5
EXE RANK
my |ove .~ <3 & so
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 3 Tem 2010
- Mesajlar
- 5,940
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 29
----------------------------------------------------------
Bir toplantıda bazı büyük adamların ölümünden sonra onlara yaşadıkları evlerin bir müze haline getirildiği ve üzerine levhalar asıldığı konu edilirken, toplantıya katılan şair Nazım, Süleyman Nazif`e dönerek: Üstat ben ölünce kapımın üzerindeki levhaya ne yazarlar.
Süleyman Nazif gayet ciddi:
Kiralık Ev.
---------------------------------------------------------
Birgün Cevad Prekazi ‘ye(eski gsli futbolcu) derler ki:
-Sağ ayağını iyi kullanamıyorsun hava toplarında da etkili değilsin.
Cevap verir:
-O dediklerinizi yapsaydım, Galatasarayda değil Real Madrid de oynardım.
----------------------------------------------------------
Necip Fazıl'ın gençlikten arkadaşı olan bir zat yıllar sonra yolu düşer ve üsdatın değiştiğini duymuş gidip şuna haddini bildireyim diye yola koyulmuş.
üstadı görünce be Necip der maymuna dönmüşün der
üstad da duvara döner ve şimdide duvara döndüm der.
----------------------------------------------------------------------
Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Ramazan ayında arabayla gidiyorlarmış.
Tabi Necip Fazıl oruç ama Nazım Hikmet değil.
Nazım Hikmet Necip Fazıl ile dalga geçmek için yolun kenarındaki zayıf bir ineği işaret ederek Necip Fazıl’a demiş ki:
-’Şunun haline bak, oruç tutmaktan ne hale gelmiş’?
Tabii Üstad altta kalır mı, hemen cevabı yapıştırmış:
-’Nazım sen bilmiyor musun, hayvanlar oruç tutmaz…’
------------------------------------------------------------------------
Kırkağaç Kaymakamlık binasının tamir gerektiği bildirilince, merkezden yazı gelmiş.
Nelerin aktığını, yegân yegân bildiriniz.
Aynı zamanda meşhur bir hicivci olan kaymakam Eşref, cevap yazmış.
— Muslukları hariç, her tarafı akıyor.
------------------------------------------------------------
Meşhur Cimri Paşa atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her seferinde "La Havle" çekermiş.
Bir gün arabasının atları dermansızlıktan yığılıp kalınca, hiddetle sormuş.
— Atlarıma ne oldu?
Seyis, cevabı yapıştırmış:
— Ne olacak efendim "La Havle" yiye yiye "Vela kuvvete" oldular.
------------------------------------------------------------
Şair Dayheki bir gün çocuklarını yanına alarak bir dostunun ziyaretine gider.
Kara kuru ve sıska çocukları gören dostu, latife olsun diye:
-Efendi, bu gübre böcekleri senin mi? diye sorar.
Şair ya taşı gediğine kor:
-Evet efendim! kokunuza geldiler.
--------------------------------------------------------------------------
Ahmet Mithat, bir gün uşağına:
- Boş hokkayı (mürekkep kabini) al da gel, demiş.
Uşak gidip beş okka soğan almış. Ahmet Mithat:
- Evladım, demiş. "Beş"i "boş"tan, "okka"yi da "hokka"dan çıkarttın diyelim,
peki ama soğanı nereden buldun?
Uşak saf cevap vermiş:
- Bakkaldan efendim.
----------------------------------------------------------------------------------
Borcuna sadık olmayan bir yakını Musa amcaya gelerek:
- Bana 100 lira ver, şurdan müşterisi hazır olan bir mal alıp 120 liraya
satacağım. Sonra sana olan borcumu ödeyip 20 lira kar etmiş olacağım, demiş.
Yüz lirası tehlikeye giren Musa amca, biraz düşündükten sonra, yakınına 20
lira uzatıp:
- Al sunu, demiş, sen 20 lira kar et, ben de 80 lira.
------------------------------------------------------------------------------------
Grünfeld, çocukken bir profesörden keman dersi alıyormuş. Bir gün profesör:
- Ben senin yaşındayken bu parçayı çok daha iyi çalardım, demiş.
Küçük kemancı hemen atılmış:
- "Demek ki sizin profesörünüz benimkinden iyiymiş."
------------------------------------------------------------------------------------------------
Düşünüyorum, o halde varım." demiş Descartes ama Arif Nihat Asya ise "Hayır, yanlış.Düşünülüyorum, o halde varım." demiştir.
----------------------------------------------------------------
Abdülhak Şinasi Hisar, bir sohbet esnasında arkadaşı Süleyman Nazif'e sorar:
-"Ebe" ile "gebe" sözcükleri anlam itibariyle doğumla alakalı iki kelimedir.Bunların arasında kök birlikteliği var mıdır? Çok merak ediyorum; "gebe" mi "ebe"den, yoksa "ebe" mi "gebe"den çıkmıştır?
Süleyman Nazif bir kahkaha patlattıktan sonra:
-Tabi ebe de herkes gibi gebeden çıkmış, ve büyüyüp yetiştikten sonra da ebeliğe başlamıştır, der..
-------------------------------------------------------------------------------------------
"İnsan, kâinata hakim bir varlıktır" diyen felsefe öğretmenine,
öğrencilerden biri, şu cevabı vermiş:
-Tansiyonuna bile hakim olamayan insan, kâinata nasıl hakim olur?
---------------------------------------------------------------------------------------
Bir Ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Paşa Şair Haşmet'e hitaben: "Senin de borcun var mı Haşmet," diye sormuş ve ondan şu cevabı almış: "Evet Efendim, var."
"Ne kadar?" diye sorunca da: "Mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş..." şeklinde cevap almış. Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarlamış sorusunu: "Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı onu soruyorum." Şair Haşmet, bu soruyu da şöyle cevaplamış: "Paşam oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız kul borcudur.
------------------------------------------------------------------------------------------------
Malta sürgünleri Malta'ya giderken, Süleyman Nazif, Enver Paşa'nın pederinin yanına oturur. Birlikte muhabbet ederlerken şu sözler sarfedilir:
S.N. - Amca sana bir İngiliz hatun bulalım mı? E.P.B. - Niye evladım?
