15
EXE RANK
-AUXERRE. `
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 1 Ara 2009
- Mesajlar
- 15,286
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 33
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Peygamber Hz. Muhammed (sav)'in insanlığa tebliğ ettiği dini ve bu dinin toplum üzerindeki etkilerini anlamak için, Hz. Peygamber'in içinde doğup yetiştiği çevrenin etnik, coğrafi, sosyal, kültürel, iktisadi ve dinî özelliklerinin ana hatlarıyla bilinmesi zaruridir. Zira İslam toplumunun varlığını doğrudan etkilemiş olan bu sürecin ortaya konması, hem
peygamberliğinden önceki 40 yıllık hayatını bu muhit içinde geçiren Hz. Muhammed (sav)'in bu toplum içindeki duruşunu anlamamıza yardım edecek; hem de İslam'ı tebliğ ile söz konusu toplum üzerinde meydana gelen değişim ve dönüşümün boyutlarını kavramamıza imkan sağlayacaktır. Tarih boyunca Müslümanlar tarafından asla inkar edilmemiş olan ve "Cahiliye" olarak tavsif edilen bu dönem, asırlar boyunca yazılmış hemen bütün İslam tarihi kitaplarının siyerden önceki bölümünü teşkil etmiş ve İslam tarihinin ayrılmaz bir ön parçası olarak algılanmıştır.
ARABİSTAN COĞRAFYASI
Doğusundan Basra Körfezi, batısından Kızıldeniz, güneyinden Hint Okyanusu tarafından kuşatılmış olan Arabistan Yarımadası, dünyanın en kurak ve yağmursuz bölgeleri arasında yer almaktadır.
Eski Latin ve Yunan kaynaklarında geçen “Arabia” ismi, Nil Nehri’nin hemen doğu kıyısından başlayan ve kuzeyde Sina Yarımadası ve Suriye’yi de içine alan bir bölgeyi kapsamaktaydı. Bugün ise daha dar bir alanı ifade eden Arabistan Yarımadası, 3,1 milyon km2’lik yüzölçümüne ve 9 bin km’lik bir kıyı şeridine sahiptir.
Yarımadaya düşen yıllık yağış miktarının ortalama olarak 150 milimetrenin altında kalması, bölgede çöl ikliminin hüküm sürmesinde etkilidir. Geçirdiği jeolojik gelişim sonucunda Asya ve Afrika kıtaları arasında uzanan koca bir dikdörtgeni andıran Arabistan, günümüzden 130 ilâ 200 milyon yıl öncesinde Hindistan ve İran’dan, yaklaşık 65 milyon yıl öncesinden itibaren de Afrika’dan kopmuştur. Bir yırtığın iki kenarı gibi birbirine uyumlu bir çift oluşturan Kızıldeniz’in batı ile doğu sahilleri, kıtalar arası kopmanın şekli ve seyri konusunda oldukça önemli ipuçları vermektedir.
Arapların “Ceziretü’l-Arab” olarak adlandırdıkları Arap Yarımadası, coğrafi yapıyı ve iklimi esas alan birkaç bölgeye ayrılmaktadır. Bu bölgelerin sayısı ve sınırları, tarih boyunca çeşitli tartışmalara konu olmuşsa da, üç bölgenin özellikle ön plana çıktığı görülmektedir: Yarımadanın güneybatısını kapsayan Yemen, batı bölgelerinden oluşan Hicaz ve iç bölgeler ile doğu kıyıları içeren Necid. Hicaz, İslam dininin doğduğu coğrafya olması açısından tarih boyunca coğrafyacılarca daha yakından değerlendirilmiş olmakla birlikte, Yemen de yarımadanın başlıca üretim ve ticaret merkezi olması sebebiyle oldukça dikkat çekmiştir.
