CANLANDIRMA METODLARI ve TARİHİ

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Z1rT
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
9
EXE RANK

Z1rT

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
26 Kas 2009
Mesajlar
9,190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Web sitesi
www.netbilgini.net
Z1rT
CANLANDIRMA METODLARI ve TARİHİ


2q06nfs.gif


Canlandırma (animasyon) metodları üç ana kategoride değerlendirilmiştir:

Klasik metod: Çizgi canlandırmanın bizzat kendisidir. Çizgi canlandırmaya büyük fonksiyon kazandıran bilgisayar teknolojisi adlandırmasıyla "2D (iki boyutlu) animasyon" da denilmektedir ama bilgisayar değil, klasik çizgi esas alınmalıdır.

Bilgisayar grafiği veya karakter jeneratörü (CG) metodu: 3D (üç boyutlu) bilgisayar programları vasıtasıyla animasyon.

Stop-motion metodu: El ile hazırlanmış model (kukla, oyun hamuru) veya dış mekânın kare kare çekilmesi yoluyla gerçekleştirilen animasyon.
Canlandırma metodlarının gelişimi ise tarihî seyri içerisinde iki ana kategoride değerlendirilmiştir
CANLANDIRMA TARİHİ [dünyada]


Canlandırma, aslında insanlık tarihi ile neredeyse yaşıttır. Tarih öncesine kadar uzanan örnekleri vardır. Yirmi ilâ yirmibeşbin yıl öncesine tarihlenen Fransa ve İspanya’daki mağara resimlerinde, meçhul ressamlar, mağara duvarlarına canlandırmanın ilk örneklerini çizmişlerdir. Bu ilkel örneklerde, hızlı koşan bir yaban domuzu, sekiz bacaklı imiş gibi resimlenmiştir. Bu resimleri, bizon ve diğer hayvanların hareketlerini gösteren öteki resimlerle birlikte fotoğraflayarak, 1962’de sinema kurallarına uygun şekilde arka arkaya sıralayan Fransız Araştırmacı Bayan Prudhommeau, ilkel canlandırmanın bu ilk örneklerini ispatlamıştır. Sonuç, Disney standartlarındaki kadar mükemmel olmasa da, Taş Devri mağara ressamlarının, hareketi algıladıkları ve bunu neredeyse en az bugünkü bir canlandırmacının bakış açısı kadar başarılı şekilde yansıtabildikleri anlaşılmıştır.


2005’in buluşu: İran’da 5 bin Yıllık Canlandırma

İran’ın Sistan-Belucistan Eyaleti’ndeki Gömülü Şehir’de, 2005 yılının Ocak ayında bulunan bir maşrapa, canlandırmanın tarih öncesine kadar uzandığının bir başka kanıtıdır. Bu maşrapa üzerinde, beş bin yıl öncesinin sanatçısı, bir keçinin, yapraklarını yemek için bir ağaca zıplamasını canlandırmaktadır. Tarih-öncesi uygarlıkların en önemli örneklerini barındıran Gömülü Şehir’de, keçi ve balık gibi çok sayıda varlık ile ilgili benzer canlandırmalar da bulunmaktadır.

8 cm çapında, 10 cm yüksekliğinde bir maşrapa üzerinde, hareketi gösteren resimlerin girintili-çıkıntılı olarak işlendiği bu emsalsiz buluş gibi tekrar edilen resimlerle oluşturulan başka buluşlar da olmasına rağmen, hiçbiri, bir hareketi anlatmıyor. Bu önemli buluntudaki resimler arka arkaya geldiğinde, yaklaşık 20 saniyelik bir canlandırma filmi ortaya çıkmaktadır.