S.N. - Türk eşinden olan oğlun koskoca Devlet-i Osmaniye-i Ali'yi batırdı da. İngiliz eşinden olan oğlun da Britanya'yı batırsın, hepimiz kurtulalım.
E.P.B. - Niye böyle söylüyorsun evlat? Ben ömrümde harama uçkur açmadım.
S.N. - Keşke helale de açmasaydın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Şair Hevai, Sahafiar çarşısı'nda mürekkep sattığı için 'Mürekkepçi Memi' lakabıyla tanınırdı. Şair Zati ise ihtiyarlığında onun dükkamnın kenarında remil açar, muska yazar, gelip geçenlere uygun beyitler söyleyerek geçimini sağlardı.
Tabii, kendisine gereken mürekkebi de Memi'nin dükkamndan, bedava sayılabilecek bir fiyatla alırdı. Memi bir şey demiyordu ama pek de hoşuna gitmiyordu bu durum. Günün birinde Zati yine elinde hokkasıyla dükkandan içeri girdi.
Memi hiç aralı olmadı. Tam o sırada yeni yetme civan bir beyzade girince Memi yerinden fırladı hemen:
- Aman efendim, şeref verdiniz sultamm.
Daha bir sürü övücü söz sıraladı. Delikanlı oldukça mahcup bir tonda:
- Mürekkep rica edecektim efendim, deyince de Memi büyük bir özenle yakIaştı delikanlıya:
- Hokka-i şerifi lütfediniz sultamm...
Bilindiği gibi o dönemde mürekkep kavanozlarda bekIetiIir ve kavanozun dibi tortulandığından, müşteriye kepçeyle, iyice bir karıştırıldıktan sonra istediği kadar verilirdi.
Memi, delikanIıya yaranmak için kepçeyi dibe daldırıp en koyu yerinden doldurdu hokkayı.
Kepçe elindeyken Zati'yi de başından savmak istedi.
- Şair eskisi, ver bakalım hokkanı.
Zati'nin hokkasına ise kavanozun yüzeyindeki duru kısımdan koydu mürekkebi.
Zati çok kızdı bu davramşa ve doğaçlama şu beyti söyledi:
Be mürekkepçi Memi bilmem bu çocuk senin nen olur
Ona döndün koyu verdin, bana döndün duru verdin.
------------------------------------------------------------------------------------
Esbak Müneccimbaşı Osman Efendi, İstanbul’da filan gece bir yangın çıkacağını söyler. O gece geldiği zaman ateşin nereden çıkacağını görebilmek için de, ara-sıra evinin üst katına çıkar dolaşırmış...
Yine bir keresinde elinde şamdan üst kata çıkar. Olacak ya, elindeki şamdan perdelerden birine dokunur... Perde birden tutuşur ve yangın etrafa sıçrar! Duvarda bir de İstanbul manzarası gösteren güzel bir tablo vardır. Osman Efendi, tablonun ateş aldığını görünce, istihrâcının bunun üzerine olduğunu anlar ve der ki:
“Hay Allah iyiliğini versin! Meğer yanacak olan bizim duvardaki İstanbul’muş!
-----------------------------------------------------------------------------------------
Edebiyatçıların kendi aralarında yaptıkları sohbetlere katılan, ama gevezeliği yüzünden pek sevilmeyen bir adam, Yahya Kemal’le Mehmet Akif’in yanına gelerek:
- Bakıyorum sohbeti koyulaştırmışsınız, demiş. Yine ne yalanlar atıyorsunuz?
Bu söz üzerine Mehmet Akif kıpkırmızı olurken, Yahya Kemal taşı gediğine koymuş:
- Mehmet Akif’e seni methediyordum!.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Eski, dünya ağır siklet boks şampiyonu Muhamed Ali, 11 Eylül günü yerle bir olan Dünya Ticaret Merkezi’ni olaydan bir ay sonra ziyarete gittiğinde, gazeteciler kendisine; ‘şüpheliler ile aynı İslam inancını paylaşmasından dolayı neler hissettiğini sorarlar. Muhammet Ali nazikçe cevap verir:
- Siz Hitler’le aynı dini paylaşmaktan dolayı ne hissediyorsunuz?
----------------------------------------------------------------------------------------
Dr. Süheyl Ünver, gittiği bir avukata dert yanıyormuş:
-Birisinden yüklü bir alacağım var, bir türlü vermiyor. Dava etmek istiyorum.
Avukat sormuş:
- Kendisinden güzellikle istediniz mi?
- İstedim.
- Ne dedi?
- Cehenneme git! dedi.
- Peki bunun üzerine siz ne yaptınız?
- Hemen buraya geldim.
--------------------------------------------------------------------------------------
Doğan Nadi’ye sormuşlar:
- Siyaset adamı kimdir?
Cevap vermiş:
- Bir takım meseleler üzerinde boş yere çene çalan adamdır.
- Peki hükümet adamı kimdir?
- O meseleleri bir türlü anlayamadığı için, hiç ağzını açmayan kimsedir.
---------------------------------------------------------------------------------------
Mahkemede yargılanan Necip Fazıl’a, hakim:
- Derginizde çıkan şiirlerin bilirkişi tarafından incelenmesini istiyorsunuz, demiş. Bu bilirkişi, bir şair olmalı elbette. O halde lütfen söyler misiniz, sizce memleketimizin en büyük şairi kim?
- Necip Fazıl, hiç düşünmeden “Ben!..” diye cevap vermiş.
Hakim:
- Siz mi diye burun bükmüş. Bu hüküm sizin vermeniz, kendinizi beğenmişlik olmaz mı?
Necip Fazıl:
- Olabilir, demiş. Ama ne çare ki, mahkemeye çıkarken doğruyu söyleyeceğime dair yemin etmiş bulunuyorum.
---------------------------------------------------------------------------------
Agah Sırrı Levent, Ankara’dan İstanbul’a giderken bindiği trenin Eskişehir’de arıza yapması üzerine aşağı inmiş ve beklemeye koyulmuş. Tren yolunun o kısmı tek hat olduğu için, İstanbul’dan Ankara’ya gitmekte olan tren de biraz sonra Eskişehir’de durmuş. Saatler sonra arızalı trenin tamiratı bitmiş ve her iki tren de yollarına koyulmuşlar. Koyulmuşlar ama, Agah Sırrı İstanbul’a giden tren yerine dalgınlıkla Ankara’ya giden trene binmiş ve o trende rastladığı bir arkadaşıyla sohbet ederken:
- Medeniyet gerçekten de harika, demiş. Sen Ankara’ya ben İstanbul’a gitmekte olmamıza rağmen, ikimiz de aynı trendeyiz.