Yarımada tarih boyunca, bir taraftan özellikle yaz aylarında tüm eziciliği ile ortaya çıkan sıcaklık, diğer taraftan da mevsimler, hatta gece ile gündüz arasındaki ani ısı değişimlerinden oldukça menfi bir şekilde etkilenmiştir. Sıcaklığın kuzeyden güneye ve yüksek platolardan alçak kesimlere inildikçe arttığı, hatta kimi zaman 50°C’ye ulaştığı Arabistan’da kış mevsimi, kuzeyde ve Basra körfezi kıyılarında kısmi olarak hissedilirken, sıcaklığın 15°C’nin altına nadir düştüğü Kızıldeniz kıyılarında neredeyse hiç hissedilmemektedir. Şubat’tan Mart’a veya Mayıs’tan Eylül sonuna kadar olan devrede yağabilen yağmurlar, yarımadanın karakteristik sıcak ve kurak iklim özelliğinin oluşturduğu bunaltıcı etkiyi kısmen azaltsa da, kıyılarda gündüzleri 40°C, geceleri ise 30°C’ye ulaşan sıcaklık derecelerinin yaşanmasına engel olamamaktadır. Özellikle sahillerde artan rutubet ile birleşen bu sıcaklıklar, gündelik hayatı oldukça zorlaştırmaktadır. Buna karşılık aynı şartlar, bazı bölgelerin nitelikli ziraatı için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Mesela, yarımadanın batı yakasındaki dağ silsilesi ile Kızıldeniz arasında kalan Tihame bölgesinin Yemen Tihamesi olarak bilinen güney kısımlarında sıcaklık kışın bile 25° ilâ 35°C arasında değişmekte olup, sabah vakitlerinde dağlara doğru uzanan nemli sis sayesinde, kahve başta olmak üzere kıymetli zirai mahsullerin yetişmesi mümkün olabilmektedir.
Arabistan’ın batı kesimlerine hakim olan taşlık sarp dağlar, sellerin meydana getirdiği vadilerle yer yer kesilmiş ve nispeten daha verimli olan bu vadilerin yakınlarında yerleşim bölgeleri kurulmuştur. Ancak buralarda dahi toprağın kumlu, su tutmayan özelliği, verimi yağmurlara bağlı ve oldukça kısa dönemlere has kılmaktadır. Bu sebeple söz konusu yerleşimlerin pek çoğu, göçebe Arapların dönemsel olarak durdukları geçici yerleşim bölgeleri olarak kalmıştır. Diğer yandan Yemen’de derinlere çekilen vadi sularının kullanımını mümkün kılacak teknikler ve ölçekler geliştirilmiş ve bu sayede bu tür vadilerin iskana müsait hale getirilmesi mümkün kılınmıştır. Yerleşim, daha ziyade Arapların “hasa” kelimesinin çoğulu olan ve üstü kumluk, altı sert kaya olan yerler için kullandıkları “Ahsâ” adlı bölgelerde gerçekleşmiştir. Yağmur yağdığında, bu sert tabakanın, suların yerin derinliklerine çekilmesini engelleyici bir rol oynaması ve bu sayede suyun insanlarca kullanımını mümkün kılması, bu bölgelerin tercih edilmesinde temel belirleyici olmuştur. Toprağın niteliği ve yağmur rejimi kalıcı zirai alanları daraltmaktadır. Yağmurun, güneybatı, güney ve güneydoğuda yaz yağışları şeklinde (muson) düştüğü Arap yarımadasında, ani ve kısa süreli yağışların doldurduğu vadilerdeki sular, sıcak iklim yüzünden yaşanan buharlaşmanın etkisiyle toprağın derinliğine dahi inemeden buharlaşmakta, buna bağlı olarak da akarsu vadileri çoğunlukla kuru kalmaktadır. Bu durumun toprağın aşırı geçirgen ve su tutmaz yapısıyla birleşmesi, yeraltı su kaynaklarını cılızlaştırmakta, dolayısıyla tabii sulamaya dayalı tarla ziraatı, yalnızca güneybatı ile sınırlı kalmaktadır.