2ja80k.jpg

Tarih Döneminde Canlandırma

Eski Mısır’dan kalan papirus üzerine çizilen tasvirler de, canlandırmanın tarihin başlangıç dönemlerindeki en eski örnekleri olarak kabul edilmektedir. Bu papirus canlandırmalarında, insan ve hayvan karakterleri, türdeş hareketlerde bulunabilmektedir.
CANLANDIRMANIN TARİHİ [Türkiye’de]
Türk Canlandırma Sanatı’nın kökenini Karagöz-Hacivat gölge oyununa bağlayanlar vardır. Haksız da değildir aslında bu görüş. Zira, gölge oyunu, dünyada da canlandırmanın ve hatta sinemanın öncüsü kabul edilmektedir. Model hazırlanması, bugünkü kukla canlandırma tekniklerine benzemektedir. Perdedeki hareketi sağlayan parçalar ve bunların birbirine eklemlenmesi, "limited animation" tekniği ile yapılan çizgi filmleri andırmaktadır. Tek fark, Karagöz ile Hacivat’ın tek kare çekim metodu ile kamera görüntülerine aktarılmamasıdır. Nitekim, Türkiye’de son yıllarda yapılan bazı Hacivat-Karagöz canlandırmaları, Karagöz modellerinin canlandırma tekniğine mükemmel şekilde uyduğunu kanıtlamaktadır.

Gölge oyununun modern canlandırma tekniklerine sağladığı uyum, daha 1920’li yıllarda keşfedilmiştir. Alman canlandırmacı Lotte Reiniger, Çin gölge oyunlarından uyarladığı bir teknikle, başarılı canlandırma filmleri yapmıştır. Bunların en ünlüsü, "Prens Ahmed’in Maceraları"nda (1923-1926) tiplemeler, tamamen silüettir.

Dünyanın en ünlü gölge oyunlarından birine ve dolayısıyla canlandırmanın ve sinemanın köklerine sahip, tarihinde ve kültüründe doğal olarak canlandırmanın mayalarını taşıyan Türklerin, bu sanatı modern biçimlerine dönüştürmesi, ne yazık ki oldukça gecikti.
İLK TÜRK CANLANDIRMA FİLMİ
Türkiye’de modern sinema sanatının gelişmesi ve Batılı çizgilerin basın aracılığıyla popüler olmasının ardından, ancak 1940’lı yıllarda Batılı anlamda çizgi film yapma arayışları başlayabildi. Türkiye sinemalarında gösterilen Batılı çizgi filmlerin de bunda etkisi oldu.
Çizgi film yapımının ağır sorumluluğunu, ilk olarak karikatüristler üstlenmeye çalıştı. Bu konuda bilinen ilk çaba, Cemal Nadir Güler’e aittir. Aşağıdaki alıntı, Türkiye’de yapılan ilk çizgi film denemesinin tek belgesidir:
CEMAL NADİR GÜLER’İN BİTMEMİŞ KAYIP AMCABEY CANLANDIRMASI
Bir gün bir hayranı Cemal Nadir Güler’e "Üstad" der, "Siz neden Mickey Mause gibi resimlerinizi hareketlendirmiyorsunuz?" Üstad gülümser ve; "Buna lüzum görmüyorum. Benim karikatürlerim zaten hareket halinde, Sağdan soldan yürütüp duruyorlar" yanıtını verir.

Cemal Nadir Güler’in bu yanıtı dönemin bazı karikatürcülerine yönelik şikayet içerse de o, yarattığı karikatür tiplerini hareketlendirmek yani günümüzün tanımlamasıyla canlandırmak en büyük hayallerinden biriydi.

8 Kasım 1944’de Orhan Apaydın’ın Yeniden Doğuş dergisi için kendisi ile yaptığı röportajda; "Yarattığınız bir çok orjinal tipler var. Bunları niçin sinema perdesine aksettirmek istemiyorsunuz?" diye sorduğunda;


"Ah! Yarama dokundunuz" der. "Teknik imkansızlıklar yapmak istediklerime mani oluyor, Herkesin söylediğini ben de söyleyeyim: Bu harp bitse."

Cemal Nadir Güler’in bu harp dediği 2. Dünya Savaşı bütün yıkımlarını yapmış ama artık 1945 yazında sona ermiştir. Usta o zor günlerde tek başına bir çizgi film denemesine girişir.

