Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
İCTİHÂD:
İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma. (Bkz. Müctehid)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Muâz bin Cebel'i, Yemen'e hâkim olarak gönderirken; "Orada nasıl hüküm edeceksin?" buyurunca; "Allahü teâlânın kitâbı ile" dedi. " Allah'ın kitâbında bulamazsan?" buyurdu. "Allah'ın Resûlünün sünneti ile" dedi. "Resûlullah'ın sünnetinde de bulamazsan?" buyurunca; "İctihâd ederek, anladığımla" dedi. Resûlullah efendimiz, mübârek elini Muâz'ın göğsüne koyup; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün resûlünü (elçisini), Resûlullah'ın rızâsına uygun eyledi" buyurdu. (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Dârimî)
İsâbet etmiyen, yâni doğruyu bulamamış olan müctehide (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran kimseye) bir sevâb, doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır. İki sevâbdan birincisi, ictihâd etmek sevâbıdır. İkincisi, doğruyu bulmak sevâbıdır. (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerde, ictihâd edilemez. Nass (Kur'ân-ı kerîm ve sahih hadîs-i şerîf) bulunan yerde ictihâda izin yoktur. (İbn-i Nüceym, Hâdimî)
İslâm âlimlerinin söz birliği ile ve zarûrî olarak bildirilmiş olan, inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde ictihâd yapmak câiz değildir. (Abdülganî Nablüsî)
Mezheb imâmlarının hepsi bir mes'ele ile karşılaştıklarında cevâbını, önce Kur'ân-ı kerîmde ararlardı. Kur'ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde ararlardı. Burada da bulamazlarsa, icmâ-ı ümmette ararlardı. İcmâda da bulamayınca, bu mes 'eleye benziyen başka mes'elelerin, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet (hadîs-i şerîfler) ve icmâ'da bulunan cevâblarını esas alıp mukâyese ederek, ictihâd edip benzeri cevâbı bulurlardı. (İmâm-ı Şa'rânî)
Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete yakın bir zamanda, gökten inerek, Muhammed aleyhisselâmın dînine göre hareket edecek ve Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkaracaktır. Îsâ aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin ictihâd ile çıkaracağı bütün hükümler, Hanefî mezhebi ndeki hükümlere benzeyecek yâni İmâm-ı a'zam'ın ictihâdına uygun olacaktır. (İmâm-ı Muhammed Pârisâ)
Her müctehidin (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlimin), kendi ictihâdıyla bulduğu bilgiye uygun iş yapması farzdır. (Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî)
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş arkadaşlarının) hepsi müctehîd olup, kendi ictihâdlarına uymaları farz idi. (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)
İctihâd, bir ibâdet yâni ehli olana Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid başka bir müctehidin ictihâdına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide kendi ictihâdı haktır ve doğrudur. Meselâ İmâm-ı Şâfiî hazretleri, Hanefî mezhebinde olmadığı hâ lde; "İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin ictihâdını beğenmeyene, Allahü teâlâ lânet etsin, yâni merhamet etmesin" buyurmuştur. (İbn-i Âbidîn)
İctihâd ve kıyâs bid'at değildir. Çünkü kıyâs ve ictihâd, nassların mânâsını ortaya çıkarır. Başka bir şeyi ortaya koymaz. (İmâm-ı Rabbânî)
 