Yarımadanın bitki örtüsünü de belirleyen söz konusu iklim şartları, ancak ağaççıklar, çalılar, bodur çalılar ve yarıçalılar gibi uzun ömürlü ve kurak iklime uyum sağlayan bitkilere müsaade etmektedir. Bölgenin faunasına, yalnızca yağmur mevsiminde gelişebilen ve oldukça kısa ömürlü olan bitkileri de eklemek gerekir. Bölgenin en büyük ve ürkütücü çölü olan güneydoğudaki Rub’ul-hali’de olduğu gibi, bitkilerin yeraltı su kaynaklarına erişemedikleri yerlerde bitki örtüsü neredeyse hiç yoktur.
Bütün bunlar esasında yarımadada hakim olan elverişsiz tabiat şartlarının, büyük ölçüde ülkenin su kaynakları bakımından yaşadığı mahrumiyetten kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Büyük kısmı çorak olan bu coğrafyanın, nispeten bol yağışın düştüğü verimli ve bereketli topraklarla taltif edilmiş güneybatı bölgesi ile iç bölgelerin kurak ve verimsiz toprakları ve çölleri arasındaki uçurumun temelinde bu unsur yatmaktadır. Yarımadanın güneyi dışındaki diğer kısımlarında daimi su kaynakları, seyrek aralıklarla serpiştirilmiş olan vahalardaki yeraltı sularından ibarettir. Vadi boylarında açılan kuyuları kum fırtınaları sürekli kapatmakta, yağmurdan sonra sel suları ile kabaran vadilerde biriken su birikintileri ise kısa sürede buharlaşmaktadır.
Bölgeler arasındaki coğrafyanın bitki örtüsüne de damgasını vuran bu farklılık, bölgesel ürünlerde de kendini göstermiştir. İç bölgeler, kurak bitki örtüsünü yansıtan ve susuzluğa alışkın olan hurma ağaçlarıyla belirginleşirken; Yemen, verimliliğin ve lüksün sembolü olan günlük (tütsü) ağacı ile şöhret bulmuştur. Halkın ana besin kaynağını hurmanın oluşturduğu yarımadanın vaha kısımlarında, bir miktar buğday ve arpanın yanı sıra, darı, soğan, susam, muhtelif sebze, baklagiller, tütün, kayısı, badem, incir, üzüm ve narenciye yetiştirilebilen kısıtlı bölgeler yer alırken; güneyde muz, pamuk, kahve, hatta pirinç ve şekerkamışı gibi muhtelif mahsullerin yetişmesi mümkün olabilmektedir.
Yarımadanın kara iklimi bakımından taşıdığı elverişsizlik, etrafındaki denizlere de yansımaktadır. Gerek Kızıldeniz, gerekse Basra Körfezi’nin iklimi ve yapısı, bu denizlere kıyısı olan bölgelerin gelişmesini de engelleyecek niteliktedir. Her iki deniz de sığlıklar, mercan kayalıkları, ters akıntılar ve rüzgarlarıyla, bölge denizciliğini oldukça zorlaştırmaktadır. Arabistan Yarımadası’nın kıyı coğrafyası da, bu zorlukları kolaylaştıracak özellikleri barındırmamaktadır. Başta güney sahil şeridi olmak üzere, kıyı şeridi liman olmaya elverişli değildir. Denize açılan az sayıdaki liman kentleri de bu şehirlerdeki ticaretin gelişimini destekleyecek bir kara ulaşım ağına ve şehirleri besleyecek bir tarımsal hinterlanda sahip değildir. Bu anlamda belki tek istisna Aden gibi gözükmektedir.
Tüm bu olumsuz şartlara rağmen bölge, ticaret veya ziraattan geçimini temin eden şehirli ve hayvancılıkla uğraşan göçebe bir nüfus barındırmıştır. Göçebe bedeviler aynı zamanda ticaret kervanlarını korumak ve onlara kılavuzluk etmek, ya da bunlara saldırarak mallarına el koymak gibi geçim yolları da edinmişlerdir. Kıyılarda ise daha ziyade ticaret, gemicilik, balıkçılık, inci ve sünger avcılığı ön plana çıkmaktadır.
