-INDEX- Biyografiler

Coşkun Kırca ( 1927)
1927 yılında Istanbul�da doğdu. Galatasaray Lisesi'ni ve Istanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. eğitiminden sonra Milletlerarası Güvenlik Dairesi Planlama ve Yardımlar Şubesi Müdürlüğü, NATO�da Daimi Temsilcilik, 1960 CHP kontenjanından Kurucu Meclis üyeliği, 1961 CHP Istanbul Milletvekiliği, Birleşmiş Milletler'de Daimi Temsilcilik, büyükelçilik görevleri Kırca'nın devlet kademelerinde aldığı görevler. Kırca politikanın yanında gazeteciliği de hiç bırakmadı. Forum, Akis (Metin Toker'in kurduğu), Kim ve Yeni Forum dergilerinde ve Vatan, Yeni Gün ve Yeni Vatan gazetelerinde yazdı. 1995 yılından itibaren periyodik olarak Yeni Yüzyıl'da yazan Kırca'nın anayasalar neredeyse özel ilgi alanı.

19. dönemde ise DYP listesinden İstanbul Milletvekili seçildi. Kırca, 1991'de DYP'den İstanbul Milletvekili seçildikten sonra Tansu Çiller'in başkanlığında kurulan 51. Hükümet'te Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştı.

1961'den bu yana bütün Anayasalar'ın hazırlanmasında önemli görevler aldı.

Evli ve 3 çocuk babası.

HAKKINDA YAZILANLAR

*Babası, meşhur maarifçilerden Yeni Kolej'in kurucusu Mehmet Ali Kırca.
*Ilk kayınpederi büyük edebiyat ve tarih bilgini Fuat Köprülü.
Coşkun Kırca Hadi Uluengin Hürriyet 5 Ekim 1995

XXX

Eski bakanlardan Coşkun Kırca hayatını kaybetti...
Milliyet 24 Şubat 2005

Eski dışişleri bakanlarından, emekli büyükelçi ve yazar Coşkun Kırca, İstanbul'da öldü. Edinilen bilgiye göre, Coşkun Kırca, geçirdiği kalp krizi sonucu kaldırıldığı VKV Amerikan Hastanesi'nde hayatını kaybetti.

Coşkun Kırca'nın (78) cenazesinin, 26 Şubat Cumartesi günü İstanbul'da toprağa verileceği bildirildi. AA muhabirinin Coşkun Kırca'nın kızı Selcan Kırca'dan aldığı bilgiye göre, kalp yetmezliği teşhisiyle geçen yıl Aralık ayında VKV Amerikan Hastanesi'nde tedavi altına alınan Kırca, yapılan tüm müdahalelere rağmen bu sabaha karşı ''kalp ve solunum yetmezliği'' sonucu hayatını kaybetti.Coşkun Kırca için, 26 Şubat Cumartesi günü saat 10.30'da Galatasaray Üniversitesi'nde bir tören düzenlenecek. Kırca'nın cenazesi, Teşvikiye Camii'nde öğleyin kılınacak namazın ardından Feriköy Mezarlığı'nda defnedilecek.
 
Damat Ferit Paşa ( 1853)- (1923)
2437.jpg

Damat Ferit Paşa
( 1853)- (1923)
1853 yılında İstanbul'da doğdu. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçiliklerinde çalıştı. Londra elçiliğine tayin edilmediği için Şûrayı Devlet üyeliğinden çekildi. 1908'den sonra Ayan Meclisi'ne, 1919 Mart'ında da Tevfik Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirildi; aynı zamanda Hariciye vekiliydi. İzmir'in işgal edilmesi, Paris Barış Konferansı'nda isteklerinin kabul edilmemesi üzerine iki kere istifa etti. Bu arada yurt dışına kaçan İttihatçıları idama mahkum ettirdi. 21 Temmuz 1919'da tekrar kabineyi kurduktan sonra, Kuva-yı Milliye'yi dağıtmak için Kuvay-i İnzibatiye'yi kurdu. Buna karşılık Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelen tepkiler karşısında istifaya zorlandı. 5 Ekim 1920'de 4. defa sadrazamlığa getirildi. Kabineyi yenilemek üzere 11 Nisan 1920'de istifa etti. 31 Temmuzda tekrar sadrazamlığa geldi ve bu dönemde Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Fakat İstanbul Hükümeti ile TBMM'nin uzlaşmasına engel olduğu için İngilizlerin baskısı ile 17 Ekim 1920'de görevinden ayrıldı. 1922 yılında yurtdışına kaçtı ve 1923 yılında Fransa'nın Nice kentinde öldü.
 
Derviş Eroğlu
1938 yılında Magosa�nın Ergazi Köyünde doğdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu ve Ankara� da Üroloji ihtisası yaptı. 1976 Genel Seçimlerinde UBP�den Milletvekili seçildi ve 1977�ye kadar Eğitim ve Kültür İşleri Bakanlığı yaptı. 1981 Genel Seçimlerinde yeniden Milletvekili seçildi. 1983 Kasımında Kurulan Kurucu Mecliste görev aldı. 1985 Genel Seçimlerinden sonar Başbakan olarak atandı. İngilizce ve Rumca bilen Dr. Derviş Eroğlu evli ve dört çocuk babasıdır.

18 Aralık 1983 tarihinde UBP Genel Başkanlığına getirilen Dr.Derviş Eroğlu sırasıyle;

Temmuz 1985�te TKP ile ortak I. Eroğlu Hükümetini.
Eylül 1986�da YDP ile ortak II. Eroğlu Hükümetini.
Haziran 1988�de Bağımsızlarla ortak III. Eroğlu Hükümetini.
Mayıs 1990 Milletvekili Seçimlerinden sonra ise IV. Eroğlu Hükümetini kurdu.

12 Aralık 1993 Milletvekilliği Erken Genel Seçimlerinden sonra (Ocak 1994�de) Hükümeti DP-CTP ortaklığına devretti.

Dr. Derviş Eroğlu; 1984-1986-1988-1990-1992 Kurultaylarında tek aday olarak Genel Başkan seçildi. 1994 Yılında yapılan X. Kurultayda ise rakibi karşısında Genel Başkanlık için yarıştı ve % 70�lik bir delege oyu ile yeniden Genel Başkan seçildi.

16 Ağustos 1996 tarihinde UBP-DP koalisyonu oluşmuş ve bu tarihte Dr. Derviş Eroğlu Başkanlığına UBP-DP ortaklık Hükümeti kurulmuştur.

28 Haziran 1998 tarihinde gerçekleştirilen Yerel Seçimlerden birinci parti olarak Ulusal Birlik Partisinin çıkmasını sağlayan Dr. Derviş Eroğlu 6 Aralık 1998 tarihinde gerçekleştirilen Milletvekilliği Genel Seçimlerine Başkanı bulunduğu Ulusal Birlik Partisi�nin seçimlere (En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)ürmüş ve %40 oyla seçimlerden Ulusal Birlik Partisi�nin birinci parti olarak çıkmasını sağlamıştır.

30 Aralık 1998 tarihinde TKP ile kendi Başbakanlığında VI. EROĞLU Koalisyon Hükümetini oluşturan Dr. Derviş Eroğlu, 9 Mayıs 1999 tarihinde gerçekleştirilen XII. Olağan Kurultay�da yeniden Ulusal Birlik Partisi Başkanlığına seçilmiştir.

6 Mayıs 2001 tarihinde gerçekleştirilen XIII. Olağan Kurultayda oyların % 70.5 olarak yeniden UBP Genel Başkanı seçilmiştir.

7 Haziran 2001 tarihinde DP ile VII. EROĞLU Koalisyon Hükümetini kurmuştur.

14 Aralık 2003 tarihinde yapılan KKTC Milletvekilliği Genel Seçimleri sonucu Dr. Derviş Eroğlu meclise giren Ana Muhalefet Partisi UBP�nin Genel Başkanıdır.

HAKKINDA YAZILANLAR

KKTC�de 2005 seçim sonuçları/ Ömer BİLGE
Hürriyet 21.02.2005


KKTC�de dün yapılan erken genel seçimlerde, sandıktan CTP çıktı. Talat, yüzde 44.45�e ulaşmasına rağmen koalisyon kurmak zorunda.

KKTC�de 147 bin seçmen 14 ay aradan sonra ikinci kez parlamentosunu ve hükümetini belirlemek üzere dün sandık başına gitti.

Katılım oranının yüzde 80.76 olduğu seçimlerde, son seçimde yüzde 35 oy alan Başbakan Mehmet Ali Talat�ın partisi CTP, oy oranını yüzde 44.45'e çıkardı.

CTP BİR DÜŞTÜ, UBP BİR YÜKSELDİ

Yüksek Seçim Kurulu'ndan (YSK) bu sabah alınan kesin olmayan resmi sonuçlara göre, daha önce 25 milletvekilliği kazandığı açıklanan Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin (CTP) sandalye sayısı 24'e düştü, Ulusal Birlik Partisi'nin (UBP) sandalye sayısı ise 18'den 19'a yükseldi.

Milletvekili sayısındaki durum, Girne sonuçlarında meydana gelen değişiklikten kaynaklandı. Girne'de 5 olarak açıklanan CTP milletvekili sayısı 4'e inerken, UBP'nin 3 olan sandalye sayısı 4'e yükseldi. Demokrat Parti'nin (DP) 6, Barış ve Demokrasi Hareketi'nin (BDH) 1 olan milletvekili sayılarında değişiklik olmadı.

SANDALYE DAĞILIMI

Son açıklamanın ardından 50 üyeli Meclis'te sandalye dağılımı şöyle oldu:

CTP: 24 UBP: 19 DP: 6 BDH: 1

OY ORANI
Sandıkların tamamının açılmasıyla partilerin oy oranları şöyle belirlendi:

Cumhuriyetçi Türk Partisi : 44.45
Ulusal Birlik Partisi: 31.71
Demokrat Parti: 13.49
Barış ve Demokrasi Hareketi: 5.81
Toplumcu Kurtuluş Partisi: 2.41
Yeni Parti: 1.60
Milliyetçi Adalet Partisi: 0.52

Xxxx

KIBRISLI KURBANLAR
Adem Yavuz Arslan
Aksiyon 28 Ekim 2000

İkinci Dünya Savaşı sırasında kaybettiği babasının izini arayan Kıbrıslı bir Türk, tarihi bir olaya da ışık tuttu: Nazi kurbanı Türkler. Aralarında KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu'nun babasının da bulunduğu Kıbrıs Türkleri İngiliz Ordusu'nda Almanlara karşı savaşmış, bir kısmı şehit olmuş ve mezarları da Mısır'dan Çek Cumhuriyeti'ne kadar değişik ülkelere dağılmıştı

Dünya tarihinin en kanlı savaşı olarak kayıtlara geçen 2. Dünya Savaşı'nın üzerinden yaklaşık 60 yıl geçti ancak savaşın kayıplarıyla ilgili her gün yeni bilgiler ortaya çıkmaya devam ediyor. Tarihi kayıtlara göre Türkiye 2. Dünya Savaşı'na katılmamıştı. Ancak gün yüzüne çıkan gerçekler katılmadığımızı sandığımız bir savaşın, aslında çok sayıda Türk'ün hayatını kaybetmesine ya da esir kamplarına düşmesine neden olduğunu gösteriyordu. Gün yüzüne çıkan tarihi kayıtlara göre özellikle Rus Ordusu saflarında Almanlara karşı savaşmış ve esir kamplarına düşmüş 450 bin civarında Türk vardı. Savaşın sonunda da 110 bin Türk esir kamplarından Ruslara teslim edilmiş ve iadenin ardından bu Türklerin kurşuna dizildikleri haberi gelmişti. Aradan geçen zaman içerisinde 2. Dünya Savaşı sırasında kayıplarımızın bunlarla da sınırlı olmadığı ortaya çıktı. Londra'da yaşayan Ayten Bekir isimli Kıbrıslı Türk'ün İngiliz Ordusu'nda yer aldığını duyduğu babasının mezarını aramaya koyulmasıyla başlayan süreçte tarihi bir gerçek daha ortaya çıktı: Sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte Kıbrıslı Türkler İngiliz Ordusu'nda Nazi Almanya'sına karşı savaşmıştı. İngiliz, Rum ve Türk askerlerinden oluşan Kıbrıs Alayı'na (Cyprus Regiment) mensup ve elde edilen bilgilere göre 66'sı şehit olan Türk askerlerinin mezarları Mısır'dan Çek Cumhuriyeti'ne kadar değişik ülkelerde kimsesiz ve sahipsiz olarak bulunuyordu

Yıllar süren arayış

Herşey aslında Londra'da yaşayan Ayten Bekir ve kızkardeşlerinin, kendileri çocukken İngiliz Ordusu'na katıldığını duydukları babalarının mezarlarını araştırmaya başlamasıyla start almış oldu. Ayten Bekir, Kuzey Kıbrıs Esentepe'de yaşayan bir Türk ailesinin çocuğuydu ve kendisi çok küçükken, babası İngiliz Ordusu'nun Kıbrıs Birliği'nde 2. Dünya Savaşı'na katılmıştı. 1940 yılında İngiliz Ordusu'na katılan ve 1941 yılında Esentepe'deki ailesine şehit olduğu bildirilen Hasan Bekir'in nereye gömüldüğü de ailesine bildirilmemişti. Babası şehit olduğunda henüz 6 yaşında olan Ayten Bekir kardeşleri ile birlikte babasının mezarını aramaya başlar. Savaştan sonra köye geri dönmeyi başaranlara babalarının akıbetini sorar ve babasının esir düştüğünü, Alman askerlerine karşı geldiği için tüfek kabzasıyla dövülerek hastanelik edildiğini ve hastaneye kaldırıldıktan sonra yaşamını yitirdiğini öğrenir.
Bu olaydan beş yıl sonra annelerini de genç yaşta kaybettiklerini anlatan Ayten, biraz büyüdükten sonra ve özellikle Londra'ya geldikten sonra da babasının mezarını bulmak için uğraştığını söylüyor: "Almanya'ya giden herkesten yardımcı olmalarını istedim. Hiç peşini bırakmadım. Sonunda torunlarım bu işin peşine düştü. Mezarın Almanya'da değil Çek Cumhuriyeti'nde olduğunu öğrendiler."

