Ülkeler Tarihi

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan styla45
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
İNGİLTERE


İngiltere tarihi, 5. yüzyılda Britanya Adasına Anglosaksonların ayak basmasıyla başlar. Anglosaksonlar kendi adını verdikleri adaya yerleşip, 6 ve 7. yüzyıllarda birbirine rakip küçük krallıklar kurdular. Sekizinci yüzyılda Roma ve İrlanda'nın etkisiyle Hıristiyanlığı kabul eden Anglosaksonlar, Avrupa'yı da etkileyen bir medeniyet meydana getirdiler. 795'te başlayan İskandinav istilası 11. yüzyılın başına kadar birkaç defa tekrarlandı. Daha sonra Danimarkalı Büyük Knud, adayı tamamen fethetti.

Anglosakson Hanedanından Edward (1042-1066) birliği tekrar kurdu. Bunun ölümü üzerine tahta geçen Harold'u tanımayan NormandiyaDükü William, taht üzerinde hak iddia etti. Normandiya kralları ve özellikle ilk Anjou'lu hükümdarlar Fransa'da geniş ve zengin toprakları olduğundan, Fransa'daki Capet Sülalesine bağımlıydılar. Küçük İngiltere Krallığı bir süre Avrupa'da Somme Vadisinden Pirene Dağlarına kadar uzanan büyük bir mülkün bir uzantısı gibi yaşadı. Avrupa ile ilişkiler İngiltere Krallığı ile Fransa Krallığını sonu gelmez savaşlara sürükledi. Bunların başlıcası 1337-1453 seneleri arasında süren Yüzyıl Savaşlarıdır.

Üçüncü Henry, Galler ülkesinde uç beyliklerinin gelişmesini destekledi ve 1170 yılında İrlanda'da "Pale" sömürgeleri kuruldu. Birinci Edward, Galler ülkesini fethetti. Etkisini İskoçya'ya kabul ettirmeyi denedi. Daha sonra 14 ve 15. yüzyıllarda İngiltere Krallığı birtakım sosyal, dini, siyasi karışıklıklara sahne oldu. Monarşi otoritesini parlamento aracılığıyla millete kabul ettiren Yedinci Henry ve Sekizinci Henry (1458-1541) düzen ve birliği sağlamlaştırdılar.

Birinci Elizabeth'in uzun ve başarılı saltanatında İskoçya'da İngiliz etkisinde farklılık görülmeye başlandı. İngiltere Tudorlarıyla, İskoçya Stuartları arasındaki evlenmeler, iki geleneksel düşmanı birbirine yaklaştırdı. Daha sonra İskoçya Kralı Birinci James İngiltere kralı oldu. 1707 yılında iki krallığı birleştiren bir antlaşma imzalandı. Bu tarihten sonra Büyük Britanya tarihi başlar.

On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda Britanya büyük bir sanayi devleti olarak ortaya çıktı. Bunun yanında çeşitli yerlerde kurdukları sömürge devletleri ülke ekonomisinin gelişmesinde çok faydalı oluyordu. On dokuzuncu yüzyılın başlarında Avustralya, Kanada, Hindistan,Afrika'da bazı devletler, Karayib Adaları ve Hong Kong gibi dünyanın büyük bir kısmına yayılan dev bir sömürge imparatorluğu vardı. Bu sömürgelerin bir kısmı 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında ayaklanmalarla yavaş yavaş bağımsızlığını ilan ettiler.

Yirminci yüzyılın başlarında çıkan Birinci Dünya Savaşına giren İngiltere, savaşın sonunda imparatorluğun en geniş sınırlarına ulaştı. 1929-1930 dünya ekonomik buhranı büyük ölçüde İngiltere'yi de etkisi altına aldı. 1922 yılında bir ayaklanmayla İrlanda, Birleşik Krallıktan ayrıldı ve 1949'da İrlanda Cumhuriyeti kuruldu. İrlanda Adasının kuzeydoğusunda kalan kısmı Birleşik Krallığa kaldı.

İkinci Dünya Savaşına katılan İngiltere galip bir devlet olarak savaştan çıktıysa da, süper devlet olma niteliğini kaybetmeye başladı. İngiltere'de İkinci Dünya Savaşından sonra günümüze kadar pek çok hükümet değişikliği oldu. Muhafazakar ile işçi partileri arasında iktidar el değiştirmektedir. Britanya, Birleşmiş Milletlerin, NATO'nun ve AET'nin aktif bir üyesidir.
 
İRAN


M.Ö. 3000 yıllarından beri İran biliniyordu. Bilinen en eski imparatorluk Elamlıların M.Ö. 1100-600 yıllarında kurdukları imparatorluktur. Elamlıların yerine Medlerin kurmuş oldukları imparatorluğu Persli Keyhüsrev M.Ö. 550 yılında yıkmış ve Anadolu�nun büyük bir bölümü dahil olmak üzere egemenliği altına almıştır. İskender komutasındaki Yunanlılar M.Ö. 330 yıllarında bütün İran topraklarını ele geçirdiler. Bundan sonra İran topraklarında Parthların ve Sasanilerin egemenliği devam etmiştir.

Sasanilerin çöküşü İslam ordularının İran�ı ele geçirmeleriyle olmuştur. Hazret-i Ömer devrinde İran üzerine birçok seferler düzenlenmiştir. Akın akın İran içlerine giren İslam orduları, Âzerbaycan, Taberistan, Cürcan, Rey, Kumis, Karvin, Zencan, Hemedan, İsfahan ve Horasan�ı fethettiler. Hazret-i Ömer�in ölümünden sonra İran�da bazı karışıklıklar meydana geldi. Hazret-i Osman bunun üzerine askeri birlik göndererek isyanları bastırdı ve elebaşılarını cezalandırdı. Böylelikle İslam hakimiyeti, İran�da devamlı sağlanmış oldu.

Hicri sesekizinci asrın başında Safiyyüddin Erdebili hazretlerinin soyundan gelenler İran�da Sünni bir tarikat kurdular. Onun adına nisbetle bu tarikata Safeviyye adı verildi. Osmanlı sultanları, İslamiyete hizmet eden bu tarikat mensuplarına pek çok ihsanlarda bulundular. Ancak Hoca Ali�den itibaren bu yolun mensupları arasında Eshab-ı kiram düşmanlığı yayılmaya başladı.

Daha sonra tarikatın başına geçen Şeyh İbrahim, aşırı Şii görüşlerini benimsedi. Bundan sonra tarikatin başına Şeyh Haydar geçti. Şeyh Haydar�ın ölümünden sonra oğlu Şah İsmail taç giydi. Şah İsmail, velinimeti olan Akkoyunlular Devletini yıkarak, İran�da Safevi Hanedanını kurdu. Bunun zamanında Şiilik, devletin resmi dini oldu. Bu dönemde sülalenin en büyük meselelerini Osmanlılarla savaşmak teşkil etti.

1514 yılında Çaldıran�da Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail�i ağır bir hezimete uğrattı ve Tebrizi fethetti. Şah İsmail�in ölümünden sonra tahta geçen oğlu Tahmasb zamanında İran bütünüyle Osmanlıların eline geçti.

Safevi Sülalesinin çöküşü Şah İkinciAbbas�ın hükümdar olduğu döneme rastlar. Yıkılışın ilk belirtisi Kandehar�daki Afganlı Mir Veys�in 1709 yılında isyan ederek başarı sağlaması oldu. Bundan sonra Afganlılar sık sık İran üzerine askeri seferler düzenlediler. Fakat hiçbir zaman İran�a tamamen sahip olamadılar. 1729�da Safeviler yeniden yönetimi ele geçirdiler. Fakat bu sefer de Rus Çarı Deli Petro öteden beri gerekli ticaret yollarını açabilmek için İran�a göz dikmiş durumdaydı.

Osmanlılar da İran�ın Rusların eline geçmemesi için İran üzerine bir sefer düzenledi. Osmanlılarla Ruslar arasında bir savaş tehlikesi belirdi, ama sanıldığı gibi olmayarak iki devlet anlaşarak, İran�ı aralarında pay ettiler. Bu anlaşma uzun sürmedi. Tahmasb kuzeydoğu İran�da bir ordu toplamaya çalışıyordu. Çar Petro, tahtın Safevi Sülalesine geçmesini uygun karşılayacağını açıklamıştı. Ama bütün bunlar Safevi Sülalesinin tahtı ele geçirmesine yetmedi.

Nadir Şah ile birlikte İran üzerinde Afşar soyunun egemenliği başlamaktadır. Ancak bu da uzun sürmedi. Nadir Şah�ın öldürülmesinden sonra bir iktidar boşluğu meydana gelmiş ve bundan sonra üç ayrı rakip taht için ortaya çıkmıştır. Bunlar: Zendler, Afganlılar ve Kaçarlardır. Bunlardan Zendlerin yönetimi 40 seneye varmayacak derecede kısa bir zaman diliminde oldu. Bundan sonra ülke yönetimi 1925 yılına kadar Kaçarların elinde kaldı.

1925-1979 yılları arasındaki dönem ise Pehlevi sülalesinin İran tahtında bulunduğu dönemdir. Pehlevi sülalesinin İran tahtında bulunduğu süre içinde geçen en buhranlı dönem İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. 1938 yıllarından sonra İran�da Alman tesiri şiddetli bir şekilde kendisini hissettirmeye başlamış, bunun neticesinde İran�da pek çok Nazi-Almanyasının teknisyenlerinin bulunması, başta İngiltere olmak üzere müttefik devletleri tedirgin etmiştir.

Bununla başlayan gerginlik, 1952 senesinde İran�ın İngiltere ile diplomatik ilişkilerini kesmesine kadar ilerledi. İran başbakanlarından Musaddık�ın yönetimin başında bulunduğu dönemlerde İran Komünist Partisi olan Tudeh�e büyük tavizler vermesi ve bunları batıya karşı koz olarak kullanmaya çalışması, memlekette huzursuzluklar meydana gelmesine sebep oldu. Bunun üzerine Şah, Musaddık�ı başbakanlıktan azlederek yerine General Zahid�i tayin etti.

1963 yılında Şah �Beyaz Devrim� adı altında ülkede büyük çapta ekonomik ve sosyal reformlar yapmıştır. Her geçen gün artan petrol gelirleri ve özellikle ülke savunması için yapılan büyük harcamalar, İran�ı Ortadoğu�da özellikle askeri bakımdan söz sahibi ülkeler arasına getirmeye başlamıştı. Bu zamanda Fransa�da sürgünde bulunan İranlı Şii lider Humeyni, ülkede Şii inancının hakimiyetinden istifade ederek, çoğunlukta olan Şiileri etrafında topladı.

İçten ve dıştan yapılan pek çok mücadeleler neticesinde Humeyni İran�a hakim oldu. Şah ailesi İran�ı terketti ve memleket Şii inancı ile idare edilmeye başlandı. 1979 yılında İran İslam Cumhuriyeti adını alan ülkede binlerce Şii inancında olmayan İranlı, devlet aleyhtarlığı ile suçlanarak sorgusuz sualsiz kurşuna dizildi.