Özetle, gerek deniz, gerekse kara iklim ve coğrafyasının bölgenin aleyhine işlediği böyle zorlu bir coğrafyada uzun süreli yerleşimler genellikle mümkün olmamıştır. Zaman içinde Cidde gibi bazı yerleşim yerleri yükseliş gösterirken, bir zamanlar Medine’nin limanı olan Car gibi kimi şehirler ise bölge haritasından silinmişlerdir.
Şuaybe’nin Mekke’nin limanı olduğu dönemlerde, kulübelerden oluşan ve ancak nadiren ticari gemilerin indirme - bindirme yaptığı küçük bir balıkçı köyü olduğu tahmin edilmektedir. Cidde’nin belli başlı bir liman haline gelmesi ve önem kazanması, Hz. Osman’ın burayı Şuaybe’nin yerine, Mekke’nin sahili ve limanı kılması ile gerçekleşmiştir. Şehir bu dönemde bir taraftan Mekke’nin limanı olması hasebiyle gelişmiş, diğer taraftan da Hicaz’ın savunması için stratejik bir mevkide yer alması sebebiyle bir garnizon şehri mahiyetine büründürülerek müstahkem hale getirilmiştir. Cidde, bir yandan limanı olduğu Mekke’nin ticari refahından faydalanmış; diğer yandan da İslam dünyasının odak noktası olan bu şehri, Mısır ve Hindistan’dan gelen malların buluştuğu büyük bir ithalat merkezi haline getirmiştir. Zaman içinde kazandığı dinî, iktisadi, stratejik önemle Kızıldeniz ve Arap yarımadasının en hareketli ve mühim limanı haline gelen Cidde, Kızıldeniz seferlerinin durak iskelesi olması bakımından da tarih boyunca önemini hep korumuştur. Ticari bakımdan taşıdığı ehemmiyet ile de Ortaçağlarda dünyanın sayılı ticaret merkezleri arasında yer almayı başarmıştır. Dahası zamanla, ama özellikle de Haçlı seferlerinin kuzeyden gelen karayolunun güvenliğini tehlikeye attığı dönemlerde Cidde, Kızıldeniz havalisinden gelen ve deniz yolunu tercih eden hac kafileleri için önemli bir buluşma ve transit noktası olmuştur.
peygamberliğinden önceki 40 yıllık hayatını bu muhit içinde geçiren Hz. Muhammed (sav)'in bu toplum içindeki duruşunu anlamamıza yardım edecek; hem de İslam'ı tebliğ ile söz konusu toplum üzerinde meydana gelen değişim ve dönüşümün boyutlarını kavramamıza imkan sağlayacaktır. Tarih boyunca Müslümanlar tarafından asla inkar edilmemiş olan ve "Cahiliye" olarak tavsif edilen bu dönem, asırlar boyunca yazılmış hemen bütün İslam tarihi kitaplarının siyerden önceki bölümünü teşkil etmiş ve İslam tarihinin ayrılmaz bir ön parçası olarak algılanmıştır.
ARABİSTAN COĞRAFYASI
Doğusundan Basra Körfezi, batısından Kızıldeniz, güneyinden Hint Okyanusu tarafından kuşatılmış olan Arabistan Yarımadası, dünyanın en kurak ve yağmursuz bölgeleri arasında yer almaktadır.
Eski Latin ve Yunan kaynaklarında geçen “Arabia” ismi, Nil Nehri’nin hemen doğu kıyısından başlayan ve kuzeyde Sina Yarımadası ve Suriye’yi de içine alan bir bölgeyi kapsamaktaydı. Bugün ise daha dar bir alanı ifade eden Arabistan Yarımadası, 3,1 milyon km2’lik yüzölçümüne ve 9 bin km’lik bir kıyı şeridine sahiptir.
