Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Tevhîd-i Vücûdî:
Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) yok bilmektir.
Tevhîd-i vücûdîyi ilk açıklayan Muhyiddîn-i Arabî'dir. (İmâm-ı Rabbânî)
Büyük pederim Abdülehad, tevhîd-i vücûdda çok ileride idi. Bu yolda yüksek kitaplar yazmıştı. Bununla berâber, dînin edeplerinden hiçbirini bırakmazdı. (İmâm-ı Rabbânî)
 
TE'VÎL:
1. Yorumlamak, açıklamak.
Bir müslümanın bir sözü veya bir işi birçok bakımdan kâfir (îmânsız) olacağını gösterse, bir bakımdan ise, kâfir olmıyacağını gösterse, bu bir bakıma göre te'vîl edilmeli ona kâfir dememelidir. (İbn-i Âbidîn)
2. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden ve Eshâb-ı kirâmdan bildirdikleri tefsirlere (açıklamalara) bağlı kalarak âyet-i kerîmeleri açıklamak veya bu şekilde yapılan açıklamalar ve îzâhlar.
Tefsîr âlimleri, tefsîre uygun olan te'villeri de tefsîr olarak kabûl etmişlerdir. Bunlara re'y tefsîri denir. Te'vîl, nakle ve din bilgilerine uygun olmazsa, tefsîr değil, yazanın kendi düşüncesi olur. Nitekim hadîs-i şerîfte; "Kur'ân-ı kerîmi kendi görüşü ile açıklayan hatâ etmiştir" buyrulmuştur. Bunun içindir ki, Kur'ân-ı kerîmde mânâsı açık olmayan yerlerden, yalnız akla güvenip, yanlış te'vîl yapılarak yanlış mânâlar çıkarılması netîcesinde yetmiş iki bid'at ve dalâlet fırkası ortaya çıktı (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Te'vîllerin doğruluğu tefsîr ile ölçerek anlaşılır. Te'vîl tefsîre uymazsa atılır. Uyarsa alınabilir denildi. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
Ehl-i sünnet âlimleri, nassları, zâhirleri üzere almışlardır. Yâni âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere açık olan mânâları vermişler, zarûret olmadıkça, nassları te'vîl etmemişler, bu mânâları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile h içbir değişiklik yapmamışlardır.Sapık fırkalardan olanlar ve mezhebsizler ise, îmân bilgilerinde ve ibâdetlerde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir. (Seyyid Abdülhakîm)
 
TEVKÎFÎ:
İslâmiyet'in bildirmesine bağlı olan ve değiştirilmesi câiz olmayan.
Allahü teâlânın ism-i şerîfleri tevkîfîdir. Şerîatin bildirdiği isimler söylenir. Bunlardan başka isimler ile zikretmeye, anmaya şerîat (İslâmiyet) izin vermemiştir. (Seyyid Şerîf)
 
TEVKÎL:
1. Vekîl tâyin etme. Kadına, kendini boşamak için seni vekil ettim demek. ( Bkz. Vekîl)
İslâmiyet'te erkeğin talak (boşama) hakkını başkasına bırakması üç türlü olur:
1) Tefvîd: Erkeğin zevcesine (hanımına); "Kendini sen boşa" diyerek talağı (boşamayı) zevcesinin arzûsuna bırakması. Buna temlîk de denir.
2) Tevkîl etmek.
3) Temlîk haberini başkası ile veya mektupla zevceye (kadına) ulaştırmaktır. Zevce, haberi aldığı mecliste (yerde) kendini boşayabilir. (Ahmed Zühdü, M. Zihni Efendi)
2. Bir ibâdetin, bir işin yapılması husûsunda birini kendine vekîl tâyin etme.
Zenginin kesmesi vâcib olan kurbanı, fakîrlere veya hayır, yardım cemiyetlerine diri olarak sadaka vermek kurbân olmaz. Kesmek vâcibdir. Kurbana verilen para sevâbı, yüz misli sadaka sevâbından kat kat daha fazladır. Kurbanı satın alması, kesmesi ve etini dağıtması ve bunları dilediğine de yaptırması için birini tevkîl etmek, parasını veya diri hayvanı vekîle vermek câizdir. Fakat vekîl kılınan kişinin, keserken başında bulunması müstehâbdır (iyidir). (Ebû Bekr Ali, M. Zihni Efendi)
 
