{Dokunulmazlar} - {Edebiyat Anıları}

20
EXE RANK

OttoMaNs* ;яeiz

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
20 Şub 2011
Mesajlar
32,869
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Web sitesi
www.netbilgini.com
OttoMaNs* ;яeiz
Dokunulmazlar


KİTABIN ÖZETİ :

Kitabın özünde sadakatsiz hiçbir şeyin yürümeyeceği yatmaktadır. İnsanın tek başına bütün zorlukları yenmesinin çok güç olduğu ve tek başına çok az başarılı olabileceği anlatılmaktadır.

Her insan görüldüğü gibi değildir. İnsanın sabrını yenmesi ve kendini tutması bir yerde bitmektedir. Stres ve bunalımdan kurtulması onu maceralara sürükleyebilir. Ama bu da bir yerde sonuç vermez. Her şeyde sevilen bir amaç için azmedilmeye çalışılır.

Maceraların, amaçsız, bir hiç uğruna (karşı cinse intikam) yapılması, onun daha kötü sonuçlar doğuracağı düşünülmeden yapılır.

Maceranın, iyi amacından ziyade sadece bulunduğu kötü durumdan faydalanıp, intikam alınması; aileye, çocuğa ve daha sonra ki çocuklara etki etmesi hiç akla gelmez. Bu güzel bir dille anlatılmıştır.

Evlilik ya da herhangi bir konuda sadakatin olması düzenli yaşamın olacağını ifade eder. Örnek olarak; sadakatsiz bir evlilikte, ilişkiden ziyade çocukların gelecekleri için zarar verici unsurlar mevcuttur.

Bir yerde acılar ve üzüntülerin etkisiz hale gelmesinin daha kötü olduğu, başka bir yerde de; yaşamın sadece aile, çevre ve çocuklara kötü örnek olmaması için streslere, bunalımlara katlanmanın yarar getireceği anlatılmıştır.

Her zaman dost kalıcı olmalıdır. Bir kişi sevdiği bir arkadaşını, dostunu üstün tutarsa, bunu da yaparken karşılık görmeden, ona duyduğu sevgi için yaparsa, karşısındaki kişilerde büyük saygı ve sevgi uyandırır.

Her şey bir yerde bitmektedir. Gerçeklerin, beklenmeyen üzücü olayların yaşandığı an ne yapılacağı bilinmez. Fakat acı bir yüz ifadesiyle, donuk bir şekil yaratması, beyni çalıştırmaması gibi durumlardan dolayı, bu ani hareketlerin ölüm gibi geldiği saptanmıştır. Yaşanan çevrede ki olayların bilinç altında kalarak hep sanki o anlar tekrar yaşanacakmış gibi gelmesi insanı soğuk bir havaya sokmaktadır.

Arkadaşlar, dostlar birbirlerini kırsalar, ne kadar üzseler de, konuşmasalar da ; bir gün ihtiyaç duyulduğunda, akla ilk gelecek kişi yine dostlardır. Arkadaşına, dostuna faydasının dokunması için yapamayacağı isteklerde bulunulsa dahi, yapmak için gayret eder. Dostuna olan sevgisini hiçbir şeyin yıkamayacağını hissederek, onun kötü davranışlarına ve geçmişte yaşanan çirkin olaylara rağmen ona karşı kötü tepki koymanın zor, aksine şimdiki üzücü haline yardımcı olmasının ise, dostluğu, arkadaşlığı pekiştireceğine inanır.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.
 
Edebiyat Anıları


KİTABIN ÖZETİ :

Hüseyin Cahit Yalçın, 1874' te Balıkesir ’de doğdu. “Edebiyat Anıları” Hüseyin Cahit Yalçın ’ın 60 yaşındayken kaleme aldığı, kendi gerçeğini bulma çabasının gözlendiği bir yapıttır. Hem kendini eleştirir, hem savunur. Hem birilerini suçlar, hem bağışlar. Siyasal yazarlığından sıyrılıp, kendi iç dünyasını ve yaşadıklarını anlatır.