Yarımadaya düşen yıllık yağış miktarının ortalama olarak 150 milimetrenin altında kalması, bölgede çöl ikliminin hüküm sürmesinde etkilidir. Geçirdiği jeolojik gelişim sonucunda Asya ve Afrika kıtaları arasında uzanan koca bir dikdörtgeni andıran Arabistan, günümüzden 130 ilâ 200 milyon yıl öncesinde Hindistan ve İran’dan, yaklaşık 65 milyon yıl öncesinden itibaren de Afrika’dan kopmuştur. Bir yırtığın iki kenarı gibi birbirine uyumlu bir çift oluşturan Kızıldeniz’in batı ile doğu sahilleri, kıtalar arası kopmanın şekli ve seyri konusunda oldukça önemli ipuçları vermektedir.
Arapların “Ceziretü’l-Arab” olarak adlandırdıkları Arap Yarımadası, coğrafi yapıyı ve iklimi esas alan birkaç bölgeye ayrılmaktadır. Bu bölgelerin sayısı ve sınırları, tarih boyunca çeşitli tartışmalara konu olmuşsa da, üç bölgenin özellikle ön plana çıktığı görülmektedir: Yarımadanın güneybatısını kapsayan Yemen, batı bölgelerinden oluşan Hicaz ve iç bölgeler ile doğu kıyıları içeren Necid. Hicaz, İslam dininin doğduğu coğrafya olması açısından tarih boyunca coğrafyacılarca daha yakından değerlendirilmiş olmakla birlikte, Yemen de yarımadanın başlıca üretim ve ticaret merkezi olması sebebiyle oldukça dikkat çekmiştir.
Yarımada tarih boyunca, bir taraftan özellikle yaz aylarında tüm eziciliği ile ortaya çıkan sıcaklık, diğer taraftan da mevsimler, hatta gece ile gündüz arasındaki ani ısı değişimlerinden oldukça menfi bir şekilde etkilenmiştir. Sıcaklığın kuzeyden güneye ve yüksek platolardan alçak kesimlere inildikçe arttığı, hatta kimi zaman 50°C’ye ulaştığı Arabistan’da kış mevsimi, kuzeyde ve Basra körfezi kıyılarında kısmi olarak hissedilirken, sıcaklığın 15°C’nin altına nadir düştüğü Kızıldeniz kıyılarında neredeyse hiç hissedilmemektedir. Şubat’tan Mart’a veya Mayıs’tan Eylül sonuna kadar olan devrede yağabilen yağmurlar, yarımadanın karakteristik sıcak ve kurak iklim özelliğinin oluşturduğu bunaltıcı etkiyi kısmen azaltsa da, kıyılarda gündüzleri 40°C, geceleri ise 30°C’ye ulaşan sıcaklık derecelerinin yaşanmasına engel olamamaktadır. Özellikle sahillerde artan rutubet ile birleşen bu sıcaklıklar, gündelik hayatı oldukça zorlaştırmaktadır. Buna karşılık aynı şartlar, bazı bölgelerin nitelikli ziraatı için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Mesela, yarımadanın batı yakasındaki dağ silsilesi ile Kızıldeniz arasında kalan Tihame bölgesinin Yemen Tihamesi olarak bilinen güney kısımlarında sıcaklık kışın bile 25° ilâ 35°C arasında değişmekte olup, sabah vakitlerinde dağlara doğru uzanan nemli sis sayesinde, kahve başta olmak üzere kıymetli zirai mahsullerin yetişmesi mümkün olabilmektedir.
