5
EXE RANK
AEROPOSTALE.`
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 18 Ara 2009
- Mesajlar
- 5,401
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 32
(19 Mayıs 2010)
Doğumunun 129’uncu yıl dönümü nedeniyle tertiplemiş olduğumuz Asker ve Devlet Adamı Atatürk Paneli’ne hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Çok kısa bir konuşma yapacaktım ancak hiç soru olmayınca bende biraz konuşmayı uzun tutmaya karar verdim. Şimdi gerçekten bugün çok değerli panelistlerin katılımıyla Atatürk’ü değişik açılardan bizlere anlatan, bizlere bilgilerimizi tazeleyen, bizlere yeni bir şeyler öğreten konuşmalar dinledik. Öncelikle paneli yöneten Profesör Doktor Hikmet ÖZDEMİR’e teşekkür ediyorum. Kendisinin aslında üniversite hayatından biraz erken ayrıldığını ben düşünüyorum ama yine çeşitli platformlarda akademik faaliyetlerine devam ediyor. Çünkü, gerçekten onun mevcut bilgi ve deneyimleriyle, Türkiye’ye daha çok şeyler kazandıracağına inanıyorum. Sayın Altemur KILIÇ, bize Atatürk’ün emaneti. Gerçekten, belki bu salonda herhalde Özden Hanımda biliyorum onun dışında var mı bilmiyorum, yani Atatürk’ü görme, tabi hanımefendileri de herhalde görmüş en azından Sayın Bayan Kılıç, Atatürk’le beraber olma, onu görme, onunla konuşma, herhalde bir insanın, Türk insanının ulaşabileceği en büyük onurlardan bir tanesi. Dolayısıyla, Sayın Kılıç bizimle hatıralarını paylaştı, bu nedenle hakikaten kendisine çok müteşekkiriz. Bu arada konuşmasının başlangıcında haklı olarak bir konuya ilişkin görüşlerini de ifade ettiler. Bu da yaşanan bazı olaylardan dolayı, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik üzüntü duyduğunu, üzüntü duyduklarını. Elbette bu düşüncesini saygıyla karşılıyorum ve paylaşıyorum. Ancak şundan da emin olmalarını istiyorum ki, Türk Silahlı Kuvvetleri, bu süreçten daha güçlü olarak çıkacaktır.
Diğer bir panelistimiz Amerika’dan geldiler Profesör GAWRYCH. İkinci katılışları, geçen sene de aynı panele gelmişlerdi. Şimdi ilginç olan şu; geçen sene geldiği zaman konuşmasında “Zabit ve Kumandanla Hasbihal” kitabını analiz etti. Ben şaşırdım açık konuşmak gerekirse. Çünkü biz bugün Türkiye’de normal bir insanımıza da sorsak veya diğer tartışılan eğitimli, educated, sorsak acaba kaç kişi Türkiye’de “Zabit ve Kumandanla Hasbihal” kitabını bilir. Ben pek fazla olduğunu zannetmiyorum ama gerçekten o kitap belki de Atatürk’ü öğrenmek için, öğrenmek istiyorsanız gerçek anlamda, ilk okumanız gereken kitaplardan birisi. Sadece askeri bilgi değil, orada esasında Atatürk’ün düşünce sistemi var. Dolayısıyla geçen sene panelde değinince beraber oturduk o kitabın İngilizce tercümesi yapıldı ve yakın zamanda da o kitap her yere dağılacak. O kitabı okumayanlarınız varsa, öncelikle okumanızı tavsiye ederim.
Profesör Doktor Feroz AHMAD gerçekten uluslararası bir bilim adamı. Özellikle Atatürk’ün yaptıklarını, Hindistan üzerindeki etkilerini bize çok güzel şekilde aktardılar. Son panelistimiz, Profesör Doktor Ethem Ruhi FIĞLALI’yı ben uzun zamandır tanıyorum. Açıkça şunu ifade edebilirim; benim tanıdıklarım içinde, tanımadıklarım olabilir onun altını çizeyim, İlahiyat alanında en aydın, en bilgili profesörlerimizden, bilim adamlarından birisidir. Bunu da açıkça ifade etmek istiyorum.
Şimdi bu konuya, bugünün anısına bağlı olarak, sizlerle bazı konuları, bazı düşüncelerimi, ben de paylaşmak istiyorum. Şimdi gerçekten biz hep şunu söylüyoruz; Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu ve gelişimi bir devrim. Bir kere bu olaya böyle bakmamız lazım, bu bir devrimdir. Devrimin yanında bir de mucize, gerçekten bir devrim özelliği var artı bir de mucize. Bunu kim gerçekleştirebilir veya böyle bir devrimi, böyle bir mucizeyi kimler gerçekleştirebilir? Tabi en başta lider. Baktığımız zaman gerçekten bu devrimi gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk, elbette çok büyük bir asker, çok büyük bir siyaset adamı elbette, çok boyutlu bir kişi. Fakat bence üzerinde durulması gereken temel niteliklerinden bir tanesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir dahi oluşu, üstün bir deha sahibi oluşu. Şimdi bu açıdan baktığımız zaman, tabi benim kişisel düşüncem, yani biz Atatürk’ün dâhiliğinin, dehasının, büyüklüğünün ve entelektüel kapasitesinin üzerinde fazla durulmadığını ben değerlendiriyorum.
Eğitimde, öğretimde biz Atatürk’ün gerçekten bu boyutunu, dâhiliğini, entelektüel birikimini yeni nesillere ne kadar anlatabiliyoruz? Elbette bunu ilköğretimdeki çocuğa anlatmayacaksınız. İlköğretimde çocuk belki bunları anlayamaz ama bir ortaöğretim efendim bir yükseköğretime geldiğiniz zaman artık olayın bu boyutuna girmemiz lazım. Ama bakın eğitim programlarına, neredeyse ilköğretimde Atatürk’le anlattığımız konuları, yükseköğretimde de aynı şeyi anlatıyoruz, belki ortaöğretimde aynı şeyi anlatıyoruz, belki yükseköğretimde de aynı anlatıyoruz. Sadece Atatürk’ün neler yaptığını anlatmak, genç nesillere yeterli değil. O da zaruri elbette, zaruri ama esas bu boyutun üzerinde durmak lazım.
Şimdi bu açıdan biliyorsunuz bir kavram kullanıyoruz son 20 – 30 senedir, özellikle Silahlı Kuvvetler. Diyoruz ki; Atatürk’ün esasında başarısı, dehasına ve o dehayı verimli bir şekilde kullanmasına imkân veren yönteme bağlı bir sistemi var Atatürk’ün. Yani Atatürk’ü anlayabilmeniz için, Atatürk’ün uyguladığı yöntemi, sistemi anlarsanız, zaten olay biter. Şimdi biz Atatürk’ün uyguladığı yöntem veya sistemi pek anlatamıyoruz. Hep tekrarlıyoruz o zaman, yaptıklarını tekrarlıyoruz. Burada da bazı sıkıntılar doğuyor. Aslında bizim, Atatürk’ün uyguladığı yönteme, sisteme kısaca dediğimiz, yani isim olarak verdiğimiz, Atatürk’ü Düşünce Sistemi. Evet, Atatürkçü Düşünce Sistemi.
