5
EXE RANK
AEROPOSTALE.`
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 18 Ara 2009
- Mesajlar
- 5,401
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 32

STİKLAL SAVAŞIMIZ VE TÜRK KADINI
İstiklâl Savaşımız, stratejilerin deyimi ile bir “Topyekûn savaş”dır.Topyekûn savaş kadın ve erkeği bir düzeyde görür ve kullanır. İkinci Dünya Savaşı ve daha sonraki mahallî savaşlar hep böyle uygulanmıştır. İşte Atatürk’ün yönettiği İstiklâl Savaşımız bu tür savaşların ilki ve örneğidir.
Gazi Mustafa Kemal, İstiklâl Savaşını yönetirken güç aldığı ve yaslandığı Türk kadınını ve Türk anasını hiç unutmamış, vefa duygusunu daima belirtmiştir.
21 Mart 1923’de Konya’da Kızılay’ın kadın kollarına şöyle hitap eder:
“Dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir milletinde Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkânı yoktur. Erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat menbalarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin varlığının nedenlerini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin yaşam yeteneğini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun, kereste getiren, ürünleri pazara ***ürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak soğuk demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvî ve fedakâr, o ilahî Anadolu kadınları olmuştur. Binaenaleyh hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen sevgi ve saygıyla analım.
Bu sözler yalnız bir gönül borcu ve minnetin belirtisi değildir. Geçmişimizden gelen, kadın erkek ayrıcalığının da yok edilmesi kararının kesin ifadesidir. Atatürk yalnız bu sözlerle değil, yaşamı boyunca övdüğü ve övündüğü Türk kadınının İstiklâl Savaşında yaptıklarından bazı örnekleri tarih sayfalarından buraya aktarmakta yarar vardır. Türk kadını Türk silâhlı kuvvetlerinde hizmete elindeki silahla ve gönüllü olarak, dövüşerek ve kan dökerek, şehitler vererek girmiş ve analık göreviyle beraber bu vazifesini de en sert koşullar içerisinde başarmıştır.
Cephe gerisindeki bütün cephane, yaralı ve hasta, ikmal maddelerinin taşınması Türk kadınının sırtına ve kağnısına yüklenir. Ulus Meydanındaki kadın heykeli işte bu Türk kadınının simgesidir.
Bu geri hizmetlerin dışında elinde silahı cephelerde milis (Gerilla) savaşı yapan pek çok bacımız, anamız vardır. 1919’da Yunanlılar Aydın’a girerken bir anne tüfeğini kapar, ileri atılır. Bu davranışı pek çok erkek ve kadın takip eder. Ayşe, Emine ve Seher isimli savaşçılar tarihe geçmiş gerçek Türk kadın savaşçılarıdır.
Güney cephesinde bir müfrezede dövüşen Tayyar Rahmiye, Fransızlara karşı savaşırken şehit düşer. Gördesli Makbule 1921’de evlendiğinin ertesi günü kocası ile beraber bir çete kurarlar, dağa çıkarlar. Makbule de Yunanlılarla savaşırken şahadete erer. İzmit Cephesinde takım kumandanı Erzurumlu Fatma’yı da görürüz. Hele Büyük Millet Meclisi tutanaklarına geçen ve kendisine İstiklâl madalyası ve tuğgeneral rütbesi verilmesi teklif edilen bir Nezahat kızımız vardır. Onun öyküsünü Millet Meclisi’nin 30 Ocak 1921 tarihindeki tutanaklara göre kısaca almadan geçemeyeceğim .