Arabistan’ın batı kesimlerine hakim olan taşlık sarp dağlar, sellerin meydana getirdiği vadilerle yer yer kesilmiş ve nispeten daha verimli olan bu vadilerin yakınlarında yerleşim bölgeleri kurulmuştur. Ancak buralarda dahi toprağın kumlu, su tutmayan özelliği, verimi yağmurlara bağlı ve oldukça kısa dönemlere has kılmaktadır. Bu sebeple söz konusu yerleşimlerin pek çoğu, göçebe Arapların dönemsel olarak durdukları geçici yerleşim bölgeleri olarak kalmıştır. Diğer yandan Yemen’de derinlere çekilen vadi sularının kullanımını mümkün kılacak teknikler ve ölçekler geliştirilmiş ve bu sayede bu tür vadilerin iskana müsait hale getirilmesi mümkün kılınmıştır. Yerleşim, daha ziyade Arapların “hasa” kelimesinin çoğulu olan ve üstü kumluk, altı sert kaya olan yerler için kullandıkları “Ahsâ” adlı bölgelerde gerçekleşmiştir. Yağmur yağdığında, bu sert tabakanın, suların yerin derinliklerine çekilmesini engelleyici bir rol oynaması ve bu sayede suyun insanlarca kullanımını mümkün kılması, bu bölgelerin tercih edilmesinde temel belirleyici olmuştur. Toprağın niteliği ve yağmur rejimi kalıcı zirai alanları daraltmaktadır. Yağmurun, güneybatı, güney ve güneydoğuda yaz yağışları şeklinde (muson) düştüğü Arap yarımadasında, ani ve kısa süreli yağışların doldurduğu vadilerdeki sular, sıcak iklim yüzünden yaşanan buharlaşmanın etkisiyle toprağın derinliğine dahi inemeden buharlaşmakta, buna bağlı olarak da akarsu vadileri çoğunlukla kuru kalmaktadır. Bu durumun toprağın aşırı geçirgen ve su tutmaz yapısıyla birleşmesi, yeraltı su kaynaklarını cılızlaştırmakta, dolayısıyla tabii sulamaya dayalı tarla ziraatı, yalnızca güneybatı ile sınırlı kalmaktadır.
Yarımadanın bitki örtüsünü de belirleyen söz konusu iklim şartları, ancak ağaççıklar, çalılar, bodur çalılar ve yarıçalılar gibi uzun ömürlü ve kurak iklime uyum sağlayan bitkilere müsaade etmektedir. Bölgenin faunasına, yalnızca yağmur mevsiminde gelişebilen ve oldukça kısa ömürlü olan bitkileri de eklemek gerekir. Bölgenin en büyük ve ürkütücü çölü olan güneydoğudaki Rub’ul-hali’de olduğu gibi, bitkilerin yeraltı su kaynaklarına erişemedikleri yerlerde bitki örtüsü neredeyse hiç yoktur.
Bütün bunlar esasında yarımadada hakim olan elverişsiz tabiat şartlarının, büyük ölçüde ülkenin su kaynakları bakımından yaşadığı mahrumiyetten kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Büyük kısmı çorak olan bu coğrafyanın, nispeten bol yağışın düştüğü verimli ve bereketli topraklarla taltif edilmiş güneybatı bölgesi ile iç bölgelerin kurak ve verimsiz toprakları ve çölleri arasındaki uçurumun temelinde bu unsur yatmaktadır. Yarımadanın güneyi dışındaki diğer kısımlarında daimi su kaynakları, seyrek aralıklarla serpiştirilmiş olan vahalardaki yeraltı sularından ibarettir. Vadi boylarında açılan kuyuları kum fırtınaları sürekli kapatmakta, yağmurdan sonra sel suları ile kabaran vadilerde biriken su birikintileri ise kısa sürede buharlaşmaktadır.
Bölgeler arasındaki coğrafyanın bitki örtüsüne de damgasını vuran bu farklılık, bölgesel ürünlerde de kendini göstermiştir. İç bölgeler, kurak bitki örtüsünü yansıtan ve susuzluğa alışkın olan hurma ağaçlarıyla belirginleşirken; Yemen, verimliliğin ve lüksün sembolü olan günlük (tütsü) ağacı ile şöhret bulmuştur. Halkın ana besin kaynağını hurmanın oluşturduğu yarımadanın vaha kısımlarında, bir miktar buğday ve arpanın yanı sıra, darı, soğan, susam, muhtelif sebze, baklagiller, tütün, kayısı, badem, incir, üzüm ve narenciye yetiştirilebilen kısıtlı bölgeler yer alırken; güneyde muz, pamuk, kahve, hatta pirinç ve şekerkamışı gibi muhtelif mahsullerin yetişmesi mümkün olabilmektedir.