Ayten Bekir'in torunları Seniha ve Tunç ısrarlı araştırmaları sonucunda dedeleri Hasan Bekir'in mezarının Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da Savaş Mezarlığı'nda yer aldığını tespit ederler. Yıllar süren arayış mutlu sonla bitmiştir: "Hemen Prag'a gittik. Sadece Savaş Mezarlığı diye bir yer duymuştuk ve iki gün orada kalarak mezarı bulmaya çalıştık. 2. günün sonunda babamızın mezarına ulaştık. Neredeyse 60 yıl sonra babamın mezarına kavuşmak bizim için büyük sevinç oldu. Hem sevindik hem ağladık. Babamız şehit olduğunda ben çocuktum. Olayları hayal meyal hatırlıyorum" diyor.

Mezarlıkta sadece Türklerin değil, Kıbrıslı Rum ve diğer ülkelerden gelen yüzlerce İngiliz askerinin de yattığını anlatan Ayten Bekir "Oraya gittiğimiz günlerde büyük törenler yapılmış. Biz ona yetişemedik. Ancak bütün mezarların üzerinde mumlar ve çiçekler vardı. Aileleri bilinmeyen mezarlar da tertemiz ve bakımlıydı. Ancak onlara mum ya da çiçek koyacak birileri yok. O nedenle tüm Kıbrıslı Türklere çağrıda bulunmak istiyorum. Savaşta ölen yakınlarını bulsunlar, mezarlarımıza sahip çıkalım" diyor.

Aralanan sır perdesi

Ayten Bekir'in babasının mezarını bulmasıyla harekete geçen Londra'daki Kıbrıs Türk Merkezi kayıp askerlerden 66'sının mezarlarına uzun çalışmalardan sonra ulaştı. Çalışmayı, Londra Kıbrıs Türk Merkezi tarafından çıkarılan Toplum Postası'ndan Artun Göksan yaptı. Göksan, İngiliz arşivlerinde yaptığı çalışmanın sonunda, aralarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanı Derviş Eroğlu'nun şehit babası İzzet Derviş'in (1943'te şehit düştü ve kabri halen Polonya 'da Krakow Rakowicki Mezarlığı'nda) de bulunduğu 66 Türk askerinin mezarlarını tespit etti. Çalışmayı yürüten Göksan bu olayın Kıbrıs Türk tarihinde çok önemli bir yer tuttuğuna işaret ediyor: "Bu olay Kıbrıs Türk tarihinde çok önemli bir yer tutmasına rağmen hiç bir tarih kitabında ya da yazılı bir belgede yer almıyor. Adeta yok olmaya terk edilmiş bir miras. O dönemin koşullarında İkinci Dünya Savaşı'na katılan bir çok Kıbrıslı (ki o zaman Türk�Rum ayrımı da yoktu, herkes Kıbrıslı olarak İngilizler'in yanında savaşa katılıyordu) aradan geçen bunca zamana rağmen ne yazık ki aranıp sorulmamış, birkaç kişinin özel çabaları dışında kimse konuyla ilgilenmemiş. Ancak kişisel birtakım girişimler dışında bu insanlara yönelik resmi ya da farklı bir yaklaşım gösterildiğini duymadım" diyor.

Ayten Bekir'in babasının mezarını bulduğu bilgisinden hareket eden Göksan, İngiliz Commonwelth arşivlerinde yaptığı araştırmalar sonucunda kayıp askerlerin yerlerini tespit etti. Bu çalışmanın sonucunda bir çok ailenin şehitlerini bulduğunu söyleyen Artun Göksan "Bu çalışmamızdan sonra şehitlerinin mezarlarını öğrenen insanlar gördük. Kıbrıs küçük bir yer. O dönemde savaşa katılıp da geri dönmeyen insanların evlatları, akrabaları, en azından köylüleri Londra'da, Avustralya'da, Kıbrıs'ta yaşam sürüyor. Bu insanlar birinci derecede yakınlarının 2. Dünya Savaşı sırasında şehit düştüğünü bilmiyor" diyor.

İtalya'dan Mısır'a kayıp Türkler

Ayten Bekir'in babasının mezarını bulmasının ardından harekete geçen Londra'daki Kıbrıs Türk Merkezi ve merkezin çıkardığı haftalık Londra Toplum Postası, 2. Dünya Savaşı'nda İngiliz Ordusu'nun Kıbrıs Birliği'nde şehit düşen 66 Türk askerinin isimlerini ve künyelerini tek tek tespit etti. 2. Dünya Savaşı'nda şehit olan 66 Kıbrıslı Türk dünyanın değişik yerlerindeki savaş mezarlıklarında yatıyorlar. Kıbrıslı Türklerden olan ve İngiliz Ordusu'nun Kıbrıs Birliği'nde yer alan şehitlerin bazılarının isimleri ise şöyle: Ahmet Halil (1943) Yunanistan da Phaleron Savaş Mezarlığı'nda, Ali Hüseyin (1941) Atina Savaş Mezarlığı'nda, Ali Mehmet (1946) Lefkoşe Savaş Mezarlığı'nda, B. Cemal (1944) İtalya Ancona Savaş Mezarlığı'nda, Ali İsmail (1941) Prag Savaş Mezarlığı'nda, Ali Rıza İbrahim (1945) Atina Savaş Mezarlığı'nda, A. İzzet (1944) İtalya Cassino Savaş Mezarlığı'nda, A. Mehmet (1947) Mısır Moascar Mezarlığı'nda, Osman Hasan (1943) İsrail'de Ramleh Savaş Mezarlığı'nda, Salih İbrahim (1942) Almanya'nın Brandenburg Berlin Savaş Mezarlığı'nda yatıyor ve bir çoğundan da kendi yakınlarının dahi haberi yok.

Katılmadığımızı sandığımız savaşın ağır faturası

Dünya tarihinin en acımasız ve en kanlı savaşı olarak kayıtlara geçen 2. Dünya Savaşı ile ilgili tarihi vesikalar günyüzüne çıktıkça katılmadığımızı sandığımız savaşın bizler için bilinenden çok daha fazla kayıplara yol açtığı ortaya çıkıyor. Kayıp 66 Türk askerinin bulunması gibi yıllar sonra günyüzüne çıkan bir başka gerçek de Ruslara iade edildikten sonra Türk makamlarının gözleri önünde kurşuna dizilen Kafkas Türkleri. 2. Dünya Savaşı'nı müteakip yapılan Yalta Konferansı'nda Avrupa'da esir olan bütün eski Sovyet vatandaşlarının iadesi kararı alınmıştı. Amerikan ve Fransız savaş kayıtları üzerine araştırma yapan Kanadalı yazar James Bacque ve yardımcısının bulduğu tarihi vesikalar 40 yıl saklanan acı gerçeklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Time dergisinin 'utandıran sır' olarak sayfalarına taşıdığı tarihi gerçek ise şuydu; Müttefiklerin kontrolündeki esir kamplarında bulunan 5 milyon Alman askeri Batılı komutanların umursamazlıkları yüzünden ölüme terk edilmişti. Esir kamplarında soğuk ve bulaşıcı hastalıktan ölen Alman askerlerinin sayısı 1941 Haziran'ı ile 1945 Nisan'ı arasında tüm Batı Cephesi'nde Almanlarca öldürülenlerin sayısına eşitti. Kanadalı tarihçi James Bacque'nin ortaya çıkardığı bu gerçeğin bize bakan yönü ise bu esirler arasında bulunan Türkler. Savaşa Kızılordu saflarında başlayıp daha sonra Almanlar'a esir düşen ve ardından da kendi gönüllü lejyonunu kurup Sovyetler'e karşı savaşan Türkler Yalta Konferansı kararlarına göre Sovyetler'e iade edileceklerdi. Türkler için bu ölüm demekti çünkü Ruslar tarafından çoktan haklarında ölüm kararı çıkmıştı. Rakamlar kesin olmamakla birlikte 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde 450 bin civarında Türk vardı ve bu Türkler Ruslar'a iade edilmek istemiyor ve Türk Elçiliklerine başvuruyorlardı.
İtalya, Belçika, İsviçre ve Almanya'nın güneyinde Kızılhaç denetimindeki kamplarda tutulan Türkler hakkında Potsdam Konferansı sonuçlarına göre Amerika ve Rusya arasında yapılan anlaşma gereğince Rusya'ya iade edilme kararı alınır. Merhum gazeteci ve parlamenter Ziyad Ebuzziya'nın aktardıklarına göre Viyana yakınlarında 128 Azerbaycanlı kendilerini ateşe vererek intihar eder bu kararı protesto etmek için. Bu olayın Amerika'da duyulmasının ardından ise iade kararı iptal edilir ancak o ana kadar Rusya'ya 110 bin Türk teslim edilmiştir bile. Yine kayıtlara göre 28 Mayıs 1945 günü, kadın ve çocuklarla birlikte 7000 Kuzey Kafkasyalı Rus ordusuna teslim edilmişti.

Yine tarih sayfaları arasında yer alan ve gün yüzüne çıkamayan bir başka gerçek ise şöyle: Savaş sonunda Rusya, Türkiye ile olan saldırmazlık paktını tek taraflı iptal ederek Türkiye'den toprak talebinde bulunmuştur. Gergin günler yaşanmaktadır. Devrin Basın Yayın Umum Müdürü Selim Sarper ile görüşen Sovyetler Birliği'nin Ankara Büyükelçisi Vinagradof, 'Stalin'in saldırmazlık anlaşmasını yenileyeceğini haber verir. Selim Sarper derhal İsmet Paşa'ya haber vermek ister. Elçi "İsmet Paşa' ya haber verirken siz de Sovyetler Birliği'ne bir jest yapın" der. Selim Sarper " Ne yapalım der?" Elçi; "Sizdeki Rus vatan hainlerini bize verin" şeklinde cevaplar. Selim Sarper de "Siz de sizdeki Türk vatan hainlerini verin" der ve karşılıklı el sıkışılır. Sarper'in 'vatan haini' olarak bahsettiği komünizmi savunan 15 gençtir. Basın Yayın Umum Müdürü Selim Sarper Çankaya Köşkü'ne çıkarak İsmet Paşa'ya anlatır olayları. İsmet Paşa , "Teslimat işini Başbakanlığa yahut Hariciye'ye haber verirsek bürokratik işler olur ve uzar" deyince kamplara 'hazır olun' talimatı verilir. Sınıra en yakın kamp olan Yozgat Kampı'nda kalan bin 100 Türk Iğdır'dan Rusya'ya geçiş veren Boran Köprüsü'nde Ruslar'a teslim edilir. Rus tarafına adım atar atmazda da Türk yetkililerin gözü önünde kurşuna dizilirler.

Gerek İngiliz Ordusu saflarında savaşarak hayatını kaybeden ve çok kısa süre öncesine kadar mezarlarının dahi nerede olduğu bilinmeyen Türkler, gerekse Rus Ordusu içinde değişik cephelerde savaşmış, savaş esiri olmuş ve savaş sonrasında kurşuna dizilmiş Türkler, 2. Dünya Savaşı'nın bizi bizzat ilgilendiren ancak tarih kitaplarımıza girmemiş gerçekler olarak tarihin sayfaları arasında duruyor.
X

ULUSAL BİRLİK PARTİSİ'NİN KRONOLOJİK CETVELİ

1. Ulusal Birlik Partisi 11 Ekim 1975 günü Rauf Raif Denktaş ile 51 arkadaşı tarafından kurulmuş bir Kitle Partisidir.



2. Kuruluşundan bugüne görev yapan genel Başkanlar.

a. Rauf R. Denktaş : 11/10/1975�3/7/1976

b. Nejat Konuk : 3/ 7/ 1976�2/3/1978

c. Osman Örek : 18/4/1978�7/1/1979

d. Mustafa Çağatay : 7/1/1979�30/11/1983

e. Dr. Derviş Eroğlu : 18/12/1983�



3. 1976�dan buyana kurulan Hükümetler.

a. Temmuz 1976 Mart 1978 Başbakan Nejat Konuk

b. Mart 1978 Aralık 1978 Başbakan Osman Örek

c. Aralık 1978 Mart 1982 Başbakan Mustafa Çağatay

d. Mart 1982 Aralık 1983 UBP+ DHP Koalisyon Hükümeti Başbakan Mustafa Çağatay.

e. Aralık 1983 Temmuz 1985 UBP + Kurucu Meclis Hükümeti Başbakan Nejat Konuk(Bağımsız)

f. Temmuz 1985 Eylül 1986 UBP+TKP Koalisyon Başbakanı Dr. Derviş Eroğlu.

g. Eylül 1986 Mart 1988, UBP+YDP Koalisyonu Başbakan Dr. Derviş Eroğlu

h. Mart 1988- Haziran 1990 Başbakan Dr. Derviş Eroğlu

i. Haziran 1990 Ocak 1994. Dr. Derviş Eroğlu

j. Ocak 1994 1996 : DP+CTP Koalisyonları I, II ve III. Hükümetleri

k. 16 Ağustos 1996 Dr. Derviş Eroğlu Başkanlığında UBP-DP Koalisyon Hükümeti.

l. 30 Aralık 1998 Dr. Derviş Eroğlu Başkanlığında UBP+TKP Koalisyon Hükümeti.

m. 7 Haziran 2001 Dr. Derviş Eroğlu Başkanlığında UBP-DP Koalisyonu olarak kurulan VII. EROĞLU Hükümeti.
 
