Devlet ve Toplumlar

7
EXE RANK

-тнє αLуx-

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
21 Tem 2009
Mesajlar
7,782
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.netbilgini.com
-тнє αLуx-
ABD
Kaynak : yorumla.net - [COLOR=#60574f]Devlet ve Toplumlar[/COLOR]
Bugünkü ABD topraklarina ilk yerlesenler büyük bir olasilikla 10-30 bin yil önce Asya’dan gelmislerdi. Avrupali kâsifler Amerika kitasina ulastiginda, burada daginik kabileler halinde yasayan Yerliler’le karsilastilar. 15. ve 16. yüzyillarda Portekiz ve Ispanya cografi kesiflerin öncüleriydi. Ispanya Kralligi'nin gemileriyle yola çikarak 1492'de Amerika'ya ayak basan Kristof Kolomb burasini Hindistan'in dogusu sanarak, yerli halka Hintli anlaminda "los Indos" demisti. Ispanyollar kisa sürede Karayib Denizi'ndeki adalari, Meksika'yi, Orta Amerika'yi ve Brezilya disinda bütün Güney Amerika'yi ele geçirdiler. Böylece neredeyse Kuzey ve Güney Amerika kitalarinin tamami Ispanya'nin oldu.
Ingilizler, Hollandalilar ve Fransizlar da bu yeni kara parçasina ilgi göstermeye baslamislardi. Ingilizler 1607'de altin bulmak amaciyla Virginia'ya ayak bastilar ve ilk koloniyi kurdular. Burada altin bulamayan Ingilizler zorlu yillardan sonra tütün yetistirmeye basladilar. Bu sayede Virginia kolonisi kralligin mali destegi olmadan ayakta durabilecegini göstermis oldu. 1619'da ilk kez kadinlar ve gene ayni yilda köle olarak getirilen Siyah Afrikalilar Amerika'ya ayak basti. Onlari 1620'de Ingiltere'de dinsel inançlari yüzünden baski gördükleri için barinamayan Protestanlar izledi. Mayflower adli gemiyle Massachusetts kiyilarina varan bu grup kendi hükümetini kurdu.
Hollandalilar Kuzey ve Güney Amerika'da kalici ve güçlü yerlesim bölgeleri kuramadilar. Kuzey Amerika'da New Amsterdam ve Fort Orange'i kurdular, ama 1664'te New Amsterdam Ingilizler'in eline geçti ve New York oldu.
Fransizlar da 16. yüzyilin ortalarindan baslayarak Kuzey Amerika kiyilarini kesfetmeye basladilar. Önce Hudson Körfezi çevresine ve Kanada'ya yerlestiler. Güneye sürekli seferler düzenleyerek St. Lawrence ve Mississippi irmaklarindaki ulasima egemen oldular; 1681'de krallari XIV. Louis'nin onuruna Louisiana'yi kurdular. Böylece Fransa'nin, Kanada'dan Meksika Körfezi'ne kadar uzanan genis bir egemenlik bölgesi oldu. Fransiz askerlerince denetlenen bu bölgelere Fransa'dan çok az göçmen geldigi için Fransiz nüfusu Ingilizler’den çok azdi. Fransiz kaleleri ve yerlesimleri ise Ingiliz göçmenlerin Amerika'nin batisina geçmesini engelliyordu.
1681'de Ingiliz *****r William Penn, Pennsylvania'yi kurdu. Penn herkesin Tanri'ya diledigi gibi tapinmakta özgür oldugunu, Amerika Yerlileri’ne adil davranilmasi ve topraklarinin bedelinin ödenmesi gerektigini savunuyordu. Kendi kolonisi için, yasalarini halkin yapacagi bir hükümet önerdi ve Philadelphia'yi "Kardeslik Kenti" ilan etti.
Ingiliz kolonilerinde yönetim biçimi Ingiltere'ye benziyordu. Bazi kolonilerin valileri Ingiltere kralinca ataniyordu. Bazilarinda da Ingiltere kralinin koloni topraklarini bagisladigi toprak sahibi vali oluyordu. Yalnizca iki kolonide (Connecticut ve Rhode Island) vali halk tarafindan seçiliyordu. Her koloninin mülk sahiplerince seçilen bir meclisi vardi. Ingiltere kolonilerini kendi imparatorlugunun bir parçasi olarak kabul ettiginden, savas açilmasi, ticaret kurallarinin saptanmasi, vergi alinmasi gibi konularda son sözün kendisinde olmasi gerektigini düsünüyordu.
Insanlar yeni yerlestikleri bu ülkede birçok güçlükle karsi karsiyaydilar. Yiyecek ve yerlesim sorunlari, Yerliler’le mücadele hiç bitmiyordu. Güneyde doga kosullari daha elverisliydi. Bazi tarlalarda köle emegiyle çok fazla ürün kaldirilabiliyordu. Koloniler hem birbirleriyle, hem de Ingiltere’yle ticaret yapiyordu.
Göçmenler ilk yerlesme sorunlarini çözdükten sonra çocuklarinin egitimi konusunu ele aldilar. 1647'de Massachusetts'de çikarilan bir yasayla en az 50 ailenin bulundugu her yerlesim yerine bir okul açilmasi kabul edildi. 1636'da Harvard ve 1701'de Yale kolejleri kuruldu. 1638'de Massachusetts'de ilk basimevi çalismaya basladi.
1733’te Georgia, Avrupali kolonicilerce kurulan 13. koloni oldu. 1760’a gelindiginde kolonilerde 1,7 milyon insan yasiyordu. Ingiliz kolonilerinde yasayanlar daha batiya dogru yayilabilmek için Fransiz bölgelerine sürekli akinlar düzenlemeye basladilar. 1763'te Avrupa'daki Yedi Yil Savasi Ingiltere'nin zaferiyle sonuçlandiktan sonra Fransiz Kanadasi ile Mississippi Irmagi’nin dogusundaki topraklar Ingiltere'nin denetimine geçti (bak. YEDI YIL SAVASI).
 