TEVVÂB (Et-Tevvâb):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına tövbe etme sebeblerini kolaylaştıran, şartlarına uygun tövbe edenlerin tövbesini kabûl eden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ve o zaman İbrâhim ve İsmâil (aleyhimesselâm) Kâbe'nin temellerini yükselttiler ve şöyle duâ ettiler: "Ey Rabbimiz! Bizden bu hayırlı işi kabûl buyur. Hakîkaten sen duâmızı işitici ve niyetimizi bilicisin. Ey Rabbimiz! Bizi sana teslîm ve ihlâs sâhibi olmakta sâbit kıl. Soyumuzdan bir topluluğu da sana boyun eğen bir ümmet yap. Bize ibâdet yollarımızı ve hac vazîfelerimizi göster, kusurlarımızı affedip, tövbemizi kabûl buyur. Muhakkak ki sen, tevvâbsın ve rahîmsin (âhirette mü'minlere merhamet buyuransın) . (Bekara sûresi: 127,128)
Onlar bilmediler mi ki, şüphesiz Allahü teâlâ kullarından tövbeyi kabûl edecek, sadakaları alacak olan ancak kendisidir. Ve hakîkatte tevvâb ve rahîm yalnız O'dur. (Tevbe sûresi: 104)
Bir kimse duhâ namazından sonra üç yüz altmış defâ et-Tevvâb ism-i şerîfini söylerse tövbesi kabûl olur. On defâ bir zâlim üzerine söylendiğinde zâlimin zulmünden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)
 
TEYEMMÜM:
Su bulunmadığı veya bulunup da özür sebebiyle kullanmak mümkün olmadığı takdirde; temiz toprak veya taş, kum, ker*** gibi toprak cinsinden bir şey ile hadesi yâni mânevî kirliliği, abdestsizliği gidermek için, elleri toprağa sürüp yüzü ve kolları mes h etmek.
Hicretin beşinci senesinde Benî Müstalak Gazvesi sırasında mücâhidler yâni Eshâb-ı kirâm su bulamadıkları için bir sabah namazını kılamama tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardı. Bunun üzerine teyemüm ile ilgili âyet-i kerîme nâzil oldu (indi). Meâl en; "Su bulamadığınız zaman temiz toprağa teyemmüm ediniz" buyruldu. (Mâide sûresi: 6) (Senâullah Dehlevî)
Teyemmüm, suyu bulamadığı zaman müslümanın temizliğidir. (Hadîs-i şerîf-Nîmet-i İslâm)
Gusül (boy) abdesti alınca, soğuktan ölmek veya hasta olmak tehlikesi varsa, şehirde dahî olsa, hamam parası yoksa ve başka çâre bulamazsa, gusül abdesti için teyemmüm eder. (Tahtâvî, M. Zihni Efendi)
Hastanın, abdest veya gusül ile veya hareket etmekle, hastalığının artacağı veya iyi olması uzayacağı, kendi tecrübesi ile veya mütehassıs ve açıkça günâh işlemeyen müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılırsa, teyemmüm eder. (İbn-i Âbidîn, Tahtâvî)
Teyemmüm ile namaz kılmak ancak Muhammed aleyhisselâmın dînine mahsustur. (Kutbüddîn-i İznikî)
 
TEZEKKÜR:
Hâfızadaki bilgileri, istenildiği zaman hatırlamak.
İnsanın bâtınında (içinde) hiss-i müşterek, hayâl, tefekkür, tezekkür ve hıfz kuvvetleri vardır. Allahü teâlâ bu kuvvetleri yaratmasa, el, ayak ve kuvvetlerden hâli (mahrûm) kaldıkları gibi beyin de boş kalır (İmâm-ı Gazâlî)
 