Nedir Atatürkçü düşünce sistemi dediğiniz zaman, aslında Atatürkçü düşünce sistemi, bugün akademilerde üzerinde durulan efendim eleştirel akılcılık. Üniversitelerde okutulan, bugün 2010’da okutulan eleştirel akılcılığın prensiplerini, efendim, 1920’lerde Atatürk uygulamış. Şimdi Atatürk’ün yaşamına baktığımız zaman, gerek bu yaşam Atatürkçü düşünce sistemi çerçevesinde, gerekse Atatürk’ün hayatı boyunca, yaşamı boyunca yapmış olduğu bütün işlemlerdeki prensiplerine bir bakalım. Hangi ana prensipler etrafında bulunuyor? Prensipleri öğrenmek çok önemli. Sonuçlardan ziyade prensipler önemli. Şimdi ben dokuz prensip gördüm, belki bu 10 olur, 15 olur, olabilir yani illa dokuzda kalır diye de bir iddiam yok. Şimdi birinci prensibi ne? Çok bilinen bir prensip, bugün çok değinildi. Bir kere her konuya, her olaya bilim ve akılcılığı rehber almak, bilim, akıl. Bilimi, akılı rehber aldığınız zaman, dogmalara karşı çıkmak mecburiyetindesiniz. Dogmaları kabul ederek hem bilim, hem akılcılık bir arada gitmez, temel prensip bu. Onun için Atatürk diyor ki; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir”. Şimdi niye Atatürk bu sözü söylemiş? Bunun üzerine belki bir sempozyum olması lazım ama yapmıyoruz bunu. Sadece bu kelime, klişe üzerinde duruyoruz ama esasında burada ne anlatılıyor, ne yaptı? İşte üniversitelerimizin bunu yapması lazım. Belki yapıyorlarsa sözümü geri alıyorum ama yapmıyorlarsa öneriyorum. Yani bu sözü üzerinde, belki bir gün, iki gün sürecek seminer, sempozyumda konuşulsun. Baktığınız zaman iki şeye güveniyor Atatürk; bir bilim, iki insan. Bilim, insan. Bugün her şeyde biz diyoruz ki, yaptığımız her şey, insan odaklı olsun, Atatürk’ün zaten yaptığı her şeyde insan var o da aynı şey.
Dogmalara karşı bakın Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüzük tartışmaları yapılırken Atatürk’e diyor ki; “Paşam bu partinin doktrini niye yok?” diyor Atatürk’e. Atatürk’ün cevabı, elbet diyor çocuğum diyor, eğer doktrine gidersek hareketi dondururuz. Şimdi bilim ve akılcılığı rehber alırsanız buradan oluşacağınız sonuç, laik düşünce sistemidir, bu kadar basit.
Sayın Profesör FIĞLALI bu konuyu çok açık anlattı. Tabi 15 dakikada ancak bu kadar anlatılabilir, konu çok geniş bir konu. Keşke süre, zaman fazla olsaydı daha fazla girilebilseydi ama ben burada yine bazı konuların altını çizmekte bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha yarar görüyorum. Bakın Atatürk’ün dine ilişkin görüşlerini hatırlamakta tekrar yarar var. Ne diyor? Din gerekli bir kurumdur, dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki; din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Birinci prensip budur. İkinci prensip; biz din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, amaca ve eyleme dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz. Aslında burada ne demek istiyor Atatürk? İki şey söylüyor. Bir, din önemlidir, ancak Cumhuriyetin ve demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için dini alanın nasıl sınırlanması gerektiğinin altını çiziyor. Sorun ne? 1920’lerde de aynı sorun bir boyutta vardı, bugün de var. Nedir sorun? Sayın FIĞLALI da bunun altını çizdi. Dinin ve din duygularının kendi amaçları için alet ve araç olarak kullanılmaması. 1927’de Atatürk bunu çok açık ifade ediyor, diyor ki; daha önce olduğu gibi bugün de milletlerin bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak, bin türlü siyasi ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için dini alet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların, burası önemli, içeride, burada kalmıyor devamı cümle var ve dışarıda varlığı, bakın altını çizelim, dışarıda varlığı. Bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki henüz uzak bulundurmuyor. Bugünkü Anayasa’nın 24’üncü maddesine göre de kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuk temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandıramaz, çok açık. O zaman şu sonuca gayet kolaylıkla gidebiliriz. O zaman netice olarak, Türkiye’de herkes, Anayasa’nın 24’üncü maddesine uygun hareket etse, Türkiye’de hiçbir sorun kalmaz.
İkinci prensip bana göre Atatürk’le ilgili, demokrat ve hürriyetçi olmak. Bu nedense üzerinde çok durulmayan noktalardan birisi. Falih Rıfkı Atay bu konuda şöyle söylüyor, diyor ki; diktatör sözcüğünden tiksindiğini bilirdik, devrinin diktatörleri demokrasiye karşıydılar, Atatürk karakterce demokrat, inanç bakımından hürriyet rejimcisiydi, ömrü Hürriyet şartlarını hazırlamakla geçti. Şimdi ben yine soruyorum, Atatürk’ün demokrat ve hürriyetçi kişiliği üzerinde ne kadar duruyoruz acaba? Ne kadar bunu ortaya getirip derinliğine tartışıyoruz? Soruyorum. Profesör Doktor Hikmet Bayur’a göre de diyor ki, yalnız diyor bir fark var, bir konuda bir çekincesi vardı. O da şu, diyor ki; Atatürk yalnız bir konuda serbest tartışmaya izin vermemiştir. O da dinin, riyakârane sömürülmesi konusudur. Tabi daha çok şey söylenebilir.
