Anahatlarıyla İslam Felsefesi Kitabının Özeti

PLATİNOS’UN FELSEFESİ

Ruh Görüşü:

Platinos’un felsefe sistemi her şeyden önce metaryelizme karşı idi. Ona göre alem, manevi ve ruhi bir esasa dayanmaktadır. Ruh, bölünmez bir bütündür, bedenin bir organı değildir, bedenin her tarafına yayılmıştır. Bedene hakimdir ve ona şekil verir. Ölümle birlikte ruh bedeni terk eder ve bedene hayat veren ruhun çıkması cesedin çürümesine sebebiyet verir. Beden ölüme mahkum (bilgi yelpazesi.net) olduğu halde ruh ölümsüzdür. Bedenin ölümünden sonra, ruhun kendisine yeni bir şekil arar(tenasüh). Filozofa göre ferdi ruhların yanında bir de alem ruhu vardır. Ferdi ruhlar alem ruhunun içinde yer alırlar. Bunların üstünde zamanla ilgili olmayan Platon’un idealar alemi vardır. Onun da üstünde akıl bulunur. Son olarak da BİR denilen Allah bulunmaktadır.



Allah Anlayışı:

Stoalılar, Allah’ın alemin içinde olduğunu kabul ederek bir panteizmi benimsemişler, Aristo Allah’ın alemin üstünde Müteal olduğunu benimsemişti. Platinos’un görüşü bu ikisinin sentezi şeklindedir. Allah bir ve ilk olandır. Onu, tam bilemediğimiz gibi kavramlarla da açıklayamayız. Ona verilen her sıfat onu sınırladığından Allah’a sıfatlar vermekten kaçınmalıyız. Allah her şeydir Yalnız bizim düşündüklerimizden hiç biri değildir. O her şeyi meydana getirir, fakat kendisi hiçbirşey tarafından meydana getirilmiş değildir.
 
Alemin Var Oluşu:

Allah’ın varlığı ve mahiyetiyle, alemin var oluşu arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Allah her şeyin kaynağıdır. Ancak alemin bu üstün kuvvetten, yani Allah’tan meydana gelişi onun, bölümlere ayrılmasıyla olmuş değildir. Alem bu asli cevherden taşmakla, sudur etmektedir. Fakat Allah’ın kendinden ve mahiyetinden, bu sudurdan dolayı hiçbir şey eksilip değişmemektedir. Platinos, alemin Allah’tan sudurunu anlatırken Güneş misalini kullanır. Ayrıca, Allah’tan çıkan her şeyde şuurlu veya şuursuz, tekrar ona dönmek arzusu vardır. Her şey Allah’ın etrafında döner ve O’na yaklaşmak arzusundadır. İnsanın gayesi de “BİR” olan Allah ile birleşmektir. Bu ise ancak cezbe yolu ile olabilir.
 
Yeni Eflatunculuku’un Roma’da Devamı Ve Hristiyanlık

Mistik karakteri ağır basan Yeni Eflatunculuk, Hz. İsa’dan II yüzyılı aşkın bir zaman sonra Plotinos (204-270) tarafından sistemlendirilmiş olan bir felsefe ekolü idi. Roma dini, yaklaşık üç asır önce çıkmış olan Hristiyanlığa karşı kendini, Yeni Eflatunculuğa istinad ederek savunmaya çalışıyor fakat, bu konuda başarısızlığa mahkum kalıyordu. Çünkü, Yeni Eflatunculukta spekülatif ve skolastik özellik ağır basıyor ve diğer yandan o daha çok aydınlar zümresine münhasır mistik bir dünya görüşü olarak kalıyordu.

 
HİRİSTİYANLIĞIN FELSEFE İLE İLGİLİ TEMEL GÖRÜŞLERİ

Başlangıçta felsefe ile temas kurmayan Hristiyanlık temel görüşleri ve ahlak anlayışından dolayı, daha sonra tenkit edilmeye başlayınca, prensiplerinin esaslı felsefi görüşlere aykırı düşmediğini göstermeye çalışmıştır. Hristiyanlık bu birinci dönemki gayretlerinden sonra, ikinci devrede doğmalarını ve prensiplerini felsefi yönden temellendirme çabalarına girmiştir. Hristiyanlığın doğma ve prensiplerini, filozofların hücumuna karşı savunma durumunda kalması sonucunda, Hristiyanlık bazı filozofları yetiştirmişti. Düşünce tarihinde bu döneme Patristik Felsefe denir. Patristik felsefe Kilise Babalarının felsefesidir. Kilise Babaları II - VI. Yüzyıllar arasında yaşamış ve Hrıstiyan doktrinin temellerini kurmaya çalışmış olan filozoflardır.
 
