1
EXE RANK
0qzz
Fexe Kullanıcısı
Çok iyi bildiğiniz gibi, günlerden bir gün, Nasreddin Hoca iğnesini kaybeder. İğnesini evin avlusunda aramaya başlar.
Fakat onca zaman aramasına rağmen iğne bulunamaz. Komşusu iğneyi nerede düşürdüğünü sorar. Hoca kendinden emin cevap verir: “Ahırda!” Hayretler içinde kalan komşusu, “Ahırda kaybettiğini ahırda aramalısın!” der. Nasreddin Hoca cevap verir: “Ama avlu daha aydınlık!”
Kaybettiğiniz şeyi niye ararsınız? Elbette bulmak için, değil mi? Bulunca onu aramaktan vazgeçersiniz; böylece arayışınız biter. Peki ya, size arama eyleminin kendisi de güzel ve anlamlı geliyorsa? Yani, bizzat arama eyleminin kendisi aradığınız şeyse? İşte, Nasreddin Hoca’nın da fısıldadığı bu: “İğneyi aramıyorum ki onu düşürdüğüm yere bakayım. Benim için önemli olan aydınlıkta olmak, ışıkta kalmak. Bu yüzden avluda arıyorum.” Onun önce ve öncelikle aradığı iğne değil, ışıktır. Ve işte avluda yeterince ışık vardır!
Kadınların da “iğneyi bulmak” için konuştukları olur. Ancak, kadınlar, çoğunlukla, hemcinsleri olmayan Nasreddin Hoca gibi iğneyi aramayı bahane edip, avluda ve aydınlıkta kalmayı tercih ederler.
Kadınlar konuşurlar, çünkü ne söylemek istediklerini konuşarak bulurlar. Yani, sesli düşünürler. Erkekler ise, söylemek istediklerini bulmak için susmayı yeğler.
Kadınlar konuşurlar, çünkü yakınlık kurmak isterler. Kadınlar için sözcükler bir başkasının ruhuna uzattıkları küçük halatlardır. Sözcüklerin içeriği değildir önemli olan; sözcüklere tutunabilmektir. Oysa erkekler, yakınlık kurmak istediklerinde sözcükleri değil, suskunlukları kullanırlar; onlar için sözcüklerin anlamlarından öte bir amacı yoktur. Kadınlar için içinde hiç iğne bulunmasa da avlunun aydınlık olması önemlidir.
Kadınların diğer konuşma amaçlarında erkeklere düşen sessizlik ve suskunluktur. İşte bu yüzden, erkekler suskun kalmayı ve suskun kalınmasını yeğledikleri özel durumlarda kadınlara dinleyici olmayı beceremiyorlar. Yine bu yüzden, kadınlar kendilerinin konuşmayı ve konuşulmayı yeğledikleri özel durumlarda erkeklere suskun kalmayı ve beklemeyi beceremiyorlar. Sorunların çoğu da bu karşılıklı beceriksizliklerden kaynaklanıyor.
Bilmem anlatabildim mi?
Fakat onca zaman aramasına rağmen iğne bulunamaz. Komşusu iğneyi nerede düşürdüğünü sorar. Hoca kendinden emin cevap verir: “Ahırda!” Hayretler içinde kalan komşusu, “Ahırda kaybettiğini ahırda aramalısın!” der. Nasreddin Hoca cevap verir: “Ama avlu daha aydınlık!”
Kaybettiğiniz şeyi niye ararsınız? Elbette bulmak için, değil mi? Bulunca onu aramaktan vazgeçersiniz; böylece arayışınız biter. Peki ya, size arama eyleminin kendisi de güzel ve anlamlı geliyorsa? Yani, bizzat arama eyleminin kendisi aradığınız şeyse? İşte, Nasreddin Hoca’nın da fısıldadığı bu: “İğneyi aramıyorum ki onu düşürdüğüm yere bakayım. Benim için önemli olan aydınlıkta olmak, ışıkta kalmak. Bu yüzden avluda arıyorum.” Onun önce ve öncelikle aradığı iğne değil, ışıktır. Ve işte avluda yeterince ışık vardır!
Kadınların da “iğneyi bulmak” için konuştukları olur. Ancak, kadınlar, çoğunlukla, hemcinsleri olmayan Nasreddin Hoca gibi iğneyi aramayı bahane edip, avluda ve aydınlıkta kalmayı tercih ederler.
Kadınlar konuşurlar, çünkü ne söylemek istediklerini konuşarak bulurlar. Yani, sesli düşünürler. Erkekler ise, söylemek istediklerini bulmak için susmayı yeğler.
Kadınlar konuşurlar, çünkü yakınlık kurmak isterler. Kadınlar için sözcükler bir başkasının ruhuna uzattıkları küçük halatlardır. Sözcüklerin içeriği değildir önemli olan; sözcüklere tutunabilmektir. Oysa erkekler, yakınlık kurmak istediklerinde sözcükleri değil, suskunlukları kullanırlar; onlar için sözcüklerin anlamlarından öte bir amacı yoktur. Kadınlar için içinde hiç iğne bulunmasa da avlunun aydınlık olması önemlidir.
Kadınların diğer konuşma amaçlarında erkeklere düşen sessizlik ve suskunluktur. İşte bu yüzden, erkekler suskun kalmayı ve suskun kalınmasını yeğledikleri özel durumlarda kadınlara dinleyici olmayı beceremiyorlar. Yine bu yüzden, kadınlar kendilerinin konuşmayı ve konuşulmayı yeğledikleri özel durumlarda erkeklere suskun kalmayı ve beklemeyi beceremiyorlar. Sorunların çoğu da bu karşılıklı beceriksizliklerden kaynaklanıyor.
Bilmem anlatabildim mi?