Bagimsizlik Savasi
Amerikan Devrimi olarak da bilinen bagimsizlik savasiyla 13 Amerikan kolonisi, Amerika Birlesik Devletleri adinda bagimsiz bir ülke oldu. Bagimsizlik Savasi 1775'te basladi, 1783'te Paris Antlasmasi'yla son buldu.
Bu savasin öncesinde Ingiltere çok yüksek olan savas borçlarini ödemek ve kolonilerdeki askerlerinin giderlerini karsilamak için kolonilerle arasindaki ticareti daha siki denetleyip daha yüksek vergiler almak istedi. Bunun için 1765'te Damga Yasasi adi altinda yeni bir vergi koyunca halk buna tepki gösterdi ve damga pullarini almadi. Tüccarlar da Ingiltere'den gelen mallari boykot ettiler. Ingiltere hükümeti Damga Yasasi'ni yürürlükten kaldirmak zorunda kaldi. Ama bu kez de Amerikan limanlarina giren çay, kursun, kâgit, cam gibi mallara gümrük vergisi koydu. Kolonilerde yasayanlar, temsilcilerinin bulunmadigi Ingiliz yönetimince alinan bu kararlari tanimayacaklarini açiklayarak Ingiltere'den gelen mallari gene boykot ettiler. 1770'te Ingilizler Boston'a iki alay asker göndererek halka gözdagi vermek istediler; ne var ki çikan kanli olaylar üzerine Ingiltere çaydan alinan vergi disindakileri kaldirdi. Çay çok ucuz oldugu halde vergisi çok yüksekti; bu nedenle halka çok pahaliya geliyordu. Buna karsi çikan koloni halklari 1773'te Ingiltere'den gelen çay yüklü gemilere Yerli kiliginda girip çaylari denize döktüler. Amerikan tarihinde Boston Çay Partisi olarak adlandirilan bu olaydan sonra Ingiltere, dökülen çayin bedeli ödeninceye kadar Boston limanini gemilere kapatti ve Massachusetts'de sikiyönetim ilan etti.
Bu tutum kolonilerin özgürlüklerini korumak için bir araya gelmelerine yol açti. 1774'te Philadelphia'da 13 koloninin temsilcileriyle Birinci Kita Kongresi toplandi. Ingiltere’yle iliskilerin düzeltilmesinin yollarinin arandigi bu kongre basarisizlikla sonuçlandi. Ingiliz birlikleri ile koloni gönüllüleri arasinda baslayan çarpismalar Amerikan Bagimsizlik Savasi'nin baslangici oldu.
1775'te Ikinci Kita Kongresi toplandi. George Washington kongre tarafindan baskomutanliga atandi. Kolonilerde yasayan halkin bir bölümü Ingiltere'ye karsi savasmak istemiyordu. Buna karsilik Benjamin Franklin, Thomas Jefferson, Samuel Adams gibi önderler kolonilerin haklarini savunmalarini istiyorlardi (bak. FRANKLIN, BENJAMIN; JEFFERSON, THOMAS; WASHINGTON, GEORGE). Jefferson 4 Temmuz 1776'da Bagimsizlik Bildirgesi'ni kaleme aldi. Bildirgeye göre, Tanri tüm insanlari esit yaratmis ve onlara vazgeçilmez haklar tanimisti. Bu haklar arasinda yasam, özgürlük ve mutlu olma hakki vardi. Hükümetlerin varligi bu haklarin elde edilmesine yardimci olmak içindi. Bu haklari saglayamayan hükümetleri devirmek ve yeni bir hükümet kurmak halkin hakkiydi. Bildirge, 13 Amerikan kolonisinin bagimsizligini ilan ediyordu.
Baslangiçta iyi gitmeyen savas, daha sonra Fransizlar’in yardimiyla seyrini degistirdi. 1781'de Ingilizler teslim olduktan sonra, 1783'te imzalanan Paris Antlasmasi'yla, Amerikan kolonilerinin bagimsizligi taninmis oldu.
 
Amerikan Bagimsizlik Savasi sirasinda, 1781'de yürürlüge giren Konfederasyon Sözlesmesi eyaletler arasinda oldukça gevsek bir birligi öngörüyordu. Ulusal meclis halktan dogrudan vergi almaya yetkili degildi. Yaptirimci güce sahip merkezi bir yönetim öngörülmemisti. Çok geçmeden eyaletlerden olusan bu birligin güçlü olmadigi anlasildi. Konfederasyon Sözlesmesi'nden hosnut olmayan George Washington, Alexander Hamilton ve öteki önderler, 1787'de Philadelphia'da yeniden bir kongre toplayarak yeni bir anayasa hazirladilar. Bu anayasayla federal bir hükümet biçimi benimsendi. Eyalet yönetimleri merkezi hükümeti denetleyebiliyordu. Merkezi yönetim de bütün ulusu ilgilendiren konularda daha genis yetkilere kavustu. Kongre, Temsilciler Meclisi ve Senato'dan olusuyordu. Yasama organi Kongre, yürütmenin basi olan ABD baskani ve mahkemelerden olusan yargi sistemi arasinda karsilikli denetleme ilkeleri getirildi. Her eyaletin Senato'da iki oyunun olmasina karsilik, Temsilciler Meclisi'nde eyaletler nüfuslarina göre temsil edildiler. Anayasayi yapanlar temsili olmakla birlikte bütünüyle demokratik olmayan merkezi bir yönetimi öngördüler. Halk, baskanin ve yardimcisinin seçimine dolayli olarak katilabiliyordu; yürütmenin ve yarginin görevlileri ise ataniyordu. Temsilciler Meclisi üyelerini ise halk seçebiliyordu. Anayasada degisiklik yapmak oldukça zordu. Bunun için Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin üçte ikisi gibi bir çogunluk gerekiyordu. Bu nedenle 3.000'den fazla degisiklik önerisinin ancak 26'si gerçeklesti. Bu degisikliklerin ilk 10'u kisi özgürlüklerinin dokunulmazligini kapsayan Haklar Bildirgesi (1791) olarak bilinir.
Hükümet yeni anayasaya uygun olarak 1789'da New York'ta kuruldu ve George Washington ilk ABD baskani oldu.
Ülke bagimsizligina kavustuktan sonra sinirlarini genisletmeye basladi. Kurulacak yeni eyaletler için 1787'de bir yasa çikarildi. 1792'de Kentucky, 1796'da Tennessee eyalet oldu. 1803'te Louisiana'nin tamami Fransizlar’dan 15 milyon dolara satin alindi. 1819'da Ispanya’yla yapilan bir anlasma sonucunda Florida ABD'ye katildi.
 
Dis Siyaset
1789'da Amerika'da yeni hükümet kurulurken Fransa'da devrim baslamis, halk krala karsi ayaklanarak kendi temsilcilerinden olusan bir hükümet kurmustu. Bu olay Avusturya, Prusya ve Ingiltere'yi kaygilandirdi. Çok geçmeden Fransa'ya karsi savasmaya basladilar. ABD tarafsiz kalmak istemesine karsin, Ingilizler’in asker kaçaklarini aramak bahanesiyle Amerikan gemilerine saldirmasi, Amerikalilar’i zorla askere almasi gibi nedenler yüzünden 1812'de Ingiltere'ye savas açti. 1814'te sona eren savas ABD'ye zafer kazandirmadi; ama halk bu savasi ABD'nin kazandigina inandigi için milliyetçilik duygularinin yogunlasmasina neden oldu. ABD ulusal marsi da bu sirada yazildi.
19. yüzyilin baslarinda bagimsizligini kazanan Orta ve Güney Amerika'daki eski Ispanyol sömürgeleri üzerinde Ispanya yeniden egemenlik kurmak istedi. Bunun üzerine ABD Baskani James Monroe 1823'te, günümüzde de "Monroe Doktrini" adiyla geçerliligini koruyan ve Amerika kitasindaki bagimsiz ülkelere disardan saldiriyi engelleyen bir bildiri yayimladi (bak. MONROE, JAMES).
 
Yeni Buluslar ve Gelismeler
ABD'de ticaret, sanayi ve tarim alanlarinda gözlenen hizli gelismenin, yeni kesifler ve buluslarla dogrudan iliskisi vardir. 1793'te Eli Whitney'in buldugu çirçir makinesi, çigiti pamuktan ayirmaya yariyordu. 1846'da Elias Howe'un dikis makinesini bulmasiyla pamuklu ve yünlü kumaslardan yapilan giysiler fabrikalarda üretilmeye baslandi.
Tarim alanindaki yeni buluslar da çiftçilerin daha az emekle daha çok ürün elde etmelerini sagladi. Ürünlerin bir yerden baska yerlere tasinmasi yeni kara ve suyollarinin açilmasini gündeme getirdi. 19. yüzyilin baslarinda çok sayida kanal açildi. 1825'te açilan Erie Kanali, New York eyaletini asarak Erie Gölü'nü Hudson Irmagi’na bagladi. Buhar makinesinin bulunmasi ve gelistirilmesi ise ticaretin ve tasimaciligin yolunu iyice açti. Robert Fulton'un yaptigi ilk buharli gemi 1807'de basariyla suya indirildi.
1830'larin ilk yillarinda demiryollari yapimina baslandi. 20 yil içinde 14.500 kilometreden fazla ray dösendi; buharli lokomotifler yayginlasti. Ulasimdaki bu gelismeler madencilik, sanayi ve ticareti olumlu yönde etkiledi. 1840'ta ülkenin nüfusu 17 milyonu asmis, batida birçok yeni eyalet kurulmustu. 1845'te Texas, Meksika'dan ayrilarak ABD'ye katildi. 1848'de ülkenin sinirlari Büyük Okyanus’a ulasti.
 
