Aşk Şiirleri [GÜNCEL]

Çiçekleri ezme yavrum
Çiçekler bir yüreğe benzer
Çiçek ezen, insan ezer.
Sakın sen kuş vurma yavrum
En engin bir kardeşlikte
Uçar kuşlar gökyüzünde.
Tüfekle oynama yavrum
Şakacığı bile çirkin
Bir canlıyı öldürmenin.
Gel bir çiçek ol sen yavrum
Kendi ülkenin renginde
Şu yeryüzü demetinde.
 
GÖzlerİnİ Özledİm
sÖzlerİnİ Özledİm
kokunu Özledİm
benİm gÜzel annem
benİ bÜyÜten
benİ yaŞatan
benİ yÜrÜten
sen deĞİlmİydİn
benİm gÜzel annem
 
Yüreğim hep senin tarafında.
En ufak bir şey bile olsa,
Hemen senin yanında.
Sen bilmesen de
Kalbim hep seninle.
En ufak bir üzüntünde,
Yüreğim kapılıyor hüznün seline.
Senden daha çok üzülüyorum,
Senin hiç üzülmemeni istiyorum.
Hep gülmeni diliyorum.
Hep gülsün o güzel yüzün,
Sen gülmezsen ben üzülürüm.
Herşeyim senin elinde,
O yüzden o yüzün hep gülsün.
 
ateşe dökmüşsün gözyaşlarını
çiçek açacak mı sandın
taş kalbin üstüne
uzun mu uzun bir aşk hikayesi yazmışsın
yıllar silemez
ve o unutmaz mı sandın
bin iyilikten sonra
bir kötülüğünü görmeyecekler mi sandın
küçük bir kalbin üstüne
dağlar yüklemişsin
umudunu bağladığın taşlara
karlar yağmaz mı sandın
her şeyi var edeni bile
terk etmişse insanlar
senin dost kanunlarını çiğnemezler mi sandın
vefa, gark olmuşken dipsiz denizlere
onu birkaç yeminde bulacan mı sandın
her insan biraz katildir
sırtındaki hançer darbelerinden
ve kalbindeki derin yaralardan anlamaz mısın
çölde serap olmuş hayatın
susuzluk çeken aklın aldanmaz mı sandın
bir musalla taşında son bulduğunda ömrü hayatın
o görmezden geldiğin Rabbin
hesap sormayacak mı sandın
ve o yalan sevdalarda tükettiğin aşkın
nar-ı ateşte yakmaz mı sandın
ah insan
andan doğma aldandın…
 
Bir şans daha vermek istiyorum hayata
Belki de her şeyi unuturcasına
Denizin mavi gündüzün aydınlık olduğunu
Görebilir miyim bir daha acaba
Gökkuşağı olsun benim renklerim
Sarı, mavi, yeşil, belki de tozpembe
Siyah olmasın sadece
Karamsarlığı istemiyorum bedenimde
Hayata son bir şans veriyorum.
Artık gözyaşı dökmek istemiyorum
 
Entrikalı fırsatların değerlendirilme aşamasıydı
Bir tutam zahter yolladı
En acısından
Memleket havası başkaydı..
Kaç Merik öldürülmüştü uzun havalarda
Keder kaç ruhu daha cesetleştirmişti
Çisiltili bir yağmur gününün
Mertek sızlanmalarıyla uyanmıştı
Yalnızdı
Rutubet kaplamıştı benliğini
Silkindi…
Çürümeye yüz tutmuş ciğerlerinin
Sevgiliye hasret sızlanmalarını öksürüyordu
Hafif bir melodiyle
Tenordu iniltileri
Ve cam arkası bakış açısı
Damla..
Damla..
Yağmur.
Ve eteklerinde dağın
Göz bebeği kadar yakın
Bir tutam zahter
En acısından
Alkoloidi alınmış
Mazısı yakılmış
Tütünün
Demli çay safhası..
İki parmak arası beyazca bir çarşafa
Bir tutam sarı tütün
Çekti ciğerlerine
Dindi yağmur
Dindi sızı
Yeni bir melodi
-la
.
.
Baritona dönüş serbest..
Hoş geldin memleket…
 
Sen beni aptal mı sandın
Yalanı yutar mı sandın
Yazık be dostum aldandın
Oysa sana güvenmiştim
Bir dostum var sanıyordum
Kardeş gibi biliyordum
Demek ki kandırıyordun
Vay be sana güvenmiştim
Bunu senden ummuyordum
Yalan söylemez diyordum
Başıma taş yapıyordum
Vay be sana güvenmiştim
Bir yalan la ezdin beni
Bir yalana sattın beni
Dostluga küstürdün beni
Oysa sana güvenmiştim
Çok güvendim dostum sana
Neden yaptın bunu bana
Söyle neden susmasana
Vay be sana güvenmiştim.
 
