11
EXE RANK
~TiM[e]-oVeR~
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 2 Kas 2008
- Mesajlar
- 11,101
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Web sitesi
- www.google.com
Beykoz
Beykoz İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında yer alır. Karadenize açılmadan önce, Anadolu yakasında ki en son ilçedir. Zengin bir tarihi dokusu ve eşsiz güzellikleri vardır.
BEYKOZ'UN TARİHİ:
Beykoz, çok eski bir tarihe sırtını dayamaktadır. Bu konuda bilinen en eski tarih, M.Ö 700 yıllarıdır. Bu dönemde deniz yoluyla gelerek, Beykoz'u kendilerine yurt edinen Traklar, Beykoz'da yerleşen ilk halk olarak bilinmektedir. Her ne kadar sanat
tarihcileri ve arkeologlar, çok daha önceki dönemlerde, Karadeniz'den Boğaz'a doğru seyreden tepelerde Apollon tapınağı benzeri yapıların olduğunu öne sürmekte ve dolayısıyla da, Beykoz'un bir kent olarak tarihini çok daha önceki tarihlere ***ürmek gerektiğini iddia etseler de, örgütlü bir toplumsal hayatın Beykoz'da M.Ö. 700 lü yıllarda başladığını söylemek mümkündür. Traklar, Trakya'ya adını veren ve tarihde savaşcı özellikleriyle bilinen bir toplumdur. Bu Trak halkının tarihde balıkcı köyleri, müstahkem kalelerle çevrili kentler ve çok sayıda yerleşim birimleri oluşturdukları bilinmektedir. Trakların Hint-Avrupa kökenli bir halk olduğu söylenmekte, ancak yazılı bir kültüre sahip olmadıkları için, haklarında yeterli bilgi edinme imkanı bulunmamaktadır. Trak toprakları geniş bir coğrafya'yı içersine alsa da, esasında doğu ve batı Trakya bölgesinde konuçlandıkları bilinmektedir.
Traklar, hiç bir zaman hakimiyetleri altında bulunan toprakları, tek bir devlet kuramamış, daha ziyade parçalı bir yönetim biçimi ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte Traklar, kendi içersinde güçlü yönetim mekanizmaları geliştirmeyi başarmışlardır.
Traklar Beykoz'a geldiklerinde, Kralları Amikos'un ismine atfen Bu bölgeye " Amikos " adını vermişlerdir. Amikos, Beykoz'un bilinen en eski adıdır. İstanbul boğazı'nı geçerek Beykoz'a gelen Traklar, burada Bebrik devletini kurmuşlardır. Bir rivayete göre Bebrikler isimlerini, Akdeniz kıyısında, Pirenelerin kuzeyinde ve güneyinde bulunan eski bir İber kavminden almışlardır. Burada kurulan Bebrik devleti M.Ö 337 yılında Bitinyalıların saldırısına uğramış ve Bebrik devleti uzun ssüren kanlı çarpışmaların sonucunda yıkılmıştır.
Bitinya dönemi, Beykoz'un yavaş yavaş gelişmeye başladığı bir dönemdir. Beykoz[Amikos], yönetim mekanizmasının babadan oğula geçen bir krallık sistemine bağlı olduğu Bitinyalılar döneminde, tam dokuz kral görmüştür. M.Ö. 74 yılında, Bitinya kralı IV. Nicomedes, ölüm döşeğinde iken tüm krallığını Roma imparatorluğuna devir etmiştir. Bunun üzerine Roma İmparatorluğu, Bitinya'yı bir eyalet olarak kabul etmiştir. Ancak Potnus kralı III. Mithriadates, Bitinya'yı zaptetmiş ve M.Ö 74 yılın ortalarında Roma İmparatorluğu bölgeyi yeniden ele geçirmek üzere, askeri bir birlik hazırlamış ve bu bölgeye yollamıştır. On yıllık bir mücadele neticesinde, M.Ö 65 yılında, Bithinya Roma imparatorluğu tarafından yeniden ele geçirilmiş ve Pontus toprakları da Bithinya topraklarına dahil edilmiştir. III. Mithriadates'in M.Ö. 63 yılında yakalanması ile birlikte tarih de III.Mithriadates savaşı olarak bilinen bu savaşda sona ermiştir.