---------------------------------------------------------------------------------------
Kübik resmin büyük ustalarından Picasso, bir gece vakti evine dönerken, evine girmek üzere olan bir hırsızla karşılaşır. Yakalamaya fırsat kalmadan hırsız kaçar. Picasso hemen içeri gererek hırsızın resmini yapar ve yakalanması için polisi gönderir. Polis, üç gün sonra ressama şu bilgileri verir:
- Sayın üstad!.. Gönderdiğiniz resim üzerine, çoğu sakat olmak üzere yirmi kişi, iki at, bir kedi ve birkaç adet konserve kutusu yakalanmıştır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Namık Kemal Rodos Mutasarrıfı iken, mezarlığın etrafına duvar örülmesi için müracaat edenlere:
- Buna lüzum olduğunu zannetmiyorum, demiş. İçerdekiler, isteseler de dışarı çıkamazlar, dışarıdakiler, yalvarsan da içeri girmezler.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Birisi eğilerek ve iki büklük şekilde yürüyen bir ihtiyara rastladı ve:
- Ey ihtiyar! Yay kaç paraya?
İhtiyar şöyle cevap verdi:
- Yaşayacak olursan bedavaya alırsın.
-----------------------------------------------------------------------
Hanım hastalarından biri, diş hekimi Nezihi Erergin’e:
- Siz erkekler ne biçim insanlarsınız! Diye çıkışmış. Söylediklerimizin hepsi bir kulağınızdan girip öbüründen çıkıyor.
Nezihi şöyle cevap vermiş:
- Sizin bizlerden çok farklı olduğunuz kesin, cevabını vermiş. Söylediklerimiz, iki kulağınızdan girip ağzınızdan çıkıyor.
---------------------------------------------------------------------------
Agah Sırır Levent’in bir arkadaşı, ona nişanlısını tarif ederken:
- Bir görsen! Demiş. O kadar güzel, o kadar güzel ki, ancak bu kadar olur.
Sırrı Levent:
- Çok normal, demiş. Zaten her kadın, ne kadar güzel olması mümkünse, o ancak o kadar güzeldir.
----------------------------------------------------------------------------------
Prof. Salih Murat, akşam saatlerinde yaptığı bir çalışmada yorgun dönünce, elektriği söndürüp koltuğa
yaslanmış.
Karısı, dışarıdan seslenmiş:
- Uyuyacak mısın? Kapıyı kapatayım mı?
- Hayır!... demiş, Salih Murat. Kapı açık dursun.
Karısı devam etmiş:
- Niçin? İçeriye ışık girsin diye mi?
- Hayır, karanlık dışarı çıksın diye.
----------------------------------------------------------------------------------
Aktör İbrahim Delideniz, İstanbul Şehir Tiyatrosunda kazandığı büyük başarıları arkadaşlarına anlatırken:
- Kelimelerle anlatılmaz dostlarım, diye kasılmış. Bunu gözle görmek lazımdı. Artık iş o hale gelmişti ki, ben ne zaman sahneye çıksam, herkesin ağzı bir karış açık kalıyordu.
Dinleyenler arasında bulunan Nurullah Şevket:
- Hayret ya!.. diye gülümsemiş. Herkes aynı dakikada esner mi?
------------------------------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’a gelen bir hasta:
- Garip değil mi, doktor bey? Diye sormuş. Baş aşağı durduğum zaman kan başıma hücum ediyor da,. Ayakta durduğum zaman neden ayaklarıma hücum etmiyor?
Gökay:
- Sebebi çok basit dostum, diye cevap vermiş. Ayaklarınızın içi boş değil de ondan.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Diyarbakır eski milletvekili Zülfü Tiğrel, Süleyman Nazif’in dayısının oğluymuş. Zülfü Bey’in kız kardeşi de Nazif’in eşi oluyormuş..
Nazif’e:
- Zülfü Bey sizin neyiniz oluyor? diye sorduklarında, şöyle dermiş:
- Dayımın oğlu, oğlumun dayısı.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Münir Hayri Egeli, bir 23 Nisan bayramında küçük çocukları ziyaret etmiş.
Okul bahçesindeki çocuklar, en büyük yalanı söyleyene bir top hediye edeceklerini söylüyorlarmış.
Münir bey, bu oyundan hoşlanmadığı için:
- Yaptığınız şey hiç de hoş değil çocuklar, demiş. Ağzınıza yalana alıştırmayın ve benim gibi yapıp hayatta bir kere bile yalan söylemeyin.
Çocuklar, topu Münir Bey’e hediye etmişler.
------------------------------------------------------------------
Felsefeci ve yazar Arslan Kaynardağ’ın sahaflar çarşısındaki Elif kitabevine gelen müşteri, bir kitabın ismini kastederek:
- “Allah’ın Peygamberi” var mı? Diye sorar.
Arslan Bey:
- Elbette var, der.
Müşteri kitabı isteyince, Arslan bey bu defa da:
- Yok cevabı verir.
Müşteri şaşırır:
- Ama der, az önce var demiştiniz.
Arslan bey son sözünü söyler:
- Yok mu deseydim?
----------------------------------------------------------------------------------
İran şahlarından biri şiir yazmaya pek meraklıymış. Ama yazdığı şiirleri de ipi sapa gelmez, saçma sapan karalamalarmış. Bunları dalkavuklarına okur, adamcağızlar da can korkusuyla kendisini göklere çıkarırlarmış.
Bir gün şiirlerinden birini, meşhur İranlı şair Kani’ye okutmuş. Toksözlü bir insan olan Kani, şiirlerinin çok berbat olduğunu Şah’ın yüzüne açıkça söylemiş. Şah öfkeden küplere binmiş.
- Çabuk bu herifi zindana atın! Deyince şairi yaka paça bir zindana kapatmışlar. Zavallı, epey bir süre orada kalmış. Nihayet bayram günü yakınlarının ısrarına dayanamayan Şah, şair Kani’yi zindandan çıkartıp huzuruna kabul etmiş ve demiş ki:
- Ey Kani! Seni affettim! Zindanda hapis kaldığın süre içinde, şiir yazma kabiliyetim gelişti. Şimdi al şu yeni yazdığım şiirleri oku vebana fikrini söyle!