FELSEFENİN İSLAM DÜNYASINA GEÇİŞİ

İslam felsefesinde en önemli yeri tutan Batı(Yunan) felsefesi tesirinin doğrudan değil. Helenistik felsefe yani İskenderiye yolu ile olduğu bilinir. Zira, miladi altıncı yüzyılın başlarında dağılan Atina okullarının filozoflarından bir kısmı İskenderiye’ye, bir kısmı Suriye’deki merkezlere gitmiş, buralarda Platon ve Aristo’yu açıklayarak Hristiyanlaşmış Yunan felsefesini oluşturmuşlardı. Bu merkezlerde önce Yunanca yazılan eserler, sonradan Süryanice ve Aramca’ya çevriliyordu. İşte İslam dünyasında tercümesi yapılan ve İslam felsefesine tesir eden eserler de ilk planda bunlardı.

Yunan felsefesinin İslam dünyasına aktarılmasında, daha 7. Yüzyılın ortalarında Müslüman Arapların eline geçen Suriye ve İran’daki Hrıstiyan Nasturi ve Ya’kubi manastırlarının rolü ayrı bir yer tutar. Bu felsefenin mühim merkezleri olarak Urfa (Edese), Nusaybin (Nisibe), Harran, Gundeşapur ve Antakya’yı sayabiliriz.

Abbasilerde, özellikle Bağdat’ı devlet merkezi yapan ve Süryanca, Yunanca ve Farsça eserlerin tercümesini yapan kişileri teşvik eden Halife Mansur zamanında tercüme faaliyeti ciddi bir şekilde gelişmeye başlamış, daha sonra Harun Reşit ve ME’mun zamanlarında ise sistemli bir tercüme faaliyetine girilmişti. Bu halife Bağdat’ta Beyt-ül Hikme adını verdiği bir okul kurmuş, onun başına Yununcaya vakıf, Süryanice ve Arapça eserler yazmış bir kişi olan Yahya B. Maseveyh getirilmişti.

 
III - İSLAM FELSEFESİNİN BAŞLICA EKOLLERİ

Tabiat Felsefesi:

1.Tabiiyyun (Naturalistler):

Naturalist ekol, deney ve tümevarım (istikra) metodunu ilk kullanan ve bilginin duyumlarından ibaret olduğunu savunan, İslam dünyasındaki ilk felsefi cereyandır. Fakat onlar, maddi dünyanın dışında ruh ve Allah’ı kabul ediyor, Allah’ın hikmetinin, onun yarattığı eşyada tecelli ettiğini söylüyorlardı.

Bu ekolün kurucusu ve İslam felsefe ve ilim tarihinin büyük siması Ebu Bekr Zekeriya Razi ‘dir. Batı orta çağında, Rhazes, El-Razes veya Albubator adları ile tanınmıştır.

Razi, tıp sahasında bir ansiklopedi olan Kitab’ul-Mansur ile yirmi ciltlik El-Havı’nın müellifidir. Bunun yanında matematik ve tabii ilimlerde de halkı şöhrete ulaşmıştır. Fizikte ışığın kırılması olayını ilk defa o göstermiş, boşlukta çekimin varlığını ispatlamaya çalışmış, simya ve kimya tetkikleri yapmıştır. Filozof, Yunan, İran ve Hint tesirlerinde kalmış, mantıkta kıyası iyice incelemiş, Aristo’ya hücum etmiş, onun dedüktif metodunun yerine endütif metodu savunmuştur. Razi’ye göre Nefs, bedenden önce gelir, cisim nefse tabidir. Bu sebeple, bir hekim beden kadar, ruhu da tedavi etmesini bilmelidir demiştir

Razi felsefi sistemde beş kozmogonik prensibe dayanmaktadır. Bunlar:

Allah(c.c.),

Boşluk (hala) yani mutlak mekan,

Müddet (süre) yani mutlak zaman ,

Ruh (nefs) ,

Madde (heyula) dir.