Tezekkür-i Mevt:
Ölümü hatırlamak. İnsanın kendini ölmüş, teneşir tahtası üzerinde yıkanmış, kefene sarılmış ve tabuta konulmuş ve mezâra gömülmüş olarak düşünmesi.
Tezekkür-i mevt, lezzetleri yıkar, eğlencelere son verir. (Hadîs-i şerîf-Tebyîn)
Muhammed Behâüddîn-i Buhârî (kuddise sirruh) her gün yirmi kere tezekkür-i mevt ederdi. (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Tezekkür-i mevt edenler, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına sarılıp, günâhlardan sakınırlar. Haram işlemeye cesâretleri azalır. (İbn-i Receb)
 
TEZELLÜL:
Bayağılık, kendini aşağı tutmak. Tevâzûnun aşırı derecesi.
Tezellül kötü huylardan biridir. Bir âlimin yanına câhil bir kimse geldiği zaman, âlimin ayağa kalkıp, yerine bunu oturtması ve gideceği zaman kapıya kadar yanında yürümesi ve kunduralarını önüne koyması tezellüle bir misâldir. Yalnız ayağa kalkıp ot ursaydı, ona yer gösterseydi ve işini, hâlini ve niçin geldiğini sorsaydı, suâllerine güler yüzle cevap verseydi, dâvetini kabûl etseydi ve sıkıntısını giderecek şey yapsaydı, tevâzû göstermiş olurdu. Hadîs-i şerîfte; "Din kardeşini sıkıntıdan kurtarana hac ve umre sevâbı verilir" buyruldu. Bir günlük yiyeceği, içeceği olan kimsenin dilenmesi, tezellül olup, haramdır. Bunun, bir günlük nafakası olmayan için veya borçlu için yardım toplaması tezellül olmaz. Fazla hediye almak için az bir şeyi hediye vermek de tezellül olur. Âyet-i kerîme, böyle hediye vermeyi men etmektedir. (Muhammed Hâdimî)
 
TEZKİYE:
Pâk ve temiz etmek, kalbi temizlemek.
Bir sâlik (tasavvuf yolcusu), niyetini düzelttikten ve kendini dünyâ arzularından kurtardıktan sonra, Allahü teâlânın ismini zikr etmeğe başlar. Güç riyâzetler (nefsin arzularını yapmamak) çeker. Şiddetli, ağır mücâhedeler (nefsin istemediği şeyleri yapmak) yapar. Böylece tezkiye hâsıl olur ve kötü huyları iyi huylara döner. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Tezkiye-i Nefs:
1. Nefsi, İslâmiyet'in haram ettiği, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden temizlemek.
Tezkiye-i nefs yapınca, kalb tasfiye bulur yâni kalbin Allahü teâlâdan başkasına, mahlûklara bağlılığı kalmaz. Haramlara, günahlara meyletmez. Haramları istemekten kesilme dikçe nefs, Kalb ilâhî nûrlara, ayna olamaz hiç.
(İmâm-ı Rabbânî, Mevâkıb Tefsîri)
2. Nefsini beğenme, insanın kendindeki nîmetleri, iyilikleri, kendinden bilip, Allahü teâlânın verdiğini düşünmemesi. Bu nîmetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünmek ise, şükr olur.
 
TEZVÎC:
Evlendirme, kocaya verme.
Kadını, kendisi veya vekîli yâhut velîsi (babası, dedesi, sonra erkek kardeşi, amcası ...) tezvîc eder. (Saîdeddîn Fergânî, M. Zihni Efendi)
Erkek velîleri bulunmayan yetimleri, Hanefî mezhebinde anaları tezvîc edebilir. (İbn-i Âbidîn)
Hanefî mezhebindeki bir kimse, kolaylık olmak bakımından nikâhını tâzelemek, yenilemek için, zevcesinden (hanımından) vekâlet almalı, iki şâhit yanında "Öteden beri nikâhım altında bulunan zevcemi onun tarafından vekîl olarak ve tarafımdan asîl olara k kendime tezvîc ettim" demelidir. (Kâdızâde Ahmed Efendi)
 