Dr. Abdullah
Dr. Abdullah, Şah Mesud'un ölümünden sonra Kuzey İttifakı sözcüsü olarak kamuoyunda en çok öne çıkan kişi olan Abdullah, devrik hükümetin dışişleri bakanı. Abdullah, tıp doktoru ve kent kültürüne sahip bir kişi.
 
Ekrem Pakdemirli ( 1939)
Manisa Milletvekili-ANAP

İZMİR - 1939, Ali, Saadet - ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümü, ODTÜ Master, Londra Üniv. DIC ve Doktora - İngilizce, Almanca, Orta Rusça ve Yunanca - Uygulamalı Mekanik, Prof.Dr., Öğretim Üyesi - DPT Müsteşar Yardımcısı, 9 Eylül Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı, Başbakanlık Başdanışmanı ve Büyükelçi - XVIII, XIX, XX nci Dönem Manisa Milletvekili - Ulaştırma, Maliye ve Gümrük, Devlet Eski Bakanı ve Başbakan Eski Yardımcısı - Evli, 5 Çocuk.
 
Enver Paşa ( 1881)- (04.08.1922)
1881 yılında İstanbul'da doğdu. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesinde öğrenim gördü. Harp Okulunu 1899'da piyade teğmeni olarak bitirdikten sonra, 1903'te kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisinden mezun oldu. Selanik'teki üçüncü ordunun emrine girdi. 1906'da binbaşı oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasına katıldı. Bu topluluk içinde tutunup, kendini sevdirdi.II. Meşrutiyet'in ilan edilmesinde önemli rol oynadı. Makedonya Genel Müfettişliği ve Berlin Ateşemiliterliği gibi görevlerde bulundu. 31 Mart olayında Hareket ordusuna katıldı. İşkodra mutasarrıfı ve cephe komutanı olarak İtalyan saldırısına başarıyla karşı koyan Enver Paşa, 1912'de yarbay oldu. 23 Ocak 1913'te İttihat ve Terakki tarafından düzenlenen Babıali baskınına katıldı. Sadrazam Kamil Paşanın istifasını sağladı. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyetinin iktidarı ele geçirmesinden sonra, Edirne'nin kurtarılmasında önemli rol oynadı. Bu başarısından sonra albaylığa ardından da tuğgeneralliğe yükselen Enver Paşa, 1914'te de Sait Halim Paşa hükümetinde Harbiye Nazırı oldu. Şehzade Süleyman'ın kızı ile evlendi. Orduda bazı düzenlemeler yapan Enver Paşa, Fransız modeli yerine Alman stilini uyguladı.

Birinci Dünya Savaşına Almanların yanında katılmamızda etkin rol oynayanlar arasındaydı. Dünya Savaşının Osmanlı İmparatorluğunun yenilgisi ile sonuçlanmasından sonra İttihat ve Terakki partili arkadaşlarıyla birlikte, önce Odessa'ya, oradan da Berlin'e gitti; daha sonra Rusya'ya geçti. Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine katılmak istediyse de kabul edilmedi. 1920 Eylülünde Bakü'de Doğu Ulusları toplantısına katıldı ve Batum'da Türkiye Şuraları Partisini kurarak Türkistan'ı kurtarma hareketini başlattı. Ancak Rus kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. 4 Ağustos 1922'de Tacikistan'da, Belcivan yakınlarında bir çarpışmada öldü ve Çeğen köyüne defnedildi.

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Enver Paşa
Cilt: 2 1908-1914
Makedonya'dan Ortaasya'ya
Şevket Süreyya Aydemir
Remzi Kitabevi / Tarih Anı İnceleme Dizisi

2.Enver Paşa'nın Özel Mektupları
Arı İnan
İmge Kitabevi Yayınları

İttihat ve Terakki'nin ünlü liderlerinden Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun son beş yılına damgasını vurdu. "Enveriye yazısı", "Enveriye bıyığı", "Enveriye kalpağı" moda oldu. Almanlar imparatorluğu "Enverland" diye anmaya başladı. Kimilerince Osmanlı İmparatorluğu'nu gereksiz yere Birinci Dünya Savaşı'na sokup parçalanmasına yolaçmakla suçlanan Enver Paşa, kimilerince de katıksız bir yurtsever, büyük bir asker ve devlet adamı olarak görüldü. 1922 yılında, "Turan" devleti kurma düşlerinin peşinde Tacikistan'da Ruslarla çarpışırken ölen bu siyaset adamının aynı zamanda ateşli bir sevgili olduğunu biliyor muydunuz? Elinizdeki kitap Enver Paşa'nın çalkantılı özel yaşamının birinci elden tanıklığıdır.
Büyük bölümü ilk kez basılan bu mektuplar yalnızca tarihçiler için paha biçilmez bir belge hazinesi değil, bütün okurlar için sürükleyici bir serüven niteliğinde.

3.Kendi Mektuplarında Enver Paşa
Şükrü Hanioğlu
Der Yayınları / Araştırma Dizisi

4.İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkanı
Kazım Karabekir
Tekin Yayınevi

Kurtuluş Savaşımızın başlıca kahramanlarından biri olan rahmetli General Kazım Karabekir'in (1882-1948) bu eseri, 1. Dünya Savaşında Osmanlı ordularının başkomutanı olarak yenilgiye düşüp Avrupa'ya kaçmış olan Enver Paşa ile Cemal ve Talat Paşalar gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti (Fırkası) kurucuları ve erkanının özellikle Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında yaptıklarını -belgelere dayanarak- anlatır. Önemli belgeler arasında Halk Şuralar Fırkası programı ile İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı nizamnamesi de vardır. 1920-23 yıllarını kapsayan bu değerli anılar, Enver Paşa'nın Kafkaslar'dan Orta Asya'daki feci öldürülüşüne kadar geçen bütün yaşamını anlattığı gibi, Onun ve yandaşlarının Kurtuluş Savaşındaki olumsuz etkinliklerini de belirtmektedir.

5.Şehitler Ölmez
4 Ağustos 1922: Enver Paşanın Şahadeti
Yeni Avrasya Ağustos 2001

Ağustos ayı, Türk Milleti�nin zaferler ayı. Ama aynı zamanda büyük Türk kahramanlarının da şehit oldukları bir ay. 4 Ağustos 2001 tarihinden itibaren Türk Dünyası Kültür Merkezi�ni süsleyen büyük Türk kahramanı Enver Paşa�nın resimleri de işte böyle büyük bir kahramanın anısını yaşatmaya çalışıyordu.

Genç Türkler Hareketi�nin hürriyet kahramanı İsmail Enver, 1880�de İstanbul�da doğdu. Genç bir subayken, Temmuz 1908�de ihtilalin muzaffer bayrağı ile Makedonya dağlarından iniyordu. O artık ordunun ve milletin yıldızı idi. Bu yıldız, onun başkomutan olarak girdiği Birinci Cihan Harbine dek parladı. Savaşın bilinen seyri ve ülkenin içine düştüğü acılar, onun da kaderini belirledi. Kısa ve yoğun bir hayata sığdırılamayacak kadar zafer ve yenilgiyi bir arada yaşadı. Enver Paşa�nın yaşamını sonlandıran, Orta Asya�daki ümitsiz mücadelesi bile, tarihimizde benzeri çok olan bütün arayışların, bir başka büyük örneği olarak yer aldı. Bu hareketi her ne kadar gerçeklerle çelişse de, Türk insanının ruhuyla çelişmeyen bir çıkış, bir atılış olarak hatıralarımızda anıtlaştı.
Enver Paşa, Orta Asya�ya koşarken, ona nice övgülerle, "Hakanların Hakanı, Padişahların en büyüğü" diye hitap edilmişti. Onun rüyalarını süsleyen; Gazneli Mahmut�ların, Babür Şah�ların, Timurların bile karşılaşmadıkları jeopolitik kanunlar, yaşanılan çağın ideolojik akımları, silahlı düşmanlardan daha tehlikeli ve güçlü olarak karşısına dikildiler. Üstelik; "Gökkubbe sağırdı. Buhara, Semerkant, Taşkent ufuklarında artık başka rüzgarlar esiyordu. Onun mihnetli günler yaşadığı Duşanbe çevresiyle, Kurgan-Tube, Baysun ve nihayet toprağa düştüğü Balcıvan illeri, geçmişe karşı hafızasızdı. Pamir dağları ise, haşmetli olmaktan ziyade, soğuk ve cesaret kırıcıydı..." (1)

Enver Paşa canı gibi sevdiği Türkistan�da sürdürdüğü özgürlük mücadelesinde son ümitlerini de yitirmişti. Önünde Rus ordularınca gerçekler, ardında Pamir dağlarının doruklarınca temiz idealler arasında kuşatılmıştı. İdeal ile gerçeğin, artık aşılması mümkün olmayan sınırına varmış, yol bitmişti.

Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa isimli eserinde, onun unutulmaz şahadet anını şöyle anlatır:
"Şimdi 4 Ağustos 1922 tarihindeyiz. Kurban Bayramı�nın birinci günüdür... Enver Paşa, maiyetinde kalanların, evin önünde toplanmasını ve onların bayramını kutlayacağını söyler. Toplanılır. Kalan askerlerine dualarını, tebriklerini bildirecek ve kendilerine bir miktar para verecektir. Asker başlarına ise, kendilerinin de bildikleri gibi, onlara sunacak bir şeyi olmadığını söyleyecek ve bu müşterek mücadelelerin hatırası olarak kendilerine, kendi mühür ve imzasıyla birer belge, hatta rütbeler verecektir.
Balcevan Beyi Devletment Bey de Enver Paşa�ya , altın ve gümüş işlemeli bir çapan, yahut ipekli cübbe ile bir sarık hediye etmiştir. Hulasa herkes bu hüzünlü Kurban Bayramının havası içindedir. Çünkü bilinir ki bu günler, artık son beraberlik günleridir. Arkadan ve çevreden ise düşman ilerler. Doğudaki Pamirler yol vermez karlı dağlardır. Kesilen kurbanların toprağa akan kanları, hala tazedir.

İşte tam bu tören sırasındadır ki doğuda, vadinin dere-i Hakiyan kısmı ile Çeğan tepesi istikametinden silah sesleri gelir. Bu bir baskındır ve tören yerindeki kalabalık, baskıncıların makineli tüfek ateşleri altında eriyebilir.

İşte o anda Enver Paşa, hemen atına atlar. Dört beşi Osmanlı Türklerinden olmak üzere 25 kadar atlı, hemen onu takip ederler. Doğru Çeğan Tepesi�ne yönelinir. Çegan, Abıderya suyunun kuzey sırtlarına düşer. Altta, Dere-i Hakiyan vadisi uzanır. Çeğan, Balcevan�a (yahut Belh-i Cevan) 15 kilometre kadar doğudadır. Tepede mevzilenmiş ve makineli tüfekleri bulunan bir düşman müfrezesine karşı aşağıdan, vadiden ve ancak atlar üstünde çekilmiş kılıçlarla, azlık bir nevi fedai süvari grubunun saldırıya geçişinin sonu bellidir. Ama Enver Paşa en öndedir. Atını yıldırım gibi sürer. Kılıcıyla havayı yararak koşar. Yanındakiler de ondan geri kalmazlar.

Bir Kumandanın, bir Başkumandanın, bir baskın müfrezesine karşı en önde ve atla, kılıçla karşı çıkışı, askeri savaş usullerine sığmaz. Ama burada artık askerlik değil, yolun sonu, son hamle ve beklenen sonu arayış konuşacaktır. Bu son ise, ölüm ve şahadettir...

Şimdi bütün yollar kapalıdır ve 1908�de Makedonya dağlarında başlayan serüven artık Himalaya dağlarının kuzey silsilelerini teşkil eden Pamir eteklerinde, yiğitçe sona erecektir.

Öyle de olur. Ceğan tepesinde ve Kulikov kumandasında ateş saçan mitralyözlerin üzerine, yalın kılıçlarla hücum eden bu 25 kadar süvarinin akıl almaz saldırısı, karşı tarafta, hatta şaşkınlık da yaratır. Bu kılıçların altında yaralananlar, teslim olanlar bile olur. Öndeki mitralyöz susturulmuştur bile, ama ateş kesilmez ki. Daha arkadaki ikinci mitralyöz, ateşini, huzmesini, en önde ilerleyenlerin üzerinde yoğunlaştırır. Bunların en önünde de, Enver Paşa vardır. Böylece, çağdaş Mitralyöz, ortaçağın ünlü silahı olan kılıcı yener. Enver Paşa vurulur. Atından düşer. Onunla beraber diğerleri de yerlere serilirler. Paşanın kır atı Derviş, bütün bu tür sahnelerde olduğu gibi, efendisinin baş ucundadır. Ama mitralyözün şeritleri ateşlerini kusmaya devam ederler. Derviş de önce ön iki ayağı üzerine çöker. Sonra yana devrilir. O da son nefesini vermiştir.