Humeyni idaresindeki İran, Irak ile 22 Eylül 1980�de harbe başlamış ve bu harpte yüzbinlerce İranlı ölmüştür. 20 Ağustos 1988�de Ateşkes ilanı ile savaş durdu. Âyetullah Humeyni�nin 1989�da ölmesi üzerine aynı yılın Ağustos ayında yerine cumhurbaşkanı Ali Hameney, Hameney�in yerine de meclis başkanı Haşimi Rafsancani Cumhurbaşkanı seçildi.

Saddam Hüseyin�in Kuveyt�i işgal etmesi üzerine, İran�ın barış şartlarını eksiksiz kabul ettiğini açıkladı. Böylece l980�da başlayan savaş 1990�da barış anlaşması ile neticelendi ve iki ülke arasında diplomatik ilişki yeniden kuruldu
 
İRLANDA


İrlanda'nın ilk yerlileri M.Ö. 6000 yılında Avrupa'dan geldiler. Daha sonra Keltler M.Ö. 400 yılında Gaal'dan gelerek Gal uygarlığını kurdular. St. Patrick 432'de İrlanda'ya Hıristiyanlığı getirdi ve halk yeni dini kabul etti. M.S. 975'ten 1041'e kadar ada Vikinglerin saldırılarına maruz kaldı. 1170 yılında Norm'lar İrlanda'ya geldiler ve 14. yüzyılda ülkenin büyük bir bölümüne hakim olup, Dublin'i kendilerine başşehir yaptılar.

1534 yılında Sekizinci Henry, İngiltere'nin hakimiyetini yeniden kurmak için harekete geçti. Başlangıçta barışçı yollardan yaklaştı ise de, başarılı olamayınca adaya saldırdı. Ayaklanma ve direnmeler çoğalınca daha şiddetli tedbirlere başvurdu. İrlandalılar İngiliz yönetimi karşısında pek çok ayaklanma düzenlediler, fakat başarılı olamadılar. 1801'de İrlanda İngiltere'ye katıldı. İrlanda 1848-1849 yıllarında büyük kıtlığa sahne oldu. Bu sebepten büyük göçler başladı, nüfus 8 milyondan 6,5 milyona indi.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ülkede hakim siyasi kuvvet olarak Katolik bir orta sınıf belirdi ve İrlanda'nın bağımsızlık mücadelesini devam ettirdi. Yirminci yüzyıl başlarında Sinn Fein (Yalnız Kendimiz) adıyla Cumhuriyet kurulmasını hedef tutan bir siyasi hareket gelişmeye başladı.

Union devrinin son safhası 1916 da Dublin'de meydana gelen siyasi ayaklanmalarla başladı. Sinn Feinciler Eamon de Valera'nın liderliğinde 1918 parlamento seçimlerini oy çoğunluğuyla kazandılar ama, milletvekilleri Londra'daki Parlamentoya gitmeyerek, toplantılara katılmayı reddettiler. Kendini İrlanda Meclis üyeleri sayarak ihtilalci bir cumhuriyet hükümeti kurdular.

1920'de İngiliz Parlamentosunun çıkardığı İrlanda Hükümeti Kanunu ile biri Belfast'ta diğeri Dublin'de olmak üzere iki İrlanda Parlamentosu meydana getirildi. 1921'de İrlanda-İngiltere Antlaşması ile sonradan İrlanda Cumhuriyeti diye anılacak olan Serbest İrlanda Devletini, İngiliz Milletler Topluluğu içinde yer alan bağımsız bir dominyon olarak tanıdı. Günümüzde karışıklıklar zaman zaman devam etmektedir
 
İSPANYA


M.Ö. 1100 yıllarında Fenikeliler, İspanya topraklarında ilk yerleşme merkezleri kurmaya başladılar. Onları Keltler ve Yunanlılar takip etti. Daha sonra Kartacalıların egemenliğine girdi. M.Ö. 202 yılında Romalılar Kartacalıları İberik Yarımadasından attılar. Roma İmparatorluğu bu tarihten itibaren İspanya'da birliği sağladı ve zamanla Hıristiyanlığı buraya yerleştirdi.

M.S. 5. yüzyılda İspanya, Germen kabilelerinin saldırılarına hedef oldu. Sırayla Alanlar, Suevler ve Vandalların ardından Vizigotlar İspanya'ya hakim oldu. Vizigotların hakimiyeti uzun sürdü ve Hıristiyanlığı kabul eden Vizigotlar, İspanya'ya Hıristiyanlığın yerleşmesini sağladı.

711'de Afrika'dan Gelen Müslümanlar, 8. asırdan 10. asra kadar kuzeydeki birkaç bölge dışında İspanya'ya hakim oldular ve burada Endülüs medeniyetini kurdular. İlmin merkezi olan üniversiteler açarak, İslam medeniyetini buraya yerleştirdiler. Endülüs Emeviler Devletinde İmam-ı Kurtubi, Şatibi, İbn-i Hazm, Nurettin Batruci gibi birçok alim yetişti ve buradaki üniversitelerde hocalık yaptılar.

Papa ve Krallar dahil birçok Avrupalı bu üniversitelerde ilim tahsil etmişlerdir. Bugünkü birçok müsbet ilimleri batılılar bu üniversitelerden öğrendiler. On birinci yüzyılda bu ülkenin iç karışıklıklarından faydalanan Hıristiyanlar kuzeyden başlayarak yarımadayı tekrar ele geçirmeye başladılar. 1276 yılında Müslümanların elinde yalnızca güneydeki Grenada kalmıştı. 1469'da Aragon ve Castilla Krallıkları tek bir krallık altında birleşerek güçlü bir devlet kurdular.

1492'de Müslümanların son kalesi Grenada Krallığı yıkıldı. Aynı yıl Kristof Kolomb İspanyol hükümdarının maddi yardımıyla Amerika'ya varan ünlü gezisine çıktı. Bu yolculuk, İspanya'nın dünyanın en büyük sömürge İmparatorluklarından birini kurmasına yol açtı. 1588 yılında İspanyol donanmasının İngiliz donanmasına yenilmesini takip eden taht ve din kavgaları sonunda İspanya zayıflayarak çökmeye başladı. 1640'ta Portekizi, 1714'te ise Avrupa'daki bazı topraklarını ve Cebelitarık'ı kaybetti. On dokuzuncu yüzyılın başlarında İspanyolların Amerika'daki bütün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazandılar.

Birinci Dünya Savaşında İspanya tarafsız kaldı, fakat savaştan büyük ölçüde etkilendi. General Primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede diktatörlük kurdu. 1930 yılında iktidardan düştü. Bir yıl sonra yapılan seçimleri Cumhuriyetcilerin kazanması sonucu Kral On sekizinci Alfanso ülkeyi terk etti. 1936'da yapılan seçimlerde solcuların başarılı olması üzerine ülkede iç savaş başgösterdi.

1939'da iç savaşın sona ermesiyle Franco Devlet Başkanı oldu. İkinci Dünya Savaşına de katılmayan İspanya'da ordunun desteğiyle Franco savaştan sonra da yerini korudu. 1969 yılında Franco'nun ölmesiyle yerine Don Juon Carlos geçti. 1976'da Başbakan Navarro'nun istifası ile Carlos kral oldu ve Abolfo Sourez'i başbakanlığa atadı.

15 Haziran 1977'de 41 yıl sonra ilk defa genel seçimler yapıldı. Sourez'in başkanı olduğu Demokratik Merkez Birliği çoğunluğu elde etti. 1981'de sağcı Albay Tejero Cortes'in meclisi basarak yaptığı darbe girişimi sonuçsuz kaldı. 1982 seçimlerini ise Sosyalist Parti büyük çoğunluğu elde ederek kazandı ve 46 yıl sonra İspanya'da yeniden bir sol iktidarın doğmasını sağladı. Halen (1993) iktidarda sosyalist parti bulunmaktadır.
 
İSRAİL


İsrail'in tarihi çok eskilere dayanır. Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman zamanlarında doğru yolda olan ve peygamberlere inanan Yahudiler devlet kurmuşlardı. Fakat daha sonra hak yoldan ayrıldılar. Allahü teala onlara İsa Peygamber'i gönderdi. Yahudiler Hazret-i İsa'ya inanmadılar ve çok eziyet ettiler. Öldürülmesi için çeşitli yollara başvurdular.

Nihayet havarilerden Yuda, Hazret-i İsa'nın yerini öğrenip Romalılara ihbar etti. Allahü teala tarafından Hazret-i İsa'nın göğe çıkarılmasından sonra Romalılar Kudüs üzerine hücum ederek Yahudileri dağıttılar. Bir kısmını esir edip, bir kısmını da öldürdüler. Kudüs'ü yağma ve tahrip ettiler. Bu suretle dağılan Yahudiler bir yerde toplanıp bir daha devlet kuramadılar. Her yerde hor ve zelil oldular, perişan bir halde yaşadılar.

Bu durumda yaşayan Yahudiler 19. asrın sonlarına doğru devlet kurma çalışmalarına başladılar. Arz-ı mev'ut (vadedilmiş topraklar) üzerine devlet kurma çalışmaları ilk önce İngiltere'de görülür. 1848'de İngiliz hükumeti bir tamimle Filistin'deki konsoloslarını, Yahudileri himayeye memur etti.

1870'te Yahudi faaliyetlerinin merkezi İngiltere'den Rusya'ya geçti. Siyonist hareketlerin başına geçen Theodor Herzl, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması için birçok çalışmalarda bulundu. Bunun gayesi bir Yahudi şirketi kurup, vadedilmiş topraklar üzerine müstakil ve üç dört milyon Yahudiye yetecek genişlikte toprak satın almaktı. Herzl, İngiltere gibi güçlü bir devleti arkasına alarak, gayesine ulaşma çabasındaydı.

Herzl, Yahudi devletinin ancak, kutsal topraklar üzerinde kurulmasını istediğinden, 1870 yılından itibaren Filistin toprakları üzerinde tarımsal yerleşme merkezleri teşkil etmeye başladılar. 1870-1896 yılları arasında Filistin'de on yedi tarım kolonisi kuruldu. Herzl, devrin Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamid Han ile görüşerek, ondan Filistin'de bir Aristokratik Cumhuriyet kurmak için izin istedi ve bazı tekliflerde bulundu. Bu teklifler ise şunlardı:

1. Yahudiler, Osmanlılara bir harp üssü inşa edecekler.
2. Osmanlı Devletine büyük mali yardımda bulunacaklar.
3. Sultanın siyasetini Avrupa'da destekleyecekler.
4. Filistin'de kuracakları büyük üniversitede aynı zamanda Türk öğrencileri de okuyacak. Tahsil için Avrupa'ya gitmeye lüzum kalmayacaktı.