Üçüncü prensip, bence çok önemli, ama en az durulan, en az anlaşılan noktalardan birisi. Atatürk’ün her şeyinde hukuki meşruluk var. Yaptığı, attığı her adıma baktığınız zaman mutlaka her yaptığında bir hukukla bağlantısı var. Bunun belki örneğini bulmak çok zor. Buna karşılık Atatürk, karizmatik değil miydi? Hem de dünyanın en karizmatik liderlerinden birisi. İstese, tek başına kamu etkinliklerini kişisel düzeyde yürütemez miydi? Teklif edildi kendisine, reddetti. O, her zaman yaptığı bütün faaliyetleri kurumsallaştırmaya çalıştı. Bu çok önemli. Bakın daha İstanbul’dayken yani daha Samsun’a çıkmamış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulacağını, kuracağını düşünüyor ve bunu Nutuk’ta şöyle ifade ediyor, diyor ki; o halde yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsi olmak niteliğinden çıkarılması, mutlaka bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak, temsil edecek bir heyet adının olması gerekliğidir. Biz bunları pek anlamıyoruz ama bakın bir Amerikalı Profesör Rustov bunu şöyle ifade ediyor, diyor ki; Atatürk’le ilgili, bütün meslek hayatı boyunca Mustafa Kemal, hukuk ve kanuniliğe, kanuna uyma, her şeyi kanuna bağlı yapmaya karşı titiz bir saygı gösterdi. Buyurun, bu da bir sempozyum konusu, seminer konusu. Konuşun, araştırın, anlatın yani genç nesillere Atatürk’ün bu özelliklerini anlatmamız daha önemli ama bizim profesörlerden pek böyle bir laf ben duymadım. Bakın bir Amerikalı profesör bunu şey yapıyor, teslim ediyor. Diyor ki, bütün mesleki hayatı boyunca Mustafa Kemal hukuk ve kanuniliğe karşı titiz bir saygı gösterdi.
Diğer bir prensip bana göre, Atatürk’te kişisel yönetim yok, duygusal davranma da yok aslında. Kişisel yönetim olmadığını, Ali Fuat Cebesoy’a söylediği sözler bunu gösteriyor. Tabi çok şey söylenebilir ama diyor ki; Ali Fuat Cebesoy’a kişisel olmadığım benim apotrlarım yani havarilerim, benden sonra gelecek yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder? Altını çizelim, hizmet liyakat. Şimdi liyakata ne kadar önem veriyoruz? Onu da sorgulayalım. Kudretini gösterirse bunlar benim apotr veya havarilerim olur. Celal Bayar da, 3’üncü Cumhurbaşkanı, Atatürk’ün duygusal olmadığını şu sözleriyle bize anlatıyor. Diyor ki; bakın Atatürk metodolojisinde duyguya yer yoktur. Laboratuara girmiş bir ilim adamı, tüpteki oksijenle hidrojen arasındaki nasıl bir ayrım yapamazsa, sosyal bilimin laboratuarına giren bir devlet adamı da doğru bir sonuca ulaşabilmek için tüm duygularından ayrılmak, sıyrılmak zorundadır. Atatürk işte bunu başarabiliyordu. Buyurun bir ayrı bir konu, yine saatlerce tartışılacak, konuşulacak konu.
Şimdi, diğer ana prensiplerden biri ki çok önemli. Belki Atatürk’ü çoğundan ayıran, döneminin önde gelenlerinden hatta bu günde bile geçerli olan çok önemli bir niteliği veya uyguladığı prensip, gerçekçilik ve pragmatik olması. Bu çok önemli bir konu. Gerçekçi. Kesinlikle. Diğer bir deyişle Atatürk ütopist değil, hayaller peşinde koşan değil, gerçekçi. Bazıları da derki ütopyaya sahip değilseniz, ideale de ulaşamazsınız. Belki ütopyayı kafanızda saklayacaksınız ama esas önemli olan gerçekçi olmak. Şimdi gerçekçilik deyince, iki noktayı iyi anlamamız lazım. Gerçekçilikte birinci faktör, zaman, ikinci faktör, düşüncelerin uygulanabilir olması ve başarı sağlaması. Şimdi Atatürk’ün eylemlerine bakın, zamanlama muhteşem. Belki çağının hatta bugün için de geçerli, 21’inci Yüzyılda bile bu zamanlama noktasında ona yakın birisi var mı devlet adamı bilmiyorum. Şimdi zaten onun için deniliyor ki gerçek lider, herkesin hareketsizlik içinde ne yapacağını bilmediği anda en uygun zamanda, zaman çok önemli, en akılcı ve en gerçekçi çareyi bulan ve harekete geçendir. Zaman, akılcılık ve çareyi bulmak. Onun için Mazhar Müfit Kansu Atatürk’ten şöyle bir sözü aktarıyor, diyor ki; bir işi zamansız yapmak o işi başarısızlığa uğratmak demektir. Zamanlama çok önemlidir. Falih Rıfkı Atay da yine aynı konuda diyor ki bize, Atatürk’ün askerlikte ve inkılâpçılıkta başarı sırlarından birincisi, tam zamanını beklemek, ikincisi fırsatı kaçırmamak. Bu Andrew Mango da aynı konuya değiniyor. O da diyor ki; Atatürk sabırlıydı diyor doğru, çok sabırlı. Atatürk gerçekçiydi diyor, doğru, ulus devlet bir günde kurulamazdı, doğru.
Bu uzun süreli işte başarının ön koşulunun, halka ulus bilincinin aşılanmasını sağlayan Milli Eğitim olduğuna inanıyordu. Ulus devleti yaşatacak olan ulusu yaratmada, öğretmenlere de çok güveniyordu. Benim kişisel bir düşüncem, bazen de bunu paylaşıyorum, keşke Atatürk son dönemlerini 30 – 33’den sonra biraz devlet işte tamamen Milli Eğitim alanına verseydi veya daha burada herkesin paylaşacağını zannediyorum, keşke daha uzun süre yaşasaydı da, yaşabilseydi de, şu Milli Eğitim konusunu istediği noktaya getirebilseydi. Milli Eğitim konusunu getiremedik maalesef, temel sorunlarımızdan bir tanesi de budur.
Şimdi diğer bir nokta; öncelikleri açık seçik kavrama yeteneği. Bu da bir devlet adamı için çok önemli bir gerekçe. Mango yine bu konuda şöyle diyor. Diyor ki; Mustafa Kemal’in yurttaşlar arasında az bulunur bir niteliği vardı, neydi bu? Öncelikleri, açık seçik kavrama yeteneğine sahip olması ve olağanüstü bir örgütçü olması.
Diğer bir prensip, ki Atatürk buna hayatı boyunca uymuştur. Bugün, o günkü ulaşım şartlarını düşünün, bugünkü ulaşım şartları tabi ki mukayese edemeyiz, farklı sonuçlar çıkabilir, ancak Atatürk o günkü zor şartlarda, ulaşım şartlarında, yurtiçinde, yurtdışı gezisi zaten yok, yurtiçinde en fazla gezen lider. İlden ile gidiyor ama ilden ile gittiği zaman gözden kaçan bir önemli nokta var. Halkla beraber oluyor. Böyle alıyor karşısına, oturuyor sandalyesine ve hep şöyle başlıyor, isterseniz araştırın; ben burada, diyor, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk değilim. Şimdi size karşı ben, burada Mustafa Kemalim, sizden birisiyim. Sorun, düşüncelerinizi bana söyleyin. Bu ne demek? Bu, anca kendine güvenen bir lider, güvenen kişi çıkabilir. Yani halkın karşısında bu kadar açık seçik durabilen ve hakikaten çok önemli bir konu topluma her zaman gerçekleri söylemenin, doğruları ifade etmenin önemi. Bu konuda 23 yılında diyor ki; Milleti aldatmayacağız, Millete daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri gerçek zannederiz. Bırakın Millet onu düzeltsin. Şimdi bunu gelin, bu söze karşı Atatürk’ü hala diktatör kategorisine sokup, o kapsamda anlatmak isteyenler, bunu nasıl yorumlayacaklar? Daha yani bunu, daha demokrasiden, yani demokratlığın daha ben ileri bir noktasını göremiyorum. Yine 25’te diyor ki; birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz. Felaket getirsin, saadet getirsin, iyi olsun fena olsun, gerçekten ayrılmayacağız.