İDDET:
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
İddet bekleyen kadınlar beş çeşittir:
1) Hâmile olup, kocası vefât eden kadının iddeti, çocuğu olunca biter.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
... Hâmile kadınların iddetleri ise çocuklarını doğurmaları ile son bulur. (Talâk sûresi: 4)
2) Hâmile olmayıp kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Sizden vefât edenlerin geride bıraktıkları zevceler (hanımlar) kendi kendilerine dört ay on gün beklerler (beklesinler) . (Bekara sûresi: 234)
3) Hâmile olup, boşanan kadının iddeti, hamlini vad etmekle yâni çocuğu olunca tamam olur. Kocası ölen, hâmile kadının durumu gibidir.
4) Kadın hayz (âdet) gören kadınlardan olup, hâmile olmadığı hâlde kocasının boşadığı kadının iddeti, üç ay başı hâli veya üç temizlik müddetidir.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığı çocuğu saklamaları kendilerine helâl olmaz. (Bekara sûresi: 228)
5) Hayzdan kesilen (âdet görmeyen) ve boşanmış kadının iddet zamânı boşanma târihinden îtibâren üç aydır.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Yaşlılık dolayısı ile) hayzdan kesilmiş kadınlarınız (hakkındaki iddet, bekleme hükmünden) şüphelendinizse (bunu bilmediğinize göre) onların iddeti de üç aydır. Henüz hayz görmeyenler de öyle (boşandıkları zaman üç ay iddet beklerler) ... (Talâk sûresi: 4) (İbn-i Âbidîn, Kâşânî, Hacı Zihni Efendi, Abdurrahmân Cezîri)
Talak (boşama) iddeti zamânında kadına nafaka verilir. İddet zamânı bitince nafakası kesilir. (Ubeydullah bin Mes'ûd)
İddet; Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, ilk temizlik başından, üçüncü hayzın sonuna kadar olan zamandır. Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinde üç temizlik geçinceye kadardır. Hayz görmüyorsa, talak için üç ay, ölüm için dört ay on gündür. (İbn-i Âbidîn)
Haccın edâ şartlarından birisi de kadın iddet hâlinde olmamaktır. (İbn-i Âbidîn)
İddet bekleyen kadınla iddeti bitinceye kadar evlenilmez. (İbn-i Âbidîn)
 
İDRÂK:
Bir şeyin aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak.
Kur'ân-ı kerîmde, meâlen buyruldu ki:
O'nu (Allahü teâlâyı) gözler (dünyâda) idrâk edemez. O ise, gözleri bilir anlar. O, ihsân sâhibi bilicidir. (En'âm sûresi: 103)
İnsanı hayvandan ayıran, ilim ve idrâktir (Hâdimî)
İnsanların hâlet-i rûhiyeleri (rûhî durumları) farklı oduklarından, idrâk ve fehmleri (anlamaları) da farklı olmaktadır. (İmâm-ı Gazâlî)
Şükür, şükürden âciz kalındığını idrâk etmektir. (Ebû Osman Mağribî)
Allahü teâlânın zâtı idrâk edilemez. Dünyâ yurdunda gözle görülmez. Kalb, O'nun varlığını tastîk eder. Âhirette gözler O'nu görecektir. İnsanlar, Allahü teâlâyı âyet ve delîllerle bilmektedir. Kalbler O'nu tanır, fakat akıllar O'nu idrâk edemez. (Sehl bin Abdullah)
 
İdrâk-i Basît:
Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması.
 
İDRÂK:
Bir şeyin aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak.
Kur'ân-ı kerîmde, meâlen buyruldu ki:
O'nu (Allahü teâlâyı) gözler (dünyâda) idrâk edemez. O ise, gözleri bilir anlar. O, ihsân sâhibi bilicidir. (En'âm sûresi: 103)
İnsanı hayvandan ayıran, ilim ve idrâktir (Hâdimî)
İnsanların hâlet-i rûhiyeleri (rûhî durumları) farklı oduklarından, idrâk ve fehmleri (anlamaları) da farklı olmaktadır. (İmâm-ı Gazâlî)
Şükür, şükürden âciz kalındığını idrâk etmektir. (Ebû Osman Mağribî)
Allahü teâlânın zâtı idrâk edilemez. Dünyâ yurdunda gözle görülmez. Kalb, O'nun varlığını tastîk eder. Âhirette gözler O'nu görecektir. İnsanlar, Allahü teâlâyı âyet ve delîllerle bilmektedir. Kalbler O'nu tanır, fakat akıllar O'nu idrâk edemez. (Sehl bin Abdullah).
 
