Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
HASÎS:
Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden. (Bkz. Cimri)
Hasîs olanlar, her ne kadar zâhid (dünyâyı istemiyor) olsalar da Cennet'e giremezler. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Ahlâk-ı zemîme (kötü ahlâk) olan dört şeyden vazgeç, onlardan çok sakın. Bunlar: Çok mal toplayıp yememek, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya sarılmak, hasîs olmak, harîs (dünyâya düşkün) olmak. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Hasîslerin en fenâsı, müslümanlara emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmayanlar, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeyenler, onlara dinlerini öğretmeyenler veya yanlış öğretenlerdir. (Ahmed Rıfat)
Günahların büyüğü üçtür: Hasîslik, hased (çekememezlik) ve riyâ (gösteriş). (İmâm-ı Gazâlî)
 
HASLET:
İnsanın yaratılışındaki huy, mîzâc, tabîat, karakter.
Şu dört haslet kimde varsa o hâlis münâfıktır. Bunlardan bir tânesi kendisinde bulunan kimse, onu terk etmedikçe, kendisinde münâfıklıktan bir haslet bulunur. Birincisi emânete hıyânet etmek, ikincisi konuşunca yalan söylemek, üçüncüsü sözünde durmamak, dördüncüsü başkalarına devâmlı kötülük yapmak. (Hadîs-i şerîf-Tebyîn)
Kimde şu dört haslet bulunursa, bu hasletler o kimseyi yüksek derecelere kavuşturur. Hem Allah katında, hem de insanlar yanında kıymeti çok olur. Birincisi hilm (yumuşaklık), ikincisi ilim, üçüncüsü cömertlik, dördüncüsü güzel ahlâk sâhibi olmak. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Türkleri maddeten yıkmak ve ezmek mümkün değildir. Çünkü Türkler, müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukâvemetli (dayanıklı) insanlardır. Kuvvetli îmân sâhibidirler. Çok çalışkan ve zekîdirler. Bu hasletleri; dinlerine bağlılıklarından, kadere rı zâ göstermelerinden, devlet adamlarına itâat duygularından gelmektedir. Türkleri parçalamanın ve yenmenin tek yolu; evvelâ itâat duygusunu kırmak ve mânevî bağlarını parçalamak, dînî metânetlerini (sağlamlığını) zaafa uğratmak (zayıflatmak)tır. Bunun da en kısa yolu, millî geleneklerine ve mânevî duygularına uymayan hâricî (yabancı) fikirler ve hareketlere alıştırmaktır... (Patrik Gregoryus-Rus sefîri İgnatiyef'in hâtıralarından)
 
HÂSS:
1. Tek başına bir mânâ karşılığında konmuş lafız (söz).
Hâss, kat'î (kesin) mânâ ifâde eder. Sözden maksat, tek şeydir. Ahmed, Yûsuf gibi özel isimler; insan, ağaç, meyve gibi cins isimler; bir, iki, üç gibi sayı isimleri hep hâss lafızlardır. "Her kırk koyunda bir koyun zekât olarak verilir" hadîs-i şerîfinde; kırk, hâss lafızdır. Bu sebeple koyunun zekât nisâbı (ölçüsü) kırktır. Ondan az veya çok olması ihtimâli yoktur. (Serahsî)
2. Geliri yüz bin akçeden fazla olan dirlikler. General toprağı.
 
HAŞEVİYYE:
Allahü teâlâyı mahlûklara,yaratıklarına benzeten, madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk.
Haşeviyye, "Rabbinin vechi bâkî kalır" meâlindeki Rahmân sûresi yirmi yedinci âyetinin ve "Allah'ın yedi onların ellerinin üstündedir" meâlindeki Tâhâ sûresi onuncu âyetinin zâhir (görünen) mânâsını kabûl ederek, Allahü teâlâya cism demişlerdir. (İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâyı mahlûklara, cisimlere benzetme fikri ilk olarak Haşeviyye tarafından ortaya atılmış, sonra bu bozuk inanış şîa ve diğer bozuk fırkalara geçmiştir. (Şehristânî)
Ehl-i sünnet âlimlerine göre; peygamberler günâh işlemekten mâsumdurlar (korunmuşlardır). Fakat bu konuda Haşeviyye aksi kanâattedir. Onlara göre peygamberler günâh işlerler. (Teftâzânî)
 
HÂŞİMÎ:
Peygamber efendimizin dedesi Hâşim bin Abdi Menâf'ın soyundan gelen. (Bkz. Benî Hâşim)
 