M.S. 395 yılında Roma imparatoru büyük Toedosyus imparatorluğu, Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünene kadar Roma imparatorluğu sınırları içersinde bulunan Beykoz, bu tarihden itibaren Bizans[doğu Roma] imparatorluğunun hakimiyeti altına girer. Pers imparatorluğu 609 yılında Beykoz'u sınırlarına dahil eder. Persler altmış yıl bu topraklarda kaldıktan sonra 669 yılında müslüman Araplar bu toprakları Perslerden geri alırlar. Kısa bir süre sonra geri çekilen Arap'lardan sonra hakimiyet yeniden Bizans İmparatorluğuna geçer.
Bizans'lıların bölgedeki bu hakimiyetleri yedi yüzyıldan daha fazla, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid'in bölgeyi ele geçirdiği 1402 yılına kadar devam eder.
İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden 51 yıl önce Beykoz[Amikos], Sultan Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı imparatorluğu sınırları içersine katılır. Osmanlı sınırları içersine katılan bu yerleşim bölgesinin adı bundan böyle Amikos olarak değil, Beykoz olarak anılmaya başlamıştır. Beykoz isminin nereden geldiğine dair çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetler içersinde en bilineni, Beykoz isminin Kocaeli Beylerbeylerinin Beykoz'da oturmasına istinaden üretilenidir. Rivayete göre, Fars'ca da köy anlamına gelen "kos" sözcüğünün, Türkçe'de bey sözcüğüne eklenmesi sonucu ortaya çıkan Beykos[beyköyü],semtin ismi olarak kalmıştır. Zamanla Beykos kelimesi Beykoz'a dönüşmüştür. Bilinen bir başka rivayet ise;Beykoz isminin, yörenin osmanlı imparatorluğu idaresi altına girdiği dönemden sonra semtde inşa ettirilen " on çeşmeler " adlı bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir ceviz ağacına binaen ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bu rivayete göre söz konusu dönemde, koz kelimesi ceviz sözcüğünü nitelemek üzere kullanılmaktadır.Bu yörede ceviz ağaçlarının çok sayıda bulunması nedeniyle de semte Binkos adının verildiği ve bu ismin zamanla Beykoz ismine dönüştüğü öne sürülmektedir.
Muhyeşem dereleri, birbirinden güzel mesire yerleri, bereketli toprakları, cömert denizi ve aynı zamanda geniş bir av sahası da olan yemyeşil ormanlarıyla bir masal kentini andıran Beykoz, Osmanlı devleti tarihinde önemli bir yere sahiptir. Av alanlarının uygunluğu münasebetiyle Osmanlı yönetici sınıfının gözde mekanlarından biri olmuştur. Beykoz, padişah başta olmak üzere, avın kendileri için bir tutku olduğu saray erkanı, Osmanlı'nın son dönemlerine kadar Beykoz'u mesken tutmuşlardır. Özellikle Tokat bahçesi, bugün ki Akbaba köyü civarı ve Çubuklu yöresinde düzenlenen av partileri ile ilgili pek çok tarihsel anektod ve resmi kayıt mevcuttur. Ünlü seyyah İbn Battuta'dan öğrendiğimize göre, av partileri, Türk yönetici sınıfının ayıredici özelliklerinden biri olarakkarşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bölgeler, Osmanlı yönetici sınıfının avlanma yeri olarak tayin edilmiş bölgeler olup, tebaadan birisinin avlanması yasaklanmıştır.
Beykoz'un gözdesi olan köşklerin bu bölgede ortaya çıkışları doğrudan bu av merakıyla bağlantılı bir gelişmedir. Zamanla padişah'ların ve saray önde gelenlerinin konaklayabilmesi için birbirinden güzel köşkler inşa edilmiştir. Bu bağlamda, bugün maalesef arkasında her hangi bir iz bırakmayan, tarihsel değere sahip av köşklerinden biri olan Tokatköy'de ki Tokat kasrı ve bahçelerine değinmek yerinde olacaktır. Ünlü gezgin Evliya çelebi, seyahatnamesinde Tokat kasrı'nın Fatih Sultan Mehmet tarafından yapıldığını şu cümlelerle anlatmaktadır. "Mehmet Fatih Sultan'ın seferde olan sadrazamı'nın gönderdiği haberci, nefes nefese ve heyecanla Tokat'ın fethedildiği haberini verince Fatih Sultan Mehmet; Tez şurada bir bahçe yapılsın ismine de Tokat bahçesi denilsin. Tokat surlarına benzeyen bir set çekilsin demiş.."