İkinci Abdülhamid Han, devletin mali durumunun kötü olmasına rağmen bu teklifleri kabul etmedi ve tarih sayfalarına altın harflerle yazılması gereken şu cevabı verdi: "Newlinsky Efendi! Eğer Mr. Herzl, senin, benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu Devleti kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne'de şehid düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanlarında kalmışlardır. Türk Devleti bana ait değildir. Türk milletinindir ve ben onun hiçbir parçasını veremem."

Bu cevaba karşılık Herzl, gene Sultana birçok mektuplar yazmıştır. Fakat Sultan Herzl'in talep ve israrlarını kabul etmemiş, hatta kat'i bir lisanla haberleşmeyi kesmiştir. 1908 Meşrutiyetinden sonra İttihat ve Terakki Partisine Yahudiler geniş bir şekilde nüfuz ettiler. 1909'da bu parti tarafından kurulan hükumette üç Yahudi nazır (bakan) bulunuyordu. 1914'te çıkartılan bir kanunla ekalliyet zümreleri toprak satın alabilecekti. Bu kanuna dayanarak; Yahudiler Filistin'de geniş araziler satın alıp, üzerlerine tapuladılar. Hatta Yahudi nazırlarının tesirleriyle Sultan İkinci Abdülhamid'in Filistin'deki şahsına ait münbit araziler Yahudilere satıldı.

Birinci Dünya Savaşı Yahudilerin işine çok yaradı. İngiliz ve Fransızlar gizli bir anlaşma yaparak, Yahudilere teminat verdiler. Osmanlı Devleti elbirliğiyle yıkılacak ve Filistin'de bir Yahudi Dev leti kurulacaktı. Bu vaadi alan Yahudiler, Filistin'de Türkler aleyhine büyük bir casusluk faaliyetine giriştiler.

Birinci Dünya Savaşı sonunda, Ortadoğu'da İngiltere'ye dost bir devlet kalmamıştı. İngiliz menfaatleri, bu bölgede bir dost devletin bulunmasını icap ettiriyordu. Filistin'de kurulacak bir Yahudi devleti bu boşluğu doldurabilecekti. Bundan dolayı 2 Kasım 1917'de İngiltere meşhur Belfor vaadini açıkladı. Birleşmiş Milletler Cemiyeti de 1920 yılında, Filistin üzerinde İngiliz mandasını tanıdı. Bundan sonra kurulan bir Yahudi bürosu İngiltere nezdinde Yahudi haklarını temsil etmeye başladı. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın kabul etmediği şartlar arasında bulunan bir üniversite 1925 yılında Skopus Dağında kurulmaya başlandı.

İngiltere'nin Belfor planını tatbike başlaması ile Araplar, sömürgecilerin Filistin topraklarını çalıp siyonistlere teslim ettiklerini anladılar ve bunu müthiş şekilde protesto ettiler. 1929'da Kudüslü Araplar ile Yahudiler arasında on beş gün süren kanlı çarpışmalar oldu.

Bundan sonraki yıllarda Nazi Almanya'sının Yahudilere karşı soykırımına girişmeye başlamasıyla Filistin'e büyük bir Yahudi göçü başladı. Filistin'deki Araplar bu göçe karşı koyduklarından İngiltere, Yahudi göçlerinin durdurulmasına karar verdi. Bunun üzerine Sion'a bağlı Askeri Yahudi Teşkilatı Hagahan, Filistin'e göç konusunda İngiltere'nin aldığı bu kısıtlayıcı kararı protesto amacıyla silahlı terör eylemlerine girişti. Filistin'e de gizli Yahudi göçleri düzenlemeye başladı.

İkinci Dünya Savaşınin müttefiklerin galibiyetiyle bitmesinden sonra, Filistin meselesi son safhasına ulaşmıştı. İngiltere daha sonra Amerika'nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere götürüp, meselenin çözülmesini istedi. Birleşmiş Milletler 1947 Kasımında Filistin'in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Kudüs şehrine ise Birleşmiş Milletler denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Bu çözüm Arapları tatmin etmedi. Filistin iç savaşı başladı. 1948 yılı 14 Mayısında İngiliz mandasının sona ermesi üzerine David Ben Gurion, bağımsız İsrail Devletinin kurulduğunu açıkladı.

İsrail Devleti kurulur kurulmaz; Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrail üzerine saldırıya başladılar. Böylece Birinci Arap-İsrail savaşı başlamıştı. Bu savaş bir yıl kadar sürdü. İsrail'in yetmiş beş bin kişilik bir ordusu olmasına rağmen beş Arap devletini yendi. Birleşmiş Milletlerin çabasıyla yapılan anlaşma sonunda, İsrail toprakları çok genişlemişti.

Araplarla İsrail arasındaki gerginlik 1964 yılında tekrar yoğunlaştı. Bu yılda bir Filistin Kurtuluş Teşkilatı ve bu teşkilata bağlı bir ordu kuruldu. Teşkilat gerilla faaliyetlerine başladı. 1967 Nisanında Suriye ve İsrail arasında sınır bölgesinde sabotaj hareketlerinin artması ve Birleşmiş Milletler askerlerinin denetimlerinde bulunan Sina Yarımadasını terk etmeleri ve burada üslenen Mısır birliklerinin Şarmel Şeyhi işgal etmeleri üzerine 5 Haziran 1967'de savaş başladı. Çok kısa süren savaş, Arap ülkelerinin mağlubiyeti ile sonuçlandı.

İsrail Kudüs'ün tamamını, Sina Yarımadasının ve Suriye'nin güneybatı kesimini ele geçirdi. Çatışmalar sürekli devam etti. Ekim 1973'te Mısır birlikleri Süveyş Kanalındaki İsrail birliklerine sürpriz bir saldırı düzenleyerek yendi. Bu başarı, askeri dengenin Arap ülkeleri lehine değiştiğinin bir işareti olarak yorumlandı.

1978 ve 1979 yılları arasında ABD'nin öncülüğüyle önemli bir derecede uzlaşma sağlandı. Bu uzlaşma, Arap ülkelerinin büyük tepkilerine sebep oldu. Bu gün ise genelde, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki gerginlik hala devam etmektedir. 6 Aralık 1987'den bu yana hergün Filistinliler işgalci İsrail askerlerine karşı taş ve sopalarla mücadele vermekte ve işgale direnmektedirler.

1991'de meydana gelen Körfez Savaşı sırasında Irak, İsrail'e çeşitli zamanlarda füze saldırısında bulundu ise de İsrail buna cevap vermedi. Bu savaş İsrail'in Ortadoğu'da ABD'nin liderliğinde meydana gelen yeni düzende kilit bir rol üstlendi. Rusya Federasyonu bu yeni durum üzerine 24 yıl sonra İsrail'le yeniden diplomatik ilişki kurdu. İsrail 1992'de 400 kadar Müslüman Filistinliyi sınırdışı etmesi üzerine ABD-İsrail ilişkileri bozuldu. ABD'nin baskısı ile buların bir kısmını geri almaya razı oldu.
 
İSVEÇ


İsveç'e ilk insan yerleşmeleri, eldeki belgelere göre M.Ö. 800 yıllarında İsveç'in güney ucunda görülmüştür. İlk İsveçliler zamanla kuzeye doğru yayılmaya başlamışlardır. Sonraları ticaret yapmak için Akdeniz'e açılmışlar, Romalılarla ticari ilişkiler kurmuşlardır. İsveç'in adı Svear kabilelerinden gelir. Ülkenin başlangıç tarihinde ülkenin güneyinde yerleşmiş olan Gotarlarla Svearlar arasında uzun süreli çatışmalar olmuştur. Svearların Gotarları Brevalla'da yenmesiyle İsveç Krallığı kurulmuştur.

İsveç'e M.S. 4. yüzyıldan başlayarak bazı Germen kabileleri göç etmişlerdir. Dokuzuncu yüzyılda İsveç kralları Normanların Batı Avrupa'ya yaptıkları akınlara katıldılar. Ama asıl gayeleri doğuda bir takım topraklar elde etmekti. Doğuya yönelen İsveçliler Novgorod ve Kiev'i ele geçirerek, buralarda birer prenslik kurdular.

Onuncu ve on birinci yüzyıllarda Norveç ve Danimarka ile aralıklı çatışmalara girdiler. On birinci yüzyılda Hıristiyanlık İsveç'te resmi din olarak kabul edildi. On ikinci yüzyılda kral olan Aziz Erik, Finlandiya'yı topraklarına kattı. On üçüncü yüzyılda ise, dört İskandinav ülkesi (İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya) Kalman Birliği adı ile bir tek otorite altında toplandılar (1397).

Kalman Birliği yaklaşık 125 yıl sürdü. Danimarka ile İsveç arasındaki zıtlaşmalar yoğunlaşınca, İsveç Kralı Gustaf Vafa, Danimarkalıları İsveç'ten kovarak birliğe son verdi. 1523'te İsveç Kralı Gustaf Vafa, İsveç'in bağımsızlığını ilan etti. 1520'lerde başlayan Lutherci Reform hareketleri başarıya ulaşınca, 1529'da Roma ile ilişkileri kesildi. Bunu takip eden 200 yıl içinde İsveç; Danimarka, Polonya ve Rusya'yla Baltık egemenliği için birçok savaşlar yapmıştır.

Kral İkinci Gustaf Danimarka'yla barış imzalamış, Polonya Prusyasını ele geçirmiş, 30 yıl savaşlarına önemli katkıda bulunmuştur. Vestfalya Antlaşması ile (1648) İsveç büyük bir devlet olmuştur. Baltık Denizindeki hakimiyeti, Ruslara Poltava'da İsveç orduları yenilince son bulmuştur (1709). Napolyon'un generallerinden Jean Buptiste Bernadotte 1818 yılında Ondördüncü Karl adıylaİsveç kralı olmuştur.

Bugün İsveç'te hüküm süren kral ailesi bu soydandır. On dördüncü Karl döneminde İsveç ile Norveç birleşmiş bu birleşme 1905 yılında barışcı bir biçimde son bulmuştur. İsveç Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında tarafsız olarak kalmıştır. Günümüzde tarafsız politikasına ters düşeceği için Nato ve AET'ye girmemektedir.
 
İSVİÇRE


Bugün İsviçre denilen Helvetia'da yaşayan Kelt kabilelerin M.Ö. 58 yılında Roma İmparatoru Julius Caesar'a yenilmeleriyle ülke beş asır boyunca Roma İmparatorluğunun bir bölümü sayılmıştır. M.S. 5. yüzyılda Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Burgondlar, Jura'nın Cenevre Gölünün iki yanına yerleştiler. Almanlar ise Ren ile Aşağı Aar havzasına yerleşerek bölgeyi Germenleştirdiler.

