncîl, Îsâ aleyhisselâma indirilmiş olup, tek bir kitab idi. İçinde birbirlerine uymayan, hâdiselere ters düşen bir şey olmadığı muhakkak idi. Kur'ân-ı kerîmin bildirdiği Allah kelâmı olan bu İncîl'in bu dört târih kitabından başka olduğu anlaşılmaktadır. (Abdullah Abdi bin Destân Mustafa)
 
YÛNUS ALEYHİSSELÂM:
Musul yakınındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber. Babasının ismi Metâ'dır. Yûnus aleyhisselâm Âsûr Devleti'nin başşehri ve önemli bir ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhakkak Yûnus (bin Metâ aleyhisselâm) da peygamberlerdendir. (Sâffât sûresi: 139)
Biz Yûnus'un (aleyhisselâm) duâsına icâbet edip, onu gamdan (gecenin, denizin ve balığın karnındaki karanlıktan) halâs eyledik (kurtardık) . Bunun gibi biz mü'minleri halâs ederiz. (Enbiyâ sûresi: 88)
Balığın karnındayken Yûnus'un (aleyhisselâm) yaptığı duâ "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn" idi. Müslüman kişi bu duâyı her ne şey için okursa, Allahü teâlâ elbette kabûl eder. (Hadîs-i şerîf-Rûh-ul-Beyân)
Yûnus aleyhisselâmın babası olan Metâ sâlih bir kimseydi. Allahü teâlâdan sâlih bir evlâd ihsân etmesi için duâ etti. Allahü teâlâ ona Yûnus'u (aleyhisselâm) ihsân etti. Kavmi içinde emîn, yalan söylemeyen, yardımsever bir kişi olarak meşhûr oldu. Ot uz yaşına gelince, Nineve ahâlisine peygamber olduğu bildirildi. Yûnus aleyhisselâm senelerce kavmini îmâna dâvet etti. Putlara, heykellere tapan Nineve ehli onu dinlemediler. Heykellere tapmaktan vazgeçmediler. Yûnus aleyhisselâm üzüldü. Dicle nehri kenarına geldi. Gemiye bindi. Hâlbuki Allahü teâlâ böyle emir vermemişti. Gemi yürümedi. Kur'a çektiler. Yûnus aleyhisselâma isâbet etti. Suçlu benim buyurdu. Denize attılar. Balık yuttu. Tövbe etti. Balık bunu bir kenâra çıkardı. Ölüm hâlinde idi. Tekrar kuvvet buldu. Yeniden Nineve'ye gitmesi emrolundu. Yûnus aleyhisselâm gelmeden önce hava kararmış, her yeri kara duman kaplamıştı. Kavmi korkup, tövbe etmiş, tövbeleri kabûl olup azâb geri alınmıştı. Yûnus aleyhisselâm gelince, onun sözlerini dinlediler. Kavmi mes'ûd ve iyilik üzere yıllarca yaşadı. Şarkta Midyalılar, Bâbil'de Keldânîler meydana geldi. Yûnus aleyhisselâm seksen üç yaşında iken, Nineve'de vefât etti. (Nişâbûrî, Nişancızâde, Taberî)
 
YÛNUS SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin onuncu sûresi.
Yûnus sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Sâdece 40, 94, 95 ve 96. âyetler Medîne'de nâzil oldu. Yüz dokuz âyet-i kerîmedir. Doksan sekizinci âyet-i kerîmede Yûnus aleyhisselâmın kavminden bahsedildiği için, sûreye bu isim verilmiştir. Sûrede; Nûh ve Mûsâ aleyhimesselâma dâir kıssalar, rahmet-i ilâhiyyenin, azâb-ı ilâhîden daha çok olduğu bildirilmektedir. (Râzî, İbn-i Abbâs, Kurtubî)
Yûnus sûresinde meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki; Allahü teâlânın evliyâsı için azâb korkusu, nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur. (Âyet: 62)
Kim Yûnus sûresini okursa, Yûnus aleyhisselâmı tasdîk (îmân) ve tekzîb edenlerin (yalanlayanların) ve Fir'avn ile boğulanların adedinin on katı sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
 
Geri
Üst