Etrafı surlarla ve çitlerle çevrili bu bahçe içerisine; zerafet timsali olan bir köşk, muhteşem bir havuz, enfes bir şadırvan ve güzel bir hamam yaptırılmıştır. geniş bir alana sahip olan bahçesinde ise av hayvanları yetiştirilmiştir. Bu yapının yer aldığı Tokat köy'üne muhteşem bir kemerli beton köPage Rankingü üzerinden geçmek suretiyle varılmaktadır. Bu kasrın ve bahçenin bakımı, bir bahçıvan tarafından yapılmakta ve bu bahçıvanın emri altında yüz bostancı çalışmaktaydı. Bu kasrın, özellikle genç yaşta tahta çıkan IV.Murat tarafından çok beğenildiği bilinmekte, onun, bu bahçenin çimleri üzerinde cirit müsabakaları düzenlediği söylenmektedir. Yapıldığı tarihden itibaren Tokat kasrı'na Ve Beykoz'un bizzat kendisine, tahta çıkan tüm Osmanlı padişahlarının çok fazla rağbet etikleri bir geçektir.
En fazla tercih edilen av türleri, kuş,geyik ve karaca avı olmuştur. Kuş avı daha çok doğanlar kullanılarak yapılırken, geyik ve karaca avı eğitilmiş köpekler tarafından yapılırdı. özellikle yenileşme döneminin Osmanlı devletinde nasıl bir seyir aldığını izlemek açısından, Beykoz'da düzenlenen av partileri oldukça enteresan malzemelerle doludur. 18.yüzyıl sonrasında sakson türünde ki av köpekleri, Avrupa'dan getirilmeye başlanmıştır. Ava en meraklı ve düşkün olan padişahın; kendisi için "avcı" lakabının kullanıldığı IV.Mehmed[1642-1693] olduğu söylenir. IV.Mehmed'in en kısa avının üç ay sürdüğü rivayet edilir. IV.Mehmed, av merakı yüzünden devlet işlerini aksatmakla suçlanmış, bunun üzerine kendisine yöneltilen eleştirilere tepki olarak tahtını Edirne'ye taşımıştır. Beykoz merkezli av partilerinde kullanılan silah teknolojileri de zamanla değişmiştir.18.yüzyıla kadar ok ve yay ile yapılan avlar, bu dönemden itibaren yerlerini dolma çakmaklı tüfeklere ve ve daha sonrasında ise fişek atan kırma tüfeklere bırakmıştır. 20. yüzyılın başına gelindiğinde, Beykoz'dan Şile'ye ve Ömerli'ye kadar uzanan ormanlık sahada karaca ve yaban domuzu avı yapılmaktadır. Bu avlar daha ziyade köpekler eşliğinde ve sürek avı biçiminde gerçekleştirilmekteydi. Beykoz'un doğusunda yer alan sık ormanlık alanlarda halihazırda yaban domuzu avı yapılabilmekte, ilçe sınırlarının kuzey-doğu yakasında tavşan, çulluk, tilki ve nadiren olmakla birlikte dağ kekliği avlanabilmektedir. Ayrıca Ömerli barajı gölü civarında kaz ve ördek avı da yapılmaktadır.
Osmanlı tarihinin en önemli seyyahlarından olan Evliya Çelebi, Beykoz'u şu satırlarla anlatır: " (...) lebi deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi burnu'nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı azimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır. Camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi, küçük sokakları, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçevan, oduncu ve balıkcıdır. Ab-ı havası nefistir. İskelesinde bir kılıç balığı dalyanı vardır. Beş-altı gemi direğini birbirlerine bağlayıp denize dikmişlerdir. karadeniz tarafından kılıç balıkları geldiğinde, direğin tepesinde ki ademler, ellerinde ki taşları kılıç balıklarının arkasına doğru atınca, balıklar, emin yerdir diye liman ağzına doğru girer. Burada ağlara takıldıklarında balıkcılar kayıklarla kılıç balıklarına yanaşıp tokmak ve kargılarla bunları avlarlar. Buradan içeride Akbaba, Sultan, Ali bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun korusu, Yuşa nebi mesireleri vardır."
Günümüzde Beykoz; yukarı Boğaz'ın yüzyıllardan beri en şöhretli mesiresi olan, geniş bir vadiyi dolduran ve ulu çınarların süslediği Beykoz çayırı'na sahiptir. Çayır, Hünkar iskelesinden darala-darala Tokatköy'e kadar uzanmaktadır. Çayırın içersinde yer alan türlü türlü mekanlar, ağaçlarla çevrili yollarla birbirlerine bağlanır. Bu; başka bir mesire alanında rastlayamayacağımız nadide bir güzellik sunmaktadır.