Gece gündüz ah eyleyip ağlarım
Akıyor göz çeşmem
Ben yine çağlarım
Gittiğinden beri bu hep böyle
Her an seni düşünüyorum
Benden sonra iyisindir umarım
Hep mutlu ol istiyorum
İster benli ister bensiz
Ben olmasam da mutlu olabilirsin
Ama ben mutlu olamam
Mutluluk kaynağım yok artık yanımda
Yalnız kaldım yine
Kapılmışım yine umutsuzluğa
Ne yaparsam yapayım mutlu olamıyorum…
 
Dost der bana neylersin, biçare seyreylersin
Dedim derde lokman sen, bizim Yunus der misin?
Dost der bana derdin ne? Bu yolda avaresin
Dedim eşik yatan ben, bizim Yunus der misin?
Dost der bana eğrisin, özde doğruluk gerek
Bu yollar çilehane pişmeye yürek gerek
Verip tatlı canını, ölmeden ölmek gerek
Dedim odun çeken ben, bizim Yunus der misin?
Dost der bana yanarsın, aşk elinde kanarsın
Aşkın tadı zehirden, aşlarımı banarsın
Bülbül olup seherde, virdin edip anarsın
Dedim Taptuk Emre sen, bizim Yunus der misin?
Dost der bana kaçarsın, ilden ile gezersin
Duyan olmaz feryadın, yelden yele tozarsın
Çıban olur yaraların, nefs’elinde azarsın
Dedim mehlem çalan sen, bizim Yunus der misin?
Dost der bana aşk benim, gel ver ona varını
Ya hüllatü ya kefen, attım gönlün zarını
Yoluna kurban bu can, tatsın aşk narını
Dedim divan duran ben, bizim Yunus der misin?
Dost der bana sen kimsin, burada ne konarsın
Bura hiçlik kapısı, aşk elinde solarsın
Narında kebap yürek, içli içli kokarsın
Dedim sırlıses ben, bizim Yunus der misin?
 
Gülümserken bile sen
Anlardım durgunluğunu
Kimseler çözemezken
Ben bildim binyıllık hüznünü
Dokunsaydın parmak uçlarınla yüzüme
Kaçarken yağmurdan eve,duraklasaydın
Sadece okumak değil yaşasaydın sevdiğin romanı
Meydan okusaydın kabüllenemediğin yalnızlığına
Ben unutalım derdim artık büyüdüğümüzü
Tek çare bir çocuk gibi bakmak
Yaşlanmış,kokuşmuş,çarpık dünyaya
O zaman mavi daha mavi,sevmek onurlu tertemiz
En iyi arkadaşım sen olurdun ve en sevdiğim
Hiç yorulmazdım oynarken saklambaç,ipatlama topaç
Hatta acıktığımı bile gizlerdim senden
ayrılmamak için
Üzülmen gerekirse birşeye ben ağlardım
senin yerine
Kırdıysak bir camı,ben yaptım derdim
Oynarken kartopunu atarmış gibi yapardım
Kovalarken bir köpek seni kahramanca savaşırdım
Üşüyorsa ellerin,eldiveni sen giy derdim
Hiç düşünmez bütün bayram harçlığımı yollarına dökerdim
Sana yirmidört ayar sevgimle sahte bir bilezik alırdım
Öğrendiysem annemden bir masalı
yalnız sana anlatırdım
Seni güldürmek için yüzümü palyaço gibi boyardım
Dokunsaydın parmak uçlarınla yüzüme
dokunmadınki
En büyük korkum sizin mahalleden taşınmak olurdu
Oynarken yakalamaç sonsuzluğa koşmak isterdim
Anlatırdım birgün büyüsemde kalbimin
çocuk kalacağını
Bilmesemde aşkın anlamını sana delice sevmeyi anlatırdım
Uçurtmamın üzerine ismini yazar göklere salardım
Dokunsaydın parmak uçlarınla yüzüme
dokunmadınki
Yapardım ederdim diyorum ya aslında ben
hepsini yaşadım.
 
