Makale Açıklaması ve Örnekler

15
EXE RANK

-AUXERRE. `

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
1 Ara 2009
Mesajlar
15,286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
-AUXERRE. `
Makale Açıklaması ve Örnekler

MAKALE AÇIKLAMA

Makale, temeli düşünce olan yazı türüdür. Makalede konu sınırlaması yoktur. Bir düşünce, toplumsal bir olay, bilimsel bir gerçek, söz sanatları, plastik sanatlar, makalenin konusu olur. Makaleler bir tezi savunma yazılarıdır. Bu nedenle yapısı, ortaya atılan bir görüş ve bu görüşü destekleyecek düşüncelerle örülür.




Makalenin ülkemizde tanınması, gazetenin yayınlanmasıyla olmuştur. Makaleler köşe yazılarındandır. Gazetelerin ilk sayfalarındaki makaleye başmakale denir. Gazetenin başmakalesi genellikle aynı yazar tarafından yazılır. Gazetenin dünya görüşünü ve olaylara bakış açısını belirler. Gazetenin okuyucu sayısı üzerinde de etkilidir. Kimi insanlar, başyazar gazete değiştirdiğinde ya da beğendikleri makale yazarı artık eskisi kadar etkili ve tutarlı yazmadığında gazetelerini değiştirirler. Bu yüzden makale yazmak çok önemlidir. Makale yazarı, okuyucu ile bağını koparmamak zorundadır.






Makalenin belirleyici özellikleri nelerdir?

• Düşünsel plânla yazılır.
• Yazar anlattıklarının doğruluğuna güvenmeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
• İşlenen konu kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmalıdır.
• Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden yararlanmalıdır.



Makale türünün Türk Edebiyatı’ndaki önemli temsilcileri şunlardır: Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Beşir Fuat, Hüseyin Cahit, Fuat Kö
prülü

Giriş Bölümü : Öne sürülecek sav, görüş ya da düşünce yazının girişinde sergilenir. Makalenin en kısa bölümüdür. Makalenin geneline göre bir iki, paragrafı geçmez. İyi bir giriş makalenin oluşmasını sağlayabilir. Giriş bölümünde, yazıdaki fikir gelişiminin hangi yönde olacağı saptanır. Okuyucu bilgi ve fikir atmosferine yavaş yavaş sokulur.




Genellikle okuyucu ilk bakışta bu bölümü okur; sararsa, ilgisini çekerse yazıyı sonuna değin okumaya karar verir. Bu yönden makalelerde girişin çok ustaca ve özenle biçimlendirilmesi gerekir. Bu bölümde konu hiçbir ayrıntıya girmeden ortaya konulur.. Bunun aşırı dolaylamalara kaçılmadan yapılması gerekir. Neyin üzerinde durulacağı, ne hakkında söz söyleneceği bir iki parağraf içinde ortaya konulmalıdır.




Gelişme bölümü: Gelişme bölümünde, giriş bölümünde dile getirilen konu açıklanır, makalenin yazış amacı ve bu amaca yönelik bilgi, belge ortaya konularak tez savunulur, antitezler çürütülür. Konu ile ilgili bilgi ve belgelerin ele alınıp işlendiği, konunun genişletildiği ve ortaya konmak istenen fikrin doğruluğuna ****ller gösterildiği bölüm, gelişme bölümünü oluşturur (Korkmaz 1995:220). Gelişme bölümü, derlenen, ortaya atılan fikirlerin çeşitli yönlerden genişletilmesi, desteklenmesiyle meydana gelir. Bütün fikir yazılarında olduğu gibi makalede de gelişme bölümünde açıklanacak fikirlerin derli toplu olması lazımdır. Dile getirilen fikirlerin inandırıcı, iddiacı kesin bir karaktere sahip olması için onları uygun yollarla açıklamak, desteklemek ve yerine göre de ispatlamak gerekir.




Gelişme bölümü makale yazarının inandırıcı olabilmek için tüm gücünü ortaya koyduğu alandır Bu bölümde ileri sürülen görüşlerin doğruluğunu ispatlamak için kanıtlar gösterilir, karşılaştırmalar yapılır, sayılar ve örnekler verilir. Öne sürülen sav, görüş ya da düşüncenin açımlanması, kanıtlanması bölümü makalenin gövdesini oluşturur. Yazar bu bölümde düşüncelerini açacak, geliştirecek, boyutlandıracaktır. Bunun için de tanımlama, karşılaştırma, örneklendirme, tanıklama, nesnel verilerden yararlanma gibi yollara sık sık başvuracaktır. Böylece okuyucuyu söylediklerinin doğruluğuna ve geçerliğine inandırmış olacaktır




Sonuç Bölümü : Sonuç bölümü; bir bakıma özetleme bölümü sayılabilir. Başta ileri sürülen, sonra açıklanan görüş, sonuç bölümünde -genellikle- bir paragrafta yinelenir. Ama asıl işlev burada yazının etkisinin doruğa ulaştırılmasıdır Ele alınıp işlenen, geliştirilen konunun hükme varıldığı ve o konunun ana fikrini oluşturan kısım sonuç bölümüdür. Bu bölümde yazar söylediklerinin tümünü belli bir sonuca ulaştıracak biçimde bir iki cümle ile sonucu vurgular.




Genellikle makale yazarları seçtikleri konu üzerinde söylediklerini bu bölümde bir yargıya dönüştürerek derleyip toparlarlar. Ancak bu bölüm her zaman için gerekli olmayabilir, yazar söylediklerini makalenin gelişme bölümünde iyice aydınlığa kavuşturmuşsa, konuyu dağıtmamışsa, yazısını, ayrıca özetlemeyi amaçlayan bir sonuca bağlamayabilir




Makalenin etkili olabilmesinde sadece bu planı uygulamak yeterli değildir. Makaleye işlenen fikre uygun bir başlık atmak gerekir. Makalelere genellikle kısa ve çarpıcı başlıklar konması gerekir. Makalede okuyucunun asıl ilgisini çeken şey, makalenin başlangıç ve sonuç kısımlarıdır Bunun için bu kısımlara anlamlı bir fıkra, çarpıcı bir diyalog veya bir hatıranın yerleştirilmesi makalenin etkili olmasını sağlar.




Makale yazmak uzun bir araştırma ve bilgi toplama aşaması gerektirir. Bu yüzden süre olarak sabır ister. Yazmaya başlamadan önce, makale yazılacak konu ile ilgili olarak geniş bir araştırma yapmak, tüm kaynakları taramak, bilgi fişleri oluşturmak gerekir.




Batıda çok eski örnekleri bulunan bu tür bizde ilk örneklerini Tanzimat döneminde vermiştir. Şinasinin Agah Efendi ile birlikte çıkardığı ilk özel gazete Tercüman-i Ahvalin ilk sayısında yayınlanan Mukaddime ( ön söz ) başlıklı yazı bizde ilk makale olarak kabul edilir. Ancak bu makale bugünkü anlamda çağdaş makalenin tüm özelliklerine sahip değildir.




Gerek Tanzimat döneminde, gerekse Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati döneminde yazılan makaleler, eleştiri- polemik karışımı ürünler olduğundan gerçek anlamda makale türünden uzaktırlar. Bu tür bizde ancak cumhuriyet döneminde çağdaş bir kimlik kazanmıştır bu gün bir çok yazar ve bilim adamı çeşitli konularda ve çeşitli dergi ve gazetelere bu türde yazılar yazmaktadır




Bu alanda ilk ünlülerimiz ise Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Hüseyin Cahit, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabidir.


Sohbet ile Makale Arasındaki Farklar :


sohbet ile makale arasındaki farkları üç madde etrafında toplamaktadır:


1 - Makalenin konuyu derinlemesine incelemesine karşılık, sohbetlerde konu yüzeyden incelenir.


2 - Makalelerde işlenen fikir savunularak ispatlanır. Sohbetlerde ise, ispat gayesi yoktur.


3 - Makalelerde daha ciddi ve sağlam ilim dili kullanıldığı halde, sohbetlerde samimi bir konuşma dili kullanılır.


Makale ile Fıkra Arasındaki Farklar:


1 - Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken fıkra yazarı yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.

2 - Makalede yazar fikirlerini kanıtlamak zorundadır. Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir.
3 - Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur. Fıkra yazarı isterse ispatlama yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kul1anabilir.
4 - Makale bilimsel bir yazı olduğu için resmi ve ciddi bir anlatım kul1anılır. Fıkrada ise samimi, rahat ve içten bir anlatım vardır.

Makale ile Deneme Arasındaki Fark


Denemeci özgürce seçtiği bir konu üzerinde kişisel görüşlerini okurlarıyla dostça paylaşırken okuyucuyu düşündürme amacı taşır. Yazınsal bir dil kullanarak toplumun geneline hitap eder.