Atatürk çok sade bir insan. Bu da bir prensip hakikaten. Falih Rıfkı Atay şöyle anlatıyor, diyor ki; Cumhuriyetin ilanının 12’inci yıl dönümü için büyük dövizler hazırlanmış, Atatürk’e çıkartıyorlar, gösteriyorlar. Dövizin birisinde şöyle yazıyor; Atatürk bizim en büyüğümüzdür. Başka bir döviz pankart, Atatürk bu milletin en yükseğidir. Kızıyor Atatürk ve hepsini çiziyor. Diyor ki Atatürk, şunu yazın diyor; Atatürk bizden biridir. Atatürk’e göre, gerçek büyüklük ki Falih Rıfkı ve Mahmut Bey’le 1926’ta yaptığı bir mülakatta söyler, meşhurdur, önemlidir, buradan kimseye de bir şey çıkartmayın, yani bir şey söylemiyorum ama bir konu üzerine yapar bunu, orada der ki, aynen şu, bence çok önemli olduğu için bunu ben sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum. Diyor ki, bakın; büyüklük odur ki hiç kimseye iltifat etmeyeceksin. Hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada karşı koymaları yok eden olacaksın. Önüne sayılmayan güçlükler çıkartacaklar, kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek kimseden de yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra da sana büyük derlerse, bunu diyenlere de güleceksin. Esasında burada yine bir ayrı bir seminer, sempozyum konusu çok geniş bir konu.
Son olarak, belki şuna değinerek bunu tamamlamak istiyorum, Atatürk, her zaman eleştirilere açık. Hiçbir zaman eleştirilere kapalı bir lider değil. Önyargılara dayalı olmayan bütün eleştirilere açık ve bunu Nutuk’ta yine aynen şöyle ifade ediyor, diyor ki; Efendiler! Cumhuriyetin ilanı bütün milletçe sevinçle karşılandı. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapıldı. Yalnız İstanbul’da iki, üç gazete veya yalnız İstanbul’da toplanan bazı kimseler milletin genel ve samimi olan bu sevincine katılmaktan çekindiler, endişeye düştüler. Cumhuriyet’in ilanına önayak olanları eleştirmeye başladılar. İşaret ettiğim gazetelerin ve şahısların Cumhuriyet’in ilanını nasıl karşıladıklarını hatırlamak için sadece o günlerdeki yayınları gözden geçirmek yeterlidir. Bu yazar ve benzerlerinin Cumhuriyet’in ilan şekline ve Cumhuriyet’in esaslarıyla ilgili kanunda gördükleri kusur ve eksiklikleri tenkit etmelerini samimi sayabilmek için çok saf olmak lazımdır. Eğer, bu yazarlar Cumhuriyet’in ilanı günü yaygaralı hücumlara başlamayıp, önce Cumhuriyet’in ilanını iyi niyetle ve samimiyetle karşılamış olsalar, kamuoyunu kararsızlık ve karışıklığa düşürecek şekilde değil de, Cumhuriyet’in iyi yanlarını tanıtıcı ve onun ilanının pek yerinde olduğunu kamuoyuna tenkil eden yazılar yazmış olsalardı başlangıçta, ondan sonra yapacakları her türlü tenkitin samimi olduğuna inanırdım. Fakat gördüğümüz tutum ve davranış böyle olmamıştır.
Elbette, bu konuda Atatürkçü düşünce sistemi üzerinde Atatürk’ün yaşamı boyunca uyguladıkları prensipler üzerine daha çok konuşabiliriz. Fazla zamanınızı almak istemiyorum. Ancak, biliniz ki Atatürkçü düşünce sistemi ne yapılmasını anlatan bir ideoloji değildir. Buranın altını çizelim. Ne yapılmasını anlatan bir ideoloji değil. O zaman saplanır kalırsınız bazı noktalarda. Nedir o zaman, nasıl karar verilmesini belirten bir dünya görüşüdür? Atatürkçü düşünce sistemi; bize göre, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkılmasını temel hedef alan, bu hedefe ulaşmak için aklı ve ilmi yol gösterici rehber olarak kabul eden dinamik bir dünya görüşüdür. İşte Atatürk’ün bugün de 21’inci yüzyılda da düşüncelerinin, fikirlerinin hala geçerli olması bize hala yön vermesinin altında yatan temel nokta da bu.
Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Cumhuriyet’in ilkesi erdemdir, bunu da unutuyoruz. Bu da çok önemli, erdem. Cumhuriyet, yurttaşlar erdemli olduğu ölçüde, cumhuriyetler de gönençlidir. Bu bilimsel bir görüştür sanırım. Büyük Ata’ya en büyük saygıyı ve bağlılığı nasıl göstereceğiz diye düşünüyorsanız, elbette, ilk önce onun eserlerine sahip çıkacaksınız. Elbette, onun düşünce sistemini anlayacaksınız, anlamaya çalışacaksınız ve anlatmaya çalışacaksınız. Elbette, onun bizlere, yani Türk Ulusu’na armağan ettiği bu cumhuriyetin, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti nitelikleriyle, sonsuza kadar yaşanmasında pay alarak, rol alarak gerçekleştirebilirsiniz.
Türk Silahlı Kuvvetleri, her zaman ifade ettiğimiz gibi, bugün tekrar bir kere daha ifade etmek istiyorum, Türk Silahlı Kuvvetleri, ebedi Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, ulusunun kendisine olan güveninden güç alarak, bizim en büyük gücümüz budur. Zaten kim ne yaparsa yapsın hiçbir zaman Türk Ulusu, Milletiyle, Türk Ordusu arasındaki bağı kopartamaz. Bu bağı kopartmaya çalışan bazıları olabilir. Bunları bazen yüzeyde görebilirsiniz ama bunlar geçici süreçlerdir. Hiçbir zaman, Türk Ulusu’yla Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki bağı, güven duygusu yükselerek devam eder, hiçbir zaman düşemez en büyük gücümüz de budur. Dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri, ebedi Başkomutan Atatürk’ün açtığı yolda, ulusunun kendisine olan güveninden güç alarak yürümeye devam edecektir.
