Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Hatm-ı Hâcegân:
Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi.
 
Hatm-i Tehlîl:
Yetmiş bin adet kelime-i tevhîd yâni "Lâ ilâhe illallah" okumak. Kelime-i tevhîde, kelime-i tayyibe de denir.
Bir kimse, kendisi veya başkası için yetmiş bin adet kelime-i tevhîd (kelime-i tayyibe) okursa, günâhları affolur. (Hadîs-i şerîf-Makâmât-ı Mazhariyye)
Hatm-i tehlîl yapıp, sevâbını ölülerin rûhlarına hediye etmek çok faydalıdır. (Ahmed Fârûkî)
Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretleri, bir kadının kabri yanına oturmuştu. Kabre yüzünü dönüp, hâtırına başka bir şey getirmeyip; yalnız onu düşündü. "Bu mezârda Cehennem ateşi var. Kadının îmânlı olmasında şüphe ediyorum. Rûhuna, hatm-i tehlîl sevâbı bağı şlayacağım. Îmânı varsa, affolur" buyurdu. Hatm-i tehlîlin sevâbını bağışladıktan sonra; "Elhamdülillah îmânı varmış, kelime-i tayyibe te'sirini gösterip azâbdan kurtuldu" buyurdu. (Abdullah-ı Dehlevî)
 
HAVÂRÎ:
Yardımcı. Îsâ aleyhisselâma îmân eden on iki kişiden her biri.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hani havârîlere; "Bana ve Resûlüme îmân edin" diye ilhâm etmiştim. "Îmân ettik, hakîki müslümanlar olduğumuza sen de şâhid ol" demişlerdi. O vakit havârîler; "Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bizim üstümüze gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O (da) Eğer inanmış (adam) larsanız Allah (ın kudretinden ve peygamberliğimden şüpheye sapmak) tan korkun" demişti. (Mâide sûresi: 111-112)
Ey îmân edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu Îsâ (da) havârîlerine; "Allah'a (yönelmiş olarak) benim yardımcılarım kim (olacak) demiş, havârîler de; "Allah'ın yardımcı (kul) ları biziz (diye) söylemişlerdi. İşte İsrâiloğullarından bir zümre (ona) îmân etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı. Nihâyet biz îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik de bu sûretle gâlib (olarak) çıktılar. (Sâf sûresi: 14)
Îsâ aleyhisselâm otuz yaşında peygamber oldu. Otuz üç yaşında diri olarak göğe kaldırılınca, havârîler dağılıp bu yeni dîni yaymaya çalıştılar. Sonra İncîl diye çeşitli kitaplar yazıldı. Bunlar Îsâ aleyhisselâmı anlatan târih kitaplarına benzer idi. Asıl İncîl, ele geçmemiştir. Îsâ aleyhisselâmdan sonra dînini yayan ve Havârî adı verilen bu kimseler; Şem'un (Petrus), Yuhanna(Jahannes), Büyük Yâkûb, Petrus'un kardeşi olan Andreas, Filip (Philippus), Toma(Thomas), Bartalomi (Bartalomaus), Metiyya (Matthaus), Küçük Yâkûb, Barnabas, Yehûda (Judas) idi. (Yehûda mürted oldu (dinden çıktı). Yerine Matyes seçildi). Havârîlerin reisleri Petrus idi. (Nişâncızâde, Harputlu İshâk Efendi, Abdullah Dağıstânî)
Bolüs adında bir yahûdî, hazret-i Îsâ'ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek gökten inen İncîl'i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, on iki havârîden işittiklerini yazarak İncîl adında dört kitab meydana geldi ise de Bolüs'ün yalanları bunlara da karıştı. Barnabas adındaki havârî, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini en doğru şekilde yazdı ise de, Barnabas İncîli de yok edildi. (Harputlu İshak Efendi, Nişâncızâde)
 