Makaleci ise öğretmeyi, bilgilendirmeyi amaçladığı için bilimsel belge, anket ve istatistikler gibi verilerle savını kanıtlama yoluna gider. Bilimsel ve terimsel bir dil kullanarak konuyla doğrudan ilgisi olan sınırlı bir okura seslenir.


Küresel Çevre Kirlenmesi

Günümüzün dünyasında çevre kirliliği, tüm gezegeni kaplayan boyutlara ulaşmış durumda. Dünyanın birçok bölgesinde insanlar, çevre felaketine karşı korumasız, nükleer tehdit ve radyasyondan habersiz bir yaşam sürmektedir. Bilim adamları ise bu olumsuzlukların devamı halinde dünyadaki tüm canlıların ciddi biçimde tehdit altında olduğunu vurguluyorlar.



Halbuki insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam ve doğal çevre ile uyum içinde sürmüştür. Ancak dünyadaki toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı karşısında ekolojik sistemin bu hassas dengesi giderek bozulmuştur. Bu tehlikeli gelişmenin seyircisi durumunda olan insanlık ise dünyada dengeli bir çevrenin korunamaması halinde tüm canlıların varlığının sürmesinin olanaksızlığını acaba ne zaman anlayacak?




Bu yılın yaz başlarında başlayan yağmur dönemi dünyayı etkisi altına aldı. Barajları, setleri ve kö
prüleri yıkan seller ölümcül sonuçlara yol açtı. Bir süre önce Trabzon’da yaklaşık üç saat süren yağmur, Sürmene ilçesi ve haritadan silinen Beşköy beldesinde büyük mal ve can kaybına neden oldu, ocakları söndürdü…Anı Mektup Biyografi Günlük Roman Tiyatro Fıkra Röportaj Makale Eleştiri Haber Yazısı Deneme Gezi Yazısı Söyleşi



Yağışların etkili olduğu bir başka ülke olan Çin’in birçok bölgesinde barajlar yıkıldı. Harekete geçirilen askeri birlikler setleri yıkarak sel sularının kırsal kesime yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Sel, eylülün ortasında da Meksika’nın Chiapas eyaletinin Valdivia köyünü yok etti.




Dünyadaki benzer sel baskınlarının verdiği zararlar ürkütücü boyutlara ulaştı. 240 milyon kişiyi etkilediği söylenen bu yazın selleri, resmi açıklamalara göre şimdiye kadar 2 binin üzerinde insanın ve sayısı bilinmeyen diğer canlıların yaşamlarına mal oldu. Yaklaşık 14 milyon kişi evini terk etmek zornuda kaldı. Bu durum, insana, Çinlilerin “Su ile şaka olmaz” özdeyişini hatırlatıyor.




Gün geçmiyor ki çevre felaketi haberlerde yer almasın. Büyük Okyanus’ta 30 metreye kadar yükselen dalgalar sahilleri yerle bir etti. Deniz dibindeki deprem ya da yanardağların patlamasından meydana geldiği söylenen bu dev dalgalara karşı uyarı ağları da para etmiyor. Hatırlanacağı gibu bu dev dalgalar, 1993′te Endonezya’da bir adanın tam***** kapladı ve 2 bin kişinin yaş***** yitirmesine yol açtı. Yine Gine’de yaş***** yitirenlerin sayısı ise 3 bini aştı.




Dev dalgalara yol açan depremin merkezi Büyük Okyonus’ta idi. Ama yer kabuğu, dünyanın başka bölgelerinde harekete geçecek şekilde etki alanını genişletti. Örneğin haziran başında başlayan depremlerin, dünyanın dört bir yanını salladığı ortaya çıktı. Ülkemiz de bundan nasibini aldı. Bu ve buna benzer felaketler bize, geleceğimizi bu günden tahmin etmenin olanaksızlığını gösteriyor. Ozondaki ****nme ve hava kirliliğinin yaşamda olumsuzluklara neden olabileceği ve doğal yaşamın temellerini dinamitleyeceğini küresel gözlükle niçin göremiyoruz?

Küresel çevre sorunlarının çözümü konusunda her ülkenin, çağdaş yöntemlerle halkını bilgilendirmesi bir görev olmalıdır. Sanayinin kent içinden uzaklaştırılmasına ve milli parkların gereği gibi korunup doğal hali ile tutularak toplumun yararlandırılmasına öncelik verilmelidir.



Üçbinlinli yılların insanları için, doğayla çok daha büyük uyum içinde yaşanacak rüzgârgüneş enerjisinden yararlanacak doğal konut yapımına geçilemez mi? Bu sahada yeni arayışlar içinde olmalıyız. Doğanın intik*****n daha büyük olmaması ve acının yoksul ülkelere çektirilmemesi için insanların bir an önce kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor.

**ümcül etkileri yıllardır sürmekte olan ‘Çernobil’ olayından kim sorumlu? Bugün ‘Çernobil’den on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya’nın batısındaki Karaçay Gölü, bir saatli bombadan farksızdır. Gölün altında, yaklaşık yüz metre derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmektedir.
İnsanların yazgıları ile ilgili dehşet dolu olası tehlikelere karşı evrensel yurttaş girişimlerinin etkinliği attırılmalıdır.



Hepimizin paylaştığı bu dünyayı, bu gezegeni gelecek kuşaklara kirli ve çirkin bırakmaya hakkımız var mı? Geleceğe bir borcumuz yok mu? Hatalarımızın be****ni henüz doğmamışlara ödetmemeliyiz.




Doğa *****n yasalarına yeterince duyarlılık göstermeli ve doğal afetlerini ciddiye almalıyız. Doğal zenginliklerle dolu olması gereken bir dünyadan daha fazla yoksun olmamalıyız.




(Şaban Ali Yaşaroğlu, Cumhuriyet, 3 Ekim 1998)




Öğretici düzyazının bir türü olan makale, bir düşünür, bilim adamı ya da araştırmacının seçtiği bir konuda kendi duygu ve düşüncelerini ****l, bilgi, bulgu, belge ve diğer kaynaklardan da yararlanarak açıkladığı ve kesin yargılarla sonuca ulaştığı yazı türüdür.




Makaleler, içeriklerini belirleyen konularına göre birçok türe ayrılır. Örneğin resim, müzik, tiyatro gibi sanat dallarını ele alan makalelere sanat makalesi, ulusal ya da uluslararası politika konularını irdeleyen yazılara politik makale, askerlikle ilgili bir konuyu işleyen yazıya askerî makale, psikolojik konulara değinen yazılara psikolojik makale, bir bilim dalıyla ilgili makalelere bilimsel makale, dinî konuları i şleyen yazılara da dinî makale denir.




Makaleler genellikle gazetelerde, popüler ve bilimsel dergilerde yayımlanır. Gazetelerin çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel fikrî yapısını temsil eden yazılara başmakale, bu yazıyı yazan kişiye de başyazar denir.




Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860′ta çıkan Tercümanı Ahval gazetesinde yayımlamıştır.