Doğumunun 129’uncu yıl dönümü nedeniyle tertiplemiş olduğumuz Asker ve Devlet Adamı Atatürk Paneli’ne hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Çok kısa bir konuşma yapacaktım ancak hiç soru olmayınca bende biraz konuşmayı uzun tutmaya karar verdim. Şimdi gerçekten bugün çok değerli panelistlerin katılımıyla Atatürk’ü değişik açılardan bizlere anlatan, bizlere bilgilerimizi tazeleyen, bizlere yeni bir şeyler öğreten konuşmalar dinledik. Öncelikle paneli yöneten Profesör Doktor Hikmet ÖZDEMİR’e teşekkür ediyorum. Kendisinin aslında üniversite hayatından biraz erken ayrıldığını ben düşünüyorum ama yine çeşitli platformlarda akademik faaliyetlerine devam ediyor. Çünkü, gerçekten onun mevcut bilgi ve deneyimleriyle, Türkiye’ye daha çok şeyler kazandıracağına inanıyorum. Sayın Altemur KILIÇ, bize Atatürk’ün emaneti. Gerçekten, belki bu salonda herhalde Özden Hanımda biliyorum onun dışında var mı bilmiyorum, yani Atatürk’ü görme, tabi hanımefendileri de herhalde görmüş en azından Sayın Bayan Kılıç, Atatürk’le beraber olma, onu görme, onunla konuşma, herhalde bir insanın, Türk insanının ulaşabileceği en büyük onurlardan bir tanesi. Dolayısıyla, Sayın Kılıç bizimle hatıralarını paylaştı, bu nedenle hakikaten kendisine çok müteşekkiriz. Bu arada konuşmasının başlangıcında haklı olarak bir konuya ilişkin görüşlerini de ifade ettiler. Bu da yaşanan bazı olaylardan dolayı, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik üzüntü duyduğunu, üzüntü duyduklarını. Elbette bu düşüncesini saygıyla karşılıyorum ve paylaşıyorum. Ancak şundan da emin olmalarını istiyorum ki, Türk Silahlı Kuvvetleri, bu süreçten daha güçlü olarak çıkacaktır.
Diğer bir panelistimiz Amerika’dan geldiler Profesör GAWRYCH. İkinci katılışları, geçen sene de aynı panele gelmişlerdi. Şimdi ilginç olan şu; geçen sene geldiği zaman konuşmasında “Zabit ve Kumandanla Hasbihal” kitabını analiz etti. Ben şaşırdım açık konuşmak gerekirse. Çünkü biz bugün Türkiye’de normal bir insanımıza da sorsak veya diğer tartışılan eğitimli, educated, sorsak acaba kaç kişi Türkiye’de “Zabit ve Kumandanla Hasbihal” kitabını bilir. Ben pek fazla olduğunu zannetmiyorum ama gerçekten o kitap belki de Atatürk’ü öğrenmek için, öğrenmek istiyorsanız gerçek anlamda, ilk okumanız gereken kitaplardan birisi. Sadece askeri bilgi değil, orada esasında Atatürk’ün düşünce sistemi var. Dolayısıyla geçen sene panelde değinince beraber oturduk o kitabın İngilizce tercümesi yapıldı ve yakın zamanda da o kitap her yere dağılacak. O kitabı okumayanlarınız varsa, öncelikle okumanızı tavsiye ederim.
Profesör Doktor Feroz AHMAD gerçekten uluslararası bir bilim adamı. Özellikle Atatürk’ün yaptıklarını, Hindistan üzerindeki etkilerini bize çok güzel şekilde aktardılar. Son panelistimiz, Profesör Doktor Ethem Ruhi FIĞLALI’yı ben uzun zamandır tanıyorum. Açıkça şunu ifade edebilirim; benim tanıdıklarım içinde, tanımadıklarım olabilir onun altını çizeyim, İlahiyat alanında en aydın, en bilgili profesörlerimizden, bilim adamlarından birisidir. Bunu da açıkça ifade etmek istiyorum.
Şimdi bu konuya, bugünün anısına bağlı olarak, sizlerle bazı konuları, bazı düşüncelerimi, ben de paylaşmak istiyorum. Şimdi gerçekten biz hep şunu söylüyoruz; Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu ve gelişimi bir devrim. Bir kere bu olaya böyle bakmamız lazım, bu bir devrimdir. Devrimin yanında bir de mucize, gerçekten bir devrim özelliği var artı bir de mucize. Bunu kim gerçekleştirebilir veya böyle bir devrimi, böyle bir mucizeyi kimler gerçekleştirebilir? Tabi en başta lider. Baktığımız zaman gerçekten bu devrimi gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk, elbette çok büyük bir asker, çok büyük bir siyaset adamı elbette, çok boyutlu bir kişi. Fakat bence üzerinde durulması gereken temel niteliklerinden bir tanesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir dahi oluşu, üstün bir deha sahibi oluşu. Şimdi bu açıdan baktığımız zaman, tabi benim kişisel düşüncem, yani biz Atatürk’ün dâhiliğinin, dehasının, büyüklüğünün ve entelektüel kapasitesinin üzerinde fazla durulmadığını ben değerlendiriyorum.
Eğitimde, öğretimde biz Atatürk’ün gerçekten bu boyutunu, dâhiliğini, entelektüel birikimini yeni nesillere ne kadar anlatabiliyoruz? Elbette bunu ilköğretimdeki çocuğa anlatmayacaksınız. İlköğretimde çocuk belki bunları anlayamaz ama bir ortaöğretim efendim bir yükseköğretime geldiğiniz zaman artık olayın bu boyutuna girmemiz lazım. Ama bakın eğitim programlarına, neredeyse ilköğretimde Atatürk’le anlattığımız konuları, yükseköğretimde de aynı şeyi anlatıyoruz, belki ortaöğretimde aynı şeyi anlatıyoruz, belki yükseköğretimde de aynı anlatıyoruz. Sadece Atatürk’ün neler yaptığını anlatmak, genç nesillere yeterli değil. O da zaruri elbette, zaruri ama esas bu boyutun üzerinde durmak lazım.
Şimdi bu açıdan biliyorsunuz bir kavram kullanıyoruz son 20 – 30 senedir, özellikle Silahlı Kuvvetler. Diyoruz ki; Atatürk’ün esasında başarısı, dehasına ve o dehayı verimli bir şekilde kullanmasına imkân veren yönteme bağlı bir sistemi var Atatürk’ün. Yani Atatürk’ü anlayabilmeniz için, Atatürk’ün uyguladığı yöntemi, sistemi anlarsanız, zaten olay biter. Şimdi biz Atatürk’ün uyguladığı yöntem veya sistemi pek anlatamıyoruz. Hep tekrarlıyoruz o zaman, yaptıklarını tekrarlıyoruz. Burada da bazı sıkıntılar doğuyor. Aslında bizim, Atatürk’ün uyguladığı yönteme, sisteme kısaca dediğimiz, yani isim olarak verdiğimiz, Atatürk’ü Düşünce Sistemi. Evet, Atatürkçü Düşünce Sistemi.