Ünlü şair, şiirleri alıp okumuş ve kağıtları Şah’a geri verdikten sonra şöyle demiş:
- Şahım, ben kulunuz gene zindana dönüyorum.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ahlaksız adamın biri, evinini kapısına, “bu kapıdan içeri kötü insan giremez” diye yazmıştı.
Diyojen bu yazıyı görünce:
- Tuhaf şey, dedi. Acaba evin sahibi evine nereden giriyor?
--------------------------------------------------------------------------
Aşarı ölçüde içip kendinden geçen bir sarhoş, Neyzen Tevfik’in ensesine bir tokat yapıştırır. Neyzen buna hiç aldırış etmez. Yanındaki arkadaşı:
- Tokadı yedin... der. Ne karşılık verdin, ne de sesin çıktı?
Neyzenin cevabı hazırdır:
- Peki, bir eşek çifte atsaydı, sen ne yapardın?
-----------------------------------------------------------------------------
Bir Alman doğubilimcisi, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın ziyaretine gelmiş. Konuşurlarken doğubilimci:
- Bana, Türkiye’de kendilerinden yararlanabileceğim iki bilgin bulunduğundan söz ettiler, demiş.
İbnülemin, kıskançlıkla sormuş:
- Kimmiş o pe...kler?
Osmanlıca’yı iyi bilen, ama küfür ve argo sözlerinden haberi olmayan doğubilimci, iki ad vermiş:
- Biri Fuat Köprülü, öteki siz!
------------------------------------------------------------------
Meşhur Amerikan mizah yazarı Mark Twain trende seyahat ediyordu. Karşısında oturan yolcunu, kendisinin bir kitabını okumakta olduğunu gördü. Adam kitabı bitirince konuşmaya başladılar.
Twain yol arkadaşının kendisini tanımadığını anlayınca sözü kitaba getirip sordu:
“Biraz evel bir kitap okuyordunuz. Nasıl güzel bir şey miydi? Beğendiniz mi?”
Adam bir müddet durakladı, sonra, “Okumamış olmak için 100 dolar verirdim” diye karşılık verdi.
Mark Twain fena halde bozulmuştu. Böyle bir cevap beklemiyordu.
Dayanamayıp sordu. “Niye? Çok mu kötü?”
Adam, “Hayır” dedi. Bilakis, ilk defa okumanın zevkini tekrar tadabilmek için.
------------------------------------------------------------------------------------------
Başkan Kennedy’nin İktisat Başmüşaviri Dr. Walter W. Heller “Ortalama” kelimesinin, bilhassa istatistikçilerin ağından bazen çok aldatıcı olabileceğini şu misalle izah ediyordu:
- Eğer bir adamın sağa ayağı kızgın bir soba üzerinde, sol ayağı ise buz içinde bulunsa, istatistikçi o adamın ortalama olarak rahat olduğunu söyler.
--------------------------------------------------------------------------------------
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui' ye:
- Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse
budalalağı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve
seve öder.
Kral, alaylı alaylı gülerek:
- Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza
karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
Hasan ile Hans kültür kıyaslaması yapıyormuş.
Bir ara Hans: “Hasan bizim Almanya’da tren istasyonunda yatıp kalkan aylaklara “PENNA” deniliyor. Türkçede PENNA’NIN karşılığı nedir?” deyince, Hasan hiç düşünmeden yanıt vermiş:
“Bizim memlekette PENNA’LAR olmadığı için onun karşılığı olabilecek bir kelimede dolayısıyla yoktur.”
---------------------------------------------------------------------------
Fatih, hocası Akşemsettin`e sorar:
— İnsan açlığa ne kadar dayanabilir?
Akşemsettin cevap verir:
— Ölünceye kadar
-------------------------------------------------------------------------------
Bir gün, Necip Fazıl hoşlanmadığı birisiyle yemek yemek zorunda kalmış. Yemek için bir lokantaya gidip, normal bir masaya oturmuşlar. Garson siparişleri almak üzere masalarına gelip;
—Hoş geldiniz efendim, ne alırsınız, ne arzu etmiştiniz? Diye sorar.
Necip Fazıl ile yemeğe gelen adam siparişini verir;
—Pilavın üstüne et!
Bunun üzerine garson Necip Fazıl dönerek siparişini sorar; Üstat da şöyle der;
—Benim, pilavın üstüne etme!
-------------------------------------------------------------------------------
Gökyüzünde birtakım uçan cisimlerin görüldüğü iddia edildiğinde, bunlara ilk önce "uçan tabak" adı veriliyormuş. Nizamettin Nazif, bu esrarengiz olay hakkında Prof. Salih Muradın fikrini sorarak:
— Ne dersiniz, hocam? Demiş. Bu uçan tabaklar sizce gerçek midir? Ve daha önce görülmüş müdür? Profesör:
— Elbette gerçektir, diye gülümsemiş. Karı koca arasında sık sık görülür.
-------------------------
Abdülhak Şinasi Hisar, bir sohbet esnasında arkadaşı Süleyman Nazif'e sorar:
-"Ebe" ile "gebe" sözcükleri anlam itibariyle doğumla alakalı iki kelimedir.Bunların arasında kök birlikteliği var mıdır? Çok merak ediyorum; "gebe" mi "ebe"den, yoksa "ebe" mi "gebe"den çıkmıştır?
Süleyman Nazif bir kahkaha patlattıktan sonra:
-Tabi ebe de herkes gibi gebeden çıkmış, ve büyüyüp yetiştikten sonra da ebeliğe başlamıştır, der..
------------------------------------------------------------------------------------------------
Süleyman Nazif,Bağdat valisi iken Ordu Kumandanlığından şöyle bir telgraf alır:
100000 okka şeker,500000 okka un ve 10000 okka çay temin edip acele Kumandanlığımıza gönderiniz...
Nazif cevap olarak şu telgrafı çeker:
Çin İmparatorluğu'na çekmeniz lazım gelen bir telgraf,yalnışlıkla vilayetimize gelmiştir.Telgrafınız okunmuş ve mes'uliyetimiz mahşere bırakılmıştır.Bilgilerinize..
