Devlet ve Sivil Toplum Örgütleri

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
20
EXE RANK

Method

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
5 May 2010
Mesajlar
30,484
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Method
devlet devrim ve sivil toplum örgütleri - ideolojik kimlik çatışmaları - devlet ve devrimin uğradığı değişiklikler
Reel sosyalist sistemin Rusya ve Doğu Avrupa�daki çöküşü konjoktörü baştan aşağı değiştirdi. Kimileri bunu kapitalizmin başarısı olarak görmek istese de, aradan geçen on yıllık süre içinde bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Körfez�de, Balkanlar�da, Kafkasya�da yaşanan sorunlar sosyalist sistemi yıkan depremin artçı sarsıntı olarak değerlendirildi. Ama sorunlar emperyalist merkezlere 11 Eylül biçiminde yansıyınca durumun daha derin ve köklü olduğunu ortaya çıkardı. İki kutupluluk bir dengeyi ifade ediyordu. Dengeyi sağlayan sol kutbunun yıkılışı, sağdakini de kendi başına anlamsız kıldı.

Böylece sorunun özü kapitalist uygarlığın çöküş süreci olması tartışıldı. Gerek maddi temel, gerekse de ideolojik kimlik tarafından aşılan sınıflı uygarlığın kendisidir. Sümerlerle başlayan uygarlık, insanlaşma sürecindeki rolünü ağır bedellerle de olsa oynamıştır. Onun varlığı antik yarardan çok, zarar getiren gerici bir niteliğe bürünmüştür. Temel karakteri sınıflılıktır. Sınıflaşma pratik bir olgu oluduğu kadar, mitolojik, dini, giderek felsefi, hatta sözde bilimsel temellere oturtulan bir inanç ve bilinç meselesidir. Aynı zamanda tekniğin çok sınırlı bir üretime el verdiği şartlarda ortaya çıkan fazla ürüne el koymak ve bunu tanrısal düzenin bir parçası olarak sunmakla başlar. Değişik ad ve biçimlerde her çağda varlığını sürdürür. Artık toplum yaş*****n en temel sorusu üretimi sahiplenmek ve pozisyonun nasıl korunacağıdır. Devlet de bu sınıflaşmanın bir ürünü olarak ortaya çıkar. Devlet daha çok belirli bir gelişme aşamasındaki toplumun bir ürünüdür. Toplumun kendi kendisi ile çözülmez bir çelişki içine girmesini önlemekte yetersiz kaldığı, uzlaşmaz karşıtlıklara bölündüğünün itirafıdır.

Köleci devletler geleneksel imparatorluklar, monarşiler ve nihayet ulus devletlerin mantığı aynıdır. Britanya krallığından Amerikan feodalizmine, Arap monarşilerinden İsviçre kantonlarına kadar ad ve biçimdeki bütün değişiklere rağmen, özünde yaşanan sınıflaşmanın ve hakim sınıf çıkarlarının korunması, güçlendirilmesidir. Bu yüzden Marks modern devleti bir �kurgu� diye niteler. Sümer rahiplerinin devleti icat ettiğini varsayarsak, sınıfsal özün de en çok egemen sınıf olan rahiplerin bu icada duydukları ihtiyaca bağlı olduğunu görürüz. Günümüzün ulus devleti akıl dışılığıyla buna en iyi örnektir. Ulus ve devlet gerçekte yan yana anılamayacak kategorilerdir. Türkiye örneğinde görüldüğü gibi, bir devletin sınırlarında birden çok ulus bulunabilir. Ya da arap örneğindeki bir ulusun bir çok devleti olabilir. Daha basında sınıflaşma ve sömürüyü gerektiren devletin, halk devleti, ulusun devleti, özgür devlet diye tanımlanması Lenin'in deyimiyle safsatadır.

En genel tabirle sınıflı uygarlık işte bu küçük bir azınlık adına, çoğunluğun ezilmesi, sömürülmesi ve eşitsizliktir. Bunun en kolay yolu ise, devlet gibi, bir baskı ve yanıltma aracına sahip olmaktır. Böylece sınıflı uygarlığın idolojisini ezme politikası da, devleti ele geçirme olarak tanımlamak abartılı olmayacaktır. Egemenler bunu hep yapmıştır. Ezilenler adına girişilen hareketlerde de aynı durum yaşanır. Bu kez sömürücü azınlık baskı altında tutulur, ezilenler devlete sahip olur. Bu diyalektik hem ezilenler, hem de ezenler için geçerlidir. Batı kapitalizmi ile reel sosyalizmin benzerliği gibi.