İdrâk-i Basît:
Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması....
 
İDRÎS ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İsmâil, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da hâtırla. Onların her biri sabr edenlerdendi. (Enbiyâ sûresi: 85)
Kitabda İdrîs'i de an. Çünkü o, çok sâdık bir peygamberdi. (Meryem sûresi: 56)
Ben (Mîrâc gecesinde) dördüncü kat semâda (gökte) İdrîs (peygamber) ile karşılaştım. Cibrîl bana; "Bu gördüğün İdrîs'dir. Ona selâm ver" dedi. Ben de ona selâm verdim. O da benim selâmıma cevap verdi. Sonra bana; "Merhabâ sâlih kardeş, sâlih peygamber" dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
İdrîs aleyhisselâm, Bâbil'de veya Mısır'da doğup yaşadı. Şit aleyhisselâmın torunlarındandır. Babasının ismi Yerd'dir. Âdem aleyhisselâmın oğlu Kâbil'in evlâdından olan bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Kendisine otuz suhuf (forma) kitâb ver ildi. Cebrâil aleyhisselâm kendisine dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını getirdi. İdrîs aleyhisselâm da bunları insanlara bildirip, emirlere uymaya, yasaklardan sakınmaya çağırdı. Yetmiş iki lisan ile konuştu. Her kavmi kendi lisanıyla hak dîne dâvet etti. Allahü teâlâ ona mûcizeler ihsân etti. Mûcize olarak ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilirdi, havadaki bulutlara dağılmaları için emir verirdi. Kavmine, kendisinden sonra gelecek peygamberleri haber verdi. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın vasıflarını anlattı. Kendisinden sonra gelecek olan Nûh tûfânını haber verdi. Bu kadar açık delîllere ve mûcizelere rağmen kendisine, pek az kimse itâat etti. Harb âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd (savaş) yaptı. İnsanlara şehir kurma san'atını ve idârecilik ilmini öğretti. 100 şehir kurdu. Ayrıca insanlara çeşitli ilimleri öğretti. Fen ilimleri, tıp, yıldızlarla ilgili ince ve derin mes'eleleri anlattı. Kalem ile yazı yazmayı, iğne ile elbise dikip giymeyi öğretti. (Bunun için terzilerin pîri, üstâdı olarak anılır). İnsanlara hikmetli sözler ile pek çok nasîhatta bulundu. Yeryüzünün meskûn (yerleşilmiş) yerlerini dört bölgeye ayırarak her birine vekîl tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde diri olarak göğe ka ldırıldı. Bu husus, Meryem sûresinin "Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık" meâlindeki elli yedinci âyet-i kerîmesinde bildirildi. Kalem ile ilk defâ yazı yazan ve iğne ile dikiş diken odur. (Taberî, Kisâî, İbn-ül-Esîr)
 