"Bende kitap merakı çocukluğumda başladı. Ayakkabı kutusu olan ilk kütüphanemde kitaplarımı biriktirirdim. Oyun ve oyuncak gibi meraklarım yoktu. Aşık Garip, Kerem Hikayeleri, Hz. Ali’ nin Savaşları gibi kitaplar benim merakım ve coşkum olmuştur. Ailece okumaya meraklıydık. Babam akşam kahvesini içerken, ablam gaz lambasının yanında bize hikayeler okurdu. Ama bunların arasında Ahmet Mithat Efendi’ nin hikayelerinin yeri ayrıydı. Onun hikayeleri sık sık küçük tartışmalarla bölünür, konular bambaşka yerlere giderdi. Bunun yanında divanlar bana çok yakın görünürdü. Fuzuli, Nedim ve Nabi ’nin divanları elimde, dolaşıp dururdum. Bunların içinde beni en çok etkileyenlerden biri Nesimi’ nin divanıydı. “Sizin taptığınız tanrı benim ayağımın altında” demişti. Cezalandırılarak diri diri derisini yüzmüşlerdi. Oysa ayağının altında para varmış. Bu beni çok etkilemişti. Bu hayatlar ve yazılar çocukluk dünyam içinde fırtınalar yaratıyordu. Bir gün benim de içimde bu istek canlandı, ben de yazabilirim dedim. O yıllarda romanlar onaltışar sayfalık formatlar halinde haftada bir kez perşembeleri çıkardı. Artin adında bir dağıtıcı dağıtırdı. Artin, kendisinden sürekli kitap aldığım için beni çok iyi tanırdı. Bir gün beni altüst eden bir olayla karşılaştım. Gazetenin birinde bir makale vardı. “Seyyie-i Tesamüh” ü genç bir yazar yazmıştı. Yazıya Recaizade Ekrem övücü bir önsöz eklemişti. Ne büyük bir şeydi, Recaizade Ekrem’ den övgü dolu sözler almak. Sonunda karar verdim ve yazdım. İlk romanım “Nadide” böyle doğdu. Roman yazmakla bitmiyordu. Ona referans yazısı yazacak biri lazımdı. Ahmet Mithat Efendi’ yle böyle tanıştım. Gönderdiğim romanıma güzel bir önsöz yazmıştı. Romanım denetimden de geçmişti. Sıra basılmasındaydı. Babıali caddesine koştum. Eserimi Arakel’ e verecektim. O, zamanın ünlü yayımcısıydı. Kabul etmedi, yıkıldım ama yılmadım. Birçok yere gittim fakat nafile, kitap elimde kalmıştı. Aklıma babam geldi. Benim için doğduğumdan beri para biriktiriyordu. Ona bir mektup yazıp para istedim. Kitabımı kendi imkanlarımla bastırdım. Fakat o kadar büyük ses getirmedi. Dördüncü yılında lise öğrenimim sona eriyordu. Hepimiz mülkiye okuluna geçmeye hazırlanıyorduk. Fakat o sene ilk defa sınav kondu. Bu çok kötü olmuştu. Okulca karar alıp sınava girmedik. Bu protesto sarayca o an cezalandırılmadı fakat daha sonra bizim okuldan 3 sene boyunca hiç kimseyi almadılar.
 
Mülkiye okulunda Fransızca öğretmenimizden oldukça yararlanmıştık. Bu dile olan merakım sayesinde Fransızca kitap ve yazılara ağırlık verdim. Okul arkadaşım Şuayip ile sık sık bir araya gelip Fransızca yayınlardan bahsederdik.

Şuayip’ le en sıcak sohbetlerimizden biri de Avrupa’ ya kaçmaktı. Normal yollarla oraya gidemezdik saray yasaklamıştı. Ancak kaçılabilirdi, ama bu da çok zordu. Orada nasıl yaşayacaktık. Para lazımdı. Babamdan gelen 2 lira aylık yetmiyordu. Şuayip ise Tarım Bakanlığı ‘nda işe başlamış fakat komik bir para alıyordu. Biz de onunla birlikte çevirilere başladık. Çeviri yaptığımız Karabet sarayda çalışıyordu. Biz de ihtiyacımız olduğundan para karşılığı saraya çeviri yapmaya başladık.

Mülkiye okulum sona ermek üzereyken gelecek kaygısı başladı. Ben basın istiyordum. Kitapçı Karabet ‘Mektup’ isimli bir dergi yayımlıyordu. Ama iddiasız olan bu dergiyi biz dört arkadaş Karabet' ten alıp basmaya karar verdik. İyi bir dergi olması için çabalıyorduk. İlk etkisi iyiydi. Bu arada bir dost Cenap Şahabettin’ in şiirlerini yayımlayabileceğimizi söyledi. Bu dergimizin çizgisi için çok iyi olmuştu.

Mülkiye Okulundan 1896’ da mezun olmuştuk. Yani Servet-I Fünun’ un bir dergi haline gelişi sıralarında. Küçük bir hikaye yazmıştım. Adı "Röneka" ydı. Hikayemi Rauf’ un ısrarı üzerine dergiye yolladım. Hikayem beğenildi ve basıldı. Artık Servet-i Fünun' da yazıyordum. Bu bana yetmemeye başladı. A. Şuayip, M. Rauf, Cavit, ve ben bir araya gelip yeni bir dergi çıkarmak için kolları sıvadık. İsmi "Yeni Mecmua" oldu. Larousse ayarında bir dergi olacaktı. Ruhsat almamıza rağmen dergi tatil edildi. Servet-i Fünun’ la yetinmek zorunda kaldık.

Daha sonra yazarlık denediğim Tarik ve Sabah gazeteleri kısa ömürlü oldu. Ama hiçbir şey Servet-I Fünun’ da yazmamı engellemedi. Dergiden biz para almazdık. Orada başka bir bağ vardı. Yüce sanat ülküsü, yurt ülküsü...

Tevfik Fikret’ in karizması ve kişiliği Abdülhamit yönetiminin her soylu duyguyu susturan ve öldüren kıyıcılığı ve baskısı içinde Fikret, yalnızca sanat ve yurtseverlik yolunun başı oluyordu.

Her şeyin sonunda Servet-i Fünun’ u yıkan vuruş saraydan geldi. 16 Ekim 1901 tarihinde çıkan sayıda ‘Edebiyat ve Hukuk’ başlığıyla Fransızca’ dan çevirdiğim bir makale vardı. Bu yazı P. Lacombe adlı bir yazarın "Edebiyat Tarihine Giriş" eserinden alınmıştı. Bu yazı Abdülhamit’ i fena kızdırdı. Bizi mahkemeye çağırdılar. Bir süre gittik geldik. Ama Adliye Bakanı Sarayın yırtıcı buyruğuna direnip bizi mahkum etmedi."

Hüseyin Cahit Yalçın (1930-1950) yılları arasında İstanbul ve Kars milletvekilliği yaptı. Ölümüne kadar Ulus gazetesinde baş yazarlık yaptı.

Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.
 
Geri
Üst