Bir toplantıda bazı büyük adamların ölümünden sonra onlara yaşadıkları evlerin bir müze haline getirildiği ve üzerine levhalar asıldığı konu edilirken, toplantıya katılan şair Nazım, Süleyman Nazif`e dönerek: Üstat ben ölünce kapımın üzerindeki levhaya ne yazarlar.
Süleyman Nazif gayet ciddi:
Kiralık Ev.
---------------------------------------------------------
Birgün Cevad Prekazi ‘ye(eski gsli futbolcu) derler ki:
-Sağ ayağını iyi kullanamıyorsun hava toplarında da etkili değilsin.
Cevap verir:
-O dediklerinizi yapsaydım, Galatasarayda değil Real Madrid de oynardım.
----------------------------------------------------------
Necip Fazıl'ın gençlikten arkadaşı olan bir zat yıllar sonra yolu düşer ve üsdatın değiştiğini duymuş gidip şuna haddini bildireyim diye yola koyulmuş.
üstadı görünce be Necip der maymuna dönmüşün der
üstad da duvara döner ve şimdide duvara döndüm der.
----------------------------------------------------------------------
Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Ramazan ayında arabayla gidiyorlarmış.
Tabi Necip Fazıl oruç ama Nazım Hikmet değil.
Nazım Hikmet Necip Fazıl ile dalga geçmek için yolun kenarındaki zayıf bir ineği işaret ederek Necip Fazıl’a demiş ki:
-’Şunun haline bak, oruç tutmaktan ne hale gelmiş’?
Tabii Üstad altta kalır mı, hemen cevabı yapıştırmış:
-’Nazım sen bilmiyor musun, hayvanlar oruç tutmaz…’
------------------------------------------------------------------------
Kırkağaç Kaymakamlık binasının tamir gerektiği bildirilince, merkezden yazı gelmiş.
Nelerin aktığını, yegân yegân bildiriniz.
Aynı zamanda meşhur bir hicivci olan kaymakam Eşref, cevap yazmış.
— Muslukları hariç, her tarafı akıyor.
------------------------------------------------------------
Meşhur Cimri Paşa atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her seferinde "La Havle" çekermiş.
Bir gün arabasının atları dermansızlıktan yığılıp kalınca, hiddetle sormuş.
— Atlarıma ne oldu?
Seyis, cevabı yapıştırmış:
— Ne olacak efendim "La Havle" yiye yiye "Vela kuvvete" oldular.
------------------------------------------------------------
Şair Dayheki bir gün çocuklarını yanına alarak bir dostunun ziyaretine gider.
Kara kuru ve sıska çocukları gören dostu, latife olsun diye:
-Efendi, bu gübre böcekleri senin mi? diye sorar.
Şair ya taşı gediğine kor:
-Evet efendim! kokunuza geldiler.
--------------------------------------------------------------------------
Ahmet Mithat, bir gün uşağına:
- Boş hokkayı (mürekkep kabini) al da gel, demiş.
Uşak gidip beş okka soğan almış. Ahmet Mithat:
- Evladım, demiş. "Beş"i "boş"tan, "okka"yi da "hokka"dan çıkarttın diyelim,
peki ama soğanı nereden buldun?
Uşak saf cevap vermiş:
- Bakkaldan efendim.
----------------------------------------------------------------------------------
Borcuna sadık olmayan bir yakını Musa amcaya gelerek:
- Bana 100 lira ver, şurdan müşterisi hazır olan bir mal alıp 120 liraya
satacağım. Sonra sana olan borcumu ödeyip 20 lira kar etmiş olacağım, demiş.
Yüz lirası tehlikeye giren Musa amca, biraz düşündükten sonra, yakınına 20
lira uzatıp:
- Al sunu, demiş, sen 20 lira kar et, ben de 80 lira.
------------------------------------------------------------------------------------
Grünfeld, çocukken bir profesörden keman dersi alıyormuş. Bir gün profesör:
- Ben senin yaşındayken bu parçayı çok daha iyi çalardım, demiş.
Küçük kemancı hemen atılmış:
- "Demek ki sizin profesörünüz benimkinden iyiymiş."
------------------------------------------------------------------------------------------------
Düşünüyorum, o halde varım." demiş Descartes ama Arif Nihat Asya ise "Hayır, yanlış.Düşünülüyorum, o halde varım." demiştir.
----------------------------------------------------------------
Abdülhak Şinasi Hisar, bir sohbet esnasında arkadaşı Süleyman Nazif'e sorar:
-"Ebe" ile "gebe" sözcükleri anlam itibariyle doğumla alakalı iki kelimedir.Bunların arasında kök birlikteliği var mıdır? Çok merak ediyorum; "gebe" mi "ebe"den, yoksa "ebe" mi "gebe"den çıkmıştır?
Süleyman Nazif bir kahkaha patlattıktan sonra:
-Tabi ebe de herkes gibi gebeden çıkmış, ve büyüyüp yetiştikten sonra da ebeliğe başlamıştır, der..
-------------------------------------------------------------------------------------------
"İnsan, kâinata hakim bir varlıktır" diyen felsefe öğretmenine,
öğrencilerden biri, şu cevabı vermiş:
-Tansiyonuna bile hakim olamayan insan, kâinata nasıl hakim olur?
---------------------------------------------------------------------------------------
Bir Ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Paşa Şair Haşmet'e hitaben: "Senin de borcun var mı Haşmet," diye sormuş ve ondan şu cevabı almış: "Evet Efendim, var."
"Ne kadar?" diye sorunca da: "Mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş..." şeklinde cevap almış. Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarlamış sorusunu: "Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı onu soruyorum." Şair Haşmet, bu soruyu da şöyle cevaplamış: "Paşam oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız kul borcudur.
------------------------------------------------------------------------------------------------
Malta sürgünleri Malta'ya giderken, Süleyman Nazif, Enver Paşa'nın pederinin yanına oturur. Birlikte muhabbet ederlerken şu sözler sarfedilir:
S.N. - Amca sana bir İngiliz hatun bulalım mı? E.P.B. - Niye evladım?
S.N. - Türk eşinden olan oğlun koskoca Devlet-i Osmaniye-i Ali'yi batırdı da. İngiliz eşinden olan oğlun da Britanya'yı batırsın, hepimiz kurtulalım.