Reformlar, Uyusmazliklar ve Kölelik Sorunu
Anayasanin amaçlarindan biri de toplumda firsat esitligini, egitim, saglik, güvenlik gibi gereksinimleri karsilamakti. 1820-60 yillari arasinda ABD yasalarinda yeni düzenlemeler yapilmasi için çok sayida öneri geldi. Bunlardan bazilari kabul gördü. Toprak sahibi olma zorunlulugu kaldirilarak bütün erkeklere esit oy hakki tanindi. Oysa kadinlarin bu konuda çok daha uzun bir süre savas vermesi gerekecekti. Okullar yalnizca yüksekögrenim yapacaklara degil bütün çocuklara açik olmaliydi. Massachusetts'de ve New York'ta Siyahlar disindaki bütün çocuklar için açik, parasiz ilkögretim baslatildi.
Fabrika isçileri güvenli is kosullari, daha kisa isgünü, daha çok ücret ve çocuklarina egitim olanagi saglanmasi için sendikalarda bir araya geldiler. 1840'ta yeni bir yasayla isgünü 10 saate indirildi.
Bu dönemde ülkedeki en büyük uyusmazlik kölelik sorunundan kaynaklaniyordu. Kölelerin çogu güneyde, pamuk ve tütün tarlalarinda çalistirilmaktaydi. Özellikle ABD'nin kuzey eyaletlerinde, köleligin insanliga aykiri oldugu ve kaldirilmasi gerektigi yolunda egilimler vardi. 1787'de Ohio Irmagi’nin kuzeyindeki bölgede kölelige son verildi. 1804'te bütün kuzey eyaletlerinde kölelik kaldirildi, 1808'de de köle ticareti yasaklandi.
1830-40 yillarinda kölelik tartismasi hâlâ sürüyordu. ABD'ye yeni katilan eyaletlerin köleci eyaletler olmasi sorun yaratiyordu. Harriet Beecher Stowe'un Tom Amcanin Kulübesi (Uncle Tom's Cabin; 1852) adindaki romani, kölelik konusundaki duyarligi doruk noktasina çikardi. Kölelik tartismasi 1860 seçim kampanyasinin baslica odagi haline geldi. Kölelige karsi olan Abraham Lincoln Cumhuriyetçi Parti'den baskan adayi oldu (bak. LINCOLN, ABRAHAM).
 
Iç Savas ve Sonrasi
Abraham Lincoln'ün baskan seçilmesinden kisa bir süre sonra, Güney eyaletleri "Amerika Konfederasyonu" adi altinda ayri bir federasyon olusturdular ve Jefferson Davis'i baskanliga getirdiler. Lincoln ise baskanlik görevini üstlenirken yaptigi konusmada, ülkenin birligini saglamakta kararli oldugunu açiklamisti.
Ilk atisin Güney'den gelmesiyle 1861'de baslayan Iç Savas dört yil sürdü. 600 bin Amerikali’nin can kaybina ve büyük toplumsal çalkantilara neden oldu. Baslangiçta her iki taraf da böyle bir savasa hazir degildi. Ne var ki Kuzey, sanayisi daha gelismis oldugu için savasi Güney topraklarinda da sürdürebildi. 1863'te Lincoln, savastigi Güney eyaletlerindeki kölelere özgürlük verildigini açikladi. Savas Kuzey'in kesin zaferiyle sonuçlandi (bak. KÖLELIK; SIYAH AMERIKALILAR). Iç Savas ABD sinirlari içinde bireylerin özgürlügünün güvence altina alinmasini sagladi ve 4 milyon köle özgürlügüne kavustu. Ayrica, özellikle Kuzey'in ekonomisinin hizla gelismesine yardimci oldu. Lincoln savasin sonunda ülkenin yaralarinin sarilmasi için bir program hazirlamisti, ama barisin saglanmasindan birkaç gün sonra öldürüldü.
Güney savastan büyük bir yikintiyla çikti. Özgürlesen eski köleler is aramak için basvurmadik yer birakmiyor, ama pek azi basarili olabiliyordu. Savastan sonraki 10 yil içinde Güney'de kölelerin yerini ortakçi çiftçiler aldi. 1862'de çikarilan bir yasayla batiya yerlesmek isteyenlere parasiz toprak edinme olanagi saglandi. Ayni yillarda posta arabalariyla bati ile dogu arasinda ulasim saglandi. 1861'de New York ile San Francisco arasinda ilk telefon hatti kuruldu.
1864'te ABD imalat sanayisi ürünlerinde dünya dördüncüsü iken 30 yil sonra, 1894'te dünya birincisiydi. Alabama'daki zengin demir yataklari, çelik üretiminin artirilmasinda etkili oldu. 1859'da Pennsylvania'da petrol bulunmasi, gelecekteki otomobil ve uçak motoru sanayileri için çok önemliydi. 1879'da Thomas Edison elektrigi buldu. 1893'te Duryea Kardesler'in yaptigi ilk basarili Amerikan arabasindan sonra ayni yil Henri Ford benzinle çalisan ilk otomobili yapmayi basardi. 1903'te Wright Kardesler uçakla ilk basarili uçusu gerçeklestirdiler. 1914'te I. Dünya Savasi basladigi sirada uçak yapimciligi henüz ilk asamasindaydi.
 
Yeni Topraklar
1867'de Rusya, Alaska'yi 7 milyon 200 bin dolara ABD'ye satti (bak. ALASKA). Büyük Okyanus’ta gemilerin ugrak yeri olan Hawaii Adalari da 1898'de Kongre karariyla ABD'ye baglandi. Ayni yil Küba üzerindeki anlasmazlik yüzünden Ispanya ile ABD arasinda savas çikti. Savasin sonunda Porto Riko, Filipinler ve Guam Adasi ABD'nin denetimine girdi. Ispanya'ya ödenen 20 milyon dolarla Küba bagimsizligini elde etti. Panama'dan toprak satin alan ABD 1914'te Panama Kanali'ni açti.
 
Sanayici ve Emekçilerin Örgütlenmesi
19. yüzyilin sonlarina dogru bazi büyük sirketler tröst adi verilen sanayi tekellerini olusturdular. Tröstler üretimi ve satisi denetim altinda tutuyor ve mallarina diledikleri fiyati koyuyorlardi. Küçük üretici, tüccar ve halk bundan zarar görüyordu. Büyüyen sirketler demir-çelik tesislerine, petrol kuyularina, zengin maden yataklarina, demiryollarina ve göllere sahip oldular. Andrew Carnegie ve John D. Rockefeller ABD'deki büyük tekelci isletmelerin ilk girisimcileridir.
Isletmelerin büyümesiyle birlikte büyük isyerlerinde topluca çalismaya baslayan emekçiler, haklarini aramak için sendikalarda örgütlenmeye basladilar. 19. yüzyila gelindiginde bazi kentlerde marangozlar, ayakkabicilar gibi gruplar meslek birlikleri kurmuslardi. Ne var ki isçilerin ve öteki emekçilerin ulusal çapta örgütlenmeleri I. Dünya Savasi'ndan sonra basladi. 1886'da kurulan Emek Federasyonu marangoz, tesisatçi gibi nitelikli isçileri kapsiyordu. Bu federasyon sekiz saatlik isgünü, alti günlük çalisma haftasi ve çocuklarin çalistirilmamasi için ugras verdi. 1930'larda belirli iskollarina göre örgütlenmenin yani sira demir-çelik, madencilik, motorlu tasit gibi temel sanayi dallarinda örgütlenmek için komiteler olusturuldu. 1939'da Sanayi Örgütlenme Kongresi adi altinda bir örgüt kuruldu ve hizla gelisti (bak. SENDIKA). Çiftçiler de tarim alaninda örgütlenmeye basladilar.
 