Bölge sonra Roma Germen İmparatorluğuna katıldı. On birinci yüzyıldan itibaren feodal devletler kurulmaya başlandı. On üçüncü yüzyılda da Habsburglar Sülalesi orta ve batı İsviçre'ye hakim oldu. 1291'de üç kanton Schwyzuri Nidwalden birleşerek Habsburglara karşı bir savunma ittifakı kurdular. Böylece İsviçre Konfederasyonu (adını birleşen kantonların en büyüğü olan Schwzy'den aldı) doğdu.

Daha sonraki yüzyıllarda İsviçreliler Habsburglara karşı bağımsızlığı savunmak için birçok kere silahla saldırdılar. On dördüncü yüzyılda Luzirn, Zürich, Glaruszug ve Bern ilk kurulan üç kantonla birleştiler. 1481'de birliğe Fribourg, Solothurn, 1501'de Basel, 1513'de Appenzell katıldı. Askeri gücünü geliştiren İsviçre tarafsızlık politikasını benimsedi. Reform sırasında kantonlar arası çatışmada Protestanlar yenildi.

1648'de Vestfalya Antlaşmasıyla İsviçre'nin bağımsızlığı resmen kabul edildi. Napolyon savaşları sırasında Fransızlar ülkeyi işgal etti (1798). Napolyon kantonları birleştirerek bir federasyon haline getirip Helvet Cumhuriyetini kurdu. Napolyon'un yenilmesinden sonra kantonlar birliği bozulmadı.

1815 Viyana Kongresinde İsviçre'nin tarafsızlığı kabul edildi. 1847'de ülkede bir iç savaş patlak verdi. Bazı kantonlar bir konfederasyon kurulmasını istiyordu, bazıları ise değişikliğe gerek görmüyordu. Yapılan savaşlarda konfederasyondan yana olanlar kazanınca, 1848'de İsviçre Konfederasyonu kuruldu.

İsviçre, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında da tarafsızlığını korudu. Herhangi bir bloka bağlanmamıştır. Buna da sebep dünyanın bütün devletlerinin, devlet adamlarının İsviçre bankalarında açmış olduğu sırdaş hesaplar olmuştur. 1978 yılında yapılan bir referandumla yeni bir kanton kurulması için karar alındı ve 1 Ocak 1979'da Jura Kantonu kuruldu.
 
İTALYA


İtalya'nın eski çağlarında yaşayan insanlar hakkında, çok az bilgi vardır. M.Ö. 500'lerde İtalya'da dört belirgin medeniyet mevcuttu. Kuzeyde Keltler, orta bölgede Etrüskler, iç ve dağlık bölgelerde Romalıların da dahil oldukları birçok kabileler, Napoli'den Sicilya'ya kadar olan bölgelerde de Rum azınlıklar vardı. Roma Cumhuriyetinin kuruluş tarihi geleneksel olarak M.Ö. 595 kabul edilmiştir. Bu yıl son Roma kralının sürgün edildiği tarihtir. Daha sonra kabileler arasında sürdürülen çatışmalardan faydalanan Roma, bağımsızlığını garanti altına aldı.

M.Ö. 49'da Sezar Galyalılara tam yurttaşlık hakkı verdi. Roma İmparatorluğu giderek gelişti. Üçüncü yüzyılda bütün yarımadaya hakim oldu. Daha sonra aynı yüzyılda barbarların saldırılarına maruz kalan imparatorluk merkezi, Roma'dan Milano'ya taşındı. Costantinos zamanında ise merkez İstanbul'a alındı.

Galya'yı ve öteki eyaletleri kaybeden Batı Roma İmparatorluğunun elinde yalnız İtalya kaldı. Doğu Roma İmparatoru Zenon, Ostrogotları İtalya'yı yönetmekle görevlendirince, dört yıl süren savaşlar sonunda Ostrogotlar İtalya'ya hakim oldular ve Ostrogot kralı İtalya'nın mutlak kralı oldu. Bu dönemden sonra Papalık iktidarı gelişti. 451 yılında Kuzey İtalya, Avrupa Hunlarının istilasına uğradı. Roma istiladan Papa'nın ricaları üzerine kurtuldu ve 6. yüzyılın sonlarına kadar siyasi hakimiyet Papalığın elinde kaldı.

774 yılında Napoli, Gueta ve Amalfi, Müslümanların akınlarına maruz kaldı. Müslümanlar Sicilya'yı fethetti. Şarlman'ın ölümü üzerine derebeylik ve siyasi parçalanmalar oldu. Roma İmparatorluğunu yeniden kurmak isteyen Otto (938-1002) başkenti tekrar Roma'ya taşıdı. Papalık-İmparatorluk mücadelesi tekrar başladı. Papa ile imparatorlar arasındaki savaştan faydalanan kuzey ve orta İtalya şehirleri bağımsızlıklarını ilan ettiler.

On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Cenova, Floransa, Venedik ve Milano gibi şehirler küçük ama, birer güçlü devlet olarak ortaya çıktıktan sonra, İtalya ekonomisine egemen oldular. On beşinci yüzyılın başlarında Avrupa'da başlayan Rönesans'ın etkisi İtalya'da görüldü. Bu asrın ortalarında İtalya toprakları üzerinde Osmanlı akınları başladı ve Osmanlılar 1480'de Otranto'yu aldılar.

1494-1559 yılları arasında İtalya'da siyasi zayıflama ve parçalanma savaşlara yol açtı. İtalya, Avrupa hakimiyetini ele geçirmek isteyen Fransa ve Avusturya hanedanının savaş alanı oldu. Bu savaş da İtalya'yı büyük ölçüde etkiledi.

İtalya'da 17. yüzyıldan sonra gerileme dönemi başladı. Napoli Krallığı ve Sicilya güçsüzleşti. 1796 yılında Napolyon önderliğindeki Fransızlar, İtalya'yı işgal etti. Fransız hakimiyeti 20 yıl gibi kısa bir dönem sürdü. Bu dönemde ülke aynı yönetim altında birleşti. Kısa bir zaman için kuzeyde İtalya Krallığı kuruldu. 1815 yılındaki Viyana kongresinde eski düzen yeniden sağlandığı sıralarda Birleşmiş bir İtalya düşünceleri fikirlerde idi. 1866'da Venedik 1870'te Roma'nın katılması ile, İtalya sonunda bir Krallık haline geldi. Ancak, anlaşmazlıklar tamamen giderilememiş Kuzey-Güney ve bölgeler arası anlaşmazlık ve çekişmeler devam ediyordu.

1882'de Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın yanısıra üçlü ittifaka ve 1915'te müttefiklerle birlikte Birinci Dünya Savaşına girdi. Uzun mücadelelerden sonra Avusturya toprakları üzerindeki emeline kavuşan İtalya, savaştan sonra yapılan anlaşmalardan memnun olmadı. Savaştan siyasi ve ekonomik olarak çok kötü çıkan İtalya'da, diktatör Mussolini 1922'de zorla kendini kabul ettirdi. Mussolini 1935-1936'da Etiyopya'yı işgal etti. Nazi Almanyası ile ittifaka girdi. 1943 yılına kadar Mussolini'nin diktatörlüğü bir baskı ve silahlanma dönemi olarak geçti.

İtalya 1940'ta İkinci Dünya Savaşına girdi. İtalyanlar bütün cephelerde yenilgiye uğradılar. Daha sonra Almanya'ya savaş ilan ettiler. İtalya Naziler tarafından işgal edildi. Nazilerin teslim olmasından sonra (1945) İtalya savaştan büyük zarar görmüş olarak çıktı.

1946 yılında yapılan referandumla, Monarşi ortadan kaldırıldı. Yeni bir Demokratik Cumhuriyet kuruldu. 1949 yılında NATO'nun kurucu üyesi olan İtalya, 1958'de AET'ye girdi. Yaklaşık 30 yıldır çeşitli koalisyonlarla İtalya'yı idare etmiş olan Hıristiyan Demokrat Parti ve İtalyan Sosyalist Parti 1992 seçimlerinde büyük oy kaybına uğradı. Aynı senenin Mayıs ayında istifa ile boşalan cumhurbaşkanlığına parlamento Oscar Lugi Scoifaro'yu seçti. Ardından yeni bir koalisyon hükumeti kuruldu.
 
JAPONYA


Japonya'nın ilk sakinlerinin Doğu Asya ve Güney Pasifik adalarından gelen göçmenler olduğu sanılmaktadır. Japon halkının atalarının şimdi Yamato ırkı diye bilinen ve M.S. 3 ve 4. asırda savaşçı kabileler ve klanlar üzerine giderek üstünlük kuran aynı ırka ait insanlar olduğu zannedilmektedir.

Dördüncü yüzyılın sonunda Japonya ve Kore Yarımadasındaki krallıklar arasında temas kurulmuştu. Bu tarihten sonra Japonya'da Çin'in kültür etkileri görüldü. Önce Konfüçyüs dini ve sonra Budizm, Hindistan, Çin, Kore yoluyla 538 yılında buraya girmişti.

Ülkenin ilk ve devamlı hükumet merkezi 8. yüzyılın başında Nara'da kuruldu. 710 ile 784 yılları arasında 74 sene bu imparatorluk devam etti. 794 yılında ise Kyoto'da yeni bir hükumet merkezi kuruldu. Burası bin yıl kadar imparatorun oturduğu yer olmuştur. Başkentin Kyoto'ya taşınması, 1192 yılına kadar devam etmiş olan Heian devrinin başlangıcı olmuştur.

1185 yılında Danoura Savaşında Minamotolar rakip Taira Kralını yok ederek galip gelmişlerdir. Minemotoların iktidarı ele geçirmesi, Shogun denilen askeri liderler idaresi altında yedi asırlık bir feodal hakimiyet devrinin başlangıcı olmuştur. 1192 yılında Minamotolar hükumet merkezini Tokyo yakınındaki Kamakura'ya kurdular.

1213 yılında iktidar Minamotolardan, 1333 yılına kadar askeri yönetimi sürdüren Hogoların eline geçti. Bu dönemde Moğollar, 1274 ve 1281 yıllarında olmak üzere iki defa Kuzey Kyushu'ya saldırdılar. Her iki savaşta başarılı olamayan Moğollar, ayrıca meydana gelen tayfunların tesiri ile Japonya'dan çekildiler.

1333 ile 1338 yılları arasında görülen kısa süreli imparatorlukları, Ashikaga Takauji tarafından Kyoto'da Muromachi'de kurulan yeni bir askeri yönetim takip etti. Bu kurulan hükumet 1338'den 1578'e kadar iki yüz yıldan fazla bir süre devam etmiştir.

On altıncı yüzyılda Avrupalılar Japonya topraklarına ayak bastılar. Bu arada misyonerler, Hıristiyanlığı burada yaymaya çalıştılar. Bunun üzerine Japon liderleri Hıristiyanlığın ve batı düşüncelerinin Japonya için zararlı olacağına inandıkları için Hollanda ve Çin tüccarı haric olmak üzere bütün yabancıların Japonya'ya girişini yasakladılar. İki buçuk yüzyıl süresince Hollandalı tüccarların bulunduğu bu küçük ada, Japonya ile dış dünya arasında tek temas noktası olmuştur.