Beykoz İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında yer alır. Karadenize açılmadan önce, Anadolu yakasında ki en son ilçedir. Zengin bir tarihi dokusu ve eşsiz güzellikleri vardır.
BEYKOZ'UN TARİHİ:
Beykoz, çok eski bir tarihe sırtını dayamaktadır. Bu konuda bilinen en eski tarih, M.Ö 700 yıllarıdır. Bu dönemde deniz yoluyla gelerek, Beykoz'u kendilerine yurt edinen Traklar, Beykoz'da yerleşen ilk halk olarak bilinmektedir. Her ne kadar sanat
tarihcileri ve arkeologlar, çok daha önceki dönemlerde, Karadeniz'den Boğaz'a doğru seyreden tepelerde Apollon tapınağı benzeri yapıların olduğunu öne sürmekte ve dolayısıyla da, Beykoz'un bir kent olarak tarihini çok daha önceki tarihlere ***ürmek gerektiğini iddia etseler de, örgütlü bir toplumsal hayatın Beykoz'da M.Ö. 700 lü yıllarda başladığını söylemek mümkündür. Traklar, Trakya'ya adını veren ve tarihde savaşcı özellikleriyle bilinen bir toplumdur. Bu Trak halkının tarihde balıkcı köyleri, müstahkem kalelerle çevrili kentler ve çok sayıda yerleşim birimleri oluşturdukları bilinmektedir. Trakların Hint-Avrupa kökenli bir halk olduğu söylenmekte, ancak yazılı bir kültüre sahip olmadıkları için, haklarında yeterli bilgi edinme imkanı bulunmamaktadır. Trak toprakları geniş bir coğrafya'yı içersine alsa da, esasında doğu ve batı Trakya bölgesinde konuçlandıkları bilinmektedir.
Traklar, hiç bir zaman hakimiyetleri altında bulunan toprakları, tek bir devlet kuramamış, daha ziyade parçalı bir yönetim biçimi ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte Traklar, kendi içersinde güçlü yönetim mekanizmaları geliştirmeyi başarmışlardır.
Traklar Beykoz'a geldiklerinde, Kralları Amikos'un ismine atfen Bu bölgeye " Amikos " adını vermişlerdir. Amikos, Beykoz'un bilinen en eski adıdır. İstanbul boğazı'nı geçerek Beykoz'a gelen Traklar, burada Bebrik devletini kurmuşlardır. Bir rivayete göre Bebrikler isimlerini, Akdeniz kıyısında, Pirenelerin kuzeyinde ve güneyinde bulunan eski bir İber kavminden almışlardır. Burada kurulan Bebrik devleti M.Ö 337 yılında Bitinyalıların saldırısına uğramış ve Bebrik devleti uzun ssüren kanlı çarpışmaların sonucunda yıkılmıştır.
Bitinya dönemi, Beykoz'un yavaş yavaş gelişmeye başladığı bir dönemdir. Beykoz[Amikos], yönetim mekanizmasının babadan oğula geçen bir krallık sistemine bağlı olduğu Bitinyalılar döneminde, tam dokuz kral görmüştür. M.Ö. 74 yılında, Bitinya kralı IV. Nicomedes, ölüm döşeğinde iken tüm krallığını Roma imparatorluğuna devir etmiştir. Bunun üzerine Roma İmparatorluğu, Bitinya'yı bir eyalet olarak kabul etmiştir. Ancak Potnus kralı III. Mithriadates, Bitinya'yı zaptetmiş ve M.Ö 74 yılın ortalarında Roma İmparatorluğu bölgeyi yeniden ele geçirmek üzere, askeri bir birlik hazırlamış ve bu bölgeye yollamıştır. On yıllık bir mücadele neticesinde, M.Ö 65 yılında, Bithinya Roma imparatorluğu tarafından yeniden ele geçirilmiş ve Pontus toprakları da Bithinya topraklarına dahil edilmiştir. III. Mithriadates'in M.Ö. 63 yılında yakalanması ile birlikte tarih de III.Mithriadates savaşı olarak bilinen bu savaşda sona ermiştir.