. Dünya Savasi
I. Dünya Savasi bir yanda Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanli Devleti ve Bulgaristan (Ittifak Devletleri), öbür yanda Ingiltere, Fransa ve Rusya (Itilaf Devletleri) olmak üzere Avrupa ülkelerini ikiye böldü. 1917'ye kadar tarafsizligini sürdüren ABD, Itilaf Devletleri’yle olan ticaretini Almanlar’in engellemesi yüzünden Nisan 1917'de savasa girdi; ama topraklarinin çok ötesinde çarpisildigi için ülke hiç yikima ugramadi. Itilaf Devletleri'nin savasi kazanmasinda ABD'nin büyük payi oldu. 1918 Kasim'inda Almanlar’in teslim olmasiyla I. Dünya Savasi sona erdi (bak. BIRINCI DÜNYA SAVASI).
 
Bolluk Yillarindan Büyük Bunalima
I. Dünya Savasi sirasinda savasan ülkelerin gereksinimlerinin karsilanmasi çabalari, ABD ekonomisine büyük bir ivme verdi. 1920'lerin ilk yillari bolluk yillari oldu. Özel otomobil sayisi 8 milyondan 23 milyona çikti. Yeni bir sanayi dali olan sinema ve film yapimciligi hizla gelisti. 1930'larda 20 binden fazla sinema salonu açildi.
Sanayideki hizli gelismeler karsisinda tüketiciler buzdolaplari, elektrik süpürgeleri, radyolar, giysiler almak için birbirleriyle yarisir oldular. Kolay para kazanmanin yollarini arayanlar hisse senetlerine ve borsa oyunlarina bel bagladilar. Toplumun hemen her kesimi bankalardan borç para aliyor, bununla daha fazla mal ve hisse senedi almaya çalisiyordu. Ama ekonomideki göstergeler bu dönemin uzun sürmeyecegini gösteriyordu.
1929'da insaat sektöründe durgunluk bas gösterdi, issizlik artmaya basladi. Ekonominin durgunluga girecegini sezen hisse senedi sahipleri ellerindeki senetleri satmaya çalisinca, 1929'da New York borsasinda tam bir panik yasandi. Hisse senedi fiyatlari olaganüstü düstü ve bunlari ellerinde bulunduranlar büyük parasal kayiplara ugradilar. Bu olay 1930'larin Büyük Dünya Bunalimi'nin baslangici oldu.
1932'de baskanlik seçimlerine gidilirken durum hâlâ son derece ciddiydi. Çiftçiler ipotekler yüzünden tarlalarini yitirmis, verdikleri borçlari geri alamayan bankalarin kasalari bosalmis, bankalarin desteginden yoksun kalan fabrikalar kapanmaya baslamis ve milyonlarca isçi issiz kalmisti. Yerel yönetimler ve devlet, issizlere issizlik yardimi ödeyemeyecek duruma düsmüstü.
 
Yeni Düzen
Demokratlar'in adayi Franklin Roosevelt (bak. ROOSEVELT, FRANKLIN) topluma yeni bir düzen vaat ederek 4 Mart 1933'te ABD baskanligina seçildi. Baskan Roosevelt "100 günlük" acil bir program hazirlamak üzere Kongre'yi toplantiya çagirdi. Bu programa göre, kapanmis ya da güç durumda olan bankalara yardim edilecek, insaat sektörü güçlendirilecek, hayvancilik ve tarim kesimini canlandirmak için yeni önlemler alinacakti.
Isçilere sendikalarda örgütlenme ve toplusözlesme hakki tanindi. 1938'de kabul edilen yeni bir yasayla belli sanayi dallarinda asgari ücret ve azami çalisma saatleri belirlendi. 1935'teki Sosyal Güvenlik Yasasi'yla emeklilere, körlere, dul ve yetimlere yardim öngörüldü. Ayrica bir issizlik sigortasi sistemi kuruldu.
1940 yilina gelindiginde, bunalimdan çikmanin adimlari atilmisti. Ama tam bu sirada Avrupa'da ikinci bir dünya savasi çikti.
 
II. Dünya Savasi
1920'lerde Italya'da Fasist Parti'nin önderi Benito Mussolini (bak. MUSSOLINI, BENITO; FASIZM) iktidari ele geçirmisti. Almanya'da ise Nazi Partisi'nin önderi Adolf Hitler, Versailles Antlasmasi'ni reddederek "güçlü bir Almanya için" hizla silahlanmaya basladi (bak. HITLER, ADOLF; NAZIZM). Bu gelismeler savasin pek uzak olmadigini gösteriyordu. Uzakdogu'da, Japonya'da da savastan yana bir hükümet iktidardaydi. 1931'de Japonlar Mançurya'ya, 1935'te Italyanlar Etiyopya'ya saldirdi. 1938'de Almanlar Avusturya'yi kendilerine bagladiktan sonra, Hitler bir yildirim harekâtiyla Polonya'ya saldirdi. Bu olay üzerine Ingiltere ve Fransa Almanya'ya savas açtilar. Böylece II. Dünya Savasi baslamis oldu (bak. IKINCI DÜNYA SAVASI).
ABD hükümeti bu sirada tarafsiz kalmaya özen gösteriyordu. Bu durum uzun sürmedi. 1940 güzünde ABD, Ingiltere'ye askeri yardima basladi. Ayni yil Roosevelt üçüncü kez baskanliga seçildi. Bu ABD tarihinde ilk kez oluyordu. 1941'de Kongre, baskana fasizme karsi savasan ülkelere askeri yardimda bulunma yetkisi verdi. Aralik ayinda Japonlar Hawaii'de Pearl Harbor'a baskinda bulundular. Saskinlik ve sok yaratan bu olayda ABD donanmasi büyük kayba ugradi. ABD hemen ertesi gün Japonya'ya savas açtigini ilan etti. Birkaç gün sonra da Almanya ve Italya ABD'ye savas açtilar. Savas Uzakdogu'da, Afrika'da ve Avrupa'da bütün siddetiyle sürerken Almanlar Haziran 1941'de SSCB'ye saldirdi.
1943'te Italya teslim oldu. SSCB topraklarinda özellikle Ekim 1944 - Nisan 1945 arasinda uzun ve çetin çarpismalardan sonra Alman ordusu bozguna ugratildi. 1944'te Amerikalilar Mans'i geçerek Normandiya'ya asker çikardilar. Almanya'nin yenilgisi artik kesinlesmisti. 7 Mayis 1945'te Almanya'nin teslim olmasiyla Avrupa'da savas bitti.
Bu sirada ABD deniz piyadeleri, Japonya'ya çok yakin olan Okinava Adasini ele geçirdiler. 6 Agustos 1945'te bir ABD uçagi, Japon kentlerinden Hirosima'ya o güne kadar bilinmeyen bir bomba atti. Bu güçlü bomba kenti neredeyse tümüyle yok etti. Birkaç gün sonra bir tersane kenti olan Nagasaki'ye de ayni bombadan atildi. Bu bombalar, savasin bitmesinden uzun yillar sonra bile zararlari sürecek olan atom bombalariydi. 14 Agustos 1945'te Japonya teslim oldu.
ABD savastan daha da güçlenerek çikti. Çünkü ülke yikima ugramamisti ve Avrupa'nin gereksinimlerini karsilamak için savas sirasinda tarimsal ve sanayi üretimini artirmisti.
 