E.P.B. - Niye böyle söylüyorsun evlat? Ben ömrümde harama uçkur açmadım.
S.N. - Keşke helale de açmasaydın.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Şair Hevai, Sahafiar çarşısı'nda mürekkep sattığı için 'Mürekkepçi Memi' lakabıyla tanınırdı. Şair Zati ise ihtiyarlığında onun dükkamnın kenarında remil açar, muska yazar, gelip geçenlere uygun beyitler söyleyerek geçimini sağlardı.
Tabii, kendisine gereken mürekkebi de Memi'nin dükkamndan, bedava sayılabilecek bir fiyatla alırdı. Memi bir şey demiyordu ama pek de hoşuna gitmiyordu bu durum. Günün birinde Zati yine elinde hokkasıyla dükkandan içeri girdi.
Memi hiç aralı olmadı. Tam o sırada yeni yetme civan bir beyzade girince Memi yerinden fırladı hemen:
- Aman efendim, şeref verdiniz sultamm.
Daha bir sürü övücü söz sıraladı. Delikanlı oldukça mahcup bir tonda:
- Mürekkep rica edecektim efendim, deyince de Memi büyük bir özenle yakIaştı delikanlıya:
- Hokka-i şerifi lütfediniz sultamm...
Bilindiği gibi o dönemde mürekkep kavanozlarda bekIetiIir ve kavanozun dibi tortulandığından, müşteriye kepçeyle, iyice bir karıştırıldıktan sonra istediği kadar verilirdi.
Memi, delikanIıya yaranmak için kepçeyi dibe daldırıp en koyu yerinden doldurdu hokkayı.
Kepçe elindeyken Zati'yi de başından savmak istedi.
- Şair eskisi, ver bakalım hokkanı.
Zati'nin hokkasına ise kavanozun yüzeyindeki duru kısımdan koydu mürekkebi.
Zati çok kızdı bu davramşa ve doğaçlama şu beyti söyledi:
Be mürekkepçi Memi bilmem bu çocuk senin nen olur
Ona döndün koyu verdin, bana döndün duru verdin.
------------------------------------------------------------------------------------
Esbak Müneccimbaşı Osman Efendi, İstanbul’da filan gece bir yangın çıkacağını söyler. O gece geldiği zaman ateşin nereden çıkacağını görebilmek için de, ara-sıra evinin üst katına çıkar dolaşırmış...
Yine bir keresinde elinde şamdan üst kata çıkar. Olacak ya, elindeki şamdan perdelerden birine dokunur... Perde birden tutuşur ve yangın etrafa sıçrar! Duvarda bir de İstanbul manzarası gösteren güzel bir tablo vardır. Osman Efendi, tablonun ateş aldığını görünce, istihrâcının bunun üzerine olduğunu anlar ve der ki:
“Hay Allah iyiliğini versin! Meğer yanacak olan bizim duvardaki İstanbul’muş!
-----------------------------------------------------------------------------------------
Edebiyatçıların kendi aralarında yaptıkları sohbetlere katılan, ama gevezeliği yüzünden pek sevilmeyen bir adam, Yahya Kemal’le Mehmet Akif’in yanına gelerek:
- Bakıyorum sohbeti koyulaştırmışsınız, demiş. Yine ne yalanlar atıyorsunuz?
Bu söz üzerine Mehmet Akif kıpkırmızı olurken, Yahya Kemal taşı gediğine koymuş:
- Mehmet Akif’e seni methediyordum!.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Eski, dünya ağır siklet boks şampiyonu Muhamed Ali, 11 Eylül günü yerle bir olan Dünya Ticaret Merkezi’ni olaydan bir ay sonra ziyarete gittiğinde, gazeteciler kendisine; ‘şüpheliler ile aynı İslam inancını paylaşmasından dolayı neler hissettiğini sorarlar. Muhammet Ali nazikçe cevap verir:
- Siz Hitler’le aynı dini paylaşmaktan dolayı ne hissediyorsunuz?
----------------------------------------------------------------------------------------
Dr. Süheyl Ünver, gittiği bir avukata dert yanıyormuş:
-Birisinden yüklü bir alacağım var, bir türlü vermiyor. Dava etmek istiyorum.
Avukat sormuş:
- Kendisinden güzellikle istediniz mi?
- İstedim.
- Ne dedi?
- Cehenneme git! dedi.
- Peki bunun üzerine siz ne yaptınız?
- Hemen buraya geldim.
--------------------------------------------------------------------------------------
Doğan Nadi’ye sormuşlar:
- Siyaset adamı kimdir?
Cevap vermiş:
- Bir takım meseleler üzerinde boş yere çene çalan adamdır.
- Peki hükümet adamı kimdir?
- O meseleleri bir türlü anlayamadığı için, hiç ağzını açmayan kimsedir.
---------------------------------------------------------------------------------------
Mahkemede yargılanan Necip Fazıl’a, hakim:
- Derginizde çıkan şiirlerin bilirkişi tarafından incelenmesini istiyorsunuz, demiş. Bu bilirkişi, bir şair olmalı elbette. O halde lütfen söyler misiniz, sizce memleketimizin en büyük şairi kim?
- Necip Fazıl, hiç düşünmeden “Ben!..” diye cevap vermiş.
Hakim:
- Siz mi diye burun bükmüş. Bu hüküm sizin vermeniz, kendinizi beğenmişlik olmaz mı?
Necip Fazıl:
- Olabilir, demiş. Ama ne çare ki, mahkemeye çıkarken doğruyu söyleyeceğime dair yemin etmiş bulunuyorum.
---------------------------------------------------------------------------------
Agah Sırrı Levent, Ankara’dan İstanbul’a giderken bindiği trenin Eskişehir’de arıza yapması üzerine aşağı inmiş ve beklemeye koyulmuş. Tren yolunun o kısmı tek hat olduğu için, İstanbul’dan Ankara’ya gitmekte olan tren de biraz sonra Eskişehir’de durmuş. Saatler sonra arızalı trenin tamiratı bitmiş ve her iki tren de yollarına koyulmuşlar. Koyulmuşlar ama, Agah Sırrı İstanbul’a giden tren yerine dalgınlıkla Ankara’ya giden trene binmiş ve o trende rastladığı bir arkadaşıyla sohbet ederken:
- Medeniyet gerçekten de harika, demiş. Sen Ankara’ya ben İstanbul’a gitmekte olmamıza rağmen, ikimiz de aynı trendeyiz.