M.S. 395 yılında Roma imparatoru büyük Toedosyus imparatorluğu, Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünene kadar Roma imparatorluğu sınırları içersinde bulunan Beykoz, bu tarihden itibaren Bizans[doğu Roma] imparatorluğunun hakimiyeti altına girer. Pers imparatorluğu 609 yılında Beykoz'u sınırlarına dahil eder. Persler altmış yıl bu topraklarda kaldıktan sonra 669 yılında müslüman Araplar bu toprakları Perslerden geri alırlar. Kısa bir süre sonra geri çekilen Arap'lardan sonra hakimiyet yeniden Bizans İmparatorluğuna geçer.
Bizans'lıların bölgedeki bu hakimiyetleri yedi yüzyıldan daha fazla, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid'in bölgeyi ele geçirdiği 1402 yılına kadar devam eder.
İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden 51 yıl önce Beykoz[Amikos], Sultan Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı imparatorluğu sınırları içersine katılır. Osmanlı sınırları içersine katılan bu yerleşim bölgesinin adı bundan böyle Amikos olarak değil, Beykoz olarak anılmaya başlamıştır. Beykoz isminin nereden geldiğine dair çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetler içersinde en bilineni, Beykoz isminin Kocaeli Beylerbeylerinin Beykoz'da oturmasına istinaden üretilenidir. Rivayete göre, Fars'ca da köy anlamına gelen "kos" sözcüğünün, Türkçe'de bey sözcüğüne eklenmesi sonucu ortaya çıkan Beykos[beyköyü],semtin ismi olarak kalmıştır. Zamanla Beykos kelimesi Beykoz'a dönüşmüştür. Bilinen bir başka rivayet ise;Beykoz isminin, yörenin osmanlı imparatorluğu idaresi altına girdiği dönemden sonra semtde inşa ettirilen " on çeşmeler " adlı bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir ceviz ağacına binaen ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bu rivayete göre söz konusu dönemde, koz kelimesi ceviz sözcüğünü nitelemek üzere kullanılmaktadır.Bu yörede ceviz ağaçlarının çok sayıda bulunması nedeniyle de semte Binkos adının verildiği ve bu ismin zamanla Beykoz ismine dönüştüğü öne sürülmektedir.
Muhyeşem dereleri, birbirinden güzel mesire yerleri, bereketli toprakları, cömert denizi ve aynı zamanda geniş bir av sahası da olan yemyeşil ormanlarıyla bir masal kentini andıran Beykoz, Osmanlı devleti tarihinde önemli bir yere sahiptir. Av alanlarının uygunluğu münasebetiyle Osmanlı yönetici sınıfının gözde mekanlarından biri olmuştur. Beykoz, padişah başta olmak üzere, avın kendileri için bir tutku olduğu saray erkanı, Osmanlı'nın son dönemlerine kadar Beykoz'u mesken tutmuşlardır. Özellikle Tokat bahçesi, bugün ki Akbaba köyü civarı ve Çubuklu yöresinde düzenlenen av partileri ile ilgili pek çok tarihsel anektod ve resmi kayıt mevcuttur. Ünlü seyyah İbn Battuta'dan öğrendiğimize göre, av partileri, Türk yönetici sınıfının ayıredici özelliklerinden biri olarakkarşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bölgeler, Osmanlı yönetici sınıfının avlanma yeri olarak tayin edilmiş bölgeler olup, tebaadan birisinin avlanması yasaklanmıştır.
Beykoz'un gözdesi olan köşklerin bu bölgede ortaya çıkışları doğrudan bu av merakıyla bağlantılı bir gelişmedir. Zamanla padişah'ların ve saray önde gelenlerinin konaklayabilmesi için birbirinden güzel köşkler inşa edilmiştir. Bu bağlamda, bugün maalesef arkasında her hangi bir iz bırakmayan, tarihsel değere sahip av köşklerinden biri olan Tokatköy'de ki Tokat kasrı ve bahçelerine değinmek yerinde olacaktır. Ünlü gezgin Evliya çelebi, seyahatnamesinde Tokat kasrı'nın Fatih Sultan Mehmet tarafından yapıldığını şu cümlelerle anlatmaktadır. "Mehmet Fatih Sultan'ın seferde olan sadrazamı'nın gönderdiği haberci, nefes nefese ve heyecanla Tokat'ın fethedildiği haberini verince Fatih Sultan Mehmet; Tez şurada bir bahçe yapılsın ismine de Tokat bahçesi denilsin. Tokat surlarına benzeyen bir set çekilsin demiş.."
