İradecilik ve Nominalizm: Sadece İman

20
EXE RANK

OttoMaNs* ;яeiz

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
20 Şub 2011
Mesajlar
32,869
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Web sitesi
www.netbilgini.com
OttoMaNs* ;яeiz
16. yüzyılda, Roma Katolik Kilisesi resmen ikiye ayrılmıştır. Reformcular başlangıç olarak sadece Kiliseyi yeniden yapılandırmayı istemiş olsalar da, teolojik özgünlükleri ve siyasal bağlantıları, Kilise'nin geleneğe, iman ve kurtuluşa dair görüşlerini ters yüz edecek bir devrime yol açmıştır. Teolojik olarak, Martin Luther (1483-1546) geleneğe ve papaya karşı İncil'in ve birey imanının savunucusu oldu. Böylece birey, Tanrı ile ilişkisinde, geleneğin ve Kilisenin aracılığı olmadan, daha yalıtılmış halde yer almıştır. Aynı zamanda, Reform hareketleri, kurtuluş hakkındaki geleneksel görüşe karşı eleştirel bir duruş benim*semiştir. Radikal Püriten mezhepleri, kiliseye ve ayinlere dayalı kurtuluşu büyü ve hurafe olarak görüp reddetmiştir. Sonuç olarak Reform, büyüyü dünyadan dışlayan tarihsel sürecin bir parçası olmuştur.

Teolojik sorular üzerinde Luther, farklı bir biçimde, modern yolu (via moderna) izlemiştir; yani, Ockhamlı William'ın nominalizmi. Bu, uygulamada, Orta Çağ felsefesinin akla yatkın ve iyi - düzenlenmiş evren fikrine karşı belli bir eleştirel yaklaşım anlamına gelmektedir. Ayrıca, Thomist gelenekte karşılaştığımız Aristocu antropolojinin izlerine Luther'in düşüncesinde rastlamak da oldukça göçtür. Luther'in kötümser antropolojisi, geride Augustine'e baktığı gibi; ileride Hobbes, Nietzsche ve Freud'a bakar. Ockham ile aynı çizgide olan Luther, imanı akıldan üstün kabul eder. İnsanın imana dair meseleler hakkında bilmesi gereken her şey Kitab-ı Mukaddes'te mevcuttur. Hıristiyanlar onlara neye inanmaları gerektiğini söyleyecek ne Kilise babalarına ne Kilise konsüllerine ne de Papa'ya ihtiyaç duyarlar. Aynı zamanda Luther, İncil'in alegorik ve felsefî tefsirlerine de güvenmez. Bu yüzden, İncil tefsirindeki kendi kabullerine karşı da anlayışsızdır (bkz. "tek otorite olarak Kitab-ı Mukaddes" görüşü). Gerçekten bilmememiz gereken tek şey, Tanrı'nın rahmetinin, pasif bir alıcısı olan insana kendini gösterdiğidir. İman, Tanrı ile aramızda anında veya doğrudan bağlantı sağlar. Luther'e göre, insan için yalnız iman (sola fide) doğrulamanın tek aracı*dır "Söyleneni hatırlayın, yani yalnız imanın doğruladığını, özgürleştirdiğini ve kurtardığını."13 Diğer yandan, Luther imanın yönlendirdiği akim ilahiyatın hiz*metçisi olabileceğini iddia eder. Fakat ne zamanki akıl kendisini imanın şartla*rının imandan bağımsız hakimi olarak tasarlar, işte o zaman Şeytan'ın işi olur. Böyle bir küstahlık affedilemez ve bu küstahlık aklı, felsefî açıdan yanlış ve ab*sürd gibi görünen bir hakikati kabul etmeye zorlayarak yok edilmelidir. Sonuç olarak, akıl, bir ahlak kanununun temeli olamaz. Dolayısıyla Luther ci fideizm kolaylıkla irrasyonalizm haline gelebilir. Luther'in ilahiyatı, aynı zamanda, ilginç bir iradeci özelliğe sahiptir ("iradecilik", Latince voluntas kelimesinden "irade"). Tanrı iyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasındaki sınırı çizdiğinde, bunu egemen iradenin bir davranışı olarak yapar. Doğru ve iyi olan; Tanrı onları ah*lakî bir standarda bağladığı için doğru ve iyi değillerdir; fakat Tanrı onları öyle irade ettiği için doğru ve iyidirler. İlke olarak, Tanrı bu ayırıcı sınırı daha farklı çizebilirdi (Tanrı'nın kadir-i mutlak oluşu). Luther'e göre O, Tanrıdır ve bu yüz*den Onun her şeyin yasası olan iradesine karşı bir kural veya ölçüt koyamayız: "O öyle irade etmek durumunda veya zorunda bırakıldığı için irade ettiği şey doğru değildir, tam tersine O, kendisi öyle irade ettiğinden dolayı vuku bulan her şey doğru olmak zorundadır." Tanrı'nın iradesi üstünde olan kurallar ve normlar koyamayız. Eğer böyle yaparsak Yaratıcının üstüne bir başka yaratıcı koymuş oluruz (bkz. Hugo Grotius'un bu voluntarizm -iradecilik- hakkındaki eleştirisi, Bölüm 9).