Alemin var olması için bu beş prensip gereklidir. Zira duyumlar madde (heyula) ’ye delalet eder. Çeşitli duyumların birleşmesi mekanı meydana getirir. Maddedeki değişikliğe idrak etmek zaman mümkündür. Canlı varlıkları idrak etmek, nefsin varlığını gösterir. Bazı varlıklarda mevcut olan aklın varlığı, herşeyi yaratan üstün bir yaratıcının varlığına delalet eder.

Razi bütün inanç ve dinleri karşı büyük bir hoşgörü ile bakar. İslam düşünce tarihinde dinleri birleştime fikrini ilk defa ileri süren düşünürdür. Din ve peygamberlik hakkındaki temel görüşleri şunlardır:

İlahi esrarın bilinmesi ve iyi ile kötünün tanınması için akıl yeterlidir .

Akıl herkeste eşittir. Halkı irşad etmek için bazı kimselerin üstün kabul edilmelerine gerek yoktur .

Peygamberler, Allah hakkındaki haberlerinin dışında birbirleriyle çelişme halindedirler. Razi, bütün dinleri tenkid eder. Ancak İslamiyetin akla dayanması bakımından onun üstü olduğunu söyler.

Sisteminde ruhun ölmezliğine inanan Razi, bu görüşüyle Maddecilerden uzaklaşıyor fakat ruhların bedenden bedene göçünü (tenasüh) kabul ettiği için de kelamcılardan ayrılıyordu .
 
2.Madeciler (Dehriyyün)

Maddeciler de Tabiatçılar gibi doğadan başka bilgi kaynağı olmadığını kabul eder. Yegane gerçek “madde” dir. Maddecilere zamanı (dehr) ezeli ve yaratılmamış olarak kabul etmelerinden ve Allah’ın varlığını kabul etmemelerinden dolayı (muattıla) da denmiştir. Temel fikirleri şöyle özetleye biliriz:

Her varlık bir bakıma maddedir, maddeden ayrı ve müstakil ruh yoktur.

Evren ve Yaratıcı birdir. Evrenden ayrı şuurlu ve irade sahibi bir yaratıcı yoktur.

İnsanın varlığı küllü varlığın bir neticesidir. Bu sebeple insan, psikolojik bir şahsiyet değildir. Ruh ölümden sonra ferdi bir varlık olarak devam edemeyip küllü varlığa karışır.

Maddeci ekolünün en meşhur temsilcisi İbn Ravendi’dir. (Ölüm. 910)
 
3.Batınilik

İslamda herşeyin bir zahiri, bir de gizli manası vardır. Yahudilikteki kabbalizma cereyanına benzer. Kabbalistler Tevrat ve Zebur’un zahiri manasıyla iktifa etmeyerek, onların harflerinden gizli (batıni) mana çıkarmaya çalışan bir akımdır. Batınilik İbn Meynun gibi bir Filozof, Hasan Sabbah gibi bir teşkilatçı yetiştirerek önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Gazzali, Batınilik’e reddiye yazmış.

Genelde siyasi bir mahiyete sahip olan batınilik, Ehl-i Sünnetin siyasi birliğini yıkmak düşüncesi taşıyordu. Batınilik’in esaslarını şöyle sıralayabiliriz:

Halifelik yerine imamlık kurmak, İmam kendisinde ilahi sıfatlar bulunan ve Hz. Ali’nin soyundan gelen üstün bir insandır.

Siyasi iktidarı elde etmek için gizli teşkilatlar kurmuşlardır.

Batinilik siyasi doktrinlerine uygun olarak, bir de hukuk sistemi meydana getirmişlerdir. Batıniliğin ağırlık noktasını İmamet meselesi teşkil eder. Şöyle ki:

İmam, bu alemdeki herşeyin bilgisine sahiptir .

İmama tabi olanlar her türlü şer’i ve ameli mükellefiyetlerden kurtulur ve kemale ererler

İmam, İslamı esasları değiştirebilmek ve bunları istidaki manaya vermek selahiyet ve kudretine sahiptir.

En yüksek saadet dinin (Şeriat) dış manası batini (iç) manaya çevirmekle mümkündür. Bu ise İmama uymakla elde edilir. Zira, İmamlar, Peygamberler gibi masumdur ve hidayete erme ve erdirme sıfatlarına sahiptir .
 