1853 yılında Amerikalı Komodor Matthev C.Perry dört gemiden meydana gelen donanmasıyla Tokyo Körfezine girmiş, ertesi yıl tekrar Japonya'ya gelerek, Japonları kendi ülkesiyle bir dostluk anlaşması imzalamaya ikna etmiştir. Bu anlaşmayı, aynı yıl içinde Rusya, Büyük Britanya veHollanda ile imzalanan anlaşmalar takip etmiştir. Bu anlaşmalar dört yıl sonra ticaret anlaşmalarına dönüşmüştür.

Tokogaua Shogunluğunun derebeylik sistemi 1867 yılında yıkılmasına kadar geçen on yıllık süre içinde büyük bir karışıklık hüküm sürmüş ve 1868 yılında Meigi döneminin tekrar teşkilatlanmasıyla bütün hakimiyet yeniden imparatorun eline geçmiştir.

İmparator Meigi'nin idaresinde japonya, batıda gelişmesi yüzyıllar süren şeyleri kısa bir sürede başarmaya koyulmuş, modern sanayileri, politik kuruluşları ve modern bir toplum modeli ile modern bir millet meydana getirmiştir. Japonya 1894-1895 yıllarında Çinlilerle, 1904 ve 1905 yıllarında da Ruslarla savaşmıştır. Japonya her iki savaşı da kazanarak 1875'te Rusya'ya verdiği Sahalin Adalarını geri almış, Formosa ve Kore'yi ele geçirmiş ve Mançurya'da bazı çıkarlar elde etmişti. 1920 yılında Japonya, Anglo-Japon Birleşmesi kararları gereğince Birinci Dünya Savaşına girmişti.

1937'de Japonya-Çin Savaşı başladı. Birinci Dünya Savaşında Almanlara karşı savaşan Japonya, 1939'da Almanya ve İtalya ile askeri bir ittifak kurdu ve 7 Aralık 1941'de Hawai Adalarına baskın yaparak Amerikan donanmasını yok etti. Savaşın ilk yıllarında üstün görünen Japonlar, sonraki yıllarda ağır kayıplara uğradılar. Amerikan uçaklarının 6 Ağustos 1945'te Hiroshima ve 9 Ağustosta Nagasaki'ye attıkları atom bombaları İkinci Dünya Savaşının neticesini belli etmişti. 14 Ağustos 1945'te kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul eden Japonya ile 2 Eylül 1945'te resmi teslim anlaşması imzalandı.

Yedi yıl sonra, 1951 yılı Eylül ayında Japonya 48 devletle San Francisko'da Barış Antlaşmasını imzaladı. 1952 yılı Nisan ayında yürürlüğe giren bu anlaşma ile Japonya tekrar istiklalini kazandı. 1956 yılında ise Japonya 80. devlet olarak Birleşmiş milletlere tam üyeliğe kabul edilmiştir.

Bağımsızlığını kazandıktan sonra büyük bir ekonomik gelişme ile bugünkü refah düzeyine ulaşmış ve teknik ve bilimde çok ileri gitmiş olan Japonya, hemen hemen bütün dünya pazarlarını ele geçirmiş bir devlettir. Liberaller İkinci Dünya Savaşından bu yana iktidardadır. 1926'da tahta geçen İmparator Hirohito, 7 Ocak 1989'da öldü. Yerine büyük oğlu Prens Akihito tahta geçti ve 1990 Kasım ayında taç giydi.
 
KANADA


Kanada ya ilk yerleşenler, Bering Boğazını geçerek, Kuzey Amerika�ya gelen Kızılderililer (güney kesimde) ve Eskimolar (kuzey kesiminde) olarak kabul edilir. On altıncı yüzyılda Jacques Cartier, Kanada topraklarını keşfetti. Cartier 1534-1536 yılları arasında Saint-Laurent Körfezine girerek, bugünkü Montreal�a ve Québec�e kadar ilerleyip Kanada ülkesini bulmuş oldu ve bu toprakları Fransa�ya dahil etti.

O zamanlar ülkede maden bulunmadığından kolonileştirme hareketi yarım kaldı ve Kanada tarafı yalnız Morino avcıları ile kürk tüccarlarının uğrak yeri oldu. Fakat Fransız yöneticilerin asıl maksadı, avcılığı, orman ve maden işletmesini geliştirmek, Fransa�nın ihtiyaç duyduğu hammaddeleri tedarik etmek ve misyonerler vasıtasıyla Hıristiyanlığı yaymaktı.

1629�da İngilizlerin eline geçen Kanada�yı 1632�de Fransa geri aldı. Ülkede yerleşmeyi desteklemek için her yıl göçmen ve paralı gönüllüler gönderdi. On sekizinci yüzyılda İngiltere�yle yapılan bir antlaşmayla Kanada İngiltere�ye bırakıldı. İngiliz göçmenlerin Kanada�ya büyük hızla yerleşmesi ile 1763-1837 yılları arasında İngiliz rejimi ülkede etkili oldu.

1783 yılında ABD�nin bağımsızlığını tasdik eden Versailles Antlaşmasından sonra Kanada, İngiltere taraftarı göçmenlerin akınına uğradı. 1791�de İngiltere, Saint Laurent topraklarını ikiye bölerek güneydoğu tarafları Fransız, kuzeybatı tarafları da İngiliz eyaleti şekline soktu. Her iki eyalette de parlamento rejimi kuruldu ise de, genelde İngilizler ticarette yönetimi ellerinde tutuyorlardı.

1837�de Yukarı Kanada ve Aşağı Kanada�da meydana gelen isyan ile, Avrupalılar ülkenin yönetiminde kendilerine daha çok söz hakkı veren bir hükümetin kurulmasına imkan verdi. 1867�de Kuzey Amerika Britanya antlaşması, Ontario, Québer, Nauvelle-Ecorse ve Nouveau-Brunswich�i birleştirerek Kanada dominyonunun doğmasına sebep oldu. 1914-1918 yılları arasında vuku bulan Birinci Dünya Savaşına İngiltere�nin katılması Kanada�yı da savaşa sürükledi. Bir İngiliz kolonisi olan Kanada, İtilaf devletlerine teçhizat ve malzeme yardımında bulundu.

1926 yılında, Londra�da imparatorluk konferansında İngiltere ve dominyonlarına statü eşitliği verildi. 1931 West Minster Tüzüğü ile Kanda bağımsız bir devlet oldu. 1939�da İkinci Dünya Savaşı patlak verince Kanada, Almanya�ya karşı savaş ilan etti ve bu savaştan güçlenmiş olarak çıktı. 1989 başında yapılan bir antlaşmayla ABD ile Kanada arasında gümrükler kalktı
 
KAZAKİSTAN


Kazakların tarih sahnesine çıkışları 15. asra rastlar. Şeybani Hükümdarı Ebü'l-Hayr zamanında bozkır bölgesinde yaşayan Türk kabileleri, aynı sülaleden Barak Hanın oğulları Canıbek ile Kerey'in idaresinde doğuya göç ederek Çağatay Hanlığı topraklarını kendilerine yurt edindiler. Buralarda yaşayan ve göçebe olan Türk kavimleri ile birlik olup iki yüz bin kişilik bir nüfusa ulaştılar.

Bunlara daha sonra, Naymanlar, Celayirliler ve Duğlatlar da katılınca bir milyonluk bir Kazak topluluğu meydana geldi. Balkaş civarında yaşayanlara Canıbekoğlu Kasım Han, Urallara kadar olan bölgede yaşayanlara Kereyoğlu Burunduk Han hükümdarlık ediyordu. Kasım Han, amcasının oğlu Burunduk Hanı ortadan kaldırarak, Kazakların tamamını idaresi altına aldı ve üç yüz bin kişilik bir ordu kurdu.

Kasım Handan sonra oğlu Aknazor Han (1520-1555), ondan sonra onun oğlu Şigay Han (1555-1570) Kazan hükümdarı oldu. Şigay Han zamanında bozkırların tamamı Kazak hakimiyeti altına girdi. Şigay Hanın yerine geçen Tevekkel Han (1570-1600) Taşkent'i ele geçirerek başşehir yaptı. Kazak topraklarını üç ayrı "orda"ya böldü.

Bunlar batıdan doğuya sırasıyla Tien Shan'ın kuzeyindeki Semireciye bölgesini içine alan kısma BüyükOrda (Uluyüz), Aral Gölünün doğusundaki orta step bölgesini içine alan kısma OrtaOrda (Ortayüz) ve Aral Gölüyle Ural Irmağı arasında kalan kısma da Küçük Orda (Kiçiyüz) denildi. Tevekkel Hanın yerine geçen kardeşi İşim Han (1600-1623), Çungarya Kalmuklarına (Oryatlara) karşı devamlı harpler yaptı. Ondan sonra yerine geçen kardeşi Cihangir (1623-1655) Kalmukları 1626 yılında yendi. Cihangir Handan sonra yerine oğlu Tekva Han (1655-1678) geçti.

Tekva Handan sonra sultan olan Pulta Han (1678-1718) devrinde Çungarya Kalmukları, Türkistan'a kadar olan bölgeleri ele geçirdi. Kazakların birliği bozuldu. Ordalar birbirleri ile savaşmaya başladılar. Bu durumdan istifade eden Ruslar, önce Küçük Ordayı (1731), sonra Orta Ordayı (1743), daha sonra da Hokand Hanlığı idaresindeki Büyük Ordayı (1846) hakimiyetleri altına aldılar.

Böylece bütün Kazak toprakları Çarlık Rusyasının eline geçmiş oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kazak topraklarında yeni iskan merkezleri kurularak Ruslar yerleştirildi. 1916'da 19-43 yaş arası bütün erkek nüfusun askere çağrılması üzerine Kazaklar isyan etti. Fakat bu isyan Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.

1917 devriminden sonra Alaş Orda adlı Kazak hükümeti kuruldu. Kızılordu 1920'de Kazakistan'ı işgal etti ve Oranburg'da muhtar bir Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Daha sonra Alma-Ata başşehir oldu. Göçebeler 1929'da yerleşik hayata geçmeye zorlandı. Çok sayıda Rus ve Ukraynalı Kırgızistan'a yerleştirildi. Buna karşı çıkan Kazaklar hunharca katledildiler.

Kazak çocukları milli ve dini kültürden uzak, ateist olarak yetiştirilmeye çalışıldı ise de bunda muvaffak olunamadı. 1936'da yapılan yeni bir düzenleme ile Kazak Özerk bölgesi, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline getirildi. Rusya'daki Glasnost hareketlerinden sonra ve 1991 Ağustosunda eski Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
 
KENYA


Kenya, Afrika nın en eski yerleşim bölgelerinden biridir. Kenya�ya ilk defa Arap tüccarlar gelerek, Malindi ve Monbasa şehirlerini kurmuşlardır. Ülkeye ilk gelen Avrupalılar Portekizli gemiciler olmuştur. Ümit Burnu�nu 1498�de dolaşan Vasco de Gama, Malindi şehrine çıkmış ve bölgeye hakim olmuştur. Portekizliler burada ticaret merkezleri kurmuşlar, kaleler yaptırmışlardır.

