Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
MAÂZ-ALLAH:
"Allahü teâlâya sığınırım" mânâsına, tehlikeli, zararlı ve istenmeyen durumlardan korunmak için söylenen bir söz.
Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
Yûsuf (aleyhisselâm); "Maâz-Allah, biz malımızı kimin yanında bulmuşsak ancak onu alırız. Yoksa haksızlık etmiş oluruz" dedi. (Yûsuf sûresi: 79)
 
MA'BED:
İbâdet edilen yer.
Yeryüzünde yapılan ilk ma'bed, Mekke şehrindeki Kâbe'dir. Buraya Mescid-i Harâm da denir. (Azrâkî)
Müslümanların mâbedine mescid ve câmi, Yahûdîlerin ma'bedlerine sinagog ve havra, hıristiyanların ma'bedine kilise ve bi'a veya savme'a, denir. (M. Sıddîk bin Saîd)
Masonların 1900 senesindeki toplantılarına âit zabıtların yüz ikinci sahifesinde; "Dindarlara ve ma'bedlere galebe çalmak kâfi değildir. Asıl maksadımız, dinleri yok etmektir" yazılıdır. (M. Sıddîk bin Saîd)
 
MA'BÛD:
Kendisine ibâdet olunan, tapınılan.
Yerde ve gökte, Allahü teâlâdan başka, ibâdet edilmeğe hakkı olan ve tapılmağa lâyık hiçbir şey ve hiçbir kimse yoktur. Hakîki ma'bûd ancak Allahü teâlâdır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
MÂCİD (El-Mâcidü): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Şânı, şerefi yüksek olan.
El-Mâcid ism-i şerîfini okuyanın kalbi nurlanır. (Yûsuf Nebhânî)
 
MÂCİN:
Sapık îtikâdını başkasına bulaştırmak çabasında olan.
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Ümmetimin ihtilâfı (amelde, yapılacak işler konusunda mezheblere ayrılması) rahmettir. Hakkı doğruyu bulmak için çalışırlarken, ihtilâfa düşerler. Bu çalışmaları ise, rahmete sebeb olur." Bu hadîs-i şerîfi iki kimse inkâr etmiştir. Biri mâcin, ikincisi mülhiddir. Mülhid, âyet-i kerîmelere dünyâ çıkarlarına göre mânâ vererek îmânı giden kimsedir. (Kastalânî)
 
MADDE:
Ağırlığı olan ve boşlukta yer kaplıyan varlık.
Hava, su, taş, cam ayrı birer maddedir. Işık ve ses, madde değildir. Çünkü yer kaplamaz ve ağırlıkları yoktur. Her madde; katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç hâlde bulunur. Sıvı ve gaz hâlindeki maddelerin, kendilerine mahsûs belli şekilleri yoktur. Bun lar, bulundukları kabın şeklini alırlar. Maddenin şekil almış hâline cisim denir. Maddeler, hep cisim hâlinde bulunur. Meselâ, anahtar , iğne, masa ve çivi, başka başka cisimdir. Şekilleri başkadır, fakat hepsi demir maddesinden yapılmıştır. (Muhammed Sıddîk bin Saîd)
Âlem, madde ve özelliklerden meydana gelmiştir. Bütün âlem hâdistir, yâni yok iken sonradan yaratılmıştır. (Berhurdâr)
Madde, Allahü teâlânın kuvvet ve kudreti ile varlıkta kalmaktadır. Kendi kendine duran madde yoktur. Bütün cisimleri, her şeyi varlıkta durduran, Allahü teâlâdır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
MADDÎ TEMİZLİK:
Bedenin, elbisenin ve oturulan yerin temizliği.
Bir müslüman, maddî temizliğe çok dikkat eder. Câmilere evlere ayakkabı ile girmez. Halılar, döşemeler, tozsuz temiz olur. Evinde hamamı vardır. Kendisi, çamaşırları, yemekleri hep temiz olur. Onun için mikrop ve hastalık bulunmaz. (Kemahlı Feyzullah)
Maddî temizliğe çok dikkat eden müslüman, mânevî temizliğe de dikkat eder. Dînimizin emir ve yasaklarına uyarak mânen temizlenmiş olur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
 