Etrafı surlarla ve çitlerle çevrili bu bahçe içerisine; zerafet timsali olan bir köşk, muhteşem bir havuz, enfes bir şadırvan ve güzel bir hamam yaptırılmıştır. geniş bir alana sahip olan bahçesinde ise av hayvanları yetiştirilmiştir. Bu yapının yer aldığı Tokat köy'üne muhteşem bir kemerli beton köPage Rankingü üzerinden geçmek suretiyle varılmaktadır. Bu kasrın ve bahçenin bakımı, bir bahçıvan tarafından yapılmakta ve bu bahçıvanın emri altında yüz bostancı çalışmaktaydı. Bu kasrın, özellikle genç yaşta tahta çıkan IV.Murat tarafından çok beğenildiği bilinmekte, onun, bu bahçenin çimleri üzerinde cirit müsabakaları düzenlediği söylenmektedir. Yapıldığı tarihden itibaren Tokat kasrı'na Ve Beykoz'un bizzat kendisine, tahta çıkan tüm Osmanlı padişahlarının çok fazla rağbet etikleri bir geçektir.
En fazla tercih edilen av türleri, kuş,geyik ve karaca avı olmuştur. Kuş avı daha çok doğanlar kullanılarak yapılırken, geyik ve karaca avı eğitilmiş köpekler tarafından yapılırdı. özellikle yenileşme döneminin Osmanlı devletinde nasıl bir seyir aldığını izlemek açısından, Beykoz'da düzenlenen av partileri oldukça enteresan malzemelerle doludur. 18.yüzyıl sonrasında sakson türünde ki av köpekleri, Avrupa'dan getirilmeye başlanmıştır. Ava en meraklı ve düşkün olan padişahın; kendisi için "avcı" lakabının kullanıldığı IV.Mehmed[1642-1693] olduğu söylenir. IV.Mehmed'in en kısa avının üç ay sürdüğü rivayet edilir. IV.Mehmed, av merakı yüzünden devlet işlerini aksatmakla suçlanmış, bunun üzerine kendisine yöneltilen eleştirilere tepki olarak tahtını Edirne'ye taşımıştır. Beykoz merkezli av partilerinde kullanılan silah teknolojileri de zamanla değişmiştir.18.yüzyıla kadar ok ve yay ile yapılan avlar, bu dönemden itibaren yerlerini dolma çakmaklı tüfeklere ve ve daha sonrasında ise fişek atan kırma tüfeklere bırakmıştır. 20. yüzyılın başına gelindiğinde, Beykoz'dan Şile'ye ve Ömerli'ye kadar uzanan ormanlık sahada karaca ve yaban domuzu avı yapılmaktadır. Bu avlar daha ziyade köpekler eşliğinde ve sürek avı biçiminde gerçekleştirilmekteydi. Beykoz'un doğusunda yer alan sık ormanlık alanlarda halihazırda yaban domuzu avı yapılabilmekte, ilçe sınırlarının kuzey-doğu yakasında tavşan, çulluk, tilki ve nadiren olmakla birlikte dağ kekliği avlanabilmektedir. Ayrıca Ömerli barajı gölü civarında kaz ve ördek avı da yapılmaktadır.
Osmanlı tarihinin en önemli seyyahlarından olan Evliya Çelebi, Beykoz'u şu satırlarla anlatır: " (...) lebi deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi burnu'nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı azimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır. Camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi, küçük sokakları, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçevan, oduncu ve balıkcıdır. Ab-ı havası nefistir. İskelesinde bir kılıç balığı dalyanı vardır. Beş-altı gemi direğini birbirlerine bağlayıp denize dikmişlerdir. karadeniz tarafından kılıç balıkları geldiğinde, direğin tepesinde ki ademler, ellerinde ki taşları kılıç balıklarının arkasına doğru atınca, balıklar, emin yerdir diye liman ağzına doğru girer. Burada ağlara takıldıklarında balıkcılar kayıklarla kılıç balıklarına yanaşıp tokmak ve kargılarla bunları avlarlar. Buradan içeride Akbaba, Sultan, Ali bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun korusu, Yuşa nebi mesireleri vardır."
Günümüzde Beykoz; yukarı Boğaz'ın yüzyıllardan beri en şöhretli mesiresi olan, geniş bir vadiyi dolduran ve ulu çınarların süslediği Beykoz çayırı'na sahiptir. Çayır, Hünkar iskelesinden darala-darala Tokatköy'e kadar uzanmaktadır. Çayırın içersinde yer alan türlü türlü mekanlar, ağaçlarla çevrili yollarla birbirlerine bağlanır. Bu; başka bir mesire alanında rastlayamayacağımız nadide bir güzellik sunmaktadır.