Batıniliğin felsefi yönü
Aristo’nun “yokluğun tasavvuru mümkün değildir” fikrinden hareketle, alem kadimdir, yokluktan çıkmaz derler.

Materyalistlerden farklı olarak, Peygamberleri ve mucizeyi kısmen kabul ederler. Kuran, Peygamberin ağzından çıkmıştır ancak, Allah’ın sözüdür

İmamlar masumdur, her türlü günah ve hatadan uzaktırlar .

Batınilerin ruh hakkındaki telakkileri, Brahmanizm ve Manişeizmi hatırlatır. Kötü ruhlar bir cesetten diğerine geçer ve azap çekmeye devam eder. İyi ruhlar da semaya yükselir, ilahi varlıkla birleşir.

Zahir (görünür-dış) hakikatin kabuğu, batın ise özüdür .Dinleri zahir manasıyla değil de, batıni manasıyla anlamalıdır .Bu ancak nassları tefsir yoluyla değil te’vil yoluyla olur .Te’vilin anahtarı harflere verilen birtakım gizli manalardır. Te’vil için kelimeleri oldukları gibi değil, mecaz olarak almak gerekir. Batıniler bu metodlarıyla Kur’an-ı Kerim’e istedikleri manayı vermişler, ayetlerin dış manaları içinde iç manayı çıkarma gayesiyle, onları sistemlerine uygun gelecek bir şekilde te’vil etme yoluna gitmişlerdir. Diğer yandan Kur’an’ın Hz.Osman zamanında toplanan bugünkü şeklinin, tahrip edildiğini, dolayısıyla aslına uygun olmadığını ileri sürerler
 
4. İhvan’ı-Safa (İslam ansiklopedileri):

İhvan’ı Safa cemiyetinin gayeleri, taassup içinde gördükleri müslümanları aydınlatmak, din ve felsefeyi uzlaştırmak, tabiat ilimlerinden istifade ile kurdukları ilim zihniyetini ve felsefeyi yaymaktı. Düşüncelerini yayabilmek için, devirlerinin bütün ilimlerini içine alan bir ansiklopedi meydana getirdiler.

Kendilerinin belirttiğine göre İhvan’ı Safa’nın belli başlı kaynakları dörde ayrılır.

Felsefecilerin eserleri. Tabiiyyat ve Riyaziyat gibi.

Peygamberlere gönderilmiş kitaplar: Tevrat, İncil, kur’an ve diğer semavi kitaplar.

Tabiiyyata dair eserler: Burada tabiiyyat, astronomi, jeoloji ve botaniğe ait konular ele alınır.

İlahi kitaplar ki, onlara göre bu gibi kitaplara melekler ve onların gibi olan insanlar dokunabilir. Bu eserler nefsin hallerinden bahsederler .

İhvan’ı Safa cemiyeti, bir insan hayatını safhalara ayırıyor, her safha için ayrı bir eğitim uygulanıyordu .

Bu cemiyetin mensuplarına göre şeriat, batıl itikadlarla bozulmuş sayıldığında, onu felsefe ve ilim ile gerçek şekline kavuşturmak lazımdır. Bunun için ise her türlü din ve mezhebe karşı müsamahalı tavır takınmalı, Yunan ve Hint hikmetini öğrenmelidir.

Gerçekten de İhvan’ı Safa’nın kurulup yayıldığı zamanlar ( H. IV. Asrın sonu, V. Asrın ilk yarısı) çeşitli itikat mücadelelerinin sürüp gittiği bir gerçektir. Onlar Allah’ın, alemin ve insanlığın bir olduğunu, tefrikanın filozofların ve her zümrenin farklı tefsirlerden doğan bir görüşten ibaret bulunduğunu, felsefe ile din arasında bir aykırılığın bulunmadığını söyleyerek, felsefe ile dini, akıl ile şeriatı uzlaştırmaya çalışmışlardır. Bunu yaparken de çok zaman Kur’an’dan deliller getirmeyi ihmal etmemişlerdir.

İhvan-ı Safa ekolünün bütün fikirlerini içeren “Risaleler” dört kısımdan meydana gelir .

Felsefi ve matematik ilimler ,

Tabii ve cismani ilimler ,

Psikolojik ve akli ilimler,

Kanun ve ilahi ilimler .