Sürüklendi ruhum
Zamanın içinden akan tozlu patikalarda.
Yüzyıllarca sönmedi gözlerinle başlattığın gönül ateşi.
Şu isyankar ruhumun tek eşi olduğunu sakın bilme!
Bilme amansız bekleyişimi!
Hatırla!
Ne olur hatırla sevgilim!
Sadece bir an,
Sen de benim yandığım kadar yan!
Bendim
Zamanı acıtan taşlara aşkını mühürleyen.
Ağlayan kayaların yosun tutan yüzünde dokun göğsüme!
Kalp atışlarımdan anla
Yüzyılların silemediği izlerden tanı beni!
Zamansız
Amansız
Mevsimsiz
Bir aşkın ters açan siyah lalesi
Koy başını omzuma!
Yaksın bedenimi
Gamzende alevlenen aşk halesi.
Bastır gamzene şiirimin en kanayan yerini!
Düşeyim gözlerinden kafiyelerin uçurumuna.
Zamanın gül uçlu hançeri deldi bedenimi
Yine de kanaya kanaya
Bekledim seni
Zamanın patikalara açılan kollarında.
Damarlarımda ölümcül bir zehir
Susmaktan ölüme kesmiş bir şiir
Şimdi kirpiklerin sarsın
Sensiz kızıl kıyamet gecemin kubbesini.
Sende kalsın şiirim
Böl, hece hece!
Bırak avuçlarıma,
Kirpiğinin nihavent kuplesini!
Senin olsun
Harflerine ayırdığın kainat!
Bak gözlerime,
O yarayı yeniden kanat!
Güneşin göz yaşları
Yağdıkça başım gözüm üstüne
Açar yağmur çiçekleri yüzümde.
Ağlayan kayaların en kuytu yerinde
Buldukça o ürperen çiçekleri
Doldur avuçlarına!
Fısıldasın kalbimi parçalayan sırrını sana!
Aşkın bozmamak için mahremini
Ben en çok gölgenden öptüm seni.
Hatırla!
Çok uzaklarda ağlayan serçenin
O incinmiş sesini.
Ey bozkırın ateşini göğsünde tutan gelincik!
Yükle ateşten tohumlarını rüzgâra
Taşısın aşkımı başka diyarlara
Başka çağlara
Yeniden doğuşum hep sana,
Hep aşka…
Bir çift kanat sesiyle irkilen ölümün
Öpüyorsam alnından,
Ne güzeldir
Bilsen yeniden doğmak
Aşkın tohumundan
Hatırla beni sekiz bin yılın sevgilisi!
Sadece bir an,
Sen de benim yandığım kadar yan!
 
ne çok hevesliyiz
büyük heyecanla
dökülen sözcükleri toprağa vermeye
siyahı soluk geceler eşliğinde
oysa
toprakta üşür sevda
ben sustukça
sustu isyanlar içimde
renkli balonlar yağdı gökkuşağından
göremedim
çocukluğum düştü aklıma
hissedemedim
eğildi mağrur başım
zaman seccadesine
ya ben çok erkendim sevmeye
ya sen hazırdın terketmeye
doğanın sesini okşadım
sessizliğimle
gitme demek gelmedi içimden
git
yalnız kalabalığa mahkum et kendini
bir yudum sevgi
renksiz bir buğu gözlerinden süzülürken
güne katık olur içinde sızı
sinende saplı bıçağın
kanayan kırmızısı gibi
hadi git
asık suratların içinde kalınca tebessümlerin
ne beni anımsa
ne maziyi
yok olduk baharla birlikte
bir parça düşe dalıp
yaşayamadıklarımıza yandık hep
usulca çekil karanlığa
burun kıvırdığın hayatın
kıvrık bir köşesinde yak koca bir asrı
düşlerini bir kez olsun
hayra yormayınca
ölesiye korkup
yasakladın kendini aşka
çünkü
düşlerinde bile yer yoktu bana
bu bir yaşam telaşıydı oysa
aç bakışlı martıların gözlerine düşüp
dağılınca lokma lokma
uzaktan çalınan ıslık misali
kaybolacaksın yankısında
varsın saatler sussun
dökülsün kalemimden hüzün terleri
yelkovan yorgun olsun
bir kez daha bak gölgene
hadi durma
susturmuşken içindeki çocuğu
uyandırma
bir nefes çekip gök boşluğundan
daha sıkı kavradım hayatın ellerini
dağıldı kara bir dumanda sevgi
sanki benim hiç
senim olmamış gibi
henüz küsmedim hayata
vakit çok erken
kırılgan bir serçenin titrek bakışlarını
bıraksan da avuçlarıma
aşkın hayalinde yandı düşlerim
dokunma
talan edilen bunca yıldan sonra
bahara veda etmek zor benim için
sabrımı kucaklıyorum
sarkan her geceden sonra
gülümsüyorum
uyanıyorum
yeni bir sabahın gözlerinden öpüyorum
ve sensiz bir geleceği düğümlüyorum
bana işlediğin
günahların yakasına
oysa
ayın küstüğü gecelerde
yüzüm düşerken yere
ateşler yaktım içimde
aşkı büyüttüm
bir kez daha veda edersem yaza
geriye kaç mevsim kalıyor
anlasana…
 