Nedir Atatürkçü düşünce sistemi dediğiniz zaman, aslında Atatürkçü düşünce sistemi, bugün akademilerde üzerinde durulan efendim eleştirel akılcılık. Üniversitelerde okutulan, bugün 2010’da okutulan eleştirel akılcılığın prensiplerini, efendim, 1920’lerde Atatürk uygulamış. Şimdi Atatürk’ün yaşamına baktığımız zaman, gerek bu yaşam Atatürkçü düşünce sistemi çerçevesinde, gerekse Atatürk’ün hayatı boyunca, yaşamı boyunca yapmış olduğu bütün işlemlerdeki prensiplerine bir bakalım. Hangi ana prensipler etrafında bulunuyor? Prensipleri öğrenmek çok önemli. Sonuçlardan ziyade prensipler önemli. Şimdi ben dokuz prensip gördüm, belki bu 10 olur, 15 olur, olabilir yani illa dokuzda kalır diye de bir iddiam yok. Şimdi birinci prensibi ne? Çok bilinen bir prensip, bugün çok değinildi. Bir kere her konuya, her olaya bilim ve akılcılığı rehber almak, bilim, akıl. Bilimi, akılı rehber aldığınız zaman, dogmalara karşı çıkmak mecburiyetindesiniz. Dogmaları kabul ederek hem bilim, hem akılcılık bir arada gitmez, temel prensip bu. Onun için Atatürk diyor ki; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir”. Şimdi niye Atatürk bu sözü söylemiş? Bunun üzerine belki bir sempozyum olması lazım ama yapmıyoruz bunu. Sadece bu kelime, klişe üzerinde duruyoruz ama esasında burada ne anlatılıyor, ne yaptı? İşte üniversitelerimizin bunu yapması lazım. Belki yapıyorlarsa sözümü geri alıyorum ama yapmıyorlarsa öneriyorum. Yani bu sözü üzerinde, belki bir gün, iki gün sürecek seminer, sempozyumda konuşulsun. Baktığınız zaman iki şeye güveniyor Atatürk; bir bilim, iki insan. Bilim, insan. Bugün her şeyde biz diyoruz ki, yaptığımız her şey, insan odaklı olsun, Atatürk’ün zaten yaptığı her şeyde insan var o da aynı şey.
Dogmalara karşı bakın Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüzük tartışmaları yapılırken Atatürk’e diyor ki; “Paşam bu partinin doktrini niye yok?” diyor Atatürk’e. Atatürk’ün cevabı, elbet diyor çocuğum diyor, eğer doktrine gidersek hareketi dondururuz. Şimdi bilim ve akılcılığı rehber alırsanız buradan oluşacağınız sonuç, laik düşünce sistemidir, bu kadar basit.
Sayın Profesör FIĞLALI bu konuyu çok açık anlattı. Tabi 15 dakikada ancak bu kadar anlatılabilir, konu çok geniş bir konu. Keşke süre, zaman fazla olsaydı daha fazla girilebilseydi ama ben burada yine bazı konuların altını çizmekte bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha yarar görüyorum. Bakın Atatürk’ün dine ilişkin görüşlerini hatırlamakta tekrar yarar var. Ne diyor? Din gerekli bir kurumdur, dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki; din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Birinci prensip budur. İkinci prensip; biz din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, amaca ve eyleme dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz. Aslında burada ne demek istiyor Atatürk? İki şey söylüyor. Bir, din önemlidir, ancak Cumhuriyetin ve demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için dini alanın nasıl sınırlanması gerektiğinin altını çiziyor. Sorun ne? 1920’lerde de aynı sorun bir boyutta vardı, bugün de var. Nedir sorun? Sayın FIĞLALI da bunun altını çizdi. Dinin ve din duygularının kendi amaçları için alet ve araç olarak kullanılmaması. 1927’de Atatürk bunu çok açık ifade ediyor, diyor ki; daha önce olduğu gibi bugün de milletlerin bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak, bin türlü siyasi ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için dini alet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların, burası önemli, içeride, burada kalmıyor devamı cümle var ve dışarıda varlığı, bakın altını çizelim, dışarıda varlığı. Bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki henüz uzak bulundurmuyor. Bugünkü Anayasa’nın 24’üncü maddesine göre de kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuk temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandıramaz, çok açık. O zaman şu sonuca gayet kolaylıkla gidebiliriz. O zaman netice olarak, Türkiye’de herkes, Anayasa’nın 24’üncü maddesine uygun hareket etse, Türkiye’de hiçbir sorun kalmaz.
İkinci prensip bana göre Atatürk’le ilgili, demokrat ve hürriyetçi olmak. Bu nedense üzerinde çok durulmayan noktalardan birisi. Falih Rıfkı Atay bu konuda şöyle söylüyor, diyor ki; diktatör sözcüğünden tiksindiğini bilirdik, devrinin diktatörleri demokrasiye karşıydılar, Atatürk karakterce demokrat, inanç bakımından hürriyet rejimcisiydi, ömrü Hürriyet şartlarını hazırlamakla geçti. Şimdi ben yine soruyorum, Atatürk’ün demokrat ve hürriyetçi kişiliği üzerinde ne kadar duruyoruz acaba? Ne kadar bunu ortaya getirip derinliğine tartışıyoruz? Soruyorum. Profesör Doktor Hikmet Bayur’a göre de diyor ki, yalnız diyor bir fark var, bir konuda bir çekincesi vardı. O da şu, diyor ki; Atatürk yalnız bir konuda serbest tartışmaya izin vermemiştir. O da dinin, riyakârane sömürülmesi konusudur. Tabi daha çok şey söylenebilir.