On sekizinci yüzyılda Araplar Kenya�ya tekrar hakim olmuşlar ve Portekizlileri bölgeden çıkarmışlardır. 1887�de bir İngiliz şirketi Kenyayı Araplardan kiralamış 1895�te de bölgeyi tam kontroluna almıştır. Bundan sonra Kenya tam bir İngiliz sömürgesi olmuştur.

1952�de yapılan bağımsızlık hareketlerinde Jomo Kenyatta liderliğe getirilmiş, ilk yıllarda başarı sağlayamamış İngilizler tarafından tutuklanmıştır. 1961�de de hapisten çıkan Kenyatta, zorlu bir mücadeleden sonra, Kenya�yı bağımsızlığa kavuşturmuştur.

Ülkenin ilk hükümet ve devlet başkanı Kenyatta�nın ölümünden (Ağustos 1978) sonra yerine yardımcısı Moi seçilmiştir. 1982�de Moi�ye karşı bazı subaylar tarafından yapılan darbe girişimi kısa sürede bastırıldı. Moi halen devlet başkanlığını sürdürmektedir (1993).
 
KOLOMBİYA



Kolombiya toprakları, 16. yüzyılın başlarında Ganzalo Jiménez de Quesada ve Sebastian de Balalcozar komutasındaki İspanyollar tarafından bulunmuş ve sömürge haline getirilmiştir. On sekizinci yüzyıla kadar ülke, İspanyol asıllı beyazlar tarafından yönetildi. Bundan sonra başlayan bağımsızlık mücadelesini Kuzey Amerika ve Fransa İhtilalleri daha da kuvvetlendirdi.

1886�da ülkeye, kıtayı keşfeden Kolomb�un ismi verildi ve Kolombiya Cumhuriyeti ilan edildi. 1903 yılında, ülke topraklarına dahil olan Panama, ABD�nin yardımı ile Kolombiya�dan ayrılarak bağımsız bir devlet oldu. Bu ayrılma yüzünden ABD ile Kolombiya arasında 1921 yılına kadar süren gerginlik oldu.

Bu tarihten sonra Kolombiya yönetimine iki büyük parti olan Liberaller Partisi ile Muhafazakarlar Partisi hakim oldu. Fakat bu iki parti arasındaki sürtüşmeler, iç karışıklıklara ve ülkenin uzun süre diktatörler tarafından yönetilmesine sebep oldu. Sivil hükümetle yönetilen Kolombiya�da günümüzde iç karışıklıklar devam etmektedir.
 
KUVEYT


On sekizinci yüzyıl başlarında, Arabistan Yarımadasının iç bölgelerindeki Anizah kabilesinden birçok ailenin göçebelikten vazgeçip, Basra Körfezi kıyılarına yerleşmesi Kuveyt şehrinin, buna bağlı olarak da devletin temelini teşkil etmiştir. 1756'da halk, as-Sabah soyundan bir şeyh seçti. Böylece, bağımsız Kuveyt Emirliği kurulmuş oldu.

On dokuzuncu yüzyılın sonralarından itibaren, Rusya ve zamanın diğer güçlü devletleri Kuveyt'le ilgilenmeye başladı. O tarihlerde Almanya, Berlin-Bağdat demiryolu hattını Kuveyt limanına kadar uzatmanın yollarını arıyordu. İngiltere'nin menfaatlerine ters düştüğü için Almanya'nın emellerine karşı çıkmaktaydı. Osmanlı Devletine karşı olan zamanın Kuveyt Emiri 1899'da dış ilişkilerinin kontrolünü İngiltere'ye devreden bir antlaşmayı imzaladı. İngiltere 1914'te Osmanlı Devletiyle harbe girdikten sonra Kuveyt'i himayesine aldı.

Kuveyt'in Necd'le (yani daha sonraki Suudi Arabistan'la) arasında meydana gelen meseleleri, 1922'de el-Ukayr Antlaşmasıyla çözümlendi. Bu antlaşmayla tarafsız bir bölge kuruldu. Irak'la olan kuzey sınırı, 1923'te belirlendi. 19 Haziran 1961'de İngiltere hükümeti, emirliğin tam bağımsızlığını tanıdığını ilan etti. Altı gün sonra Irak Başbakanı Kuveyt'in Irak'ın ayrılmaz bir parçası olduğunu iddia etti. İddiaya göre; "Kuveyt, Osmanlı Devletinin bir parçasıydı. Etnik, coğrafi ve sosyal yapı bakımından Kuveyt ve Irak bütün bir ülkeydi, İngilizler tarafından geçici olarak bölünmüştü. İşgal tehlikesiyle karşılaşınca Kuveyt Emiri, askeri yardım almak maksadıyla İngiltere'ye yanaşmıştı."

Haziran başlarında Irak tehlikesine karşı İngilizler Kuveyt'e asker çıkardı. 20 Haziran'da Arap zirvesi Kuveyt Emirliğini üyesi olarak kabul etti. Böylece bağımsızlığını tanımış ve Irak'ın iddialarını reddetmiş oluyordu. Yaklaşık iki sene sonra 14 Mayıs 1963'te Kuveyt, Birleşmiş Milletlere üye oldu. Bu arada Irak'la olan anlaşmazlıkları hallolmaya başladı ve 1963 Ekiminde Irak, Kuveyt'in bağımsızlığını tanıdı.

1990'a kadar bağımsız olarak kalan Kuveyt, Ağustos 1990'da Irak birlikleri tarafından işgal edildi. Bütün Müeyyidelere rağmen Irak Kuveyt'i boşaltmayınca, 15 Ocak 1991'de Müttefik Birlikler, Kuveyt topraklarını kısa süren harekattan sonra işgalden kurtardılar.
 
KUZEY KORE


Kuzey Kore'nin tarihi, 1948 yılına kadar Güney Kore'nin tarihi ile aynıdır. Kuzey Kore, 1948 yılında Sovyetler Birliği'nin işgal ettiği bölgede kuruldu. Sovyetler Birliği geri çekilince, iki Kore'nin birleştirilmesi için sarfedilen çabalar sonuç vermedi ve doğan gerginlik, 1950 yılında savaşa yol açtı. Bu savaşta Kuzey Kore, Güney Kore'yi işgal etti. BM tarafından müdahale edilerek Güney Kore'den çıkarıldı.

1953'te Kore Yarımadası, 38° enlemi sınır olmak üzere ikiye bölündü. Ülke 1948'den beri KimSung diktatörlüğüyle yönetilmektedir. 1972'den bu yana iki Kore'nin tek ülke olarak birleştirilmesi için yapılan çalışmalar sonuç vermedi. 1975'ten sonra, Kuzey Kore, batılı ülkelere ve Japonya'ya yaklaşma siyaseti gütmeye başladı. Sosyalist ülkelerde uygulanan yumuşak politika Kuzey Kore'de de uygulanmaya başlanmış olup, Kuzey ve Güney arasındaki gerginlik giderek azalmaktadır.
 
KIRGIZİSTAN


Yenisey Irmağı boyunda medeni bir hayat süren Kırgızlar Milad'dan sonra birinci yüzyılda Hun Devleti tabiyeti altına girdiler. Hunluların dağılması üzerine, Kırgızlar, Hakas Devletini kurdular. Dördüncü yüzyılda kurulan Hakas Devleti, Baykal Gölünden Tibet'e kadar olan kısma hakim oldu. Altıncı yüzyılda kurulan Göktürk Devleti ile mücadele eden Hakaslar, 840'ta Uygur Devletini yıktılar.

Onuncu yüzyılda Karahanlıların tesiriyle İslam dinini kabul eden Kırgızlar, 13. yüzyılda Moğolların hakimiyetini tanıdılar. On yedinci yüzyılda Rus istilasına karşı diğer Türk boylarıyla hareket ettiler. Kırgızların harp kabiliyetleri yüksekti. On dokuzuncu asırda Kırgız toprakları bütünüyle Rus hakimiyetine girdi. 1924 senesine kadar Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine bağlıyken, 1925'te KaraKırgız Özerk Oblastı adını aldı. Bir süre sonra Kara kelimesi kaldırıldı.

1936'da Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline getirildi ve Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 İttifak Cumhuriyetinden biri haline geldi. Eski Sovyetler Birliğinin 1991'de dağılması üzerine, Kırgızistan bağımsızlığını ilan etti. Bağımsız Devletler Topluluğuna üye oldu.
 
LİBYA


Libya�nın bilinen ilk tarihi, ülkede mevcut mağara, harabe ve eski eserler üzerinde yapılan araştırmalara göre, M.Ö. 400 yıllarında yaşamış olan Berberilerle başlar. Eski Yunanlılar Libya�nın en eski yerlileri olarak bilinen Berberilere, �Lebular� ve ülkeye de �Lebu� diyorlardı. Zamanla bu kelime, �Libya� şeklinde söylenmiştir.

Berberiler, uzun müddet Fenikelilerin istilasında kalmışlardır. Libya, bundan sonra birçok milletlerin istilasına uğradı ve pek çok medeniyetlerin tesirinde kaldı. Libya�yı önce Kartacalılar, sonra Romalılar idareleri altına aldılar. Romalılar buraya �Afrika� adını verdiler. Bu isim yıllar sonra bütün kıta için söylenir oldu. Libya, bunlardan sonra 642 yılına kadar Vandallar ve Bizanslıların istilasında kaldı.

Mekke�de doğan İslam güneşi, 642 yılında Libya�yı aydınlatarak, Afrika karanlığını ve Bizans zulmünü ortadan kaldırdı. Emevi orduları bölgeyi bunlardan temizleyerek, İslam dininin buralarda yayılmasına sebep oldu. Emevilerden sonra kurulan Abbasi Devletinin meşhur halifesi Harun Reşid zamanında, Libya�ya �Ifrikiye� adı verildi ve devlete bağlı valilerce idare edildi.

Uzun yıllar Abbasi hakimiyetinde kaldıktan sonra, 910 yılında Fatimilerin işgaline uğradı. Kısa bir müddet sonra, önce Eyyubi Devletine daha sonra Memluklere bağlandı. Libya 1551 yılına kadar Memluk sultanlarının idaresi altında kaldı. Aynı yıllar, Osmanlı Devletinin Asya, Avrupa ve Afrika�da fetihler yaparak zaferden zafere koştuğu yükselme dönemidir.