---------------------------------------------------------------------------------------
Kübik resmin büyük ustalarından Picasso, bir gece vakti evine dönerken, evine girmek üzere olan bir hırsızla karşılaşır. Yakalamaya fırsat kalmadan hırsız kaçar. Picasso hemen içeri gererek hırsızın resmini yapar ve yakalanması için polisi gönderir. Polis, üç gün sonra ressama şu bilgileri verir:
- Sayın üstad!.. Gönderdiğiniz resim üzerine, çoğu sakat olmak üzere yirmi kişi, iki at, bir kedi ve birkaç adet konserve kutusu yakalanmıştır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Namık Kemal Rodos Mutasarrıfı iken, mezarlığın etrafına duvar örülmesi için müracaat edenlere:
- Buna lüzum olduğunu zannetmiyorum, demiş. İçerdekiler, isteseler de dışarı çıkamazlar, dışarıdakiler, yalvarsan da içeri girmezler.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Birisi eğilerek ve iki büklük şekilde yürüyen bir ihtiyara rastladı ve:
- Ey ihtiyar! Yay kaç paraya?
İhtiyar şöyle cevap verdi:
- Yaşayacak olursan bedavaya alırsın.
-----------------------------------------------------------------------
Hanım hastalarından biri, diş hekimi Nezihi Erergin’e:
- Siz erkekler ne biçim insanlarsınız! Diye çıkışmış. Söylediklerimizin hepsi bir kulağınızdan girip öbüründen çıkıyor.
Nezihi şöyle cevap vermiş:
- Sizin bizlerden çok farklı olduğunuz kesin, cevabını vermiş. Söylediklerimiz, iki kulağınızdan girip ağzınızdan çıkıyor.
---------------------------------------------------------------------------
Agah Sırır Levent’in bir arkadaşı, ona nişanlısını tarif ederken:
- Bir görsen! Demiş. O kadar güzel, o kadar güzel ki, ancak bu kadar olur.
Sırrı Levent:
- Çok normal, demiş. Zaten her kadın, ne kadar güzel olması mümkünse, o ancak o kadar güzeldir.
----------------------------------------------------------------------------------
Prof. Salih Murat, akşam saatlerinde yaptığı bir çalışmada yorgun dönünce, elektriği söndürüp koltuğa
yaslanmış.
Karısı, dışarıdan seslenmiş:
- Uyuyacak mısın? Kapıyı kapatayım mı?
- Hayır!... demiş, Salih Murat. Kapı açık dursun.
Karısı devam etmiş:
- Niçin? İçeriye ışık girsin diye mi?
- Hayır, karanlık dışarı çıksın diye.
----------------------------------------------------------------------------------
Aktör İbrahim Delideniz, İstanbul Şehir Tiyatrosunda kazandığı büyük başarıları arkadaşlarına anlatırken:
- Kelimelerle anlatılmaz dostlarım, diye kasılmış. Bunu gözle görmek lazımdı. Artık iş o hale gelmişti ki, ben ne zaman sahneye çıksam, herkesin ağzı bir karış açık kalıyordu.
Dinleyenler arasında bulunan Nurullah Şevket:
- Hayret ya!.. diye gülümsemiş. Herkes aynı dakikada esner mi?
------------------------------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’a gelen bir hasta:
- Garip değil mi, doktor bey? Diye sormuş. Baş aşağı durduğum zaman kan başıma hücum ediyor da,. Ayakta durduğum zaman neden ayaklarıma hücum etmiyor?
Gökay:
- Sebebi çok basit dostum, diye cevap vermiş. Ayaklarınızın içi boş değil de ondan.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Diyarbakır eski milletvekili Zülfü Tiğrel, Süleyman Nazif’in dayısının oğluymuş. Zülfü Bey’in kız kardeşi de Nazif’in eşi oluyormuş..
Nazif’e:
- Zülfü Bey sizin neyiniz oluyor? diye sorduklarında, şöyle dermiş:
- Dayımın oğlu, oğlumun dayısı.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Münir Hayri Egeli, bir 23 Nisan bayramında küçük çocukları ziyaret etmiş.
Okul bahçesindeki çocuklar, en büyük yalanı söyleyene bir top hediye edeceklerini söylüyorlarmış.
Münir bey, bu oyundan hoşlanmadığı için:
- Yaptığınız şey hiç de hoş değil çocuklar, demiş. Ağzınıza yalana alıştırmayın ve benim gibi yapıp hayatta bir kere bile yalan söylemeyin.
Çocuklar, topu Münir Bey’e hediye etmişler.
------------------------------------------------------------------
Felsefeci ve yazar Arslan Kaynardağ’ın sahaflar çarşısındaki Elif kitabevine gelen müşteri, bir kitabın ismini kastederek:
- “Allah’ın Peygamberi” var mı? Diye sorar.
Arslan Bey:
- Elbette var, der.
Müşteri kitabı isteyince, Arslan bey bu defa da:
- Yok cevabı verir.
Müşteri şaşırır:
- Ama der, az önce var demiştiniz.
Arslan bey son sözünü söyler:
- Yok mu deseydim?
----------------------------------------------------------------------------------
İran şahlarından biri şiir yazmaya pek meraklıymış. Ama yazdığı şiirleri de ipi sapa gelmez, saçma sapan karalamalarmış. Bunları dalkavuklarına okur, adamcağızlar da can korkusuyla kendisini göklere çıkarırlarmış.
Bir gün şiirlerinden birini, meşhur İranlı şair Kani’ye okutmuş. Toksözlü bir insan olan Kani, şiirlerinin çok berbat olduğunu Şah’ın yüzüne açıkça söylemiş. Şah öfkeden küplere binmiş.
- Çabuk bu herifi zindana atın! Deyince şairi yaka paça bir zindana kapatmışlar. Zavallı, epey bir süre orada kalmış. Nihayet bayram günü yakınlarının ısrarına dayanamayan Şah, şair Kani’yi zindandan çıkartıp huzuruna kabul etmiş ve demiş ki:
- Ey Kani! Seni affettim! Zindanda hapis kaldığın süre içinde, şiir yazma kabiliyetim gelişti. Şimdi al şu yeni yazdığım şiirleri oku vebana fikrini söyle!