Üçüncü prensip, bence çok önemli, ama en az durulan, en az anlaşılan noktalardan birisi. Atatürk’ün her şeyinde hukuki meşruluk var. Yaptığı, attığı her adıma baktığınız zaman mutlaka her yaptığında bir hukukla bağlantısı var. Bunun belki örneğini bulmak çok zor. Buna karşılık Atatürk, karizmatik değil miydi? Hem de dünyanın en karizmatik liderlerinden birisi. İstese, tek başına kamu etkinliklerini kişisel düzeyde yürütemez miydi? Teklif edildi kendisine, reddetti. O, her zaman yaptığı bütün faaliyetleri kurumsallaştırmaya çalıştı. Bu çok önemli. Bakın daha İstanbul’dayken yani daha Samsun’a çıkmamış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulacağını, kuracağını düşünüyor ve bunu Nutuk’ta şöyle ifade ediyor, diyor ki; o halde yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsi olmak niteliğinden çıkarılması, mutlaka bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak, temsil edecek bir heyet adının olması gerekliğidir. Biz bunları pek anlamıyoruz ama bakın bir Amerikalı Profesör Rustov bunu şöyle ifade ediyor, diyor ki; Atatürk’le ilgili, bütün meslek hayatı boyunca Mustafa Kemal, hukuk ve kanuniliğe, kanuna uyma, her şeyi kanuna bağlı yapmaya karşı titiz bir saygı gösterdi. Buyurun, bu da bir sempozyum konusu, seminer konusu. Konuşun, araştırın, anlatın yani genç nesillere Atatürk’ün bu özelliklerini anlatmamız daha önemli ama bizim profesörlerden pek böyle bir laf ben duymadım. Bakın bir Amerikalı profesör bunu şey yapıyor, teslim ediyor. Diyor ki, bütün mesleki hayatı boyunca Mustafa Kemal hukuk ve kanuniliğe karşı titiz bir saygı gösterdi.
Diğer bir prensip bana göre, Atatürk’te kişisel yönetim yok, duygusal davranma da yok aslında. Kişisel yönetim olmadığını, Ali Fuat Cebesoy’a söylediği sözler bunu gösteriyor. Tabi çok şey söylenebilir ama diyor ki; Ali Fuat Cebesoy’a kişisel olmadığım benim apotrlarım yani havarilerim, benden sonra gelecek yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder? Altını çizelim, hizmet liyakat. Şimdi liyakata ne kadar önem veriyoruz? Onu da sorgulayalım. Kudretini gösterirse bunlar benim apotr veya havarilerim olur. Celal Bayar da, 3’üncü Cumhurbaşkanı, Atatürk’ün duygusal olmadığını şu sözleriyle bize anlatıyor. Diyor ki; bakın Atatürk metodolojisinde duyguya yer yoktur. Laboratuara girmiş bir ilim adamı, tüpteki oksijenle hidrojen arasındaki nasıl bir ayrım yapamazsa, sosyal bilimin laboratuarına giren bir devlet adamı da doğru bir sonuca ulaşabilmek için tüm duygularından ayrılmak, sıyrılmak zorundadır. Atatürk işte bunu başarabiliyordu. Buyurun bir ayrı bir konu, yine saatlerce tartışılacak, konuşulacak konu.
Şimdi, diğer ana prensiplerden biri ki çok önemli. Belki Atatürk’ü çoğundan ayıran, döneminin önde gelenlerinden hatta bu günde bile geçerli olan çok önemli bir niteliği veya uyguladığı prensip, gerçekçilik ve pragmatik olması. Bu çok önemli bir konu. Gerçekçi. Kesinlikle. Diğer bir deyişle Atatürk ütopist değil, hayaller peşinde koşan değil, gerçekçi. Bazıları da derki ütopyaya sahip değilseniz, ideale de ulaşamazsınız. Belki ütopyayı kafanızda saklayacaksınız ama esas önemli olan gerçekçi olmak. Şimdi gerçekçilik deyince, iki noktayı iyi anlamamız lazım. Gerçekçilikte birinci faktör, zaman, ikinci faktör, düşüncelerin uygulanabilir olması ve başarı sağlaması. Şimdi Atatürk’ün eylemlerine bakın, zamanlama muhteşem. Belki çağının hatta bugün için de geçerli, 21’inci Yüzyılda bile bu zamanlama noktasında ona yakın birisi var mı devlet adamı bilmiyorum. Şimdi zaten onun için deniliyor ki gerçek lider, herkesin hareketsizlik içinde ne yapacağını bilmediği anda en uygun zamanda, zaman çok önemli, en akılcı ve en gerçekçi çareyi bulan ve harekete geçendir. Zaman, akılcılık ve çareyi bulmak. Onun için Mazhar Müfit Kansu Atatürk’ten şöyle bir sözü aktarıyor, diyor ki; bir işi zamansız yapmak o işi başarısızlığa uğratmak demektir. Zamanlama çok önemlidir. Falih Rıfkı Atay da yine aynı konuda diyor ki bize, Atatürk’ün askerlikte ve inkılâpçılıkta başarı sırlarından birincisi, tam zamanını beklemek, ikincisi fırsatı kaçırmamak. Bu Andrew Mango da aynı konuya değiniyor. O da diyor ki; Atatürk sabırlıydı diyor doğru, çok sabırlı. Atatürk gerçekçiydi diyor, doğru, ulus devlet bir günde kurulamazdı, doğru.
Bu uzun süreli işte başarının ön koşulunun, halka ulus bilincinin aşılanmasını sağlayan Milli Eğitim olduğuna inanıyordu. Ulus devleti yaşatacak olan ulusu yaratmada, öğretmenlere de çok güveniyordu. Benim kişisel bir düşüncem, bazen de bunu paylaşıyorum, keşke Atatürk son dönemlerini 30 – 33’den sonra biraz devlet işte tamamen Milli Eğitim alanına verseydi veya daha burada herkesin paylaşacağını zannediyorum, keşke daha uzun süre yaşasaydı da, yaşabilseydi de, şu Milli Eğitim konusunu istediği noktaya getirebilseydi. Milli Eğitim konusunu getiremedik maalesef, temel sorunlarımızdan bir tanesi de budur.
Şimdi diğer bir nokta; öncelikleri açık seçik kavrama yeteneği. Bu da bir devlet adamı için çok önemli bir gerekçe. Mango yine bu konuda şöyle diyor. Diyor ki; Mustafa Kemal’in yurttaşlar arasında az bulunur bir niteliği vardı, neydi bu? Öncelikleri, açık seçik kavrama yeteneğine sahip olması ve olağanüstü bir örgütçü olması.
Diğer bir prensip, ki Atatürk buna hayatı boyunca uymuştur. Bugün, o günkü ulaşım şartlarını düşünün, bugünkü ulaşım şartları tabi ki mukayese edemeyiz, farklı sonuçlar çıkabilir, ancak Atatürk o günkü zor şartlarda, ulaşım şartlarında, yurtiçinde, yurtdışı gezisi zaten yok, yurtiçinde en fazla gezen lider. İlden ile gidiyor ama ilden ile gittiği zaman gözden kaçan bir önemli nokta var. Halkla beraber oluyor. Böyle alıyor karşısına, oturuyor sandalyesine ve hep şöyle başlıyor, isterseniz araştırın; ben burada, diyor, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk değilim. Şimdi size karşı ben, burada Mustafa Kemalim, sizden birisiyim. Sorun, düşüncelerinizi bana söyleyin. Bu ne demek? Bu, anca kendine güvenen bir lider, güvenen kişi çıkabilir. Yani halkın karşısında bu kadar açık seçik durabilen ve hakikaten çok önemli bir konu topluma her zaman gerçekleri söylemenin, doğruları ifade etmenin önemi. Bu konuda 23 yılında diyor ki; Milleti aldatmayacağız, Millete daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri gerçek zannederiz. Bırakın Millet onu düzeltsin. Şimdi bunu gelin, bu söze karşı Atatürk’ü hala diktatör kategorisine sokup, o kapsamda anlatmak isteyenler, bunu nasıl yorumlayacaklar? Daha yani bunu, daha demokrasiden, yani demokratlığın daha ben ileri bir noktasını göremiyorum. Yine 25’te diyor ki; birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz. Felaket getirsin, saadet getirsin, iyi olsun fena olsun, gerçekten ayrılmayacağız.
