20
EXE RANK
OttoMaNs* ;яeiz
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 20 Şub 2011
- Mesajlar
- 32,869
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 37
- Web sitesi
- www.netbilgini.com
EN'AM:
Hamd hep Allah'a, ki başların üstündeki gökleri ve ayakların altındaki yeri yarattı ve karanlıkları ve nuru yaptı. Şu halde onun bunlar üzerindeki mülk ve saltanatı, sahipliği, yalnız var olduklarından sonraki tedbir ve olgunlaşmaları, sonra gelen arızalar üzerinde cereyan eden, zâtı ve tabiatlarına mahkum bulunan bağımlı ve hasta bir mülk ve sahiplik değil, daha önce yaratma ve yapma ile bütün varlıklarına da hâkim olan bir mülk ve saltanattır. Ve bunun için bütün hamd ve senâ, bütün ululama ve teşekkür ancak ve ancak Allah'ın hakkıdır. Zât ve sıfatı bakımından Allah'a mahsustur.
Kur'ân'da beş sûrenin başında güzel kelimesi zikredilmiştir. Birinci olarak Fâtiha'da "Hamd âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur." İkincisi bu sûrede "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru var eden Allah'a mahsustur." Üçüncüsü Kehf sûresinde "Hamd, kuluna Kitab indiren Allah'a mahsustur". Dördüncüsü Sebe sûresinde "Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsi kendisinin olan Allah'a mahsustur". Beşincisi Fâtır sûresinde
"Hamd, gökleri yaratan, melekleri elçiler yapan Allah'a mahsustur" buyurulmuştur ki hepsi Fâtiha'daki "hamd, âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur." hamdiyle âlemlerde ilâhî mülkiyetin çeşitleri ile açıklama ve izahıdır.
Mâide sûresinin sonundan geçilerek burada görülüyor ki, gökler ve yer hakkında "halk" (yaratmak), karanlıklar ve nur hakkında "ca'l" (yapmak) denilmiştir. Tefsirciler diyorlar ki " = ca'l" de " = halk" gibi bir inşâ ve yaratmadır. Şu kadar ki "halk", tekvînle ilgili inşâya tahsis edimiş ve bir takdir ve tesviye mânâsını da içine alır. Yani halk (yaratma)da, yaratılanın her yönüyle özel kaderlerini yoktan var eden ve takdir eden öncü bir kapsayıcı ilim ve ona göre gerek maddesiz ve gerek bir maddeden yapma ve düzen verme mânâsı vardır. Ve bu şekilde fıtrat (tabiat) anlamı, halk (yaratma) ve hilkat (yaratılış) anlamından bir cüzdür. Ca'l (yapma) ise bu âyette olduğu gibi tekvînî inşâ ile "Allah, bahîre diye bir şey yapmamıştır" (Mâide, 5/103) âyetinde olduğu gibi teşrîî inşâdan daha genel olduğu gibi, bundan başka "ca'l"de bir tasyîr (değiştirme) ve tazmîn (boynuna yükleme) mânâsı, yani mef'ûlün diğer bir şey ile zarflık veya gâiyyet (gâyelik) veya başlangıçlık veya diğer herhangi bir sebeple münasebeti mânâsı da vardır ki, bu şey arada kâh gizli bir kayıt olarak ve kâh ikinci bir mef'ûl şeklinde kelâmın esası olarak düşünülür. Birincide "ca'l", gizli bir şekilde de olsa, mukayyed bir mef'ûle teallûk eder. "Karanlıkları ve nuru var etti"; "Ve ikisinin arasına bir engel koydu" (Furkân, 25/53); "Orada (yerde) sabit dağlar var etti" (Ra'd, 13/3); "Bize katından bir koruyucu ver." (Nisâ', 4/75) âyetlerinde olduğu gibi. İkincisinde ise "Geceyi dinlenme zamanı yapmıştır." (En'âm, 6/96); "Parmaklarını kulaklarına tıkarlar" (Bakara, 2/19) âyetlerinde olduğu gibi iki mef'ûle teallûk eder. Ve yerine göre bu ikinci şeyin bir gizli kayıt veya kelâmın esası olup olmadığını ayırmak gerekir ki, bu mânâlar dilimizde "yapmak" ve "kılmak" kelimeleriyle ifade olunabilir. Nitekim karanlık yaptı, aydınlık yaptı, geceyi gündüz, gündüzü gece yaptı, karanlığı hoş olmayan, aydınlığı hoş kıldı denilebilir.