ÖRNEKLER

playboy_91

Hücre Bölünmeleri Üzerine

HÜCRE BÖ.LÜNMELERİ ÜZERİNE
“Canlı vardan yok olmaz, yoktan var olmaz; ancak bölünmelerle sayısını arttırır .” (Lütfi ŞAHİN)
Maddenin üzerinde araştırmalar yapma imkanı temel nitelikler çerçevesi altında ilk dönemlerde nitel ifadeler çerçevesinde, ileri dönemler içerisinde ise hem nitel ve hem de nicel çerçeveler boyutunda olmuştur. Millatatn önce 5000 yıllarında ateşin bulunması, maddenin işlevsel boyutu olduğu kadar işlemsel boyutunun da artmasına neden olmuştur.
Beş duyusu ile maddeyi gözlemleyen insanoğlu için ilk dönemlerde taş ile bakır arasında fazla bir ayrıcalıklar zinciri oluşturmuyordu. Ateşin keşfi ile beraber, zamanın mucit akıllı insanları bakırın eridiğini, ancak taşın erimediğini çözümlemişlerdir. İleri dönemlerde ataş ile beraber diğer teknik veriler gelişme göstermiştir.
Tekerleğin bulunması, ilkel silahlardan teknik silahlara geçilmesi, ilkeliletişim yöntemlerinden ileri iletişim yöntemlerine geçilmesi, ilkel ev sistemlerinden ileri ev düzeneklerine geçilmesi… Bu ifadeleri milyonlara varan açılımlar içerisinde ele almamız mümkündür. Bu ifadelerin gelişmesinde bütün insanların az ya da çok katkısı bulunmuştur. Derede çamaşır yıkayan kadınlar daha rahat olmak istediklerinden çeşmeler ve ileriki dönemlerde çamaşır makineleri; kuşlarla iletişimin zorluğundan bahseden insanların ifadeleri sonucu telefon ve hızlı iletişim teknikleri; aylarca yolculuktan rahatsız olan insanların ifadeleri sonucu çok hızlı giden vasıtalar yapılmıştır. Bu gün artık bilim ve teknik ifadeler aylarla ifade edilen süreler içerisinde ikiye katlanmaktadır. Bu ifadeler içerisinde doğrudan etkin olan insanlar bilginler olmakla beraber problemleri ifade edenl diğer insanlardır. Bilim insan için vardır ve bilimin gelişmesi için tüm insanlar doğrudan ya da dolaylı yoldan görev almış ve almalılarda…
20. yy içerisinde izafiyet ve diğer fiziksel terimler bilginlere dedirtti ki; “madde vardan yok, yoktan var olmaz; sadece şekil değiştirir.” Enerji modelemeleri ile uğraşan fizik bilginleri bu açılımı daha da genişletti ve dediler ki; “enerji vardan yok, yoktan var olmaz; sadece şekil değiştirir.” Görüldü ki basit veriler gibi algılanan madde ifadesinin bile karmaşık temelli ve eneji ifadesinin de benzer temelli olduğu…
Ancak şunu belirtmeliyim ki, bilim sadece fizik değildir; sadece kimya da… Binleri bulan ve alt bölümleri ile beraber milyonları bulan bilim dalları içerisinden birisini de biyoloji oluşturmuştur. Bu bilim dalı da kendi içerisinde dallara ayrılmış ve bu dallardan genetik, sitoloji, histoloji, embriyoloji, biyokimya vb bir çok dal hücre bölünmesi üzerine araştırmalar yapmış ve yapmaya da devam etmektedir.
Genel ifadeler çerçevesinde hücre bölünmelerini üç gruba ayırmamız mümkündür. Bunlar;
-Mitoz
-Mayoz
-Amitoz
Bu üç hücre bölünmesi de temelde aynıdır. Mitoz hücre bölünmesi dediğimiz hücre bölünmeleri zi***tan itibaren başlar ve ölünceye kadar tüm diploid sayıdaki vücut hücrelerinde görülür. Mitoz hücre bölünmesi iki safhada incelenir; ilkinde çekirdek bölünmesi, ikinci safhada sitoplazma bölünmesi gerçekleşmektedir. Çekirdek bölünmesinin gerçekleşmesinden önce hücre belli bir büyüklüğe ve belli bir madde birikimine ulaşmak zorundadır. Bu safhaya interfaz adı verilmektedir. Bu safhadan sonra çekirdek bölünmesi gerçekleşmektedir. Çekirdek bölünmesi de dört alt grupta incelenmektedir. Bunlar;
-Profaz
-Metafaz
-Anafaz
-Telefaz
Bu safhalardan ilki olan profazda kromozomlar belirmeye başlar, kromozomlar kalınlaşır. Metafaz safhasında ise kromozomlar ortada dizilmeye başlar, iğ ipliklerinin oluşumu gözlenir. Anafaz safhasında ise kromozomlar kutuplara çekilmeye başlar. En son safha olan telefaz safhasında ise çekirdek zarı boğumlanır. Daha sonraki bölüm olan sitokinezde ise hücre zarı boğumlanarak ikiye ayrılır.
N kromozomlu haploid gamet hücrelerinde olan mayoz hücre bölünmesi ise biri mayoz ve biri mitoz olan iki hücre bölünmesinde oluşur. Mitoz hücre bölünmesi yukarıda anlattığım gibidir. Mayoz bölünmede ise metafaz safhasında kromozom sayısı iki katına çıkmaz, dolayısıyla kromozom sayısı yarıya düşer. Mayoz bölünme mitozdan önce olabileceği gibi mitozdan sonra da olabilir. Burada genetik varyasyonları çoğaltamak için gen alış verişleri olur ve farklı yapıda bireylerin oluşumu gerçekleşir.
Amitoz hücre bölünmesi ise mitoza benzer. Kromozom sayısı sabit tutulur ve tek hücreli canlılarda çoğalmayı sağlamak için gerçekleştirilir.

belki bu yardımcı olabilir sana arkadaşım


MISIR ÖZÜ KARIŞTIRILMIŞ DANA GÖZÜ EKSTRELERİNDEKİ KARAMUK PARÇACIKLARININ KÜME KESİŞİMLERİNE OLAN ETKİLERİNİN HALİM SELİM BİR TARZDA İNCELENMESİ


Özet: Kabız bir insanın kolay kolay "yapamadığı" uzun yıllardan beri bilinmektedir. Bu uzun yıllar, eskiden 441 gün sürerdi. Fakat şu anda bir yılın 365 küsür gün çekiyor olması, bu kabızlık konusundaki fikirlerimizde belirgin bir değişme yapmamıştır. Biz çalışmamızda, kabızlığa ait bu temel önermeyi bilmeyen iki adet sosyal demokrat ele geçirip, onları analarından doğduklarına pişman olana kadar buharlı bir mikrodalga fırında beklettik. Hafifçe pembeleştiklerinde ise gördük ki, bu durum bunlara az bile... Yani daha yapılacak çok işimiz vardı. Ben de yarım saat kadar önce bizim asistanı kivi falan almaya gönderdiğimden dolayı, tek başıma bu işin altından kalkamayacağımı anlayarak, "keşke laboratuarda bir pandamız olsaydı" diye hayaller kurmaya başladım. İşte öyle dalmış gitmişim. Bu arada, fırının düğmesini kapatmayı da unutmuşum haliylen. Sonuçta, ıyyy... Allah vermesin...(4)

Anahtar kelimeler: Anahtar; Kelime; Ler; Kik; Uburtos; Kalaramık; Tarkan; Fındıkkıran.

GİRİŞ:

Bilindiği gibi, kimya bilimi, jeoloji ile birlikte kullanıldığında botanik adını alır ve geometri problemlerinin çözülmesinin ardından ortaya saçılan eğri ve dik açı parçaları gibi artıklardan kurtulmak için yaygın olarak kullanılır(1). Bu noktadan hareket eden bazı araştırıcılar, öbür noktaya henüz varamadan, fark edemedikleri bir takım bariz yanlışlıkların psikolojik ve terliksi baskısı altında inim inim inlemişlerdir (İnlerini istemişlerdir) (2,5). Netekim, 1875 yılında, 75 yaşında olan Danimarkalı araştırıcı Oha Ra Böğk, 1866 yılında 76 yaşına basmıştır. Bu problemi irdeleyen bir çok araştırıcı da benzer problemler yüzünden zührevi hastalıklar hastanesine ve çeşitli veteriner ve emlakçi kliniklerine sevk edilmişlerdir. Sevkten gerçekten zevk alan bir kaçı dışında tamamı kurda kuşa ve hatta geyik ve koalalara yem ve de çerez olmuşlardır. Biz buradaki çalışmamızda, bu ve benzeri sorunlar ile ilgili olarak kılımızı bile kıpırdatmazken, yan laboratuardaki herifler asetatlı suda zambak yetiştirmeyi başararak malı ***ürmüşlerdir.

MATERYAL VE METOT:

Yapılan çalışma gereği kılımızı bilem kıpırdatmadığımız için, en önemli materyalimiz, Japon malı bir kıl stabilizatörü idi. Söz konusu stabilizatör, Şarkışla şoförler derneği tarafından yaşlı ve kimsesiz ve fakat siyah kuşak sahibi bir kadıncağızdan gasp edildiğinden dolayı kendilerine buradan hörmetlerimizi sunmayı bir görev telakki ediyoruz.
Stabilizatörü kullanarak kılları sabit bir hale getirdikten sonra, yirmi kadar civcivin kulak zarlarına ihtiyacımız olduğu kanısına vardık. Daha sonra, bir Afrika fili boğazlayarak bu sorunu da kökünden hallettik. Daha doğrusu, hallettiğimizi zannettik. Önceden tahmin edemeyeceğimiz bir biçimde, filimiz azgın bir heavy-metal dinleyicisi olduğundan, kulak zarı hafifçe bollaşmıştı. Biz de onu iki gece boyunca tuz ruhunda beklettikten sonra, geride kalan ruhsuz tuzu bir miktar vişne suyu ve de gergedan çişi ile muamele ettik. Daha sonra, tuzun ısrarı üzerine, iki buçuk gün süresince, rendelenmiş karpuz kabuklarını cımbızlarla itekledik. Baktık ki tuzun istekleri bitmek bilmiyor, onu camdan attık ve bölüm başkanına da "Haşmet abi'yle reaksiyona girip camdan düştü" dedik. Ee tabi bölüm başkanımız bunu yemedi yedirdi, giymedi giydirdi... Eh, sonuçta biz de laboratuara geri döndük.