kömür tozu soluduğum gecelerinde
öfkemi çarpıyorum yamaçlarına
zifiri lanetler okuyorum şimdi
o amansız şehrin gri ve puslu akşamlarına
şimşekler çakıyor
karanlıklar yağıyor parkama
çığlık çığlığa kuş kanadı yüreğim
çırpınıyor semalarında
ve hasretimi salıyorum köşe başlarına
çıkmaz sokaklarını dolaşıyorum çaresizliğin
kaçak bir tütünün ateşinde
ciğerlerimi kör edercesine
deliriyor kızgın bir nefes
çekiyorum zehrini içime
f tipi tutsaklığımdan aşırıp müebbetini
tecrit ediyorum sesini
hıncımı vuruyorum suskun meydanlara
boşluğa salıyorum nefesini
belli belirsiz bir coğrafyanın yitik sınırlarında
deli taylar koşturuyorum kahırlar atlasında
kör bir karanlığın üzerine yürüyüp
mayınlar patlatıyorum damarlarımın kışlalarında
ve…
bir kere daha
bin kere daha
kızıla kesiyor bileniyorum
ördüğü kozasını parçalıyor bir deli arzu
boynumdaki urgana direniyorum
çekiliyorum darağacına
elimde musa dan kalma bir asa
kazınıyor metastaslı hücrelerime
senden kalan ne varsa
ey acılarımın dervişi
ey tükenmişliğimin perisi
dağlanıyorum kızgın bir ateşte
çarmıha geriliyor bir koca beden
gel al kendini
sensin buna neden
yürüyorum çıplak bir şafağa
yırtılıyor kör karanlıklar
çocuklar yollara dökülüyor
yeniden uyanıyor sokaklar
seni sevmek
kalın çizgiler çizmektir
kızgın dalgaların satır aralarına
seni sevmek
dipsiz bir kuyuda oksijendir nefes nefes
en mefta zamanlarda
seni sevmek
yağmur sonrası bir ilkbahar sabahında
buram buram toprak kokusudur
bir çınarın gölgesine pusmak
bandırmaktır ekmeğini gökyüzüne
çocuksu sevdalarda
yaşamı sınamaktır ölümüne
biraz ağlamaktır
biraz da anlamak
seni sevmek toprağı sıyrılmış dağlardır
derisi yüzülmüş nesimi
serez de ipe çekilmiş bedrettin dir
pir sultan dır
karacoğlan dır
seni sevmek
bende sen
sende bendir
Moskova da Nazım
Şarkışla da Veysel dir
barikatları yarıp
bentleri yıkmaktır
ilmiği boynuna takıp
postalına yapışan iskemleye tekme atmaktır
seni sevmek üç fidan olup
toprağın koynuna yatmaktır.
bir bulutun seyrinde
halay çekmektir gökyüzüne
yeter artık demektir
alışkanlıkların çaresizliğine
seni sevmek aşktır
seni sevmek devrimdir
çöreklenmiş yılgılara inat
tükeniyorum dediğinde
çoğalmaktır yeni doğumlara
yaşamla ölüm sınırında
bağlama çalmaktır dağlara
korkmadan boş bir tutanağa
imza atmaktır
fırtınalara omuz çakmaktır
kuduran sele çelme takmaktır
seni sevmek
kuşluk vakti tutsak bir ceylanı
dağlara salmaktır
işte bu yüzden
bu yüzdendir ki
ayrık otlarının kıskacında
çizilen ve kanayan yanlarınla
acıların sarmalandığı bir çoraklıkta
dağ dağ büyüdüğünü
sakın ama sakın unutma
 