Savas Sonrasi
Savas daha sona ermeden Müttefikler gelecekte dünya barisini güvence altina almak için önlemler düsünmeye baslamislardi. 1945 Nisan'inda 50 ülkeyi temsil eden delegeler San Francisco'da toplanarak Birlesmis Milletler örgütünü kurdular. Birlesmis Milletler'in amaci ülkeler arasinda barisçil iliskilerin kurulmasina ve dünyadaki tüm halklarin ekonomik, siyasal ve toplumsal gelismesine yardimci olmakti (bak. BIRLESMIS MILLETLER).
1947'de ABD, dis siyasetine iki yenilik getirdi. Roosevelt'in ölümünden sonra baskan olan Harry S. Truman'in adini tasiyan "Truman Doktrini"nin amaci, komünizmden etkilenebilecek ülkelere caydirici nitelikte, ekonomik ve askeri yardimda bulunmakti. ABD Disisleri Bakani George C. Marshall'in adini tasiyan "Marshall Plani" ise savasta yikima ugramis Avrupa ülkelerine, toparlanmalari için yardim amacini güdüyordu. 1949'da ABD, Kanada ve 10 Avrupa ülkesi herhangi bir saldiriya karsi Kuzey Atlantik Antlasmasi Örgütü’nü (NATO) kurdular.
1950'de Kuzey ve Güney Kore arasinda savas çikti. Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi Güney Kore'ye yardim göndermeye karar verdi. Baskan Truman Japonya'da bulunan Amerikan birliklerinin Güney Kore'ye gönderilmesi için emir verdi. Kore Savasi 1953'te sona erdi. Kuzey ve Güney Kore arasinda tarafsiz bir bölge olusturulmasina karar verildi.
1952'de baskanliga seçilen Dwight D. Eisenhower, 1928'den beri ilk Cumhuriyetçi baskan olma özelligi tasiyordu. 1954'te ABD Yüksek Mahkemesi, Siyah ve beyaz çocuklarin ayrim gözetilmeksizin ayni okulda okumalarina karar verdi. Güney eyaletlerinin çogunda hâlâ ayrimcilik vardi. Yüksek Mahkeme'nin bu karari büyük tepkilere neden oldu. 1950-60 yillarinda Siyahlar ayrimciliga karsi çikarak esit haklar isteminde bulundular (bak. SIYAH AMERIKALILAR).
4 Ekim 1957'de SSCB dünyanin ilk yapma uydusu olan Sputnik I'i uzaya firlatti. Bunu 31 Ocak 1958'de ABD'nin uzaya firlattigi Explorer I izledi. Bu olaylar uzay çaginin baslangici olarak tüm dünyada büyük coskuyla karsilandi. 10 yil sonra ABD ilk kez Ay'a insan gönderdi (bak. UZAY ARASTIRMALARI).
1960'ta gelmis geçmis baskanlarin en genci olan John F. Kennedy baskan seçildi. 1963'te ABD, Ingiltere ve SSCB yeraltinda yapilanlar disindaki tüm nükleer denemeleri yasaklayan bir anlasma imzaladilar. 1962'de çikan Küba bunaliminda SSCB, ABD'nin baskisiyla Küba'daki füzeleri sökmeye razi oldu. Kennedy 22 Kasim 1963'te Dallas'ta vurularak öldürüldü. Yardimcisi olan Lyndon B. Johnson ABD'nin 36. baskani oldu.
Johnson Kuzey Vietnam'a karsi Güney Vietnam'a yardim politikasini sürdürdü. 1960'larda ABD'de toplumsal huzursuzlugun arttigi gözleniyordu. Siyah Amerikalilar, bazi azinlik gruplari ve ögrenciler çesitli protesto gösterileri düzenliyorlardi. Johnson yönetimi sirasinda baslica sorun Vietnam Savasi'ndan kaynaklaniyordu. 1965'te savasa dogrudan katilan ABD'nin 1967'nin sonunda Vietnam’da 500 bin askeri bulunuyordu. Savasin sona erdirilmesi için gerek dünya kamuoyu, gerek ABD gençligi baski yapiyordu. 1968'de Paris'te baris görüsmelerine baslandi.
Ayni yil baskanlik görevini alan Richard M. Nixon zamaninda ABD, Vietnam'dan askerlerini geri çekmeye basladi. Ama hava saldirilarinin sürmesi tepkilere yol açiyordu. 1972'de ikinci kez baskanliga seçilen Nixon seçimden kisa bir süre sonra, seçim kampanyasi sirasinda yasadisi yollara basvurmus oldugu ortaya çikinca istifa etmek zorunda kaldi.
38. Baskan Gerald Ford zamaninda enflasyon ve çesitli ülke sorunlari eskiden oldugu gibi sürdü. 1976'da baskan olan Jimmy Carter döneminde ise enflasyon ve issizligin yani sira konut sorunu büyüdü ve otomobil sanayisinde durgunluk bas gösterdi. 1979'da Çin Halk Cumhuriyeti’yle bir ticaret anlasmasi imzalayan ABD hem yeni bir pazara kavustu, hem de uzun süredir Çin’le gergin olan iliskilerini düzeltti.
1980'de Cumhuriyetçi Ronald Reagan, Carter'i büyük bir oy farkiyla geride birakti ve ABD'nin 40. baskani oldu. Reagan da ekonomik durumun düzeltilmesi için çaba gösterdi. 1984'te yeniden baskanliga seçilen Reagan, Aralik 1987'de SSCB önderi Mihail Gorbaçov’la bir nükleer silahsizlanma antlasmasi imzaladi. Bu, nükleer savaslari önleme ve baris yolunda çok önemli bir adim oldu (bak. GORBAÇOV, MIHAIL; REAGAN, RONALD).
1989’da Reagan’in yardimcisi George Bush ülkenin yeni baskani oldu. Ayni yilin sonunda ABD birlikleri Panama’yi isgal ederek Noriega yönetimini devirdi. Agustos 1990’da Irak’in Kuveyt’i isgal etmesi üzerine Bush yönetimi birçok ülkeyi kapsayan bir “koalisyon” kurarak bölgeye asker gönderdi. Ocak 1991’de baslayan Körfez Savasi Irak’in ateskes istemesiyle subatta sona erdi.
1991’in sonlarinda Sovyetler Birligi’nin dagilmasiyla II. Dünya Savasi sonrasinda baslamis olan Soguk Savas da sona erdi. ABD artik dünyanin tek süper gücü durumuna geldi. 1992 baskanlik seçimlerini Demokrat Parti adayi William (Bill) J. Clinton kazandi. Clinton hükümeti ülke ekonomisinin yeniden canlanmasini sagladi. Kanada ve Meksika’yla Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlasmasi (NAFTA) imzalandi. 1996 seçimlerinde Clinton ikinci kez ABD baskani seçildi. Adi skandallara karisan Clinton, Kongre’ye yalan söylemekle suçlandi ama sonunda suçsuz bulundu ve görevini sürdürdü. 1999’da ABD’nin Ortadogu ve Balkanlar’da baris saglamada etkin bir rol oynamasina öncülük etti.
2000’de yapilan baskanlik seçimlerini Cumhuriyetçi aday, George Bush’un oglu George W. Bush kazandi. 11 Eylül 2001’de ülke, tarihinin en büyük terörist saldirilarina ugradi. Ayni gün teröristler dört uçak kaçirarak New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne, Washington, D.C.’nin disindaki Pentagon’a ve Pennsylvania’ya saldiri düzenlediler. Iki uçagin çarpmasi sonucu Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kuleleri yikildi ve yaklasik 3 bin kisi yasamini yitirdi. ABD, Usame bin Ladin ve Afganistan’daki Taliban yönetimini bu saldirilarin sorumlusu ilan etti. Ekim 2001’de ABD ve müttefikleri Afganistan’da bombardimana basladi. Ayni yilin sonunda Taliban hükümeti devrildi.
 