DENEY-GÖZLEM OLAYI:

Önce ne yapacağımıza kesin karar verebilmek için potu 250'den 5 el poker oynadık. Kendisi ne derse desin, Haşmet abinin evine gelen hacizin bununla bir ilişkisi yoktu (12). Sonra biri ortaya bir bit attı. Ben tüfeğimle biti vurmaya çalışırken, etrafa saçılan saçmalar saçma sapan saçaklar saçarak sıçradılar. İlk başta, çalışma grubumuz bu olaya bir mana veremeyerek bön bön bakarken, ilerleyen dakikalarda, dakikalardan biri biraz fazla hızlı gittiğinden, hissedilir bir huzursuzluk göze çarpmaya başladı. Tabi göze çarpan bu huzursuzluk oldukça can yakıyordu. O anda bir an içimden dedim ki, " lan şimdi şeytan diyo, şöyle bi tane oturttur..." Sonra bir ara bağlantı kesilir gibi oldu. Şeytanı net duyamıyordum. Tam alıcılarımın ayarıyla oynamak üzere harekete geçmiştim ki, aniden bir çığlık işittim. Gidip televizyonu kapattıktan sonra telsizi açtım ve tüm grup adına "mayday-tuuzdey-hamdi-" diyerek yardım istedim. Az sonra altı adet mantarlı, bir tane de çelik cantlı pizza geldi. Bu arada Allah sizi inandırsın, Haşmet abi, pizzası tuzsuz olduğundan, şu anda ruhsuz da olsa, az önce camdan attığımız tuzu bulup pizzasına serpiştirmek üzere camdan atladı. E, öldü tabii (13). Bu arada araştırma grubumuzun diğer elemanları da, pizzalarını bitirmelerinden kaynaklanan şen geğirikler arasında işlerinin başına döndüler. Baş asistan Cevval, az önce Kerim'in kulağına soktuğu kütle ölçüm spektrometresini, ikinci asistan Sururi annesini, en küçük asistan Keykavus ise hayatın amacını aramaya koyuldu. Ben de en sonunda biti vurdum.
Çalışmanın ilerleyen evrelerinde bize en çok sorun çıkaran konu, bütün çabalarımıza karşın istediğimiz tarzda tepkime vermeyen iki element arasındaki sürtüşmeydi. 1 mol solaryum ile, 2.7 mol Kayınçoredüktaz aynı kaba konduklarında, içinde bulundukları kap da dahil olmak üzere sille yumruk birbirlerine giriyorlardı. Bu durumun, kayınçoredüktazın kovalent bağlanmaya olan alerjisi ile ilgili olabileceğini düşünerek, ortama katalizör olarak 4 tane mısırözü tabletiyle, 2.5 gram Bülent Ecevit nektarı ilave ettik. Biz bu ilaveyi eder etmez, Söyemez çetesi laboratuarı bastı. Sonrasını ise hiç birimiz net olarak hatırlayamıyoruz.

SONUÇLAR ve HAVUÇLAR:

Yapılan sayımlar ve yapılması düşünülen gaflar göz önüne alındığında, ortaya oldukça ilginç bir tablo çıktı. Sağ alt köşesinde "Picasso" diye bir şey yazan bu tablo, daha sonra çişinin geldiğini bahane ederek çaktırmadan laboratuardan sıvıştı. Peşinden saldığımız Tayvan tazılarından ondördü, kül tablası olarak geri dönünce, sonuçları bir başka açıdan değerlendirmemiz gerektiğini gördük. Çünkü kağıdı ters tutuyorduk. Düzeltme işlemini "el" adı verilen bir organla gerçekleştirdikten sonra, okuma işlemi için bir dana gözü kullanmaya karar verdik. Fakat bu kez de tüm sonuçlar "tren"e eşit çıktı (7). Son çare olarak Fato'yu aradık ama o da progr*****n son bölümünün çekiminde, yanan bir helikopterden dramatizasyon icabı olarak atlayıp, 200 *****n fertten oluşan bir orangutan sürüsü içine düştüğünden, telefonu meşgul ve bir tarafları dümbelek çalıyordu (10). En sonunda ben de dedim ki, "lan ben böyle laboratuarın da, böyle deneyin de taaa..."

TARTIŞMA:

E tabi ben bunları söylerken bölüm başkanının aniden içeri girivermesi sonucu küçük bir tartışma çıktı. Bu çıkış ise, anatomik olarak, küçük asistanımızda kalça çıkığı olarak kendini gösterdi. Kendisine laboratuar hacı yatmazı görevini veren ekibimiz, yeni ilmi çalışmalara yelken açmak üzere kağıtları dağıtmaya başlamıştı bile. Fakat bu sefer merhum Haşmet abi aramızda olmadığından dolayı, potu 500'e çıkardık (8).




Küresel Isınma: Dünyamıza Neler Oluyor?


HERGÜN gazetelerde okuyoruz; buzullar eriyor, kar yağışları azalıyor, okyanuslar ısınıyor, atmosferde karbondioksit oranı artıyor, deniz seviyesi yükseliyor, orman yangınları artış gösteriyor, ırmaklar kuruyor, göller küçülüyor.


Mevsim normalleri dışındaki hava olayları karşısında uzmanlar bile şaşırmış durumda. Bahar erken geliyor, çiçekler vaktinden önce açıyor, pek çok bölge kuraklık yaşıyor… Mercanlardaki hayat tükeniyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor, salgın hastalıklar yayılıyor…

Yaşanan tüm bu değişiklikler, daha doğrusu tüm bu bozulmalar, adını sıkça duymaya başladığımız "küresel ısınma" ile yakından alakalı. "Dünya atmosferi ve okyanusların ortalama sıcaklıklarındaki artış" anl***** gelen küresel ısınma, son yıllarda rahatlıkla saptanabilir, hatta günlük hayatta hissedilebilir bir düzeye ulaştı. Önceleri bir komplo teorisi olarak görülebilen bu konu, bugün insanoğlunu tehdit eden ciddi bir tehlike olarak karşımızda duruyor. Havaya saldığımız gazların yok olup gideceğini düşünürken, bu son yaşanan gelişmeler dünyamızın gerçekten de içinde yaşadığımız ‘evimiz’ olduğunu ve ona çok iyi bakmamız gerektiğini inkâr edilemez biçimde ortaya koydu.

Dünyamızın başına gelenler


Dünyamız, en başta, iklim değişikliklerinin yol açtığı felaketlerle boğuşmakta. Bunların başında da buzulların erimesi geliyor. Herkesi şaşkınlığa sürükleyen bu olay, kömür, petrol, doğal gaz, diğer bir deyişle fosil yakıtların tüketiminin yeryüzünde gözlemlenebilen etkisi. Araştırmacılara göre atmosferdeki karbondioksit oranı yüzbinlerce yıldır ilk defa bu kadar yoğunlaşmış durumda. Aşırı karbondioksit ve metan yerküreyi kuşatıp ısıtıyor ve böylece iklimler alt üst oluyor. Kloroflorokarbon gazlarının yoğunluğu karşısında atmosferin koruyucu tabakası ozon ****niyor, kutuplardaki buzullar eriyor.

Dünyanın dört bir yanından gelen haberler bu konuya daha fazla ilgisiz kalınamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Afrika’nın en yüksek dağı olan Klimanjaro’nun karlarının ve Alp Dağları'ndaki buz kütlelerinin erimesi, Antarktika'nın parçalanmaya başlaması, son 10 yıl içinde Güney Kutbu'ndan neredeyse Connecticut eyaleti (bir ülke) büyüklüğünde bir buz kitlesinin koparak ayrılmış olması bunlara etkili birer örnek. Bir diğer örnek ise buzul tabakasında Avrupa’nın kuzeyinden kutba kadar uzandığı belirlenen dev kırık. Avrupa Uzay Ajansı bu kırığın İngiltere’den daha büyük olduğunu söylüyor. Ajans ayrıca Norveç’in kuzey ucundaki Svalbard takımadalarıyla Sibirya’nın Severnaya ve Zemlya adalarından kutba uzanan bölgede geniş bir kırık bulunduğunu da tespit etmiş bulunuyor.
Kuzey Kutbu'nda başgösteren gelişmeler ise duyanları hayrete düşürmekte. NASA’nın son verilerine göre Kuzey Kutbu’nda yıl boyunca daimi olarak görülen buzullar %14 oranında azalma gösterdi. Buradaki buzul tabakasının iklim sıcaklıklarındaki artış yüzünden küçüldüğü bildiriliyor. NASA araştırmacıları Kuzey Kutbu’ndaki buzulların eskisinden çok daha hızlı eridiğini ve dünyanın diğer bölgelerine oranla iki kat fazla ısındığını haber verdi. Bu durumun dünya ile okyanusun hassas eko-sistemini oldukça etkileyeceği bildiriliyor. NASA bilim adamları ayrıca son 30 yılda yerküre sıcaklığının her 10 yılda 0,2 derece artarak çok hızlı bir yükseliş gösterdiğine dikkat çekiyorlar.

Bundan sonra neler olacak?