HAVÂSS:
Seçilmişler. İlimde ve tasavvuf yolunda yüksek dereceye ulaşmış olan zâtlar.
Sultanlar, milletin malını zâlimler ve haydutlardan korudukları gibi; havâss da, avâmın (dînî ilimlerden haberi olmayan câhillerin) îtikâdını (inancını) bid'atçilerin (sapıkların) şerrinden korurlar. (İmâm-ı Gazâlî)
Üç çeşit oruç vardır: Birincisi avâmın yâni câhillerin orucudur. Bunların orucu; yimek, içmek gibi şeylerle bozulur. İkinci derece, havâssın orucudur. Bunların orucu, fıkh kitaplarında bildirilen şeylerle bozulduğu gibi gıybet (başkasının dedi-kodusu nu yapmak), yalan söylemek, söz taşımak ve harâma bakmakla bozulur. Üçüncü derecede de Ehass-ül-havâssın (cenâb-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olanların) orucudur ki, bunların orucu, Allahü teâlâdan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur. (İmâm-ı Gazâlî)
Avâmın tövbesi günâhtan; havâssın tövbesi gafletten Allahü teâlâyı unutmaktandır. (Zünnûn-i Mısrî)
Havâss, iyi amelleri (güzel işleri) kendilerinden değil, Allahü teâlâdan bilir. (Ebû Osman Mağribî)
 
HAVÂTIR:
İnsanın kalbine gelen düşünceler. (Bkz. Hâtır)
Havâtır, bâzan Allahü teâlânın insanın kalbinde meydana getirdiği şeyler olur. Bunlara hak, doğru havâtır denir. Bâzan melekler vâsıtasıyla gelir. Buna ilhâm denir. Bâzan, şeytan onları insanın kalbine atar, buna vesvese denir. Bâzan da nefsin kendi kendine çıkardığı şeyler olur ki, buna hevâcis denir. (Hâdimî)
Melek tarafından olan havâtırın doğruluğuna alâmet, dîne uygun olmasıdır. Dîne uygun olmayan havâtır bâtıldır, bozuktur, denilmiştir. Şeytan tarafından gelen havâtırın çoğu günahlara dâvet eder. Bâzan şeytandan gelen havâtır, tâat ve ibâdet gibi görü nürse de yine o gizli bir günâha, isyâna dâvettir. Bunlar şeytanın gizli tuzaklarındandır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Havâtır ve niyetlerimi önce kitap ve sünnet ile karşılaştırıyorum. Bu iki âdil şâhide uygun olanları söylüyor ve yapıyorum. (Ebû Süleymân Dârânî)
Havâtır nefse acı gelirse, hayr olduğu; tatlı gelir hemen yapmak isterse şer (kötü) olduğu anlaşılır. Bunu anlamak için İslâmiyet'e uygun olup olmadığına bakılır. Anlaşılmazsa, sâlih (günâh işlemeyen) bir âlime sorulur. (M. Hâdimî)
 
HAVÂYİC-İ ASLİYYE:
İhtiyaç eşyâları. Temel ihtiyâçlar. Bir kimsenin yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din kitapları) ve ödeyeceği borçları.
Zekât için bir senelik, kurban ve fıtra için bir aylık yiyecek veya parası havâyic-i asliyyeden sayılır. Daha fazla olanı ve din ve meslek kitaplarından başka kitapların hepsi, hac parası ve kurban ve fıtra nisâbına katılır. Eğer ticâret niyeti olurs a, zekât nisâbına da katılır. (Hâdimî, İbn-i Âbidîn)
Havâyic-i asliyye, zekât ve fıtra vermek ve kurban kesebilmek için lüzûmlu olan nisâba (dînen zengin sayılma miktârına) katılmazlar. (İbn-i Âbidîn)
 
HAVELÂN-I HAVL:
Zekâtı verilecek bir malın üzerinden bir kamerî yılın geçmesi.
Zekât verilecek mallarda aranan şartlardan birisi havelân-ı havldır. (Molla Hüsrev)
Toprak mahsûllerinin zekâtı (öşr), hasad mevsimi (mahsûl topraktan alındığında) verildiğinden, havelân-ı havl şartı aranmaz. (İbn-i Âbidîn)
 