Yarımadanın kara iklimi bakımından taşıdığı elverişsizlik, etrafındaki denizlere de yansımaktadır. Gerek Kızıldeniz, gerekse Basra Körfezi’nin iklimi ve yapısı, bu denizlere kıyısı olan bölgelerin gelişmesini de engelleyecek niteliktedir. Her iki deniz de sığlıklar, mercan kayalıkları, ters akıntılar ve rüzgarlarıyla, bölge denizciliğini oldukça zorlaştırmaktadır. Arabistan Yarımadası’nın kıyı coğrafyası da, bu zorlukları kolaylaştıracak özellikleri barındırmamaktadır. Başta güney sahil şeridi olmak üzere, kıyı şeridi liman olmaya elverişli değildir. Denize açılan az sayıdaki liman kentleri de bu şehirlerdeki ticaretin gelişimini destekleyecek bir kara ulaşım ağına ve şehirleri besleyecek bir tarımsal hinterlanda sahip değildir. Bu anlamda belki tek istisna Aden gibi gözükmektedir.
Tüm bu olumsuz şartlara rağmen bölge, ticaret veya ziraattan geçimini temin eden şehirli ve hayvancılıkla uğraşan göçebe bir nüfus barındırmıştır. Göçebe bedeviler aynı zamanda ticaret kervanlarını korumak ve onlara kılavuzluk etmek, ya da bunlara saldırarak mallarına el koymak gibi geçim yolları da edinmişlerdir. Kıyılarda ise daha ziyade ticaret, gemicilik, balıkçılık, inci ve sünger avcılığı ön plana çıkmaktadır.
Özetle, gerek deniz, gerekse kara iklim ve coğrafyasının bölgenin aleyhine işlediği böyle zorlu bir coğrafyada uzun süreli yerleşimler genellikle mümkün olmamıştır. Zaman içinde Cidde gibi bazı yerleşim yerleri yükseliş gösterirken, bir zamanlar Medine’nin limanı olan Car gibi kimi şehirler ise bölge haritasından silinmişlerdir.
Şuaybe’nin Mekke’nin limanı olduğu dönemlerde, kulübelerden oluşan ve ancak nadiren ticari gemilerin indirme - bindirme yaptığı küçük bir balıkçı köyü olduğu tahmin edilmektedir. Cidde’nin belli başlı bir liman haline gelmesi ve önem kazanması, Hz. Osman’ın burayı Şuaybe’nin yerine, Mekke’nin sahili ve limanı kılması ile gerçekleşmiştir. Şehir bu dönemde bir taraftan Mekke’nin limanı olması hasebiyle gelişmiş, diğer taraftan da Hicaz’ın savunması için stratejik bir mevkide yer alması sebebiyle bir garnizon şehri mahiyetine büründürülerek müstahkem hale getirilmiştir. Cidde, bir yandan limanı olduğu Mekke’nin ticari refahından faydalanmış; diğer yandan da İslam dünyasının odak noktası olan bu şehri, Mısır ve Hindistan’dan gelen malların buluştuğu büyük bir ithalat merkezi haline getirmiştir. Zaman içinde kazandığı dinî, iktisadi, stratejik önemle Kızıldeniz ve Arap yarımadasının en hareketli ve mühim limanı haline gelen Cidde, Kızıldeniz seferlerinin durak iskelesi olması bakımından da tarih boyunca önemini hep korumuştur. Ticari bakımdan taşıdığı ehemmiyet ile de Ortaçağlarda dünyanın sayılı ticaret merkezleri arasında yer almayı başarmıştır. Dahası zamanla, ama özellikle de Haçlı seferlerinin kuzeyden gelen karayolunun güvenliğini tehlikeye attığı dönemlerde Cidde, Kızıldeniz havalisinden gelen ve deniz yolunu tercih eden hac kafileleri için önemli bir buluşma ve transit noktası olmuştur.