Çeğan tepesine arkadan kalabalık yardımcılar gelemez. Abıderya panik içindedir. Ama Doğu Buhara Beylerinin en vasıflısı, en sadık olanı ve en yiğidi olan Balcevan Beyi Devletment, köye biraz geç yetişmiştir. Paşasının Çeğan�a saldırdığını öğrenince, hemen atına atlar. Son sahneye yetişir. Ve Devletment Beyin de cesedi, bu tepede Paşasının biraz berisinde toprağa serilir." (2)
Bu büyük kahraman asker, 42 yaşında, Türklük ideali uğrunda şehit düştüğü Türkistan topraklarında, diğer şehitlerle birlikte, Abıderya Suyu kenarında ve vadisindeki Abıderya köyünde, bir pınarın başındaki ceviz ağacının altına gömülür ve Türkistan, yeniden özgürlüğüne kavuşuncaya dek burada inatla bekler. İdeallerinin gerçekleştiğini görünce de, ebedi istirahatgâhına çekilmek üzere, İstanbul�a getirilir. Tören sırasında onu yeniden toprağa vermek üzere mezarına inen Ayvaz Gökdemir; bu büyük kahramana ait naaşın 70 yıldır hiç bozulmadan kaldığını görür. Şehitlerle ilgili olarak söylenen bir mucize daha gerçekleşmiş, Şehid Enver Paşa�nın naaşı da bozulmadan doğduğu yere dönmüştür...
(1),(2) Makedonya�dan orta Asya�ya ENVER PAŞA, Şevket Süreyya Aydemir, 3.cilt, 1972 İstanbul

6.İstiklal Harbimizde
İttihat Terakki ve Enver Paşa
2 Cilt Takım
Kazım Karabekir
Emre Yayınları / Cumhuriyet Tarihi Dizisi
Hazırlayan: Orhan Hülagü
İstanbul Haziran 2001

Enver Paşa, Harb-i Umumi'den mağlup çıkılması üzerine Berlin'e kaçmak zorunda kalmıştı. Buradan Rusya'ya
geçen Paşa Moskova'da İngiliz emperyalizmine karşı birlikte mücadele etmek için Sovyet devlet adamları
ile görüşerek onlardan anadolu hareketine silah yardımı yapmalarını istedi. Ve Rusya'nın desteğiyle kurulan İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı adlı cemiyetin başına geçerek Anadolu'da şubeler açmak istedi ve 1920 Eylül'ünde gerçekleşen Doğu Halkları
Kongresi'ne katıldı.

Bir ara Berlin'e döndüyse de fazla kalmayarak yine Moskova'ya geldi. Ve Ankara hükümetinin temsilcisi ile görüşmeler yaptı. Mustafa Kemal Paşa'ya bir mektup yazarak hakkındaki söylentileri ve anadolu hareketinin başına geçeceği iddialarını yalanladı; fakat Yunan saldırısının başlaması ile Anadolu'ya geçme fikriyle Batum'a geldi.

Bütün bu gelişmeler olurken beride Anadolu'da gözle görülecek bazı faaliyetler belirdi: Trabzon'da Enver Paşa'ya taraftarlığı ile bilinen Yahya Kahya, mahkum ve kaçaklardan oluşan bir tabur meydana getirerek başına buyruk bazı işler yapmaya ve Enver'in yakında döneceğini açıkça telaffuz etmeye başladı. Diğer taraftan, gelişmeler Büyük Millet Meclisi'nde bulunan
kırk civarındaki İttihatçı mebuslarda da yankısını buldu. Bu gelişmelerden rahatsızlık duyan Mustafa Kemal Paşa, Rus hükümetiyle anlaşarak, Enver Paşa'yı devre dışı bıraktı.

Rusların desteklerini kaybettiğini ve Anadolu'da da birşey yapamayacağını anlayan Enver Paşa bu kez, Türkistan'a yönelerek, buradaki Türkleri Ruslara karşı istiklal mücadelesi vermek üzere örgütlemek istedi ve bu yolda da can verdi.

İlk baskısını 1967'de yapan bu eser; o sırada Şark'ta bulunan Kazım Karabekir'in kendi gözlem, hatıra ve bilgileriyle birlikte, bu maceranın kahramanlarının 1920-23 arasındaki resmi-özel yazışma ve mektuplarının suretlerinden oluşan birinci elden bir kaynak
niteliğindedir. Ayrıca, aynı hadiselerle bağlantılı olan Yahya Kahya ile Mustafa Subhi'nin öldürülmesi olayları ve bunlarla ilgili belgeler de, eserde ele alınan konulardandır.

Enver Paşa ve İttihat ve Terakki erkanının Milli Mücadeledeki faaliyetlerine dair ilk elden bilgi, belge ve anılar veren eser, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı nizamnamesi, Halk Şuralar Fırkası Programı ve Meclis tarafından Kahya Yahya olayını incelemek üzere
Bursa mebusu Mustafa Fehmi Efendi başkanlığında oluşturulan tahkik heyetinin raporu gibi çok önemli belgeri de içermektedir.
(Arka Kapak)

7.Enver Paşa
Abdullah Recep Baysun
Erol Cihangir
TURAN KÜLTÜR VAKFI

"İdeallerinizi gerçekleştiremiyorsanız, gerçeklerinizi idealleştirin" diyerek "Turan Barışı" için yola çıkan Enver Paşa Hazretleri -Paşam başaramazsanız ne olur? Serzenişine karşılık O'nun, "-başaramazsam öleceğimi biliyorum hiç olmazsa ölümümle Batı Türklüğü ile Doğu Türklüğü arasında manevi bir bağ olurum" dediği üzere gerçekten Enver Paşa Turan yolunda şehit olarak Batı ile Türkistan (Asya) Türklüğü arasında muhkem ama bir o kadar da narin ve nezih bir bağ olmuştur.
Yayın Yılı: 2001; 208 sayfa; 3.HAMUR; 14x21 cm; KARTON KAPAK; ISBN:9757893323; Dili:TÜRKÇE

 
Hagi ( 1964)
Gheorghe Hagi 1964 yılında Romanya'da doğdu.

Galatasaray'la ilk tanışması Avrupa Sampiyon Kulupler kupası yarı finalindeydi. Genç Hagi Galatasaray'ın elenmesinde en önemli faktörlerden biri oldu. O yıllarda Galatasaray Hagi'yi transfer etmek istemişti ama Romanya'daki komünist rejimin de etkileriyle başarılı olamamıştı.Şimdi bundan yıllar geçti. Romanya'nın gelmis gecmis en iyi futbolcusu unvanını elinde tutan ve Romanya milli takımından 115. maçında ayrılan, Hagi Galatasarayda 3. sampiyonluğu yaşamak istiyor. Turkiye'de ikinci kez baba olan Hagi Galatasaray'a gelmeden önce FC Barcelona'da başka bir Galatasaray'lı olan Popescuyla birlikte oynuyordu.

HAKKINDA YAZILANLAR

Hakeme Tükürdü Yargılandı !

EKONOMİSİ YÜZDE 50 KOMÜNİST, FİKRİYATI YÜZDE 100 KOMÜNİST... MAÇLARI YÖNETEN HAKEMLERİMİZ BİLE ''DEVLET MEMURU'' ÇIKTI !!! GALATASARAY'IN ROMEN YILDIZI HAGİ'NİN, ORTA HAKEM EROL ERSOY'A TÜKÜRDÜĞÜ İÇİN ''DEVLET MEMURUNA HAKARETTEN'' YARGILANMASINA BAŞLANDI !!!

Haberturk.com 25 Mayıs 2001

Mini not: Hakemler yaptıkları asıl mesleklerinden dolayı değil, Federasyon yasasının 18.maddesi gereği ''devlet memuru' sayılıyor.

Galatasaray'ın Rumen yıldızı Hagi ifade verdi Türkiye 1. Futbol Ligi'nde Galatasaray ile Gençlerbirliği arasında yapılan maçta kırmızı kart görmesinin ardından orta hakem Erol Ersoy'a hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan Rumen futbolcu Gheorghe Hagi savcılığa ifade verdi. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na avukat Fatih Volkan ile gelen Galatasaray'ın Rumen futbolcusu Hagi'nin, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Turgay Evsen tarafından yaklaşık 45 dakika süreyle ifadesi alındı. Hagi'nin kulüp tercümanı aracılığıyla verdiği ifadesinde, ''maçta haksız yere çift sarı karttan kırmızı kart gördüğünü ileri sürerek, orta hakem Erol Ersoy'a tükürmediğini, ayağına basmadığını ve saha içerisinde de hakaret etmediğini söylediği'' öğrenildi. Hagi, ifadesinin alınmasının ardından avukatı Fatih Volkan ile adliyeden ayrıldı. Soruşturma sonucunda Rumen futbolcu Hagi hakkında 3213 sayılı Futbol Federasyonu Kanunu'nun 18. maddesi gereğince hakemler devlet memuru sayıldığı için TCK'nın 266/1. maddesi uyarınca, ''Devlet memuruna hakaret etmek'' suçundan 2 aydan 8 aya kadar hapis cezası istemiyle dava açılabilecek. Galatasaray ile Gençlerbirliği arasında 10 Mart 2001 Cumartesi akşamı Ali Sami Yen Stadı'nda yapılan ve Galatasaray'ın 2-1 kazandığı maçta Rumen futbolcu Hagi, kırmız kart görmüştü. Kırmızı kart görmesinin ardından yaptığı hareketlerden ötürü basında yer alan görüntüler ve suç duyuruları üzerine Hagi hakkında Üsküdar ve Kızılcahamam Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturma başlatılmış, her iki soruşturma da ''Yetkisizlik'' kararı ile maçın yapıldığı ilçenin bulunduğu Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmişti.

 
Hıncal Uluç
Doğum Tarihi / Yeri 01.11.1939 Kilis
Eğitim Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
G. Başlangıç Yılı 1957
G. Başlangıç Kurumu Yenigün (Ankara)
Çalıştığı Kurumlar Yenigün, Öncü, Yankı, Cumhuriyet, Gelişim Yayınları, Sabah

1 Kasım 1939´da Kilis´te doğdu.Bir dönem İ.Ü Edebiyat Fakültesi´nde okudu, 1964´te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi´nden mezun oldu.1957´de Ankara´da Yenigün gazetesinin spor servisinde gazeteciliğe başladı.Bir süre de Öncü´de kalem oynatan Hıncal Uluç, askerden döndüğü 1967´de, M. Ali Kışlalı başta olmak üzere eski Yenigün ekibinin çıkardığı Yankı´da çalışmaya başladı.Yankı´nın yanı sıra, Cumhuriyet´e spor yazıları da yazan Uluç, TRT´nin açılmasıyla birlikte Cumhuriyet´e televizyon sayfası da hazırladı. 1980´de Gelişim Yayınları´nın sahibi Ercan Arıklı´nın isteğiyle Gelişim Yayınları´na dergi hazırladı. Daha sonra Gelişim Yayınları Asil Nadir´e geçmesiyle işsiz kalan Uluç, Zafer Mutlu´nun daveti ile 1990´da Sabah´ta yazmaya başladı. O tarihten bu yana Sabah´ta yazılarına devam eden Hıncal Uluç, televizyonda Şakamera adlı kamera şakası programının yanı sıra Kale Arkası, 90 Dakika gibi futbol programlarına yorumcu olarak imza attı.1977´de Yankı´nın İngilizce bir özetini çıkarmak için yabancı bir eleman ararken, iş başvurusunda bulunan Amerikalı arkeolog Holly Hartquist ile tanışıp evlenen Hıncal Uluç, Amerikalı eşinden 1983´te boşandı.Çocuk sahibi olmayan Uluç, bir daha evlenmedi.Başkanlık kontenjanından Alp Yalman ve Ali Uras tarafından ´tarihini bilmediği bir zamanda´ Galatasaray´a üye yapılan Hıncal Uluç, aynı zamanda Mülkiyeliler Birliği, Türkiye Spor Yazarları Derneği ve İstanbul Gazeteciler Cemiyeti üyesidir.