hem
gökyüzü mavi değil bugün galiba…
beşiktaş’ta bir vapur
ölü martılar döküyor güvertesinden
baksana !
denize meydan okuyor dalga…
katlayıp kaldırıyorum eski şiirleri
sanırım
alkol pansumanı gerek yarama…
hem,
güneş tanıdık değil
hem,
çiçekler renksiz…
elimde yorgun bir tomurcuk
göğsümde dünyanın kahrı…
koptukça nefesim
dolanıyor boğazıma…
ikiye bölünüyor ansızın boğaz,
gerçeğine kafa tutuyor kopya…
hem
iliklerime kadar onun dudaklarıyla öpüyorum hayatı
hem
güllerden vazgeçerek durduruyorum zamanı…
epey uzağımda yaşlı bir kadın
mütemadiyen anlatıyor yalnızlığını…
ne garip,
tanıdık geliyor bana kırışmış yanakları…
ve,
deniz sarhoşu bir rüzgar
yüzümden sıyırıyor anlamı…
sustuklarım yalan değil
göremezdiniz
hepiniz kördünüz…
bir dönsem,
rengine doymuş gelincikler gibi
aşka boyanırdı üstümüz…
“hala içimde bir umut ”
ayrıntıyı anlatsın ki şiirlerim…:((
 
terkedilmiş bir zamanım benboynumda ağır aşk vebalı
bir türlü çıkamadığım geçmişte
anılara gömülmüş bir sevdayım
geleceğe dayatma yok
zincirleşme bir döngüden ibaretim
tekerrür eden dilimde acı çeken kayıp bir boşluk
ve batmaya hazır olan bir günüm
ardı gelmesin desende
ilerleyen ve aynı sayan zamanım ben
en fazla yirmidört saatim
o, on üç harflik iki kelimeden cümle kuramam
kayıplıklarınızı ***ürürüm
yada benimle bulun geçmiş günahları
aynı yerinde sayan bir zamanım
terkedilmiş bir zamanım ben
koynumda akrep sancısı
irileşen gözlerinde hayat nedir ki dedirten
saçlarından omuzlarına akan
ve hiç bitmesini istemezsen,
durmayan, ama hatırlatan bir anıyım ben
geçmişe erinme yok
sözsüz kavgalara sessiz sinema
bilet yok, para derdi yok,
aklında canlandırmak kafi
sizi öldüren zamanım ben
bitmeyen sonu gelmeyen
ama istediğin yeri tekrar oynatabilen
terkedilmiş bir zamanım
soyumda sonsuz bir aşk zinciri
acıdan ibaret hayatların mağduru
herşey olmaya hazır,
küfüre yasak yok!
ben, sen yalnız kalsanda ilerlerim
geriye dönüp bakmam, bu senin işin!
adı kalmış bir sancıyım ben
sabahlarınıza; zehir gibi doğarım hatırlarsanız eğer
terkedilmiş bir zamanım ben
hadi kolaysa unutun beni!
 