ÎFÂ:
Yerine getirme.
Hanımının ve çocuklarının haklarını îfâ etmiyenin namazları, oruçları kabûl olmaz (Borçları ödenirse de sevâb alamazlar). (Hadîs-i şerîf-Mürşîd-ün-Nisâ)
Her sabah bir kere, "Allahümme mâ esbaha bî min ni'metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeş-şükr" demeli ve her akşam "mâ esbaha" yerine "mâ emsâ" diyerek hepsini aynen okumalıdır. Peygamberimiz sallal lahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bu duâyı gündüz okuyan, o günün şükrünü, gece okuyan, o gecenin şükrünü îfâ etmiş olur." Abdestli okumak şart değildir. Her gün ve her gece okumalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
İFFET:
İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki:
Sizin sadakalarınız, fî-sebîlillah (Allah yolunda) cihâd eden, ilim tahsîl eden ve ibâdet gibi hayırlı bir işle meşgûl olan ve yeryüzünde ticâret ve san'at gibi bir işle meşgûl olmaya müsâit (elverişli) vakitleri olmayan fakirler içindir. Onlar dilenmekten çekindikleri için, cahiller onları zengin zannederler. Ey Resûlüm! Sen onları sîmâlarından tanırsın. Onlar, iffetlerinden dolayı insanları râhatsız edip sadaka istemezler. Malınızdan, bunlara infak (sarf) ederseniz, muhakkak Allahü teâlâ verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir... (Bekara sûresi: 273-274)
Allahü teâlâ hayâ, hilm ve iffet sâhiblerini sever. Fuhş (çirkin) söyleyenleri ve sarkıntılık yaparak dilenenleri sevmez. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet sâhibi olunuz. Çirkin şeyler yapmayınız. Kadınlarınızı da, afîf (iffetli) yapınız. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet sâhibi olursanız kadınlarınız da afîf (iffetli) olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet; kişiyi her türlü rezillikten koruyan bir haslettir. El, ayak ve diğer âzâyı her türlü zarardan korur. Bu haslet güzel ahlâkın en üstünüdür. Âzânın iffetli olması demek; meselâ gözün harama bakmaması ve kendisine yasak olan şeyleri terk etmesid ir. (Abdurrahmân bin Abdullah bin Nasr)
 
İFRÂT:
Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma.
Riyâ yâni gösteriş yapanlara karşı tekebbür etmek (kibirlenmek, büyüklenmek) câizdir. Kendinden aşağı olanlara karşı tevâzû göstermek (kendini onlarla bir görmek) iyi ise de, bunun ifrâta kaçmaması lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)
İfrat ve tefrît'in ikisi de kötüdür. Doğru ve en iyisi ortada olandır. (İmâm-ı Rabbânî)
Şecâatın (kahramanlığın) ifrâtı, tehevvürdür (aşırı öfkedir). (Muhammed Hâdimî)
Kazâ-i hâcetin yâni abdest bozmanın edeplerinden biri de; necâset husûsunda vesveseye kapılıp bunu ifrât derecesine ***ürmemektir. (İmâm-ı Gazâlî)
 
İFRÎT:
Cinlerin azgın, en zararlı, şerli, korkunç ve kuvvetli cinsi.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Cinden bir ifrit (Süleymân aleyhisselâma); " Sen makâmından kalkmadan ben onu (Belkıs'ın tahtını) sana getiririm. Ben buna karşı her hâlde güvenilecek bir kuvvete mâlikim" dedi. (Neml sûresi: 39)
Hasen-i Basrî buyurdu ki: Bir gün Cebrâil aleyhisselâm, Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek; "Cinlerden bir ifrit sana hîle yapmak istiyor. Yatağına girdiğin vakit Âyet-el-kürsî'yi oku!" dedi. (Senâullah Dehlevî)
 
İFSÂD:
Bozmak, fitne, karışıklık çıkarmak, bozgunculuk yapmak.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ ifsâd edenleri sevmez. (Mâide sûresi: 64)
Sarı sabır maddesi balı ifsâd ettiği gibi, kızgınlık da îmânı bozar. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Şâyet sen, insanların kusûrlarını ve gizli hâllerini araştırırsan, onları ifsâd etmiş ve ifsâdlarına sebep olmuş olursun. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları eritir. Sirke balı ifsâd ettiği gibi, kötü huy, hayrâtı, hasenâtı (iyilikleri) yok eder. (Hadîs-i şerîf-Ahlâk-ı Alâî)
Zamm-ı sûreleri rükûda tamamlamak, dört mezhebde de mekrûhtur. Fâtihayı tamamlamak ise, hanefîde mekrûhtur. Diğer üç mezhebde namazı ifsâd eder. (Abdurrahmân Cezîrî)
 