MADDİYYÛN:
Maddenin hep var olduğuna, sonradan yaratılmadığına ve yok olmayacağına inananlar, maddeciler.
Kendilerini akıllı ve hiç yanılmaz sanan dinsizlerin birincisi maddiyyûn olup, bunlar, Allahü teâlânın varlığına inanmıyor; âlem, böyle kendiliğinden gelmiş ve böyle gidecektir, bunun yaratanı yoktur diyorlar. Canlılar da, böyle birbirlerinden üreyip , sonsuz olarak sürecektir, diyorlar. Bütün bunlar ve yolunda gidenlerin hepsi de müslüman değildirler. (İmâm-ı Gazâlî)
Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz ve O'nun sohbetinde yetişmiş mübârek arkadaşlarının yolunda giden İslâm âlimleri), kitablarında maddiyyûnun sözlerini ve müslüman olmayanların, İslâmiyet'e sokmak istedikleri uydurmaları delîller ve tartışm alar ile reddederek hepsini susturmuşlar, din düşmanlarının hazırladıkları fitne ve fesâd ateşlerini söndürmüşler, bozuk düşüncelerini çürütmüşlerdir... (Abdülhakîm Arvâsî)
 
MA'DÛM:
Yok olan, mevcût olmayan
Ma'dûmun bey'i yâni satışı bâtıldır, hiçbir bakımdan dîne uygun değildir. (Mecelle)
 
MAĞFİRET:
Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey günâhı çok olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz. Allah, günahların hepsini affeder. O, sonsuz mağfiret ve nihâyetsiz merhâmet sâhibidir. (Zümer sûresi: 53)
Rabbinizden mağfiret istemeğe ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennet'in büyüklüğü, gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı... (Âl-i İmrân sûresi: 133)
Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ey âdemoğlu (insanoğlu) ! Sen benden ümidli bulundukça, senden meydana gelen günâhları mağfiret ederim. Ey âdemoğlu! Senin günâhların gökyüzünü dolduracak dereceyi de bulsa, benden mağfiret dilersen seni bağışlarım. Ey âdemoğlu! Bütün yer dolusu günahlarla gelip de, bana hiçbir şerîk (ortak) koşmayarak huzûruma çıkarsan, ben seni bütün yer dolusu mağfiretle karşılarım. (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn)
Müslüman kardeşini sevindirmek, Allahü teâlânın af ve mağfiretine sebeb olur. (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Metcer-ür-Râbih)
Allahü teâlânın af ve mağfireti o kadar büyüktür ki (çoktur ki), ben suçuma büyük demekten utanırım. (Sa'dî Şîrâzî)
 
MAĞRÛR:
Gururlu. (Bkz. Gurûr)
Akıllı kimse başkalarının ayıbına bakmaz. Kişinin aybını yüzüne vurmaz. Malı çoğaldıkça, mağrûr olup ahlâkını bozmaz. (İdrîs aleyhisselâm)
Ey oğlum! Sende olmayan fazîletler ile insanlar seni medh ederlerse, sakın mağrûr olma. Kendinden aşağısını hor görme. Ahmaklara, câhillere karşı sükût eyle. (Lokman Hakîm) Mala mülke mağrûr olma, deme var mı ben gibi! Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
 
MAHBÛB:
Muhabbet edilen. Sevilen, sevgili.
Muhammed Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem mahbûb-i Rabbülâlemîndir. Allahü teâlânın sevgilisidir. (İmâm-ı Kastalânî)
Sevgiliden gelen her şey mahbûbdur. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Mahbûb-i Hudâ:
Allahü teâlânın habîbi, sevgilisi Muhammed aleyhisselâm.
Muhammed Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Mahbûb-i Hüdâ'dır. Gelmiş ve gelecek bütün varlıkların her bakımdan en üstünüdür. (İmâm-ı Rabbânî) Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hüdâdır bu, Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâ'dır bu.
(Yûsuf Nâbi)
 