HAVF VERECÂ:
Allahü teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ).
Havf gençlikte, recâ yaşlılıkta çok olmalıdır. (Muhammed bin Hasen Can)
Havf ve recâ, kul itâat hâlini bırakıp benlik sevdâsına düşmesin diye nefsi bağlayan iki yulardır. (Ebû Bekr Vâsitî)
Kalb de dâimâ havf bulunmalıdır. Havf azalır da recâ çoğalırsa, kalb bozulur. Çünkü havf, kalbdeki arzûları yakar, dünyâ sevgisini çıkarır. (Ebû Süleymân Dârânî)
Hazret-i Ömer buyurdu ki: Bütün insanların Cehennem'e, bir kişinin Cennet'e gireceğini söyleseler, umarım ki o bir kişi ben olurum; aksine bütün insanların Cennet'e, bir tek kişinin Cehennem'e gideceğini söyleseler, korkarım ki o kişi ben olurum. İşt e havf ve recâ böyle olmalıdır. (İmâm-ı Gazâlî)
 
HÂVİYE:
Cehennem'in yedinci tabakası. Burada inanmadıkları hâlde inanmış görünen münâfıklar ile müslüman iken İslâm dînini terk eden mürtedler azâb görecektir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ameli hafîf olana (yâni iyilikleri hafif, günâhları ağır gelene) gelince; artık onun yeri hâviyedir. Bildin mi hâviye nedir? O, yakıcı bir ateştir. (Kâria sûresi: 8-11)
 
HAVL:
Hareket, kuvvet.
Bir insan, havlin kendinden olmayıp, Allahü teâlânın yaratmasiyle olduğunu bilirse, her şeyi O'ndan bekler. İşlerin meydana gelmesinde sebepleri arada görmeyen kimse, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey beklemez. (İmâm-ı Gazâlî)
 
HAVRA:
Yahûdî mâbedi, sinagog.
Havra ve kilisedeki küfür alâmetleri kaldırılırsa, namaz kılmak mekruh olmaz. (İbn-i Âbidîn)
 
HAVZ:
Sıvı maddelerin toplandığı yer, büyük su birikintisi, göl.
Bir gün Mevlânâ Celâleddîn Rûmî havz kenarındaydı. Yanında kitaplar vardı. Şems-i Tebrîzî gelip kitapları sordu. "Sen bunları anlamazsın." dedi. Şems-i Tebrîzî kitapları suya attı. Mevlânâ, âh babamın bulunmaz yazıları gitti, diyerek çok üzüldü.Şems- i Tebrîzî elini uzatıp herbirini aldı. Hiçbiri ıslanmamış görüldü.Mevlânâ; "Bu nasıl iştir?" dedi.Şems-i Tebrîzî; "Bu zevk ve hâldir. Sen anlamazsın." buyurdu. (Molla Câmî, Ahmed Eflâkî)
 
Havz-ı Kebîr:
Eni ve boyu yaklaşık beşer metre (onar zrâ') olup, alanı yirmi beş metrekare olan havuz. Derinliğin az veya çok olmasının bir te'siri yoktur.
 
Havz-ı Kevser:
Kıyâmet günü mahşerde veyâ Cennet'te Peygamber efendimize tahsîs edilmiş olan ve bir kere içenin bir daha susamayacağı havuz. (Bkz. Kevser Havuzu)
 
Havz-ı Sagîr:
Alanı yirmi beş metrekareden küçük havuz.
Havz-ı Sagîre, necâset (pislik) düşse ve suyun, üç sıfatı değişmese de, necs (pis) olur. İnsan içemez ve temizlikte kullanılmaz. Üç sıfatı değişirse, idrâr gibi olup, hiçbir şeyde kullanılamaz. Suyun üç sıfatı: Rengi, kokusu ve tadıdır. (İbn-i Âbidîn)
İçine devamlı su akan ve devamlı taşan veya içinden devâmlı su alıp, iki alış arası su hareketsiz kalacak kadar uzamayan havz-ı sagîr ve hamam kurnası, akar su demektir. (İbn-i Âbidîn)
 