Ünlü şair, şiirleri alıp okumuş ve kağıtları Şah’a geri verdikten sonra şöyle demiş:
- Şahım, ben kulunuz gene zindana dönüyorum.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ahlaksız adamın biri, evinini kapısına, “bu kapıdan içeri kötü insan giremez” diye yazmıştı.
Diyojen bu yazıyı görünce:
- Tuhaf şey, dedi. Acaba evin sahibi evine nereden giriyor?
--------------------------------------------------------------------------
Aşarı ölçüde içip kendinden geçen bir sarhoş, Neyzen Tevfik’in ensesine bir tokat yapıştırır. Neyzen buna hiç aldırış etmez. Yanındaki arkadaşı:
- Tokadı yedin... der. Ne karşılık verdin, ne de sesin çıktı?
Neyzenin cevabı hazırdır:
- Peki, bir eşek çifte atsaydı, sen ne yapardın?
-----------------------------------------------------------------------------
Bir Alman doğubilimcisi, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın ziyaretine gelmiş. Konuşurlarken doğubilimci:
- Bana, Türkiye’de kendilerinden yararlanabileceğim iki bilgin bulunduğundan söz ettiler, demiş.
İbnülemin, kıskançlıkla sormuş:
- Kimmiş o pe...kler?
Osmanlıca’yı iyi bilen, ama küfür ve argo sözlerinden haberi olmayan doğubilimci, iki ad vermiş:
- Biri Fuat Köprülü, öteki siz!
------------------------------------------------------------------
Meşhur Amerikan mizah yazarı Mark Twain trende seyahat ediyordu. Karşısında oturan yolcunu, kendisinin bir kitabını okumakta olduğunu gördü. Adam kitabı bitirince konuşmaya başladılar.
Twain yol arkadaşının kendisini tanımadığını anlayınca sözü kitaba getirip sordu:
“Biraz evel bir kitap okuyordunuz. Nasıl güzel bir şey miydi? Beğendiniz mi?”
Adam bir müddet durakladı, sonra, “Okumamış olmak için 100 dolar verirdim” diye karşılık verdi.
Mark Twain fena halde bozulmuştu. Böyle bir cevap beklemiyordu.
Dayanamayıp sordu. “Niye? Çok mu kötü?”
Adam, “Hayır” dedi. Bilakis, ilk defa okumanın zevkini tekrar tadabilmek için.
------------------------------------------------------------------------------------------
Başkan Kennedy’nin İktisat Başmüşaviri Dr. Walter W. Heller “Ortalama” kelimesinin, bilhassa istatistikçilerin ağından bazen çok aldatıcı olabileceğini şu misalle izah ediyordu:
- Eğer bir adamın sağa ayağı kızgın bir soba üzerinde, sol ayağı ise buz içinde bulunsa, istatistikçi o adamın ortalama olarak rahat olduğunu söyler.
--------------------------------------------------------------------------------------
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui' ye:
- Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse
budalalağı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve
seve öder.
Kral, alaylı alaylı gülerek:
- Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza
karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
Hasan ile Hans kültür kıyaslaması yapıyormuş.
Bir ara Hans: “Hasan bizim Almanya’da tren istasyonunda yatıp kalkan aylaklara “PENNA” deniliyor. Türkçede PENNA’NIN karşılığı nedir?” deyince, Hasan hiç düşünmeden yanıt vermiş:
“Bizim memlekette PENNA’LAR olmadığı için onun karşılığı olabilecek bir kelimede dolayısıyla yoktur.”
---------------------------------------------------------------------------
Fatih, hocası Akşemsettin`e sorar:
— İnsan açlığa ne kadar dayanabilir?
Akşemsettin cevap verir:
— Ölünceye kadar
-------------------------------------------------------------------------------
Bir gün, Necip Fazıl hoşlanmadığı birisiyle yemek yemek zorunda kalmış. Yemek için bir lokantaya gidip, normal bir masaya oturmuşlar. Garson siparişleri almak üzere masalarına gelip;
—Hoş geldiniz efendim, ne alırsınız, ne arzu etmiştiniz? Diye sorar.
Necip Fazıl ile yemeğe gelen adam siparişini verir;
—Pilavın üstüne et!
Bunun üzerine garson Necip Fazıl dönerek siparişini sorar; Üstat da şöyle der;
—Benim, pilavın üstüne etme!
-------------------------------------------------------------------------------
Gökyüzünde birtakım uçan cisimlerin görüldüğü iddia edildiğinde, bunlara ilk önce "uçan tabak" adı veriliyormuş. Nizamettin Nazif, bu esrarengiz olay hakkında Prof. Salih Muradın fikrini sorarak:
— Ne dersiniz, hocam? Demiş. Bu uçan tabaklar sizce gerçek midir? Ve daha önce görülmüş müdür? Profesör:
— Elbette gerçektir, diye gülümsemiş. Karı koca arasında sık sık görülür.
-------------------------
Abdülhak Şinasi Hisar, bir sohbet esnasında arkadaşı Süleyman Nazif'e sorar:
-"Ebe" ile "gebe" sözcükleri anlam itibariyle doğumla alakalı iki kelimedir.Bunların arasında kök birlikteliği var mıdır? Çok merak ediyorum; "gebe" mi "ebe"den, yoksa "ebe" mi "gebe"den çıkmıştır?
Süleyman Nazif bir kahkaha patlattıktan sonra:
-Tabi ebe de herkes gibi gebeden çıkmış, ve büyüyüp yetiştikten sonra da ebeliğe başlamıştır, der..
------------------------------------------------------------------------------------------------
Süleyman Nazif,Bağdat valisi iken Ordu Kumandanlığından şöyle bir telgraf alır:
100000 okka şeker,500000 okka un ve 10000 okka çay temin edip acele Kumandanlığımıza gönderiniz...
Nazif cevap olarak şu telgrafı çeker:
Çin İmparatorluğu'na çekmeniz lazım gelen bir telgraf,yalnışlıkla vilayetimize gelmiştir.Telgrafınız okunmuş ve mes'uliyetimiz mahşere bırakılmıştır.Bilgilerinize..