Hicretin Taşıdığı Ruh

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan zαzα
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
2
EXE RANK

zαzα

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
2 Şub 2009
Mesajlar
2,220
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
zαzα
Bir şeyden, bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşma anlamına gelen Hicret, dini terim olarak, Hz Peygamber (a.s) ve beraberindeki inananların Mekke’den Medine’ye göçlerini ifade eder. Müşriklerin baskı ve zulmü sonucu, tüm malvarlıklarını bırakıp Medine’ye sığınanlara muhacir, misafirleriyle gönüllerini ve malvarlıklarını paylaşan yerli halka da ensâr adı verilmiştir.

İslam tarihinde Hicri takvimin başlangıcını belirleyen hicretten söz edebilmek için, Mekke’de yaşayan müminlerin konumunu düşünmemiz gerekir. Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği dini, öncelikle ezilenler, dışlananlar, köleler, fakirler, zayıflar ve kimsesizler kabulleniyordu. Bu ise gücüne ve kuvvetine güvenen önde gelen insanları rahatsız ediyor, mazlumlara her türlü kötülüğün yapılması mubah sayılıyor, toplumdan dışlanıyor, dövülüyor ve kızgın kumlarda sürükleniyordu. O kadar ki; ambargolarla açlığa maruz bırakılıyor, ağaç yapraklarını yiyerek hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Allah ve Resulüne inanmaktan başka suçu olmayan bu insanlar, adeta yurtlarında zindan hayatı yaşıyorlardı. Bu haksızlıkların bir gün biteceğine gönülden inanıyor ve ilahi bir önerinin gelmesini sabırla bekliyorlardı. Kendilerine kapanan Mekke kapılarına mukabil, Yüce Allah (c.c.) m. 622 yılında onlara Medine kapılarını ardına kadar açarak rahat bir nefes almalarına vesile oluyordu.
Bütün mal varlıklarını geride bırakıp, O kutlu kente, eli boş giden muhacirleri Medineli kardeşleri törenle karşılıyor, onları; evlerine, eşyalarına ve arazilerine ortak yapıyorlardı. Müslümanların bu özveri Tevbe süresi 20. Ayeti kerimede şu ifadelerle övülüyordu. “İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündür. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.”

Mekke’de on üç yıl zorlu geçen günlerin ardından Medine’ye göç eden müminler, yeni bir hayata tutunmalarına rağmen hiçbir zaman rehavete kapılmadılar. Orada da müşrikler izlerini takip ediyor, Müslüman olarak yaşamalarını bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. Huzurlarını kaçırmak için devamlı onları tedirgin ediyor, saldırılara maruz bırakıyorlardı. Böylece ülkelerini savunmak için birçok sıkıntılı savaşlara katıldılar. Bu uğurda canlarını verip, şehit oldular. Düşman saldırısını engellemek için hendek kazıp, yoksulluktan yiyecekleri kalmamış ve açlıklarını bastırabilmek için karınlarına taş bile bağladıkları olmuştu. Bu hallerini Allah Resulüne arz edip manevi yardımın bir an önce gelmesini umanlar; “(Ey müminler!) Yoksa siz, öncekilerin başına gelenler, başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve beraberindeki müminler, -Allah’ın yardımı ne zaman?- diyecek kadar darlığa ve güçlüğe düşmüşler ve sarsılmamışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” ayetiyle uyarılıp, yakında mutlu günlerin geleceği müjdesiyle teselli ediliyorlardı. Beklenen yardım geldi ve büyük zaferlere imza attılar. Zaferler kazanıp güçlendiler. Yetki ve etkileri arttı. On bini aşkın Müslüman, hasretiyle yandıkları Mekke’ye girince orada kimseye zarar vermedi, kendilerine yapılan insanlık dışı uygulamalarını dile getirmediler. Bu örnek tutumları Mekke halkını manen diriltmiş ve topluca İslam’ı kabullenmelerine vesile olmuştu.

Peygamberimiz ve arkadaşları, birer yıldız gibi bize öncülük ettiler. İslam’ın yaşanabilir bir din olduğunu, eylem ve söylemleriyle gösterdiler. Dinleri uğruna mallarını, canlarını ve en çok sevdiklerini, cennet karşılığında verdiler. Dünya ve ahiretlerini birlikte kazandılar.Her dönemin kendine özgü problemleri vardır. Dünyanın ibadet yeri, hayatın ise imtihan zamanı olduğunu unutmayalım. Geçmişimizden örnek alıp, geleceğimize ümitle bakalım. Allah ve Resulünün önerilerine uyup, nehiylerinden de gücümüz nispetinde sakınalım. İlahi mesajları özveriyle bize aktaran din büyüklerimizi de minnetle analım.
 
Geri
Üst