Bilim adamları sera gazlarının salınımının yakın gelecekte yol açabileceği sorunları şöyle özetliyorlar:

- 2070'te dünya buzulsuz kalabilir ve bu da küresel çölleşmeye, deniz seviyesinin yükselmesine neden olabilir.
- Kuzey Kutbu’ndaki buzullar 35 yıl sonra tamamen ortadan kalkabilir.
- Buzulların erimesi kutup ayıları gibi bazı hayvan türlerinin yok olmasına yol açabilir.
- Buzulların erimesinin deniz seviyesini yükseltmesi ile birlikte alçak kesimler su altında kalabilir.
- Dünya küresel ısınma nedeniyle önümüzdeki 10 yıl içinde geri dönülmez bir noktaya gelebilir.
- Ormanlar yok olabilir ve bununla birlikte çölleşme yaşanabilir.
- Çölleşmenin ve kum fırtılarının olumsuz etkileri tarımcılığı yok edebilir.
- Salgın hastalıklar önüne geçilemeyecek şekilde artabilir.
- Ormanların çöle dönüşmesi ile canlı türleri yok olabilir.
- Kuraklık başgösterebilir ve yiyecek stokları tükenebilir.
- Yükselen deniz seviyesi kıyılara yakın tatlı su kaynaklarındaki tuz oranını artırabilir, bu da içme ve sulama suyu sıkıntısına neden olabilir.
- Mercanlardaki canlılık yok olabilir.
- Gezegendeki canlı türlerinin %30'u yok olma tehlikesiyle karşılaşabilir ve ekolojik denge buna bağlı da bozulabilir.
- Göçler başlayabilir ve yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak umuduyla göç edebilir.

Küreyi ısıtan suçlu bulundu


PEKİ tüm bu olumsuz haberlerin nedeni olan küresel ısınmanın sebebi ne? Dünyanın doğal gidişatı mı, yoksa insan eliyle gerçekleştiği söylenebilir mi?

Çeşitli ülkelerden yaklaşık 500 bilim ad*****n biraraya gelerek oluşturduğu Hükümetler Arası İklim Değişimi Uzmanlar Grubu son 50 yılda giderek artan küresel ısınmanın %90 oranında ‘insan eliyle’ meydana geldiğini ve yüzyıllarca devam edeceğini açıkladılar. Hazırladıkları rapora göre dünyanın, yüzyılın sonuna kadar 1.8 – 40C arasında ısınacağı, denizlerin 58 santimetreye kadar yükseleceği, kuraklığın bütün dünyayı saracağı düşünülüyor.
NASA iklim bilimcilerinden James Hansen da yerkürenin son 12 bin yıldan bu yana en yüksek sıcaklığı yaşadığını belirtti. Hansen'a göre karbondioksit gibi gazların son yıllardaki artışı dolayısıyla dünya, insanlığın neden olduğu tehlikeli bir kirlilik seviyesine doğru hızla yol almakta. Sanayileşme sonucu açığa çıkan metan gazı ve karbondioksit, açıkça, küresel ısınma felaketinin başlıca nedeni. Ünlü iklim bilimci yakın gelecekte ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı ise şöyle uyarıda bulunuyor: “Isınmadaki artışın 2 veya 3 dereceye varması durumunda, büyük olasılıkla, bildiğimizden farklı bir dünya ile karşı karşıya kalacağız...”
Elbette tüm bu olaylar, dünyanın yaşam için olağanüstü hassas bir şekilde ayarlanmış dengesini akla getiriyor. Dünya hiç de ilk anda akla geldiği gibi, dozerle çarpsan yıkılmaz bir duvar misalî kaba bir sağlamlığa sahip değil. O sağlamlığı çağrıştıran büyük ölçekli küresel yapıların hem kendi içinde hem de birbirleri arasında sanıldığından çok daha ince ve hassas dengeler söz konusu. Havadaki karbondioksit oranı ile kürenin ısısı arasında, kürenin ısısı ile kıtaların kapladığı yüzey arasında, kutuptaki buzulların erimesi ile okyanuslardaki deniz suyunun yükselmesi arasında, iklim değişiklikleri ile çölleşme arasında, çölleşme ile hayvan türleri arasında... böylesi bir denge var.
İşte bu denge ve bu dengenin sürekliliği, Allah’ın yeryüzünde an be an yarattığı özel koşulların dev***** bağlıdır. İnsan müdahalesi olmadığı takdirde, bu özel koşullar yaratıldığında, dünyamız da dengeli bir şekilde hayatiyetini devam ettirir. İnsan müdahalesi olduğunda ise, bu denge hemen bozulmaya yüz tutar.
Söz gelimi, bugün kendisinden bir âfet başlatıcısı olarak sözünü ettiğimiz ‘sera etkisi’nin aslında dünyanın normal yaratılış planı içinde yeri vardır. Hatta dünya üzerinde yaşamı mümkün kılan özel koşullardan bir tanesidir; dünyada yaşam olması için gerekli sıcaklığı sağlamaktadır. Ancak su buharı, karbondioksit ve metan gazının yeryüzünde oluşturduğu doğal örtü, fosil yakıtların kullanılması ve sanayileşme sürecinde ormanların yok edilmesi ile, bu örtüyü oluşturan gazları aşırı düzeye çıkarmaktadır. Normal koşullarda dünyayı ısıtan güneş ışınları, yeryüzünden yansıyarak atmosfere geri dönmektedir. Sera gazlarının atmosferde bu denli yoğun olması durumunda ise, bazı ışınlar bu gazlar tarafından tutulmakta, böylece atmosferdeki ısı normalin üzerinde artmaktadır.

Küresel ısınma kıyametin başlangıcı mı?


BİLİM adamlarının küresel ısınma dolayısıyla gelecekte öngördükleri olaylara bakıldığında, dünyamızın küresel ısınmayla birlikte kıyametine doğru yol aldığını görmemek saflık olur. Bazılarımız belki sıradan doğa olayları olarak haberleri okuyor olabilirler bu konuyla ilgili. Ama küresel ısınmanın yol açtığı ve açacağı olumsuzluklar, kıyamet alâmetleriyle ilgili hadîslerle örtüşmektedir. Meselâ bazı hadis-i şeriflerde kıyamet yaklaştığında afetlerin, depremlerin artacağı, toplu ölümlerin çoğalacağından söz edilmektedir. Bilim adamları da küresel ısınmanın yol açacağı iklim değişikliklerinin insanlar üzerinde yıkıcı etkilerinin olacağından bahsetmektedirler. Birkaç yıldan beri artan oranda meydana gelen kasırgalar, hortumlar, fırtınalar, seller, birçok yerleşim merkezinin sular altında kalması, depremler, volkanlar, tsunami dalgaları ve bunların sonucunda meydana gelen ölümler belki de bunun öncü işaretleri. Bilim ve vahiy her zaman birbiriyle örtüşür, ama bilim adamlarının kendi ağızlarıyla vahyi bu denli güçlü tasdik ettiklerine her konuda rastlayabilir miyiz, bilemiyoruz. Bilim adamları ortaya koydukları bulguların kıyameti haber veren bilgiler olduklarının ne kadar farkındalar acaba?



xaslix

Yazıma daha açıklayıcı bir anlatımla girebilmek için;ilk önce küresel ısınmanın ne ifade ettiğini anlayalım;Küresel ısınma dünyadaki ortalama sıcaklık değerlerinin artması demektir Bunun en büyük nedeni insanların kullanmış olduğunu değişik zararlı gazların atmosferde bir tabaka meydana getirip güneş ışınlarının yansımasına sebep olmaktır Bu da dünyanın yeryüzü ısısını artırmaktadır Ayrıca bu zararlı gazlar atmosferin ozon tabakasına da zarar vermekte,kalınlığı azalan ozon tabakası güneş ışınlarının doğaya ve canlılara zararlı olan ışınlarını tutamamaktadır Bu da küresel ısınmayı arttırdığı gibi canlılara da zarar vermektedir

Küresel ısınmanın sonuçları da başta biz insanlar olmak üzere doğada yaşayan canlı cansız tüm varlıklar üzerinde olumsuz etkileri olacaktır Bunlardan başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz;Öncelikle kürsel ısınmanın artmasından dolayı her iki kutup bölgesindeki buzlarda erimeler olacağından yeryüzündeki tüm denizlerin su seviyeleri yükselecek, kıyı bölgelerindeki yerleşim yerleri ve ekin araziler sular altında kalacağından insanlar bu durumdan olumsuz etkilenecektir
Orman yangınları artacak,dünyadaki çölleşme hızlanacak ve ekim alanları,otlaklar azalacağından tarım ve hayvancılık yapılamayacaktır Bunun sonuçları canlılar için bir yıkım olacaktır Bütün bunların meydana gelmemesi hepimizin ortak dileğidir Bunun için el birliği ile çevremizden başlayarak öncelikle canlı ve cansız varlıkları sevelim,koruyalımBu dünyada hep birlikte ortak yaşantımızı devam ettirebileceğimizi unutmayalım…
Çevreyi kirletecek ve zarar verecek hiçbir şeyi kullanmayalım,kullananları da uyaralım Kısaca şu atasözümüzde de belirtildiği gibi “SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ”