İFTÂ:
Fetvâ vermek, dînî bir mes'elenin hükmünü sözlü veya yazılı olarak bildirmek. (Bkz. Fetvâ)
 
İFTÂR:
1. Oruçlunun, akşam namazı vakti girdikten, yâni güneşin battığı iyice anlaşıldıktan sonra, yiyerek veya içerek orucunu açması.
...İftâr zamânında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Beyhekî)
... Bir kimse, bu ayda (Ramazân-ı şerîfte) bir oruçluya iftâr verirse, günâhları affolur. Hak teâlâ onu Cehennem ateşinden âzâd eder, kurtarır. O oruçlunun sevâbı kadar, ona sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
İftârda acele etmek demek, yıldızlar görünmeden önce iftâr etmek demektir (İbn-i Hibbân)
İftar edince, (Zehebazzama' vebtellet-il urûk ve sebet-el-ecr inşâallahü teâlâ: Susuzluk gitti. Damarlar ıslandı sevâb hâsıl oldu inşâallah) duâsını okumak, terâvih kılmak ve hatm okumak mühim sünnettir. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Oruç tutmama, yime.
Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce iftâr ediniz (Hadîs-i şerîf-Merâkıl felâh)
Ey Ebü'd-Derdâ! Muhakkak senin üzerinde bedeninin hakkı vardır. Ehlinin (âilenin) hakkı, Rabbi'nin hakkı vardır. Her hak sâhibine hakkını ver! İftâr et, oruç tut, namaz kıl, uyu ve ehline yakın ol. (Hadîs-i şerîf-Kenz-ül-Ummâl)
 
İFTİKÂR:
Fakîr olmak, muhtâc olmak.
Hâlık (yaratıcı) ve râzık (rızıklandırıcı) Allahü teâlâdır. İnsana hâlık ve râzık demek küfrdür. İnsanın sıfat-ı asliyesi (her zaman bulunan özelliği) acz (elinden birşey gelmeme) ve iftikârdır (İmâm-ı Birgivî)
 
İFTİRÂ:
Yapmadığı hâlde kötü bir işi birisine yükleme, yalan yere birisine suç isnat etme gösterme. Birine suç atma, bühtân.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Bak, Allah'a karşı nasıl olmadık yalan ve iftirâ ederler. Apaçık olan bu günâhları onlara kâfidir. (Nisa sûresi: 50)
Bir kimse için söylenen kusur onda varsa, bu söz gîbet olur. Yoksa iftirâ olur. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
İftirâ etmek ve nemmâmlık yapmak yâni söz taşımak gîbet etmekten daha fenâdır. (Muhammed Ma'sûm)
Birisine iftirâ etmek, gıybet etmekten (belli bir mü'minin aybını, kusurunu, onu kötülemek için arkasından söylemekten) daha fenâdır. (Muhammed Hâdimî)
İftirâ büyük günâhtır ve çok fenâdır. Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde haram idi. İftirâda bir mü'mini incitmek de vardır, bu da ayrıca haramdır. Bunlardan başka, iftirâ etmek, yeryüzünde fesâd çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya sebe b olur ki, bu da haramdır. Çok fenâ ve tehlikelidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Beni, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'den üstün tutan; iftirâ etmiş olur. İftirâ edenleri dövdükleri gibi onu döverim. (Hazret-i Ali)
 