ALMANYA


Tarihöncesi dönemlerde bugünkü Almanya topraklarinda Germen, Kelt ve Slav kabileleri yasiyordu. IÖ 58 dolaylarinda Jül Sezar Ren Irmagi’nin batisindaki Germenler’i Roma’nin egemenligi altina aldi. IS 4. yüzyilda Hunlar’in batiya dogru hareketinin yol açtigi Kavimler Göçü, Germen kabilelerini dalgalar halinde Roma Imparatorlugu'nun içlerine itti. Imparatorlugun zayiflamasi üzerine Kuzey Avrupa'daki Germen kabilelerinin saldirilari artti. Bazi kabileler Italya'ya ve Ispanya'ya kadar ulasti. Angillar ve Saksonlar (bak. ANGLOSAKSONLAR) Ingiltere'yi ele geçirdiler. Franklar ise Fransa'ya yerleserek Fransiz ulusunun çekirdegini olusturdular. Bu sirada Avrupa'da, Almanya olarak bilinen ülkenin kuzeyine Saksonlar ve Frizyalilar, batisina Franklar, ortasina Thüringenliler, güneyine ise Alamanlar ve Bavyeralilar yerlesmisti. 8. yüzyilda bu kabileler Hiristiyan oldular.
 
Dinsel Reform Hareketi
Britanya Adalari disinda bütün bati Hiristiyan toplumlarinin yöneticisi olan Frank Krali Sarlman’a 800'de Papa III. Leo Kutsal Roma Imparatoru olarak taç giydirdi. Bu tarihten sonra imparatorlugun adi Kutsal Roma-Germen Imparatorlugu oldu. Sarlman zamaninda doguya dogru genisleyen imparatorluk onun ölümünden sonra ogullari arasinda bölüsüldü. Fransa ile Almanya'nin ayrilmasi da o döneme rastlar. Imparatorluk özünde Alman'di ve imparator, elektör (seçmen) sifatini tasiyan önde gelen Alman prenslerince seçiliyordu. Ama imparatorlarin hiçbiri güçlü bir merkezi yönetim kuramadi (bak. KUTSAL ROMA-GERMEN IMPARATORLUGU). Güçlerini iç savaslarda ve Italya'ya karsi düzenledikleri seferlerde büyük ölçüde yitirdiler. Bu sirada Hiristiyan toplumlarin dinsel önderi papa ile imparatorlar arasinda zaman zaman ciddi gerginlikler oldu.
Güçlü ve akilli bir önder olan Friedrich Barbarossa (1123-1190) döneminde Almanya bir süre dirlige kavustu. Torunu II. Friedrich (1194-1250) çok bilgili ve kültürlüydü. Onun döneminde ozanlar, ressamlar ve bilim adamlari sarayda büyük saygi gördü. 1273'te Habsburglar’dan Rudolf tahta geçti ve 1805'te imparatorluk çökünceye kadar Habsburg hanedani ülkeyi yönetti.
Bu dönemde Frankfurt, Mainz ve Köln gibi kentler büyük ticaret merkezleri haline gelerek imparatorluk içinde oldukça genis bir özerklige ve ayricaliga sahip oldular. Kuzeyde ise Hamburg, Bremen ve Lübeck liman kentleri çok gelisti. Daha sonra özerk cumhuriyetler olan bu kentler bir araya gelerek bir ticaret ortakligi olan Hansa Birligi'ni kurdular (bak. HANSA BIRLIGI). Gene bu dönemde Alman mimarlar ve yapi ustalari Köln, Strasbourg ve daha birçok yerde Avrupa'nin en güzel katedrallerini yaptilar.
15. yüzyila gelindiginde dünyada Hiristiyan dinini benimsemis bütün insanlar üstünde Roma Katolik Kilisesi'nin önderi papanin ve ona bagli kiliselerin büyük bir gücü vardi. Ne var ki, Roma Kilisesi'nin lükse ve dünya nimetlerine düskünlügünün artmasi Ingiltere'de oldugu gibi Almanya'da da giderek büyüyen bir hosnutsuzluk yaratmaktaydi. Prag'da, Hiristiyanlik dininde reform yapilmasi gerektigini ögütleyen Johannes Huss'u Almanya'da da kitleler destekledi. 1415'te Johannes Huss kiliseye karsi çiktigi için kaziga baglanarak yakildi. Bu olay üzerine Almanya'da dinde reform isteyenler ile istemeyenler arasinda iç savas çikti. Hiristiyanlik dininde ve onun kurumlari olan kiliselerde yeni bir düzen arayisi anl***** gelen Reform hareketi, bilgin bir papaz olan Martin Luther'in de Katolik Kilisesi'ne karsi oldugunu açiklamasiyla Almanya'da güç kazandi. Luther, Katolik Kilisesi'nin insanlarin günahlarini bagislamak için aldigi paralara ve bagislanma belgelerinin para karsiligi satilmasina karsi çikti. 1517'de Wittenberg Kilisesi'nin kapisina bir protesto bildirisi asti. Bunun üzerine papa, Luther'in artik Katolik Kilisesi'nin bir üyesi olmadigini (aforoz ettigini) açikladi.
Luther'in düsünceleri daha sonra Protestan mezhebinin dogmasinda etkili oldu. Gene bu olay Katolikler ile Protestanlar arasinda yillar yili sürecek mücadelenin baslangici oldu (bak. LUTHER, MARTIN; REFORM).
Yaklasik 100 yil sonra bu mücadele, nedenleri artik yalnizca dinsel olmayan Otuz Yil Savaslari'nda (1618-48) sürdürüldü (bak. OTUZ YIL SAVASLARI). Bu savasta Alman prensleri bazen imparatora karsi, bazen onun yaninda yer alarak, daha fazla toprak ve bagimsizlik için birbirleriyle kiyasiya dövüstüler. Isveçliler ülkeyi yagmaladilar. Fransizlar ise Alsace bölgesini topraklarina kattilar. Almanya bu savaslarin sonunda büyük bir yikima ugradi.
 