By BiLiNMeZ

Elbette abartıldığı sürece utanma duygusu zarar verebilir. Ancak bilimadamlarının son dönemde yaptığı çalışmalar utanma duygusunun hayvanlarda olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Peki bu durumda sadece insanlar utanma duygusuna sahipse ve hayvanlar değilse aklımıza iki soru hemen geliyor. Acaba utanma ve ar duygusundan yoksun insanlar hangi kategoriye girecek. Daha da enterasanı utanma duygusu olan bir hayvan olursa onun da yeri konusunda tartışmalar olacaktır. Heralde tüm halkının toplam utanma duygusu bir milletin medeniyet seviyesi ile doğru orantılıdır diye bir hipotez ortaya atılsa ispat edilmeye değerdir. Elbette tüm Dünya medeniyetlerinde sürekli renkli cam ekranında yahut aynı doyumsuzlukla ve arsızlıkla DÜnya nın tüm güzelliklerini zedelemeye çalışan , tabir yerinde ise midesi dilate yani normalden bir kaç kat daha büyük mi**** kimseler var. Tabi oldukçada çok gibi görünüyorlar. Ama ucuz bir malın milyonlarca satılması gerçeği, kaliteli ve pahalı bir ürünün kalitesine zerre kadar etki etmez. Bunların göz önünde olması iyi ve medeni olduklarını göstermez. Ayrıca herkesin sınırsız mal mülk edinme hakkının olduğunu ve bunda kimsenin gözü oladığını söylemeye gerek olmasa gerek. Sorun bu çokluğun nasıl edinildiği. İçinde diğerlerinin mutsuzluğu üzerine kurulu arsızlık var mı? Kimseyi demoralize etmeden söylemek gerekirse adım adım süprizlere açık bir hayatta hiç süpriz olmayacak gibi yaşamak sanırım enterasan bir aldanma. Hele bu hayatta hızlı arsız ihtiraslı yaşama duygusu ne denli doğru bilinmez. Elbette bu tür kimseler için eleştiri bir anlam ifade etmez. Toplumun tembelliği ve değer yargılarının zayıflaması yüzsüz yaşayan ve geçinen doyumsuzların sayısını artırır demek yalan olmaz. Elbette onları eleştirmek bize düşmez. Onlara sorarsanız mutlu olduklarını söyleyecektirler. Mutlu olmasalar yüzsüzlüğe ve doyumsuzluğa nasıl katlanabilirlerdi. Ama onlar içinde kanser edici sorun bu mutluluğu ne kadar devam ettirecekleri kaygısı. Yani ne kadar daha aynı oranda arsız ve doyumsuz bir hayat yaşayarak mutlu olmaya devam edecekleridir. Herşeyin bir başı birde sonu var. Mutluluğunda. Elbette tüm insanlar mutlu olmalı. Ancak mutlu olma egosu yüzünden diğer insanların mutlu olmadığı bir dünya ya bizler ne kadar katkı sağlıyoruz. Tüm bunlardan sonra kendimize durup sormamız gereken soru belkide benim mutluluğum diğer insanların mutsuzluğuna sebep oluyor mu ? Aslında güzel ahlaklı ve vicdanlı yahut utanan yahut doyumlu yada ne derseniz deyiniz bir insan olma diğerlerini mutsuz edermi. İçinde bulunduğu en kötü durumu bile nakit akışına çevirme yeteneği ile övünme ve mutlu olma duygusu ise ne kadar yersiz ve kibirli. Bunun tam tersini yapma ise simyacılık bu günlerde. Elbette hayatın bu kadar kısıtlı irdelenmesi doğru değil. Ama bize yol gösterecek ışıklar yakacak gerçek aydın ve aristokratlar çok olsaydı bunları yazmaya bile gerek kalmayacaktı. Herşeyin geriye çevrilemeyeceği bir ana gelmektense zamanında tedbir almakta fayda var sanırım. Vicdanı rahat vicdanların bu yazıyı okurken yüzlerindeki tebessümü hissedebilmek önemlidir. Bu yazıda bu güzel tebessümlere bir ön yanıttır. Utanma duygusundan yoksun olanlar bakalım bu hayat denilen azgın boğanın sırtında daha ne kadar mutlu olmaya devam edeceksiniz ?



starahmet_1905

Küresel Çevre Kirlenmesi


Günümüzün dünyasında çevre kirliliği, tüm gezegeni kaplayan boyutlara ulaşmış durumda. Dünyanın birçok bölgesinde insanlar, çevre felaketine karşı korumasız, nükleer tehdit ve radyasyondan habersiz bir yaşam sürmektedir. Bilim adamları ise bu olumsuzlukların devamı halinde dünyadaki tüm canlıların ciddi biçimde tehdit altında olduğunu vurguluyorlar.


Halbuki insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam ve doğal çevre ile uyum içinde sürmüştür. Ancak dünyadaki toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı karşısında ekolojik sistemin bu hassas dengesi giderek bozulmuştur. Bu tehlikeli gelişmenin seyircisi durumunda olan insanlık ise dünyada dengeli bir çevrenin korunamaması halinde tüm canlıların varlığının sürmesinin olanaksızlığını acaba ne zaman anlayacak?


Bu yılın yaz başlarında başlayan yağmur dönemi dünyayı etkisi altına aldı. Barajları, setleri ve kö
prüleri yıkan seller ölümcül sonuçlara yol açtı. Bir süre önce Trabzon’da yaklaşık üç saat süren yağmur, Sürmene ilçesi ve haritadan silinen Beşköy beldesinde büyük mal ve can kaybına neden oldu, ocakları söndürdü…

Yağışların etkili olduğu bir başka ülke olan Çin’in birçok bölgesinde barajlar yıkıldı. Harekete geçirilen askeri birlikler setleri yıkarak sel sularının kırsal kesime yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Sel, eylülün ortasında da Meksika’nın Chiapas eyaletinin Valdivia köyünü yok etti.


Dünyadaki benzer sel baskınlarının verdiği zararlar ürkütücü boyutlara ulaştı. 240 milyon kişiyi etkilediği söylenen bu yazın selleri, resmi açıklamalara göre şimdiye kadar 2 binin üzerinde insanın ve sayısı bilinmeyen diğer canlıların yaşamlarına mal oldu. Yaklaşık 14 milyon kişi evini terk etmek zornuda kaldı. Bu durum, insana, Çinlilerin “Su ile şaka olmaz” özdeyişini hatırlatıyor.


Gün geçmiyor ki çevre felaketi haberlerde yer almasın. Büyük Okyanus’ta 30 metreye kadar yükselen dalgalar sahilleri yerle bir etti. Deniz dibindeki deprem ya da yanardağların patlamasından meydana geldiği söylenen bu dev dalgalara karşı uyarı ağları da para etmiyor. Hatırlanacağı gibu bu dev dalgalar, 1993′te Endonezya’da bir adanın tam***** kapladı ve 2 bin kişinin yaş***** yitirmesine yol açtı. Yine Gine’de yaş***** yitirenlerin sayısı ise 3 bini aştı.


Dev dalgalara yol açan depremin merkezi Büyük Okyonus’ta idi. Ama yer kabuğu, dünyanın başka bölgelerinde harekete geçecek şekilde etki alanını genişletti. Örneğin haziran başında başlayan depremlerin, dünyanın dört bir yanını salladığı ortaya çıktı. Ülkemiz de bundan nasibini aldı. Bu ve buna benzer felaketler bize, geleceğimizi bu günden tahmin etmenin olanaksızlığını gösteriyor. Ozondaki ****nme ve hava kirliliğinin yaşamda olumsuzluklara neden olabileceği ve doğal yaşamın temellerini dinamitleyeceğini küresel gözlükle niçin göremiyoruz?


Küresel çevre sorunlarının çözümü konusunda her ülkenin, çağdaş yöntemlerle halkını bilgilendirmesi bir görev olmalıdır. Sanayinin kent içinden uzaklaştırılmasına ve milli parkların gereği gibi korunup doğal hali ile tutularak toplumun yararlandırılmasına öncelik verilmelidir.


Üçbinlinli yılların insanları için, doğayla çok daha büyük uyum içinde yaşanacak rüzgârgüneş enerjisinden yararlanacak doğal konut yapımına geçilemez mi? Bu sahada yeni arayışlar içinde olmalıyız. Doğanın intik*****n daha büyük olmaması ve acının yoksul ülkelere çektirilmemesi için insanların bir an önce kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor.