Alemin güzelliğinin kemali, hikmeti ve iyiliği Allah’ın varlığının delili ve ispatıdır. İhvan’ı Safa alemin, Allah’ın hür iradesiyle yaratılmış eseri olduğunu söyleyerek, Meşşai filozoflarla birleşirler. Hayvan ruhundan insan ruhuna geçebileceğini kabul ederler.

Tekamül (evrim) fikri de İhvan’ı-Safa’da dikkat çekicidir. Fakat bu fikri Darwinizmin ilk şekli olarak görmek yanlıştır. Çünkü onlar, tabiatçı bir tarzda şekillerin değişmesinden söz etmişlerdir. Mesela; bitkilerin ilk derecesi, maddelerin son derecesine, onların son derecesi de hayvanların son derecesine bağlıdır. Hayvanların ilk derecesi ise, insanların ilk derecesine bağlıdır. Böylece bütün dereceler arasında bir süreklilik vardır. Bununla beraber insanın son derecesi meleklere yani, insandan sonra melekler alemine, oradan da ilahi aleme, mutlak varlığa doğru bir yükseliş ve derecelenmeyi kabul ettikleri için, bu görüşün bu günkü evrim anlayışıyla bir alakası yoktur.

İhvan’ı-Safa sistemi, batıya, İspanyalı tabib Müslüm B.Muhammed Ebu’l Kasım el-Mecriti el-Endülüsi tarafından tanıtılmış ve Ortaçağ latin skolastisizmi üzerinde büyük tesirleri olan İspanya filozofların yetişmesinde önemli rolü olmuştur.
 
A)-Kelam konusundaki görüşleri

Adl ve Tevhid görüşünü kuvvetle müdafaa etti. Zamanında aklın, bilginin, yegane kaynağı olduğu hakkındaki anlayışa karşı çıkarak, nübüvvetin lüzumunu savundu. Akıl ile nübüvveti uzlaştırmaya çalıştı.



B)-Allah, alem ve nefs hakkındaki görüşleri

Filozofun tabiat felsefesini teşkil eden düşüncelerinde Allah varlığın en yüksek illetidir. Alem hakkındaki düşüncelerinde Kindi, Aristo ve Eflatun’u takip etmiş, bu iki filozofu uzlaştırmaya çalışmıştır. Var olan her şeyin 4 sebebe dayandığını söyleyerek Aristo’ya uymuştur. Fakat bütün sebepleri tanzim eden ilk sebep Allah’tır. Alem genelde ikiye ayrılır:

a)-Anasır-ı erbaa ve bunların terkibi ile dolu olan alem. Bu arzdan aya kadar olan alemdir. Buradaki unsurların sıcaklık-soğukluk gibi zıt nitelikleri vardır.

b)-İkinci alem kevn ve fesad kanunlarının bulunmadığı ay feleği ötesi alemdir. Bu alemde unsurlar ve onların nitelikleri olan zıt keyfiyetler bulunmaz. Filozofa göre kainatın merkezinde arz bulunur. En uzak felekten sonra boşluk ve mekan yoktur. Heyula, suret, mekan, zaman ve hareket maddi olan şeylerde bulunan 5 temel özelliktir. Filozof alemin ilk hareket ettiricisinin tanrı olduğunu, fakat maddenin zaman bakımından ezeli olduğunu ileri süren Aristo ile, yine alemin birden sudur etmek suretiyle meydana geldiğini savunan Yeni- Eflatuncu görüşlerden ayrılmıştır.



C)-Akıl nazariyesi

Aklı 4 kısma ayırmıştır:1-Var olan her şeyin aslı ve sebebi, daima fail olan akıl. Bu Allah veya el-Aklu’l Evvel’dir.2-İnsan nefsinde kuvve halinde var olan akıl.3-Yine insan nefsinde meleke halinde bilfiil mevcut olan akıl.4-Nefsin kendisiyle dışta istediğini yaptığı fiil halindeki akıl.(insanın fiillleri) Aklın kuvveden fiile geçişi ilk sebebe bağlıdır.

 
2-Farabi

a)-Metodu ve İslam felsefesindeki yeri

Meşşai felsefe sadece Aristocu okulun görüşlerinin İslam dünyasına yansımasından ibaret değildir. Farabi’de, Aristo felsefesinin yanında İslam nassının, Eflatun’un, Plotinos’un ve Yeni-Eflatuncu akımın da önemli tesirleri görülür.