HAYÂ:
Utanma, âr, nâmus. Çirkin şeylerden sıkılma veya edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen rahatsızlık.
Hayâ îmândandır. Îmânı olan Cennet'tedir. Fuhuş kötülüktür. Kötüler Cehennem'dedir. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Buhârî)
Hayâ ile îmân, berâberdirler. Biri gidince, diğeri onu tâkib eder. (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ül-Ahbâr)
Allahü teâlâdan hayâ ediniz! Hakîkî mânâda Allahü teâlâdan hayâ etmek, kötü düşüncelerden uzak durmak, helâl lokma yemek ve ölümü hatırlamaktır. Âhireti isteyenler dünyânın zînetinden süsünden uzaklaşır. İşte bunları yapmak, Allahü teâlâdan hakkıyla korkmak demektir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Taberânî)
Cennet'e gitmek isteyen uzun emel sâhibi olmasın. Dünyâ işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın. Harâm işlemekte Allah'tan hayâ etsin. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hayâsız insan, halk içinde çıplak oturan kimse gibidir. (Hazret-i Ebû Bekr)
Cebrâil aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem aleyhisselâma getirdi ve dedi ki: "Yâ Âdem! Allahü teâlâ hazretleri selâm eder, sana getirdiğim şu üç hediyenin birini kabûl etsin" dedi. "Âdem aleyhisselâm aklı kabûl eyledi. Cebrâil aleyhisselâm, îmâ n ile hayâya; "Siz gidin" deyince, îmân dedi ki: "Allahü teâlâ bana emreyledi ki, akıl nerede ise, sen de orada ol!" Ondan sonra hayâ da aynı şekilde, Allahü teâlâ tarafından emrolunduğunu beyân ederek, her ikisi de akıl ile berâber Âdem aleyhisselâmda kaldı. Allahü teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile îmân da onunla berâberdir. Aklı olmayanın ne hayâsı, ne de îmânı vardır. (Süleymân bin Cezâ)
Kul hayâ sâhibi olduğu zaman, hayır ve iyi işlere yapışır. Hayâ kalbe yerleştiğinde, nefsin arzû ve istekleri ondan uzaklaşır. (Ebû Süleymân-ı Dârânî)
Allahü teâlâdan hayâ etmeyen kimse, insanlardan da hayâ etmez. (Zeyd bin Sâbit)
Âfetlerin evveli, cehâlet, bilgisizlik, sonra nefsin arzû ve isteklerine meyletmek, sonra hayâyı terk etmektir. (Sehl-i Tüsterî)
Hayânın en kıymetlisi, Allahü teâlâdan utanmaktır. Ondan sonra Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) hayâdır. Daha sonra insanlardan hayâ etmek gelir. (Muhammed Hâdimî)
 
HAYÂL:
Bir şeyi gördükten sonra veya görmeden önce zihinde şekillendirme. Hâfızanın yardımıyla zihinde bir şeyler canlandırma.
Bir cisme bakınca, bu cisim, beyindeki ortak his merkezinde duyulur. Bu cisim göz önünden çekilince, ortak his merkezi, onu hissedemez olur. Fakat, hayâle gelen etkisi uzun zaman kalır. Hayâl kuvveti olmasaydı, herkes birbirini unutur, kimse kimseyi tanımazdı. (Ali bin Emrullah)
Hayâl büyüklerin yolunda çok işe yarar. Hayâl olmasaydı hâl olmazdı, vehim olmasa fehim (anlayış) olmazdı. (Seyyid Fehim) Karşımdaki hayâlin biraz daha kal diyor, Kalbini benim gibi, bu sevdâya sal diyor, Öp elimi hasretle ve duâmı al diyor, En derin sevgilerle, azîz yâra el vedâ
(M. Sıddîk bin Saîd)
 