Hamd hep Allah'a, ki başların üstündeki gökleri ve ayakların altındaki yeri yarattı ve karanlıkları ve nuru yaptı. Şu halde onun bunlar üzerindeki mülk ve saltanatı, sahipliği, yalnız var olduklarından sonraki tedbir ve olgunlaşmaları, sonra gelen arızalar üzerinde cereyan eden, zâtı ve tabiatlarına mahkum bulunan bağımlı ve hasta bir mülk ve sahiplik değil, daha önce yaratma ve yapma ile bütün varlıklarına da hâkim olan bir mülk ve saltanattır. Ve bunun için bütün hamd ve senâ, bütün ululama ve teşekkür ancak ve ancak Allah'ın hakkıdır. Zât ve sıfatı bakımından Allah'a mahsustur.
Kur'ân'da beş sûrenin başında güzel kelimesi zikredilmiştir. Birinci olarak Fâtiha'da "Hamd âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur." İkincisi bu sûrede "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru var eden Allah'a mahsustur." Üçüncüsü Kehf sûresinde "Hamd, kuluna Kitab indiren Allah'a mahsustur". Dördüncüsü Sebe sûresinde "Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsi kendisinin olan Allah'a mahsustur". Beşincisi Fâtır sûresinde
"Hamd, gökleri yaratan, melekleri elçiler yapan Allah'a mahsustur" buyurulmuştur ki hepsi Fâtiha'daki "hamd, âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur." hamdiyle âlemlerde ilâhî mülkiyetin çeşitleri ile açıklama ve izahıdır.
Mâide sûresinin sonundan geçilerek burada görülüyor ki, gökler ve yer hakkında "halk" (yaratmak), karanlıklar ve nur hakkında "ca'l" (yapmak) denilmiştir. Tefsirciler diyorlar ki " = ca'l" de " = halk" gibi bir inşâ ve yaratmadır. Şu kadar ki "halk", tekvînle ilgili inşâya tahsis edimiş ve bir takdir ve tesviye mânâsını da içine alır. Yani halk (yaratma)da, yaratılanın her yönüyle özel kaderlerini yoktan var eden ve takdir eden öncü bir kapsayıcı ilim ve ona göre gerek maddesiz ve gerek bir maddeden yapma ve düzen verme mânâsı vardır. Ve bu şekilde fıtrat (tabiat) anlamı, halk (yaratma) ve hilkat (yaratılış) anlamından bir cüzdür. Ca'l (yapma) ise bu âyette olduğu gibi tekvînî inşâ ile "Allah, bahîre diye bir şey yapmamıştır" (Mâide, 5/103) âyetinde olduğu gibi teşrîî inşâdan daha genel olduğu gibi, bundan başka "ca'l"de bir tasyîr (değiştirme) ve tazmîn (boynuna yükleme) mânâsı, yani mef'ûlün diğer bir şey ile zarflık veya gâiyyet (gâyelik) veya başlangıçlık veya diğer herhangi bir sebeple münasebeti mânâsı da vardır ki, bu şey arada kâh gizli bir kayıt olarak ve kâh ikinci bir mef'ûl şeklinde kelâmın esası olarak düşünülür. Birincide "ca'l", gizli bir şekilde de olsa, mukayyed bir mef'ûle teallûk eder. "Karanlıkları ve nuru var etti"; "Ve ikisinin arasına bir engel koydu" (Furkân, 25/53); "Orada (yerde) sabit dağlar var etti" (Ra'd, 13/3); "Bize katından bir koruyucu ver." (Nisâ', 4/75) âyetlerinde olduğu gibi. İkincisinde ise "Geceyi dinlenme zamanı yapmıştır." (En'âm, 6/96); "Parmaklarını kulaklarına tıkarlar" (Bakara, 2/19) âyetlerinde olduğu gibi iki mef'ûle teallûk eder. Ve yerine göre bu ikinci şeyin bir gizli kayıt veya kelâmın esası olup olmadığını ayırmak gerekir ki, bu mânâlar dilimizde "yapmak" ve "kılmak" kelimeleriyle ifade olunabilir. Nitekim karanlık yaptı, aydınlık yaptı, geceyi gündüz, gündüzü gece yaptı, karanlığı hoş olmayan, aydınlığı hoş kıldı denilebilir.