Prusya'nin Yükselisi
1648'de Vestfalya Baris Antlasmasi'ndan sonra Katolik Avusturya ile Protestan Prusya arasinda yaklasik 200 yil boyunca Almanya'ya egemen olma mücadelesi basladi.
Prusya, 1701'de krallik ilan edilinceye kadar Hohenzollern hanedaninin yönetimi altinda doguya ve batiya dogru yayilmisti. Büyük Friedrich döneminde (1740-86) Prusya Kralligi, Avusturya'dan sonra en güçlü Alman devleti oldu. Friedrich büyük bir beceriyle kumanda ettigi güçlü ordusuyla Silezya'yi ve Polonya'nin büyük bir bölümünü topraklarina katti. 1789'da Fransiz Devrimi basladigi sirada Almanya 360 devlete bölünmüs durumdaydi. Napolyon Prusya'yi Jena'da büyük bir yenilgiye ugratti ve Almanya'yi isgal etti. 1805 Petersburg Antlasmasi'yla Kutsal Roma-Germen Imparatorlugu son buldu. Ama Prusyalilar kisa zamanda toparlanmayi basardilar. Maresal Gebhard von Blücher yönetimindeki Prusya ordusu ile Wellington yönetimindeki Ingiliz ordusu Napolyon'u 1815'te Waterloo'da yenilgiye ugratti.
1789 Fransiz Devrimi Alman halkini çok etkilemisti. Onlar da Fransizlar gibi daha fazla özgürlük istiyorlardi. Halkin ülke yönetiminde söz sahibi olmasi için güçlü bir hareket vardi. Buna karsilik kral ve soylular ayricaliklarini korumak için direniyorlardi. 1848'de Berlin'de baslayan büyük halk gösterileri öbür kentlere de yayildi. 1848'de Frankfurt'ta, anayasa hazirlamak için bir meclis toplandi. Ne var ki Prusya krali anayasayi destekleyen halk hareketlerini kanli bir biçimde ezdi; meclisi de kapatti.
1861-88 arasindaki I. Wilhelm döneminde Almanya'da birligi saglayan Prusya Basbakani Otto von Bismarck oldu. Sert karakterli ve siki disiplinli bir yönetici olmasi yüzünden ona "Demir Basbakan" denirdi (bak. BISMARCK, OTTO VON).
1866'da Avusturya Sadova'da yenilgiye ugratildi ve Prusya önderliginde Kuzey Almanya Birligi gerçeklesti. 1870'teki Fransa-Prusya Savasi'nda ise Fransizlar birlesik Alman ordusu karsisinda yenildiler. 1871'de Versailles'da Almanya'nin imparatorluk oldugu ilan edildi ve I. Wilhelm ilk Alman imparatoru olarak taç giydi. Berlin'i baskent yapti. 1648'den beri Fransa'nin olan Alsace bölgesini Almanya topraklarina katti.
Bu dönemde Almanya'nin ticareti ve sanayisi hizla gelisti. II. Wilhelm Almanya'nin denizasiri ülkelerde de gücünü kanitlamasini istiyordu. (II. Wilhelm Almanca'da imparator anl***** gelen "Kayzer" sifatiyla anilir.) Avrupa'nin en üstün ordusuna sahip olmanin yani sira, Ingiliz donanmasiyla yarisacak güçte bir donanma olusturdu. Bu dönemde Almanya ile Osmanli Devleti arasindaki siyasal, ekonomik ve askeri iliskiler hizla gelisti. Osmanli Devleti I. Dünya Savasi'nda Almanya'nin yaninda yer aldi.
I. Dünya Savasi 1914'te, Almanya'nin Belçika ve Fransa'ya saldirmasi üzerine basladi. Ingiltere saldiriya ugrayan ülkelerin yardimina kostu. Her iki tarafta da büyük kayiplara yol açan savas dört yil sürdü ve Almanya'nin yenilgisiyle sonuçlandi (bak. BIRINCI DÜNYA SAVASI). Hollanda'ya kaçan Kayzer, 1941'de ölünceye kadar orada kaldi. 1918'de Weimar Cumhuriyeti adi altinda yeni bir Almanya dogdu.
1919'da imzalanan Versailles Antlasmasi'na göre Almanya denizasiri sömürgelerinin hepsini yitirdi. Polonya'dan almis oldugu topraklari Polonya'ya, Alsace'i Fransa'ya, Kuzey Schleswig'i de Danimarka'ya vermek zorunda kaldi. Alman ordusu 100 bin askerle sinirlandirildi. Almanya'nin Ren Irmagi’nin batisinda kalan kesimi Müttefikler tarafindan isgal edildi. Almanya, savasi baslatmis olmaktan dolayi, agir savas zararlarini ödemek zorunda birakildi.
Fransa 1923'te borcunu ödemedigi gerekçesiyle Almanya'nin Ruhr bölgesini topraklarina katti. Bu olay zaten savastan zararla çikmis olan Alman ekonomisinin daha da kötülesmesine yol açti. Alman parasi degerini yitirdi; ülke yoksulluk ve kargasaya sürüklendi. Bunun üzerine ABD ve Ingiltere Almanya'ya büyük miktarlarda borç para verdiler. Ekonomide bir süre isler yoluna girmis gibi göründü. Ama cumhuriyet güçlü degildi. Bu sirada ülkedeki ekonomik bunalim, farkli çözümler öneren siyasal partiler arasinda gerginligin artmasina yol açiyordu. 1921'de Nasyonal Sosyalist adli siyasal bir hareket baslatan Hitler, 1923'te Münih'te hükümet darbesi girisiminde bulundu. Ordunun ise karismasi sonucu yenilgiye ugradi ve 13 ay hapse mahkûm oldu. Hapisten çiktiktan sonra partisi güçlenmeye basladi. Nazi olarak adlandirilan Nasyonal Sosyalistler'in (bak. HITLER, ADOLF; NAZIZM) silahli çeteleri sokaklarda kendilerinden olmayanlara karsi kiyasiya saldiriya geçtiler.
Bu sirada 1925'te cumhurbaskani seçilen Maresal Paul von Hindenburg, ordunun güçlendirilmesine önem vermeye basladi. 1929'da dünyanin neredeyse tümünü etkisi altina alan issizlik ve ekonomik bunalima, zaten zayif durumda olan Almanya da karsi duramadi. Halk içinde bulundugu zor durumdan bir an önce kurtulmak istiyordu. Milyonlarca issizin ise, esnafin yardima gereksinimi vardi. Gençler kendilerine geçim olanagi taniyacak bir gelecek düslüyorlardi. Hitler girdigi seçim kampanyalarini asiri milliyetçilik, irkçilik, saldirganlik ve savas üzerine oturttu. Almanya'yi yeniden güçlendirmeyi, Versailles Antlasmasi'ni yirtip atmayi, Yahudiler'i ezmeyi, komünistleri yok etmeyi, her Alman'a is ve ekmek saglamayi vaat ediyordu. Durumundan memnun olmayan milyonlarca insan Naziler'i umut olarak gördü. Hitler bir yandan görkemli propaganda gösterileriyle halki etkilemeye, öte yandan siyasal karsitlarini sindirmeye çalisiyordu. Naziler'in olusturdugu baskin birlikleri (SA) ve muhafiz müfrezeleri (SS) sendikalari, demokratik örgütleri basiyor, öbür parti üyelerine karsi kanli terör hareketleri düzenliyordu. Bu kosullar altinda yapilan seçimlerde Naziler 1928'de 810 bin oy alirken 1930'da oylarini 6.409.600'e çikardilar. Seçim sonuçlari Almanya'nin büyük sanayicilerinin de Naziler'i desteklemesini sagladi. 1932 Temmuz'unda yapilan genel seçimlerde Hitler'in partisi 13.745.000 oy alarak en güçlü parti durumuna geldi. Mecliste, Sosyal Demokratlar ikinci, Komünistler üçüncü parti oldular. Ocak 1933'te Cumhurbaskani von Hindenburg, Hitler'i basbakanliga getirdi.
 