En yakın dostu Gazeteci Rıza Ruşen Yücer anılarında şöyle yazar; "Cemal Nadir’in bir ara el yapması resimlerle bir film denemesine giriştiğini hatırlarım. Bu film "Amcabey Plaj’da" adını taşıyacaktı. Amcabey sabahleyin erkenden sokağa çıkıyor. Sokak feneri gözlerini kapatmış, başı bir yana eğilmiş, güneşin doğmasını beklemektedir. Fenerin altında, bir taksi otomobili, dört tekerleğini öne arkaya uzatmış projektör gözlerini yummuş, tembel bir kedi rehavetiyle uyumaktadır. Amcabey gelip kornayı çalıyor. Kapalı duran lamba gözler aralanıyor, lastik tekerlek ayaklar toplanıyor, öndeki tampon tıpkı bir ağız gibi esniyor, Amcabey işte bu minval ile plaja gidecek. Fakat birkaç satırla anlatmaya çalıştığım şu üç-beş hareket için yüzlerce resim yapılacaktı. Cemal Nadir, beş-altı yüz resim çizdi; ama işin imkansızlığı andıran güçlüğü karşısında bu sevdadan vazgeçmek zorunda kaldı.
1960’LARDAKİ ÇİZGİ FİLM PATLAMASI
Önceki dönemde belli belirsiz pozisyonda kalan çizgi film, 1960’lı yılların gelişi ile birlikte, Türkiye’de birdenbire bir patlama dönemi yaşadı.

Nasıl olup da, daha önce yapılıp yapılmadığı, doğru düzgün bir örneğinin bulunup bulunmadığı bile belirsiz bulunan bir sanat alanı, âniden parlayıp kendisine yol açabildi?

Bunun sebeplerini, canlandırma sanatı ile aslında çok da ilintili değilmiş gibi görünen, Türkiye’de karikatür ve mizah sanatı ile ticarî sinemacılığın gelişiminde aramak daha doğrudur.

1950’lerde, DP Hükümeti’nin basın üzerinde uyguladığı baskı ve bazı mizah dergilerinin kapanması sonucu toplumsal muhalefete gittikçe artan oranda katılan dönemin önde gelen karikatür sanatçıları, 27 Mayıs 1960 askerî darbesi sonrası, DP kapatılmasına ve yöneticileri hapsedilmesine rağmen, DP’ye muhalefetlerini sürdürmekte devam ettiler. Kendileri hakkında yazılıp çizilenlere herhangi bir cevap verme hakkından yoksun bırakılan DP yöneticileri aleyhinde, artık mizah ve eleştiri sınırlarını da aşan, aşağılama ve hakaretlere varan karikatürler çizildi, "Düşükler Mahkemede" gibi çizgili özel sayılar basılıp dağıtıldı. Bu tavırlar, dönemin bütün karikatür sanatçılarının ortak özelliği olmamakla birlikte, sonuçta karikatüre karşı halkta bazı tepkiler oluştuğunu düşünmek mümkündür. Basın üzerindeki baskının da, 1961 Anayasası’nın getirdiği hürriyet ortamında azalması üzerine, mizah ve eleştirinin, dolayısıyla karikatür sanatının, popülerliği iyice azaldı. Yanı sıra, sol fikirlerin de karikatür yoluyla açıkça ifade edilmeye başlaması üzerine, karikatür sanatçıları, basındaki konumlarını birer ikişer kaybetmeye başladılar. 27 Mayıs askerî yönetiminin etkilerinin kaybolmaya başladığı 1963-1964 yıllarında, karikatür sanatı, basın sektörünün yaşadığı sancılar ve ekonomik sıkıntı da eklenince, tamamen durgun bir dönem geçirmekteydi. Bu sırada, sinema sektörü, canlılığını giderek arttırmaktaydı. Sinemalarda gösterilen uzun filmlerin aralarını, ticarî olarak değerlendirmek isteyen sinema sahipleri, kısa reklam filmleri göstermeye başladılar. Bunların bazılarının çizgi film olarak perdede oynatılması, çok tutulunca, Türkiye’de bu tip reklamları çizgi film olarak hazırlayacak insan aranmaya başlandı. 1950’li yıllarda bu konuda başarıya ulaşamamış projeler dolayısıyla hazır bir işgücü ortalıkta kalmadığından, en yakın hazır işgücü olarak, her zamanki gibi, karikatüristlerin bu işi yapabileceği düşünüldü. Basındaki sıkıntı dolayısıyla zor durumda olan karikatür sanatçıları da bu fırsatı değerlendirdiler.

 
Geri
Üst