TEZYÎN:
Süslemek.
Dünyâ hayâtı, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü tezyîn etmekle uğraşmayın. Hemen geçip gidin! (Hadîs-i şerîf-Mârifetnâme)
Yâ Ali! İnsanları görürsün ki dünyâyı tezyîn etmeye çalışıyorlar. Sen dînini tezyîn etmeye çalış. (Hadîs-i şerîf, Miftâh-un-Necât)
Müslümanın her şeyden evvel kalbini temizlemesi lâzımdır. Çünkü kalb bütün bedenin reisidir. Peygamber efendimiz; "İnsanın kalbinde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvlar iyi; kötü olursa, bütün uzuvlar bozuk olur. Bu kalbdir" buyurdu. Yâni bu, yürek denilen et parçasındaki gönüldür. Bunun iyi olması, kötü ahlâktan temizlenmesi ve iyi ahlâk ile tezyîn edilmesidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Herkes dışa kıymet verip, dışını süslerken siz içinizi tezyîn edin. İslâm'ın emir ve yasaklarına uyarak kalbinizi tezyîn edin. (Ahmed-i Câmî)
 
TİCÂRET EŞYÂSI:
Ticâret niyetiyle alınıp, ticâret için saklanılan eşyâ.
Eşyânın ticâret eşyâsı sayılması için ticâret niyetiyle satın alınması lâzımdır. Uşur vermesi lâzım gelen topraklardan hâsıl olan ve mîrâs olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabûl edince mülk olan şeylerde ticârete niyet edilse de bunlar ticâ ret eşyâsı olmaz. Çünkü ticâret niyeti alış-verişte olur. Bunları satınca veya kirâya verince eline geçen mal ticâret eşyâsı olur. (İbn-i Âbidîn)
Canlı cansız her mal, meselâ yerden, denizden çıkarılmış tuzlar, oksidler, naft, yâni petrol ve benzerleri, ticâret yapmak için, yâni satmak için satın alındıkları zaman ticâret eşyâsı olurlar. Altın ve gümüş gibi zekâta tâbidirler. Altın ile gümüş h er ne niyet ile olursa olsun, hep ticâret eşyâsıdır. (İbn-i Âbidîn)
 
TİLÂVET:
Kur'ân-ı kerîm okumak.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Onlar geceleri secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini tilâvet ederler. (Âl-i İmrân sûresi: 113)
Onlara Allah'ın âyetleri tilâvet olunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. (Meryem sûresi: 58)
Bu Kur'ân-ı kerîmi öğreniniz. Şüphesiz ki onu tilâvet etmekle her harfine bedel on sevapla mükâfâtlandırılırsınız. (Hadîs-i şerîf-Dârimî)
Mahşer günü (insanlar ve bütün canlılar diriltilip bir yerde toplandıkları zaman); "Muhammed aleyhisselâm nerededir?" diye bir nidâ işitilir. Peygamber efendimiz gelir. Cenâb-ı Hak; "Yâ Muhammed! Cibrîl sana Kur'ân-ı kerîmi teblîğ ettim diyor" O da; "Evet yâ Rabbî!" der. Cenâb-ı Hak; "Yâ Muhammed! Minbere çık ve Kur'ân-ı kerîmi tilâvet et" buyurur. Peygamber efendimiz, Kur'ân-ı kerîmi tilâvet edip, gâyet güzel ve tatlı bir şekilde okur. Mü'minleri müjdeler. Onların yüzleri güler ve sevinirler. Kur'ân-ı kerîme inanmayanların, bu mübârek kitâba (hâşâ) çöl kânûnu diyenlerin ise, yüzleri gâyet çirkin olur. (İmâm-ı Gazâlî)
 