HAKKINDA YAZILANLAR

Aksiyon 2 Mart 2002 / Sayı: 378
Cemal A. Kalyoncu
Müftü torunu gazeteci

Kilis Müftüsü Muharrem Kemal Bilgiç'in torunu olan gazeteci Hıncal Uluç, Türkeş'in yakın çalışma arkadaşı Fuat Uluç'un da oğludur. Atatürk'ün silah arkadaşlarından ve Büyük Taarruz kumandanlarından Aşir Atlı da büyük dayısı olan Uluç, geçmişiyle ilgili herşeyi Aksiyon'a anlattı
Gazeteci Hıncal Uluç'un aslında 'yeteneksiz' biri olduğunu biliyor muydunuz? Futbol oynamayı deneyen, ancak takım arkadaşları tarafından oynama şansı bile verilmeyen Uluç'un, önce voleybol takımı kurup mahallede herkese voleybol, sonra basketbol öğrettikten sonra yine takım dışı kaldığını... Hatta, oynama şansım fazla olur diye aynı taktiği beyzbolda bile deneyip, arkadaşlarına öğrettikten sonra kendisi iyi oynayamadığı için arkadaşları tarafından yine çemberin dışına itildiğini: "Her türlü sporu denedim, hiç birinde başarılı olamadım. Aslında fevkalade yeteneksiz bir adamım." Bitmedi. Ankara'daki Kurtuluş Ortaokulu'nun son sınıfında okurken müzik hocası bir okul korosu kurmaya karar verir. Seçme yapılacak 100 kadar öğrenci arasında Hıncal Uluç da vardır: "İki satır söyledikten sonra hoca hepimizi susturdu, o yüz kişi içerisinde parmağıyla beni işaret etti ve 'dışarı' dedi. Böylece spordan sonra müzisyen olma hayallerim de sona erdi. Resim dersen zaten hiç yok. Kuzenim Ahmet (Taner Kışlalı. Ahmet ve Mehmet Ali Kışlalı'nın babası Hüsnü Bey, Uluç'un anneannesi Velime Hanım'ın kardeşidir. Velime Hanım'ın diğer kızkardeşi Hanife Hanım da, İstiklal Savaşı'nda Atatürk ve İnönü ile Fevzi Çakmak'ın silah arkadaşı, Milli Mücadele'de İzmir Doğu Cephesi Kuvayi Milliye Komutanlığı'na atanan, bir süre Antalya Valiliği yapan ve 16. Tümen Komutanı olarak Büyük Taarruz'a katılan Orgeneral Aşir Atlı ile evlenir.) yapardı benim resimlerimi ilkokulda." Çok iyi bir öğrenci olduğu için (Uluç, eğitim hayatı boyunca sınıfın ilk üçü arasına girer hep) okul müsameresinde ona Reşat Nuri Güntekin'in Vergi Hırsızı adlı oyununda başrol oynatır hocası. Bugün iş adamı olan Alaattin Beyti de ikinci rolü oynamaktadır. Sonuç mu? "Alaattin onbeş dakikada beni sildi süpürdü. İkinci temsilde de en ön sırada oturan velilerden biri düşüp bayılınca benim sahne hayatım sona erdi. Aslında fevkalade yeteneksiz bir adamım." Hıncal Uluç bütün bunlardan sonra Bernard Shaw'ın şu sözüne uymaya mecbur kalır: "Yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur."
Dedesi Kilis müftüsü
Hıncal Uluç'un hayat hikayesi Bernard Shaw'ın 'başarısızlık başarının anahtarıdır' sözünü de doğrular niteliktedir sanki: "Yani ben yazarlık dışında her şeyde çuvalladım. Onun için de yapamadığım herşeyi yazıyorum şimdi. Tiyatro yapamadım, yazıyorum; müzik yapamadım, yazıyorum; spor yapamadım, yazıyorum." 1990'dan bu yana Sabah'ta, önce üç şimdi de haftanın yedi günü o 'yapamadıklarını' yazmakta olan Hıncal Uluç, aslında bir müftü torunudur. Alparslan Türkeş'in en yakın çalışma arkadaşlarından Fuat Uluç'un oğlu olan Hıncal Uluç'un annesi, Kilis Müftüsü Muharrem Kemal (Bilgiç)'in kızıdır. Uluç'un anlattığına göre Muharrem Kemal Efendi'den, Arabistan'dan bile fetva almaya gelenler olurmuş. Hatta devrin padişahı şeyhülislam olsun diye davet ettiğinde Muharrem Kemal Efendi 'Memleketimden çıkmam, burada çok mutluyum' diyerek padişahın bu emrini reddetmiş. İşte böyle bir müftü olan Muharrem Kemal Efendi ile Velime Hanım ikinci evliliklerini yapar ve beş çocuk getirirler dünyaya. Hayati ve Cemal albay rütbesine kadar yükselir, Necati Bilgiç ise gazeteci olur. (Onun oğlu Gürcan da gazetecidir.) Kızlarından büyüğünü İstanbul'daki Erenköy Kız Lisesi'ne gönderen Muharrem Kemal Hoca'nın küçük kızı Suat da o zaman Kilis Kız Lisesi'nde okumaktadır.
Bu arada Büyük Çerkez Göçü ile bir çok Çerkez o zaman Osmanlı toprakları olan bugünkü Lübnan, Suriye, Anadolu gibi coğrafyaya yerleşeli uzun zaman olmuştur. Hıncal Uluç'un büyükbabası da çocukları ile beraber bu göçü yaşayanlardan birisidir. Daha sonra çocuklardan bir kısmı İstanbul'a, bir kısmı Bandırma'ya, Hıncal Uluç'un dedesi de Manyas'a yerleşir. Dede Hüseyin Bey'in Süreyya Hanım'la evliliğinden dünyaya gelen üç çocuğundan biri olan Fuat Uluç da Kilis'te subaydır: "Babam askeriyeden çıktığında arkadaşı var, Kız Enstitüsü Müdürü Vehbi bey, sabah akşam ona uğruyor. Tabii okula gidiş saatleri de okulun dağılma saatlerine rastlıyor. Ve kızlardan birini gözüne kestiriyor." Uluç'un gözüne kestirdiği bu kız işte o Müftü Muammer Kemal Efendi'nin kızıdır.
Fuat Uluç, o sırada 'Deli Fuat' diye nam salmıştır. Hatta, Cem Karaca'nın annesi Toto Karaca bir tiyatro oyunu sahnelemek için Kilis'e gider. Fuat Uluç da tiyatroya bilet ayırtmak istemektedir: "Deli Fuat diye şöhreti var diye bilet vermek istemiyorlar ona. Bu da kızıyor ve atla giriyor tiyatro salonuna. Efsane gibi anlatılmış, Toto Karaca da Ülkü Tamer'e anlatmış ve o da yazmış bunu. Oradaki Deli Fuat benim babamdır.
Babam arkadaşı olan o Vehbi Bey'e gidiyor diyor ki, 'Ben bu kızı beğendim, bunu git iste.' Müftünün kızını sana verirler/vermezler derken bunun üzerine babam 'Git iste, Çerkez'iz. Bizde adettir, vermezlerse biz de kaçırırız'diyor." Kaçırmaya gerek kalmadan 1935 yılında vuslat gerçekleşir: "Babam, o çok yakın arkadaşı Vehbi Bey'in soyadını oğluna vermiş, Öcal diye." Peki ya Hıncal ismi nereden geliyor? "O zamanlar moda kafiyeli isim vermek. Öcal'a (o da gazetecidir) kafiyeli olsun diye bana da Hıncal adını verdi." Üçüncü çocuk kız olmasına rağmen kafiye yine tutturulur: Serpil (Yankı dergisinde uzun seneler çalıştıktan sonra Aktüel'in Ankara temsilciliğini yapar. Şimdi ise kendini sanata vermiştir.) Dördüncü ve son çocuk da iki dedesinin ismini almasına rağmen kafiyeden nasiplenir: Hüseyin Kemal. Kardeşlerden ilk üçü gazeteci, sonuncusu ise mühendis olacaktır.
Hıncal Uluç, 1 Kasım 1939'da Kilis'te dünyaya gelir. Hıncal, üç yaşına kadar anneanne ve teyzesi tarafından büyütülür. Sebebi ise subay olan babasının o doğduğunda İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman tanklarının manevra yaptığı Bulgar sınırında görevli olmasıdır. Sonrasında Fuat Uluç Çaldıran'a tayin olduğunda küçük Hıncal da ailesine kavuşur. Ardından tayinler durmaksızın gerçekleşecektir. Van'da o meşhur Van zelzelesini yaşar Uluç ailesi. Daha sonra gidilen Bandırma'da Hıncal da ilkokula başlar. İki ayrı okulda ilk üç sınıfı okur. Bandırma'dan sonra 1950'de tekrar Kilis'e (Hıncal ilkokulu burada Kemaliye İlkokulu'nda bitirir) tayin olur Fuat Uluç. 1952'de Antakya, 1955'te de Ankara (Ortaokula Antakya'da başlayan Hıncal, geri kalan eğitimini de Ankara Kurtuluş Lisesi'nde tamamlar) vardır sırada. Çok mutlu bir ailede büyüyen Hıncal Uluç, 1980'e kadar burada kalacaktır. Hayatını göçebe gibi yaşayan babası bu yüzden çocuklarının subay olmasını kesinlikle istemez: "Sakın bana özenmeyin çocuklar derdi." Annesi doktor, babası mühendis olmasını isterken Uluç'un kendisi de avukat olmak istemektedir. Ama ne olursa olsun İngilizce'yi öğrenme hevesi yüzünden İstanbul Edebiyat Fakültesi'ne gelir. Bir sömestr sonunda tekrar Ankara'ya döner. Bir sene sonra da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanır.
'17 yaşında herşeysin'
Bu arada Demokrat Parti'den ayrılmış bir grubun kurduğu Hürriyet Partisi, Yenigün adıyla bir yayın organı kurmuş, başına da Cihat Baban'ı getirmiştir. Mehmet Ali Kışlalı da gazetenin spor müdürüdür: "Bir gün gazetenin yazı işleri kadrosu Cihat Bey'e isyan etmiş. Cihat Bey de reste meydan bırakmayınca hepsi bırakıp gitmiş. M. Ali abiyle (Kışlalı) Cihat Baban kalmış gazetede sadece. Cihat Baban da M. Ali abiye 'çıkart gazeteyi' deyince o da hemen haber gönderiyor abime, bana ve kardeşine (Ahmet Taner Kışlalı)." Hıncal Uluç henüz 17 yaşındadır. Sıkıyönetim gereği altı sayfa çıkan gazetenin spor sayfası bu genç delikanlıya emanet edilir: "İstediğin her kapı sana açık. En büyük yıldızla, sporcuyla konuşacağım diyorsun konuşuyorsun. Ve bunların hepsi de sana 'buyur' diyor, beyefendi muamelesi yapıyorlar. Şimdi böyle bir meslek insanı büyülemez mi? Siyasal Bilgiler'in isimsiz bir öğrencisi iken birdenbire Türkiye'nin en elit bin adamından biri haline geliyorsun. Siyasal Bilgiler'i bitireceksin de, kaymakam olacaksın da, 60 yaşında vali olup emekli olacaksın... 17 yaşında herşeysin zaten." Uluç, böylece gazeteciliğe adım atar; Oktay Kurtböke, Güneş Tecelli, Başkurt Okaygün, Kurthan Fişek, Güngör Sayarı, Ercan Tan gibi isimlerle beraber çalışır. Bu arada askere gitmemek için üniversiteyi geç bitirmeye karar verir. Ancak serde iyi öğrencilik olduğundan üç senede üç sınıf bitirip son sınıfa gelir. Tek çare rapor alarak okulu uzatmaktır: "Tanıdık bir ruh doktoruna gittim. İleride kariyer açısından etkileyici olur diye entellektüel sürmenaj hastalığı yazdı rapora. En tehlikesizidir diye bunu yazarlardı doktorlar." Raporu alan Uluç, okulunu bitirmiyor diye annesinin ağladığını görünce kararını değiştirir ve 1964'te Kutlu Aktaş, Burhan Özfatura gibi arkadaşlarıyla beraber mezun olarak diplomasını alır. Bir yıl sonra da Mamak Muhabere Okulu'nda Büyükelçi Yalçın Oral, Devlet Tiyatroları eski Genel Müdürü Bozkurt Kuruç, Galatasaray başkanlarından Saim Gogen'in oğlu Fethi (daha sonra eniştesi olacaktır) gibi arkadaşlarıyla beraber iki yıl askerlik yapar: "Askerlik dönemim benim en mutlu dönemimdir."
1960'lara bir daha dönelim. 27 Mayıs İhtilali, onun gazetecilik yaptığı bu ilk yıllarda gelir dayanır kapıya. Uluç ihtilalin tam ortasındadır: "Baştan sona ihtilalin içinde idik. Onları anlatsam kitap olur. Fikir olarak da, eylem olarak da ihtilalin içindeydik. Bütün o ıslık çalanların başındaydık, 'Olur mu böyle olur mu?' diye gazeteyi bırakıp Kızılay'da yürüyüşlere katılırdık."
Uluç, bu dönemlerde yazdığı yazılardan hukukçu ve mülkiyeli oluşu sebebiyle hiç bir ceza almaz: "Aslında gazetecilik zamanları böyle zamanlardır. Meslek yaşamımın büyük bölümü sıkıyönetimlerle ve yayın yasakları ile geçti. İlk önceleri neyin yasaklandığı açık açık yazardı. Sonra askerler biraz daha uyanık yayın yasağı koymaya başladılar. Soyut tanımlamalar yaptılar. Böylece kendi kendini sansür etmeye başladın. Şunu da söyleyeyim Türkiye'de herkesin anladığı anlamda bir basın özgürlüğü olsa idi eğer, ben bu kadar iyi gazeteci olamazdım."
Türkeş: Hıncal'ın Aslan Amca'sı
Onun ihtilal olsun yürüyüşlerinde ön sırada yer almasının bir sebebi belki de babasıdır. 1955'te ailecek Ankara'ya gelinmiş, Hıncal 1980'e kadar başka bir yere gitmemişti ama babası tayin ve bu arada terfi almaya devam etmiş, 1961'de albaylığa kadar yükselmişti. 27 Mayıs İhtilali olduğunda babası Fuat Uluç'un görev yeri, Çanakkale İl Jandarma Alay Komutanlığıydı. Fuat Uluç, 27 Mayıs'ın liderlerinden Alparslan Türkeş'le de çok yakın arkadaştı: "Bandırma'da beraberdik zaten. Benim iki tane halam var, amcam yok ama Aslan Amca (Alparslan Türkeş) bizim ailenin amcası idi. Bütün kardeşler ona Aslan Amca derdik. Yetişmemize de katkısı olmuştur. Evlerimiz bir gibiydi."
Bu kadar yakın olunca 27 Mayıs'tan sonra bir araya gelmemek olmazdı tabii: "Aslan amca ihtilalden sonra başbakanlık müsteşarı olunca babamın tayinini de Ankara'ya çıkarttı. Babam hemen Aslan Amca'nın karargahında görev aldı. Ve Aslan Amca hazırladıkları her şeyi babamla beraber hazırladı. Devlet Planlama Teşkilatı kurulduğunda babam da oranın ilk Sosyal Planlama Daire Başkanı' oldu."Ancak aylar ilerleyince Alparslan Türkeş 14'lerden biri olarak Hindistan'a sürülür. Bu arada Eminsu hadisesiyle Milli Birlik Komitesi, Ağustos 1960'tan Şubat 1961'e kadar 235 general ve amiral ile beş bine yakın subayı emekli etmiş (Eminsu, bunların kurduğu Emekli İnkılap Subayları Derneği'nin kısa adıdır) geride kalanların yolu açılmıştır. Fuat Uluç da önü açılanlardan birisidir: "Babamın general olacağı kesin. O kararı nasıl verdiği benim için hâlâ bir soru işaretidir. Aslan Amca sürülmüştü, onların siyasallaşma sürecinde burada güvenilir bir odak noktasına ihtiyaçları vardı. Babam o odak noktası olabilmek için ordudan istifa etti. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ne girdi, genel sekreter oldu ve babamın hazırladığı kongrede de Aslan Amca genel başkan seçildi." Fuat Uluç, 1964'te de Mardin milletvekili olarak Meclis'e girer: "Ancak o dönemi tamamlayamadan 1968'de kalp rahatsızlığından öldü. Buna rağmen şuna inanıyorum ki askerde kalsa idi yaşardı. Politikanın iki yüzlü yapısı, bütün bir hayatını asker doğruluğu içinde yaşamış bir adama iyi gelmedi."
Genel Kurmay Başkanı Dinç Bilgin'i arıyor
Bir süre de Öncü'de kalem oynatan Hıncal Uluç, askerden döndüğü 1967'de, M. Ali Kışlalı başta olmak üzere eski Yenigün ekibinin çıkardığı Yankı'da çalışmaya başlar: "Bana gazeteciliğin bütün püf noktaları ile ayrıntılarını ve ahlakını M. Ali Kışlalı öğretti." Oktay Kurtböke de Cumhuriyet Yayın Yönetmeni olduğu için Yankı ile paralel burada da haftada iki gün spor yazıları yazmaya başlayan Uluç, TRT kurulunca pazartesi günleri de yine Cumhuriyet'e tam sayfa tv sayfası yapar: "Benim Babıali'ye transferim Cumhuriyet kanalı ile oldu." 1980'de onun İkinci İstanbul seferi başlar. Gelişim Yayınları'nın sahibi Ercan Arıklı 12 Eylül'den önce bir dergi çıkarmasını ister ondan. Kabul eder. Daha sonra Gelişim Yayınları Asil Nadir'e geçince de, Uluç işinden olur. Ardından Zafer Mutlu'nun daveti ile 1990'da Sabah'ta yazmaya başlar: "Gazeteye başlarken Dinç Bey'le (Bilgin) bir tek şey konuştum. Ne yazacağımı ya da yazmayacağımı bana kimse söylemeyecek." 2002'ye kadar on iki senede anlaşma bir tek kez Dinç Bilgin tarafından bozulur: "Dinç Bey geldi ve 'Dün yazdığın yazıyı hatırlıyor musun?' dedi. Evet dedim. Orduevlerinde fiyatların çok düşük olduğunu, aradaki farkı bizim vergilerimizle verdiğimiz mealinde bir yazı idi o. Dinç Bilgin, 'Bir daha böyle bir yazı yazarsan Genel Kurmay Başkanı'nı sana bağlarım haberin olsun' dedi. Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş aramış ve Dinç Bey'le 3,5 saat konuşmuş. 'Telefonu da Genel Kurmay Başkanı'na kapatamıyorum, 3.5 saat dinledim Güreş Paşa'yı' dedi."
Uluç mesleğin başında yaptığı birkaç sözleşme hariç, bir daha iş sözleşmesi de imzalamamış birisidir: "Türkiye'nin en büyük sosyal demokratları ile solcularının ve sendikalarının kazığını yedikten sonra kendi kendime dedim ki kendinden ve Allah'tan başka güveneceğin kimse yok." Yeni Tanin'de çalışırken işten atılan Uluç, tazminat almak için sendikaya başvurur. Sendikanın avukatı da Yekta Güngör Özden'dir. Özden, �kazanacağı kesin olmasına rağmen� kazanamayacaklarını öne sürerek davayı açmayınca Hıncal Uluç da bu kararı alır.
'Özal dönemi olsaydı boşanmazdım'
1977'de Yankı'nın İngilizce bir özetini çıkarmak için yabancı bir eleman ararken, iş başvurusunda bulunan Amerikalı arkeolog Holly Hartquist ile tanışıp evlenen Hıncal Uluç, o yılların meşhur 'yokluk' yılları olması dolayısıyla varlar ülkesi Amerika'da herşeye kolayca ulaşabilen eşiyle mutluluğu yakalayamaz: "Amerika'ya gidelim dedi. Ben de orada mutlu olamam dedim." 1983'te boşanırlar: "Özal zamanında evlenmiş olsa idik garanti ayrılmazdık! (Meşhur kahkahasını atıyor.) Çocuk sahibi olmayan Uluç, sırf evlenmek için de evlenmez bir daha.
Arabesk hariç her türlü müziği dinleyen, sinema ve tiyatroya büyük merakı olan, başkanlık kontenjanından Alp Yalman ve Ali Uras tarafından 'tarihini bilmediği bir zamanda' Galatasaray'a üye yapılan, Mülkiyeliler Birliği, Türkiye Spor Yazarları Derneği ve İstanbul Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Hıncal Uluç, 'Kutsal İttifak' sözünün de sahibidir: "Bana aittir ve Fenerbahçe medyasını kastetmektedir." Uluç'a göre bütün tv ve gazetelerin müdürleri özel olarak Fenerbahçeli seçilmektedir. Sebebi Fenerbahçe'nin tiraj ve reyting kazandırmasıdır: "Buna itirazım yok." Hıncal Uluç'un itirazı "Fenerbahçe Kulübü Başkanı bütün Fenerli müdürleri toplayıp Galatasaray'ın yolunu kesin"demesinedir.
� Var mı böyle bir durum?
"Ali Şen'in televizyonda kendi açıklamasıdır. Bir Fenerbahçeli'nin birinci görevi Fenerbahçe'yi şampiyon yapmaktır, Fenerbahçe şampiyonluktan ümidi kestiği zaman da Galatasaray'ın yolunu kesmektir. En son Aziz Yıldırım yaptı bunu, ramazanda Büyük Kulüp'te Fenerbahçeli bütün müdür ve yazarları topladı ve 'Galatasaray'ın yolunu keseceksiniz. Bunun için de hakemlere saldıracaksınız' dedi. Ali Şen zamanında başladı bunlar."
'Tarkan dinlemem'
� Kavgacı biri misiniz?
"Ben kavga etmiyorum, benimle kavga ediyorlar. Benimle ilgili yazı yazan medyanın en büyük yanılgısı bu. Ben kimse ile kavga etmiyorum, fikrimi ortaya koyuyorum. Benim fikrime cevap verme gereği duyuyor, cevap verirken de ortaya fikirle değil, söverek çıkıyorlar. Ben bu beyazdır diyorum. Adam 'bu siyahtır' diyeceğine bana küfrediyor. Bir kişi desin ki 'Evet ben seni gece kulübünde, barda gördüm.' Ben gece klasik müzik konserine, sinemaya, tiyatroya giderim. Tarkan konserine gitmem. İçki içmeyen bir adamın bara gidip sarhoşla konuşmasından daha korkunç bir şey yok. Sonra sigara dumanından ve yüksek volümlü müzikten nefret ediyorum. 135 desibel müzik çalacak, sigara dumanından göz gözü görmeyecek, etrafta bir sürü sarhoş 'Hıncal Bey, ne olacak bu Galatasaray'ın hali?' diyecek, onlara cevap yetiştireceksin. Kenan Doğulu, benim sevgili mahalle arkadaşım Yurdaer Doğulu'nun oğludur. Kenan bana emanet bir yerde. Onu bile seyretmedim, çünkü kerata ikide çıkıyor, sabah beşte bitiriyor."
'Türkiye'deki herşeyde Ali Şen'in parmağı var'
� Bir yazı yazdınız. Ali Şen sizin Sabah'tan çıkarılmanız için yazılar yazacak ve siz de kurumdan ayrılacaktınız diye...
"Benim gazetemi yöneten herhangi bir kişinin Ali Şen'e gidip 'Şu herife söv de gazeteden istifa etsin' demeyeceğini biliyorum. Ali Şen Türkiye'de olan her şeyden kendisine daima bir şeyler vehmediyor. 'Koalisyonu ben kurdum, Fenerbahçe'yi ben şampiyon yaptım, Galatasaray'ı Neuchetel'e ben kazandırdım.' Yazılarını okuyun, içinde Ali Şen'in parmağı olmayan hiç bir şey yoktur."
Ağlaması da gülmesi de abartılı olduğundan, televizyona yaptığı Şakamera adlı programın Amerikalı yönetmeni tarafından keşfedilen bu yönüyle kulaklarımızın pasını da silen Uluç, vefat ettiği 1950'lerin hemen ortalarına kadar dedesinin vaazlarını dinlemek için camiye gider. Namazda okuyacaklarını dedesinden öğrenmek istediğinde, dedesinin içinden ne geçiyorsa söylemesinin yeterli olacağı sözünü anlatan Hıncal Uluç, "Ben müftü torunuyum, din kültürüm gayet sağlamdır" diyor ve ekliyor: "En saf inanmanın her şeye yettiğini öğrendim. Dışarıdan bakanlar benim için ne derlerse desinler ben Türkiye'deki en saf, en halis Müslümanlardan biri olduğuma inanıyorum."
 