Nazi Yönetimi
Yönetime geçer geçmez Naziler'in ilk isi demokrasinin tüm izlerini yok etmek oldu. Mart 1933'te Almanya'nin son seçimleri yapildi. Naziler iktidarda olmanin sagladigi olanaklarin yani sira hile ve baskiyla parlamentoda çogunluga sahip oldular. Gerçi oylarin ancak yüzde 44'ünü almislardi, ama bu onlarin ülkeyi tek basina yönetmelerine yetiyordu. Temmuz 1934'te bir yasa çikartarak ülkenin tek partisinin Nasyonal Sosyalist Parti oldugunu, öteki partilerin kapatildigini ilan ettiler. Artik Reichstag, yani parlamento, çok seyrek, o da Hitler'in konusma yapacagi ya da yeni bir karar açiklayacagi zaman toplaniyordu. Seçimlerde Propaganda Bakani Joseph Goebbels demokratik düsüncelere ve demokratik ülkelere karsi saldiriya geçti. Naziler gibi düsünmeyen memurlar, ögretmenler ve profesörler islerinden oldular. Okullarda Alman irkinin güçlülügü, üstünlügü ve bir gün dünyaya egemen olacagi ögretiliyordu. Almanya'nin düsmani olduklari ilan edilen Yahudiler üzerinde kanli baskilar basladi. (II. Dünya Savasi sirasinda Orta ve Dogu Avrupa'da Naziler 5 milyondan fazla Yahudi'yi öldürdüler.)
Hitler silahlanmaya büyük önem verdi. 1936'da genel seferberlik ilan edildi. Ülke adim adim savasa hazirlaniyordu. Besin ve hammadde stoku yapmak amaciyla Balkan ülkeleriyle olan ticaret artirildi. Bu arada Türkiye'nin dis ticareti de hizla Alman ekonomisine baglandi. 1938'e gelindiginde Türkiye'nin ithalatinin yüzde 47'si, ihracatinin yüzde 63'ü Almanya’yla yapiliyordu.
Almanya'da her sey Hitler'in çikarmayi planladigi büyük savasa göre düzenleniyordu. Devlet gizli polisi Gestapo, emirlere uymayanlari aninda ezmeye yetkiliydi. II. Dünya Savasi sirasinda Almanlar’in isgal ettigi Avrupa ülkelerinde Gestapo'nun acimasizligi, bu ülkelerin halklarinin Almanlar’dan nefret etmelerine yol açti.
Hitler'in dis siyaseti de iç siyasetiyle ayni dogrultudaydi. Almanya 1933'te, baris için ülkelerin birlikte çalismalari ilkesini benimsemis olan Milletler Cemiyeti örgütünden ayrildi. Bundan üç yil sonra Ren yöresini ele geçirdi. 1938'de Alman ordusu Avusturya'yi Almanya'nin bir eyaleti durumuna getirdi. Ayni yil öteki Avrupa ülkelerini sindirerek Çekoslovakya'nin, halkin çogunlugu Alman kökenli olan Südet bölgesini isgal etti. Bir yil sonra ise Çekoslovakya'nin tümünü egemenligi altina aldi. Hitler bu yayilmaci siyasetini 1 Eylül 1939'da Polonya'ya girerek sürdürdü.
Ingiltere ve Fransa, Polonya saldiriya ugradiginda yardim edeceklerine söz vermislerdi. Nitekim Hitler'in Polonya'ya girmesi üzerine Almanya'ya savas ilan ettiler. Daha sonra öbür ülkeler de savasa katildi (bak. IKINCI DÜNYA SAVASI).
1944 Haziran'inda, neredeyse bes yil savasildiktan sonra, Amerikan, Ingiliz ve öteki müttefik güçler Fransa'nin Normandiya kiyilarina çiktilar. Fransa düsmandan kurtarildiktan sonra Müttefikler'in öncü birlikleri Almanya'ya girdiler. Yüksek rütbeli bazi Alman subaylari Hitler'e bir komplo düzenleyerek onu öldürmek ve demokratik bir hükümet kurarak Müttefikler’le baris yapmak istediler. Ancak bu girisim basarisizliga ugradi ve olaya adi karisanlarin çogu idam edildi. 1945'in ilk aylarinda Ingilizler, Kanadalilar, Amerikalilar ve Fransizlar Ren'i geçerek Bati ve Güney Almanya'yi isgal ettiler. SSCB ordusu ise Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya üzerinden Berlin'e girdi. On gün süren çetin bir savastan sonra Berlin düstü. Bu sirada Hitler intihar etti. Bundan birkaç gün sonra, 7 Mayis 1945'te, Fransa'daki Alman ordusu General Dwight Eisenhower'a teslim oldu.
Almanya'nin tümü Müttefikler'ce isgal edilmisti. ABD, Ingiltere ve SSCB'nin 17 Temmuz-2 Agustos 1945 tarihleri arasindaki Potsdam Konferansi'nda aldiklari karara göre Almanya tek bir ülke gibi yönetilecekti. Ama bu karar hiçbir zaman uygulamaya geçmedi ve Müttefikler'in her biri isgali altindaki bölgeyi kendi kurallarinca yönetti.
Ingiltere, ABD ve Fransa ile SSCB arasindaki görüs farkliliklari giderek keskinlesmeye basladi. Sonunda birlikte çalisma olanagi ortadan kalkti. Almanya dogu ve bati olmak üzere ikiye bölündü. Berlin'in bir bölümü SSCB bölgesinde kaldi.
 
Iki Alman Cumhuriyeti
II. Dünya Savasi'nda Almanya büyük yikima ugramisti. Milyonlarca insan açliktan kiriliyor ve evsiz kalan milyonlarca Alman derme çatma yerlerde, yikintilar arasinda yasamaya çalisiyordu. Fabrikalarin çogu yerle bir olmustu. Ayakta kalanlar da yakitsizliktan ya da hammadde yoklugundan çalisamiyordu. Bunlari disardan satin almak için para da yoktu. Pek çok köprü, lokomotif, kamyon yok edilmis, demiryollari kullanilmaz duruma gelmisti. Sonuç ise yogun issizlikti. Müttefikler bu sorunlarla ugrasirken Haziran 1948'de aralarinda yeni bir bunalim çikti. SSCB, Berlin ile Bati Almanya arasindaki ulasimi kesti. Bunun üzerine Ingiltere ve ABD, Berlin kentinin yiyecek ve öteki gereksinimlerini dokuz ay boyunca havayoluyla karsiladilar.
Bu sirada ABD, Ingiltere ve Fransa yeni bir Alman hükümeti olusturma çalismalarina basladilar. Bati Almanya'nin federal bir cumhuriyet olmasi kararlastirildi. Agustos 1949 seçimlerinin ardindan yeni parlamento Bonn kentinde çalismaya basladi. Konrad Adenauer Almanya Federal Cumhuriyeti'nin (AFC) ilk basbakani oldu. SSCB de Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin (ADC) kurulmasina önayak oldu. 1955'te ABD, Ingiltere ve Fransa, Almanya Federal Cumhuriyeti'nin isgaline bir yil içinde son verilmesini ve ülkenin Kuzey Atlantik Antlasmasi Örgütü'ne (NATO) üye olmasini kararlastirdilar. Ayni yil SSCB de Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin bagimsiz oldugunu açikladi. Böylece Almanya ikiye bölündü ve yaklasik 40 yil boyunca Soguk Savas olarak bilinen, batili güçler ile SSCB arasindaki çekismenin ortasinda kaldi.
Adenauer’in Avrupa Ekonomik Toplulugu’nun (AET; bugün Avrupa Birligi-AB) kurulmasinda önemli katkilari oldu ve AFC 1957’de AET’nin ilk üyeleri arasinda yer aldi. SSCB 1958’de batili askeri güçlerin Berlin’den çekilmesini isteyince çikan bunalim, 1961’de Berlin Duvari’nin kurulmasiyla sonuçlandi. Berlin’in doguda kalan kismi ADC’nin, Bonn ise AFC’nin baskenti oldu.
1950’lerden baslayarak, AFC kisa sürede savasin yol açtigi zararlarin üstesinden gelmeyi basardi ve ABD, SSCB ve Japonya’dan sonra ekonomik bakimdan dünyanin dördüncü gücü durumuna geldi. Sosyalist yönetimli ADC ise Dogu Bloku ülkeleri arasinda en yüksek yasam düzeyine sahip olmakla birlikte, hiçbir zaman AFC’nin ekonomik düzeyine ulasamadi.
 
Birlesik Almanya
1989’un sonlarinda ADC’de demokrasi yanlisi gösteriler artti. 9 Kasim 1989’da Berlin Duvari açildi ve 3 Ekim 1990’da Dogu ve Bati Almanya yeniden birlesti. Aralik 1990’da yapilan seçimleri Helmut Kohl önderligindeki koalisyon partileri kazandi. Birlesmenin ardindan 1991’de Berlin yeniden ülkenin baskenti oldu. Dogu ve bati arasindaki uçurumu kapatma çabalari ülke ekonomisine agir bir yük getirdi. Agustos 1994’te Berlin’deki son Rus birlikleri çekildi. Ayni yil yapilan seçimleri yeniden Kohl önderligindeki koalisyon kazandi. Eylül 1998’de Sosyal Demokrat Parti (DPD) önderi Gerhard Schroeder sansölye seçildi ve Yesiller’le koalisyon hükümeti kurdu. Eylül 2002’de yapilan seçimleri de ayni koalisyon kazandi
 
Geri
Üst