MAHBÛBİYYET:
Sevgili olmak.
Peygamber efendimize tâbi olmanın en yüksek derecesi mahbûbiyyet ve ma'şûkiyyet (çok sevilen olmak) kemâlâtına (üstünlüklerine) sâhib olmaktır ki, bu, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsûstur. Bunun ele geçmesi için muhabbet, sevmek lâzımdır. ( İmâm-ı Rabbânî)
Âhirette azâblardan kurtulmak ve sonsuz seâdete kavuşmak, ancak geçmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe (hazret-i Muhammed aleyhisselâma) uymakla olur. O'na uymakla mahbûbiyyet makâmına erişilir. O'nun yolunda bulunmakla, Allahü teâlânın zâtı nın tecellîsine kavuşulur. (Abdülhak-ı Dehlevî)
 
MAHCÛR:
Çocukluk, sefîhlik, delilik, kölelik, bunaklık vs. gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf hakkından, kullanmaktan men edilen kimse. (Bkz. Hicr)
Mahcûr iki kısımdır:
1- Çocuk, deli ve maraz-ı mevt (ölüm hâlinde) bulunanlar.
2- Hâkimin hükmüyle mahcûr olanlar, medyûnlar (borçlular), ma'tûhlar (bunaklar), rakîkler (köleler), eblehler (ahmaklar) ve mâcinler yâni kötü din adamlarıdır. (Fetâvâ-i Hindiyye)
Çocuk kendi malını kullanmaktan mahcûr olduğu gibi, başkasına hizmet etmesi de, ancak velîsinin izni ile câiz olur. (Abdülganî Nablüsî)
 
MÂHİYYET:
Öz, asıl ve esas.
İnsanın mâhiyyeti, arkadaşından anlaşılır. (Abdullah bin Ömer)
 
MAHKEME:
Hüküm verilen dâvâların görülüp, hükme (karâra) bağlandığı yer.
Mahkemeye bir işin düşünce, hâkim karşısında dâvâcı veya dâvâlı ile kavga etmeye kalkışma! Ne sorulursa o kadar cevâb ver! Şâyed şâhid olarak gidersen, hiç kimsenin te'siri altında kalmadan ve kimseden korkmadan Allah rızâsı için doğru konuş! Olur ol maz bir iş için hemen mahkemeye koşma! (İmâm-ı Gazâlî)
 
Mahkeme-i Kübrâ:
En büyük mahkeme, âhirette bütün insanların amel defterlerinin tartıldığı ve dünyâda yaptıklarının hesâbını verecekleri yer.
Allahü teâlânın bilmediği hiçbir şey yoktur. Açık ve gizli O'nun yanında birdir. O; "Ol!" dedi, yokluktan varlık meydana geldi. O, henüz olmamış olanları, açığa vurulmamış sırları bilir. Yeri ve gökleri kudretiyle (gücüyle, kuvvetiyle) tutan, kıyâmet günü Mahşerde kurulacak mahkeme-i kübrânın hâkimi (hükmedeni) O'dur. (Sa'dî Şîrâzî)
 
MAHLÛK:
Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş. Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok. Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân. Mahlûka muhtaç değildir, ortağı benzeri yok, Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan.
(M. Sıddîk Gümüş)
Vilâyete (evliyâlık makâmına) kavuşmak, tasavvuf yolunda çalışmakla olur. Bunun için mâsivâ sevgisini, ona bağlılığı kalbden çıkarmak lâzımdır. Mâsivâ; Allah'tan başka şeyler demektir. (İmâm-ı Rabbânî)
 
MAHLÛKÂT:
Yaratılanlar, Allahü teâlânın yarattığı şeyler.
Mahlûkâta muhabbet etme, zîrâ onlara muhabbet, Hakk'a ulaşmaya mânidir. (İmâm-ı Gazâlî)
 
MAHMASA HÂLİ:
Açlıktan ölmek üzere olma hâli.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
...Kim mahmasa hâlinde, çâresiz kalırsa, günâha meyl (yönelme) maksâdı olmaksızın haram etlerden yiyebilir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, affedicidir. (Mâide sûresi: 3)
Leş ve domuz eti yemek, şarab içmek haramdır. Çok içince sarhoş yapan sıvıların, azını içmek de haramdır. Mahmasa hâlinde olan kimseden başkalarının bunları yemeleri içmeleri haramdır. (Hâdimî)
 
Geri
Üst