HAKKINDA YAZILANLAR

Yaşayan efsane Halil

ATİNA Olimpiyatı'nda Türk sporcuları halterde tarih yazmaya dün de devam etti. Nurcan Taylan'ın altın madalyasının ardından bu kez Halil Mutlu, üst üste üçüncü olimpiyat şampiyonluğuyla bu sporun "yaşayan efsaneleri" arasına girdi. 56 kilodaki diğer temsilcimiz Sedat Artuç da bronz madalya alarak kürsüye çıkmayı başardı. Böylece Mutlu, olimpiyat tarihimizde daha önce sadece Naim Süleymanoğlu'nun eriştiği üç altın madalya onuruna ortak olurken, yine olimpiyatta ilk kez iki sporcumuz aynı anda podyuma çıktı.

Dünya rekoru kıramadı

KOPARMADA 130 ve 135 kiloları kolayca kaldıran Mutlu, üçüncü hakkında dünya rekoru için kilo artırarak 140 kiloyu denedi ancak başarılı olamadı. Çinli Meijin Wu 125 kiloda kalınca Mutlu beş kiloluk bir avantaj yakaladı. Silkmeye 160 kiloyla başlayan temsilcimiz, bu ağırlığı kaldırdı. Wu da 157.5 kilonun ardından 165'i denedi ve kaldıramadı. Mutlu da aynı ağırlığı yapamadı. Çinli Wu'nun son hakkında da başarılı olamaması üzerine altını garantileyen Halil Mutlu, son hakkında 168.5 kiloyla bir kez daha rekor denedi ancak kaldıramadı.

Dördüncü isim oldu

56 kiloda yarışan Sedat Artuç ise koparmada 125, silkmede 155 kiloluk kaldırışlarla toplam 280 kiloya ulaşarak bronz madalyanın sahibi oldu. Olimpiyat ikinciliğini ise 287.5 kiloluk toplam dereceyle Çinli Meijin Wu aldı. Halter tarihinde üst üste üç olimpiyat şampiyonluğunu bundan önce sadece üç sporcu kazanabilmişti. Naim Süleymanoğlu ve iki Yunanlı Pyrrhos Dimas ile Kaki Kakiashvili'nin ulaştığı bu büyük başarı listesinde artık Halil Mutlu da yerini almış oldu. Türkiye en son 1996 Atlanta'da Naim ve Halil ile iki altın madalya kazanmıştı.

Meydan okudu

ATİNA'DA üst üste üçüncü olimpiyat şampiyonluğuna ulaşan Halil Mutlu, kimseden korkmadığını ve 2008 Olimpiyatı'nda da bu kez 62 kiloya çıkarak dördüncü altın madalya için yarışacağını söyledi. İyi yarışmadığını söyleyen Mutlu, "Her zaman kazanmasını bilen bir insanım. Kötüyken de, iyiyken de kazandım. Bugün iyi olmama rağmen kötü yarışıp kazandım. Bugün rekor da istiyordum ama olmadı. Spor hayatımda ilk defa bir kilodan korktum. Bu da gösterdi ki artık bir üst kiloya çıkmam gerekiyor" dedi.
KİLOLARI yüreğiyle, inancıyla ve severek kaldırdığını söyleyen Halil Mutlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bugüne kadar üç altın başarısını iki Türk ve Yunanlı sporcu elde etti. Bu olimpiyatta 4.'yü deneyecek Yunanlılar bunu başaramazsa, bu şans Pekin'de bana gülebilir. Korktuğum için kilo değiştirmiyorum. 62 kiloda da iki Çinli var, onları da yenerim". Bronz alan Sedat Artuç ise "İlk olimpiyatımda kürsüye çıktım. Artık bundan sonra bu kiloda görevi devralıp, İstiklal Marşı'nı ben dinleteceğim" dedi.
 
Fatih Terim ( 14.09.1953)
14 Eylül 1953 Adana�da doğdu.Futbola Adana Demirspor�da başladı.14 yıl Galatasaray forması giydi.52 kez A Milli Takım formasını giydi.A.Gücü ve Göztepe takımlarını çalıştırdı.1990-1993 yıllarında Sepp Piontek�in yardımcı antrenörlüğünü ve Ümit Milli Takım Teknik Direktörlüğünü yaptı.Akdeniz Oyunları Şampiyonluğu�nu kazandı.Türkiye�yi ilk defa Avrupa Şampiyonası finallerine taşıdı.Galatasaray ile 4 lig, 2 federasyon, 2 cumhurbaşkanlığı, 3 TSYD ve 1 UEFA Kupası kazandı. İtalyan takımı Fiorentina�yı çalıştırdı, kulüp başkanı ile anlaşamayarak görevinden istifa etti.
 
İbrahim Kutluay ( 07.12.1974)
7 Aralık 1974 tarihinde İstanbul�da doğdu.1.98 cm boyundaki Kutluay, skorer guard ve kısa forvet pozisyonlarında oynuyor.Basketbola 13 yaşında Fenerbahçe altyapısında başladı.18 yaşında A takımına alında.5 yıl formasını giydi.1998-1999 sezonunda Fenerbahçe formasıyla Avrupa ligi sayı krallığını kazandı.1999-2000 sezonunda kiralık olarak Efes Pilsen formasını giydi.Haziran 2000�de Yunanistan�ın AEK kulübü ile 3 yıllık anlaşma imzaladı.
 