Bursa Milletvekili Emin Bey şöyle bir önerge vermiştir: “Çeşitli harp cephelerinde özellikle Gördes ve İnönü meydan muharebelerinde çarpışmalara katılmış ve her an erlere bazen subaylara bile gayret veren 70. Alay Kumandanı Hafız Halid Bey’in kızı Nezahat Hanım’a ilk İstiklâl Madalyasının verilmesini ve bu teklifin umumî heyetin tasdikine arzedilmesini rica ederim... Efendim! Bu Nezahat hanım denilen küçük hanım sekiz yaşında öksüz kalmış, babasının da başka kimsesi olmadığı için Umumî Harp’te çeşitli cephelerde bu çocuk babasının kucağında büyümüştür... Bu çocuk kendi eliyle yüzden fazla düşman öldürmüştür. Ne zaman bir erin, bir subayın sarsıldığını görürse hemen yanına koşar (Haydi beraber çarpışalım) der. Babasında ufak bir çekinme görse (Aman baba hiç üzülme, annem öldü, ama seni de vururlarsa ben yetim kalmam, bana millet bakar) diyerek teşvik eder. Bu çocuk herhalde mükafatlandırılmalıdır. İlk kez İstiklâl madalyasını bu çocuğa verirsek büyük bir kadirşinaslık gösteririz. Şunu arzedeyim, bütün askerlerimiz ona Türk Jean d’Arc’ı adını vermişlerdir.”
Daha sonra yapılan tartışmalarda Nezahat’ın kahramanlığı kabul edilmiş olmasına rağmen 12 yaşında olması, bahusus bir kız olması sebebiyle ne madalya, ne askerî rütbe verilmemiş, sadece “Büyüdüğü zaman çeyizini sağlayacak bir hediye takdimi” ne karar alınmıştır.
1919 da başlayan Millî Mücadelemizde kadınlarımızın canla başla nasıl savaştıklarına, kan döktüklerine, nasıl gazi ve şehit olduklarına dair sadece birkaç örnek vermiş bulunuyoruz. Dünya askerî tarihi incelenirse bu biçimde ve ölçüde cephelerde erkeği ile beraber dövüşen kadın savaşçılara ilk defa bizim tarihimizde rastlanır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türk kadınına Türk ordusu saflarında resmen ve üniformalı olarak yer veren ilk generaldir, ilk askerdir. Bu konuda da bir yaratıcıdır.
İstiklâl Savaşında kendisiyle fikir arkadaşlığı yapan, karargâhında vazife alan Halide Edip Adıvar’a askerliğin ilk basamaktaki rütbesini “Onbaşı” lığı tevcih eder. Bu olay da silahlı kuvvetlerimiz için çok tarihseldir. Türk kadınının askerliği ve ordu bünyesinde hizmeti bir Atatürk direktifi ve ilkesidir.
1930 da İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda, kendi karşısında “kadın, erkek eşitliği” üzerinde görüşme yapılırken kızlarımızın askerlik görevi üzerinde şu sözleri söyler:
“Bugün için Türk kadınının askerlik yapması söz konusu olmasa bile, bütün kızlarımızın vatan ve milletin yüksek menfaatlerini her suret ve vasıta ile müdafaa ve muhafaza edebilecek kabiliyette yetiştirilmelerinin millî terbiyede esas olması, kız çocuklarımızın buna göre bedenî ve fikrî ve hissî terbiyeye tabiî tutulması lâzımdır” .
Bu direktiften sonra kız öğrencilere de o sırada orta ve yüksek öğretimde okutulan “Askerliğe Hazırlık dersleri” mecburî ders olur. Erkek arkadaşları gibi bu derslerin dışında silahlı eğitime ve yaz kamplarına katılırlar. İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra, savaşan bütün ordularda görülen silahlı kadın kuruluşlarının temel fikri de böylece Atatürk’e aittir. Fakat 1935 de İstanbul’da yapılan “Dünya Kadınlar Kongresi”nde, Dünya basın temsilcilerinin “Türk kadın hakları” konusunda sorularını cevaplandırır. Tanınmış bir Avrupalı kadın yazarı kendisine yönelttiği “Anladığımıza göre Türk kadınının bir çok hakları verilmiştir. Bunu görmekten memnunuz. Acaba bu kadın-erkek eşitliğini askerlik konusuna kadar getirecek misiniz?” sorusunu şöyle cevaplar:
“Ben aslında Türk erkeklerinin de savaş yapmalarına taraftar değilim. Yurdumuzun da, cihanın da barış içinde yaşaması, siyasetimizin mihveridir. Ancak Türkiye’nin savunması söz konusu olursa, kadınlarımızın da erkeklerin yanında yeniden daha bilinçli ve tümüyle yer alacaklarına emin olmalısınız. İstiklâl Savaşımız bunun en yakın misalidir” .