HAYÂT:
Diri olmak, dirilik.
1. Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sıfât-ı subûtiyye'den biri. Allahü teâlânın diri olması.
Allahü teâlânın kâmil (noksan olmayan) sıfatları vardır. Bunlar, hayât (diri olmak), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak)tır. Bu sekiz sıfata, sıfât-ı sübûtiyye ve sıfât-ı hakîki yye denir. Bu sıfatları da kadîmdir. Yâni sonradan olma değildir. Kendinden ayrı olarak ayrıca vardır. Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildirmektedir. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Mal ve dünyâdan size verilen şey, yalnız hayatta bulunduğunuz müddetçe, onunla geçinmektir. Îmân edip Rablerine tevekkül edenler için âhirette Allahü teâlânın indinde dünyâ nîmetinden hayırlı ve dâimî çok sevâb vardır. (Şûrâ sûresi: 36)
Öldükten sonra da, hayâtta olduğum gibi bilirim. (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
3. Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Dünyâ hayâtı, oyun ve boş şeylerdir. Allah'tan korkanlar için âhiret hayâtı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? (En'âm sûresi: 32)
Berzâh hayâtı, yâni kabir hayâtı, dünyâ hayâtının yarısı gibidir.Kabirde rûhun bedene bağlanması, diri iken olan bağlanmasının yarısı kadardır. Gömülmemiş ölüler de, berzâh hayâtında oldukları için, azâbı ve elemi duyarlar ve hiç hareket etmez, kıpır dayamazlar. (İmâm-ı Rabbânî)
Kabirdeki hayât, bir bakımdan dünyâ hayâtına benzediği için, meyyit terakkî eder, derecesi yükselir. Kabir hayâtı insanlara göre değişir. "Peygamberler (aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kılar." buyruldu. (İmâm-ı Rabbânî)
 
HAYDAR:
Arslan. Hazret-i Ali'nin lakablarından biri.
Hayber'in fethinde bulunup büyük kahramanlıklar gösteren hazret-i Ali, yahûdîlerin meşhûr pehlivanı Merhab ile karşılaştı. Merhab kendini medheden sözler söyledikten sonra hazet-i Ali; "Ben oyum ki, anam bana Haydar adını takmıştır. Ben ormanların he ybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir. Seni bir hamlede yere serecek er kişiyimdir" diye şiirler söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi. Bu şiir Merhab'a o gece kendisini bir arslanın parçaladığı şeklindeki rüyâsını hatırlattı. Haydar, indirdiği bir kılıç darbesiyle Merhab'ın başını ikiye böldü. (İbn-i Hişâm) Hüdâyî n'oldu bu kadar peygamber, Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Haydar, Hani Habîbullah Sıddîk-i Ekber, Bunda gelen gider bir can eğlenmez.
(Azîz Mahmûd Hüdâyî
 
HAYR:
İyilik. Dînin ve aklın beğendiği, güzel ve faydalı gördüğü şey.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kim zerre miktârı bir hayır işlerse, onun mükâfâtını (karşılığını) görecek. Kim de zerre miktârı şer (bir kötülük) işlerse, onun cezâsını görecektir. (Zilzâl sûresi: 7-8)
Hayra yol gösteren (sebeb olan), o hayrı yapan gibidir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Müslüman hayırlı olur. Hased (başkasını çekememezlik) edince hayr kalmaz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Yumuşak davranmayan hayr yapmamış olur. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
En hayırlınız, Kur'ân-ı kerîmi öğrenip öğreteninizdir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Ya hayr söyle, ya sükût et (sus). (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred)
İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Müslümanların hayırlısı müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Malı, mevkîi (makâmı) hayır için istiyen ve hayır işlerinde kullanan; râhata, huzûra kavuşmuştur. Mal-mevkî gâye olmamalı, hayra vâsıta olmalıdır. (M. Hâdimî)
 
Geri
Üst