Aziz Yıldırım ( 1952)
1952 yılında Diyarbakır Ergani'de doğdu.Babası ilkokul öğretmeni.Orta öğrenimini Düzce'de tamamladı.Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi mezunu.İnşaat mühendisi.Nato mühendisliği yaptı.Maktaş mühendislik firmasının sahibi.1990-1992 yıllarında Metin Aşık başkanlığındaki yönetimde görev aldı.1991-1992 sezonunda Futbol Şubesi sorumluluğunu üstlendi.O dönemde Tanju'nun Galatasaray'dan Fenerbahçe'ye transferini gerçekleştirdi.Evli ve iki çocuk babası.


GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM 1 HAZİRAN 2001

Gitme kal baskısı

Hürriyet 1 Haziran 2001
Sadi Kemal Yaşar


Ali Şen: Gerekirse evine, işine, kulübe gider, göreve devamını rica ederiz...

Vefa Küçük: Artık kendimi emekli yaptım. Fenerbahçe'nin F'sinde bile yokum.

Şadan Kalkavan: Kararını tekrar gözden geçirmesinin doğru olacağına inanıyorum.

Sağlığına ve ailesine yeterli zaman ayıramadığını ileri sürerek başkanlığı bırakacağını açıklayan Aziz Yıldırım'ın kararından dönmesi için sarı lacivertli camia ayaklandı. Eski yöneticiler, futbolcular ve dernekler Yıldırım'ın kararını bir kez daha gözden geçirmesini istedi.


Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın ��Görevi bırakıyorum�� açıklaması camiayı ayağa kaldırdı. Sarı lacivertli kulübün önde gelen isimleri, şampiyonluk kutlamaları devam ederken şok kararını veren Yıldırım'ın devam etmesi gerektiğini savundu. Gündeme bomba gibi düşen bu karar üzerine çeşitli görüşler ortaya çıktı.


ALİ ŞEN: OLMADI BAŞKAN


Olmadı başkan. Camiamız, Yıldırım'a her zaman büyük destek vermiştir. Ben ve bütün taraftarlar, gerekirse evine, kulübe veya işine gidip, göreve devam etmesini rica ederiz. Kimse yeni başkan aramasın. Görevine devam etmelidir. Ancak F.Bahçe Kulübü Başkanı televizyonlarda asla ağlamamalıdır. Olağanüstü kongre kararı alınırsa 1 Temmuz'da yeni başkan seçilecek. Yeni yönetim iç transferin şeklini beğenmeyebilir.


ŞADAN KALKAVAN: İYİ DÜŞÜNSÜN


İstifasını üzüntüyle izledim. 3.5 yıllık hizmetinde ve son yılında şampiyonluğa giden yolda büyük başarı kazandırmıştır. Bundan sonraki hedef Şampiyonlar Ligi şampiyonluğdur. Bu ilk senede illaki olacak diye düşünmüyoruz. Kendisinin başkanlığında daha ileri gideceğiz. Zaman zaman fikir ayrılığımız olmuştur. Amaç hep F.Bahçe'nin başarısıydı. Kararını tekrar gözden geçirmesinin doğru olacağına inanıyorum. Gitmesi camiaya zarar verecektir.


VEFA KÜÇÜK: BEN YOKUM


F.Bahçe için hayırlı uğurlu olsun. Şu an seyahatteyim. Ben tarihi görevimi kongrede yaptım. Üyelere ve F.Bahçe'ye sahip çıktım. Karşılığını göremedim ve kendimi emekli ettim. Artık F.Bahçe'nin F'sinde bile yokum. Kulüp sahipsizdi, çıktım ortaya, ama kongre üyeleri bana sahip çıkmadı. Üyeler yine en doğrusunu yapar en doğru kişiyi seçerler.


MURAT ÖZAYDINLI: ZOR BULUNUR


F.Bahçe taraftarı olarak kalmasını istiyorum. Yakın dostu olarak, bırakması gerekir. Yaşadıkları ve çektiği sağlık sorunlarıyla stresini yakından gördüm. F.Bahçe, bir Aziz Yıldırım� bence bulamaz. Uzun bir süre de bulamayacak. 3.5 yıldır hep yanında oldum.


MAHMUT USLU: BIRAKTIRMAZLAR

Onunla başladım, onunla bitireceğim. Büyük fedakarlıklar yaptı. Sağlığına, ailesine yeterli zamanı ayıramadı. Bundan böyle onun yükünü hafifletebiliriz. Camianın onu bırakacağını sanmıyorum. Bıraktırmazlar. Onun gibi başkan zor çıkar. Kişisel tercihim, o giderse ben de yokum.

 
Ali Sami Yen ( 20.06.1886)- (29.07.1951)
Futbolcu, spor adamı, Galatasaray Spor Kulubü kurucularından.

Ünlü yazar ve dilci Şemsettin Sami�nin oğlu olan Ali SamiYen 20 Haziran 1886�da İstanbul�da doğdu. Mekteb-i Sultani!de (Galatasaray Lisesi) öğreninm gördüğü yıllarada spora başladı. 1905�te yedi okul arakadaşı (Emin Bülent Serdaroğlu, Tahsin Nahit, Şehit Celal, Bekir Bircan, Cevdet Kalpakçı, Abidin Daver, Asım Tevfik Sonumut) ile birlikte Galatasaray Spor Kulubü�nün kuruluşuna öncülük eden Yen, kulübğn 1 sicil numaralı üyesi ve ilk başkanı oldu. Galatasaray�ın 1906�da oynadığı ilk maçta kaptanlık yaotı. Futbolu bıraktıkatan sonra uzun yıllar spor yöneticiliği, hakemlik yapan, Türkiye�de futbolun gelişmesi için uğraş veren ve ilk Türk resmi spor örgütü Türkiye İdman İttifakları Cemiyeti�nin kurucuları arasında yer alan Ali Sami Yen�in adı Galatasaray�ın Mecidiyeköy�deki stadyumuna verildi (1964).

Ali Sami Yen, 29 Temmuz 1951�de İstanbul�da öldü.
 
Sabiha Gökçen ( 1913)- (22.03.2001)
1153.jpg

Sabiha Gökçen
( 1913)- (22.03.2001)
Atatürk�ün manevi kızı ve Türkiye�nin ilk kadın havacısı Sabiha Gökçen, 1913 yılında Bursa�da doğdu.Atatürk�ün 1925 yılında manevi evlat edindiği Gökçen, Çankaya İlkokulu ve İstanbul Üsküdar Kız Koleji�nde öğrenim gördü.1935 yılında Türk Hava Kurumu�nun Türk Kuşu Sivil Havacılık Okulu�na giren Gökçen, Ankara�da A.B. Yüksek Planörcülük brövelerini aldı. Gökçen, 7 erkek öğrenciyle birlikte Rusya�ya gönderilerek yüksek planörcülük eğitimini tamamladı.1936 yılında Askeri Hava Okulu�na giren Gökçen, burada gördüğü özel eğitimden sonra askeri pilot oldu. Eskişehir�de 1. Tayyare alayında bir süre staj yapan Gökçen, avcı ve bombardıman uçaklarıyla uçtu. Gökçen 1937 yılındaki Trakya ve Ege manevralarında görev aldı, aynı yıl Dersim harekatına katıldı.1938 yılında Balkan devletlerinin davetlisi olarak uçağı ile bir Balkan turu yapan Gökçen, daha sonra Türk Hava Kurumu Türk kuşuna başöğretmen tayin edildi. Sabiha Gökçen, 1955 yılına kadar bu görevini sürdürdü. 22 Mart 2001 tarihinde Ankara Gata�da öldü.

HAKKINDA YAZILANLAR

Sabiha Gökçen Öldü
Hürriyet 22 Mart 2001

Atatürk�ün manevi kızı Türkiye�nin ilk kadın havacısı Sabiha Gökçen, tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde (GATA) vefat etti. Yaklaşık bir aydır rahatsızlıkları nedeniyle tedavi gören Sabiha Gökçen en son mide kanaması geçirmiş ve beyinde pıhtı oluşmuştu.
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığı'ndan yapılan açıklamada, 3 Mart 2001 tarihinden bu yana Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi'nde tedavi görmekte olan Gökçen'in, bugün saat 08.15'te kalp ve solunum durması sonucu vefat ettiği belirtildi.

Sabiha Gökçen, yarın Ankara'da toprağa verilecek. Gökçen'in cenazesi yarın saat 12.30'da GATA'dan alınarak Türk HavaKurumu (THK) önüne getirilerek katafalka konulacak. Burada düzenlenecek törende saygı duruşunda bulunulmasının ardından Sabiha Gökçen'in biyografisi okunacak. Daha sonra Kocatepe Camii'ne (En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)ürülecek Gökçen'in cenazesi burada kılınacak namazın ardından Cebeci Şehitliği'nde toprağa verilecek.

HAVAALANINDA ÜZÜNTÜ

Gökçen�in adı İstanbul Kurtköy�de yapılan havaalanına verilmişti. Gökçen'in vefatının öğrenilmesinden sonra, Pendik Kurtköy'deki Sabiha Gökçen Uluslararası Havaalanı'nın işletmeciliği yapan Havaalanı İşletme ve Havacılık Endüstrileri A.Ş'ye (HEAŞ) ait bayraklar yarıya indirildi. HEAŞ yetkilileri, Gökçen'in inşaat sürecinde havaalanını ziyarete geldiğini ve Mayıs ayında yapılacak resmi açılış törenini heyecanla beklediğini söylediğini anlattılar.

SEZER: ÇAĞDAŞ TÜRK KADINININ SİMGESİ

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu sabah vefat eden Sabiha Gökçen'in, Atatürk'ün manevi kızı olma onuruna erişmesinin yanı sıra Türk kadınının çağdaş kimlik kazanmasında etkin rol oynadığını belirtti. Sezer, Atatürk'ün manevi kızı ve Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'in vefatı nedeniyle bir mesaj yayımladı. Cumhurbaşkanı Sezer'in mesajı şöyle: ''Cumhuriyetimizin Kurucusu, Ulu Önderimiz Büyük Atatürk'ün manevikızı ve Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'in vefatından büyük üzüntü duydum. Sabiha Gökçen, Atatürk'ün manevi kızı olma onuruna erişmesinin yanı sıra Türk kadınının çağdaş kimlik kazanmasında etkin rol oynamıştır. Sabiha Gökçen örnek yaşamı, büyük ülküleri ve başarıları ile daima anımsanacak, çağdaş Türk kadınının simgesi olarak gönüllerimizde sonsuza kadar yaşayacaktır. Kendisine Tanrı'dan rahmet, ulusumuza başsağlığı diliyorum.''

MHP Genel Başkanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, Türk kadınının neleri başarabileceğinin Atatürk'ün manevi kızı, Türkiye'nin ilk kadın havacısı Sabiha Gökçen'in kişiliğinde görüldüğünü belirtti. Bahçeli, Gökçen'in vefatı dolayısıyla yayınladığı mesajda şunları kaydetti: ''Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk'ün manevi kızı ve ülkemizin ilk kadın havacısı olan Sabiha Gökçen'in vefatından dolayı büyük üzüntü duydum, kendisine Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum."

ESERLERİ

1.Atatürk'le Bir Ömür
Sabiha Gökçen
Altın Kitaplar / Toplum ve İnsan Dizisi
 
Hamza Yerlikaya ( 1976)
1976 yılında İstanbul�da doğdu.85 kilo Greko-Romen�de yüzümüzü güldüren isim.1987�den bu yana Salih Bora�nın gözetiminde çalışmalarını sürdürüyor.İlk madalyasını 1991 Dünya Gençler Güreş Şampiyonası�nda aldı.O günden Sydney�e kadar kazandığı sayısız başarının arasında çeşitli Avrupa ve Dünya Şampiyonlukları var.1996 Atlanta Olimpiyatlarında rakiplerine sayı vermedin şampiyon olan güreşçi Sydney�de de altın madalyanın sahibi oldu.Halen İstanbul Büyükşehir Belediyespor bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor.

HAKKINDA YAZILANLAR

Türk gibi güçlü
Erkan Koyuncu
Sabah 14 Mayıs 2001

Avrupa Grekoromen Şampiyonası'nın son gününde de Türk fırtınası vardı. Hamza Yerlikaya 5'inci kez bu unvanı alırken Fatih Bakır, uzatmada basit hatalarla altın madalyayı elinden kaçırdı

Hamza sabah rahattı
İstanbul'da yapılan 48.Avrupa Grekoromen Güreş Şampiyonası'nda son gün 1 altın, 1 gümüş madalya kazandık. 85 kiloda Hamza Yerlikaya, Avrupa'nın zirvesine çıkarken 130 kiloda Fatih Bakır Avrupa ikincisi oldu. 25 yaşındaki Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonumuz Hamza Yerlikaya, sabah seansında Ukraynalı Dorogan'ı 6-2 yenerek final yolunu açtı.

"Annelere armağan"
Yerlikaya'nın finaldeki rakibi Polonyalı Letki Marcin'di. Marcin'i supleksle atan Yerlikaya ilk yarıyı 3-0 önde tamamladı. 2. yarıda 1 puan daha alan Hamza, Avrupa şampiyonu oldu. Türk güreş tarihinde 5 Avrupa şampiyonluğu kazanan ilk sporcu unvanını da elde eden Yerlikaya, madalyasını tüm annelere hediye ederken, "Türk insanına ne kadar madalya versek azdır. Hele bu kötü dönemde, bu mutluluğu yaşatabildiysek, ne mutlu bize" dedi.