İFTİTÂH TEKBÎRİ:
Başlama tekbîri. Namazın evvelinde "Allahü ekber" demek. Buna Tahrîme tekbîri de denir.
Bir gün Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılarken bir kimse sabah namazında iftitâh tekbîrine yetişemedi. Bir köle âzâd etti (serbest bıraktı). Daha sonra Peygamber efendimize gelerek; "Yâ Resûlallah! Ben bugün iftitâh tekbîrine yetişemed im. Bir köle âzâd ettim. Acabâ iftitâh tekbîrinin sevâbına kavuşabildim mi?" diye sordu. Peygamber efendimiz, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali'ye iftitâh tekbîrinin fazîletiyle ilgili soru sorup, değişik cevaplar aldıktan sonra; "Ey benim ümmetim ve Eshâbım! Yedi kat yerler ve yedi kat gökler kâğıt olsa ve deryâlar (bütün denizler) mürekkeb olsa ve bütün ağaçlar kalem olsa, bütün melekler kâtib olsalar ve kıyâmete kadar yazsalar yine imâm ile alınan iftitâh tekbîrinin sevâbını yazamazlar" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Cennet Yolu İlmihâli)
Bir kimse iftitâh tekbîrini imâm ile berâber alırsa; sonbahar günlerinde, ağaçların yaprakları, rüzgâr estikçe nasıl dökülürse, o kişinin günâhları da öyle dökülür. (Muhammed bin Kudbüddîn İznikî)
İftitâh tekbiri söylerken niyet edilir. Daha önce niyet etmek de câizdir. İftitâh tekbîrinden sonra edilen niyet sahih (geçerli) olmaz ve o namaz olmaz. (Abdullah Mûsulî)
 
İĞFÂL:
Aldatma, doğru yoldan saptırma. Hakkı unutturma.
İslâm nîmetinin elden çıkmasına sebeb olan bir kısım kâfirler, kendilerine müslüman ismi ve süsü verip, din adamı tanıttırıp, müslümanlığı kendi akılları ile, keyiflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeğe uğraşıyor, müslümanlık ismi altında y eni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hîle ve yalanlarla, sözlerini isbât etmeğe, yaldızlı, yaltakçı yazılar ile, müslümanları kandırmaya, iğfâle çalışıyorlar. (Abdülhakîm Arvâsî)
Bir kalb, iyi arkadaşların nasîhatlerine ve akla tâbî olup, İslâm dînine uyarsa, nûrlanır, temiz olur. Dünyâ ve âhirette rahat ve huzûra kavuşur. Kötü kimselerin iğfâl edici sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytana uyup, İslâmiyet'e uymayan kalb; kara rır, bozulur... (Abdülhakîm Arvâsî)
 
İHÂNET:
1. Hâinlik etmek, güveni kötüye kullanmak, sadâkat göstermemek.
Siz emniyet içinde meclislerde oturursunuz. İhâneti yalnız altın ve gümüşte aramayın. En büyük ihânet, kendisine güvenilerek yanında konuşulan sözleri ilgili kimselere ***ürmektir. (Hasen-i Basrî)
2. İsyân etmek, karşı gelmek.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve Peygamberine ihânet etmeyin. Sonra bile bile kendi emânetlerinize ihânet etmiş olursunuz. (Enfâl sûresi: 27)
Hükümete ihânet edene, Allahü teâlâ ihânet eder. (Hadîs-i şerîf-Nebras)
3. Küçük düşürmek, tahkîr etmek, hafife almak.
Bid'at sâhibine ihânet edeni Allahü teâlâ kıyâmet gününün korkusundan korur. (Hadîs-i şerîf-Fetâvâl-Haremeyn)
Fâsık (günâhkâr) kimse, âlim olsa da imâm yapılması mekrûh olur. Çünkü, İslâmiyete uymakta gevşek davranır. Buna ihânet vâcip olur. (Tahtâvî)
 
İHÂTA:
Kuşatma, çevirme.
Allahü teâlâ her şeyi ihâta etmiştir. Her şeye yakındır ve her şeyle berâberdir. Fakat, bizim alıştığımız, bildiğimiz ve anladığımız ihâta, yakınlık ve berâberlik gibi değildir. Bunlar, O'na lâyık değildir. Mahlûkların (yaratılmışların) hiçbiri O'nu ve sıfatlarını ve fiillerini (işlerini) anlıyamaz, bilemez. Bunlara anlamadan inanmak lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Geri
Üst