Bütün maddi olayları manevi ve ruhi prensiplere irca ederek uzlaştırıcı bir spiritualizm doktrini kurmaya çalışmıştır.

Yunan felsefesinin bilhassa kozmogoniye dair temel görüşleriyle İslam inancının uzlaştırılması hususunda İslam filozoflarının bazısı dini, bazısı da felsefeyi esas almış ve böylece değişik din felsefeleri ortaya çıkmıştır. Farabi felsefeyi esas alanlar arsında yer alır. Filozofun başta Gazali tarafından olmak üzere bir çok hücumlara maruz kalmasının asıl sebebi de, birbirinden çok uzak bulunan bu fikirleri uzlaştırma teşebbüsüdür.



b)-Felsefe anlayışı

Farabi’ye göre felsefe, bir herşeye şamil olan alemi bizim önümüze seren bir ilimdir. Nefsin saf olması felsefe yapmanın hem şartı hem de neticesidir. Onun için kendisini nefsin ıslahına vakfetmiştir.

Ona göre tabiat ilimleri ile akli ilimler, geometri ve mantığın kontrolü altında yapılmalıdır.
 
c)-Bilginin kaynakları ve ilimler sınıflaması

Farabi, bilgilerin kaynağı olarak 3 esas kabul eder: Buna göre vasıtasız ve zorunlu bilgi duyular ve akıldan doğar. Vasıtalı ve akıl yürütmeye dayanan bilgi de nazar yolu ile elde edilir. Bir de vasıtası, açık ve seçik bilgiyi kavrama vasıtası olarak sezgiyi öne sürer. İki türlü sezgi vardır. Bize dış alemi ve eşyayı tanıtan, duyulara ve akla ait sezgi. İkincisi nazara yani eşyanın prensiplerini kavramaya yardım eden matematik ve metafizikte kullandığımız sezgidir.

Filozof ilimleri 5 sınıfa ayırıyor.1-Dil ilmi ve bölümleri 2-Mantık ilmi ve bölümleri 3-Öğretme ilimleri(matematik, musiki ..) 4-Tabiat ilmi ile ilahiyat ilmi, metafizik ve bölümleri 5-Medeni ilim ve bölümleri, fıkıh ve kelam da buraya dahildir.
 
d)-Farabi’de mantık

O, kendisine gelinceye kadar mantıkçıların müphem bıraktıkları veya halledemedikleri mantık meselelerini halletmiş, Kindi’nin anlayamadığı noktaları göstermiş ve kıyasın nasıl kullanılacağını açıklamıştır. Meşşai felsefesini sistemleştiren Farabi İslam aleminde mantığı 9’a bölmüştür: 1-Kitabu’l Medhal 2-Kitabu’l Mekulat 3-Kitabu’l İbare 4-Kitabu’l Kıyas 5-Kitabu’l Burhan 6-Kitabu’l Cedel 7-Kitabu’l Hikmet 8-Kitabu’l Hitabe 9-Kitabu’l Şiir

Farabi’ye göre mantığın en önemli tarafı, zihni bilinenlerden bilinmeyene ***üren ispattır.
 
e)-Tabiat ilimleri

Metafiziği kozmoloji ve psikoloji ile birleştirdiği gibi, tabiat ilmini de metafizik ve psikoloji görüşü ile birleştirir. Filozof, kendinden önceki filozofların Phytagoras ve Demokrit’ten aldıkları tabiat görüşünü reddeder. Atom ve boşluk

fikirlerine karşı çıkarak, Aristo’nun madde ve şekil teorisini kabul eder. Buna göre madde ile şeklin birleşmesinden cevher meydana gelir. Madde bütün değişmelerine rağmen devamlı kalır, üç boyutludur ve sonludur. Öyle ise alem sonludur. Alemin yaratılmış olduğunu söyler. Fakat bu yaratılış Allah’tan sudur manasındadır. Alemin yok oluşu da, onun Allah’a rucu etmesi demektir.
 
f)-Metafizik görüşü

Farabi’nin görüşleri kelam ve tasavvuf ile yakından ilgili olduğu için, felsefesinin en önemli kısmı metafiziğe ait görüşleridir.