**ümcül etkileri yıllardır sürmekte olan ‘Çernobil’ olayından kim sorumlu? Bugün ‘Çernobil’den on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya’nın batısındaki Karaçay Gölü, bir saatli bombadan farksızdır. Gölün altında, yaklaşık yüz metre derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmektedir.


İnsanların yazgıları ile ilgili dehşet dolu olası tehlikelere karşı evrensel yurttaş girişimlerinin etkinliği attırılmalıdır.


Hepimizin paylaştığı bu dünyayı, bu gezegeni gelecek kuşaklara kirli ve çirkin bırakmaya hakkımız var mı? Geleceğe bir borcumuz yok mu? Hatalarımızın be****ni henüz doğmamışlara ödetmemeliyiz.


Doğa *****n yasalarına yeterince duyarlılık göstermeli ve doğal afetlerini ciddiye almalıyız. Doğal zenginliklerle dolu olması gereken bir dünyadan daha fazla yoksun olmamalıyız.


(Şaban Ali Yaşaroğlu, Cumhuriyet, 3 Ekim 1998)



UndeS

FUTBOLUN TARİHÇESİ


Daha ilkçağlarda futbolu andıran oyunlar oynandığı bilinmektedir. Avrupa’da İÖ 2. yüzyılda Romalılarca yaygınlaştırılan bir oyun futbola çok benziyordu. Bu oyun bugünkü futbolun öncüsü sayılır. Bu eski Roma oyunu İngiltere’de öylesine sevilmişti ki, karşılaşmalar kentler arasında çatışmaya bile yol açmıştı. Bundan dolayı bu oyun 12. yüzyılda yasaklandı.


Günümüzde oynanan futbol, İngiltere’de 19. yüzyılın sonlarında kurallara bağlandı. 1863′te İngiltere’de kurulan Futbol Birliği bu kuralların belirledi. Oyunda sert, acımasız ve kırıcı hareketler yasaklandı. Bu anlayışı sürdürenler ise, futbolun değişik biçimi sayılan ragbiyi geliştirdiler. Futbol, 19. yüzyılın sonlarında İngiltere’den Avrupa’ya yayıldı. Kısa bir süre içinde de dünyanın birçok ülkesinde oynanan bir spor haline geldi. 1904′te Uluslararası Futbol Federasyonu (FIFA) *kuruldu. FIFA’nın yönetiminde 1930’da ilk Dünya Kupası karşılaşmalarını düzenledi.

teşekür butonuna basman yeterki



gul_bahar

Yasamın Arka Yüzü

Onların bizi her gün gördüğü, bizim onları bildiğimiz fakat görmek istemediğimiz kendi vücutlarını satan kadınlar.Gerçek isimlerini kullanmazlar, Ebru, Elif, Sedef, gibi takma isimler kullanırlar, sürekli gizlenme ihtiyacı içerisinde kalırlar. Bunların bazılarının dostları vardır, bunlar bu kadınları bu şartlar arasında kazandıklarını yerler, üstelik onlara eziyet etmelerine rağmen kadınlar bunları bir türlü bırakmaz, nedeni psikolojiktir.

Bu kadınlar sığınacak bir yer ararlar sürekli, kendilerine güvenli bir liman bulduklarında eziyet bile görseler rahat ederler. Sürekli tehdit altında kalan bir yaşamları vardır.


Evet bu bizim toplumumuz için şuanda sosyolojik bir sorun olsada, aslında bu kadınlar toplum içerisinde bir denge unsuru olarak dururlar. Bu kadınlar gençtir, güzeldir, alımlıdır, cinselliği iyi bilirle, onlar gerçekten eşlerinden görmedikleri cinsel doyumun en uç sürecini yaşatırlar. Bu durumu yaşayan erkek, bunu bir süre daha sürdürmek ister. Toplum içinde onları sürekli eleştirmesine rağmen, yaşadıkları bir türlü aklından çıkmaz. Tekrar yaşamak isterler, bazı erkekler daha değişik duygular ararlar, sahtede olsa yaşak aşk yaşadığını sanır, onlarla cinsellik adına birşey yapmaz, sadece onun güzel sözlerine, alımlı davranışlarına, kıvrılmalarına, mat olur. Onu sadece o şekilde yaşamak ister. Cinsellik aklına gelmez, büyünün bozulacağını zanneder, kadında bu durumu kullanır. Ona daha çok kendine bağlar, daha çok para sızdırır. Evet bu kadınlar sürekli rol yaptıkları için onlarca erkeğe değme sanatçılara taş çıkartacak rol yaparlar. Erkeklerin aradıklarıda bu değilmi?.... Rahat bir yaşam sürmek isterler, bulundukları semtte diğer kadınlarla iletişim kurmazlar, zaten diğer kadınlarda onları istemez, sürekli mahalleden kovulmaları için kamu oyu baskısı yaratırlar. Halbuki evliliklerinin devamlarını bu kadınlara borçlu oldukları hiç akıllarına gelmez. Bu kadınlar ile ilişki kuran erkekler eşlerinden bulamadıkları cinselliği doyasıya yaşarlar, onlarla korkuyu görürler, gizliliği yaşarlar, sakınmayı öğrenirler, içlerindeki şeytanı bir şekilde ikna ederler. Evet bu kadınlar toplumsal bir denge olularlar. Bunlarında bir geçmişleri bir aileleri vardır. Her birisinin başından bir evlilik geçmiş, bu evliliklerinden çocukları olmuştur. Çocukları ile ilgilenemezler, sürekli gece çalıştıkları için, cocukları başkaları tarafından yetiştirilirler. Bu annelerin en büyük özelliği içki ve sigara tüketiminde sınır tanımazlar, içkileri kesinlikle bedavaya getirmeleri gerekir.

Yaşamları başkalarının paraları üzerine kurulmuştur. Bu kadınların çevrelerinde onlarca erkek dolanır, her birisi ile ilişkilerinde onlara, diğerlerinden nefret ettiklerini, kendisini sevdiğini söyler, ona canım, aşkım, hayatım türünden sözler söyler, almasını iyi bilirler, o ince kıvrımlarda istediklerini alırlar.
Bu onların en büyük meziyetidir.İçki alemlerinde en büyük mez onlardır, onlarsız içki alemi olmaz, gruplar halinde gelir erkekleri eğlendirirler, daha sonra anlaştıkları erkeklerle beraber olurlar. Erkekler bu kadınları bir türlü bırakmak istemez ve onları diğerlerinden kıskanırlar, bu kadınlarda bu duyguyu çok iyi kullanıp, daha çok kazanım elde ederler. Bunlarında hayalleri vardır, iyi bir ev kurmak, süslü eşyalar almak, şark köşesi kurmak, evi baştan sona süslemek, değerli takılar takmak, lüks yerlerde yemek yemek, tatil ihtiyacını bir ilişkisi ile bedavaya getirmek, evet bunlarında hayalleri vardır. Evet bu kadınlar çevremizde ve bizim içimizde yaşadıkları halde bizler onları görmeyiz. Taki ihtiyacımız olduğunda, onlara aracılık edeni bulur onunla bu kadınlar için irtibat kurarız. Kadınlar yaşadıkları cinselliği o kadar becerikli yaparlarki, bir defa bunu yaşayan bir süre bunu bırakmak istemez, bunu fırsat bilen kadın, yeni avını çok iyi şekilde yolar. Bu durum maddi durumu iyi onlanla, olmayan arasında farklılık gösterir. Durumu iyi olan, kadınları bir eve yerleştirip onu metres durumuna sokar ve bütün ihtiyaçlarını karşılarlar, kadınlarda bir süre buna ses çıkartmaz, taki, daha paralısını bulana kadar. Maddi durumu kötü olanlar ise bu ihtiyaçlarını günlük olarak karşılarlar, başka şansları yoktur, biraz zorladıklarında büyük bir borç batağının içerisinde kendisini bulur. Kredi kart borçları yüzünden icralık olurlar. Evet bu kadınlar bizden biri içimizden birisi olabilir. Acılarını kimse bilmez onların, herkese gülücükler dağıtırken yalnız kaldıklarını hayatları için saatlerce göz yaşı dökerler, kaderlerine isyan ederler, kimsenin sözlerine inanmazlar, yedikleri hayat darbeleri yüzünden herkese güvenlerini yitirmişlerdir. Sevmezler, sevldiklerine asla inanmazlar, bunların tamamen bir oyun olduğuna ve bir süre sonra herkesin kendi yoluna gideceğini çok iyi bilirler. Hayat onları acımasız yapmıştır, bu yüzden yeri geldiğinde acımasız davranışlar gösterirler. Arkalarına asla bakmazlar, toplum içerisinde herkes onları iter, fakat bir fırsatını bulduğuna onunla cinselliği yaşamaya çalışır, bunlarla ilişki kuran toplum katmanları içerisinde değişit insanlar vardır. Toplum olarak onları ötelemek yerine onları bu sosyal denge içerisinde daha rantabıl bir hayatın içerisine sokmak, kendi ayakları üzerinde durabilecek bir yaşam sürmelerine sağlamak olacaktır. Her şey başkalarının hayatı üzerine kurulmadığına göre, bize düşen görev sorumluluk sahibi olarak bu kadınları bir şekilde bu hayatın içerisine düşmelerine engel olmak olacaktır. Onları bir düşman olarak görmek yerine korunması gereken insanlar görmek daha faydalı olacaktır, başlangıç olarak. Bunlarında birer anne olduklarını unutmadan, anneliği doya doya yaşamlarına fırsat vermek zorundayız, toplum olarak bize çok büyük görevler düşmektedir. Bu tür yaşam süren kadınların herbirisinin ayrı bir hikayesi vardır, ve bu hikayeler acılarla doludur, Hiç bir kadın bilerek ve isteyerek bu bataklığa saplanmak istemez, Onlarda mutlu olmak, bir aile düzeni içerisinde yaşamak isterler. Onlarında umutları vardır. Gelecekle ilgili planları vardır. Fakat bu planları yaparken, kendi ayakları üzerine değil başkalarının maddi imkanları üzerine kurarlar. Bu onların en büyük handikapıdır. Toplum olarak tu kaka dediğimiz bu yaşamı süren kadınlara devlet olarak sahip çıkılmalı, bu hayat süren ve bataklığa tamamen sahipsizlik ve maddi koşulların yokluğu nedeniye düşen bu insanlara toplum ve devlet olarak sahip çıkılmalıdır. Sosyal devlet anlayışının temelide burdan başlamalıdır. Erkek olarak insanları kullanmak değil, onlara yaşama bağlayacak versiyonları uygulamaya sokmak gereklidir. allah(cc) korkusu ve insanlıkta bunu gerektirir.