HAŞR:
Toplanma, bir araya gelme. Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasât denilen meydanda toplaması.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allah'tan korkun ve bilin ki muhakkak hepiniz haşr olunacaksınız. (Bekara sûresi: 203)
Doğru tüccâr, kıyâmette sıddîklar ve şehîdler ile haşr olur. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Ey ümmetim ve Eshâbım! Siz ölülerinizin kefenini bol tutunuz. Zîrâ benim ümmetim kefenleriyle haşr olunurlar. Hâlbuki başka ümmetler çıplaktırlar. (Hadîs-i şerîf-Tezkire-i Kurtubî)
Allah yolunda öldürülüp, şehîd olanlar, kıyâmet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler. Rengi kana ve kokusu miske benzer. Allahü teâlânın huzûrunda haşr oluncaya kadar, bu hâl üzere bulunurlar. (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire)
 
Haşr Günü:
Mahlukların kabirlerinden kalkıp Arasat meydanında toplandıkları kıyâmet günü.
 
Haşr Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin elli dokuzuncu sûresi.
Yirmi dört âyet-i kerîme olan Haşr sûresi, Medîne-i münevverede nâzil oldu (indi). Bu sûrede yahûdîlerin ihânetleri ve münâfıkların (inanmadıkları hâlde müslüman görünenlerin) hâlleri, sonunda da Allahü teâlânın büyüklüğü ve Esmâ-i hüsnâsı(güzel isim leri) bildirilmektedir. (Beydâvî)
Kim haşr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun, geçmiş ve gelecek günâhlarını affeder. (Hadîs-i şerîf-Beydâvî)
Kim sabahleyin (sabah namazından sonra) üç defâ "E'ûzübillâhissemî'il alîmi mineşşeytânirracîm" der sonra Haşr sûresinin sonundaki üç âyeti okursa, Allahü teâlâ kendisine yetmiş bin melek gönderir. Bunlar akşama kadar o kişiye duâ ve istiğfâr ederler. Eğer o gün vefât ederse, şehîd olarak ölür. Akşamleyin (akşam namazından sonra) okuyan kimse de aynı şekildedir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
 
HAŞYET:
Hürmetle karışık korku.
Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâdan (en çok) haşyet edenler âlimlerdir. (Fâtır sûresi: 28)
İlim olarak Allahü teâlâdan haşyet, cehâlet olarak gurur yeter. (Mesrûk bin Ecda')
 
HÂTEM-ÜL-ENBİYÂ:
Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâm.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Muhammed (aleyhisselâm) sizin yetişkin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın Resûlü (peygamberi) ve Hâtem-ül-enbiyâdır (son Peygamberdir) . Allah her şeyi hakkıyla bilendir. (Ahzâb sûresi: 40)
Ben, Hâtem-ül-enbiyâyım (peygamberlerin sonuncusuyum). Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu. (Hadîs-i şerîf-Savâık-ul-Muhrika)
Peygamber efendimizin nûru, Âdem aleyhisselâmdan beri temiz ana ve babalardan (evlâddan evlâda) geçerek asıl sâhibi olan Hâtem-ül-enbiyâya gelmiştir. (Kastalânî, Senâullah Dehlevî)
Peygamberlik makâmı da dört derecedir. Birincisi Nebîler, ikincisi Resûller, üçüncüsü Ülü'l-azm peygamberler (Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâm). Dördüncü derece Hâtem-ül-enbiyâlık derecesi olup, Muhammed aleyhisselâma mahsustu r. (M. Hâdimî)
 
HATENEYN:
İki dâmât; Resûlullah efendimizin iki mübârek dâmâdı olan hazret-i Osman ile hazret-i Ali.
Ehl-i sünnet ve cemâat (doğru yolun) âlimleri, Hateneyn'i sevmek lâzım geldiğini bildirmişlerdir. Böylece, bir câhilin çıkıp da Resûlullah'ın Eshâb-ı kirâmına (arkadaşlarına) dil uzatmasını önlemişlerdir. Resûlullah'ın halîfelerinden, vekîllerinden b irine düşmanlık edilmesine fırsat bırakmamışlardır. (İmâm-ı Rabbânî)
Ben Şeyhayn'i (hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'i) üstün tutarım. Hateneyn'i severim. (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe)
Şeyhayn ve Hateneyn'i sevmek, Ehl-i sünnet'in şiârı, alâmetidir. ( Ö mer Nesefî)
 