Gerçeğin zirvesinde vacib’ul vücud olan Allah bulunur. Allah birdir ve herşeydir. Bütün varlığın dayanağı odur. Farabi’ye göre bir şey ya mümkündür ya da vaciptir. Mümkün olan kendisinden önce bir sebebe muhtaçtır. Bu illetler silsilesi bir noktada durmak zorundadır, o da vacib’ul vücud olan Allah’tır.

Ancak Allah o kadar mükemmeldir ki O’nun bu mükemmelliği bizi dehşete düşürür ve O’nu tam olarak tasavvur etmemize mani olur. Bizim O’nu eksik anlamamız akıl kuvvetimizin zayıflığından ve tasavvurlarımızın yetersizliğindendir. Yoksa O’nun zatında bir eksiklik yoktur. Biz maddeden uzaklaştığımız nispette O’nu kavrayabiliriz.
 
g)-Farabi felsefesinde 4 temel fikir

1-Aristo’ya göre Allah alemin merkezidir ve maddeye şekil verir. Farabi’de ise bunun aksine Allah ile madde arasındaki ikilik kaldırılmış olup, maddenin zaruretini Allah’tan aldığı kabul edilmiştir.

2-Aristo’da Allah ilk hareket ettiricidir ve maddeye mekanik olarak tesir eder. Farabi bu nazariyeyi tamamen değiştirerek, aynı prensip ile metafizik ile fiziği açıklamaya çalışır.

3-Aristo’ya göre Allah sadece iyi ve güzel kurallarına göre mekanik bir şekilde ve bilmeden tesir ettiği halde, Farabi Allah’ın bilgisinin determinizmi ifade ettiğini kabul eder. Fakat ona göre Allah yalnız külileri, yani alemlerin kanunlarını bilir ama tabiatın cüzi hadiseleri ile meşgul olmaz.

4-Aristo’ya göre ilk hareket ettirici faal akıl veya Allah’tır. Burada faal akıl ile Allah birleştirilmiştir. Farabi’de ise külli akıl, Allah’tan sudur eden ilk mahluktur. O Allah olamaz. Çünkü sınırlı yaratıkları meydana getiren şey de sınırlıdır.
 
ı)-Farabi metafiziği ve kelamcılar

Farabi, metafizik görüşlerinde başlıca şu noktalarda kelamcılardan ayrılır:

Kelamcılara göre zat vücud dan önce gelir. Farabi’ye göre vücud ve zat zaruridir yani Allah’ta birbirinin aynıdır.

Kelamcılar, ruh ölmez olduğu için bedenle tekrar birleşecektir derler. Haşre inanırlar. Farabi bunu reddeder. O, bu yönü ile meşşai filozofları arasında İslami nasslardan en uzak olanıdır. Bu yüzden, kendi sistemine has bir din felsefesi kurmak zorunda kalmıştır.

Farabi ahlak felsefesinde de kelamcıların aksine aklın bir fiilin hayır veya şer olduğuna hükmetmeye muktedir olduğunu kabul eder.
 
i)-Tasavvuf anlayışı

Farabi, tasavvufi izahlarına psikoloji anlayışı vasıtasıyla ulaşmıştır. Metafizik izahlar tasavvufi hayatı açıklayamaz. Farabi sisteminde tasavvufa yer vermiş olan ilk filozoftur.
 
k)-Din felsefesi

Filozof din ile felsefeyi şöyle mukayese eder: Birşeyi kavrayabilmenin iki yolu vardır. Birincisi, mahiyetinin akıl ile kavranması. İkincisi de, ona uygun bir misal ile hayal edilebilmesidir. Kabul ettirme de iki yoldan biri ile olur. Bunlar, kesin delil metodu ve inandırma metodudur. Şayet bir kimse varlıkların bilgisini elde ediyor, onların manalarını akıl ile kavrıyor, onları kesin delil vasıtasıyla tasdik ediyorsa bu bilgileri ihtiva eden ilim felsefedir. Fakat bunlar kendilerine uygun gelen misaller yoluyla hayal edilerek biliniyor ve buradaki tasdik inandırıcı metodlarla temin ediliyorsa bu bilgileri içine alan sahaya eskiler din diyorlar. Felsefe tarafından delil getirilen her hususta din inanmayı kullanır.
 
Geri
Üst