Çağın temel çelişkisi sınıflaşma olunca, siyaset yöntemi de doğal olarak parlamenterizmdir. Devrim, karşı devrim olgusudur. Sorunlarıyla birlikte parlamenterizm ayrı bir bölüm halinde işleneceğinden burada eele alınmayacaktır. Devrim 1776 Amerikan, 1789 Fransız örnekleriyle başlayan özellikle 20. yüzyıl boyunca esas alınan devleti ele geçirme yöntemidir. Temel toplumsal talepler karşılanmadığı, iktidar gücünün dengesiz bir biçimde dağıldığı şartlarda kitle hareketleri yaygınlık kazanır. Reform taleplerini uygulamak üzere örgütlenen kitlenin siyasal iktidarı ele geçirme hareketidir. Şiddet sıkça başvurulan yöntemdir. Şiddeti besleyen ilk etken meşru siyasal yolların egemenler tarafından tıkatılmasıdır. Devrim, karşı devrim yöntemini zorunlu kılan bir diğer etken de iletişim olanaklarının zayıflığıdır. Kitlelere ulaşmanın onları bilinçlendirmenin başka yolu bulunmayınca şiddet iktidarı yıkmak kadar, kitlelere ulaşmanın yöntemi olarak da esas alınmıştır. Devrim mantığı kabaca, genel bir ayaklanma başlatma, şiddet eylemleriyle panik havası yaratıp resmi düzeni bozma, siyasal kontrolü zayflatarak, devleti daha baskıcı olmaya itme, baskıdan doğan tepkileri yine kitlesel hareketler yoluyla örgütleme ve şiddet biçiminde iktidara yönetip onu alaşağı etme, yıkılanın yerine oturma olarak tanımlanabilinir. Talepler bireyci değil, toplumsaldır.

Kısaca bu uygarlığın mantığına göre, toplum iktisaden sınıflara bölünmüştür. Burada iktisaden egemen olan sınıf, zor aygıtlarıyla devleti elinde tutarak diğer sınıfları baskı altında tutar, sömürür ve ezer. Ezilen sınıfların tek yapabileceği devrimle devleti ele geçirmektir. Özellikle 20. yüzyıl bu anlayışın bir ürünü olarak yaşandı. Devletin boğucu etkilerine karşın, devrimlerin etkili olabileceği, insanlığa nefes aldırabileceği inancı güçlüydü. Bazı başarılı girişimler, ona duyulan ilgi ve güveni artırınca dünyanın her tarafına yayıldı. Ardından karşı devrim süreçleri geldi. Özellike 1989 balkan olaylarından sonra karşı devrim daha da yaygınlaştı. Ancak çağın temel özelliği olarak sınıflılık, sömürü ve onun aracı olarak devlet, temel niteliklerini olduğu gibi korudu. Onu aşmanın yolu, yine onu yaratan nedenleri ortadan kaldırmakla mümkündür. Bu hem maddi temelde, hem de düşünce ve inanç yapısında ciddi değişikleri gerektirir.

Belirtildiği üzere sınıflaşma bugün aç olan ve yarına korku ile bakan insanların zaten sınırlı olan üretimi sahiplenmesi olarak maddi bir temel bulmuştur. Ancak bununla sınırlı kalmamış, inançla, ideolojik kimlikle desteklenerek kendisini zorunlu hale getirmiştir. Ancak başta bilimsel teknik gelişmelerin gücüyle, çağımız bu sorunları aşmayı olanaklı kılmıştır. Her şeyden önce bütün insanlığın ihtiyacını karşılayacak bir üretim kapasitesini sağlamıştır. Aynı zamanda makinalaşma sayesinde insan emeği üretimin zorunlu bir aracı olmaktan çıkarılmıştır. Hem emeğin, hem de emek sahibi sınıfların niteliği değişiyor. İnsan emeğinin böyle üretken kılınması, sınırlılığın maddi temellerini giderek aşındırıyor.

Paralel olarak insanlığın doğayı fethetme düşü bir gerçek haline gelmiştir. Sorun artık onu nasıl fethedeceğimiz değil, onu teknolojinin gücünden nasıl koruyacağımız ve uyumlu yaşabileceğimiz sorusuna verilecek cevaptır. Toplumsallaşma hayali bir dünya toplumu olabilmenin eşiğine varırken, artık toplum da bireyin çoğunlukta azınlığın haklarına yönelişini doğurmuştur. Kısaca maddi temele eşlik eden, bir ideolojik kimlik değişikliği de yaşanıyor. Demokrasi, insan hakları, ekolojik denge, cins eşitliği gibi değerler çağın temel çelişkileri haline gelmiştir.

Üretim yapısı ile ideolojik kimliğin bu çatışmalı ilişkisinin, hatta kaynaşmasının bir sonucu olarak devletin yapısında da belirgin bir değişiklik göze çarpar. Ulus devlet sisteminde bir çözülme sürecine girilmiştir. Kendi içinde bir ulusun devleti olmaktan çıkarken, dışardan da bazı yetkilerini ulusüstü kurumlara devretmeye yöneliyor. Küreselleşme sürecinin de destekleyici etkisiyle ulusaltı ve ulusüstü birimlere gücünü aktarma eğilimi ulus devletin klasik yapısını dağıtıyor. Buna bir örnek olarak Avrupa Birliği gösterilebilir.