Tilâvet Secdesi:
Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyetinden herhangi birini okuyan veya işiten bir mükellefin yâni akıllı ve ergenlik çağına erişmiş bir müslümanın yapması vâcib (lâzım gelen) secde. Secde âyetleri, Kur'ân-ı kerîmin; A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, H ac, Furkân, Neml, Secde, Sâd, Necm, İnşikâk ve Alak sûrelerinde bulunmaktadır. (Bkz. Secde)
Namazda aranan şartlar tilâvet secdesinde de aranır. Hadesten (abdestsizlik ve cünüplükten) ve necâsetten (gözle görülen pislikten)temizlenmek, setr-i avret (avret yerlerini örtmek) ve istikbâl-i kıble (kıbleye dönmek) gibi şartları taşımıyan kimse, secde âyetini duyduğu zaman bu şartları yerine getirdikten sonra secdesini yapar. (İmâm-ı Gazâlî)
Tilâvet secdesi şöyle yapılır: Niyet edilerek eller kaldırılmadan Allahü ekber diyerek secdeye varılır. Secdede üç kere; "Sübhâne rabbiyel a'lâ" denir. Sonra Allahü ekber denilerek ayağa kalkılır. (M. Zihni Efendi)
Tilâvet secdesinin hükmü, dünyâda bir vâcibi yerine getirip borcundan kurtulmak ve âhirette de sevâba kavuşmaktır. (M. Zihni Efendi)
Fonografta (gromafonda, teybde, radyoda ve televizyonda) okunan secde âyetini işitenin tilâvet secdesi yapması vâcib olmaz. (Muhammed Bahît el-Mutî')
Bir kimse hüzünden, sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak on dört secde âyetini (ezberden ayakta) okuyup her birinden sonra, hemen tilâvet secdesi yaparsa, Allahü teâlâ o kimseyi o derd ve belâdan korur. (İmâm-ı Nesefî)
 
TİMÂR:
Osmanlı Devleti'nin geçimlerine ve hizmetlerine âit masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerde kendi nâm ve hesaplarına tahsîl selâhiyeti ile birlikte tahsîs etmiş olduğu vergi kaynaklarına verilen isim. Dirlik.
Arâzi, timar verilen kimsenin mülkü değildir. Timar sâhibi arâziyi, reâyâya (vergi vermekle mükellef olan vatandaşa) işletmek üzere verir, mahsûlden ve reâyânın şahsından devletin alacağı vergileri toplar. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)
 
TİMSÂL:
Kumaşa, kâğıda, duvara ve başka yerlere yapılmış canlı resimler.
Saneme (odundan, altından, gümüşten yapılan insan heykeline), vesene (taştan yapılan insan heykeline), sûrete ve timsâle tapınmak, onların fayda ve zarar yapacaklarına inanmak, şirk (Allahü teâlâya ortak koşma) çeşitlerinden biri olup, böyle tapınanl ara putperest ve müşrik denir. (Tahtâvî)
Üzerinde timsâl bulunan elbise ile namaz kılmak tahrîmen mekruhtur. Cansız resimleri bulunursa, mekrûh olmaz. (İbn-i Âbidîn)
Namazda giymese de üzerinde timsâl bulunan elbise giymek her zaman mekrûhtur. (Abdülganî Nablüsî, Tahtâvî)
 
TÎN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin doksan beşinci sûresi.
Tîn sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Sekiz âyettir.Tîn, dağ adı veya incir demektir.Sûrede dört şeye yemîn edildikten sonra, insanoğlunun yaratılışı, kâinâtın en güzel yaratığı olduğu, buna rağmen günâh ve isyânı yüzünden aşağıların aşağısı hâline geldiği bildirilmektedir. (Râzî, Kurtûbî)
Tîn sûresinde meâlen buyruldu ki:
Biz insanın rûhunu, güzel bir sûrette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik. (Âyet: 4,5)
Kim Tîn sûresini okursa, sağ olduğu müddetçe Allahü teâlâ ona (dünyâda) yakîn ve âfiyet verir. Vefât ettiği zaman da bu sûreyi okuyanların adedince sevâb verir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
 
TİVELE:
Bir kadına kocası buğzedip (gizli düşmanlık edip) kendisinden soğuduktan sonra, kadının, kocasının sevgisini tekrar celbetmek (çekmek) için mutlak te'sir edeceğine inanarak sihir yapması.
Tivele şirktir (Allahü teâlâya eş, ortak koşmadır) . (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Hadîs-i şerîfte tivelenin şirk sayılması, tivelenin Allahü teâlânın takdîrinin ve dilediğinin aksini yapabileceğine inanıldığından dolayıdır. (İbn-ül-Esîr)
Kadının tivele yapması bir çeşit sihirbazlıktır. Sihir ise haramdır. (İbn-i Vehbân)
Kadının yapmış olduğu rukye, âyetlerin ve Resûlullah'tan gelen duâların yazılması değil de; bunlardan başka şeyler de orada yazılır veya okunursa, o tivele sihir hükmünde olur. (İbn-i Âbidîn)
 
Geri
Üst