Bakır gümüşte kaldı
130 kiloda mücadele eden Fatih Bakır, sabah seansında Finlandiyalı Juha Ahokas'ı uzatmada 3-0 yenerek finale yükseldi. Finalde Macar rakibi Mihaly Deak Bardos ile karşılaşan 24 yaşındaki Fatih Bakır, ilk yarısı 0-0 biten müsabakada normal süreyi 1-1 kapattı. Uzatma bölümünde bitime çok az bir süre kala rakibine çırpılan Bakır, 2 puan birden yitirdi. Müsabakayı 3-2 kaybeden Fatih Bakır, gümüş madalyada kaldı.

Tarihte ilk kez şampiyon!
İstanbul'da sona eren 48. Avrupa Büyükler Grekoromen Güreş Şampiyonası'nda, Milli Takım, 64 puan alarak, tarihinde ilk kez takım halinde şampiyonluğa ulaştı. Ay-yıldızlı ekibin ardından Rusya 54 puanla ikinci olurken, Gürcistan ise 35 puanla üçüncü sırada yer aldı ve turnuvayı tamamladı

En teknik takım biziz
Milli Takımımız 2 altın, 2 gümüş, 1 bronz madalya alırken Rusya 2 altın, 2 gümüş, Gürcistan 1 altın ve 1 gümüş madalya elde etti. Beyaz Rusya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan altın alan diğer ülkeler oldular. Bu arada ay-yıldızlı takım şampiyonanın en teknik ekibi seçildi.

 
Memet Fuat ( 1926)
Memet Fuat (d.1926, İstanbul) 1946'da Haydarpaşa Lisesi'ni, 1951'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Öğretmenlik, çevirmenlik, muhabirlik, inşaatlarda mimar yardımcılığı gibi işlerde çalıştı. 1960'ta De Yayınevi'ni kurdu. 1964-75 arasında "Yeni Dergi"yi çıkardı. Bir önceki yılda çıkmış yazı, öykü ve şiirlerden yaptığı seçmelerle Türk Edebiyatı adlı yıllıklar düzenledi (1963-72). Çocukluğundan beri süregelen spor tutkusunu, yaşadığı çevredeki çocukları sporculuğa yönlendirme yolunda değerlendirdi. 1972-80 arasında voleybol erkek milli takımlarına antrenörlük etti. 1979-82 arasında Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi'nde voleybol dersleri verdi. 1980-83 arasında "Yazko Edebiyat" dergisini yönetti. 1981'de Adam Yayınevi'nin yerli yayınlar editörü oldu. 1987'de emekliye ayrıldı. 1985'te yayımlanmaya başlayan "Adam Sanat" dergisinin genel yayın yönetmenliğini 1999'a kadar sürdürdü.

Ödülleri: 1959'da dergilerde çıkan yazılarıyla Ataç Eleştiri Armağanı'nı, 1961'de Düşünceye Saygı adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Deneme-Eleştiri Ödülü'nü aldı. Çağdaşımız Makyavel adlı kitabıyla 1992 Sedat Simavi Ödülü'nü Gülten Akın'la paylaştı. 1995'te kendisine Kültür Bakanlığı "Kültür ve Sanat Büyük Ödülü", 1996'da Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü Altın Madalyası verildi. 1997'de "Yaşasın Edebiyat" dergisinin yaptığı soruşturmada Gölgede Kalan Yıllar adlı yapıtı "Yılın Kitabı" seçildi. 2000'de ise "Dünya Kitap Eki"nin oluşturduğu bir yargıcılar kurulu Nâzım Hikmet adlı yapıtını "Yılın Telif Kitabı" olarak değerlendirdi.

ESERLERİ
Anlatı: Aşk ve Sümüklüböcek (1946, öyküler, Tuna Baltacıoğlu ile); Yaşadığımız (1951, yeni yazımı 1998, roman); Bir Ayrılışın Öyküsü (1998, öyküler). Anı: Gölgede Kalan Yıllar (1997); Tribünden Palavra Anılar (1999). Deneme: Düşünceye Saygı (1960, genişletilmiş 2. basım 1994); Çağını Görebilmek (1982); Unutulmuş Yazılar (1986); Çağdaşımız Makyavel (1992); Eleştiri Sorumluluğu (1994); İki Yönlü Yozlaşma (1995); Konuşan Toplum (1996); Dağlarda Yüreğim (1996); Özgünlük Avı (1996); Sömürüsüz Bir Dünya (1998); Çoğunluğun Gücü (1998); Duyumsanmayan Karanlık (1998); Biçemden Biçeme (1999); Yaşlı Bir Şaire Mektuplar (1999); Aykırılıklar (2000). Konularına göre derlenen denemeler: Demokrasi Kültürü (2000); Din ile Felsefe (2000); İkinci Yeni Tartışması (2000); Kültür Alışverişi (2000); Orhan Veli (2000); Nâzım Hikmet Üstüne Yazılar (2001). Özgün yapıt: Aydınlar Sözlüğü (2001). Yaşamöyküsü: Nâzım Hikmet (2000). Yaşamı, sanatı, yapıtları dizisi: Yunus Emre (1976); Şinasi (1977); Pir Sultan (1977); Karacaoğlan (1977); Ahmet Haşim (1977); Tevfik Fikret (1979); Namık Kemal (1999). Antoloji: Türk Edebiyatı (yıllıklar, 1963'ten 1972'ye on cilt); İlkokul Çocukları İçin Şiirler (1968); Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (1985, genişletilmiş basımı 1999); Dünya Yazınından Çeviri Şiirler (1992); Dünya Yazınından Seçilmiş Kısa Oyunlar I-II (1993); Dünya Yazınından Seçilmiş Kısa Öyküler (1993); Türk Yazınından Seçilmiş Çocuklar İçin Şiirler (1993); Türk Yazınından Seçilmiş Denemeler (1993); Türk Yazınından Seçilmiş Eleştiri Yazıları (1993). Seçme Şiirleri: Nâzım Hikmet (1997); Orhan Veli (1997); Oktay Rifat (1997); Cahit Külebi (1997); Edip Cansever (1997); Sabri Altınel (1997); Cahit Irgat (1998). Tiyatro: Tiyatro Tarihi (1961); Her Yer Tiyatrodur (1997). Spor: Voleybol (1983, Mehmet Bengü adıyla).

HAKKINDA YAZILANLAR

Memet fuat öldü
19 Aralık 2002

Türk edebiyatı ve Türk voleybolunun önemli isimlerinden Mehmet Fuat Bengü, akciğer yetmezliği nedeniyle İstanbul`da vefat etti.

Yabancı ülkelerde filmler çekmiş ilk Türk film rejisörü Vedat Örfi ve Piraye Hanım`ın(daha sonra Nazım Hikmet'in eşi) çocuğu olan Memet Fuat Bengü, 1926 yılında İstanbul`da doğdu. 1946`da Haydarpaşa Lisesi`ni, 1951`de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü`nü bitiren Memet Fuat Bengü, öğretmenlik, çevirmenlik, muhabirlik, inşaatlarda mimar yardımcılığı gibi işlerde çalıştı.

Bengü, 1960`da De Yayınevi`ni kurdu, 1964-75 arasında Yeni Dergi`yi çıkardı. Bengü, bir önceki yılda çıkmış yazı, öykü ve şiirlerden yaptığı seçmelerle Türk Edebiyatı adlı yıllıklar düzenledi (1963-72). Türk edebiyatının önemli isimlerinden Mehmet Fuat`ın eserlerinden bazıları şöyle: Tiyatro Tarihi (1961), Türk Edebiyatı (1963-72, yıllıklar, 10 kitap), Çağını Görebilmek (1982, denemeler), Voleybol (1983; Mehmet Bengü adıyla), Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (1985), Sömürüsüz Bir Dünya (1998, deneme), Biçemden Biçeme (1998, deneme), Çoğunluğun Gücü (1998, deneme), Duyumsanmayan Karanlık (1998, deneme), Yaşlı Bir Şaire Mektuplar (1999, deneme), Tribünden Palavra Anılar (1999), Namık Kemal (1999), Aykırılıklar (2000), Nazım Hikmet (2000, İnceleme), Aydınlar Sözlüğü (2001, inceleme)
 
İhsan Cavcav ( 04.10.1935)
Gençlerbirliği Başkanı
4 Ekim 1935'de Ankara'da doğmuştur. Uzun yıllardan beri işadamı olarak Ankara Un Sanayi ile uğraşmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Gençliğinde futbol oynamıştır. 22 yıldır sürekli Gençlerbirliği Spor Kulübü başkanlığını yapmaktadır. Halen Türkiye 1. Futbol Ligi Kulüpler Birliği başkanıdır. Ayrıca Ankara Sanayi Odası Meclis üyesidir. Çeşitli sosyal ve kültürel derneklerinde üyesidir.
 
Ramazan Paliani
GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM

57 kiloda Dünya Şampiyonu oldu
Hürriyet 10 Haziran 2001

11. Dünya Büyükler Boks Şampiyonası'nda, 57 kiloda Türk boksörü Ramazan Paliani, Dünya Şampiyonu olarak altın madalya kazandı.

Kuzey İrlanda'nın başkenti Belfast'ta düzenlenen şampiyonanın 8. ve son gününde, 6 sıklette final müsabakaları gerçekleştirildi.

57 kilonun finalinde, kariyerinde 3 Avrupa şampiyonluğu bulunan Ramazan Paliani, Kazak rakibi Galip Jafarov ile karşılaştı.

Müsabakaya hızlı başlayan ve ilk raundu 8-5 önde kapayan Paliani, üstünlüğünü 2. raundda da sürdürdü ve bu raundu da 17-12 önde döndü.

3. raundda müsabakanın kontrolünü tamamıyla eline alan ve yumruklarını sıklaştıran Paliani, zor duruma düşürdüğü ve 1 kez saydırdığı rakibi önünde bu raundun sonuna doğru aradaki sayı farkını 14'e dek çıkardı. Raundun son saniyesinde puan alıcı bir yumruk daha vurup 1 puan daha alan Paliani, 3. raundun bitiminde 29-14'lük skorla farkı 15'e çıkardı ve ringden teknik üstünlükle galipve Dünya Şampiyonu olarak ayrıldı.

Paliani'ye altın madalyasını, müsabakadan sonra Boks Federasyonu Başkanı Caner Doğaneli taktı.

Paliani böylece, boksta Türkiye'ye 1999'da ABD'nin Houston kentinde artı 91 kiloda Sinan Şamil Sam'ın kazandırdığından sonra tarihteki 2. dünya şampiyonluğu altın madalyasını getirmiş oldu.

Türkiye, şampiyonayı da 1 altın, 1 gümüş (54 kiloda Agasi Agagüloğlu) ve 1 bronz madalyayla (71 kiloda Bülent Ulusoy) ve tarihinin en başarılı sonucunu alarak kapadı.
xxx
 
Taner Sağır
GÜNDEM

Bebek yüzlü Herkül
İlyas Namoğlu Hürriyet 20.08.2004

Halterde pırıl pırıl bir Türk genci Taner Sağır�ın, Olimpiyat Şampiyonluğu�yla sevindik. 19 yaşındaki sporcumuz, toplamda 375 kilo ile şampiyonluk kürsüsüne çıktı. Türkiye�nin oyunlar tarihinde halterde ilk kez 3 altın madalya kazanmasını sağlayan Sağır, aynı zamanda 5 dünya gençler, 4 de olimpiyat rekoru kırdı.

HALTERDE sıkıntılı başlayan günü Taner Sağır kurtardı. 77 kilo sporcumuz, Atina Olimpiyat Oyunları�nda, koparmada 172.5, silkmede 202.5 kilo kaldırarak, toplamda 375 kilo ile altın madalya kazanırken, aynı zamanda 5 dünya gençler, 4 de olimpiyat rekoru kırdı. Bu sıkletteki diğer sporcumuz Reyhan Arabacıoğlu ise koparmada 165, silkmede de 195 kilo kaldırarak, toplamda 360 kiloya ulaştı ve dördüncülüğü elde etti.

Yakışıklılığıyla, oyunları izleyen genç kızların sevgilisi haline gelen 19 yaşındaki Taner Sağır, Nikaia Spor Salonu�ndaki müsabakada koparmaya 165 kilo ile başladı. Bu kiloda ilk hakkında başarılı olan Sağır, ikinci denemesinde 170, üçüncü hakkında da 172.5 kilo kaldırarak ikinci sıraya yerleşti.

Silkmede ilk hakkında 200 kilo yapan sporcumuz, ikinci hakkında 202.5 kilo kaldırınca altın madalyayı garantiledi ve üçüncü hakkına çıkmadı. Taner Sağır�ın ardından, koparmada 172.5, silkmede de 200 kilo kaldıran Kazak Sergei Filimonov toplamda 372.5 kilo ile gümüş, Rus Oleg Perepitchenov, koparmada 170, silkmede de 195 kilo ile toplamda 365 kg ulaşıp bronz madalya aldı. Türkiye böylece, oyunlar tarihinde ilk kez halterde 3 altın madalya elde etti.

Şaşkınım, çok hızlı oldu

OLİMPİYAT şampiyonu olan en genç Türk halterci unvanını alan Taner Sağır, daha ikinci müsabakasında olimpiyat şampiyonluğuna ulaştığını ifade ederek, ��Şaşkınım, çok hızlı oldu. Haltere neden başladığımı hatırlamıyorum. Sadece arkadaşlarımın fazlasıyla ısrarcı olduğunu biliyorum. Burada olmamın nedeni Naim ve Halil Ağabeylerimin rekorunu kırmaktır� dedi.
 
Astik Efendi ( 1858) Bestekar. 1858’de İstanbul Ortaköy’de dünyaya geldi. Müzikle küçük yaşlarda ilgilendi. Dayısı Mofses Papazyan ve Aris Ohannesyan Efendi’den ders alan Astik Efendi, zamanının en iyi nota yazan bestekarlarındandı.

Kaynak:Ermeni Portreleri Hüdavendigar Onur Burak Yayınları İstanbul 2000
 
Geri
Üst