Benzer bir şekilde işlevleri açısından da ulus devlet değişim sürecine girilmiştir. Devlet bugün GSHM�nin yarısını elinde bulunduruyor. Harcamalardaki askeri, sosyal denge giderek, sosyal alanın lehine değişiyor. Bugün bütün özelleştirme işlemlerine rağmen, devlet halen en büyük işveren konumundadır. Nüfusun önemli bir kesimine iş yaratıyor, istihdam yaratıyor, son yılların yaygınlaşan özelleştirme girişimleri bununla çelişik gibi görünse de, gerçekte yaşanan tam tersidir. Kamu şirketlerinin özelleştirmesi devlet kontrolünü inkar temelinde değildir. Sosyal hizmetler halen devlet tekelindedir. Olan şey ise, bunu hangi özel şirketin yürüteceğidir.

Devlet açısından yaşanan derinliğine ve genişliğine bir yayılmadır. Gerek gücün ulusaltı, ulusüstü kurumlara devri, gerekse özelleştirme devletin sönmesinden çok, kaba biçimini değiştirdiğine birer kanıt olarak görülmelidir. Özel okullar, bankalar, işletmeler, hastaneler, tümüyle devlet dışı kurumlar diye nitelendirilemez, aksine devlet yaşamı belirleyebilecek bir düzeyde toplumun her yanına sızma eğilimindedir. İdeolojik manipulasyondan tutalım, borsa oyunlarına, modadan aile yapısının belirlenmesine kadar devlet görünmez bir biçimde bütün dokulara sızmıştır. Ancak burada temel nokta, eski kaba sınıfsal yaklaşımın devleti açıklama gücünden yoksunluğudur. Devlet bugün ve gelecek açısından egemen sınıftan fazla bir şeydir de. Devlet yapısındaki söz konusu değişikler, siyaseti de derinden etkileyecek kapsamdadır.

Eskinin temel sorusu �devleti kim elinde tutuyor?� meselesi iken, bugün aslolan �toplum yaşamı nasıl örgütlendirilmelidir?� sorusudur. Siyaset açısından Gramsci�nin deyimiyle gözle görülen devlet, bir tüldür, ardında güçlü bir toplum yeralır. Topluma rağmen, devletleşmek, onu sürdürmek giderek zorlaşıyor. Dolayısıyla siyasi aktörlerin yönelimi devletten çok, topluma doğrudur. Devleti ele geçirme stratejisi olarak devrim, karşı devrim yöntemini de gereksizleştiriyor. Uluslararası bütünleşme süreci buna eklenirse, devrim yapmak ya da yapılsa bile, dünya sistemine rağmen onu sürdürmek gittikçe olabilirliğini yitiriyor. Sistem devrimlerin yaşam zeminini kurutuyor, boğuyor, başarılsa bile muhalif olan devletleri aşan bir model oluşturamadıkları, hatta Rusya pratiğinde görüldüğü üzere yer yer gerisine düşüldüğü görüldü. Benzer şekilde ajitasyon, propaganda ve örgütlenme olanaklarını muazzam bir biçimde artıran iletişim teknolojisi, eski yöntemleri gereksiz kılıyor. Devlet ve devrimin uğradığı değişiklikler elbette sınıflaşmanın, sömürünün bittiği anlamına gelmiyor. Devlet halen masum değildir; politiktir, hala sınıflaşma da hakim olanın elinde baskı aracıdır. En geri olanından, en modernine kadar devlet bir geçiş sürecindedir ve bu süreç tamamlanmaktan çok, devam eden bir yapıdadır. Yaşanması kaçınılmaz olan evrimine adım atılmıştır ve çağımız buna tanıklık ediyor. Yeni durum gereğince esas olan devrim, yani onu ele geçirmek değil, gereksizleştirmektir.

Çağdaş demokratik uygarlıkta devlet yıkılarak, parçalanarak değil, yavaş yavaş hurdalık bir malzeme konumuna getirildikten sonra tarihin çöp sepetine atılacaktır. Doğrusu ve gerçekleşir olanı da budur. Devletin yerine gelecek olan, herkesin, tüm kurumların ve toplumun üretken emeğine dayalı genel adalet ve özgürlük ölçülerini en üst düzeyde temsil eden ve denetleyen bir genel koordinasyon aracıdır. Bilimsel teknik devrimler insanlığı her zamankinden daha fazla bu gerçekçi hayaline yaklaştırmıştır.

alıntı
 
Geri
Üst