Bir zamanlar İspanya ve Malta şövalyelerinin elinde inleyen Trablus, 1551 yılında, meşhur Kaptan-ı derya Turgut Reis tarafından fethedilmiş ve Libya, Osmanlı Devletine bağlanmıştı. Libya, 400 yıl Osmanlı adaleti ve idaresi altında huzur ve refah içinde yaşadı. Osmanlı Devletine bağlı ayrı bir il idi. Osmanlı padişahının tayin ettiği valilerce idare edilir ve her yıl devlete vergi verirdi. Fakat Osmanlı Devletinin son zamanlarında iş başına geçen İttihat ve Terakki Partisinin beceriksizlikleri, üç kıtaya yayılmış büyük Osmanlı topraklarının elden çıkmasına sebep olduğu gibi, Libya da aynı akıbete uğradı.

İttihat ve Terakkicilerin tecrübesiz ve bilgisiz idareleri sırasında Libya�ya gerekli önem verilmedi. Dünyanın içinde bulunduğu siyasi buhranlar Afrika�da da kendisini göstermiş ve İtalyanlar, Libya�ya saldırmışlardır. Bundan sonra Libya, diğer Afrika ülkeleri gibi Avrupalı milletlerin mücadele alanı olmuştur. Nihayet 1911 yılında Ouchy Antlaşması ile ülke, İtalyanların eline geçti. Bu tarihten itibaren 1951 yılına kadar devam eden kargaşalıklar dönemine girdi.

Libya�daki mevcut azınlıkların liderleri olan Ahmed eş-Şerif, M.İdris ve M.İbn Ali el-Sanusi gibi emirler, Avrupalılara karşı isyanları başlattılar. Ülke içinde İtalyanlarla şiddetli çarpışmalar oldu. İtalyanlar birçok katliamlar yaptılar. Nihayet müttefiklerin yardımı ile 1951 yılında yabancıların idaresi son bularak Libya Krallığı kuruldu. 1953 yılında Arap Birliğine ve 1955 yılında da BM�ye üye oldu.

Libya, 1963 yılında on yönetim bölgesine ayrıldı. Krallık, 1969�da meşruti krallık haline getirildi. Fakat çok geçmeden iki yıl sonra ordu içindeki genç subaylar grubu ihtilal hazırlığına girdiler. O sıralarda Türkiye�yi ziyaret etmekte olan Kral İdris devrildi. İhtilal sırasında yüzbaşı rütbesiyle Silahlı Kuvvetler Komutanı olan Kaddafi, ihtilalden sonra, önce başbakan ve sonra da devlet başkanı oldu. Muammer Kaddafi, ülke yönetimini ele geçirdikten sonra �ihtilal lideri� olarak Libya�yı yeni bir düzen içine soktu.

Arab-İsrail savaşı neticesi parçalanan Arab Birliği yerine Mısır ve onun yanında yer alan Arap ülkelerine karşı, Red Cephesini kurdu. Rusya ile yakın ilişkiler içerisine girerek politikasını Moskova�ya paralel bir tarzda yürüttü. Kendisinin yazdığı ve sosyalist fikirlerini ihtiva eden Yeşil Kitab istikametinde bir Arap Birliği düşüncesine kapıldı. Mısır ile birleşme çabası boşa çıkınca Suriye ile birleşme kararı aldı.

1980�de, bir uranyum kaynağı olan Çad ile resmi olarak birleşti. Son olarak Tunus ile birleşmeye teşebbüs edildiyse de, Mısır birleşmesi gibi başarısızlığa uğradı ve birçok karışıklıklar ortaya çıktı. Libya�daki ABD ve İngiltere�ye ait üsler kapatıldı. ABD ile karşılıklı ticari misillemelerin ve Akdeniz�deki askeri sürtüşmelerin arkasından ABD uçakları Trablusgarb ve Bingazi�yi bombaladı. Bu saldırı Kaddafi�nin ülke içindeki yerini yeniden güçlendirdi (1986).

Libya�nın Mısır, Uganda ve Çad�ın içişlerine karışmaya kalkışması üzerine, bu ülkelerde birçok silahlı çatışma meydana geldi. Çad�a gönderilen Libya kuvvetleri mağlup olarak geri döndü. Kaddafi, Castro politikasını Afrika kıtasında benzeri bir şekilde tatbik ederek Libya�daki birçok müesseseleri devletleştirmiş ve hür dünya ülkeleri ile olan ilişkilerini gerginleştirmiştir. 1986�dan itibaren Amerika�nın Petrol ve havacılık sektörlerine uyguladığı ambargo, büyük ekonomik sıkıntıya yol açtı. 1990 yılında Kaddafi, Amerika ile ilişkilerini geliştirmeye başladı.
 
LÜBNAN


Lübnan'ın en eski tarihi Fenikeliler'le başlar. Fenikeliler'den sonra Lübnan'a sırasıyla Âsurlular, Yeni Babilliler, Persler, Makedonyalılar ve Romalılar sahip oldular. Hazret-i Ömer zamanında, 643 yılından itibaren Suriye'nin fethi için gönderilen İslam orduları, aynı tarihlerde Lübnan'ı da fethetti. Bu arada Suriye'den göç eden Maruni Arapları, Lübnan Dağlarının kuzey bölgelerine yerleştiler. Bugünkü iç karışıklıkların sebepi olan Dürziler ise on birinci yüzyılda güneyden Lübnan'a girdiler.

Lübnan daha sonra Haçlı saldırılarına maruz kaldı ve birçok küçük Haçlı devletçikleri kuruldu. Bunlar da Memlukler zamanında özellikle Baybars ve Kalavun dönemlerinde temizlendi. Osmanlı Devletinin ilk olarak Müslümanların halifesi unvanına da sahip olan padişahı Yavuz Sultan Selim Han, 1516 ve 1517'deki Mısır Seferi sırasında Memlük Devletine son vermiş ve Lübnan'ı da Osmanlı sancağı yapmıştı.

Osmanlı adalet ve idaresindeki Lübnan, özel bir statüye sahipti. Otonom idare sistemiyle yönetilirdi ve ayrı bir vergi (haraç) sistemine tabiydi. Dolayısıyla Lübnan, refah seviyesi yüksek, türlü kolaylıklara sahip ve harplerden uzak bir halde sakin bir sancaktı. Komşu bölgelerin insanları akın akın Lübnan'a göç ederek nüfusu arttırmaya başladı. Bu kadar rahatlığa rağmen Fakreddin Maan adlı bir Dürzi yönetiminde iken, Osmanlı Devletiyle münasebetleri bozuldu. Maan, 1613'te Osmanlı ordusunun korkusuyla İtalya'ya kaçtıysa da 1618'de geri döndü. Mısır'a kadar sınırlarını genişletti. Nihayet 1633'te gerekli cezası verildi.

1799'da Napolyon'a karşı Akka'da, Lübnan idarecilerinden olan Başir-II muharebe ederek Fransızlar bozguna uğratıldı. Lübnan tam 402 yıl Osmanlı idaresi altında kaldı. Son dönemlere doğru Lübnan'da sayıları artan Dürzi ve Maruniler, isyanlar çıkarmaya başlamıştı. Fransızlar Marunileri, İngilizler ise Dürzileri destekliyorlardı. Nihayet Birinci Cihan savaşı sonunda Lübnan, Fransız mandası altına girdi. 1926'da çıkan Dürzi Atraş Paşa isyanı büyük bir katliam sonucu bastırıldı.

Kıtalara hakim Osmanlı Devleti yıkılınca, bütün bölgelerde olduğu gibi Lübnan'da da idari sistem tamamen bozularak karışıklıklar arttı. Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında Osmanlı Devletinin en büyük ve en gelişmiş şehirlerinden biri olan Beyrut, savaş alanına döndü. 1941'de Fransa mandası altında bağımsız oldu. 1943'te manda da kaldırıldı, seçimler yapıldı. Hükumet ve idari sistemde dinlerin eşit etkisi esas olmak üzere hazırlanan Milli Pakt (1943'te) kabul edildi.

Buna göre, Lübnan batı ile dost olan Arap Birliği üyesi bir devlet oluyordu. 1945'te Birleşmiş Milletlere katıldı. Arap-İsrail savaşında,Arap devletleri safında İsrail'e taarruz etti. Savaşın sonunda yurtsuz kalan 400.000 Filistinli, Güney Lübnan'da mülteci kamplarına alındı. Bugün dış güçlerin müdahalesi ile Lübnan iç savaşı, tedavisi mümkün olmayan kangren haline gelmiştir. 1975'ten bu yana iç savaş muhtelif şekiller değiştirerek devam etmektedir.
 
MACARİSTAN


Eski kaynaklarda Macaristan'dan Panonya diye bahsedilmektedir. Macaristan'ın bulunduğu Tuna havzası ve Karpatlar bölgesi, coğrafi yer itibariyle kuzeyden ve doğudan devamlı gelen istilaların, akınların mecburi geçiş yolu olmuştur. M.Ö. üçüncü asırda Keltler'in, sonra Daklar'ın istila ettiği Panonya, M.Ö. 1. asrın sonlarında Romalıların hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet M.S. 4. asıra kadar sürmüştü.

Panonya 4. asırda Attila idaresindeki Hunların, 6. asırda da Volga Nehrinin doğusundan Tuna Havzasına kadar gelen Avar Türklerinin istilasına uğradı ve Avarlar burada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. İki yüz elli yıl Orta Avrupa'ya hakim oldular. Önceleri Şamanistken giderek Hıristiyanlığı benimsemeye başladılar ve 769'da Charlemagne tarafından ortadan kaldırılan Avar Türkleri, böylece Hıristiyanların özellikle Slavların arasında eriyip kayboldular.

1869 yılında Urallar'ın doğu yamaçları ve Orta Volga arasında yerleşmiş olup, Hazar Türklerinin bir kolu olan Arpatlar batıya göç ederek, Karpatlar ve Tuna havzasını işgal ettiler. Macarlar'ın asli unsurunu meydana getiren Arpatların güneye ve batıya yaptıkları akınlar, Germen İmparatoru Birinci Otto tarafından önlenince göçebelikten yerleşik hayata geçtiler.

Moğol istilasına kadar Macaristan'da istikrarlı bir devre başlamış oldu. Orta Asya gelenek ve yaşayış tarzlarını bir süre devam ettiren Arpatlar, Prens Geza zamanında Hunlar ve Avarlar gibi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Türklüklerini tedricen kaybedip Hıristiyanlaşmalarına rağmen, Macaristan'da bugün bile birçok Türkçe kelime ve yer adları kullanılmaktadır. Mesela, tyuk, (tavuk), birska (bıçak), szakall (sakal), tengez (deniz), sarga (sarı) teknö (tekne), borju (buzağı), sator (çadır) gibi daha pek çok kelime, Macarların Türk asıllı olduklarını bariz bir şekilde göstermektedir.

Moğol istilasından sonra Arpat Hanedanının yerine, yabancı soydan gelen Anju Hanedanı geçti. 1787'den itibaren Macaristan'da idareyi ele alan Sigismund ile beraber bazı fasılalar olmasına rağmen Macar Halkı, Alman asıllı krallarca idare edildi. Macarlar, Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak için 1396'da 130.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler.