Atatürk çok sade bir insan. Bu da bir prensip hakikaten. Falih Rıfkı Atay şöyle anlatıyor, diyor ki; Cumhuriyetin ilanının 12’inci yıl dönümü için büyük dövizler hazırlanmış, Atatürk’e çıkartıyorlar, gösteriyorlar. Dövizin birisinde şöyle yazıyor; Atatürk bizim en büyüğümüzdür. Başka bir döviz pankart, Atatürk bu milletin en yükseğidir. Kızıyor Atatürk ve hepsini çiziyor. Diyor ki Atatürk, şunu yazın diyor; Atatürk bizden biridir. Atatürk’e göre, gerçek büyüklük ki Falih Rıfkı ve Mahmut Bey’le 1926’ta yaptığı bir mülakatta söyler, meşhurdur, önemlidir, buradan kimseye de bir şey çıkartmayın, yani bir şey söylemiyorum ama bir konu üzerine yapar bunu, orada der ki, aynen şu, bence çok önemli olduğu için bunu ben sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum. Diyor ki, bakın; büyüklük odur ki hiç kimseye iltifat etmeyeceksin. Hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada karşı koymaları yok eden olacaksın. Önüne sayılmayan güçlükler çıkartacaklar, kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek kimseden de yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra da sana büyük derlerse, bunu diyenlere de güleceksin. Esasında burada yine bir ayrı bir seminer, sempozyum konusu çok geniş bir konu.
Son olarak, belki şuna değinerek bunu tamamlamak istiyorum, Atatürk, her zaman eleştirilere açık. Hiçbir zaman eleştirilere kapalı bir lider değil. Önyargılara dayalı olmayan bütün eleştirilere açık ve bunu Nutuk’ta yine aynen şöyle ifade ediyor, diyor ki; Efendiler! Cumhuriyetin ilanı bütün milletçe sevinçle karşılandı. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapıldı. Yalnız İstanbul’da iki, üç gazete veya yalnız İstanbul’da toplanan bazı kimseler milletin genel ve samimi olan bu sevincine katılmaktan çekindiler, endişeye düştüler. Cumhuriyet’in ilanına önayak olanları eleştirmeye başladılar. İşaret ettiğim gazetelerin ve şahısların Cumhuriyet’in ilanını nasıl karşıladıklarını hatırlamak için sadece o günlerdeki yayınları gözden geçirmek yeterlidir. Bu yazar ve benzerlerinin Cumhuriyet’in ilan şekline ve Cumhuriyet’in esaslarıyla ilgili kanunda gördükleri kusur ve eksiklikleri tenkit etmelerini samimi sayabilmek için çok saf olmak lazımdır. Eğer, bu yazarlar Cumhuriyet’in ilanı günü yaygaralı hücumlara başlamayıp, önce Cumhuriyet’in ilanını iyi niyetle ve samimiyetle karşılamış olsalar, kamuoyunu kararsızlık ve karışıklığa düşürecek şekilde değil de, Cumhuriyet’in iyi yanlarını tanıtıcı ve onun ilanının pek yerinde olduğunu kamuoyuna tenkil eden yazılar yazmış olsalardı başlangıçta, ondan sonra yapacakları her türlü tenkitin samimi olduğuna inanırdım. Fakat gördüğümüz tutum ve davranış böyle olmamıştır.
Elbette, bu konuda Atatürkçü düşünce sistemi üzerinde Atatürk’ün yaşamı boyunca uyguladıkları prensipler üzerine daha çok konuşabiliriz. Fazla zamanınızı almak istemiyorum. Ancak, biliniz ki Atatürkçü düşünce sistemi ne yapılmasını anlatan bir ideoloji değildir. Buranın altını çizelim. Ne yapılmasını anlatan bir ideoloji değil. O zaman saplanır kalırsınız bazı noktalarda. Nedir o zaman, nasıl karar verilmesini belirten bir dünya görüşüdür? Atatürkçü düşünce sistemi; bize göre, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkılmasını temel hedef alan, bu hedefe ulaşmak için aklı ve ilmi yol gösterici rehber olarak kabul eden dinamik bir dünya görüşüdür. İşte Atatürk’ün bugün de 21’inci yüzyılda da düşüncelerinin, fikirlerinin hala geçerli olması bize hala yön vermesinin altında yatan temel nokta da bu.
Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Cumhuriyet’in ilkesi erdemdir, bunu da unutuyoruz. Bu da çok önemli, erdem. Cumhuriyet, yurttaşlar erdemli olduğu ölçüde, cumhuriyetler de gönençlidir. Bu bilimsel bir görüştür sanırım. Büyük Ata’ya en büyük saygıyı ve bağlılığı nasıl göstereceğiz diye düşünüyorsanız, elbette, ilk önce onun eserlerine sahip çıkacaksınız. Elbette, onun düşünce sistemini anlayacaksınız, anlamaya çalışacaksınız ve anlatmaya çalışacaksınız. Elbette, onun bizlere, yani Türk Ulusu’na armağan ettiği bu cumhuriyetin, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti nitelikleriyle, sonsuza kadar yaşanmasında pay alarak, rol alarak gerçekleştirebilirsiniz.
Türk Silahlı Kuvvetleri, her zaman ifade ettiğimiz gibi, bugün tekrar bir kere daha ifade etmek istiyorum, Türk Silahlı Kuvvetleri, ebedi Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, ulusunun kendisine olan güveninden güç alarak, bizim en büyük gücümüz budur. Zaten kim ne yaparsa yapsın hiçbir zaman Türk Ulusu, Milletiyle, Türk Ordusu arasındaki bağı kopartamaz. Bu bağı kopartmaya çalışan bazıları olabilir. Bunları bazen yüzeyde görebilirsiniz ama bunlar geçici süreçlerdir. Hiçbir zaman, Türk Ulusu’yla Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki bağı, güven duygusu yükselerek devam eder, hiçbir zaman düşemez en büyük gücümüz de budur. Dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri, ebedi Başkomutan Atatürk’ün açtığı yolda, ulusunun kendisine olan güveninden güç alarak yürümeye devam edecektir.