HÂTIR:
Kalbe gelip bir müddet kalan düşünce. (Bkz. Havâtır)
Kalbe gelen düşüncelerden; birincisi kalpte durmaz giderilir. Buna hâcis denir. İkincisi, hâtırlardır. Üçüncüsü, yapmak ile yapmamak arasında tereddüt olunur. Buna hadîs-ün-nefs denir. Bunları melekler yazmaz. (Abdülganî Nablüsî)
İslâmiyet'e uymayan hâtırlar bâtıldır, bozuktur. Şeytan tarafından gelen hâtırların hepsi günâha dâvettir. (S. Abdülhakîm)
Hâtırların zararlısı Allahü teâlâyı unutturanlardır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Hâtır-ı Melekânî:
İbâdete, tâate rağbet etmeye dâir insanın kalbine melek tarafından getirilen düşünce. Buna ilhâm da denir. (Bkz. İlham)
 
Hâtır-ı Nefsânî:
Kötülükleri istiyen nefs tarafından kalbe getirilen düşünce. Buna hâcis denir. (Bkz. Hâcis)
 
Hâtır-ı Rahmânî:
Gafletten uyanmak, kötü yoldan doğru yola kavuşmaya dâir Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen düşünce. Buna hak hâtır (doğru düşünce) denir.
 
Hâtır-ı Şeytânî:
Günâhı beğenmeye, süslemeye, güzel göstermeye dâir kalbe şeytan tarafından getirilen düşünce. Buna vesvese denir. (Bkz. Vesvese)
 
HATÎB:
Câmide müslümanlara dînî nasîhat eden ve hutbe okuyan.
Bir kimse gusl abdesti alır, sonra Cumâ'ya gelir, kendisine mukadder (farz) olan namazı kılar, sonra hatîb hutbesini bitirinceye kadar susar, sonra imâmla berâber namaz kılarsa, onunla diğer Cumâ arasındaki günahları ile berâber, üç günlük fazlasının günâhları da afv ve mağfiret olunur. (Hadîs-i şerîf-Meşârık)
Hutbe ile namaz arasında hatîb efendinin, dünyâ işlerinden söylemesi tahrîmen mekrûhtur (harâma yakın günahtır). (İbn-i Âbidîn)
 
HATÎM:
Kâbe'nin şimâl (kuzey) duvarı hizâsında yarım dâire şeklindeki duvarcık ile Kâbe-i muazzama arasında kalan yer.
İsmâil aleyhisselâmın ve annesi hazret-i Hacer'in kabri, Hatîm'dedir. (Alâüddîn-i Haskefî)
Tavâf ederken (Kâbe'nin etrâfında dolaşırken) Hatîm duvarının dışından dolaşılır. Mescid-i Harâm'da (Kâbe avlusunda) kılınan namazların en kıymetlisi (sevâbı en çok olanı), Hatîm'de kılınan namazdır. (İbn-i Âbidîn)
 
HÂTİME:
Bir şeyin son durumu. (Bkz. Hüsnü Hâtime ve Sû'i Hâtime)
 
HATM:
Kur'ân-ı kerîmi başından (Fâtiha sûresinden başlıyarak) sonuna (Nâs sûresine) kadar okumak.
İnsanların en iyisi hatmi bitirince, yeniden başlayandır. (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Kur'ân-ı kerîmi hatm edenin duâsı kabûl olunur. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân)
Kur'ân-ı kerîmi hatmeden kimseye altmış bin melek hayr duâ eder. (Hadîs-i şerîf-Hazînet-ül-Esrâr)
Hatm duâsı yapılan yerde bulunan, ganîmet dağıtılırken bulunan kimse gibidir. Hatme başlanan yerde bulunan, cihâd eden (Allah yolunda harbeden) kimse gibidir. İkisinde de bulunan her iki sevâba da kavuşur ve şeytanı rezîl eder. (Hadîs-i şerîf-Hazînet-ül-Esrâr)
Ramazân ayında hatm okumak mühim sünnettir. (Ahmed Fârûkî)
Hatm sonunda yapılan duâ kabûl olunur. ( Seyyid Alizâde)
Resûlullah efendimiz Mekke'de bulunduğu sırada rivâyete göre bir müddet vahy gelmemişti. Bu sebeple müşrikler; "Rabbi, Muhammed'i terk etti, O'na darıldı" diyerek, Peygamber efendimizi üzmeye, müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışıyorlardı. O za man Duhâ sûresi nâzil oldu. Bu sûre nâzil olunca, Resûlullah efendimiz sevincinden; "Allahü ekber" buyurdu. Bu sebeple Mekke halkı, Kur'ân-ı kerîmi hatmederken, Duhâ sûresinden îtibâren Nâs sûresine kadar her sûrenin sonunda "Allahü ekber" demeyi âde t edinmişlerdir. (İbn-i Abbâs, Kurtubî, Süyûtî, Hâzin, Celâleyn).
 
Geri
Üst