Şu halde, Luther'in düşüncesi, Ockham'ın nominalizmi ve ahlakî - teolojik İradeciliği ile harmanlanmış gözükmektedir: Nominalist bir bakış açısından, Luther, Tanrı'nın da uyması gereken ahlakî ilkeler olduğu görüşünü yalanlar. Ayrı*ca iradecilik (voluntarizm) Hıristiyan ahlakını Tanrının hükmedici iradesine bağlar. Böylelikle Tanrı sınırsız ve mutlak bir güç olarak anlaşılır. Siyasal çerçevede, bu iddiayla Thomas Hobbes'un mutlak monarşiyi meşrulaştırışında karşılaşırız. Bir bakıma, Luther'e göre dünya ve ahlak standartlarının tesadüfi olduğunu söyleyebiliriz; ilke olarak, şimdi olduklarından farklı olabilirlerdi.

Luther'in siyasî düşünceleri, ruhanî ve seküler güçler arasındaki ilişki etrafında gelişir. Formel olarak, Luther burada Kilise ve devlet arasında modern bir ayrım haline gelen şeyi tartışmıştır; pratikte, Kilise devlet karşısında belli bir otorite kaybına maruz kalmıştır. Luther'e göre, burada, Tanrı tarafından kurulmuş, fakat farklı işlevlere sahip iki rejim mevcuttur. Seküler rejim, toplumda hak ve düzeni temin etmek amacıyla kurulmuştur. Bu rejim kılıç kullanır ("Devletin kılıcı kırmızı ve kanlı olmalıdır"). Ruhani rejim ise sözü kullanır ve hem te*baanın hem de hükümdarların vicdanına hitap eder.

Seküler rejim öğretisi Luther'in kötümser antropolojisi ile bağlantılıdır: Ger*çekte insan ip ve zincirle zapt edilmesi gereken vahşi bir hayvandır.1*5 Bundan dolayı seküler rejimi olmayan bir toplum, kaotik ve insanın insana karşı savaştığı bir yer olacaktır (bkz. Thomas Hobbes). Günahkâr ve kötü olduğumuz için Tanrı bizi hukuk ve kılıç ile denetliyor ki böylelikle, kötü olanı yap*mak bizim için kolay hale gelmesin. Luther'e göre, insanlar, Aristo ve Thomas Aquinas için olduğu gibi, toplumsal ve siyasal hayvan değillerdir. Orta Çağ'ın uyum ve sentezi tamamen yıkılmıştır.

Luther'in iki rejim öğretisi içerideki ve dışarıdaki insan arasında önemli bir ayrımı ifade eder. Seküler rejim dışarıdaki hareketlerle sınırlanmıştır. Dışarıdaki hayatı, serveti ve dünyevî şeyleri düzenler, fakat içerideki insan için kanun koyamaz. Burada sadece Tanrı hükmeder. Dolayısıyla içerideki insan, iktidarın seküler alanının hükmünde değildir. Sonuç olarak, Luther der ki, dini sapkınlık kılıçla önlenemez. Silah, Tanrının sözü olmalıdır: "Sapkınlık, demirle parçalara ayıramayacağınız, ateşle yakıp yok edemeyeceğiniz ve suyla boğamayacağınız, ruhani bir meseledir. Burada sadece Tanrının sözü bir işe yarar." ^ Bu, ilke olarak, hukuk felsefesinde içsel tutumlar ile dışsal davranışlar arasında önemli bir ayrıma yol açar. Burada ayrıca ahlakî olan ile yasal olan arasındaki ayrımın tas*lağını görürüz. Seküler rejim sadece dışsal davranışları cezalandırabilir, içsel düşünceleri değil. Bu fikrin pratik sonuçlarını görebilmek için üzerinden uzun bir zaman geçmesi gerekiyordu.

Seküler rejim Tanrı tarafından kurulduğuna göre, devlete isyan aynı zamanda Tanrıya da isyan etmek demektir. İsyankâr olan, Tanrının düşmanı haline gelir. Luther'e göre, bundan dolayı devlet kılıcı kullandığı zaman, bu "Tanrıya hizmet olur. Nitekim, prensler ve köylüler arasındaki mücadelede (Almanya'da 1524-5 Köylülerin Savaşı) Luther, köylülere şiddetle saldırmıştır: "Böyle Asanlara burunlarından kan gelene kadar yumrukla yanıt vermelisiniz." Luther devletin Tanrı tarafından tesis edilmiş bir otorite olduğunu düşündüğü için sekûler rejimin liderlerini Tanrının "infaz memurları ve cellatları" olarak göre*rek onların meşruiyetini onaylayabilir. Luther döneminin ve siyasal gelene*ğin ışığında böyle bir meşrulaştırma anlaşılırdır. Diğer yandan yakın Alman ta*rihi ışığında ise, idarecilere sorgusuz itaate dair bu ilke, tartışılır bir miras haline dönüşmüştür.

Luther'in sertliği, O'nun anti - Semitik eserlerinde de aşikârdır (örneğin, "Yahudiler ve Onların Yalanları Üzerine", 1543). Burada, diğer şeylerin yanı sıra, Sinagogları yakmanın, Yahudi evlerini yıkmanın ve Yahudi gençliğini zorunlu işe tâbi kılmanın; Hıristiyan görevi olduğunu iddia eder. 20. yüzyılın anti-Semitizmi ve Nazizmi açısından bakıldığında, bu metinlerin hoş olmayan ilişkileri vardır; en azından Nazi propagandasında kolaylıkla kullanılabilir olmalarından dolayı.

Fakat yine de, Luther'den Hitler'e doğrudan bir tevarüsün izini sürmek makul değildir. Diğer yandan, Luther'in düşüncelerinin tam*****n günümüz için yararlı olmadığı hem teolojik hem de siyasal bakımdan aşikârdır.
 
Geri
Üst