Tumturaklı gün batımı üzerimizde seğirirken
Duvara yansıyan gölgelerin renkli gözlerinde hapistik
Hayat, yorucu bir günün sonu sadece
Durgunlaşan zihninin kendi içindeki yaraya
Göz atma ihtiyacı.
-Merhaba, sevgili gece
Pelerinindeki değerli taşlara yıldız deriz, biz.
Onlara bahşedilmiş kibrin ağırlığı altında
ezilir geleceğe dair düşlerimiz.
Her defasında sana bakar,
bir kadeh kaldırırız havaya,
içinde, gelinlik hayallerimiz.
Gelinliklerimiz
Biz.
Köşedeki sokak lambasının üzerinde asılı kalmış sis
buğulanmış yaşam pencerene yansırken
göz bebeklerine hohlayıp keder resmedendir, ömür.
Sevmek, dünde kalmış yarın evladı.
İmkân elverdiğince ölüyoruz hayata.
İlk intibaımız, gözyaşı.
Kararsız bir Lodos’un eline düşmüş.
-Merhaba, Dost.
Buralarda Tanrı denir, sana.
Çoğu bilmeden tapınır şefkatine
Kimisiyse kullanır pür mükemmelliği
kendi bedeninde.
Bizler toprağız, Dost.
Senin ‘Ol’unla yoğrulmuş.
Bir istirhamım var yalnız
Aynı kedere farklı ses tonu çalan bir zihin yoğrulmuş bana
İçimde, amansız bir melankoli.
Ölümüm bundan mı olmalı?
Neden suskunsun, Dost?
Mülteci eylemlerimin kırık alfabesi seni anlamak isterken.
Gün ışığı kirpiklerinde kalmış bir mazi.
Uykunun ikinci yüzü ellerimi sarsarken
Bir kuru ot parçası burnumun dibinde
Kokusunda giz kalmış hüzün çanları
kulak zarımda bir senfoni.
Kırmızı, şanslı renk, manidar
dudaklarında hapsederken onu.
-Merhaba, sevgili/m
Ana adınla hitap ederler sana, buralarda.
Yüreğime çıkan dehlizlerin tıkalı yollarında
şifredir senin adın.
Gecenin parlak taşlarına bir gözle bakarız, biz.
İçimizde amansız bir melankoli.
Soyut betimlemeler çizilirken parmak uçlarımıza
Donmuş bir ömrün ilk ağlayanlarıyız.
Yaşamın kasıklarındaki ağrının iki ezeli sebebiyiz.
Adını bilirler, buralarda.
Seni bilen yoktur, bilmediklerinden beni.
Koyulmuş gün batımının ihtişamına kanmayıp
senle başlayan günlerde gün doğumunu hiçe saydığımdan
kırmızıdır dudakların.
Öp, ömrünün beş vaktini, şimdi.
Ölüm, senin parmak uçlarındaysa, farzdır.
 
ey insanlık..
duymak istemediğini,
zaman zaman kıskandığını,
yerimde olmak istediğini bile..
aklından geçen olanca,
imrenmişliği…
ve bayrammışçasına sevincimi,
yaşamak istediğini biliyorum…
oysa sen bilmiyorsun,
kaç gecenin sabahını zor ettiğimi..
olanca bataklıkların,
dibine kadar defalarca batıp,
bir dost eline muhtaç,
ne kadar kan ağladıgımı bilmiyorsun sen..
ve sen ey insanlık,
sanıyor musunki gülerek açtım gözlerimi,
acıdan gözgözü görmeyen sisli gecelere inat…
zor kazanılmadı bu hayat,
boşuna zorlama kendini,
olamazsın sen…
çiçeği burnunda bir yaz sabahının,
ardından olanca çığlığıyla intihar edişini…
nice yangınların ortasında,
ayakları parçalanana kadar koşmayı,
anlayamazsın sen…
sanma ki bir mutlu an ile dogumlar oldu,
doğmadan kaç kere ölünür,
duyamazsın..
bana bakma sen insanlık,
zorlama kendini,
o trajediyi yaşayamazsın,
bir kanlı bayrak gibi çırpınamazsın,
sokaklarda..
ki o sokaklar,
kaç anneyi bagrına gömdü,
cumartesi akşamlarında..
çırpınma boşuna,
sen hiç çocuk olmadın,
pamuk şekerli pazarlarda..
kaybetmediler seni,
kalabalık savaşlarda..
benim için ağlama insanlık,
havada kalır ,
bütün üzüntülerin..
sen beni duyamazsın…
çünkü sen insanlık,
senin bayramın olan hiçbir günü,
kaybedilmiş geçirmedin sokaklarda..
boşuna zorlanma..
yaşayamazsın sen;
mutlu çocuk olmak yürek ister böylesi zamanda..
** 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız, ülkemizin umutsuz ve sahipsiz bütün çocukları için Kutlu Olsun**
 
bir gece ansızın kalbimin kapını calsan.ve ben hic bekletmeden kalbime alsam seni .kalbimin ici bıraz dagınık sacık .ama olsun beraber toplarız sen artık ebedi yasarsın askım….mehmet kökmen
Gönderen : mehmet kökmen
 
Duymak zor,
Karanlıkta kalmış korkularımı
Görmek zor,
Kalabalıklar arasında yalnızlığımı
Anlamak zor,
Sevmediği isen deli gibi birini
En iyisi,
Sen yorma kafayı
Boşuna,
Anlamaya çalışma beni…
 
Yanımda olsan, beni öldürüyorsun,
Uzağımda olsan ,ben ölüyorum,
Rüyalarıma girsen, uykularım bölünüyor,
Kendinde de değilsin,
En iyisi sen benden de git.
 
Geri
Üst