Niğbolu önlerinde Yıldırım Bayezid Han (1389-1402) karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Ancak bundan sonra, devamlı surette, bizzat veya yardımcı olarak Osmanlı fütuhatını engellemeye çalıştılar. 1526'da Mohaç'ta tekrar Macar ordusu Osmanlılara yenildi ve Orta Macaristan fethedildi. Macaristan Osmanlı hakimiyeti altına girmişse de bu hakimiyet tam olarak kurulmayıp, Transilvanya ve Karpatlar bölgesi Osmanlı tabiiyetinde kalmak üzere Prens Zapolya'ya verildi. Kuzey ve kuzeybatı Macaristan Avusturya'da kaldı. Zapolya'nın ölümüyle halefi ve varisi Janos isimli bir çocuğa taç giydirilince, Osmanlılar Avusturya'ya fırsat vermeden buraya yerleşmek için, Macaristan'ın tamamı Osmanlı eyaleti haline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı.

Macaristan 1699'daki Karlofça Antlaşmasına kadar yüz altmış beş sene Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Osmanlıların Macaristan'daki hakimiyet devirleri, bugün bile hasreti çekilip çeşitli vesileler ile bunun ifade edildiği tam bir huzur, sükun, adalet ve imar devri oldu. Burada görev yapan Osmanlı paşa ve devlet adamlarının da yaptırdıkları başta hamamlar olmak üzere pek çok eserler büyük bir yekun teşkil etmekte olup, Macaristan'ın Avusturya idaresine düştüğü zaman yapılan tahribata rağmen bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.

O devirlerde mezhep savaşları ile çalkalanan Avrupa'da, Macaristan başta olmak üzere, Osmanlı toprakları Protestanların sığınak yeri oldu. Osmanlı-Macar münasebetleri sosyal ve iktisadi, her alanda gelişti ve Macaristan'da Osmanlı kıyafetleri giymek moda oldu. 1604'teki Osmanlı-Avusturya savaşında Macarlar Osmanlıların yanında yer aldılar ve kurulan Erdel Beyliği içişlerinde bağımsız ancak, Osmanlı Devletine tabi olmak üzereMacarlara verildi.

Macaristan 1689'da Avusturya'nın eline geçtikten sonra da bağımsızlık hareketleriOsmanlılarca desteklendi. 1682-1684'te İmre Thököly'nin, 1703-1711'de Ferenc Rakoczi'nin bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer isyancılar ile beraber Osmanlı Devletine sığındılar. Thököly İzmit'te, Rakoczi Tekirdağ'da ölene kadar misafir muamelesi gördüler.

150 yıl sonra Osmanlı Devletine gelen Macar heyeti, Tekirdağ'a yerleştirilen mültecilere verilen araziyi satın almak için kendilerine müracaat eden Türk köylülerine hayran kaldılar. Rakoczi'nin arkadaşı Kelemen Mikos'un yazdığı ve mültecilerin hayatını anlatan Türkiye Mektupları isimli eseri bugün Macar tarihi ve edebiyatının kaynak kitapları arasında sayılmaktadır.

Ferenc Rakoczi'nin başarısız teşebbüsünden sonra Macaristan Avusturya'nın yarı kolonisi haline geldi ve bugüne kadar, Osmanlı hakimiyetindeki hürriyetini, iki dünya savaşı arasındaki devir hariç bir daha göremedi. 1785'te Almanca resmi dil olarak kabul edilip, Avusturya ile Macaristan arasında gümrük birliği ilan edildi.

1848'de Lajos Kossuth'un bağımsızlık hareketi Rusya'nın yardımıyla bastırıldıktan sonra büyük bir baskı rejimi başladı, ancak 1876'da Macaristan,Avusturya sınırları içinde federatif bir devlet haline gelebildi. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ismiyle ikili bir monarşi kuruldu.

Avusturya, 1914'te Birinci Dünya Savaşına girince Macaristan da katılmak mecburiyetinde kaldı. Ancak Avusturya'nın teslim olması üzerine Macaristan ayrılarak cumhuriyet ilan olundu. 1919'da bastırılan Bela-Kun idaresindeki komünist ayaklanmasından sonra Amiral Horty 1 Mart 1920'de kral naipliğine getirildi. Macaristan, 1920'de yapılan Trianon Antlaşması ile topraklarının üçte ikisini, nüfusunun beşte birini kaybetti.

İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası'na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941'de Almanya ile beraber Rusya'ya karşı İkinci Dünya Savaşına girdi. Ancak 1944'te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan'ı işgal ettirdi. Amiral Horty'nin Macaristan'da yirmi dört yıllık idaresi sona erip, yerine Szalas getirildi.

Szalas'ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhalefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan'ı işgaline yol açtı. 4 Şubat'ta cumhuriyet ilan edildi ve aynı sene madenler, ağır sanayi tesisleri, bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arazi, sahiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı.

Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953'te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy'ı başa getirerek yumuşama politikası takip etmeye başladılar. İmre Nagy'ın reformlarına tahammül edemeyip, 1955'te görevden alınınca Macaristan'da muhalefet çok büyük oldu. 1956'da tekrar hükumetin başına getirilen İmre Nagy, Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine "artık yoldaş değiliz" diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan'ın Varşova Paktından çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956'da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov'a bildirdi.

"Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!" (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücadelesi, 4 Kasım'da Budapeşte'ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı'ya iltica ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958'de idam edildi. 1989'da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidara geçtiler.
 
MAKEDONYA


Bölgede, bilinen ilk hakimiyeti, M.Ö. 725'lerde Argead Hanedanından, Birinci Perdikas kurdu. Makedonya Krallığını kuran bu hanedan, Yunan asıllı değildir. Krallık Sırbistan ve Trakya'da genişledi. Bölge, M.Ö. 513'ten 479'a kadar Perslerin işgalinde kaldı. Perslerin çekilmesiyle Makedonya Krallığının başşehri Pella oldu.

Kral İkinci Amiktas, Üçüncü Fredikas, İkinci İskender devrindeki hanedanlık kavgalarında, kuzeyden Balkan kavimlerinin istilasına uğradı. M.Ö. 359'da İkinci Filip'in kral olmasıyla, devletin otoritesi kuvvetlendi. Hanedan kavgasına son verilip, istilacılar çıkartıldı. Sınırlar genişletildi. İkinci Filip'ten sonra yerine Büyük İskender (M.Ö. 334-323) kral oldu.

Büyük İskender, Yunanistan, İran, Anadolu, Suriye ve Mısır'ı alıp, Türkistan ve Hindistan'a girdi. Büyük İskender, kazandığı savaşlar sonunda ahlaksızlıklarda azıtıp, otuz üç yaşında sefaletle ölünce, M.Ö. 323'te Dördüncü İskender kral oldu. Onu Büyük İskender'in kumandanlarından Antigonos Kiklons öldürerek, Makedonya krallığına geçti. Antigonos Makedonya'da yeni hanedanın kurucusudur.

Romalıların bölgeye hakim olmasına, Makedonya Krallığı karşı koymuşsa da, M.Ö. 172-168 yılları arasında üçüncü sefer sonunda yenildiler. Makedonya Roma İmparatorluğunun bir eyaleti haline getirildi. Avrupa'daki kavimler göçü esnasında ve sonrasında sık sık istilaya uğrayan Makedonya, miladdan sonra 6. yüzyılda Slavlaşmaya başladı. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda Bulgarlar bölgede kuvvet kazandı. Dördüncü Haçlı Seferinde 1204-1224 yılları arasında Makedonya'da Latin Krallığı kuruldu. 1230'larda Bulgarların, 1280'de de Sırpların hakimiyetine geçti.

Osmanlı Devleti, Anadolu'da kurulup, adalet üzere idare edilmesi sayesinde kısa zamanda genişleyip, 14. yüzyılda Avrupa kıtasına da hakim olmaya başladı. Osman Bey devrinde, Makedonya'ya ilk Osmanlı akını 1324 yılında yapıldı. Osmanlı Sultanlarından Birinci Murad Han devrinde, 26 Eylül 1371 Cirmen Zaferiyle Türklere Makedonya'nın kapıları açılarak, Balkanlardaki mukavemet kırıldı.

1371'den sonra başlatılan Makedonya fütühatı, 1373 yılına kadar tamamlandı. 1371'den 1877-1878 Osmanlı-Rus (Doksanüç) savaşına kadar fasılasız Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya, 1878'de Rusların işgaline uğramışsa da, aynı yıl yapılan Berlin Antlaşmasıyla tekrar kurtarıldı.

1912- 1913 Balkan savaşı felaketinden sonra, Makedonya Osmanlı hakimiyetinden çıktı. Bölgedeki Türk ve Müslüman ahali Anadolu'ya göç etmek mecburiyetinde kalmasına rağmen, bölgede hala çok sayıda Türk-İslam nüfusu yaşamaktadır.

1371'den 1913 yılına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar barış, sükun ve huzur devrini yaşadı. Bu devirde Makedonya'da sanat değeri yüksek mimari eserler inşa edildi. Ahalinin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması için pek çok müesseseler kuruldu. Sivil ve askeri okulların açılması ve çeşitli müesseselerin kurulmasıyla Makedonya'nın hayat ve kültür seviyesi yükseltildi. Bölgedeki Osmanlı eserlerinin çoğu haçlı, slav ve komünizm zihniyetleriyle tahrip edilmesine rağmen, geride kalanlar dahi o devrin şaheser abidelerindendir.

Makedonya'nın Türklerin hakimiyetinden çıkması, 19. yüzyılda şiddetlenen Papalık ve Rusya'nın propagandası sebepiyledir. Bölge Osmanlıların elinden çıkmasıyla, toprak bütünlüğünü kaybetti. Önce Balkan devletleri arasında savaş meydanı haline gelen Makedonya, Birinci Dünya (1914-1918), İkinci Dünya (1939-1945) savaşlarında da aynı akibete uğradı. İkinci Dünya Savaşı sonunda, 1947'de Makedonya Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan arasında paylaşıldı.

Yugoslavya sınırları içinde kalan Makedonya topraklarında, Yugoslavya'yı meydana getiren cumhuriyetlerden biri olan Makedonya Cumhuriyeti kuruldu. Makedonya Cumhuriyeti, Yugoslavya'nın parçalanması üzerine kurulan Yeni Yugoslavya'dan 1991'de yapılan referandum ile ayrıldı ve bağımsız bir devlet haline geldi.

Birçok ülke Makedonya'yı tanırken, Yunanistan'ın itirazı ile Avrupa Devletleri tanımadı. Bunun nedeni ise yeni cumhuriyetin, Yunanistan'daki bir bölge ile aynı ismi taşıması idi. Yeni devletin isminin değiştirilmesi yönünde Yunanistan'ın istekleri hala devam etmektedir.
 
Geri
Üst