karakurt

Teknolojinin Zararları:


Teknoloji ürünlerinin neredeyse tamamı elektrikle çalışmaktadır. Elektrikle çalışan her alet bir elektromanyetik alan oluşturur. İnsan beyninin de kendine ait bir elektromanyetik alanı vardır. Çünkü sinirler nöronlar aracılığıyla elektriksel uyarıları beynin çeşitli yerlerine ulaştırarak çalışırlar. Bu nedenle günlük hayatta kullandığımız her elektrikli cihaz mutlaka bizi olumsuz etkilerler. Örneğin cep telefonu ile bize en az zarar verecek şekildeki konuşma süresi doktorlarca günlük azami 5dk olarak açıklanmıştır. Tabiki bu 5dk süresince telefonun yaydığı elektromanyetik dalga miktarı maksimum seviyesine çıkar ve insanın beyin ısısının artmasına neden olur. Beyindeki bu manyetik düzensizlik, uzun vadede beyin hücrelerinin ölmesine ve özellikle kulaktaki birtakım organların görevini yitirmesine yol açmaktadır. Bu da duyu kaybı ve denge bozuklukları gibi etkilere neden olabilmektedir.


Elektromanyetik alan konusunda en çarpıcı ve tehlikeli örnek olarak cep telefonunu verdik. Fakat günlük yaşamımızda kullandığımız bluetooth cihazlar, kablosuz ürünler(modemler, fareler, klavyeler, oyun kumandaları vs.), televizyonlar, crt ve lcd monitörler gibi birçok alet oluşturdukları manyetik alan miktarlarına göre insan vücudunu ve kimyasını olumsuz etkilemektedir.


Benzer şekilde yüksek gerilim hatları yakınındaki evlerde yaşayan çocuklarda Amerikan Bilimler Akademisi tarafından yapılan incelemeye göre lösemi görülme riskinin diğerlerine göre 1.5 katı fazla olduğu tespit edilmiştir. Yapılan epidemiyolojik çalışmalar yüksek gerilim hatları ve elektrikli aletlerin kanser riskini artırdığını göstermektedir. 0-300 Hz frekanslı alanlardan iletkenlik özellikleri nedeniyle en çok etkilenen dokular beyin sıvısı ve kan, ikincil derecede etkilenen dokular ise göz, göz sıvısı, troid, kas, gastrointestinal sistem, prostat ve testis dokuları olarak açıklanmıştır. Yani gün içinde teknolojiden yararlandığımız ölçüde giderek artan oranlarda zarar görmekteyiz.


Baz istasyonlarına veya büyük çanak antenlere yakın yerler de manyetik kirlenmenin fazla olduğu bölgelerdir.

Bu nedenle teknolojiyi mümkün olduğunca ve sadece olmazsa olmaz önemdeki ihtiyaçlarımız için kullanıp, özellikle cep telefonu görüşmelerimizi kısa tutmaya ve cihazı mümkün olduğunca vücudumuzdan uzakta bulundurmaya özen gösterelim.



SERİ SERSERİ

Mavi Ağladığında..


Bir yokluk zamanıydı...insanlar işlerine gider,aşıklar parklarda gezinir ,çocuklar top peşinde koşturur,yanlızlar köşelerineağıtlarsa yüreklere çekilirdi...Bir yokluk zamanıydı...onu görürdümbelli belirsiz aynalarınyüzüme yansıyan zamanlarında...Gözlerinde iki mavi damlacık yüreğime akardı...Mavi ağlardı....Mavi ağlarben yürek sıkıntılarıma çare arardım...Mavi ağlar,benduygu depremlerimden arta kalanlara sarılırdım...Yastaydımsiyahtı her yanım...Herkesin bildiği yerlerdeherkesin bildiği şeyler yapılırken dolardımavinin gözlerisiyah bir hüzünle...Martıların denize dokunup kaçtığı yerlerdeyakardı ışıklarını...yaktığı ışıklarla ışıl ışıl olurdumavinin gözleri,yüzünde mavi bir tebessümve dudaklarında umut mavisi kelimeler...Ben maviliğine ,maviliği ışıklarıyla aydınlattığı denize karışırdı...Denizsebildik hüzünleri savururdu dalgalarıylamavi bir iklimde...Bir yokluk zamanıydı...Ben yok olurdum,mavi ışığını kapatır...İnsanlar işlerinden evlerine döner,aşıklar parklarındaneski yalnızlıklarına karışır,yalnızlar durdukları köşeden sıkılırdaha yalnız köşeler ararlardı kendilerine...Siyah duvarlarımdan siyah hüzünler akardı ....gölgem saklandığı yerden çıkardı...Mavi konuştukça susardı...mavi sustukça katardı maviliğini hüzünlerime...Kattıkça umut beyazına dönerdi hüzünlerimanlık siyahlığından...Umut edemezken yarım kalmış şarkıların tamamlanmasını,Mavi, notalar yazardı siyah çizgilerin üzerine...Mavi ağlardıve ben mavi gözyaşları biriktirirdim yüreğimde...Mavi ağladığında vazgeçerdimgünlük intiharlarımdan...Yaşamın karmaşasına döner,parklarda gezen yalnız aşıklara laf atar,işlerine koşuşturan insanların ayaklarınayaşamsal çelmeler takar,çocukların oyunlarına karışır,yalnızları çekildikleri köşelerde rahatsız ederdim...Buna rağmen mavi durmaztüm sessizliğiyle ağlardı...Mavi gözyaşları çoğalırdı yüreğimde...Mavi bir ölüm olurdu yaşam,mavi yapraklar dökülürdü zamansız dallarından...Bir yokluk zamanıydı...Siyahlığımın arasından geçipbilmediğim bir yere doğru giderkengörmüşlerdi onu,güneşin bile gözünü açmadığı bir zamanda...Giderken de ağlamıştı mavi,Mavi gözyaşlarına yenilerini katmıştı...Yüreğimin kaldırımlarındaMavi ayak izlerini bırakmıştı...




Yeni Bir Gözle Futbol Nedir?


İlk olarak insanlar bir topla oyun oynuyorlar. Top kaleye girince patlamıyor ya da topa vururken rakip öldürülmüyor. Tanımlı kurallar arasında bunlar yok. Demek ki hedef oyun oynamak…


İkincisi diğer oynamayan insanlar bir bütünlük bilinci oluşturuyor. Bu bütünlük bilinci katı ve kendisini oynayan bireylerle özdeşleştiriyor. Böylece başarısı onların başarısına bağlı oluyor


Üç her grup diğer grubun temsilcisi olan takıma öfke duyuyor. Çünkü kendisinin sahaya inme şansı yok. Çok aşırı edilgen bir konumda oturup izlemesi isteniyor. Bir de bağırması/tezahurat yapması. Oysa o bedenini yansıttığı için aslında koşması topa vurması, çalım atması gerekiyor. Bu tıpkı bilgisayar oyunu oynarken bir rakipten hem tuşlara basarak, hem kafamızı istemeden çekerek kaçmamız gibi.


Dört insanlar çağlardan beri toplumsal öfkeyi, kurbanlarını, glad
 
Geri
Üst